Niyazi Mısrî
NİYAZİ-İ MISRÎ (ks)
TAKDİM
Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri,
Yunus Emre , Fuzulî, Nesimî ve diğer Erenler gibi her okuduğumda yüreğimi heyacanlara gark eden Hakk Dostlarındandır.
Ondaki yüksek derunî anlayış ve anlatış kendine mahsus bir özellik ve güzelliktir.
Çok ileri düzeyde bir Zâhiri İlim tahsilini, Ehliyetli Eren Ümmî Sinan Baba gibi bir usta elinde Bâtınî Edeble tamamlamıştır.
Yaşadığı ve eskiden süregelen Medrese kadızâdeleri ile Hakk Erenler kavgasında hak safta yerini almış ve bedelini de ağır ödemiştir.
Dinmeyen bir fırtına içinde geçen ömrünün son yıllarında yine Fitnecilerin fitnesiyle ve ne yazık ki, Sultan Fermanıyla son kez sürüldüğü Limni Adasına götüren gemi Anadolu kıyılarından açılınca göz yaşları içinde :
“Osmanlı sülâlesinin inkirazı için dördüncü semâya bir kazık çaktım! Bu kazığı benden baÅŸka kimse çıkaramaz!” demiÅŸtir..
İnkıraz : Sönme. Zeval bulma.
Bu “Ah!..” hiç yâr olmamıştır kimselere!..
Aradan nice yıllar geçmiş,
Sultan Abdülmecid Han, Osmanlı Devleti ve müttefikleri İngiltere, Fransa ve Piemento ile Rusya arasında, 1853-1856 yıllarında yapılan Kırım Savaşında (Kırım Harbi) kararsız kalınca,
Yahya efendiyi, Kuşadalı İbrahim Hakkı Hazretlerine dua ve görüşü için gönderdiğinde,
Kuşadalı Hazretleri:
“Niyazi Mısrî’nin Limni’ye nâhak yere iftiralarla sürülmesi haksızdı. Gönlü alına!” demiÅŸ ve bu bedduasını söylemiÅŸtir.
Derhal Niyazi Mısrî’nin divanını isteyen Sultan Abdülmecid Han ilk açtığında:
“Oldum İsmail gibi teslim Hakk etti hemîn
İki yüz bin dahî yetmiş beşte bir kurbân bana
Anladım zebh-i azime bir işârettir bu koç
Hem beşârettir gele Yahya ile mihmân bana”
Beyitlerini okuyunca:
“Savaşın müjdesi vardır bu deyiÅŸte!” deyip savaÅŸa karar verir. Galib geldikten sonrada sarayında besleyip Koç Kakıştırmakta (toslaÅŸtırmakta) kullandığı en kıymetli koçunu Limni Adasındaki Niyazi Mısrî’nin kabrinde kurban etmiÅŸtir.
Ne var ki Koca Osmanlı sülâlesi, o muhteşem zaferlerine rağmen her Müslüman Türk'ü yüreğinden yaralayan ve hâlâ ayak basamadığı topraklarından uzakta sürgün yaşamaktan kurtulamamıştır.
Çoğu casus olarak yetiştirilip içerdeki iş birlikçileri kanallarıyla şehzâdelere peşkeş çekilen yabancı milletlerin en güzel kızları, şehzâdeler doğurmuş, entirikalar çevirmiş ve nice canlara kıyılmıştır.
Rabbülâleminin kullarına “Kulum!” diye hitab eden veya câhiller sürüsünce söyletilen Osmanlı Sultanlarının ne yazık ki sonunda, beÅŸikteki yavruları da dahil olmak üzere öz yurdundan sürülmüş ve yaban ellerde yok olup gitmiÅŸlerdir.
Geçen hafta Fatih Câmisi’ne 37 yıl aradan sonra özel olarak ikindi namazına gittim.
İçerideki ihtişamı seyrederken içimdeki acılar depreşip, gözlerimden ateş gibi dökülen zehir damlaları yüzümü yakarken dedim ki :
“Fatih Sultan Mehmed Han’ın Mâbedinde;
Gözlerimin birisi Koskoca Osmanlı Ailesinin sönüp-yok oluşuna ağlarken,
DiÄŸeri de iniltileri içimden hiç kesilmeyen Niyazi Mısrî, İsmail Mâşukî ve daha nice mâsumlar için kana kana aÄŸlamaktadırlar!..”
Niyazi Mısrî (ks) Hayatını kısaca gözden geçirirsek:
8 Åžubat 1618 (12 Rebiülevvel1027) de Malatya SoÄŸanlı Köyünde (Aspozi’de) doÄŸmuÅŸtur.
