AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Muhammed Sıddık Hekim (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim ÂHİR ZAMAN FİTNELERİ

MUHAMMED SIDDIK HEKİM
(kaddasallâhu sırruhu)


1. BÖLÜM

a) Âhirzamanda fitne i’tikada yöneliktir.
b) İmanın âbideleri
c) Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem muhabbet etmek ve tabi’ olmak
d) Namazın tadili ile kılınması
e) Nefsin azgınlığı
f) Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem salavatın kıymet ve değeri
g) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem risâleti umumidir
h) Tevhid’in kıymet ve değeri
i) Yahudi ve Nasara’nın şirki

2. BÖLÜM

a) Her gelen gün geçenden şerlidir
b) Şeyh Said isyanı
c) Örfi ve âdetle ilgili bi’datlar
d) Başörtüsü sorunu
e) Fitne çıkarmanın bedeli
f) Büyük ve küçük günahlar
g) Küçük günahlara keffâre...
h) Said fitneden kaçandır
ı) İmam-Hatib sorunu

3. BÖLÜM

a) Kadın mesleği; İmam-Hatip ve Kız Enstitüsü
b) Hafızlık ve kadınlar
c) Hanımların dinlerini öğrenme imkanları çoktur
d) Kadınlarda örtünme
e) Zelzelenin gerçek sebepleri nelerdir?
f) Zelzeleye sebep, kadere karşı olmaktır
h) Sapık Kaderiyye ve Merciyye Fırkaları
ı) Ümmetin Mecusileri – Hayr ve Şerrin halkı
i) Mû’tezile Fırkası

4. BÖLÜM

a) İstanbul’un Fethi Hadisi
b) Mû’tezile Fırkası ve mu’cizeyi inkarı
c) Kerâmet ve “Veli, Nebinin mirasçısıdır”
d) Haricîler – Vehhabîler ve günah-ı Kebâir
e) Evliyayı inkar ve sahte şeyhler
f) “Lâ havle ve lâ kuvvete”nin önemi

5. BÖLÜM

a) İlim nedir? Âlim kimdir?
b) İlmin farziyeti
c) Âlimin kıymet ve değeri
d) İlimsiz fitneyle savaşılmaz
e) İlmü’l bâtın
f) Âlimler ve devlet kapısı
g) İlmiyle âmelin önemi
h) İlmin gereği

6. BÖLÜM

a) Kur’ân-ı hafife alma, tâhrif ve ayetlerini inkar
b) “Fâtiha’yı ikiye böldüm” Hadis-i kudsisi
c) Fâtihasız namaz ve Kur’ân’a hürmetsizlik
d) ALLAH ve Rasûlu’ne itaat şarttır
e) Hadislere değer vermeyip reddine kalkanlar
f) Türkiye, Dâr’ül Harb ülkesi değildir

7. BÖLÜM

a) Kur’ân hafızları ve Kur’ân Kursları
b) Kur’ân, dilenci âleti değildir
c) Dünya sevgisi felakettir
d) Zelzele ve neticesi
e) Zelzelede mü’min ve kâfir
f) Merhâmetli olmak
g) Ehl-i kıble tekfir olunamaz
h) Nasılsanız, öyle idâre edilirsiniz
ı) Halk ve melikleri
i) Zülûm haramdır

8. BÖLÜM

a) Cennet’e girecek fırkalar
b) “Herc-u – Merc” hadisi
c) Rasûlullah’ın risâletini tasdik şartı
d) “Âhir zamanda fitne” hadisi
e) Gerçek âlim
f) Mü’minin katli
g) Yurd dışında yaşayıp, yurdumuza saldıranlar
h) Mısır’daki talebelerin
ı) Suudi’lerin dine ve bize bakışları
i) Haricîyye – Mutezile inancı
j) Türkiye, ehl-i sünnet ve’l cemaattır

9. BÖLÜM

a) Yahudi ve Hristiyanların küfrü
b) Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini tanımak şart
c) Risâletinin umumî ve cinlere de oluşu
d) Rasûlullah’ın sünnetinin önemi
e) Bir profesörün Kur’ân’ı tâhirfe kalkışması
f) Bir profesörün Fâtiha’sız namazı

10. BÖLÜM

a) Hidayet ALLAH’dandır
b) Rasûllah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem kıymet ve değeri
c) Melek – şeytan – cin – insan sayısı
d) Rasûllah’a sallallâhu aleyhi ve sellem bağlanmak ve sevmek
e) Âhir zamanda cehâlet ve mâişet şarhoşluğu
f) Sahabe devresindeki ihtilaflar
g) Âhir zamanda fitne ve Kitab ile sünnet
h) Hadisleri reddeden fırkalar
ı) Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem tabi’ olmak

11. BÖLÜM

a) Celâleddin-i Suyutî’nin hutbesi
b) Hadisin önemi ve tabi’ olmak şarttır
c) Kur’ân’ı kendi rey’ine göre tefsir
d) Âhir zamanda ilmi olan izhâr etsin
e) Râfizî’lerin tarihçesi
f) Seyyidlik – Şeriflik

12. BÖLÜM

a) Âhir zamanda fitneler
b) Âhir zaman fitnesi kalbe işler
c) Âhir zamanda gizli fitneler
d) Âhir zamanda ölen ve öldüren sebebini bilmez
e) Âhir zamanda Kur’ân okuyucuları
f) Âhir zamanda katl, gasb ve fuhş fitnesi
g) Âhir zamanda kalbi şeytanlaşanlar
h) Âhir zamanda Hizbullah – Hizbu’ş-şeytan

13. BÖLÜM

a) Her gelen gün daha şerli gelir
b) Vehhabîlik
c) Vehhabî’lerin Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem kabrini ziyâreti reddi
d) Vehhabî’lerin salavatı reddi
e) Âdem (as) ALLAH ile kul arasında aracıdır
f) Salavatın kıymet ve değeri
g) Vehhabî’lerin zülûmları
h) Haricî – Vehhabî i’tikad birliği
ı) Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem şefaatı

14. BÖLÜM

a) Vehhabî Mezhebi
b) Âlemler (Halk-emr)
c) Kab ve Ruh
d) Kabirde Ruh
e) Haricî – Vehhabî i’tikad birliği
g) Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem âlemlere rahmettir
h) Vehhabîlerin Rasûlullah’a sallallâhu aleyhi ve sellem saygısızlığı
ı) Vehhabîlerin istiğaseyi reddi
I) Mülk ALLAH’ındır

15. BÖLÜM

a) Haricîler – Vehhabîler
b) Türkiyede Vehhabîlik te’siri
c) Sünnet düşmanlığı
d) Bi’dat çıkaranlar
e) Üç nesne sünnetimdir
f) Kıble ehli tekfir-tel’in edilmez
g) Ashabım yıldızlar gibidir
h) Âhir zamanda ilmi olanlar izah etsin
ı) Mü’minin kıymet ve değeri
i) Şehâdet getiren katl olmaz
j) Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini tanımak şarttır

16. BÖLÜM

a) Vehhabî mezhebinin sapıklığı
b) Rasûlullah’ı sallallâhu aleyhi ve sellem sevme mecburiyeti
c) Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem kabrini ziyâret ve önemi

17. BÖLÜM

a) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kabrini ziyâret’in isbatı
b) Hidayet ALLAH’dandır
c) Mu’min o kimse ki
d) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kabrini ashabın ziyareti ve kabir hali
e) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kabrini meleklerin ziyaret etmesi
f) Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem istigase etmek haktır
g) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şefaatı

18. BÖLÜM

a) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem âhir zaman fitnelerini bildirmesi
b) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şefaat Haktır
c) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem “Şefaat-ı uzma”sı
d) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem “Makam-ı Mahmud”u
e) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem risâletini tanımak şarttır
f) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Liva’ul Hamd Sancağı
g) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem âhirette şefaatı
h) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Âdemoğlunun seyyididr
ı) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rasüllerin başkumandanıdır
i) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Habibullahdır
j) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şefaat yetkisi
k) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem gayretkeşliği
l) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem âhirette çeşitli şefaatları
m) Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem pâk ve temiz sülbü
n) Fırka-i Nâciye’ye sarılmak…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Bir GÜL ki...

Aziz Hocam MuhaMMed SıDDık kaddesallahu sırrahu 1948 yılında gelmişti Antalya’ya..
İlk sohbetlerini Balibey Camisi Çınaraltında çay paraları kendisinden yaptığını anlatırdı..
Sohbetleri yıllarca Hakk’a yürümesinden 3 yıl öncesine kadar sürdü..
1971 yılında Antaya’dan evlendim ve Rahmetli Kayınpederim Adanalı lakablı Mustafa Akkaşoğlu’nun da Mürşidi-Hocası olduğundan Hocamla tanıştım.
Yaz aylarında çocuklarla Antaya’ ya tatile geldikçe görüşürdük.
Bir dafasında ramazana denk geldi ve SıDDık Hocam, Serçe Hafızın evinde hatimle teravih kıldırmaktaydı ben de katılmıştım..
1980 yılında Antaya’ya tayin oldum..
Ve uzun yıllar gece-gündüz içli-dışlı bir ilim-irfan BİZ BİR-İZliğmiz yaşanmıştır çok şükür.

BalBey Câmisine yakın bir yerde en üst katta kapısında mavi küçük levhada: “BUYURUNUZ!” yazan bir sohbet ODAmız vardı ki halen de vardır.

Hocamın arkasında Arapça levhada şu âyet vardı:

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Resim---İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ: Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik.”
(Fetih 48/1)

Her isteyen kimse sohbete katılabilirdi.
En nefis çay orada hazırlanır ve bardağını göndermedikçe Yaşarlarca doldurulur dururdu..
Sohbet sonunda her gün Kokucu Hasan FULL kokusu sürerdi ellere..

Bir gün Hocama: “Sohbetlerini teyb kasetlerine almak istiyorum kaybolmasın!” dedim.
“Çok iyi olur al Abdullatif!” dedi.
Ve ben her gün ufacık teybimle sesleri aldım yıllarca..
Haftada bir gece belli kişilerle yapılan sohbetleri de kayda almıştım..
Yüzlerce kaset dökümünü beklemekte gelecek gençlerden..
Derken Odaya kamera sistemi kuruldu ve her sohbet kayda alındı..

Yine bir gün Zekeriyya Toprak kardeşimle birlikter üçümüz Hocamın evine giderken:
“Hocam siz gidince eserleriniz kalsın istiyorum. Siz her gün bir kaset doldurun ben de onu dinler yazarım eser çıkar ortaya dedim..”
Hocam çok tatlı güldü: “Olur mu Abdullatif?” dedi.
Ben de: “İnşallah Hocam 8 Eser olacak!” Dedim..
Birkaç gün sonra sohbet başlamadan Hocam cebinden bir Teyb Kaseti çıkardı bana verdi: “Fırka-yı Nâciyenin Hükümleri 1” yazmaktaydı..

Âhir zaman Fitneleri yazılırken ise Hocamın her yaz gittiği Bey Dağlarının Kumluca tarafındaki Gödene-Altınyaka Yaylası zamanı geldi.
Hocam’a: “Hocam bende oradan bir ev tutsam bu yaz birlikte olsak da "Âhirzaman Fitneleri"ni bitirsek dedim!”
Hocam külfeti hiç sevmezdi. Ben de: "Külfet değil hizmet olur inşallah sorun yok!!” dedim.
Bir yazlık ev kiraladım, birlikte Gödeneye gittik.
Şimdi okuyacağınız bu eserin her bölümü bir kaset halinde Gödene'de geceleri Hocam sesiyle yükler bana verirdi kaseti, ben de yazıya dökerdim gece-gündüz..
Elbette bilgisayar vs. yoktu tam “el emeği göz nuru” idi..
Yazılma işi bittiğinde Hocam evinde bana en büyük boyutta bir Arabistan basımı Kur'ân-ı Kerim hediye etti ki her nere gidersem benimle BİRlikte dolaşıp durmaktadır hamdolsun!.

Aslen öğretmen olan ticaretle uğraşan Fatih Bey eserleri 4 cilt olarak Isparta'da bastırdı ve insanların hizmetine sunuldu..

Sevgili Hocamla birlikte 2 defa Antalya-Aksaray ve Gödene-Aksaray seyahatımız ve sırr sohbetlerimiz oldu.. Siirt'e götürüp şeyhü'l Hazin Kaddesallahu sırrahunun Cinler Vâdisini gezdirmeye sözü vardı ama bu imkan doğmadı hiç..

Çok severdim-sayardım ve de SEVilirdim Hamdolsun..
Yaşadığım sürece ben ve Neslim “Efendi Baba” mızın hizmetinde Livechillah olduk ve olacağız inşallah…

Aziz Hocam Ruhun Şâd olsun! Rahmetler yağsın ve HiMMetin var olsun inşae ALLAH


MuhaMMedi MuhaBBetlerimle..

Resim

ZEVK 1667

SU’K-i Sohbet Resim Sırr-ı SIFIR Resim İlmullahın Miftahı BİL!
Sırr-ı Hafî Sahrasında SIRR’ı Resim Haşyetullah BİLip EĞİL!
ÜNS ü HEYBET Resim Sırr-ı Ahfâ Âşık Resim AŞK ARŞI Resim Muhabbetullah
Sırr-ı AKDES Resim Âmâ İŞİ SÖZe sığmaz Resim Rızaullah bir HÂL DEĞİL!..


13.07.2000 13:35
gödene-altınkaya


HUU DOST!..

Dost ki, Sâdık-Hâmim-Hemhâl OLmalı
Keremi mükemmel KEMÂL Olmalı
Can Evinde CENNET CEMÂL Olmalı
Resim Çile çarmıhında CANın BAHAsı…

*

Halka KUL olur mu HAKK’ın ÖZgürü
Boynu bükük gezse AŞKtan ötürü
Sevdâ Sahrasında Resim SIFIR Sansürü
VARlıpn TERK etmek!.. Var mı DAHAsı…

*

Ahmaklar EŞYA’yı gerçek sanırlar
Âşıklar bakarlar HAKK’a inanırlar
“Lehü’l-Mülkü Lehü’l- Hamd” i tanırlar
SULTÂNı, SUBHÂN ki Resim SIFIR SAHASI…

*

Mîm CAN’ın Kalbinde buldum kendimi
Kemâlâtın KÂF’ı Resim Cemâlât CÎM’i
Yedi kerre Hâ-Mîm Resim Elif-Lâm- Mîm’i
“TÛR-i Sînin’deki TEVHİD Tâ-Hâ’sı…

*

Soruyor Resim SIDDIKîn SIRRın Resim KİMisi
Mîm-i Muhammed’de CAN’ın CEM’isi
“Fırka-yı NÂCİYYE” Resim NUH’un GEMİSİ
Âhir ZamAN ÇÖLÜ Resim SIDDIK VâHâsı…


15.06.2000 23:00
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

ResimEs-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ummetihi...''

Dâimen ebeden İn şâe ALLAH.
Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Ve'l-hamdu li'llâhi RABBi'l-âlemîn.


Resim


Aziz Kardeşlerimiz;

Bugün en muhim olan ve hakkında malûmat verilmesi gereken esas mesele i’tikada tealluk eden meseledir.
Bugün için imanın esaslarını, muhteviyatını hatırlatmak ve anlatmanın çok zarurî olduğu hepimizce ma’lumdur.
Zirâ, pek çok muhtelif i’tikadlar muhtelif dalaletler, küfre dâvetler ve benzeri haller âleni olarak ortalıkta dolaşmaktadır.
Allahü Zülcelâl bizleri bu gibi imana i’tikada ve inanca zarar verecek şerlerden korusun!. Âmin!..

Fitneler ma’lum ve hepimiz biliyoruz artık. Fitne devri bir acayibliktir.
Aleyhisselâtü vesselâm fitneler hakkında ma’lümat vermiştir.
“Yahudiler 71 fırkaya, Hristiyanlar 72 fırkaya ayrılmışlardır. Benim ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi FIRKA-İ NÂCİYE olup kurtuluş bulanlar bunlardır.”
Geri kalan 72 fırkanın ise mutlaka bir kaymaları vardır.
Tabi ki hepsi de aynı seviyede olmayıp dalalete (sapıklığa) eletenleri olduğu gibi drekt olarak küfre eletenleri de olur. Bazıları âdeta Deccal durumundadırlar.
Çünkü başlangıcında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın buyurduğu:
Kıyametin yaklaştığı, âlâmetlerin ortaya çıktığı devrede bahusus Muhammedü’l Mehdi’nin (aleyhisselâm) geleceği devrede 30-40 öncül Decacilenin geleceğini bildirmiştir.
“Daccalün” diye tâbir etmiştir ki, Deccaller demektir.
Deccalin gayesi odur ki; halkı küfre dâvet eder. En azından dalalete sapıklığa!.
Dalalet dediğimiz yoldan çıkan ve yerini yitiren kimse dalalete düşmüştür.
Gaye yoldan çıkarıp Hakkın zıddı olan batıla ve dalalete sokmak…
Ya Hakk ya da dalalet!.
Onun için bu günümüzde i’tikad ve imanı bir daha tazelemek ve bu hususda biraz daha ma’lûmat vermek Allahü Zülcelâl’in izni ve inâyetiyle faydadan hali değildir…

Alaaddin İbn-i Husameddine’t Takiyyü’l Hindî ki; bu zât “Kenzü’l ûmmal”, Celâleddin Süyûtî’nin muhteviyatı olan “Camiû’l Kebir” ve “Camiû’s Sâğir” ve zevatları tamamen toplayıp bir araya getiren bir şahsiyettir.
Hadisleri âdet itibariyle 46000 küsûrdur. Tekrarlanan hadisleri de almamıştır.
Yani bir hadis her yönden yeterli bir şekilde güzelce geldiyse lafız noksanlığı veya fazlalığı yoksa ve aynı hadisi başkaları da rivâyet ettiyse mükerrer olur diye eserine tekrar almamıştır.
Buna rağmen mükerrer olmaksızın hadis sayısı 46 622 dir.
Allah rahmet eylesin biz bu kardeşimizi çok sevdik ve seviyoruz.
Zirâ, ismi de Aladdin, baba ismi de Hüsameddin’dir.
Bize çok çok tesirat bırakmıştır. Allahü Zülcelâl mertebesini artırsın.

Yine Şeyh Abdulvahhabî Şaranî Hazretleri bu zâtın devresinde bulunmuş ve Hicaz’a gittiğinde bu şahsı görmüştür Mekke’de.
Bu zât Mekke’de vaktini bitirmiş sadece Cuma günü evinden Cuma namazına çıkar ve bunun dışında da hiç dışarıya çıkmazdı.
Ondan faydalanmak isteyen etrafındakiler ancak evine gelirler de faydalanabilirlerdi.
İşte böyle bir şahsiyetti. Esâsen kendisi Hindlidir.
Vaktiyle Hindistan’da iken ve oradaki nahoş haller karşısında hicret etmiş başka bir yere gitmiş.
Sonradan Hindistan’a mu’tedil ve âdil bir padişah gelmiş bu zâtı tekrar Hindistan’a memleketine dâvet etmiştir. O ise: “Tekrar dönerim ancak şeriat-ı icrâ ederseniz bu şartla gelirim” diyor.
Gâyesi Şeriat-ı Ğarrayı işletmek içindir.
Padişah kendisine söz verince gelmiş ve geldikten sonra şeriat sisteminin ahkâmlarını tatbikatını ve muamelatını hazırlayıp vermiş: “İşte Şeriat-ı Ğarra budur alın uygulayın” demiştir.
Fakat ne çâre ki o zamanlarda bile yani Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den 1000 sene sonra, H. 10’uncu asırda bile, bizden 500 sene evvel…
Çok uğraşmışlar ama Şeriat-ı Ğarrayı bir türlü yürütememişler.
O zaman devlet ricâli padişaha baş vurarak diyorlar ki: “Efendim, evet Şeriat-ı Ğarra çok güzeldir, harikadır ve Allahü Zülcelâlden gelen emirleri Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) işletmiştir.
Ve o zamanın halkı sahabeyi kiramdır. Onların hepside çok düzgün şahsiyetlerdir.
Ki, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’nin yüzü suyu hürmetiyle ve etkisiyle gayet düzgün, müttaki ve adaletten ayrılmayan âdil şahsiyetler idiler.
Evet o zaman şeriat işlenmiştir.
Şimdi Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da yok o sahabeyi kiramda yok…
Onun için de biz bu işi haklayamıyoruz ve mümkün değil!” diye i’tiraf etmişler.
Acziyetlerini ortaya koymuşlar: “İstenilen şekilde işleyip te haklayamıyoruz, hakkından gelemiyoruz!” diye i’tiraf edip bildiriyorlar.
Tabii öyle olunca padişah tek başına bir işte yapamıyor.
Mecburen eski hale dönünce de bahsettiğimiz mübarek Aladdin İbn-i Husameddin Takiyuddin el Hindî oradan kalktığı gibi doğru Mekke’ye gelmiş ve hiç dışarıya çıkmadan ve dünyadan bezmiş bir halde sadece Cuma namazına giderdi ki oda hiç kimselere görünmeden bir safın ucuna oturur Cumasını kılar ve hemen yine evine dönerdi…
Şeyh Abdulvahhabî Şaranî Hazretleri: “Hayatımda onun gibi bir şahsiyet görmedim o kadar müttaki ve gerçekten harika idi” diyor.

