Sitemiz de buna uymakta çok şükürler olsun.
Kul İhvani, Nur-ye, Halim, Gariban ve Hakan kardeşlerimiz geçen yaz yaşamışlardı güzelliklerini..
İfrat ve tefriti reddeden İslam Dininde i'tidal üzere Veliyullah Hacı Bektaşî Veli (ks) mizin Himmetini diler Ruhuna Fatiha okuruz..
Hacı Bektaş- ı Velî (ks) HAYATI :
Halka malolmuş pek çok Hakk Dostunda olduğu gibi Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin de hayatı Anadolumuzun gönülden gönüle akan ve ulaşan hep diri kalmış hayat öykülerindendir. Hayat hikayesine kaynak olan Velâyetnâme-yi Hacı Bektaş-ı Velî nin yazmaları kütüphânelerimizde pek çok ve çeşittedir. Manzum (Ölçülü, mizanlı, tertibli. Vezni ve kafiyesi olan söz.) ve nesir (Manzum olmayan söz veya yazı.) şeklinde olanları, Farsça ve Osmanlıca dillerinde olanları olup Türkçe ve Almanca olarak yayınlanmıştır.
Velâyetnâme-yi Hacım Sultan, Velâyetnâme-yi Abdal Musa, Velâyetnâme-yi Seyyid Ali Sultanda da anlatılan menkibevî hayatı benzerdir. Ortak ve doğru olan babası, Emevî zulmünden Horasana hicret eden, daha doğrusu sığınan Ehl-i Beyt İmam silsilesinden 6.ıncı İmam Musa Kazım (ra) neslinden Seyyid Muhammed b. Musa Sanidir. M. S.1343 yılında ölen Vâsıtî Tiryâkul- Muhibbin isimli eserinde açıkça Ehl-i Beytten olduğunu bildirir.
Hacı Bektaş, Hacı Bekdaş, Hacı Bekteş şeklinde halk dilinde yer alan bektaş kelimesi; akran, arkadaş, eş, benzer anlamındadır.
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin lâkabı olan Hünkâr ise saltanat sahibi olan Sultan, padişah anlamındadır.
Kendisini Mânâ Âleminde ve Ledûn İlminde yetiştiren Zât-ı Mübârek Lokman-ı Perende Hazretleridir. Türkistanın ulu mutasavvufu Hikmetler İkliminin eşsiz Hatibi Ahmed-i Yesevî (ks) mânevî bir işaret üzerine Halkı, HAKK (cc)ya uyarmak ve Muhammedî nuru ve şuûru neşretmek göreviyle Ana Yurttan Anadolumuza göndermiştir. Anadolunun yüreği gibi olan Kırşehir civarındaki Suluca Kara Höyükte mekân tutmuştur. İlâhi İlim, Muhammedî edeb ve Ehl-i Beytî bir tevekkül ve ihlâsla sayısız insan yetiştirmiş, rüşde ermesine hasbî hizmetler etmiş ve çeşitli yerlere görevli göndermiştir.
Yaşadığı devrin ALLAH Dostlarıyla, görüşmüş ve gönül bağları kurmuştur. Bilinenlerden bazıları; Hacım Sultan, Niğde Borda türbesi olan Sarı Saltuk, Aksaray Taptık Köyünde yatmakta olan Taptık Baba, Ulu Âşık Yunus Emre, Karaca Ahmed, Akça Koca, Seyyid Mahmud Hayranî sayılabilir.
Yaşadığı devir bilinmekle beraber kesin tarih ihtilaflıdır. M.S. 1248 de doğduğu, 1281 de Anadoluya geldiği ve 1338de de HAKKa yürüdüğü çeşitli eserlerde bildirilmiştir. Kırşehirli Âşık Paşa da 1502 de yazmaya başladığı Âşıkpaşazâdesinde Osmanlı dönemine yetişmediğini bildirmiştir. Bizce önemli olan Anadolunun en karışık döneminde orada olduğu ve irşadda Velî oluşudur.
