Neden Muhammedî Tasavvuf ve Muhammedî kelimesini kullanışımızın tek ve gerçek sebebi şimdi yaşamakta ve uygulamakta olduğumuz ve sonunda hesaba çekileceğimiz imanda, amelde, ahlâkta ve hâlde başka ifâdeyle sözde, fiilde, ahlâkta ve hâlde (asla değişmeyen huy ve kişisel iç âlem hâllerinde) Muhammedî tebliğ, tenzir, tebşir, ve teşhide (şâhid oluş) uygun muyuz değil miyiz? Sorusunun vicdanlarımızdaki samimî ve ciddî cevabıdır. Elbette İslam Dininde her müslüman Muhammedî olmak zorundadır. Bugün İslamî gelişim, iletişim, bileşim, yaşayış şekli ve şuûrunun temel kavram adı hâline gelen tasavvufu basitçe ve sâdece tarikat olarak anlamıyoruz. Şeriât, tarikat, mârifet ve hakikatın dördünü birlikte ve bile bilip, anlayıp, yaşama tarzına ve tavrına Muhammedî Tasavvuf diyoruz. Asırlardır aktarılan târiflere karşı da değiliz. Ancak bu dört nefsi kemâlât oluşumunun ayrı ayrı olmadığını çocukluk, gençlik, olgunluk ve pir-i fânilik gibi gelişim; ilkokul, orta okul, lise ve üniversite gibi nefsin gelişim ve rüştüne eriş aşamaları olarak anlıyoruz ve yaşamaya çalışıyoruz. Bu konu daha detaylı olarak, Kuran- ı Kerim ve sahih hadislerle, Muhammedî Tasavvufta, kâinât- insan akıl- nakilVekil Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)Asıl ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL isimli kitabımızda anlatılmıştır.
Biz asla hiçbir tarikata, cemâata ve kimseye ne karşıyız ne de tarafız. Biz sâdece ve sâdece ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)e tâbiyiz. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)i İmamı Mutlak, Rehberi Mutlak ve Mürşidi Mutlak bilir; dinimiz, dünyamız ve âhretimizle ilgili inanç, iş, ahlâk ve hâllerde ona uyar, el bağlar ve uyguladığının benzerini uygulamaya azmeder sonrasında ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLi vekil ediniriz. Muhammedî cemâat şuûrunda herkes parmak izi ve alın yazısındaki kaderi gereği olan yerde, zamanda ve hâldeki salât safındadır. Birbirimizin önünde, arkasında, sağında, solunda oluşumuzun asla önemi yoktur. Üstte ve altta oluş ise bu şuûra zâten aykırıdır. Muhammedî oluş şuûruyla hayat namazı olan kulluk imtihanına iştirak edenler de tıbkı câmide saftaki namaz kılan kişi gibi paşaymış- ermiş, zengimiş- fakirmiş, günahsızmışgünahkarmış, dini bilgisi çokmuşazmış vs ölçüleri geçersizdir. Çünkü İmam-ı Mutlak duyulmuş ve ona uyulmuştur. Kişisel her fikir, söz ve davranış bu kudsî salâtın dışına çıkarır. Elbette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)i duyuş ve sıla salâtına uyuş her nefse tercihi, cüzi iradesi, istidadı, kabiliyeti, gayreti, samimiyeti ve ciddiyeti ölçüsünde Muhammedî nur, şuûr, şeref, sürur, onur, mukaddeslik, mübareklik vs verecektir. Ve bu kişi bu özellik ve güzellikleri önce özünde, sonra aile, toplum, kâinât ve Rabbül -âlemin karşısında yaşayacak ve yaşatacaktır.