Bu zât eserinin başlangıcında “Akidetü’l İman” diye tâbir eder. İmanın akideleri diye başlar.
Ne buyurmuş:

Hadis-i Şerif:

الايمان ان تؤمن باالله وملئكته وكتبه ورسله وتؤمن باالجنة والنار والميزان وتؤمن باالبعث بعدالموت وتؤمن باالقدر خيره وشره من الله تعالى
(رواه البيهقى عن عمر ابن الخطاب (ر.ع))

Resim---Hadis Meâli: Hadisi Beyhaki Ömer İbn-i Hattab (radiyallahuanhu) dan rivâyet etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın bildirdiğine göre iman yönünden i’tikad edeceğimiz nelerdir? Evvelâ Allah’a, meleklerine, kitablarına ve Resûllerine inanmak ki hepimizde biliyoruz. Ve cennete, cehenneme de iman ederiz. Mizanada iman ederiz ki; yarın mahşerde terazi vardır, hayrat ve şerlerimizi ortaya çıkaracaktır. Öldükten sonra tekrar dirileceğimize hakken inanıyoruz. Kaderin hayrın ve şerrin Allah’dan olduğuna şeksiz şüphesiz inanırız.
Bu iman akidesinin başlangıcıdır. Hadis sağlıklı sıhhatlidir.

Hadis-i Şerif:

الايمان معرفة باالقلب وقول بااللسان وعمل باالاركان
Resim---Hadis meâli: Aleyhisselatü vesselamın buyurduğuna göre; iman dediğimiz zaman kalbimizdeki biliştir, mârifettir. Mârifet kalbdedir. Cevârihlerin, diğer azaların ise imanın emretmiş olduğu hususlarla âmil olması gerekir. İmanın emretmiş olduğu hususuları işleme sokar ve âmel olarak işler. Yâni Allahü Zülcelâlin İslam erkanlarına kalben imanın mârifeti, lisânen ikrarı ve diğer cevârihler ise âmelleri işlemekten sorumludurlar. Kalben tasdik lisânen ikrar ve diğer cevârihler ise âmelen o işi yaparak isbat etmeleri esastır. O zaman iman âmeli kalben, lisanen ve cevârihen tasdik edilmiş olur. İmana tealluk eden; kalb, lisân ve diğer azalarımız yâni; cevârihlerimiz organlarımızdır. İşte İman-ı Kâmil diye buna denir. Eğer cevârihlerde noksanlık varsa o imân kemâl yönünden noksandır. Allah korusun dilde ikrâr edemez ise o kimse imanı tamamen kaybeder. Çünkü kalbinin söylediğini dilinin söylemesi de şarttır. Kalbinin tasdikini dili de ikrâr ediyor amma cevârih işlemlerinde noksanlık olabiliyorsa iman-ı kâmil değil de noksan imandır. Kemâliyeti noksan demektir.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: ذاق طعم الايمان من رضىباالله رباوباالاسلام دينا وبمحمد رسولا
(رواه امام احمد ومسلم والترمذى عن العباس (ر.ع))

Resim---Hadis meâli: İmam-ı Ahmed, Müslim ve Tirmizi’nin Abbas (radiyallahuanhu) dan rivayet ettiği bu hadisde Cenâb-ı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; evvela imanın tadını alabilmek için imanın başlangıcında Rabb olarak Allahü Zülcelâli bilmeli ve inanmalı, ikinci olarak din olarak İslamı kabul etmeli, üçüncü olarak da Muhammed Aleyhisselâtü vesselâmı “Rasûlullah” olarak kabul edip tanıyıb inanmalıdır. Bu üç husus imanın öncül olan akideleridir. Allahü Zülcelâlin vahdâniyyeti, İslam dini ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın risâletine inanıp kabul etmesi ki, imanın tadı ve halveti bunlarla olur. Başka şekilde değildir.
Hadis çok sıhhatli ve sağlıklıdır.

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم : ليس الايمان باالتمنى والتحلى ولكن هوماوقرفىالقلب وصدقه العمل
(رواه ابن نجار وابويعلى عن انس ابن مالك (ر.ع))

Resim---Hadis meâli: İbn-i Neccar’ın; Firdevs ve Evsatta, Ebu Yâlâ’nın ise Enes (radiyallahuanhu) dan rivayet ettiği hadisde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “İman odur ki; tamamen ciddi olması lâzımdır. Yalamalık yapıp”iyidir hoştur” demek de geçersizdir. Esâsen kalbde olan imanın mârifetinin isbatı da gerekir. Bu olmadıkça iman kâmil olamaz. İman; kalbdeki tasdikin lisanla ikrarı ve cevârihle isbâtını ve tesbitini gösterip amellerini de işletmek gerekir. Bazıları “kalbim şöyle iyidir, böyle iyidir sen kalbime bak filan falan” derler…
Halbuki kalbin tasdikini ve inançlarını fiiliyat olarak ortaya koymak da lâzımdır ve şarttır
.


Resim

İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
İltizam: Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
Taalluk: Muhabbet etmek, sevmek. * Alâkalı olmak.
Muhteviyat: İçindekiler. Kapladığı şeyler.
Zarurî: Mecburî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecburî olan.
Âleni: Açık olarak, meydanda. Gizli olmayarak.
Bahusus: Hususiyle. En çok. Hele.
FIRKA-İ NÂCİYE: Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.
Muhteviyat: İçindekiler. Kapladığı şeyler.
Zevat: (Zât. C.) Zâtlar, şahıslar, kimseler. * Üzüm, buğday gibi şeylerin kabuğu.
Deccal: Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren.
Lafız: Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak.
Mükerrer: Tekrarlı. Tekrar olunmuş. İki veya daha fazla aynısı yapılmış.
Mu’tedil: Yavaş ve mülâyim. Ne pek az, ne pek çok olan. Orta hâlli. İtidalli.
İcrâ: Bir işi yürütmek. * Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme. * Vekil göndermek. * Mahkeme kararını yerine getirmek. * Suyu akıtmak
Ahkâm: (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
Muamelat: (Muâmele. C.) Muameleler. İşlemler.
devlet ricâli: Devler adamları.
Müttaki: Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini Allah'ın (C.C.) sevmediği fena şeylerdan koruyan. (Bak: İttika - Amel-i sâlih)
İ’tiraf: (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
Mizan: Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. * Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
Cevârih: El, ayak gibi vücud azaları.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hepimiz duyuyoruz, bazıları; “Kalbe bak sen, benim kalbim temizdir,” diyorlar.
Ben artık bilemiyorum kalblerinin temizliğini…
Yoktan var eden Allahü Zülcelâle kuluk yapamıyorsa, kâinatın en eşrefi olan bir şahsiyete Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem), bu ni’met-i azimeye sevgi bağlılığı olmazsa ve en muazzam din olan İslâma da sahib çıkmıyorsa kalbi nasıl temiz oluyormuş, deterjanla mı yıkamıştır ben bilemiyorum.
Bu hususta hepside bir gaflet içindedirler. Sözleri ise gafletten ibârettir.
Bunlar her an, her yer ve her halde Allahü Zülcelâlin murâkebesi, gözetimi altında olduklarını bilmiyorlar ve düşünemiyorlar.

Bir misâl olarak anlatayım:
Padişahlık devresinde sanıyorum Zenbilli Ali Efendi’yi Bağdad’a kadı olarak göndermişler. Bağdad’da iki kişinin muhakemesi yapılıyor. Her iki kişi de yemin ediyorlar.
Birisi ben buna şu kadar para verdim, iâde etmedi diyor. Öbürü de iâde ettim, ödedim diyor.
Kadı yemin veriyor her ikisi de yemin ediyorlar.
O zaman mübârek şu ferâseti kullanmış Allah rahmet eylesin:
Her ikisinide ayrı ayrı çağırmış ve kendilerine gizlice: “Seni haklı çıkarabilmem için hiç olmazsa bana bir tavuk veya horoz kesersin de hiç olmazsa o kadarlık bir faydan olsun. Fakat tenbihim şu ki kesdiğin yerde hiç kimse olmayacak ve görmeyecek. Hatta Allah’ın dahi görmeyeceği bir yer olması lâzım ki, Allah da bunu bana sormasın! İşte bu şekilde yapabilirsen o zaman bende senin lehine karar veririm!” der.
Ötekisine de yine gizlice ayni sistemi kullanır ve söyler.
Neticesi: “İstenilen günde yani filan vakitte mahkemeniz olacak o zaman getirirsin” diyor.
Adam horozu kesmiş alır eve getirir.
Zenbilli: “Nasıl kestin horozu” deyince: “Ah, Kadı efendi öyle karanlık bir yerde kestim ki bir görseydiniz kendim bile göremedim!” der.
Öteki de gelmiş eve gizlice ama getirdiği horozu canlı, kesilmemiş.
Sorar: “Oğlum sen ne yaptın” diye. O kimse de: “Aman efendim, Kadı Efendi ben Allahü Zülcelâlin olmadığı ve görmediği bir yer bulamadım. O kadar da araştırıp karanlıklara girdim. Allah Celle Celâlihu’yu üzerime rakîb gördüm, gözetir buldum. Kesecek bir yer bulamadım, ister lehimde ister aleyhimde karar ver ben bu işi yapamadım!” der.

İşte böylesine düşünce ve inancımız olsa her an muhtaç olduğumuz iman akidesi bozulmaz.
Dinimizde dünyamızda ve âhiretimizde daima onun sultası altında Allahü Zülcelâlin Uluhiyyet ve Rububiyyeti hükmü altında olduğumuza mutlaka ve mutlaka inanarak yaşarsak nasıl olur da lâkaydlık yapıp hukuklara riâyet etmeyiz? Bu hiç mümkün mü?
Bir me’mur bir âmirine bile bu kadar lâkayd davranamaz. Çünkü ya azl eder yada sicilini bozar.
Onun için Allahü Zülcelâl bizleri affetsin!.
Rabbımız bizim gibi aciz ve cehâlete bürünmüş bir topluma dua ederiz ki; Allahü Zülcelâlin ve Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) hukukuna riâyet eden saygı gösterenlerden eylesin. Âmin!!

Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلىالله تعالى عله وسلم: اربع من كن فيه فهومؤمن ومن جاء بثلث وكتم واحدة فهوكافر. شهادة ان لااله الاالله وانى رسول الله وانه مبعوث من بعد الموت وايمان باالقدر خيره وشره من الله تعالى

Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: Dört nesnedir ki kimin kendisinde var ise hakikâten mü’mindir. Velâkin bu dört nesneden bir tanesi dahi noksan ise küfrüne karar verilir. Allah muhafaza etsin. Âmin!. Üçünü yapsa da bir tanesini yapmazsa kafir olur. “Vahidün fe hüve kafirun…”
Birincisi: Şehâdete La ilahe illallah; Allahü Zülcelâlin uluhiyyetini, vahdaniyyetini, rububiyyetini ve ilah olduğuna inanmak, kabullenmek ve karar etmektir.
İkincisi: Muhammeden Abduhu ve Resûluhu; Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) risâletine tamamen inanmak mecburidir.
Üçüncüsü: Öldükten sonra kıyamet günü tekrar ba’s olunup diriltileceğini kabullenmesi ve inanması şarttır.
Dördüncüsü: Allahü Zülcelâlin takdir etmiş olduğu kaza ve kaderi, hayrî olsun şerrî olsun, başına ne gelirse mutlaka Allahü Zülcelâle ait olduğuna inanması da şarttır.
Çünkü Allahü Zülcelâlin takdiridir, kaderidir, hükmüdür. Bunun dışında hiçbir işlem de olamaz.

Uluhiyyet ancak ve ancak Allahü Zülcelâle aittir. Vahdehula şerike lehu: O tekdir, şeriki ortağı da yoktur hâşâ.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah tarafından gönderilen elçisidir diyerek yakinen Muhammed Rasûlullaha inanmak da şarttır.
Öldükten sonra kıyamet günü tekrar ba’s olunacağına inanmak şarttır.
Çünkü bazı fırkalar vardır ki bunlar kıyamet günü ba’sı inkâr ederler.
Allahü Zülcelâlin var ettiği hükümlerini hayr olsun şer olsun işleyenin yine kendisi olduğuna inanmak kadere inanmaktır ve şarttır.
Yâni hayır bir kimseden şer de başkasından olamaz.
Bu dört nesneye iman böylesine mutlaka şarttır.

Hadis-i Şerif:
قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: افضل الايمان ان تعلم ان الله معك حيث ماكنت
(رواه الطبرانى)

Hadis meâli:
Tabaranî’nin Ubbadete İbni’s Samid’den rivâyet ettiği hadisi şerifte Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: Efdalü’l iman yani imanın efdali o ki; her nerede olursan ol Allahü Zülcelâl seninle beraberdir. Seni görmediği bir yer yoktur. Senden uzak değildir. Her nerede olursan ol seninle beraberdir. Eğer bu inanç ve âkide sahibi olursan, Allahü Zülcelâlin görüp durduğu böylesi bir kulu nahoş bir hale düşer mi? İnsan büyüğüne bile bir saygı duymaz mı ki Allahü Zülcelâlin hükmü altında ve o nazırı (gözeteni) iken ve bunu bilen inanan kimse gerçekten çok i’tinalı olur. Allahü Zülcelâlin gazabına ve maktına (hiddet) uğramamak için çaba sarfeder. Allahü Zülcelâl cümlemizi bu minvâl üzere muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin!…

Hadis-i Şerif:

خمس من الايمان من لم يكن فيه شيئ من هن فلا ايمان له التسليم لأمرالله والرضاء بقضاءالله والتفويض الىالله والتوكل علىالله والصبر عند صدمة الاولى
Hadis meâli:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) beş nesne ki imandandır.
Bunlardan herhangi birisi yoksa imanına noksanlık vermiş olur.
Hattaki imanı yoktur. Bunlar ise:
Birincisi: Allahü Zülcelâlin emirlerine teslim olmak.
İkincisi: Allahü Zülcelâlin kaderine rıza göstermek.
Üçüncüsü: Tefvizi umuru (işlerin dağıtımı) Allahü Zülcelâle havale etmek.
Dördüncüsü: Tevekkülü (vekil edinme) başkasına değil de Allahü Zülcelâle bağlamak.
Beşincisi: Başına bir hal geldi ise; gelir gelmez ilk sadmede sabrını bilmek. Çünkü büyük yerden gelmiştir. Allahü Zülcelâl cümlemize şuur versin. Âmin!…

Hülasa, kardeşlerimiz; bir kimse nasıl ki bir âmir ya da kumandanın hükmü altında emirlere uyar ve itiraz etmeden bir zarar gelmemesi için çalışırsa en azından düşünmek lâzım ki, Allahü Zülcelâlin kulu isek onun nizamı içerisinde emir ve hükümlerini yerine getirmek şarttır.
Dünya ve âhirette her an muhtacı olduğumuz Allahü Zülcelâl cümlemizi muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin!…


Resim

Ferâset: (Bak: Firâset) Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)
Rakîb: (Rekabet. den) Daima görüp kontrol eden, gözeten. * Bekçi. * Herhangi bir işte birbirinden üstün olmaya çalışanlardan her biri. Rekabet edenlerin beheri. * Esma-i Hüsna'dandır.
Akide: İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nevi şeker adı.
Sulta: Baskı, otorite.
Uluhiyyet: İlâhlık. * Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
Rububiyyet: Herşeyi kaplayan ve idaresi altına almış olan Allah'ın rububiyeti.
Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Azl: Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Hâşâ: Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun...(mânasına söylenir.)
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Nahoş: Hoş olmayan.
İ’tina: (İtinâ) Çok dikkat etmek. Özenmek.
Makt: Kin, hiddet. İğrençlik. Şiddetli buğz.
Minvâl: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz.
Muvaffak: Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib
Tefviz: Birisine bırakma. * İşini Allah'a (C.C.) havâle etme. * Sipariş ve ihâle etme.
Umur: (Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler
Havale: Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
Sadme: Bir vuruş, çarpma, vurma, çatma. * Birden bire patlama. * Ansızın başa gelen musibet.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Hadis-i Şerif:

لايؤمن احدكم حتى اكون احب الى من ولده ووالده والناس اجمعين
(رواه البخارى امام احمد ومسلك ابن ماجه عن انس(ر.ع))


Hadis meâli:
Buharî, Müslim, İmam-ı Ahmed, Nesaî ve İbn-i Ma’cenin Enes (radiyallahuanhu) den rivayet ettikleri hadis-i şerifde Cenâbı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:
Bana karşı olan muhabbetinizin ölçüsü şudur ki; bana olan muhabbetiniz; ana, baba ve çocuklarınıza olan muhabbetinizi aşmadıkça kâmil mü’min değilsiniz. Böylesi muhabbete sahib olmayan bir kimse kâmil (tam) bir iman sahibi olmaz” buyuruyor.
Yoksa hiç iman etmemiş değil…
Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) olan sevgisi ve saygısı ebeveynine ve çocuklarına olan muhabbetini aşmadıkça ve ondan daha fazla olmadıkça kâmil bir mü’min olamaz.
Peki, Allahü Zülcelâle ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) olan muhabbetin mükafaatı nedir? Bu hususta:

Hadis-i Şerif:

ما من نفس تموت وهى تشهد ان لا اله الاالله وانى رسول الله يرجع ذالك الى قلب موقن الاغفرالله له
(رواه امام احمد والنسئ وابن ماجه عن معاذ (ر.ع)

Hadis meâli:
İmam-ı Ahmed, Nesaî, İbn-i Ma’ce ve İbn-i Hibbanın Mu’azdan (radiyallahuanhu) rivayet ettikleri hadiste Aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki:
Herhangi bir kimse öleceğine denk zamanda: “şehâdete La ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah” derse, yâni Allahü Zülcelâlin uluhiyyetine ve vahdaniyyetine ve ayni zamanda benim de Onun resülü olduğuma risâletime dair kalbinde hiç bir şüphe olmaksızın ciddiyetle şehâdet ederse Allahü Zülcelâl onu kesinlikle mağfiret kılar.

Hadis-i Şerif:

يامعاذ ابن جبل مامن احد يشهد ان لا اله الا الله وانى رسول الله صادقا من قلبه الاحرمه الله على النار

Hadis meâli:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mu’az İbn-i Cebel’e:
Ey Mu’az bir kimse Allahü Zülcelâlin vahdaniyetine ve benimde Allahın resülü olduğuma ciddiyetle, sadıkâne ve mutmain bir kalb ile şehâdet ederse Allahü Zülcelâl onu cehenneme haram kılar. O zaman Mu’az: “Ya Rasûlullah halka bildireyim mi?” diyor.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Hayır, bildirirsen sonra ihmâlci olurlar buyuruyor.

İşte Allahü Zülcelâle ve Rasûlullaha olan muhabbetin sonunu Allahü Zülcelâl buna getirmektedir. Öyle ya, boşuna değil…
Cenâbı Rasûlullahın verdiği malümat ve tenbihatına göre; Allahü Zülcelâl ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) gösterilen muhabbet ve bağlılığa bu gibi eşsiz mükafatlar vardır.

Hadis-i Şerif:

يخرج من النار من قال لااله الاالله وكان فى قلبه من الخير مايزن شعيرة ثم يخرج من النار من قال لا اله الا الله وكان فى قلبه من الخير مايزن فخرج من النار من قال لا اله الا الله وكان فى قلبه من الخير ذرة
(رواه احمد ومسلم وبخارى عن انس (ر.ع)

Hadis meâli:
Buharî, Müslim, İmam-ı Ahmed ve Nesaî’nin Enes’den (radiyallahuanhu) yaptıkları rivâyetlere göre Aleyhisselâtü vesselâm:
Allahü Zülcelâl ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbeti olana mükafâtı vardır. Nasıl ki muhabbet şartı konuldu ise muhabbetin akîbinde de büyük bir hayrat, berakat ve teshilat olduğuna dair malümat verilmiştir.
Gelelim imanında veya kelimelerinde bir küfür varsa. Kâmil bir mü’min değilde bazı küfür kelimeleri var ise ve vaki’ olduysa bu küfründen dolayı re’sen (doğrudan) cennete giremez bir kerre.
Önce cehenneme girer. Çünkü cehennem, küfür pürüzlerini mutlaka yakar ve temizler. Onun için cehenneme önce girer.
Fakat buna rağmen Cenâbı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki;
“Değil mi ki: “Lâ İlahe illallah Muhammeden Rasûlullah” kelimesi vardır.
Kalbinde buna inanarak ve mutmain olarak söylemiş ise bu kimsenin hayrdan bir arpa danesi kadar hayrı olsa dahi Allahü Zülcelâl Habibine (sallallahu aleyhi ve sellem) va’detmiştir ki; bu kimse cehennemden çıkar ve sonunda cennete girer.
İkinci derecede de bir buğday danesi sikleti (ağırlığı) kadar bile olsa yine çıkar.
En sonunda ise bir zerre kadar olsa bile yine cehennemden çıkar ve cennete girer.
Bu Allahü Zülcelâlin Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) olan va’didir. Muazzam bir lütfûdür.

Düşünün bir kerre Allahü Zülcelâle ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) saygı duymanın önemini.
Hal böyle iken tersine gitmek yakışıyor mu?
Hiç esirgemeden, gece-gündüz ve hayatı müddetince mütemadiyen: “Ümmetim! Ümmetim!” diye buyuran Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) saygı duyulmaz mı?
Zerre kadar imanı olanı bile cehennemden çıkaracak olan Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmet oluşumuzdan dolayı ne mutlu bize…
Ancak, onun hukukuna riâyet etmemek ve saygı duymamak ne kadar da yanlış!..
Halbuysa her muhabbetin üstünde muhabbeti, Allahü Zülcelâl ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) duymak onların üzerimizdeki haklarıdır.
Ve onlara muhabbet duymak, bu gibi ikram ve ihsanlara sebeb ve vesile oluyor…

Dikkat ederseniz Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerimizdeki hakkı ne kadar da çoktur ve sayılmayacak derecededir.
Allahü Zülcelâlin ise;

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
Resim---Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh(se’eltumûhu), ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ,innel insâne le zalûmûn keffâr(keffârun): O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!(İbrahîm 14/34)

Eğer Allahın nimetlerini saymaya yeltenirseniz asla haklayamaz ve başa çıkamazsınız.
Ne çâre ki Allahü Zülcelâl buyuruyor ki: İnsan bu kadar ni’metler karşısında zâlim ve keffârdır.
Keffâr; görmemezlikten gelmek yani, batıl hakkı örtmüş ve hakkı altına alıp batıl üstüne çıkmış demektir.
İnsanoğlu kendi kendine zülmeder, bu kadar ni’met içinde ve karşısında iken hem de görmemezlikten gelir.