Hacca giden Hocası Lokman-ı Perende Hazretlerinin Arefe günü canı pişi isteyince kalb telefonuyla haberdâr olan Hacı Bektaş- ı Velî Hazretleri, Hocasının evinden aldığı sıcacık pişileri Arafat Dağına ulaştırdığından Hacı denildiği bildirilmektedir. Zâten kendiside çoğu Erenlerde olduğu gibi Kerbelâ, Necef üstünden Mekke, Medineye vardığı, haccettiği, 3 yıl o Kudsal Mekânda naz-niyaz yaşadığı sonra Kudus, Şam, Haleb, Elbistan yoluyla döndüğü rivayeti vardır. Hacla ilğili bilgileri Makâlâtında çok açık ifâde eder.
Ben doğrusu, herkesin her yerde bulabileceği bilgileri aktarmaktan ziyade Münir Derman Hocamında açıkça buyurduğu gibi Anadoluda ardı ardına kaynayan velâyetin üç kerem Kaynağı Hacı Bektaş- ı Velî, Hacı Bayram- ı Velî, Hacı Şaban- ı Velî Hazretlerinin diri dinlerindeki İlim-İrade-İdrak ve İştirak neşesiyle yaşayıp da yaşattıkları Öz Görüşün özetini: Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvet olarak anlamaktayım. Hiçbir davada bulunmaksızın sadece Livechillah ihlâsla, Ezelî Nurullahı, Nur-u Muhammedi, Nur-u Ehl-i Beyti; Kurânî ve Rabbâni hükümler içinde bizlere ulaştıran bu Yüce Erenleri, Can Ceryanlarımızın yıkılmaz direklerini ve kısacası ALLAH Dostlarının ledünnî sözlerini Muhammedî bir mâhiyet, mezheb, meşreb ve mâliyet ışığında gönlümden geldiğince, geçmişle bağları kesilen gençlerimizin anlayabileceği bir ifâde düzeyinde arza çalışacağım.
Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvet...
Yine Kırşehiri şereflendirmekte olan Ahi Evren Baba ile çiçek açan Ahilik Uhuvveti.. Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk
Hacı Bektaş- ı Velî hazretlerinin ataları gibi, ataları Orta Asyada Nişabura sığınan Kitabül-Fütüvve ve Risaletül- melâmetiyye yi yazan Seyyid Abdurrahman Sülemi hazretleriyle kök salan Fütüvvet Dostlara afv ve safh ile muamele. Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankârlık. Kerem ve seha. Soy temizliği
Halk içinde HAKKla gizli kalışla Kemâlât yolu olan Halvet Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. Gizlilik
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem) günlerinden beri var olagelen tüm iyiliklerin mutlaka gizlendiği ve tüm kötülüklerin asla halka karşı gizlenmeden yaşandığı için bilir-bilmezlerce kınanan Melâmet.. Kınanmışlık Olmuş için tevbede, Olana rızada, Olacağa duada; İman-Amel-Ahlâk ve Hâl olarak Halk için de Hakkın Hükmünü açıkça yaşayış olan Celvet
Davul sesinin Dost sesini bastırdığı, cemâatçılık ve tarikatçılığın çığırdan çıkıp cirit attığı, tefrid (Minumum) ve ifraddan (maksimum) başka bir de İtidal (optimum) yolu olan Sırat-ı Müstakimin olduğunun unutulmaya başlandığı günümüzde köşe taşlarımız olan Ulu Erenlerimizi, şucu ya da buculara bırakamayız!
Geçmişin ve bu günün siyasi ceryanlarının isimlendirdiği ve bazılarının da haklı haksız sahiblenip kimselere bırakmadığı inanç sistemimizi Kurânı Kerim ve sahih hadislerle; tarafsız, ancak HAKKa taraf bir vicdanla gönül gözümüzden geçirmeliyiz.
Katı, kasıtlı, kalıplı, neticede nefrete dayalı iç güdüleri dürtükleyerek ne Sünnî ne de Şiî olunur.
Kaldı ki illâ birinden olmak gerekirse; Ehl-i Beytî Muhammedî - Kurânî Rabbânî bir İnsan olarak;
İmanda, Şeriatı Amelde, Tarikatı Ahlâkta, Mârifeti ve Hakikatta, Hâli yaşayarak şerefli şehâdet ehli oluruz.
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretleri de çırak-usta ilişkisi ve diriden diriye nur nakli ilim ve edebi içinde tâlim ve terbiyesini; öğretim ve eğitimde devam ettirmiştir.