Zâhiri ilimini Diyarbakır, Mardin, Bağdat, Kerbela ve Mısır'da tamamladı. Mısırda 3 yıl kalmıştır.
Orada rüyasında Gavsü’l- Azam Abdülkâdir Geylânî (ks) Hazretleri :
“Zahirî ilimden sonra Bâtınî ilim için Anadolu rüşde erdiricini bul!” buyurunca,
1643 yılında Anadolu’ya ve 1646 yılında İstanbul’a, sonra Bursa’ya geçerek Gerçek MürÅŸidini armaya baÅŸlamıştır.
Bursa’da iken rüyasında bir kalaycının bir ibriÄŸi kalaylarken ikiye bölüp önce içini kalaylayıp tekrar birleÅŸtirerek dışını kalayladığını görürür.
Kalaycının kendisine tanıdık geldiğini anlar ve kalaycı peşine düşer.
1647 yılında UÅŸak’a geçer ki o günlerde kaldığı tekkede MürÅŸid Ümmî Sinan Hazretlerinin Elmalı’dan yola çıktığı söylenir.
Merakla beklerken gelen Hak Mürşid Ümmî Sinan Hazretleri :
“İbrik nasıl kalaylanır DerviÅŸ Mehmed Mısrî oÄŸul!” deyince tamamen MürÅŸidine teslim olur baÄŸsız baÄŸla…
MürÅŸidi Ümmî Sinan Hazretleri ile Antalya’nın Elmalı kazasına gider ve 1647-1656 yıllarında birlikte ve hizmetinde kalır.
Önce UÅŸak’a (1 yıl kadar), sonra Kütahya’ya (4,5 yıl) halife olarak gönderirlir..
Ne var ki Kadızâdeler denilen koyu taasubçu ve gericileri Hak Erenler üzerindeki baskısı ve zulmü bir nevi hınç almaya dönüşmüştür..
1657 yılında Muhammedî MürÅŸidi Ümmî Sinan Hazretleri Hakk’a yürümüştür.
Ağlayarak çıktığı ayrılık yolunda düştüğü tarih Divanında olmamakla beraber tesbit edilmiştir:
Uğradı can yine mâtem üstüne
Olmaya bir nâle nâlem üstüne
Cân ü dil meksûf ü maksûf oldular
Kara gün doğdu bu hânem üstüne
Feyzimin suyu yerinden od çıkar
Yaraşır bana ki yânam üstüne
Yıkılıp meyhâne hiç mey kalmadı
Bir eşik bulam mı yatam üstüne
Geldi şeyhimin Niyazî tarihi
San kıyamet koptu âlem üstüne…
Nâle : f. İnilti, figân.
Meksûf : Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.
Maksûf : Kırılmış, parçalanmış.
Hâne : f. Ev, mesken, beyt.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem.
Od : t. AteÅŸ, nar.
Bu derin ve derunî acı ile diyâr diyâr dolaşır.
UÅŸak ve sonra Bursa..
Bursa’da “Kutbiyyet Makamı” na nâil olur..
Kendisinden zuhur eden harikalıkların getirdiği fitne seli artık peşini bırakmayacaktır..
Fitne kazanının ateşi kadızâdeler,
Sultan IV Mehmed’den 1666 (1077) yılında:
“Sofiyenin devaranı ve dedegânın semâ’ları yasaktır!” fermanını almışlardır.
Halak-yı zikir durmuş, neyler susup semâğlar semâya uçmuş ve tekkeler kapanmıştır..
1084 (1674) yılında Ayasofya Câmisi’nde bir Cuma günü Niyazi Mısrî Hazretleri irticâlen ve coÅŸkulu bir vaazla İlâhî AÅŸkın yaÅŸayışa geçiÅŸi olan AÅŸk ü cezbe zikrini anlatınca halk hıçkırıklara boÄŸulunca Sultan mahfelinden olanları izleyen Sultan IV Mehmed tekkeleri kapatma yasağını derhal kaldırır..
1085 (1675) de Sadrazam Fazıl Ahmed PaÅŸa Edirne’ye dâvet eder.
Ve ne yazık ki açık eleştirilerini kullanan fitneciler Rodos adasına kalebend olarak sürülmesini sağlarlar.
Kendisini götüren Azbî çavuş, sâdık bir müridi olacak ve ölünceye kadar hizmet görecektir..
Kalebend : Kalede hapis.
Raodos sürgününden sevenlerinin duasıyla kurtulup Bursa’ya döner.