Hülasa, biz bir beşer olarak daima muhtacız ve bize verilen ni’mete de şükür edip saygı duymak zorundayız.
Aksi takdirde nimeti inkâr edene “nankör ve namerd” derler ve öyle olur zâten…
O halde Allahü Zülcelâle ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı nasıl olmamız lâzımdır bir kıyas ediniz.
Diyeceksiniz ki; “Biz çok seviyoruz ya!..”
Gerçekten Allahü Zülcelâli sevdiğiniz takdirde inanın ki ayni nisbette karşılığını verir ve o nisbette O da sizi sever. Hâşâ zülûm yoktur.
Sen değil mi ki Allahü Zülcelâli ciddiyetle seviyorsun…
Tâbi, insan sevdiğine karşı hakikaten onun tezine girer ve uygular.
Ve aynı zamanda da emrini yerine getirir. Çünkü tersine gidemez.
Hem sevip hem de tersine gidilmez ve bu mümkün değildir.
Çünkü sevdiğine dair kanıt, hukukuna riâyet edeceksin.
“Ben Allahü Zülcelâli seviyorum amma o beni sever mi sevmez mi onu bilemem” deme.
Kesinlikle senin sevdiğinden fazlasıyla Allahü Zülcelâl seni sever.
Çünkü lütûfkâr ve keremkârdır.

Cenâbı Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı da öyledir.
Bakınız hadislerde, mütemâdiyyen Allah (Celle Celâluhu) ve Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbetli olması tavsiyede bulunulmuştur.
Sen ne kadar seviyorsan o nisbette sevilirsin.
Çünkü sen severken onlarda sevmez olurlarsa bu bir nevî zülum olur hâşâ ve onlara yakışmaz.
Anla ki, en az sevgin kadar sevilirsin…
Allahü Zülcelâle olan muhabbette de böyle, Rasûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) olan muhabbette de böyledir.
Hatta açık basîretli bir mürşidi dahi sevmiş olsan o da yine hukuk itibariyle en az ayni seviyede sever.
Elinden gelen kadarıyla aynı sevgisi mevcûddur.
Hatta ki mü’minin mü’mine olan ciddiyetli sevgilerinden dolayı ruhları 24 saatlik mesafeden bile birbirlerini okşar ve birbirlerine hassasiyetleri olabiliyor.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor; 24 saatlik mesafeden ruhlar birbirleriyle irtibat kurabiliyorlar. Yeter ki ciddiyetle sevsinler ve Allah için sevsinler.
Ondandır ki Cenâbı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Bir kimseyi seviyorsanız kendisine duyurun ve ben seni severim diye bildirin” buyuruyor.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Ya Mu’az ben seni seviyorum… Seviyorum ve biliyorum ki belki günde binlerce defa Lâ ilâhe illallah diyorsun, halbuki şu kelimeleri getirirsen önceki yaptığından binlerce defa daha fevkâlâdedir.
Nedir bu kelimeler:

لااله الاالله عدد كلماته لااله الاالله عدد خلقه لااله الاالله زينةعرشه لااله الاالله ملأسمواته لااله الاالله مثل ذالك معه والحمدلله مثل ذالك معه لايحصيه ملك ولاغيره اشهدان لااله الاالله واشهدان محمدارسول الله

Hadisin aslı bu şekildedir ve şehâdet sonradan eklenmiştir.
Bu hadis Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) Mu’az İbn-i Cebele tavsiyesidir ve bizim içinde geçerlidir.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Seni seviyorum” diye bildirmiştir.
Zâten muhabbet dediğimizin kökü HABBE’dir ki tohum demektir.
Tohumu toprağa ektiğinde kendi özelliklerini meydana çıkaracaktır.
Evet, bir vücûd da bir habbedir sevgi, amma hangi yoldan kimi ve neyi ne kadar seviyorsanız cevârihlerede o kadar tesirat bırakır.
Kalbden olan muhabbet diğer organları da o yöne götürür.
Meselâ spor sevenleri, sporcuları göz önüne alırsan spor kalbine işlemiştir. İşi gücü spordur.
Ve yahutta particilik ve benzeri dünya meseleleri…
Sizlerde fehmeder ve anlarsınız ki bu kimselerin her organları; göz, kulak, dilleri ve hareketleri dahi hep fikirlerinde olan iledir. İşlemleri de o yöndedir.
Onun için kalbde Hak olan muhabbet, Allahü Zülcelâl ve Rasülüne olan muhabbettir.
İnanın ki eğer kalbinde muhabbet varsa vallahi cevârihleri başka bir yöne gidemez ve onlara da tesirat bırakır.
Aşkla şevkle olan muhabbetler irtibata da vesiledirler.
Biliyorsunuz ki muhabbet deyince, iki zıd bir arada, bir yerde ictima’ olamaz.
İki zıd birlikte bulunamazlar. Gece ile gündüz gibi…
Dünya muhabbeti ile muhabbetullah gibi…

İmam-ı Rabbanînin buyurduğu hadisde;

Hadis-i Şerif:

حب الد نيارأس كل خطيئة

Hadis meâli:
“Dünyayı sevmek hataların başıdır.”
Öyle ya dünya sevgisinin doldurduğu kalbde Allah (Celle Celâluhu) ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbeti yer bulamaz ki…
Dünya muhabbetini kalbine yerleştirdi ise iki zıd bir arada toplanamaz…
“Zıddan lâ ictemian” iki zıd cem olunamaz.
Dünya denaetten (alçaklık) dir. Rabbımızın hiç hoşlanmadığı şeydir.
Ama burasıda bir imtihan diyarıdır.
Âhireti seversen âhiret âmeli işlersin, dünyayı seversen dünya âmelleri işlersin. İkisinin sonucunuda görürsün…
Bir kimseyi sevme sebebi, dünya ile ilgiliyse bir çeşit, manevî bir muhabbet duyarsan buda bir çeşittir.
Kardeşler arasındaki ihvan muhabbeti, Allahü Zülcelâl ve Rasûlullahın muhabbetini celbedici ve çekicidir.
İhvan muhabbetini çok hadisi kudsîlerle anlatmışızdır:
…. “El kalbi ilel kalbi sebilâ”
Kalbden kalbe bir yol vardır. Mutlaka kanmaz ve yanılmaz.
Ciddiyetle seven ayni sevgiyle karşılık bulur.
Bu sevgi ayni zamanda muhabbet; Allah, lillah için ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için olursa mükafatını mutlaka görür ve buluruz.
Allahü Zülcelâl cümlemizi alel hak ne ise muvaffak ve müyesser eylesin. Âmin!…


Resim

Mutmain: f. Şüphesizce. Rahatlık ve emniyet içinde olarak.
Tenbihat: (Tenbih. C.) Tenbihler. İkaz etmeler.
Akîb: Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden.
Teshilat: (Teshil. C.) Kolaylıklar.
Mütemadiyen: Devamlı surette.
Basiret: Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. * İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet. * Bir evin iki tarafının arası.
Kâfir: Hakkı görmeyen ve örten. İyilik bilmeyen. Allah'ı inkâr eden. Dinsiz. İmanın esaslarına veya bunlardan birine inanmayan. Mülhid.
Keffâr: şeddeli çok çok kâfir.
Cevârih: El, ayak gibi vücud azaları.(Cevârih, cârihanın cem'idir ki, esasen cerhden me'huz olup te'sir mânası mülâhazasıyla kâsibe mânasına isim olmuştur. Cevarih, kevasib demektir. Bunun için el, ayak ve ağız gibi yaralayıcı âlet olan azaya cevarih denildiği gibi, av tutan yırtıcı hayvanlara ve kuşlara dahi kevasib ve cevarih denilir ki, burada murad budur. E.T.)
Fehm etmek: Anlamak.
İctima’: Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz; muhabbet çok mühimdir.
Bir tohum ki, kalbe yerleşip yetişince bütün vücûda te’sir eder ve işlemlerini de yaptırır.
Zirâ, muhabbetin isbatı kişinin işlemleri, hareketleri ve halleridir.
Şimdi size şöyle bir misâl vereyim; Allahü Zülcelâli sevdiğimize dâir; “Namazı kim emretmiş?”
“Allahü Zülcelâl” “Peki, Allahü Zülcelâlin bu namaza ihtiyacı mı var?”
“Hayır, kendi yarar ve ihtiyacımız için…”
”Allahü Zülcelâl kulunu sevdiğinden dolayı bir yol koymuş bir mâ’lumat vermiş ki bunu yaparsanız daha daha da hak etmiş olursunuz.
Çünkü kul olarak hiç olmazsa böyle bir işinin olması lâzımdır.
Nasıl ki bir efendi emreder kulda yapar. Seyyid – Köle hadisesini göz önüne getirin.
Bizler Allahü Zülcelâlin kulları olarak nasıl davranmamız gerekir, insan başka bir insanın tüm emirlerini uygularken…
Bir köle efendisine “bana şunu giydir” diyemez sadece sitretini kapatır ve çıplak bırakmaz.
Bir de “bana şunu yedireceksin” diyemez ama kendisini aç da bırakmaz.
Bir de efendisine darılıp da kaçarsa hayatı müddetince işlediği ibâdetler geçersiz olur…
Kölelik hukuku budur… Efendisinin kölesi üzerindeki hukuku…
Efendisinin işi olmasa da köle başka bir yerde çalışsa kazancını efendisinin eline tutuşturur…

İşte bunlardan ibret alınız ki, bizler Allahü Zülcelâlin kulları olarak bu dünyaya gelmişiz.
Sayılmayacak ni’metlerinin içindeyiz.
Kendi yararımıza olmasına rağmen, gelecekte sonsuz bir hayata inanmamıza rağmen Allahü Zülcelâl kullarına karşı bir anadan 70 kat daha şefuk ve atûf iken, onlara sahib olup yararlarını dilerken bizler acaba onu nasıl sevmekteyiz?.. Ve sevdiğimizin isbatı, esâsen emirleri dışına çıkmamaktır. Baştan savma emri yapmakta olmaz…

Bir namaz meselesinde bile inanız ki Allahü Zülcelâlin emrettiği; kelâmını okuduğumuz rükû’ ve sücûdunu Ona yaptığımız namazımızı nasıl kılmaktayız. Bir düşünün!.
Kulluk vâzifemizi Rabbımıza karşı isbat, ta’zim ve tevkir (ululama) olmak üzere kelâmını okurken rükû’ ve sücûd yaparken hiç haz duyabiliyor muyuz?
Yoksa baştan savma mı yapıyoruz?
Baştan savma yapıyorsak bu hiç yakışır mı?
Mükafatını va’dediyor müşerref oluyoruz, kelâmını okuyoruz, rükû’ ve secdeyle Rabbımıza ta’zim ediyoruz mi’rac ediyoruz ki namaz bir vuslat (kavuşma) âleti olup yaklaştırıcı bir ibâdettir.
Hatta öyle bir ibadet ki, Allahü Zülcelâl buyuruyor ki;

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne): (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.(Ankebut 29/45)

... Muhakkak ki; namaz, haysızlıktan ve kötülükten alıkoyar...

Namazı düzgün kıl ki, namaz seni münkirat ve fuhşiyattan alıkoysun.
Namazın sayesinde kötülüklerden korunursun ve namaz onları işletmez.
Ama bir taraftan namaz kılıyor diğer taraftanda her hezeyanlıkla da meşgul oluyorsa, Allahü Zülcelâlin hiç hoşlanmadığı nahoş şeyleri yapıyorsa bu nasıl namaz kılmaktır.
Bir saat namaz kıl ardından da saatlerce menhiyatı (yasaklananları) işle… Tersine işler ki hâşâ…
Bilemiyoruz ki neden böyle oluyor.
Nereye gidersek gidelim her yerlerde namazın baştan savma kılınma durumu mevcuddur.
Halbu ise namaz silâdır. Vuslât âletidir. Allahü Zülcelâl ile kulunu yaklaştırıcıdır.
Zirâ mi’ractır, münacaattır ve muazzamdır.
Fakat, ne dersen de boşuna, artık kalblerimiz başka muhabbetlere bağlı oluşundan dolayı namazdan hiçbir zevk duymuyoruz.
Hiçbir haz almıyoruz ve hiçbir saygı da duymuyoruz.
Tadı tuzu yok ve baştan savma durumda kılmaktayız.
Allahü Zülcelâl bizleri korusun. Âmin!…

Birgün Aleyhisselâtü vesselâm mescidde otururken bir kimse gelmiş iki rekat namaz kılmış ve sonra gelip selâm vermiş.
Cenâbı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) selâmının cevabını verdikten sonra “Sen ne yaptın?” diye sorar.
O kimsede “Namaz kıldım ya Rasûlullah” der.
Hayır, namaz kılmadın git iki rekat namaz kıl” buyurur.
O zât gidip tekrar iki rekat namaz kılar. Tekrar gönderir, tekrar kılar.
Üç kerre kıldığı halde “bu namazlar olmadı” buyurunca: “Ya Rasûlullah ben o kadar bilip o kadar kılabiliyorum nasıl olacaksa bana ta’lim et” der.
Cenâbı Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Beni seyret” buyurup iki rekat namazı tâdil-i erkanıyla birlikte örnek olarak kılar selâm verir ve “işte namazı böyle kılacaksınız” buyurur.

صلوا كمارأيتمونىاصلى
Ben nasıl gördüğünüz minvâl üzere namaz kılıyorsam sizde ayni şekilde namazınızı kılın. Eğer bu kimsenin kıldığı gibi senelerce dahi kılsanız geçersizdir” buyurur.
Hattaki Abdullah İbn-i Me’sud: “Vallahi 80 sene” diye yeminle bildirir.
Yani 80 sene tâdil-i erkana uymadan namaz kılsa namazı geçersizdir” buyurdu diye bildirmiştir.

Aziz kardeşlerim;
Namaz, Allahü Zülcelâle karşı kulluk görevimiz olunca haliyle Allahü Zülcelâle olan saygımız ne derecede ise emretmiş olduğu kendisine ait namazı artık Allah ile kulu arasında olan husustur.
Artık ya felahına (kurtuluşuna) yada hüsranına (mahvına) sebeb olur.
Onun için Allahü Zülcelâl hadisi kutside namaz hakkında şöyle buyuruyor:

قسمت الصلاة بينى وبين عبدى نصفين نصفهالى ونصفها لعبدىولعبدىماسئل
Bu hadis hakkında tasavvuf kitabımızda genişçe ma’lümât verilmiştir.
Namazın yarısı benim yarısı kulumun buyuruyor.
Hakkaniyetle, düzgünce, Allahü Zülcelâlin emrine uygun olarak, saygılı ve i’tinalı bir şekilde yaparsa Rabbımız kendisine istek kapısını açmıştır. Artık dilediği ne ise ona verir...
Oruç ise nefis terbiyesidir.
11 ay arzuladığınızı yiyip içtiniz, hiç olmazsa 1 ay bakâlim Allahü Zülcelâle karşı saygınız ve terbiyeniz var mıdır?
Nefisle karşı karşıya getiriyor.
Tabi nefis Allahü Zülcelâle karşı âdeta bir düşman gibidir.
Nefis esâsen şeytanın bile cür’et edemediği şeyi çekinmeden yapabilir.

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ. Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziât 79/24)

Ena rabbikum âlâ” diyen nefistir.
Ben sizin yüce rabbınızım” diyen Firavunun nefsidir. Halbuki şeytan ise:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne): Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana "İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.(Haşr 59/16)


إني أخاف الله رب العالمين
İnni eha fullahe rabbi’l âlemin” “Ben alemin rabbi olan Allahtan korkarım” demektedir.
Bunlar âyetlerle sabittir. Nitekim Bedir hadisesinde “Ben Allahtan korkarım” diyor.
O sebeble Allahü Zülcelâl kulunu bir denetlemeye tâbi tutuyor ki pasını pürüzünü gidermek istiyor. 11 ayın pisini pasını tertemiz etmeyi diliyor.

Zekât ise, kazanmış olduğu malda hukuk itibâriyle bilerek bilmeyerek işlemiş olduğu noksanlık vs. nin hepside malın kiridir, pasıdır.
Onun için zekât tezkiyedir. Malın temizlenmesidir. Zekât temizleyicidir.
Onun için de camilere vs. zekât verilemez. Zekât fakirin hakkıdır.
Camiye verecekse zekatı verilmiş ve temizlenmiş olan malından tasadduk edip verir.

Hac ise; kendisinin ömründe o ana kadar işlemiş olduğu noksanlık olan şeylere karşı bir hüccettir. Tabi ki haccı makbul ise yâni kabul olunmuş bir hac ise...
O zaman berâtını alır gelir. Ama haccı merdud (reddedilen) ise haram mal ile yapmış ise berâtı yoktur.

Namaza gelince; Allah ile kulu arasındadır.
“Yarısı benim diğer yarısı kulumun, namazını düzgünce yaparsa artık kulum ne isterse veririm ” buyuruyor.
İşte bu nedenle namazın ta’dil-i erkânla yapılması kılınması o kadar zarurî ki, esâsen ta’dil-i erkânla kılmak vacibdir.
Isparta da “Ta’dil-i erkana uyulmadan namaz kılınsa ne gerekir?” diye sordular.
Ben de onlara “sizce ne gerekir?” dediğimde bana: “Sehv-i secde yaparız” dediler.
“Secdetu’s sehv, yanılma secdesi” dediğimiz zaman bu ancak unutularak sehven yapılan durumda Farzın te’hiri ve vacibin terkinde yapılabilir.
Oysa bu zât bilerek böyle yapmış ve gerekeni terketmiştir.
Bilerek tâdil-i erkânı terkederse ve bir noksanlık yaparsa vakti çıkmadan, vaktini geçirmeden derhal namazı iâde eder. Yâni yeniden kılar.
Sehven vacibi te’hir ve terkederse, farzı te’hir ederse sehv-i secde yapar. Bu şekilde sehvetü’s secde eder.
Fakat farzın terkinde ise kesinlikle vakti çıkmadan o namazı iâde eder.
Bir kişi ki unutarak değil de bilerek, fıtratında öyle ise ve öyle alışmış ise; “Allahüekber! Allahü ekber!” deyip baştan savma ta’dil-i erkâna uymadan yatar kalkar ise, o namazı doğrudan doğruya vaktini geçirmeden derhal iâde eder.
Vakti geçmiş ise iâde edemez kazaya kalır.
Artık Allahü Zülcelâl ile kulu arasında, ne yapar ne eder ben bilemem...

Namaz başka bir şeye benzemez ve hülasası budur.
İnsan sevdiği bir kimseyi Allahü Zülcelâlin muhabbetini iddiâ ediyorsa o zaman bu hususta bir imtihan vardır.
Ve Allahü Zülcelâli sevib sevmediğini ortaya koyar.
Namazının yarısının Allahü Zülcelâle yarısınında kendisine ait olduğunu iyice bilirse namaza gereken değeri kıymeti verir ve bu şekilde uygular.