Hâşâ Muhammedîcilik diye bir şey yoktur. İslam dini inancında zâten küllî şey bu âlemde var olabilmesinde, var oluş rahmeti için Rahmetenlil-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in nuruna muhtaç ve ondan halk olmuştur. İlk nokta, masdar, menbağ ve anadır. Kısacası canlı-cansız her şeyin hakikatı (aslı) Muhammedîdir. İnsan sûretinde yaratılan ve aklı olan varlıklar için zâten Muhammedî olduğunu fark ediş, biliş, buluş ve yaşayış şuûru vardır. Biz asla yeni bir şey söylüyor da değiliz. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Kurân-ı Kerim, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sahih hadisler ve dolayısıyla sahabenin kitaba ve sünnete uygun söz ve davranışları. deyip noktayı koyuyor ve altını çiziyoruz. Bundan sonrasında herkes konuşsun ve ne istiyorsa yapsın. Biz de elbette hak, doğru, güzel ve iyi olanları baş tacı eder gayrısına karışmayız. Yüce dağlarda doğan ırmakların diyâr diyâr akışında köy, kasaba ve şehirler geçerken bilinçli-bilinçsiz kirlenmesi gibi tarikat ırmakları da kavram kargaşaları, kişiselleşme, aileselleşme, şirketleşme, dini değer yargılarını sollayıp geçme vs olmuştur, oluyor ve olacaktır da
hâşâ hepsi böyle demiyoruz. Ancak ve doğrusu, klişeleşmiş alışkanlıklar dışında doğrudan ve direkt olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)e sıla edip, duyup, uyup işimize bakmak hakkımız da bizim tercih ve özgür irademizdir. Saldırı ve savunmaya vaktimiz ve ihtiyacımız şükürler olsun yoktur. Sen görme, duyma, bilme, anlama ben senin adına görür, duyar, bilir ve sana anlatırım ilkel bencilliği kördüğümünü hiç değilse gelecek gençlerimiz adına kabullenemeyiz. Şimdiki ve gelecek gençlerimize yalıtkan, kısır, ilimsiz, edepsiz, yasakçı, korkutucu, ürkütücü, horlayıcı, dışlayıcı, nefret ettirici, üzücü ve bazen de düzmece olan iletişimsizlik iletimi yerine; insan oluş şeref ve haysiyetinden sonra Kurân-ı Kerim ve sünneti seniyye sahasında, Muhammedî nur ve şuûr ışığında iletken, üretken, öğretken, eğitken, ilimli, edepli, üzmeyen, üzülmeyen, seven, sevilen, sevdirici, olgun ve hayale değil de hakikate inanan; sözünde, işinde, ahlâkında, hâlinde ve hayatında güneşin ısı ve ışığı, bulutların rahmet damlası olamazsa olmazlığı, rüzgarın hafif serinliği ve gerekliliği ve toprağın bitmez bereketi ve analığı gibi olma öğretim ve eğitimi aslî, vicdanî ve mecburî görevlerimizdir.
Her gencimizin kendi özündeki tevhid tohumunun çimlenmesinde, yetişip meyveler vermesinde, kafa ve kalb mutluluğuna ulaşıp yaşamasında hasbî ve habibî hizmetçiler olmayız. Ve unutmamalıyız ki kendimizden bir şeyleri onlara asla veremeyiz, onların yerine su içemeyiz. Onlardaki, onlara ait gerçeklerin açığa çıkmasında, yerine gelmesinde, işlerine yaramasında, yaşamalarında ve yaşatmalarında hizmetçileri olabiliriz. Onlardakini açığa çıkarabiliriz. Bu yol ise zâten Rabbanî, Kurânî ve Muhammedî metodun yoludur. Halkına en büyük hizmeti karşılık söz konusu olmadan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), diğer Nebî Aleyhis-selâmlar, herkes ve her şey kadarınca ve kaderince yapmaktadır. Elbette gençlerimizin aklı, İlâhî öğretim ve Resûlî eğitime muhtaçtır. Onları peşin peşin yargılamadan kendi seviyemize çekmeden ve onların seviyesine çıkarak dinlemeliyiz, anlamalıyız, anlatmalıyız ve anlaşmalıyız ki yarınlarda onlarla biz ve inançlarımız birlikte yaşayabilelim inşallah
Sözde Şerîatçı gençinip geçlerini ve geleceklerini saltanat hırsıyla ve cehâlet taassubuyla mahveden, toplumlarını güyâ din adına susturup, sindirip, uyuşturup ve sonunda da kendi kurdukları ihânet tuzaklarına düşüp düşmanlarından merhamet dileyen ve islâm devleti olduğunu söyleyenlerin hâllerini içimiz kan ağlayarak izlemekteyiz!.. Ateş düşen yerlerdeki mâsum müslümanların çırpınışları, biçâre bebeklerin bitmeyen hıçkırıkları, anlatılmaz acılar içinde anaların haykırışları ve zülûm üstüne zülûmler!.. Susan sultanlar, krallar, emirler vs.ler!..
Sözün özü şu ki hürriyet, adalet ve merhametin yok edildiği müslüman toplumlarda bu yürekler acısı durumlara düşüşün gerçek sebebi tek olup; Rabbânî, Kurânî ve Muhammedî Şuûrdan ayrılıştır
Her kafadan bir ses çıkarken sinsi hâinlerce paylaşılmaya çalışılan genç neslimize karşı en önemli ve hayatî görevimiz; hiç birini ayırmadan-gayırmadan hep birlikte yeniden kendimizde kendimizi bulmada, Rabbımızı bilmede ve Bizlik ve Birlikte bile olmada, hakka inanıp hayrı işlemede ve insanca yaşamada fikir ve düşüncelerimizi paylaşımın öğretim ve eğitimini vermektir
Bu çile çağrısına emek verip alın teri dökeceklerin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL yardımcısı, Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) yâri ve kıyamete kadar gelecek nesillerimiz de duacıları ve rahmet ırmakları olsun İnşâallah! Âmin!..
_________________ 
|