Makâlâtını zevk ederken göreceğiz ki Ulu Hünkâr Hacı Bektaş- ı Velî (ks) Hazretleri de, Uhuvvet ve Fütüvvetle Halvet, Melâmetle Celvette Celâl-Cemâl Cemini esas almış yaşamış ve yaşatmıştır.
Zâten yaşanıp-yaşatılmayan, yalan olandır ki o ise günümüzdeki; Laf Ebelerinin, Tasavvuf Simsarlarının ve ne acı ki Tevhid Tüccarlarının işidir
Gübreden-Gülden habersiz naylon gülcüler istemese de biz İnşâalah HAKKa inanıp Hayrı işlemek adına Anadolunun Yüce dağları gibi Halkın içinde HAKKın adına dimdik duran, ömürleri boyunca sahte Sultanların sofrasına oturmamış Üç Velîlerimiz, Yunus Emremiz, Somuncu Babamız, Ümmî Sinan Hazetleri. Ve daha nicelerini anlamaya ve anlatmaya hasbî hizmetçi olacağız. Bize Dinimizi getiren ve Rahmetenlilâlemin olan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem) adına hesabına ve şerefine bu işi yapacağız. Kendi adına sahib çıkışı ve kullanışı açıkça doğru bulmayacağız
Sûreti (Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.) sınıflanmalardan, Sîreti (Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.) Ceme kemâlâtla ulaşım yoluna geçiş günümüz insanının ana sorunudur.
Geçmiş zaman içinde Sünni ve Şiî görüşü siyasete âlet eden devletlerin iki tarafta da olan masum halka neler ettiği, gün gelip göğe çıkarırken gün gelip çoluk-çocuk kılıçtan geçirdiği, Eskiçeri-Yeniçeri oyunlarının vs. nin, Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin inanç ve yaşayışı ile alâkasının olmadığını göreceğiz
HAKKın Kullarına: Kulum! diye ferman eden Padişahlarla, biri birini öldürten bilmem kaç tanesine taç giydirmekle övünen tarikatçı sistemiyle de
Bizim köyde Süleyman Emminin hanımı ölmüş iki çocuk kalmış, Halime Halanın da kocası ölmüş iki çocuk kalmış, konu-komşu araya girip evlendirmişler. Derken iki çocuk da ikisinden olmuş. Bir gün diğer odada kavga-kıyamet kopmuş Süleyman Emmi : Hanım bak ne oluyor! demiş. Biraz sonra elleri belinde gelen Halime Hala : Herif! Herif! Seninkilerle benimkiler birleşmiş Bizimkilere veriyorlar dayağı!.. demiş
Ehl-i Beyt, imanı olan hepimizindir
ALLAHU ZÜL- CELÂLin Sırat-ı Müstakimi ve Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)in Fırka-yı Nâciye yolu ne Sünnîdir ne de Şiîdir.
Hem on iki İmama ikrârun
Bunların zıddına inkârun olsun.
Muhib ol Dostına, zıddına düşman
Dilersen kim ola imanın ruşan
Aynı zamanda on iki İmama ikrârın, bunların zıddına inkârın olsun. Ehl-i Beytin Dostunu seven ol, düşmanına düşman ol ki eğer imanım açıkça belli olsun istersen
Bu beyitler Emniyet Umum Müdürlüğü kütübhânesinde bulunan Makâlâtın manzum bir mukaddemesinden alınmıştır.
İkrâr : Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.
İnkâr : Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy)
Tevellâ : (Tevelli) Birisini dost edinme. Bir işi üzerine alma. Dönme, yönelme, i'raz etme. Ehl-i Beyt'e tam sevgi. Akrabalık. Karabet. Yakınlık beslemek.
Teberrâ : Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme.
On iki İmama ikrâr, tevellâ ve teberrâ meselesi
On iki İmam dediğimiz öpöz Ehl-i Beyt olup bizzât Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)in torunlarıdır. Ehl-i Beyte sevgi beslemek hem Kurân-ı Kerîmde ALLAHU ZÜL- CELÂLin emri hem de açık-seçik ifâdelerle Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)in istek ve emridir. Unutmamalıyız ki İslam Dininde ikrâr HAKKa inanıp Hayr olanı işlemek şartıdır. İnkâr ise Bâtıla inanmayıp şerri işlememek şartıdır.