Resim

Sitret: setr etmek. (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Şefuk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Atuf: Çok acıyan, pek merhametli.
Tevkir: Tazim. Hürmetle anmak. İhtiram etmek.
Ta’zim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Münkirat: (Nekr. den) İnkâr edilen, kabul edilmeyen, hakikatı tasdik edilmeyenler.
Fuhşiyat: (Fuhş. C.) Çok çirkin işler, günahlar.
Hezeyan: Kötü sözler. Soğuk şakalar. * Sayıklama. Saçma sapan konuşma.
Cür’et: Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
Ta’dil-i erkân: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
Sehven: Yanlışlıkla, yanılmak suretiyle.
Te’hir: Geciktirme. Sonraya bırakma.
Fıtrat: Yaradılış, tıynet, hilkat. (Bak: Evamir-i tekviniye)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİRZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Gelelim Cenâbı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e karşı sevgisi, saygısı ve aşk u şevki varsa neden onu anmasın, salavat getirmesin ve ona âit sünnet-i seniyyeleri olan nesneleri neden doğru dürüst işlemesin...
Meselâ terâvih namazına bir bakın günümüzde... Baştan savma gibi, sanki yarışma yapar gibi...
Hangisi daha çabuk kıldırıp bitirecek gibi haller ki, hâşâ eğlence haline getiriyorlar...
Sevgisi saygısı olan böyle yapar mı, ALLAH aşkına bir düşünün!..
Sizler bu hâli bu şekilde uygun görüyor musunuz?
ALLAHu Zu'l-Celâl'e karşı namaza kalkmışsınız: “ALLAHu ekber” dediğiniz zaman artık ALLAHu Zu'l-Celâl en büyüktür gayrısı, yâni mâsiva (ALLAH'dan gayrisi) sagir (küçüktür) olur.
Çünkü ALLAH en büyüktür dedin ve ekberiyyet her şeyin üstündedir.
Kendisinden başkasını, herşeyi küçük eder yok eder ve hiç hâline getirir... Tabi ki, özden dediyseniz...
Bu minvâl üzere okuduğun fâtiha anlattığımız gibidir.
Ve aynı zamanda namaz sâhibi kimin huzûrunda olduğunu bir bilse muhakkak ihtimam gösterip bu şekilde i’tidalle yapar.
Fakat baştan savma yaparsa ALLAHu Zu'l-Celâl gerçekten namazını paçavra gibi başına atar ve çarpar.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem gelince; neden salavat şirkmiş ve şefaatı da yokmuş?
Beşermiş, gelmiş geçmiş de hadisleri geçersizmiş? Neden? Neden? Neden acaba?..
Millet dünyâ işlerinden geri kalmasın diye mi salavatı terke teşvik ediyorlar.
Eğer bu kimselerin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e karşı sevgisi, saygısı ve aşk u şevki olsa idi herşeylerini O’na fedâ ederlerdi.
Hattâ hayatları müddetince salavatı ağızlarından bırakmadan mütemâdiyen işletmek sûretiyle devam ederlerdi.
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendilerine karşılık verdiği gibi bununla berâber ALLAHu Zu'l-Celâl'de salavâtı teşvik edip iştirak eder.
Bunu Fırka-i Nâciye isimli eserimizde etraflıca anlatmışızdır. Fakat burada da biraz anlatalım.
Düşünün ki; ALLAHu Zu'l-Celâl Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e karşı ümmetini nasıl tergib ve teşvik edib nasıl bir sistem koymuştur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e salavat getiren ümmetine ALLAHu Zu'l-Celâl 1 salavatına karşılık olarak 10 salavat getirir. 10 salavat getirirse 100, 100 salavat getirirse 1000, yâni 10 katı salavat getirirken ALLAHu Zu'l-Celâl daha nasıl tergib ve teşvik edecek bundan daha iyisi var mıdır acaba?
Hiçbir beşer için böyle bir şey olmuş mu acaba?
Bundan dolayı salavatın çok büyük bir kıymet ve değeri vardır.
Esâsen Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e karşı ne kadar çok muhabbetin ve aşkın, şevkin var ise o kadar çok salavat getirirsin...
Hattâ Hz. Ömer buyuruyor ki:

الأعمال موقوفة والادعية مردودة ان لم يكن فيها صلاة على رسول الله لم يقبل الله شيئا

Yâni, âmeller durgundur, duâlar geçersizdir.
Ne zaman ki berâberinde salavat bulunursa duâlar ve ameller geçerli olur.
Çünkü, salavatla; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem için hayrat-u-berekât ve daha yüce rütbeler istiyoruz, “Allâhumme salli” demek; ALLAHu Zu'l-Celâl'in salâtı ma’lûm, rahmetidir ref’etidir, şefkâtidir, ikrâmıdır, ihsânıdır ve’l-hâsılı...
Salavatla bunları Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem için taleb ettikçe, Aleyhi's-selâtu ve's-selâma salavat getirdikçe, Cenâbı Rasûlullah da sallallâhu aleyhi ve sellem ALLAHu Zu'l-Celâl'de karşılığını verir ve tasvib ederler.
Salavat Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e karşı olduğu için reddetmiyor.
Başka şeyler gafletle olsa geçersizdir, ancak salavat öyle değildir.
Salavatı söylerken fikren meşgul olmadan sâdece diliyle söylüyor olsa dahi, esâsen değil mi ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e ait bir salavattır, Habîbi sallallâhu aleyhi ve sellemin yüzü suyu hürmetine RABBımız reddetmiyor ve kabul buyuruyor.
Duâlarımızın başlangıcı salavatla başlayıp sonunu da salavatla bağlamış olursak salavat geçerli bir nesne olduğu için duâlarımızı da geçerli kılmış olur.
Salavatlar sâyesinde onlarla birlikte duâlarımızda elbirliğiyle geçerler...
Geçerli oluşu başında ve sonunda salavat, aralarında da senin duan olunca ve salavatlar kabul edildiğinden onların sâyesinde senin duânı da kabul eder RABBımız... Dönmez asla...

İbâdet yönünden de böyledir ki; ALLAH Zu'l-Celâl'in gâyesi kullarını tergiben teşviken bâ husus ümmet-i Muhammed’in, mensûbu oldukları zâtın kıymet ve değerini bilmelerini istemektedir.
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in şefaatına herkes ve kâinât muhtaçdır.
Şefaatsiz herhangi bir işlemde yürümez.
Vallahu’l-Azîm belki de hiç duymamışsınızdır ki; mahşer gününde Hz. Salih aleyhi's-selâm nakasına (devesine) binmiş olarak gelecek. Hz. Ali radiyallâhu anhu Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in hediyesi olan düldüle, Hz. Fâtımâ radiyallâhu anha Hz. Hasan radiyallahu anhu ve Hz. Hüseyin radiyallâhu anhu'da birer nakaya binmiş olarak mahşer yerine gelecekler.
Hz. Bilâl radiyallâhu anhu kıyâmette o mahşer günü bir ezân okuyacak ve diyecek ki:

اشهد ان لااله الاالله واشهدان محمداً رسول الله

Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah...”
İşte o zaman Âdem aleyhi's-selâm'dan kıyâmete kadar gelmiş geçmiş olan herkes bu şahâdeti orada tâzeleyecek.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'i kabul edip etmeyecekleri husûsunda mahşer günü böyle bir ayırım faslı olacaktır.
Bunun, tüm rasuller ve nebîler dâhilindedir.
Yâni Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in risâleti dışında hiç kimse kalamaz.
Mûsâ aleyhi's-selâm'da olsa İbrâhîm aleyhi's-selâm'da olsa Âdem aleyhi's-selâm'da olsa tümü umûmiyetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in risâleti dışında kalamazlar ve risâletini kabul ederler.
Hadisleri araştırınız bakınız ki, geniş tafsilatlar bulacaksınız...

Hülâsa sonunda Cenâbı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem gücünü ortaya koyacaktır ve risâletini Rasûller dahi tasdik edeceklerdir. Çünkü:

وما ارسلناك الاكافة للناس بشيرا ونذيرا

Senin risâletin umûmidir. Hem insanlara hem de cinlere geçerlidir.
Bir bölüme, bir beldeye ve bir kavme değildir. Rasullerin rasûludur.
RABBımızın bize bu ni’meti azîmeyi nasib buyurduğuna hamdolsun ve sonuna kadar Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in aşk u muhabbetiyle kabûliyetine mazhar olanlardan kılsın. Âmin!...

ALLAHu Zu'l-Celâl dînimizde, dünyâmızda ve âhiretimizde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in aşkına ve muhabbetine devamı nasib ve müyesser eylesin.
Hüsn-ü hatime versin. Âmin!...

Duamız:

اللهم ارناالحق حقاوارزقنا الا تباعه وارناالباطل باطلا وارزقناالاجتنابه dır.

DUÂmız: ALLAHım HaKK, Bize hakkı hakk olarak göster tâbi olmakla rızıklandır, bâtılı bâtıl olarak göster ve çekinmekle rızıklandır…


Resim

Minvâl: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz. * Bez dokuyan cüllah.
İhtimam: Özenmek, fazla dikkat etmek. Gayret ve dikkat etmek.
İ’tidal: Bir şeyde veyâ halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak. * Yumuşaklık. Uygunluk. * Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması. * Miktar ve keyfiyyet husûsunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
Mütemâdiyen: Devamlı sûrette.
Fırka-i Nâciye: Kur'ân-ı Kerîm'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyâmete kadar lütf-u İlâhî ile devam eder.
Tafsilat: (Tafsil. C.) Açıklamalar, izahlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen Gul »

Muhammed SIDDIK (ks) Hocamıza ve Hocamızın eserlerini sitemizde yayınlayan kardeşlerimize çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.
Bu beş gülün ve bütün güllerin sahibi GÜLler SULTANı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize yüreğindeki güller adedince ve o güllerin kokusunca es salatu es selâm olsun inşaallah.


Resim

"Euzu billâhi’s-semî'il-alîmi mine’ş-şeytani’r-racîmi min hemzihi ve nefhihi ve nefsih:Kovulmuş şeytanın dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım."

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin. (Ahzâb 33/56)

Sadakallâhu'l-azîm

Resim

Bismillahirrahmânirrahîm

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”

ÂMİN YÂ MUİN CELLE CELÂLUHU

Resim

اللهم ارناالحق حقاوارزقنا الا تباعه وارناالباطل باطلا وارزقناالاجتنابه

ALLAHım HaKK, Bize hakkı hakk olarak göster tâbi olmakla rızıklandır, bâtılı bâtıl olarak göster ve çekinmekle rızıklandır…


ÂMİN YÂ MUİN CELLE CELÂLUHU

Resim



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين


TÜRKÇESİ :
Allhümme salli alâ men ruhuhu mihrabü'l- ervâhi ve'l- melâiketi ve'l- kevni
Allahümme salli alâ men hüve imâmü
'l- enbiyâi ve'l- mürselin,
Allahümme salli alâ men hüve imâmü ehli'l- cenneti ve ibâdillahi'l- 'minin...

MÂNÂSI :

Allah’ım!
Ruhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrabı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Cennet ehlinin ve Allah’ın mü’min kullarının İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!


Resim

(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)

ÂMİN YÂ MUİN CELLE CELÂLUHU
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz kardeşlerim;
Fırka-i Nâciye adlı kitabımızda da anlatıldığı gibi;
Elestu bi RabbikumRubûbiyyet yönündendir. Bu Tecellîyat-ı Sıfatiyyedir.
Fakat Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem rûhu arşın altında bir kandil içinde olarak, hani Mevlüdde de söylüyor ya:
Mir’at edindim Zâtını Zâtımaişte bu ezel devresinde olan iştir.
ALLAHu Zu'l-Celâl, Zâtî Nûrunu şuhudî olarak; yâni, ilâhe illa ALLAHZâti Nûrunu, Îman Nûrunu, esâsen ayna olan Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem kandil içindeki rûhuna yansıtma olmuştur.
Diğer Rasûllerde Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem aynasından almışlardır.
Çünkü hiç bir ferdin kabûliyet ve imkânı yoktur, tahammül edemez ki kendi rûhuna
ALLAHu Zu'l-Celâl'in Nûru yansıtma olsun. Çünkü, öyle yaratıp öyle güc vermiştir.
Ezelde nasıl
Elestu bi Rabbikumolduysa Rubûbiyyet yönünden; Efendimizdir, Rezzakımızdır ve’l- hâsıl bu Tecellîyat-ı Sıfatiyedir.

Fakat tevhid yönünden olan ise Tecellîyat-ı Zâtiyyedir. İmanın Nuru orada vaki’ oluyor.

ALLAHu Zu'l-Celâl Habîbinin kalbine yansıtma yapıyor. Diğer nebiler de Rasûlullah’dan sallallâhu aleyhi ve sellem alıyorlar.
Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem aynasından aldıklarından dolayı hepside medyun ve müteşekkir olarak
Eşhedu enne Muhammede’r- Rasûlullah... diyorlar.

Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini, Âdem aleyhi's-selâm’dan kıyâmete kadar gelecek olan varlık tasdik edecek veya etmeyecek... Yâni ezelde olan bu ahdini yerine getirib getirmediğini gösterib tekmil verecekler.
Kendi nebilerinden alan milletler olduğu gibi, hiç almayanlarda olacaktır. Ki, bunlar müşriklerdir.
İşte mahşer günü bu şekilde de ayrıcalık çıkacaktır.

ALLAHu Zu'l-Celâl'in izni ve inâyetiyle ne mutlu Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmeti oluşumuza!..
Bu Ni’met-i Azimenin karşılığını ömrümüz boyunca secdeden kalkmasak yine de ödeyemeyiz.
RABBımız bize şuur versin. Âmin!...

Burada bir hususu belirtmek lâzım ki, kıyâmet âlametlerinden olan mü’mini kâfiri ayıracak olan
Dabbetu’l-Arzbir kavle göre Sâlih’in aleyhi's-selâm nâkası (devesi) dır. Bu nakayı kafirler öldürmüşler idi ve onun için kendisine mükafaat olarak bu görev verilmiştir.

Kardeşlerimiz;
Zihninizi fazla yormadan başka bir yöne dönelim.
Âhir zamanda görüyorsunuz; fitnelerin çokluğu, halkın huzursuzluğu, afatların ve beliyyelerin artışlı oluşu... Böyle vâkıa’ların sebebleri nelerdir?
Bâzı kimseler çıkıp
bu felâketler şu sebeble, bu sebeble başımıza gelmiştirdiyorlar. Fakat bunların hepside tahmindir.
Zelzele, hüsûf, küsûf ve benzeri şeylerin hepsinin sebebleri vardır ve hadislerde mevcuddur. Yoksa bâzılarının söylediği gibi de değildir.
Meselâ:
Baş örtüsü yüzünden, bu sebeble olmuşturgibi söylemeler esâsen zerre bile olamaz.
Bunlar Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem hadislerinde bildirdikleri yanında zerre bile olamazlar.

ALLAHu Zu'l-Celâl'in izni ve inâyetiyle sizlere biraz ma’lûmat vermeye çalışacağım.
Âhir zaman hal ve durumu ne gibi sebeblerle neler olacak neler cereyan edecek...

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ان الله عهد الى ان لايأتينى احدمن امتى بلااله الاالله لايخلد بهاشيئا الاوجبت له الجنة قالوا يارسول الله وماالذى يخلد بلااله الاالله قال حرصا على الدنيا وجمعالها ومن عالها يقولون قول الانبياء ويعملون عمل الجبابرة
(رواه الحكيم الترمزى فى نوادر الاصول)


Hadis meâli:
Hâkimin ve Tirmizi’nin Nevâdiru’l usûl’da Zeyd İbn-i Erkab’dan radiyallâhu anhu rivâyet ettikleri hadisde Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
ALLAHu Zu'l-Celâl'in bana bir ahdi vardır. Kim ki ümmetimden olup da ilâhe illa ALLAHile âhirete gelen kimsenin cennetine gireceğini va’detmiştir. Ancak bu şehâdeti hâlisen, muhlisen birşey karıştırmadan olacak. Ashâb-ı Kirâm:Ya Rasûlullah ne gibi karıştırmadan?diye sordular. Şöyle buyurdu:Yâni, dünyâ hırsı sebebiyle hukûkunu yerine getirmez. Zekat vermez. Hırs sâhibi olunca bir çok ni’metleri men’ eder ve yapmaz. ALLAHu Zu'l-Celâl'in emirlerini yerine getirmez. Böylelerinin kılık kıyafet, elbise ve söyleyişlerine bakarsınız da enbiyâ sanırsınız. Fakat âmelleri maalesef cebâbire âmelleridir.

Demek ki bu kimseler; ilâhe illa ALLAH Muhammede’r- Rasûlullahdemelerine rağmen gereken değer ve önemi vermemişlerdir.
Çünkü
ALLAHu Zu'l-Celâl'in emirlerini ve Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem hükümlerini yerine getirerek isbat etmemişlerdir.
Sadâkatı olanlarda ise ufak tefek noksanlıkları affına uğrar.
Ama, hırs sebebiyle halkın hukuklarını gözetmeden mülevvesât hâline getirdiyse bunlar affolunmazlar.

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: لايزال قول لااله الاالله يرفع سخط الله عن العباد حتى اذا نزلوا بالمنـزل الذى لايبالون مانقص من دينهم اذاسلمت لهم دنياهم فقالوا عند ذالك قال الله كذبتم
(رواه الحكيم الترمزى عن انس ابن مالك (ر.ع))

Hadis meâli:
Hakim-i Tirmizi’nin Enes İbn-i Malik radiyallahuanhu’dan rivâyet ettikleri hadisde Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

ilâhe illa ALLAH kelimesi devam etmektedir. Kıymeti, değerliliği ve geçerliliği yerli yerindedir. Ancak ne zamana kadar?..Halisâne lillâhi ilâhe illa ALLAHın akvaliyle ahvaliyle kıymet ve değerini bilerek, Kelimeti’t- Tevhid’in yeryüzünde hakkını ödeyerek, yerinde, yolunda ve karıştırmadan devam ederlerse ALLAHu Zu'l-Celâl o kullar üzerinden sahhatini (zorluk-güçlük) kaldırır. Ne zaman ki; i’tikadlarını, fikirlerini, muamelâtlarını ve ibâdatlarını değiştirmeye kalkışırlarsa... Nasıl oluyor bu?
Dinlerinde bir noksanlık, haksızlık, nahoşluk gayr-ı meşru’luk vs. yani,
ALLAH'ın rızâsına uygun olmayan şeylere dönüşme yaparlarsa ve buna ihtimam etmeyip te dünya işleri ma’mur olsun da, iyi gitsinde dinlerinde ne gibi noksanlık olursa olsun, dinleri zarar görürse görsün deyip aldırmadıkları ve önem vermedikleri takdirde; İşte o zaman ilâhe illa ALLAHdiyen kimselere:Hayır, hayır yalan söyledin!diye ALLAHu Zu'l-Celâl bunları tekzib eder, yalanlar. ALLAHu Zu'l-Celâl sahatini kaldırmaz bir kerre...

Ancak
ilâhe illa ALLAHhakkına uygun olarak, hükümlerini düzgünce yerine getirmek şartıyla, ALLAHu Zu'l-Celâl'in kulları olarak emirlerini yerine getirir, nehiylerinden ictinab eder, çekinir ve bu minvâl üzere olan tevhid mutlaka ve mutlaka ALLAHu Zu'l-Celâl'in sahatini yâni gazâbını kaldırır.
Ne zaman ki bu hâlin dışına çıkar kaale almazlar; fâizmiş, riba'ymış vs. dinleriyle alâkalı şeyleri mühimsemeyip önem vermezler.
Yeterki dünyâları ma'mur olsun, menfaat temin etsinler, isterler yâni, dinlerini dünyâları ile değiştirirler...


“ دينكم ديناركم”


Dîniniz dinarınızdırbuyuruyor ya işte ayni şekle geldikleri takdirde hiç durmadan:

لااله الاالله ‘ لااله الاالله’ لااله الاالله

ilâhe illa ALLAH ilâhe illa ALLAH ilâhe illa ALLAH...” deyip dursalarda ALLAHu Zu'l-Celâl karşılığındaKezzebtum: yalan söyledinizbuyuruyor.
Onun için bu kelime artık gazabını yok etmez ve geçerli de değildir.

RABBımızın, tevhid için buyurduğu va’dide kalmıyor artık.

Hadis-i Şerif:


لااله الاالله تدفع عن قائلها تسعة وتسعون بابا من البلاء ادناه الهم


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ilâhe illa ALLAHkelimesi sâhibinin başına gelecek olan âfat ve beliyyelerin def’ine çalışır. Hatta 99 beliyeyi birer birer def’eder ki en ednâsı en küçüğü kederdir. Kederli olan kişinin kederini dahi def’eder ki bu en ednâsıdır. Artık bunun üstünde olan daha beterinden 99 beliyye nesnesini def’etmeye kadirdir. Yeter ki tevhidi gerçekten ilâhe illa ALLAH olsun. ALLAHu Zu'l-Celâl'in emir ve nehiylerinin kıymet ve değerleri yerli yerinde olsun. Eğer böyle değilse olmuyor. Zîra burada buyuruyor ki:


لااله الاالله

ilâhe illa ALLAHöyle bir kelimedir ki;
ALLAH nezdinde çok çok kıymet ve değeri vardır. Bahası biçilmez ve değeri ölçülemez.
Esâsen onun karşısına çıkacak yerini tutacak herhangi bir kelime yoktur. Yeterki hakkını bilib işlemek ve haddini bilebilmek...
Bu kelimeyi
ALLAHu Zu'l-Celâl'in emir ve nehiylerini kâle almadan, ona aldırıp uygulamadan, ALLAHu Zu'l-Celâl'in rafd ettiği (bıraktığı) dünyâyı dînine tercih edecek olurlarsa bu kelime onlara nasıl bir yarar getirebilir?..
İçi bomboş bir kelime... Sadece harfleri telaffuz ediyorsa...
ALLAHu Zu'l-Celâl bu hususda bizlere şuur versin ve mu’in olsun. Âmin!...


Resim

Mir’at: Ayine. Ayna.
Zâtî: Zatına mahsus.
Ve’l hasıl: Sözün kısası, özü, kısacası.
Medyun: Borçlu. Vereceği bulunan.
Tekmil: Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek. * Tam, bütün, eksiksiz.
Nâka: Dişi deve.
Ni’met-i Azime: Büyük ni’met.
Şuur: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir
Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Vâkıa’: Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise. * Olan olmuş. * Rüya, düş. * şiddetli hâdise. * Meşakkat, musibet. * Kıyâmet. * Cenk, savaş.
Hüsûf: Ay tutulması. Perdelenmek. Dünyâ gölgesinin ay üzerine gelmesi. * Bir şeyin nûru ve ışığı gitmesi.
Küsûf: Güneş tutulması. Ay'ın, Dünyâ ile Güneş arasına gelerek Dünya üzerinde gölge yapması.
İnâyet: Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Ahd: Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. * Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet.
Hâlisen: Hâlis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak.
Muhlisen: Hâlis olarak. Muhlis olarak.
Hırs: Aç gözlülük. Tamahkârlık. * Kızgınlık. * Şiddetli istek, arzu. * Azgınlık.
Cebâbir: Cebrediciler. Mütekebbirler. Zâlimler.
Akval: (Kavl. C.) Sözler, kaviller.
Ahval: Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Kelimeti’t- Tevhid: tevhid kelimesi.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dînin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Muamelât: (Muâmele. C.) Muâmeleler.
Gayr-ı meşru’: ALLAH'ın rızâsına uymayan, şeriat hârici, kanunsuz iş.
İhtimam: Özenmek, fazla dikkat etmek. Gayret ve dikkat etmek.
Ma’mur: İ'mar edilen, tamir edilmiş.
Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
İctinab: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
Kaale almaz: Söz dinleyip önemsemez.
Ribâ: Faiz. * Muâmelede meşru miktardan tecavüz. * Bir şeyin artması, çoğalması. * Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hâsıl olan haram kazanç.
Telaffuz: Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.


Resim

ELeST BeZMi:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne) : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.
(A'râf 7/172)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerimiz; acayib görmeyinizde şöyle bir inceden düşününüz; ilâhe illa ALLAHdediğimiz zaman İLAH celle celâlihu SUBHANehu Teâlâ Hazretleri var, mâsiva (ALLAH Zu'l-Celâl'den gayrisi) yok.
Ulûhiyyet ancak kendisine lâyık ve uygundur. Peki sen kimsin? Senin sıfatın nedir?
Abdsın, kulsun... Peki bir köle efendisinin hiç bir emrini yerine getirmeden sâdece:
Efendim! Efendim!diyorsa bu sözleri geçerli olur mu?
Bizde sâdece dilimizle ismen
ilâhe illa ALLAHdedikte, emirlerine ve nehyettiklerine uymayıp, kâle almayıp ve önemsemeyip tam tersine gidersek bu hâlimiz Ulûhiyyetin azâmetine dokunmaz mı?
Eğlenir gibi hâşâ, hâşâ... Düşünün, düşünün bir kerre...
Tabi ki böylesi bir kuluna artık sâhib çıkmayacağı bir gerçektir. Gerçekte de böyledir bu...