Ancak azılı düşmanı Vanî Efendi denilen kimse ve yandaşları, akıl almaz iftira ve tuzaklarla 15 yıl kalacağı Limni Adası sürgününü tezgâhlayıp gerçekleştirirler..
1691 (1103) yılında Sultan II Ahmed sürgünü kaldırır.
Bursa’ya döner.
1693 (1105) yılında tekrar Limni Adası sürgünü başlar..
Celvetiyye Tarikatı Selâmiyye kolunu kuran Selami Ali Efendiden tutun da Vanlı Vanî efendiye kadar taş yağmuruna tutulan bu eşi bulunmaz Gönül Dostu Kâmil Âşık
Bu son seferinde:
Limni Adasına götüren gemi Anadolu kıyılarından açılınca göz yaşları içinde :
“Osmanlı sülâlesinin inkirazı için dördüncü semâya bir kazık çaktım! Bu kazığı benden baÅŸka kimse çıkaramaz!” demiÅŸtir..
İnkıraz : Sönme. Zeval bulma.Yok olup gitme…
78 yıl süren çilekeÅŸ ömrü 16 Mart 1694 (20 Receb 1106) ÇarÅŸamba seheri sonunda, Limni Adası kuÅŸlarının ilk ötüşleriyle aziz ruhu Hakk’a uçmuÅŸtur.
Şimdi ise oralarda garib ve harabe kalmış bir türbesi var imiş..
Rivâyet budur biline!..
İlm-i Cifr bahanesiyle kahra kalkışılan ve hayatı çilelerle boğulan,
Yiğitbaşının yetiştirdiği yiğit Eren,
Cezbe ve cesaretin yüce yürekli amansız âşığı ruhun şâd olsun!
Rahmetler ruhuna ebediyen yağsın!
Muhammedî Melâmette :
Aşk ü Cezbe
Zühd ü Takvâ
Sıdk ü Huşû
Havf ü Recâ
Yollarında kendisinden çok şey öğrendiğim aziz Hakk Eren Niyazi Mısrî seni hiç unutmayıp rahmetle anacağız
Kaddesallahu sırrehu aziz ü hakim…
İnşâallah...
İlm-i Cifr : Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim.
Ebced : Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir. (Ebced) (Hevvez) (Hutti) (Kelemen) (Sa'fes) (Kareşet) (Sehaz) (Dazig) Bu sekiz kelime bütün huruf-u hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir. Elif: 1, Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun: 50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel: 700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000 Şimdiki Arabcada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Hem birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz.
Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri,
İlâhî aÅŸkın çeÅŸmesi ÅŸiirlerinde “Mısrî” mahlasını kullanmıştır.
Son yıllarında ise “Niyazî” mahlasını kullanmıştır.
“Niyazî” ise ebced hesabında 78 yapar ki son noktadaki yaşıdır.
Niyazi Mısrî’nin Hayatı çok anlatılmıştır.
Ben ise İnşâallah,
Çile çöllerinde geçen fâni ömrünün;
Açan ve solmayan çile çiçeğinin kokusunu gençlerimize bildirmek ve ruhunu buldurmak için,
Yılmaz bir Eren izi izleyicisi ve bir “HİÇ” olarak,
Muhammedî Muhabbet ve Hasbî Hizmetle “BİZ” den “BİZ” e Divanını açıklamaya çalışacağım.
Muhammedî Melâmetin basit bir Tasavvur olmadığını ve Tevhidî bir Tasavvufla Niyazi Mısrî Divânı’nda nasıl anlatıldığını mesnedlerini de göstererek arz etmeye azm edeceÄŸim.
Allah Celle Celâlihu yardımcımız olsun!
Allah’a hamd olsun!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sonsuz salât ve Es Selâm olsun!
Yârimiz olsun!..
İnşâallah!..
LATİF YILDIZ
Kul İhvanî
ESERLERİ :
.
1- Divân-ı İlâhiyyât
2- Mevaidu'l-İrfan
3- Åžerhü’l- Esmaü’l- Hünsâ
4- Åžerhü’l- Nutk-ı Yunus Emre
5- Sûre-i Fatihâ Tefsiri
6- Sûre-i Yusuf Tefsiri
7- Vahdetnâme
8- Tâbirnâme
9- Akidetü’l- Mısrî
10- Etvâr-ı sebâ’
11- Risale-i Eşrât-ı Saat
12- Risale-i Devriyye
13- Risale-i Tevhid
14- Risale-i Nokta
15- Risale-i Haseneyn
16- Risale-i Hızrıyye
17- Risale-i ArÅŸiyye
18- Risale-i Fî Devran-ı Sofiyye
19- Risale-i Esile ve evcibe-i Mutasavvıfâne