Aklı olan Nakli bilen ve vicdan sahibi olan bir kişi herhangi bir nedenle bu sınırların dışına çıkarsa İslam Dininden kendisi fiilen çıkmıştır.
Emevi, Abbasi ve daha sonrakilerin Ehl-i Beyt katliamlarını bâtıl ve şerr olarak görmemek İslam Dinine inanan için mümkün mü?
Ancak, o gündür bu gündür istismar edilen Ehl-i Beyt Aleyhumüsselâm Hazretleri ile bu gün bazı kendini bilmez, İman-Amel-Ahlâk ve Hâlleri karışık ve İslam Dinine uymayan sözde Şiî kişilerin oluşu
Yine Ehl-i Beyt kâtillerini sahabe oğlu olduğu için reddetmeyen, Ehl-i Beyti sevmekte Şiîlere benzeriz gibi nedenlerle gevşek davranan komik düşünce sahibi Sünnîlerin oluşu..
İkisi Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)in Kayın pederi, İkisi de damadı olan dört halife hakkında çağlardır süren kısır polemik
Kısacası biz İslam Dinini inanç ve inancı yaşayış bazında ne yapmalıyız? Gençlerimiz, Sevgi-Nefret Kavşağında ne yapsınlar?..
Geçmişin acıları içimizde olmakla beraber Ehl-i Beyti bu gün de gereği gibi sevmekte Muhammedî bir muhabbet ve merhametle, gönül gözüyle Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin Makâlâtını okuyalım ve anlamaya çalışalım İnşâallah
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin; Kitabül-fevâid, Fatiha Sûresi Tefsiri, Nasihat ve Vasiyetleri gibi eserleri olduğu da bildirilmektedir.
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin en meşhur eseri şüphesiz Makâlâtıdır. Manzum ve mensur yazmaları vardır. Makalelerin toplanmasıdır. Beklide sohbetlerinin kaleme alınışıdır. Bölümlere ayrılmıştır.
Arapça olan nüshaları iki adet olarak tesbit edilebilmiştir. Birisini, Makâlâtın ilim âlemine kazanılmasında çok değerli hizmeti olan ve orjinalinin de kendisinde olduğunu bildiren Prof. Dr. Esad Coşan tercüme etmiştir. Kendisine rahmetler dileriz. Diğeri Süleymaniye, Denizli 393/4 de kayıtlı nüshasıdır.
Türkçe mensur tercümeleri çoktur. Meşhurları:
1- Manisa Nüshası: Manisa Kütübhânesi 5336 numarada kayıtlı nüsha.
2- Ankara Nüshası: Ankara İl Halk Kütübhânesi Eski Eserler Bölümü 355 numarada kayıtlı nüsha.
3- Lâleli Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi 1500 numarada kayıtlı nüsha.
4- hacı Mahmut Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi Hacı Mahmut Efendi 2856 numarada kayıtlı nüsha.
5- Uşşâki Nüshası: İstanbul Süleymaniye Kütübhânesi Uşşaki16 numarada kayıtlı nüsha. Ve diğerleri
Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin Makâlâtı gibi halka mal olmuş asırlarca elden ele, dilden dile ve gönülden gönüle aka gelen anonim eserlerin orjinali şudur demek mümkün olmamıştır.
Çeşitli nüshaların sentez ve analizinden doğan eserler de bu hususta bir fikir vermektedir ki aranan da budur. Elde mevcut yazmaların bize ulaşan ve Lâtince harflerle yazım zorluğuna rağmen Hacı Bektaş- ı Velî Hazretlerinin o günün diliyle buyruğundan bu gün ne anladığımızı, hiçbir iddiada ulunmaksızın sadece ortaya çıksın ve genç neslimiz fikren tanısın dileğiyle arz ediyorum. Hazreti Hünkarın bu az hizmetime karşılık olmadan geniş keremiyle hepimize himmet etmesini dilerim.
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)e, Ehl-i Beytine ve Sahabesine salât ü selâm olsun!.