Hepimiz pekâlâ biliyoruz ki, bir me’mur âmirinin hiçbir emrini yerine getirmez de boyuna:

Âmirim emret, âmirim emret!dese de hiç yapmasa bu âmirini eğlenceye alıp eğlenmek değil midir?
Sözünün karşılığı olmadan birşeyler yapmadan...

Ah kardeşlerim ah!..
Hepimiz düşünelim, kudretini ve azametini düşünelim bir daha...

ALLAHu Zu'l-Celâl ki; varlığımız onun var etmesiyledir.
Şu mukevvinattaki tüm ni’metlerin hepsini de bizler için var etmiştir.
Umumiyetle tümümüz vermiş olduğu canlılıkla ve mülkünde de yaşıyoruz.
Ni’metlerini yiyiyor, içiyor ve faydalanıyoruz.
Ve tüm bunlara rağmen bir de sıkılmadan muhalefet yapıyor, umursamıyor ve O’nu kâle almıyoruz...
Dönüp bir de diyoruz ki
ilâhe illa ALLAH..
Evet bu söz güzeldir, harikâdır ama bizim hâlimizde bu iken, bu sözümüzü gerçek kabul eder mi?
Zâten kendisi de hâşâ bizim gibi kul olsaydı, çoktan bizleri kapısından tard eder, kovardı!..
Bilmelisin ki
ALLAHu Zu'l-Celâl azâmetini ve kudretini senin söyleyeceğin bir söz ve yapacağın bir iş asla değiştiremez.
O gerçekten tek olan
İLAH celle celâlihu SUBHANehu Teâlâ'dır...

Onun içinde misâl olarak; bir köle efendisine, bir me’mur âmirine nasıl davranıp hakkı vardır diye saygı duyuyorsa ve emirlerine uyuyorsa ve kendisine işine gücüne bir na-hoşluk olmasın diye çaba sarf ediyor ve ihtimam gösteriyorsa,
ALLAHu Zu'l-Celâl'de bizi yoktan var etmiş, ni’metlerini vermiş, vermekte iken ve bizden hâşâ bir beklentisi de yok iken, O'na karşı olan hal ve tavrımızı bir daha içtenlikle düşünelim.
Halbuki kendisi müstağni olup her emri ve nehyi de bizim yararımızadır.
Kulunun söyleyeceği hiçbir söze ve yapacağı hiç bir işe de ihtiyacı yoktur.
Düşünün bir kerre...
ALLAHu Zu'l-Celâl münezzehtir.
Böyle, âmellerimizle böbürlenerek sanki
RABBımızın çıkarı var sanmak gibi çok şaşkınca olan düşüncelerden hazer edib çekinelim.
Esâsen sâdece şefkat ve merhâmetinden dolayı kullarının cehennemlik olmasına rızâsı yoktur. Vallâhi en şefuk ve atûf olan bir anadan 70 kat daha şefuk ve atufdur kullarına karşı.
Velev ki kâfir olsa dahi. Değilmi ki kuludur bir kerre...
O sebeble
RABBımızı bu şekilde tanıyalım ve inanalım.
Kulları hakikâten sadakatla
ilâhe illa ALLAHdiyorlarsa, Ulûhiyyetine karşı hükümlerini ve emirlerini yerine getiriyorlarsa, saygı duyuyorlarsa, emir ve nehiylerine uygun hareket ediyorlarsa ve evet halleri böyle ise Vallâhi ALLAHu Zu'l-Celâl'in gazâbını söndürür.
Pek çok beliyye ve afatlardan da kurtarır. Hem dünyada hem âhirette böyledir bu...
Ama, söyler söylerde hâşâ eğlenir gibi yapmazsa sözünün hiç bir değer ve kıymeti yoktur.

ALLAHu Zu'l-Celâl bizlere şuur versin de bilelim ki; başı boş bırakılmış da değiliz.
Üzerimizde
ALLAHu Zu'l-Celâl'in hakları vardır.
Rastgele bir kimse sana bir kaç kere iyilik yapsa emrinden çıkmaz iken; doğmadan önce başlayıp kıyâmetten sonrada devam edecek olan sonsuz ni’metleriyle dâimî ilâhımız
ALLAHu Zu'l-Celâl Celle Celâlihu SUBHANehu Teâlâ'dır ve bizler O'nun kullarıyız.
O'nun sultasından ve hükmünden istesek de çıkamayız zâten.
Nere gidersek gidelim
O'nun mülkünde ve O’nun nimetleriyle yaşıyoruz...
Hiç bir kimse içinde bunun başka bir yönü ve yolu da yoktur.
Bu incelikleri iyice düşünelim de Kelime-i Tevhidin önemini ve değerini bildiren bu hadisin gerçekten ne kadar haklı ve yerinde olduğunu anlayalım.
Bakınız bu hadis-i şerifte:
Artık yalan söylemeyinbuyuruyor.
Bu Kelime-i Tevhidi sadakatla söyleyenden hiç esirgemiyor...
Sadâkatla olmayınca da tabi ki bir geçerliliği olmuyor.

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: ان الله يعذب الموحدين فى جهنم بقدرنقصان ايمانهم ثم يردهم الى الجنة خلودا دائما بئيمانهم
(رواه ابونعيم الاصفهانى عن انس (ر.ع))


Hadis meâli:
Ebu Naimu’l Esfahanî’nin Enes radiyallâhu anhu’dan rivâyet ettiği hadiste aleyhi's-selâtu ve's-selâm buyuruyor ki; ALLAHu Zu'l-Celâl muvahhidin (ALLAH'ın birliğine inanan) olan kullarına dahi azab eder. Bunların îmanları vardır ama noksandır. Böylesi kullarını cehennemine eletir ve noksanlıkları nisbetince cehennemde azab eder. Pürüzlerini yakar temizler ve sonradan îmanlarıyla cennete gelir, ebeden dâimen kalırlar.

Hadis-i Şerif:


والذى نفس محمد بيده لايسمع بى احد من هذه الامة يهوديا ولانصرانيا ثم يموت ولم يؤمن باالذى ارسلت به الاكان من اصحاب النار


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûllullah sallallâhu aleyhi ve sellem kasemle, rûhum yed’i kudretinde (kudret elinde) olan ALLAH hakkı için; mevcûd olan insanlık benim risâletimi duyduktan sonra Yahudi olsun, Nasrânî olsun veyâ herhangi başka bir milletten olsun gelişimi ve risâletimi eğer tasdik edib inanmazlarsa, îman etmezler ise cehennem ehlidirler. Başka bir çıkış yollarıda asla yoktur.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra başka kimselerin söylediği veya söyleyeceği:Ben şuyum, buyumgibi sözleri geçersizdir.
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin risâleti diğer risâletleri ve hükümlerini durdurmuştur.
Evet, kendi devrelerinde, vakitlerinde gönderilmiş oldukları belde, kavim ve zümreye rasul idiler.
Ancak, Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem teşrifi ile bunların risâletleri esâsen durmuştur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem rasullerin rasûludur.
Âdem aleyhisselâm dan bu yana gelmiş olan resüllerin tümü de Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem zamânında gelmiş olsalardı ona tabi’ olup niyâbet makâmında olurlardı.
Ama, onların kendi devrelerinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şahsen, vücûden bulunmayınca kendi devrelerine münhâsır risâletler verilmiştir.
Çünkü rasul, elçi demektir. Yetkili ve salâhiyetlidir.

ALLAHu Zu'l-Celâl ile kulları arasında görevli olan elçiler ki kendilerine vahyedilip kitablar veriliyor. Nebîler ise onlar tabi’ oldukları rasullerden alırlar ve o hükümler altında halkı irşad ederler. Rasuller vahiy veyâ kitab sâhibleri olup kendilerine verilen, tahsis edilen yasaları vardır.
Rasuller müstakil olup 313 tânedirler. 124.000 nebî gelip geçmiştir.
Halkı irşâd edebilmek için nebî âdedi daha çoktur.
Çünkü nebîler belde belde, kavim kavim halkı dolaşıp irşad ederler.
Uğraşıp koştururlar halk arasında. Nebîler fazlaca yayında yapamazlar bağlı oldukları rasûlun tezini yürütürler.

Fakat Cenâb-ı Rasûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellemin risâleti umûmîdir.
Tüm rasullerin yasalarını hükümlerini ve risâletlerini kapsamı altına almıştır.
Îsâ aleyhi's-selâm, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında gelse Rasûl Îsâ aleyhi's-selâm olarak geçmez ve Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem tabi’ olur...
Şu andaki Yahudilerin ve Îsevilerin
Biz müstakilizsözleri Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem teşrifiyle nesholunmuştur. Geçersiz kılınmıştır.

Dinleri ve kitab hükümleri de geçersizdir. Hepsi de Kur’ân-ı Azîimu’ş-şan'da cem’ edilmiştir.
Zâten kitablarını tahrif edib (bozub) binlerce kitab ortaya çıkarmışlardır.
Hattâ İznik'te 4 adede indirmişlerse de onlar dahi uydurmadır.
Güvenilecek halde değildir. Ortada orjinal olan Tevrat ve İncil kalmamıştır.
Halbuki
ALLAHu Zu'l-Celâl'in Kur’ân-ı azîmu’ş-şan hakkında va’di vardır:


إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

İnnâ nahnu nezzelne'z-zikra ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne): Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.
(Hicr 15/9)

Kur’ân-ı azîmu’ş-şan'ı katımızdan biz indirdik ve elbette onu biz muhafaza edeceğiz.Buyurmuştur.
Onun içindir ki; Kur’ân-ı Kerîm kıyâmete kadar, ref’ oluncaya kadar asla değişmez ve aslen devam eder. Hiçbir kelimesi değişmez.
Diğer kitablar için
RABBımızın böyle bir va’di yoktu.
Onun içinde çok değişik haller girmiş ve tekallübat olmuştur. Onun için güvenilemez.
Tevrat'ın da, İncil'in de, Zebur'un da ve suhufların da tümünün de anneleri Kur’ân-ı azimu’ş-şan'dır.
Onlar Kur’ân'dan alma bölümlerdir. Hatta Kur’ân'ın mufassalat fazlalığı vardır.

O sebeble Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra Yahudi, Nasrânî veya başkaları olsun ona bağlanmak mecbûriyetindedirler.
Bâzı kimselerin bilir bilmez
ilâhe illa ALLAHdiyenler hemen cennetliktir!” diye halkı kandırma işleri vardır.
Bin defâ
ilâhe illa ALLAHdese de Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini kabul etmese cennete girmesi imkansızdır.
Mahşer âleminde bile Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem risâletini kabul veya tekzibi (yalanlama) mutlaka ortaya çıkacaktır.
Risâleti umûmîdir. Âdem'den aleyhi's-selâm kıyâmete kadar tüm kâinata şâmildir.
Teşrif ettikten sonra herkesin uyması zorunludur. Hükmü’llah böyledir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif etmeden öncelerde ise herkes kendi devresinde haktır ve doğrudur.
Bunlar daha önce gelip geçtiler ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme rastlamadılar ise de mahşer âleminde tasdik veya tekzib edeceklerdir.
Dikkat ediniz ki günümüzdeki Yahudilik devam ediyormuş da ne diyorlar hâşâ:


وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

Ve kâleti'l-yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâleti'n-nasâre'l-mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kabl(kablu) kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn(yu'fekûne): Yahudiler: "Üzeyir ALLAH'ın oğludur" dediler; hristiyanlar da: "Mesih ALLAH'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. ALLAH onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
(Tevbe 9/30)


وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ


Yahudiler;Üzeyir İbnullah;Üzeyir ALLAHın oğludurdediler.
Bu nasıl ilâhmış ki karısı varmış, oğlu varmış filan, falan...
Hâşâ hem
ALLAHu Zu'l-Celâl'e iftira edib hem de cennet mi bekliyorlar!..
Böylesine
ilâhe illa ALLAHolur mu?.

Nasara da benzeri:


“وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ

Mesih ALLAH'ın oğludurdiyorlar...
Hattâ, bir zaman bir İncil'in Arabça bir şerhini gördüm de başlangıcı:
Bismu’l- ebb.” “Babanın ismiyle başlarımdiye başlıyor.
Hz. İsâ aleyhisselâmı anlatırken de
ALLAH başka nebîler gönderirken onlara kitab vs. vermiş isede İsâ aleyhi's-selâmı oğlu olarak temsilci göndermiştir.demekte...
ALLAH baba olarak oğlunu göndermişmiş hâşâ...
Eğer buna iman deniliyorsa din deniliyorsa onların olsun...

ALLAHu Zu'l-Celâl bizleri muhafaza etsin!.
İşte günümüzde de bazı
Müslümanımdiyen şaşkınlar vardır ki ilâhe illa ALLAHdesin de ister Mûsâ aleyhi's-selâmı, ister Îsâ aleyhi's-selâm Rasûl tanısın cennete eletiyorlar...
Sanki cennet babalarının malı da istediğini sokuyorlar.

İşte İmam-ı Ahmed ve Müslim’in hadisinde Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yeminle buyuruyor ki:
Benim risâletimi tasdik etmedikçeashabu’n-nârdırlar ve asla çıkacak da değillerdir.

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من شبه الله بشيئ اوظن ان الله يشبه شيئ فهومن المشركين
(رواه ابونعيم عن الفحاك عن ابن عباس(ر.ع))


Hadis meâli:
Herhangi bir kimse; düşünerek tahmin ederek ALLAHu Zu'l-Celâl bir nesneye benziyor diye müşebbihat ederse, teşbihe kalkışırsa, veyâ öyle zannederse bir şeye benzetmeyi düşünürse dahi müşriklerdendir. Müşrikin olduğuna dâir hüküm veriliyor.
Hadisi Ebu Naim
(Ani’d- Dakkak an İbn-i Abbas) rivâyet etmiştir.


Resim

Acayib: (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
Ulûhiyyet: İlâhlık. * ALLAH'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
Azâmet: Büyüklük. Cenab-ı HAKK'ın büyüklüğü. * Kibirlilik
Tard: Sürme, kovma, uzaklaştırma. * Mektebden veya vazifeden uzaklaştırma. Hizmetten çıkarma.
Na-hoş: f. Hoş olmayan, hoşa gitmeyen.
İhtimam: Özenmek, fazla dikkat etmek. Gayret ve dikkat etmek.
Müstagni: (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Münezzeh: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
Hazer: Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma.
Mukevvinat: Yapılmış ve yaratılmışlar. Bütün mahlukat.
Şefuk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Atûf: Şefkat. Çok merhametli oluş.
Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Muvahhid: ALLAH'ın birliğine inanan. Tevhid eden. * Birleştirici olan.
Zümre: Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins.
Niyâbet: Nâiblik, vekillik. Kadı vekilliği.
Münhâsır: (Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili. * Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus olan.
Tez: Dava, izlenen yol.
Müstâkil: Kendini idâre edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Cem’: Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Tahrif: (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.
Ref’: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Zebur: * Peygamber Hz. Dâvud'a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı.
Mufassal: Tafsilli, tafsilâtlı, izahlı. Geniş mâlumatlı, kısımlara ayrılıp anlatılmış.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
Nasranî: Hristiyanlıkla alâkalı ve ona mensub olan. Hristiyanlardan olan.
Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
Şâmil: Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan. * Çok şeye birden örtü ve zarf olan. * Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.
Teşbih: (C.: Teşbihât) Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek
Müşebbih: Benzeten, iltibas eden.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

İşte ibret almak lâzımdır ki; hâşâ ALLAHu Zu'l-Celâl bir şeye benzetilirse veya zannından geçirme tasavvur edilse o zaman ALLAHu Zu'l-Celâl mahlûkatına benzetilmiş olur hâşâ...
Bir kerre fikre hayale gelen herhangi bir misâl bir benzer olsa o zaman, bir kerre mahluk olmuş olur hâşâ...
İnsanoğlunun tasavvur edeceği şeyler tamamen mahlûktur.
İnsanoğlunun tefekkür edeceği duyacağı düşüneceği fikrinden geçireceği şeyler mahlûktur ve
ALLAHu Zu'l-Celâl bu gibi şeylerden münezzehtir.
Hiçbir benzeri, misâli, şekli şemâli heyalinden bile geçirmek kesinlikle şirktir.
Nerde kaldı
Üzeyir ALLAHın oğludur,İsâ ALLAHın oğludurdemek...


وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

Resim---Ve kâleti'l-yahûdu uzeyrun'ibnullâhi ve kâleti'n-nasâre'l-mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kabl(kablu) kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn(yu'fekûne): Yahudiler, Uzeyr ALLAH'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) ALLAH'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. ALLAH onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!”
(Tevbe 9/30)


ALLAHu Zu'l-Celâl “Yahudiler, Uzeyr ALLAH’ın oğludur, dediler. Hristiyanlarda Mesih (İsâ) ALLAHın oğludur, dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini) Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. ALLAH onları kahretsin!. Nasılda (haktan batıla) döndürülüyorlar.” buyuruyor.

ALLAH bunları katletsin, evvelki milletlerin yaptıkları gibi uydur uydur söyle. İşte müşriklik budur.
Günümüzde ise bazı ahmaklar kalkıp
İsâdese de olur diyebiliyorlar, anlamıyoruz...
Cennet babalarının hanı mı ki arzuladıklarını eletmeye niyetleri vardır.

ALLAH şuur versin öyle bir devreye geldik ki ele alınacak hal kalmadı.
Dini fesada uğratmak için halkı küfre ve dalalete sevke davet etmekten başka işleri güçleri yok bunların...
Aşırı derecede her gün bir başka şeyler çıkarıyorlar bu azgınlar...
Bu husûsu teyid için bildirelim ki; Enes İbn-i Mâlik, Haccac devresinde bulunduğu için kendisine başvururlar ve Haccac için bir şeyler isterler de; Onlara:
“Susun,susun bunu çıkarmayın yoksa bilin ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu” diye şu hadisi rivâyet ediyor.


مامن زمان الاوالذى بعده شرا منه مامن سنة الاوالذى بعده شرا منها مامن يوم الاوالذى بعده شرا منه

Korkarım ki gelen sene geçen seneden daha şerli olacak, gelen gün geçen günden şerli olacak korkarım ve duâ ederim ki bir değişiklik olursa daha beteri gelir... Bundan hiç şüphe etmeyiniz.
Kıyâmete kadar bu böyle devam eder, Âdem aleyhi's-selâm dan beri de bu böyle...
Hele bilhassa Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devresinden bu yana ise artık son yarım günün devresine girmişiz.
Artık din fesada uğrayacak, şeriatın hükümleri tamâmen fesada uğrayacak ve geçersiz olacak.
Ve netîcesi daha, daha, daha betere...
Hatta ki şerden gayri çoğalan bir şey yoktur.
Hayır kısmı gün be gün mütemâdiyyen azalmaktadır ve azalacaktır...


Aziz Kardeşlerimiz;

Ne buyuruyor Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

مامن يوم الاوالذى بعده شرا منه

Gelen herhangi bir gün geçen günden daha şerli olacaktır.
Şu halde şer çoğalmakta hayır ise azalmaktadır...
Berekat ve hayrat ve benzeri azalmakta, şer ise çoğalmaktadır.
Dolayısıyla artık, işte böyle bir devrede yaşamaktayız.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem fitne husûsunda çok hadisler buyurmuştur.
Bâhusus Huzeyfetu’l- Yemânî çok sormuştur.
Fitne husûsunda en çok soru soran ve fitne husûsunda en çok malûmât verende odur.
Hatta Hz. Ömer radiyallâhu anhu bile Ona sorardı.
Hz. Ömer’e radiyallâhu anhu dedi ki:
“Sen fitnenin kapısısın, sen bulundukça fitne olmaz.”
Hz. Ömer radiyallâhu anhu de ona sordu ki: “Ya Hüzeyfe bu kapı kırılacak mı? Açılacak mı?”
Hz. Huzeyfe radiyallâhu anhu: “Hayır, kırılacak.” Deyince,
Hz. Ömer radiyallâhu anhu:
“Heyhat, heyhat!..” diyor.
Çünkü kırılınca başka çâresi de yoktur ardı ardına fitneler devam eder gider. Bu belli birşeydir...
Çünkü Hz. Ömerin radiyallâhu anhu fitnenin kapısı oluşu; O bulundukça fitneye meydan vermemesidir.
Ve nitekim Hz. Ömerden radiyallâhu anhu sonra olan vâkıa’lar hepimizce ma’lumdur.
Târihleri okursanız, Târihu’l- Hulefâ, Târihu’l- Cezerî, Târihu’l- Kâmil, İbn-i Haldun, Mesûdî, İbn-i Esir’in Kitâbû’l Bidâye ve’n-Nihâye ve benzerleri...

Eser çok ama konumuz ve gâyemiz fitnedir. Kur’ân-ı Azîmu’ş-Şân'daki:


وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Resim---Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah(hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu'l-ikâb(ikâbi): Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, ALLAH'ın azâbı şiddetlidir.
(Enfal 8/25)

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zülmedenlere erişmekle kalmaz (umûma sirâyet ve hepsini perişan eder.) biliniz ki, ALLAH’ın azâbı şiddetlidir.”
Âyeti celîlesi geldiğinde Zübeyir radiyallâhu anhu buyuruyor ki: “Ah, ah!.. Acaba kimlere gelecek fitne bu şekilde...
Çünkü hele bilhassa Hassaten sizden olmasın diye uyarıyor ALLAHu Zu'l-Celâl.
Bilin ki fitnenin arkasından ALLAHın ikabı şediddir. Fitneden hazer ediniz!.
Zâlim olanların fitnesine de karışıp girmeyiniz. Mülevves nasîbiniz olmasın.
Bilin ki ALLAH'ın ikabı şediddir, şiddetlidir.
Hz. Zübeyir radiyallâhu anhu buyuruyor ki;
“Düşünüyorduk ki kimler acaba bunlar? Ve ne zaman olacak bu fitneler diye...
Ola ola baktık ki kendimiz fitnenin içine girmişiz...
Ve nitekim İmam-ı Ali radiyallâhu anhu ile karşı karşıya gelince bu âyetin işâretini anlıyor.


Emevî tarafı, Hz. Osman radiyallâhu anhu öldürenlerin kimler olduğunu İmam-ı Ali’den radiyallâhu anhu istiyorlar.
Emevîlerin gâyeleri budur. Sanki İmam-ı Ali radiyallâhu anhu tarafmış gibi...
Zübeyir radiyallâhu anhu da Emeviler tarafında idi.
Hz. Zübeyir radiyallâhu anhu kılıcını çekip İmam-ı Alinin radiyallâhu anhu karşısına çıkınca İmam-ı Ali tebessüm etti.
Zübeyir radiyallâhu anhu:
Neden tebessüm edersin, beğenmedin mi ya Ali!deyince:
Hayır, o yönden değilde, hani hatırlar mısın filân vâkitte kol kola girmişdik de Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem huzûruna geliyorduk.
Bu şekilde geldiğimizi gören Aleyhi's-selâtu ve's-selâm şöyle buyurmuştu:
Korkarım ki, günün birisinde birbirinize karşı kılıç sallarsınız.
Bize uyarı olarak söylediklerini hatırlar mısın?
Bize o zaman tuhaf gelmişti ve acayibimize gitmişti de nasıl olur biz birbirimize kılıç sallarız demiştik...
İşte o gün bu gün, bak kılıcını alıp gelmişsin. Birbirimizi öldürmeye çalışacağız.
Ne dersin sen bu işe.
deyince Zübeyir radiyallâhu anhu durdu, hatırladı ve derhal bıraktı ve fitnenin dışına çıktı.
Ve’l- hâsılı halkın arasından çıktıktan sonra bir boşluğa vardı, tabi çok yorulmuştu başının altına bir taş aldı mübârek, yattı uyudu.
Tâkib etmişler mübâreği uykuda iken öldürüp şehid ettiler ve kellesini de İmam-ı Ali radiyallâhu anhu'ya getirdiler makbule geçsin diye...
O zaman İmam-ı Ali radiyallâhu anhu şöyle buyurdu:
Siz bunu getirdiniz diye size bir mükafaat vereyim... Size müjdem var!deyince sahi sandılar.
Buyurdu ki;
Fitne devresindeki fitnenin tamâmı (esâsen Hz. Osman radiyallâhu anhu ve Hz. Ali radiyallâhu anhu devrelerinde olan hâdiseler Sıffin harbi ve Cemel Vâkıa’sı gibi fitneler) hakkında Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:


القاتل والمقتول فى الجنة

Kâtilde, maktulde cennettedir buyurmuştur.

Çünkü ictihâdi bir meseledir. İctihâdî bir fitnedir bunlar...
Hz. Osman radiyallâhu anhu şehîd ediliyor...
Emevîler
Mâdem ki halîfe oldun yâ Ali, Hz. Osman'ın radiyallâhu anhu kâtillerini bul ve bize teslim etdiyorlar. Bu ictihadi bir meseledir.
Bir de Hz. Osman radiyallâhu anhu gibi bir zât nebî mirasçısıdır. O mertebede ve bir nebî değerindedir.
Bir nebî öldürüldüğünde onun diyeti ise 70.000 kişinin kanıdır karşılığında.
Onun içinde Abdullah İbn-i Seleme:
“Sakın Osmanı öldürmeyin, zira 70.000 kişinin kanının akmasına sebeb olursunuz, bu nebî mirasçısıdır yapmayın!.” diyor.
Ama dinlemeyip:
Sen sus Yahudi bozması!.. diyorlar. Hakîkatende öyle oldu.
Hz. Muaviye tarafı 45.000 Hz. Ali kerremullahiveche tarafıda 25.000 kişi verdiler ve toplam 70.000 kişi gitti.
İşte İmam-ı Ali kerremullahiveche, Hz. Zübeyir’in kellesini getirenlere Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hadisini söylüyor:


القاتل والمقتول فى الجنة الا قاتل زبير فى النار

O günde, o fitnede kâtilde maktulde cennettedir, ancak Zübeyir’in kâtili cehennemliktir.
Çünkü Zübeyir radiyallâhu anhu fitnenin dışına çıkmışdı... Ve zulmen öldürüldü...


Bu hadisi şerif Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem halîfeleri devresi fitneleriyle alâkalı olup bizim yorumumuza kapalıdır. Hadislerle bildirilmiştir.
İmam-ı Ali radiyallâhu anhu devresinden sonraki fitneler için sorulduğunda;
“Fitne gâyesiyle ayaklanan ve fitne devresinde ölende, öldürende cehennemliktir.” Buyurunca,
“Ya Rasûlullah öldüreni anladık amma ölen neden cehennemliktir?” dediklerinde cevâben:
“Onunda niyetinde ve azminde bir kimseyi öldürmek vardı... Öbürü daha çevik davrandı da onu öldürdü. Esâsen niyeti ne ise niyetinin nisbetine göre alacağını alır. O dahi kılıcını kuşanmış karşısına geleni öldürmek niyet ve azminde ama öldürememişde öldürülmüş... Onun için ölen ve öldüren narda... Yeterki, fitneyi ayaklandırmasınlar fitneye teşebbüs etmesinler ve fitneden uzak dursunlar!” diyerekten her ikisininde kâtilinde maktülünde cehennemlik olduğunu bildirmiştir...


Resim

Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu.
Mahluk: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Münezzeh: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
Şemâl: yüz görüntüsü-ahlakı.
Şirk: En büyük günah olan ALLAH'a (C.C.) ortak kabul etmek. ALLAH'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.)
Müşrik: ALLAH'a ortak kabul eden, şirk işleyen. ALLAH'tan başkasına ibadet eden.
Katl: (C.: Mekâtıl) Kesmek.
Fesad: Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecâvüz edip zulmetmek.
Dalalet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. ALLAH'a isyankâr olmak. * Şaşkınlık.
Haccac: Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Rasulu Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.
Mütemâdiyyen: Devamlı surette.
Fitne: İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakîkatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.
Vâkıa’: Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise. * Olan olmuş. * Rüya, düş. * şiddetli hâdise. * Meşakkat, musibet. * Kıyâmet. * Cenk, savaş.
Ma’lüm: Rasûlu Ekrem'in (A.S.M.) bir nâmıdır. Onun geleceği, melekler, rasuller ve nebiler tarafından mâlum olduğundan ve dünyâya teşriflerinden evvel kendilerinin ta'zim edilmesi ve ona intisab dileklerinden dolayı bu isim verilmiştir. * Bilinen, belli olan.
Ve’l- hâsılı: Sözün kısası, özü, kısacası.
Maktul: Öldürülmüş, katledilmiş olan.


Emevî: Dört halife devrinden sonra devlet idâresi Beni Ümeyye hânedânına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevî Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevî Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Mervan (2. Mervan) dır. Bu devirde kavmiyetçilik İslâmiyet'e çok zararlar vermiştir. Yine bu devirde Dîn-i Mubînin aktar-ı İslâm'da yayıldığını unutmamak icab eder. Doğuda Türkistan ve Endonezya, kuzeyde Kafkasya, batıda Anadolunun yarısı, İspanya ve Kuzey Afrika Emevi topraklarına katıldı. Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e ettikleri zulüm ve akıttıkları kan sebebiyle çıkan isyanlar devleti zayıflattı. Abbâsi taraftarları ile kavi bir ekseriyet Abbâsi tarafına geçti. Horasan'lı Ebu Müslim, Emevi Devletini bir muharebede Abbâsilere devretti. Böylece Emevîler tarihe karışmış oldu.

Sıffin Savaşı: Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Muâviye (R.A.) arasında vuku bulan muharebelere meydan olmakla şöhret bulmuştur. Sıffîn muharebesinde Hazret-i Ali'nin maiyyetinde 120.000 Hazret-i Muaviye'nin maiyyetinde 90.000 kişi vardı. Hazret-i Ömer'in (R.A.) oğlu Hz. Abdullah da şehid olanların arasında idi. Sıffîn vak'ası 110 gün sürmüş ve doksan muharebe olmuştur.

Cemel Vâkıa’sı: Müslümanlar arasında vuku bulan elem verici ilk muharebedir. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zevcesi Hz. Âişe (R.A.) ile Aşere-i Mübeşşereden Talha ve Zübeyr'in (R.A.) Hz. Ali'ye (R.A.) karşı kıyamlarından doğmuştur. Bu harpte Hz. Âişe ile Talha ve Zübeyr'in maiyetinde otuzbin; ve Hz. Ali'nin refâkatinde yirmi bin kişi olduğu hâlde karşı karşıya gelinmiş ve muharebe sonunda her iki taraftan içlerinde sahâbeden birçok zatla berâber onbin kişi şehid edilmiştir. Bu muharebede Hz. Talha ve Zübeyr de şehâdete nâil olmuşlardır. Bu muhârebeye Cemel Vak'ası denilmesinin sebebi: Hz. Âişe'nin mahfelini bir deve üzerine koydurarak ve kendisi ve bu mahfelde gâyet mestûre bir şekilde oturup harp yerine maiyetindeki sahâbelerle berâber gittiği için ve harbin en şiddetlisi bu devenin etrafında meydana geldiği içindir. (Bak: Sahabe)(Hazret-i Ali (R.A.) zamânında başlayan muharebelerin mâhiyeti nedir? Muhariblere ve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?
Elcevap: Cemel Vak'ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddıka (Radıyallâhu Teâlâ Aleyhim Ecmain) arasında olan muharebe; adâlet-i mahzâ ile, adâlet-i izâfiyenin mücâdelesidir. Şöyle ki:Hazret-i Ali, adâlet-i mahzâyı esas edip, Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muârızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adâlet-i mahzâya müsaid idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaif muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye'ye girdikleri için adâlet-i mahzânın tatbikatı çok müşkil olduğundan, "ehvenu'ş-şerri ihtiyar" denilen adâlet-i nisbiye esâsı üzerine içtihad ettiler. Münâkaşa-i içtihadiye siyâsete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Mâdem sırf "Lillâh" için ve İslâmiyet'in menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir. İkisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hz. Ali'nin içtihadı musib ve mukâbilindekilerin hatâ ise de, yine azâba müstahak değiller. Çünki: İçtihad eden hakkı bulsa iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatâsından mâzurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki: $Yâni: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme. Çünki hem katil ve hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir.Adâlet-i mahzâ ile adâlet-i izafiyenin izâhı şudur ki: $Âyetin mâna-yı işârisiyle; bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için fedâ edilmez. Cenâb-ı HAKK'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızâsı bulunmadan hayatı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka mes'eledir.Adâlet-i izâfiye ise, küllün selâmeti için, cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehven-üş-şer diye bir nevi adâlet-i izafiyeyi yapmağa çalışır. Fakat, adâlet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adâlet-i izâfiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.İşte İmam-ı Ali Radiyallâhu Anh, adâlet-i mahzâyı şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukâbilleri ve muârızları ise, "Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var." diye adâlet-i izâfiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sâir esbab ise, hakiki sebep değiller, bahânelerdir. M.)


Huzeyfetu’l- Yemani:Eshâb-ı kirâmdan. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin sırdaşı olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Babasının ismi Huseyl olup, Yemânî lakabı ile meşhurdur. 656 (H.36) senesinde hazret-i Osman’ın şehid edilmesinden kırk gün sonra vefât etti.

Huzeyfe-tül-Yemânî, Hayber ile Teyme arasında yaşayan ve İran Kisrâsı Nûşirevân zamânında Hıristiyanlığı kabul eden Benî Abs Kabîlesindendi.

Hicretten sonra çok yaşlanmış olan babasını da yanına alarak Medîne’ye gelip, Müslüman oldu. Ensâr’dan sayıldı. Müslüman olduktan sonra, ilk olarak Uhud Savaşına katıldı.

Huzeyfe, Hendek Savaşından sonra yapılan bütün savaşlar ile Benî Kureyzâ Gazvesinde, Hayber’in ve Mekke’nin fethinde, Huneyn Gazvesinde, Taif ve Tebuk seferinde ve Vedâ Haccında da bulundu.

Hazret-i Huzeyfe, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamber efendimizin sırdaşı olması vasfı ile meşhurdur. Sevgili Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak, kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu ve bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti. Peygamber efendimiz, gizli kalması lâzım olan daha birçok şeyi, Huzeyfe’ye söyledi. O ve Ebû Hüreyre; “Server-i âlem efendimiz, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi câiz olanları size bildirdik. Örtülmesi lâzım olanları da, saklayıp bildirmedik” buyurdular.

Peygamber efendimizin vefâtından sonra hazret-i Ebû Bekr, Huzeyfe’yi ordu kumandanı tâyin etti. Mürtetlerle yâni dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman’a gönderdi. Kendisine katılan İkrime radıyallahü anh komutasındaki ordu ile birlikte Umman halkını tekrâr İslâma döndürdü. Sonra Umman’da, önce zekâtları toplamakla sonra da vâli olarak vazifelendirildi.

Hazret-i Ömer, halîfeliği sırasında onu Umman’dan Medîne-i münevvereye çağırdı. Bir müddet müşâvere yâni danışma heyetinde bulundu. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irak’ın ve İran’ın fethinde bulundu. Nihâvend Savaşında Nu’mân bin Mukarrin şehid olunca, İslâm sancağını hazret-i Huzeyfe eline aldı. Hemedân, Rey ve Deynura’yı fethetti. Cezîre’nin fethinde bulunarak, Nusaybin vâliliğine tâyin olundu. Selmân-ı Fârisî ile birlikte Kûfe şehrinin yerini seçip, orada şehir kurulmasını kararlaştırdı. BöyleceKûfe şehri kuruldu.

Hazret-i Huzeyfe, emniyeti ile şöhret bulmuştur. Hattâ hazret-i Ömer yeni fethedilen memleketlere; “Huzeyfe ne isterse veriniz.” diye emir buyurduğu hâlde, kendi yiyeceğinden ve atının yiyeceği yemden fazlasını almamıştır. Medâyin şehrinde uzun müddet vâlilik yaptı. Oranın halkı, idâresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi. Döndüğü zaman, hazret-i Ömer onun hâlinde bir değişiklik bulunmadığı için boynuna sarılmış ve; “Sen benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim.” buyurmuştur.

Hazret-i Huzeyfe, hazret-i Osman’ın halîfeliği sırasında Âzerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi. Bu hizmetlerinin yanında, mühim bir hizmeti de Kur’ân-ı kerîm nüshalarının çoğaltılmasına sebeb olmasıdır. Çünkü o, Âzerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde, Kur’ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur’ân-ı Kerîm'in Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını hazret-i Osman’a teklif etti. Bunun üzerine hazret-i Osman, Kur’ân-ı Kerîm nüshalarını çoğaltıp, belli merkezlere gönderdi.

Hayâtının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe, hazret-i Osman şehid edildiğinde Medîne’de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Hazret-i Osman’ın şehid edilmesine çok üzüldü ve kırk gün sonra da vefât etti.

Huzeyfe ölüm döşeğinde iken; “Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmânlık fayda vermez. ALLAH’ım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm, hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır.” diyerek duâ etmiştir.

Huzeyfe, Peygamber efendimizden yüzden fazla hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edilen hadîs-i şerîfler, Kütüb-i Sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almıştır. Peygamberimizden bizzât işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:

Nemmâm (söz taşıyan) Cennet’e giremez.

Bir kimse, İslâm’da sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevâblarına kavuşur. Bir kimse İslâm'da bir bid’at, (kötü) çığır açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günâhları kendisine verilir.

İki arkadaşın ALLAH katında en sevimlisi, arkadaşına karşı daha müşfik (şefkatli) davranandır.

Dünyâyı âhiret üzerine tercih eden kimseyi, ALLAHu Teâlâ üç şeye mübtelâ kılar. Kalbinden hiç çıkmayan sıkıntı. Hiç kurtulamadığı fakirlik ve doymak bilmeyen hırs.

Hazret-i Huzeyfe buyurdu ki: “İnsanlar öyle bir zaman yaşayacak ki, bir kişi için, ne kibâr ne akıllı diyecekler. Hâlbuki onun kalbinde zerre kadar îmân izi olmayacaktır.”

Münâfık kimdir? denildiğinde; “İslâmiyet'ten bahsedip de onunla amel etmeyen, ona uymayandır.” buyurdu.


ZÜBEYİR BİN AVVAM (R.A.)
Cennetle müjdelenen on Sahâbeden biridir. Rasûl-i Ekremin (a.s.m.) halası olan Hz. Safiyye’nin oğludur.

Hz. Zübeyir (r.a.) küçük yaşta yetim kaldı ve onu annesi yetiştirdi. On beş yaşındayken Müslüman oldu. Mekke’de müşriklerin Müslümanlara işkence ettikleri bir dönemde Hz. Rasûlulah (asv)'ın öldürüldüğünü duydu. Kılıcını alarak müşriklere ders vermek üzere yola çıktı. Böylece İslâm tarihinde ilk kılıç çeken Sahabe oldu. Habeşistan’a hicret eden kafile de Zübeyir bin Avvam (r.a.) da vardı; daha sonra Medîne’ye hicret etti. Rasûl-i Ekremin (a.s.m.) katıldığı tüm savaşlarda bulundu.

Geçimini ticâretle sağlayan Zübeyir bin Avam (r.a.), çok cömert bir insandı. Rasul-i Ekrem (a.s.m.) onun için: “Her peygamberin bir havârisi (yardımcısı) vardır. Benim de havârim Zübeyir’dir.” buyurmuştur.

Zübeyir bin Avvam (r.a.) 658 yılında 64 yaşındayken vefat etmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülâsa kardeşlerimiz; gâyemiz bu günümüzün hâlini ve derdini anlatmaktır.
Yakın târihimizde de nice yoktan yere fitneler çıktı ve nice canlar yandı.
Şeyh Said isyanı diye bilinen vâkıa’da şapka giymek mesele hâline getirildi ve fitneye sebeb olundu.
Zâten dış mihraklı olup bu fitneyi dürten İngilizler idi. Gâyeleri ne idi?
İngilizler bu kadar devletleri de yanlarına alıp birlikte haklayamadıkları Türkiye'yi içden yıkmaktı.
Öyle ya, altı yedi düvel bir araya geldi fakat
ALLAHu Zu'l-Celâl, yardımıyla Türkler'e zaferiyet verdi...
Ve bu savaşta, İstiklâl savaşında bizimde mensûbu olduğumuz meşâyihlerimizde ciddiyetle savaştılar.
Düşman Bitlis'i alıp Siirt'e yaklaşınca hep birlikte cihada katılıp Kâzım Karabekir Paşa'nın kumandasında Şeyh Alaaddin Efendimiz ve 10 kardeşi de berâberce katılmışlardır.
Şeyh Alaaddin Alay komutanı, diğerleri de binbaşı, yüzbaşı vb.
Bu şekilde elbirliğiyle cihad çağrılarına herkes hattâ dağlardaki eşkiyalar bile dağdan inip yanlarında İstiklâl Savaşına katıldılar ve düşmanı şimdiki hudûda kadar sürdüler.
Elbette Türkiye İstiklâl Savaşı'nda nice canlarını fedâ etti.

Ancak bu kadar telefiyat yetmemiş gibi; Türkiye İstiklâlini kazanıp bu hâle geldikten sonra dış mihraklar bu yenilgilerini bir türlü unutamıyorlar, hazmedemiyorlar ve içerden fitne çıkarmaya uğraşıyorlar, tahrik ediyorlar ve tâhriş ediyorlar...
Şeyh Said ortaya çıkarılıyor ve başlıyor şuraya buraya yazı yazmaya:
Bunlar tanassur etti, nasrânileşti yâni kâfirleştidemeye...
O devrede Şeyh Saadeddîn'e de yazıp onunda katılmasını isteyince:
Ahmaklık yapma!diye cevab vermiştir.
Çünkü Şeyhlerimiz bu savaşa canla başla katılmışlardır.
Hattâ Şeyh Şerâfeddîn’e Kâzım Karabekir Paşa'nın bizzât yazdığı muazzam bir takdirnâmesi el’an mevcuddur.
Muhkem bir yerdeki düşmanı 1 kişi şehit vererek 300 kişiyle teslim almış ve düşmanı şimdiki hudûda kadar eletmişlerdir.

İşte Türk İstiklâlini hazmedemeyen İngilizler, Şeyh Said vâsıtasıyla şapka meselesini çıkarıp bir fırıldak çevirterek
Türkler tanassur ettilerdiyerek ayaklandırdılar... Fitneyi ateşlediler.
Halbuysa şapka giymenin tanassurla da hiç bir alâkası yoktur.

Nasrâniler, Hristiyanlar giymişmişler de bizde giyersekimiş...

İşin aslı faslı nedir bakınız; İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ma’lum Hindistan’da olması sebebiyle o ülkede de tabi çok milletler vardır.
Ve herbirinin de çok çeşitli giyimleri ve âdetleri vardır.
Muhammed Nu’man, İmâm-ı Rabbânîye soruyor:
Efendim bu hususda ne buyuruyorsunuz?diye.
Mübârek şöyle buyuruyor:
Aleyhi's-selâtu ve's-selâmın i’tikadî ve ibâdâtı müstesnâdır. Diğerleri örf ve âdettir.
Çünkü i’tikad ve ibâdatta asla değişme olamaz.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem den kıyâmete kadar ayni devam eder.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem nasıl i’tikad ve ibâdet etmiş ise hiçbir değişiklik yapmadan yaptırmadan aynen inanılır ve uygulanır ve de korunur.
Âmentuyu hepimiz biliyoruz.