Elhamdülillahi Rabülâlemîn
Ehl-i Beyte sevgi beslemek Kurân-ı Kerîmde ALLAHU ZÜL- CELÂLin emri:
Zalikellezi yübbeşşirullahü ibadehullezine amenu ve amilus salihat kul la es'elüküm aleyhi ecran illel mevededdete fil kurba ve mey yakterif haseneten nezid lehu fiha husna innellahe ğafurun şekur : İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir. ( Şûrâ 42/23)
Ey binitli kişi! Minâdaki o taşlıklı yerde dur ve taşlı yerin sakinleriyle, kalkıp gidenlere kulak ver!.. Seher vaktinde, tıpkı taşan Fırat Irmağının ahengi ile, hacılar Minâya doğru dolup taştığında, bil ki eğer MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem)in ailesini sevmek bir rafizîlik (taşkınlık ve sapıklık) ise, ins ve cin âlemi şâhid olsun ki (o hâlde ben) bir rafizîyîm!..
Birçok hadis-i şerîf içinden bir Ehl-i Beyt (aleyhumus-selâm) güldestesi:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Nimetleriyle sizi beslediği (gıdalandırdığı) için ALLAHı sevin. Beni de ALLAH sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin. buyurmuştur. (İbni Abbas (ra) dan; Tirmizî, Menâkib 3792;Taberanî, Kebir;İbn Hibban)
İlâhî, fıtrî, kevnî ve Muhammedî sevgi zinciri!..
İlâhî : Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik
Fıtrî : Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.
Kevnî : Oluşa ait ve müteallik. Kâinat ilmine dair. Varlıkla alâkalı.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber günü: Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki o, ALLAHı ve Resûlünü sever, ALLAH ve Resûlü de onu sever. buyurunca Râvi devâmla der ki: Bu söz üzerine (kendilerini seçsin diye sahabe) boyunlarını uzattılar. Ama, Resûlullah (sav): Bana Alîyi çağırın! buyurdular. Alî (kv) getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. ALLAH Tealâ Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı. Râvi devâmla (Âl-i İmrân 3/61) âyeti indiği zaman Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım... buyurup hemen Alîyi, Fatımayı, Hasan ve Hüseyini çağırdı ve ALLAHım bunlar benim ailemdir (ehlimdir). buyurmuştur. (Müslim, Fezâilül-Ashâb 32 (2404); Tirmizî, Menâkib (3726))
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)e: Sana bu ilim geldikten sonra kim seninle bu hususta mücâdele edecek olursa de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyet edelim ki ALLAHın lâneti yalancılar üzerine olsun! (Âl-i İmrân 3/61) âyet-i celilesi indiğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Alî (keremullahi veche)yi, Fatıma (aleyhas-selâm)ı, Hasan (aleyhis-selâm) ve Hüseyin (aleyhis-selâm)ı çağırdı ve: ALLAHım bunlar da benim ehlim (ailem) buyurmuştur. (Sâd İbn Ebi Vakkas (ra) dan; Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân 30021)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): İnnî târikûn fikümüs sâkaleyni kitaballahi ve ıtretî: Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım biri ALLAHın kitabı biri de ıtretim (Zürriyetim, Ehl-i Beytim) buyurmuştur. (Müslim Fezailüs- sahabe 36,37; Darimî, Fezâilül-Kurân 1; İ. Ahmed, III/14,17-4/367, 371; Şeybe; Hatîb)
Zeyd ibn-ü-Erkâm (radiyallahu anhu)dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Ben size, temessük edip (tutunup) sıkı sarıldığınız takdirde dalâlete (sapıklığa) düşmekten korunacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Kitabullah. Bu, semâdan arza uzanan ALLAHın ipidir. Diğeri Ehl-i Beytim olan yakınlarımdır. Bu iki şey, Kevser Havzının başında buluncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaktır. Bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın. (Kütüb-i Sitte, Muhtasar C.12/499)
Ve daha niceleri..
Ne var ki dünyanın da bir kaderi var
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Bedeel-İslâmü gariben. Ve seyeudü kemâ bedee gariben fe tubâ lil-gurâbâ: İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere! buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Îmân 232 (145); Tirmizî, Îmân 13; İbn Mâce, Fiten 15; Darimî, Rikak 42; İ.Ahmed I/184)