Yani i’tikada tealluk eden hususlar her zaman aynıdır ve değişen bir şey asla yoktur.
Değişikliğe kalkışan kesinlikle küfre girer.

Ancak böylesi giyim vs. gibi örf ve âdete dayalı hususlarda her beldenin kendine mahsus örfü ve âdetleri ayrı ayrıdır. Aynı da değildir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ‘ın kıyâfetini her beldede aynı şekilde giyemezler ki insanlar...
Sıcak iklim var, soğuk iklim var, şudur, budur... Bu tamâmen örf-ü-âdetten ibârettir.

Sahâbeler anlatıyorlar:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devresinde Gazveye gittiğimizde mutfaklara girerdik ihtiyacımız kadar yiyebilirdik. Düşmanların giysilerini de alır ihtiyâten yıkayıp giyerdik...diyorlar.
Öyle ya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘ın kendi devresinde fabrikası mı vardı?
Kendileri elbise esvab mı imâl ediyorlardı?
Hattâ kullandıkları para birimi dahi ya Hristiyan parası Rum'larınki veyâ Fars devletinin İran'lıların parası idi.
Bu sürdü gitti. Tâ ki, Abdülmelik devresinde Müslüman sikkesi bastırılıncaya kadar...
O zamana kadar Rum parası kullanılınca ne olmuş oluyorlar yâni?
Bunların hepsi de i’tikada ve ibâdata te’sir etmeyen örfe ve âdetlere tealluk eden hususlardırlar.
Başka bir milletin giysisini, parasını vs. kullanmak insanlıktan da çıkarmaz, müslümanlıktan da çıkarmaz insanı...
Bunlar sâdece ve sâdece örf ve âdet meselesidir.
O zamanda giymişlerdir, bugünde giyilebilir. Yeter ki temiz, düzgün ve uygun olsun...

İşte bu Şeyh Said fitnesi o kadar çok zarar verdi ki, hele bilhassa ulemâ ve evliyâdan pek çok telefiyat oldu. Suçlu suçsuz nice canlara mal oldu bu fitne...

ALLAHu Zu'l-Celâl bu gibilerin fitnelerinden bizleri korusun. Âmin!...



Resim

Mihrak: Çok hareket eden. * Hareket âleti. Karıştıracak nesne.
Düvel: (Devlet. C.) Devletler.
Telef: Yok olmak. Ölmek. Zâyi olmak. * Boş yere harcamak.
Tahrik: Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme. * Gr: Cezimli bir harfi harekeli okuma. * Yola çıkarma. * Azdırma, kışkırtma. * Uyandırma.
Tanassur: Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme.
Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Tealluk: Muhabbet etmek, sevmek. * Alâkalı olmak.
Örf: İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir.
Gazve: Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat bulunmadığı müfrezelere Seriye denilir.
İhtiyât: Sakınmak. İşleri iyi düşünmek. Tedbirlilik. İşlerde basîret üzere bulunmak. Yedek.
Esvab: (Sevb. C.) Sevbler, giyecekler, giyimler.
Fars: (Fers) İran'lı. * Şark kavimleri.
Sikke: Damga. Nereye ve kime âit olduğunun bilinmesi için konulan işâret, mühür. Umûmî damga. * Dirhem. * Para üstüne vurulan damga. * Düz, doğru yol. * Mevlevîlerin keçe külâhlarının ismi. * Basılmış mâdeni para.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resimakıl emeği-nakil nuru..

Şu zamânımızda da bir baş örtüsü çıkardılar ve öyle acâib bir hâle getirdiler ki fitne adamları olan kimileri söylüyorlar başörtüsü îmanın kalesidir!..
İmanın kalesi falan olacak bir şey değil baş örtüsü...
Câriyeler tamâmen başı, elleri ve dizden aşağı açık olup avret-i galizadır.
Yâni göbek-diz arası kapalı diğer yerleri açık olabiliyor. Âdeta erkeklerin hükmündedir câriye aksamı böyledir.
Yine hizmetçi olan hizmet eden bir kadının çorab giymesi ve başını da örtmesi mecbûri değildir. Bunlara cevaz verilmiştir.
Bu husûsu İmam-ı Mâlik bizzâtihi:
Çalışan bir kadın bu şekilde gezebilir ve namazını da kılabilirdemektedir.
İsteyenler zahmet edip araştırsınlar İbn-i Rüşd’ün
Mezâhib-i Erba’asına baksınlar...

Dört mezheble alâkalıdır. Burada İmam Mâlik bizzâtihi hüküm ve karar vermiştir.
Onun için îmânın kalesi demek ne demek?..
Eğer baş örtüsü gerçekten îmânın kalesi olsa idi i’tikadî olurdu.
Ve o zamanda her Müslüman gibi câriye olsun köle olsun her kim olursa olsun i’tikada uymak zorunda kalırlardı.
Böyle birisi bir çeşit, öbürüsü bir çeşit îman olamaz ve böyle bir şeyde yok esâsen.
Evet câriye ile hizmet eden ile hür kadın arasında farklar vardır ancak aslâ îmanî ve i’tikadî değildir.
Yapmayan yapamayan îmansız ve kâfir olamaz.
Bundan dolayı başörtüsü îmanla alâkalı bir mesele değildir.
Sâdece küçük günahtır. Günah-ı kebâir bile değildir küçük günahtır.
Günah-ı segâir olduğunu bilip durdukları halde göreceli olduğu ve istismarı kolay olduğu için yangına körükle gidiyorlar.
Maksadları ise herkesce ma’lum. Yoksa milletin i’tikadı talan ediliyor gıkları çıkmıyor...

Kendi davalarına hizmet etsin diye zaman zaman böylesi fitneler bulur çıkarır milleti galeyana getirir ve mahvederler.
Çoklarımızın hatırladığı
şapka giyen tenassur etti kâfir oldudiyeşapka kâfirlerin şapkasıdiye bu millete kan ağlattılar.
Peki ne oldu nice canlar yok oldu suçlu suçsuz.
Şu anda ise; akla gelen her şey, ya doğudan ya batıdan geliyor. Her milletin her şeyini herkes kullanıyor...
Yâni cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendi devresinde fes mi giymiş?..
Giyecekler vs. öteden beri değişe değişe gelmektedir. Giyim örfî bir âdettir.
Her yerin zevki, şartları ve imkânlarına göre olur. Kutublarda ferâce, ekvatorda kürk sünnet olur mu?
Giyimler örfîdir âdetîdir diye âlimlerimiz yazmışlar mesnedler göstermişler ama bu fitnecilerin maksadı başka...

Bir başkaları çıkıyor ve diyor ki:
Bu başımıza gelen zelzele vs. sâdece başörtüsünden, İmam Hatiplerin kapatılmasından şundan bundan...
Peki İslamî delilleri var mı?
Maalesef katiyyetle bu gibi şeylerle ilgili hiçbir delil yoktur.
Sadece kendi düşünce ve tasavvurlarıdır.
Bu hususlarda ne bir âyet ne bir hadis getiremiyorlar.
Şöyle yapılmaz, buna bağlı olarak hasif, küsüf ve hele zelzele olmuştur diye ne bir âyet ne bir hadis asla...

Ancak biz sizlere bu hususta hakikât nedir belge ve bilgileriyle ortaya getireceğiz
ALLAHu Zu'l-Celâlin izni ve inâyetiyle...

Kardeşlerimiz;
Necm suresinin 32. Âyetinin meâlini açıp okuyunuz.
Ufak tefek kusurların dışında, büyük günahlardan ve edebsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki RABBın affı bol olandır.
Yâni günah-ı kebâireden sakındıktan sonra günah-ı sagîreye (küçük günahlara) yâni lememlere gelince ALLAHu Zu'l-Celâlin mağfireti geniştir.
Bunlardan dolayı
ALLAHu Zu'l-Celâlin azab vereceği yoktur esâsen.
Küçük günahlar dediğimiz zaman iki namaz arasında yok eder.
Yâni abdest alır namaz kılar çıkar hayâtın içine, küçük günahlar işler ne zaman ki tekrar abdest alır küçük günahları yok olur temizlenir gider...
Günâh-ı Kebâir (büyük günah) ayrı bir meseledir.
Günâh-ı Kebâir hakkında ma'lûmat verilirken tehdid var, cehennem var, had var tahdid var...

İşlenen günâh-ı kebâirin arkasından yapılması gerekenleri bildiren bir sistem var kitabda:


الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

Ellezîne yectenibûne kebâire'l-ismi ve'l-fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiu'l-mağfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum mine'l-ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ: Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin RABBin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin hâlinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.
(Necm 53/32)

Ufak tefek kusurları dışında büyük günahlardan ve edebsizliklerden kaçınanlara gelince bil ki RABBın affı bol olandır.


وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا

Ve men yaktu'l-mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen): Kim bir mü'mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezâsı, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. ALLAH ona gazaplanmış, onu la'netlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.
(Nİsâ 4/ 93)

Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezâsı, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. ALLAH ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.


إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

İnnellezîne ye’kulûne emvâle'l-yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ(nâran). Ve seyaslevne seîrâ(seîran): Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir.
(Nİsâ 4/10)

Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ateş tıkınmış olurlar, zâten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.

Yâni günah-ı kebâiri bildiren âyetlerin sonu ya cehenneme sokulmakla tehdid var veyâ burada bu dünyâda üzerine tahdid edilmiş bir azab bir şiddet veya had cezâsı bildirilmiştir. Hapistir, recmdir vb.
Her ne ise âyetin Arabçası'nda bu gibi tehdidler var ise bunlar günâh-ı Kebâirdir.
Yoksa başörtüsü vs. gibi şeyler günâh-ı segâir kısmındandır.
Yâni, âyetin belirttiği günahın arkasından tehdid, tahdid vs. yoksa bunlar lemem aksamındandır ve âyet-i celâlede ise
ille’l-lememdiyerek müstesnâ bırakılmıştır.
Lemem yönünden de buyuruyor ki:


الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

Ellezîne yectenibûne kebâire'l-ismi ve'l-fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiu'l-mağfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum mine'l-ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ: Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.
(Necm 53/32)

RABBının bu yönden mağireti çok geniştir.
Lemem aksamı hususunda
ALLAHu Zu'l-Celâl Habîbine sallallâhu aleyhi ve sellem: RABBının bu yönden mağfireti çok geniştir, buyuruyor.


إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا

İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen): Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makâma sokarız.
(Nİsâ4 / 31)

Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.Yâni; siz sadece büyük günahlardan ictinâb ettiğiniz zaman küçük günahları mağfiret edeceğine va’di vardır. Hülâsa bunların hepsi keffâre kısmındandır. İki namaz arası abdestten abdeste keffâresidir. Pişmanlık duyulduğu anda yazılmazlar.

Zâten meleklerde bir şeyi de hemence yazıvermezler.
Bu hususda 3 saatten 7 saate kadar mühlet tanıyan pişmanlık ve tevbe süresi tanıyan hadisler vardır.
Mühlet tanıyor ki, bir namazdan diğer namaza, Cuma'dan Cuma'ya haftalık, Ramazan'dan Ramazan'a yıllık keffârelerdir.
Küçük günahlar geçici günahlardır keffâre ile yazılmaz yada silinirler.
Aslında küçük günah olan başörtüsü gibi bir meseleyi fitne aracı yapmalarını çok basitten görmeyelim ve çok dikkat edelim.

ALLAHu Zu'l-Celâl:


إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

İnneme'l-mu’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum ve'ttekûllâhe leallekum turhamûn(turhamûne): Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve ALLAH'tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.(Hucurât 49/10)

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve ALLAH’dan korkun ki, esirgenesiniz.

Mü’min kardeşler arasında salah getirmek ve fesaddan sakınmak lâzımdır.
Zira bu âyetin karşısında Aleyhi's-selâtu ve's-selâm buyuruyor ki:


لأن الفساد ذات بينه هى الحالقة


Eğer mü’minler arasında fesad çıkarırsanız Halikabuyuruyor.
Halika nedir ya Rasûlullahdediklerinde buyuruyor ki:Ben size traş ustura derken saçınızı sakalınızı kürüyün demiyorum ben bunları söylemiyorum kelleler gider kelleler...buyuruyor.
Başlar kopar ki fitne çok beter ve çok tehlikelidir.
Şu günümüzde böylesi fitneleri çıkarıp körükleyenler oturup seyretsinler bakâlim:
Güya bir saçını göstermemek için yapılan arbedeye ve düşülen hallere...
Halbuki dinimizde kadının sesi de saçı hükmündedir oda aynı şekilde mahremdir.
Ancak bağırışları ve haykırışlarına hayret...
Hele hele başka erkeklerce ellenmesi, yerlerde sürüklenmesi bunların hepside aynı şeylerdir ve haramdır.
Fakat bunlardan bir tanesi olan saçı sebebiyle kendisini halk arasında perişan ediyor ve çok daha betere gidiyor.
Aklı başında olan bir kimse böyle bir şeye teşebbüs etmez bir kerre...
Çünkü
ALLAHu Zu'l-Celâl bu kadarda gılzâtlı değildir hâşâ ve kellâ...
Bu gibi şeylerde düşüncesizlik ve şuursuzluk var. Kendi düşdükleri halleri ve arbede yaptıkları yerde ne hale geldiklerini seyretsinler bakâlim acaba baş örtüsü mü yoksa düşdükleri haller mi daha beter?..
Kadının seside bağırışıda aynen saçı hükmünde iken halkın arasında bağrışacak, elleyecekler ve sürüklenecekler bu ma’kul olur mu?
Vicdanları hiç sızlamıyor mu? Bu hallere nasıl cevaz veriyorlar?
Onun için böyle fitnelere teşebbüs etmemek, önder olmamak ve karışmamak gerekir.

ALLAHu Zu'l-Celâl bizleri fitnelerden korusun. Âmin!..


Resim

Fitne: İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.
Câriye: Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi
Aksam: (Kısım. C.) Kısımlar. Bölümler. Parçalar.
İ’tikadî: İtikad ve inançla alâkalı.
Günah-ı kebair: Büyük günahlar.
Günah-ı segair: Küçük günahlar.
Tenassur: Nasrânileşme. Hıristiyan dînine girme.
Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu. (Bak: Dimağ)
İnâyet: Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
Lemem: Günaha yakın olmak. * Küçük günahlar. * Delilik, cünun. * Musîbete yakın olmak.
Had: Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen cezâ. * Derece. Son derece.
Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Târif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.
Recm: Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek. * Atılan taş. * Kabre taştan nişan dikmek. * Şeytan üzerine atılan nücum. * Tardetmek, kovmak, sövmek. Terketmek. * Zan ve kıyas etmek. (L.R.)
Mühlet: Vakit. Bir işi bir zaman için geri bırakmak. * Rıfk ve teenni ile meydan vererek tutmak
Keffâre: (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecbûriyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. * Günahtan arınma.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resimillâ mesned...

Anlattığımız gibi fitne devresinde katilde maktulde ölende öldürende cehennemliktir.
Çünkü oda öldürmeye azimli ve hırslı idi.
Aleyhi's-salâtu ve's-selâm onun için buyuruyor:


الفتنة نائمة لعن الله من ايقضها


Fitne uyur uyandırana ALLAH lâ’net etsin
Eğer fitne basitten birşey olsa idi lâ’net kelimesini kullanır mıydı?..
Bizim dînimiz akıl-mantık dîni değilde mesned dînidir.
İnsan adedince akıl ve mantık çıkar ortaya ama mesned tekdir ve değişmez.
Bakacağımız başvuracağımız mesnedlerimizdir.
Kur’ân, Sünnet-i Seniyye, İcma’-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha...
Bir mesele ile karşılaşınca dînimizin mesnedlerine müracaat ederiz ki, bu hususta ne gibi ma'lûmât vermiştir.
Dinimizde zelzele oluşu sebebleri var mıdır acaba?
Araştırıp size bu hususda ma’lûmat vereceğiz İnşâallahu Teâlâ.

Başta bir kerre bâzılarının söyledikleri ve sandıkları gibi başörtüsü vs. gibi şeylerden dolayı zelzele olacağına dâir dînimizde hiçbir delil yoktur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in verdiği ma’lûmatlar çerçevesinde nelerin zelzeleye sebeb olduğu hususlarını ise sizlere bâzı hadisleri serdederek açıklayacağız.
Hadisi Şeriflere inanır iseniz bizlere gerekli bilgileri vermişlerdir.
Baş örtüsünün Îmanın kalesi olup olmadığı veyâ sebeb-i zelle midir anlaşılmış olur.


Hadis-i Şerif:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: لكل ابن آدم حظه من الزنى فزنى العينين النظر وزنى اللسان المنطق والاذنان ذناهما الاستماع واليدين تزنيان زناهما البطش والرجلان تزنيان فزناهما المشى والفم يزنى زناه القبلة (رواه ابو داود عن ابى هريرة ر.ع)


Hadis-i Şerif:

ان الله تعالى كتب على ابن آدم حظه من الزنى ادرك ذالك لامحالة فزنى العينين النظر فزنى اللسان المنطق والنفس تتمني وتشتهى والفرج يصدق ذالك اويكذبه
(رواه البخارى ومسلم وابوداود)


Hadis meâlleri:
İyice kulak verin ki ne buyurmuş Aleyhisselâtü ve’sselâm:Âdemoğlunun zinâdan mutlaka bir hazzı vardır”:


لكل ابن آدم حظه من الزنى


Ama kendisini korur, bakmaz ve gerçekleşmez bu mümkün.

İkinci hadisde; ALLAHu zu'l-Celâl Âdemoğlunun zinâdan nasibini yazmıştır.


ان الله تعالى كتب على ابن آدم حظه من الزنى
كتب على ابن ادم نصيبه من الزنى مدرك ذالك لامحالة فاالعينين زناهما


Mutlaka buna uğrar behemâhal...
Bu hususda müteaddid sağlıklı sıhhatli hadisler vardır.
Çünkü beşeriyye hâli... Sizlere bunun inceliğini anlatayım.
Bir beşer olarak bir kimse evinden çıkıp câmiye veyâ dükkanına gidecek yolda yürürken başı veya başka yerleri açık bir kadınla karşı karşıya gelir.
Gayri ihtiyâri ve mecbûriyeti olan ilk bakıştan dolayı bir hatâsı yokur. Çünkü bu ruhtan gelen bir şeydir.
Herşeyden evvel ruh sebk eder ve seçmek için en önce ruh görüntü alır. Ruh, nefis gibi değildir.
Birinci bakıştan sonra bakışını sarf eder tekrar bakmaz ise kendi aleyhine hiç bir şey yazılmaz.
Fakat nefsin burada müdâhelesi başlar ve tekrar bakıp incelemeyi fikrine getirir de ikinci defâ bakarsa bu ikinci bakış aleyhinedir.
Çünkü o nefistendir. Nefis bunu temenni eder.
Farzedelim ki ikinci defâ döndü baktı bu bakışı göz zînâsıdır.
Sonra kadına yaklaştı sesini de duydu, cilveli bir konuşma ile konuştu da bunlarda kulak zînâsıdır ve dil zînâsıdır.
Eli ile elledi, el sıkıştı tokalaştı bu da el zînâsıdır. Birlikte yürüdüler ayak zînâsıdır,
Hele bilhassa hadisin bir tânesinde öpüştüler dudak zînâsınında olduğunu buyuruyor.
İşte esas zînânın öncüleri olan bunların tümü işlense de cürüm olan zînâ yâni birleşim işlenmemiş olsa olanların hepisi de günahı segâir aksamında küçük günahlar yâni lememler olurlar.
Ne zamanki bunların ardından cürüm olan zînâ fiilinin işlemi ve birleşme olursa o zaman büyük günahtır günah-ı kebâirdir. Yoksa lememdir.

ALLAHu zu'l-Celâl Necm/32 süresinde Kebâire’l İsm ve’l fevâhişbuyurduğu: Fevâhiş cürümler ki; zînâ gibi, katl gibi, küfr, şirk, iftirâ, içki içmekle ısrarlı olmak, fâiz yemek, yetim malı yemek vs. gibi fâhiş ve ağır cürümler günah-ı kebâirlerdendir... Bunlar büyük günahlar ve fâhişattır.
İşte böylesi fevâhiş ve büyük günahların dışındakileri
ille'l-lememile ayırıp istisnâ kılmıştır.



الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى


Ellezîne yectenibûne kebâire'l-ismi ve'l-fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiu'l-mağfirah(mağfirati), huve a'lemu bikum iz enşeekum mine'l-ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ: Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin RABBin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşâ ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin hâlinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.
(Necm 53/32)

Ufak tefek kusurları dışında büyük günahlardan ve edebsizliklerden kaçınanlara gelince bil ki RABBınız affı bol olandır.

Bu gibi fâhiş günahları işlemekten çekinen kimselerin küçük günahlarıİlle’l-lememdir. Yâni şeytanın lemmesidir bunlar.
Fikrinde, gözünde, dilinde vs. böyle günahlar hissedilir, görülür, duyulur vs. ama fiiliyat yoktur ve gel-geç bir meseledir. O cürüm tahakkuk edememiş ki kebâir olsun.
Lemem kısmına gelince ise
ALLAHu zu'l-Celâl mağfiretinin geniş olduğunu bildiriyor.

Anlattığımız gibi Günah-ı kebâiri bildiren âyetlerin arkasında tehdid ve azab vardır.
Ya dünyâda bir haddi tahdidi veya âhirette azâbı vardır.
Cürmü işlemişse dünyâda iken kısasla katli vardır, recmi vardır.
Yâni kişinin işlemiş olduğu cürüme karşılık işlediği suçun sonunda kur’ânda bir tehdid bir had’ vardır veya cehennemlik olduğunu îlân eder veyâ daha beteri bâzen lâ’neti de kullanıyor.


وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا

Ve men yaktu'l-mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen): Kim bir mü'mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. ALLAH ona gazaplanmış, onu la'netlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.
(Nİsâ 4/ 93)

Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezâsı, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. ALLAH ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.


إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا


İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen): Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makâma sokarız.
(Nİsâ 4 / 31)

Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.

Hem lânet hem gazâbı var...
İşte bu gibi cürümlerden ictinab eder büyük günahlardan kaçınırsanız küçükleri mağfiret kılarım buyuruyor.
Necm/32, Nİsâ/31 ve bu âyetlerden başka Hud/114 vardır.
Hud suresindeki bu âyet vardır.


وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ


Ve ekîmi's-salâte tarafeyin nehâri ve zulefen mine'l-leyl(leyli), inne'l-hasenâti yuzhibne's-seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ li'z-zâkirîn(zâkirîne): Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.
(Hûd 11/114)

Bu âyet bir hâdiseden dolayı inzâl olmuştur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devresinde bir kimse hurma satardı.
Bir kadın gelip
daha iyisi var mı?diye sorduğunda adamdaha iyisi içerdedeyip içeriye almıştır.
Kadına tasallut edip gereken yaklaşımlar olmuştur.
Fakat ne zamanki cürümü işleyeceğinde, birleşim olacağında kadın:
Sen cihadda olan kardeşine hiyânet etmiş olursundeyince o kişi titremiş ve vaz geçmiştir.
Ancak sahâbe devridir.
Varsa bir cürüm, bu dünyâda çekmelidirtezi uygulanıyor.
Hemen kadını serbest bırakır kadın evine o kimsede Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme gitmek üzere yola çıkar.
Karşısına Hz. Sıddık radiyallâhu anhu gelir, meseleyi açıp anlatınca Hz. Sıddık radiyallâhu anhu:
Keşke hiç açmasaydın daha iyi idi ALLAH settardırdiyor.
Ama o kimse mutma’in olmuyor ve bir cezâsı varsa bu dünyâda çekmek istiyor...
Sonradan karşısından Hz. Ömer radiyallâhu anhu gelir onada meseleyi açar ve hâdiseyi anlatır.
O da:
Keşke açmasaydın daha iyi idi. ALLAH settardır setretmiştir.dersede yine tatmin olmaz.
İstiyor ki Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem bir hükmü olsun...
Netîcede Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme varıp meseleyi anlatır.
O zaman Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
Herhalde bu kadının kocası da gâibdir?" diye sorar.
O kimse:
Evet, ya Rasûlullah kocası da gâibdir ve cihaddadır.deyince Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem merhâmetinden gözleri yaşlarla dolmuştur...
Bu hâdise karşısında ne gibi bir hüküm ve karar verecek bilemiyor...
Ne gibi bir muâmele yapılacak diye düşünürken ve üzüntülü iken
ALLAHu zu'l-Celâl Hud /114 âyetini inzâl buyuruyor:


وأقم الصلاة طرفي النهار وزلفا من الليل إن الحسنات يذهبن السيئات ذلك ذكرى للذاكرين


Gündüzün iki ucunda, gecenin ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir... Bu öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.
(HUD 114)
Yâni; böyle ALLAH korkusu olan kimseler herhangi bir hatâya dûçar olurlarsa hatânın arkasından abdest alıp iki rekat namaz kılarsa RABBımız bunları affedeceğine dâir va’di vardır.

O zaman Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dedi ki:
Keşke hâdiseyi hiç açmasaydın iyiydi. Ama açtın hüküm budur... Pişmanlık duyduğun takdirde abdest alıp, iki rekat namaz kıldığında bu günahı sağîredir gelir geçerbuyuruyor.
Soruyor:
Ya Rasûlullah bu hüküm sâdece bana mı âittir yoksa umâmî midir?
Cevâben:Yok sâdece sana değildir ve umûmîdir bubuyuruyor.

Önceden anlattığımız gibi yolda gelirken başına gelen bu hallerle karşı karşıya kaldığında bile abdest alıp namaza başlayacağında, pişman olduğun anda bu gibi günahı sagîreleri melekler üzerinden alırlar.
Hele Bir de namazın düzgün ve geçerli bir namaz olursa,
ALLAHu zu'l-Celâlin rızâsına uygun olarak kılabildinse o zaman hiç bir küçük günah sana avded edemez.
Bunlar keffâre aksamındandır.


إن الحسنات يذهبن السيئات
(Hud / 114)

Hasenatlar seyyiatları giderirbuyurmuştur âyeti celîlede.

Hadisi şerifte ise:


اتق الله حيث ماكنت واتبع السيئة الحسنة وخالق الناس بخلق حسن


Hadis meâli:
Berâberinde dâimâ ALLAH korkusu olsun. Evet beşersin bir hatâ işledinse hemen arkasından bir hasene (iyilik) getirmeye gayret et. Çünkü, hasene seyyiatı yok eder. Bu gibi...

İşte anlattığımız gibi bu küçük günahlar şeytanın lemmeleridir.
Şeytanın teşvikiyle işlenen küçük günahlardır.
Şeytanın teşvikiyle nefis bu küçük günahları irtikab etmeyi temenni eder.
Ancak fiilen büyük günah işlenmemiş ve cürüm tahakkuk etmemişse öncül olan bu küçük günahların hepside pişmanlık duyulduğu takdirde bir şey yazılmaz.
Ve keffâresi olarak bir hasene getirmek ki seyyieleri giderir.
Çünkü bunlardan fazlaca bir hukuk ihlâli söz konusu değildir.

ALLAHu zu'l-Celâl bizlere şuur versin! Evet, beşeriz... insanız...
RABBımız buyuruyor ya:Âdemoğlunun zînâdan bir hazzı bir nasîbi vardır; şu şekilde veyâ bu şekilde... Gözle ya da başkası...
Öyle ya insanın nefsi var ve imtihan oluyor.
Ve bunların hepsi de zînânın öncül âletleridir. Zînâya yaklaştırıcılardır.
Göz, dil, kulak vs. zînâları hepsi de küçük günahlardır.
Ama diyeceksiniz ki bizler bu hallere pekçok kere düşüyoruz... Ve birike birike de çoğalıyor...
İşte o zaman Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şu hadisi şerifine kulağınızı iyice verin:


لاصغيرة مع الاصرار


Isrâr ile olunca, tekrar tekrar olunca buna küçük denilemez!Çünkü büyüyor...
Evet sağîre idi ama Musırr olunca ısrarlı olunca, ardı ardına işlenince büyüyor demektir.
Evet büyüdüğünü farzedelim o zaman ne olacak?
Tabi ki bu hadisin arkasını bilmiyorlar. Şöyle buyuruyor:


ولاكبيرة مع الاستغفار


Küçük olmasına rağmen tekrarlananlar küçük sayılmazlar, büyük olurlar amma istiğfar karşısında büyüyenler de yok oluyor. Eseri kalmıyor.
İstiğfar esâsen büyüyenleri giderir.
Bir şuur gelir, kendi kendine pişmanlık duyar istiğfar ederse ne kadar büyük olursa olsun yok olur.
Hani birike birike damla damla göl olur ya...
Göl olsa, deniz haline de gelse istiğfar büyük günahları giderir... Kul hakkı hariç...
Ben söylemiyorum... Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor:


لاصغيرة مع الاصرار ولاكبيرة مع الاستغفار


Küçükler ısrarla büyür, fakat büyüklerde istiğfarın karşısında hükmü yok olur.

Resim

maktul: Öldürülmüş, katledilmiş olan.
Lemem: Günaha yakın olmak. * Küçük günahlar. * Delilik, cünun. * Musîbete yakın olmak.
Mesned: Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek.
Sünnet-i Seniyye: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin sözlerine, emirlerine ve harekâtına dâir en yüksek ve kıymetli hâller, tavırlar, hareket düsturları.
İcma’-i Ümmet: Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
Kıyas-ı Fukuha: Hakkında açıkça âyet ve hadis bulunmayan mes'elelere dâir; ilim ve irfanda allâme ve mütebahhir, ilmi ile amelde ve Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve imtisalde, ibadet ve taatta, takva ve verada, züht, azimet ve riyâzetle, terakki ve taâli eden müctehid fukaha tarafından kıyas ile verilen hüküm.
Zelle: Sürçme, sürçüp kayma. * Yanılma. Yanlış. Ufak suç.
Hazz: Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.
Behemâhal: f. İster istemez. Mutlaka. Her halde.
Sebk: İleri geçme, ilerleme. Öne göçme. * Vâki olma.
Sarf: (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider.
Cürüm: (Cürm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kânun hilâfına hareket.
Musırr: İsrarcı. Direnen. Ayak direyen. Vaz geçmeyen. Sebat eden. Sözünden dönmeyen.
Had: Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen cezâ. * Derece. Son derece.
Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Ta'rif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

ResimDost DEMi..


Nitekim Aleyhi's-selâtu ve's-selâm devresinde bir vâkıa’ olur... Müşrikler azab isterler.
Halbuki Cenâb-ı Rasûlullah buyuruyor ki:
ALLAH sizlere iki eman vermiştir; birisi ben aranızda bulundukça size azab etmez, bir afat vermez. Enfal sûresi 32. ve 33. âyetlerinde anlatılmaktadır.


وَإِذْ قَالُواْ اللَّهُمَّ إِن كَانَ هَذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِندِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَاء أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

Ve iz kâlûllâhumme in kâne hâzâ huve'l-hakka min indike fe emtir aleynâ hıcâreten mine's-semâi evi'tinâ bi azâbin elîm(elîmin): Bir de: "Ey ALLAH'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gökyüzünden üstümüze taş yağdır veya acı bir azab getir (bakalım)." demişlerdi.
(Enfâl /32)


وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ


Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn(yestagfirûne): Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, ALLAH onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, ALLAH onları azablandıracak değildir.
(Enfâl /33)
Ya Muhammed, sen aralarında bulundukça asla azab etmem.
Bu âyet-i celîlenin meâli:Halbuki sen onların içinde iken ALLAH, onlara azab edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerken de ALLAH onlara azab edici değildir.

Ne diyordu müşrikler:Ya Muhammed sen ikide bir bizi azabla tehdid edib duruyorsun. Geçmiş kavimlerin azablarını anlatıyorsun. Hiç olmazsa gelsin ne gelecekse de görelim. Biz bunları dinleye dinleye bıktık usandık varsa birşeyler gelsin artıkdediler.
Tabiki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem atûf ve şefuktur.
Netice itibariyle kendi kavmidir bunlar. Akrabayı teallukat vardır.
Ondan dolayı da:
Bunu ben nasıl söylerim, nasıl isterim ki; âlemlere rahmet olarak gönderildim, merhâmetlilerin en merhâmetlisiyimbuyuruyor.

Ebu Haseni’l Şazelî diyor ki:
Nebîler tamâmen rahmetten var olmuşlardır. Rasûlullah ise rahmetin ta kendisidir, kendisi rahmettir.
Onun için ne diyecek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem...
Evet müşrikler cür’et sahibi olup
ne varsa gelsin!diyorlar. Bunun üzerine Enfal /33 âyeti nazil oluyor.
Sen aralarında bulundukça onlara azab etmem. Çünkü sen eman durumundasın...
Sahâbe-yi kiram buna çok sevindiler. Ve sonradan sordular:
Ya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sen aramızda bulunmaz isen o zaman hâlimiz nice olur?dediklerinde âyetin devâmında:ALLAH bunlara istiğfar üzere devam ettikleri sürece azab etmez.
Yâni Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dünyâdan ayrılıp geçtikten sonra emân olan nedir? İstiğfardır. Çünkü,ALLAHu zu'l-Celâl bana iki emân vermiştir. Birisi benim aranızda bulunmam diğeri ise ben gittikten sonra istiğfâr sizin emânınızdır, eman durumunuzdur. Gelecek hatalarınıza derhal istiğfar edersiniz...
Bu âyet olaraktır, hadis değildir...
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bizzât:
RABBim bana iki emân vermiştir; aranızda bulunduğum müddetçe ben, bulunmadığım zamanlarda ise istiğfarbuyuruyor.
İstiğfar günah-ı kebâirleri bile giderirken artık ne söyleyeyim bilemiyorum.
Halbuysa Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor:


ان السعيد من جنب الفتن ولمن ابتلى فصبر


Said odur ki fitneden uzak duran... üç defa tekrarlar şekâvet kısmından değil de said olan kimse odur ki, fitneden ictinâb eder çekinir ve kaçınır...
Hadisin tamâmı şöyledir:
Said olan fitneden ictinab eden kimsedir. Bunu üç kerre tekrardan sonrabaşına bir beliyye gelirse sabrını bilendirbuyurmuştur.

Âhiru’z- zamanda fitneden çok sakınmak lâzımdır.
Zira âhiru’z- zaman hakkında Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Âhiru’z- zamanda iki kalb olur. Bir tânesi bembeyaz, diğeri simsiyah âdeta zift gibi... Nedir bunlar biliyor musunuz? Fitnenin dışında yaşayan kalb bembeyazdır. Simsiyah olanlar ise fitneye karışan kalblerdir. Her fitneye girdikçe üzerine kara bir perde geçer de âdeta zift hâline getirir. Ne mutlu o kimseye ki fitnenin dışında kalır.
Kalbi beyaz olan kimse için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:Eğer gökler yere düşmüş olsa bile kendisi emân durumundadır. Herhangi bir beliyye ye uğramaz

ALLAHa şükürler olsun pek açıktır ve hali hazırda devam etmektedir hükmü...
Nice çeşitli fitneler nice zamanlarda gelip geçmiştir ve fitnenin dışında olanların selâmet içinde ve emân durumunda olduğu görülmüştür.

ALLAHu zu'l-Celâle şükürler olsun ve sadaka Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
Kendi hayâtımızda da isbatı vardır elhamdulillah...
Fitneye karışmadık, karışmayız, tavsiye etmeyiz ve mümkünse de men’ ederiz...
Said'lik kısmı var iken neden şâkilik kısmı tercih ediliyor acaba? Neden? Neden?..

İbn-i Necm;
Kitâbu’l- esbab ve’n nazâireserin de sâhibidir.
Kendi devresinde meşhur ve fevkâlede bir şahsiyettir. Mısır âlimleri arasında bir tânedir.
Ve bir çok müşkilâtların çözümlerini bildirdiği kitabının haşiyeleri de çoktur.
Kardeşi tarafından yazılan risâlelerde vardır. Okumak ve anlamak lâzım.
İki şer karşıya gelirse ne olacak?
Mesele bu. Başörtüsü ile karşı çıkıpta hanımların ma’ruz kaldıkları arbedeler...
İki şer karşı karşıya denilen işte bu...

İki şer karşı karşıya geldiğinde kerhen olarak ehvenini işlemeye cevaz verilmiştir. Severek ve isteyerek değil...
Zira iki şer karşı karşıya geldiğinde ehven olan şerri kerhen işleyebilirsin.
Demek ki başörtüsü dâvâsı diye yola çıkıp Cum'a günü câmi önlerinde ve okul kapılarında arbedeler çıkarmayı aklı başında olan bir kimse herhâlde tercih etmez.
Mutlaka ve mutlaka daha beter şerre uğramış olurlar.

Hülâsa kardeşlerimiz; bu dinimiz o kadar kısır değildir. Araştırıp okusunlar.
Bugün kadın olarak ebe, hemşire, kadın hastalıkları ve doğum doktoru vs. gibi branşların geleceğini sadece baş örtüsü sebebiyle mahrum etmek, kadınlarımızı erkeklerin elinde bırakmak ve benzeri haller gerçekten akil işi değildir.
Çok hımbılca ve çok ahmakça...
Her derdin devası vardır. İlle’l- ahmak…
Ahmaklığın çâresi yoktur,illa benim dediğim dedikder durur...
Bakınız bu günümüzde bir kız çocuğu okuyacaksa ben şahsen İmam Hatib'de okumaktansa Kız Enstitüsünde okumasını tercih ederim.
Çünkü İmam Hatib'lik onun mesleği değil bir kerre. İmam olacak değil kız çocuğu...
Esâsen hâli hazır mevcûd olan Mevlüdçülük vs. kadınlar arasında yarar değil de bilâkis zarardır.
Geçiyorum bazı sokaklardan da tevhid okuyan kadınların sesleri çıkıyor, Mevlüdler ilâhiler vs. okuyorlar.
Halbuki kadının sesi de aynı şekilde haramdır.
Baş örtüsü hükmü ve nisbeti nasılsa seside daha beterdir. Ve daha da cilvelidir.
Hatta kadınlara bir kadın imam olsa sesini fazlaca çıkaramaz.
Ve erkek imamlar gibi bir saf ileriye de duramaz. Sâdece ayaklarını çıkarabilir birinci saftan dışarıya.
Bu günkü arbedeler, orda burda
tevhid okuyoruzdiye coşmalar vs. bunlar esâsen hiç de düzgün ve uygun değildir.
Kadın kısmı için en güzel yer evidir. Böylesine rastgeleye her yere koşmakta coşmakta pek düzgün değildir. Kadının sorumluluğu evindedir.
Hattâki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devrinde ilk olarak mescide gelişleri dinleri öğrenmek için ve mecbûri idi.
Din Birdenbire ve ilk defa öğrenildiği için o zaman kadınlara da cevaz verilmişdi ve geliyorlardı.
Sonraları babası, kocası, kardeşi yeterince dinlerini öğrendikten sonra kadınların mescide gelmelerini yasak etti.
Bir hanım çok israr etti
Ya Rasûlullah senin arkanda namaz kılmayı çok arzuluyorum, candan arzuluyorumdedi de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Güzel söylüyorsun, fakat evinde kılman benim arkamda kılmandan daha hayırlıdırbuyurdu.
Hanımın evinde bile namazı en setret yerde en gizli yerde kıması uygun olandır.
Vallâhu’l- azîm Hz. Âişe radiyallâhu anha buyuruyor ki:
Vallâhi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu günümüzü görmüş olsa idi tamamen nehyeder de câmiye kadınların gelmesini istemez ve mutlaka yasak ederdi. Çünkü, beni İsrail oldukça bu yoldan, mabedlerine kadın-erkek koştularda na-hoş hallere düşdüler ve helâk oluşları da bu sebebledir.buyuruyor Âişe radiyallâhu anhu vâlidemiz.
Bir de günümüzdeki vâizci, tevhidci, mevlüdçü vs. ci kadınlara bir bakın... Türlü türlü arbedeler...


Resim

Eman: Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik. Aman.
Tehdid: Göz dağı verme, birisini korkutma. Korkutulma.
Atûf: Çok acıyan, pek merhametli.
Şefuk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sâhibi. Merhâmetli.
Tealluk: Muhabbet etmek, sevmek. * Alâkalı olmak.
Cür’et: Yiğitlik, cesâret. Korkmayarak ileri atılmak.
Günah-ı kebâir: Büyük günahlar.
Said: (Sa'd. dan) Saadetli. ALLAH (C.C.) kendisini sevmiş. O'nun rızâsına ermiş olan. Âhireti için çalışan kimse. Mes'ud. Mübârek. Bahtiyar.
İctinâb: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
Şekâvet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. * Haydutluk, eşkiyalık.
Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Âhiru’z- zaman: Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi.
Haşiye: Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.
Ma’ruz: Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan.
Cevaz: Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek.
İlle’l- ahmak: Ahmak hariç…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Aziz Kardeşlerimiz;

İmam Hatib, kadınların meslekleriyle ilgili değildir.

ALLAHu Zu'l-Celâl kadınları sorumlu kılmamıştır. Ne cemaata ne cumaya mecbur tutmuyor.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem böyle buyuruyor ve kendi devresinde dahi cemaatından mahrum etmiştir.
Kadınlar için namazın en efdali evinde en gizli ve en emin yerinde olması da tercihlidir.
Onun için böylesi koşmalar ve coşmalarda yoktur dînimizde.
Kadın İmam Hatib olamayınca nasıl va’azcı olacakmış, sesi de saçı gibi sakıncalıdır.
Bizim anlatmış olduğumuz kadının kendi mesleğine uygun tahsildir.
Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem herhangi bir kadını eli boş olarak gördüğünde
eline bir iş aldiye emrederdi. Bunu hiç kimse inkâr edemez.
Kadının başı boş değil de bir el işiyle meşgul olması tercihlidir.
Kız Enstitüsü dediğimiz ise hiç olmazsa vardığı bir yerde ihtiyaçları olan biçilecek, dikilecek, giyilecek, yenecek ve yahutta zarurî olan el işleri meseleleridir...
Kızlarımız böyle işlerle meşgul olurlarsa ayrıca nafakalarını da sağlayabilirler.
Yine ebedir, doktordur, hemşiredir vs. kısımlarından da tercihlidir. Neden?
Çünkü, eğer kadından ebe çıkmazsa, kadınlarımız erkeklerin ellerine düşer...
Buna dikkat etmek lâzımdır ki, böyle mesleklerin kadın olması esâsen zarurîdir.
Baş örtüsünü açtırıyorlar diyerekten bu mesleklerden imtina edib bu meslekleri erkeklere bırakmak olamaz.
Baş örtünü örteceksin, okula vardığında çıkaracaksın... Bunun günahı sana değil ki.
Ancak, ebelik, hemşirelik, doktorluk, ve kız enstitüsü gibi fayda ve nafaka sağlayacak olan hanım meslekleri esâsen tercihlidir.
Çünkü bu meslekleri kaybetmeleri daha beter şerdir.
Çünkü şerler karşı karşıya geldiğinde ehveni olan şerri işleyebilirsiniz.
Siz arzulamıyorsunuz başınızı açmayı. İki şer koyuyorlar önünüze...
Hiç bir kız çocuğu bu okullara girmezse ne olur?
Öyle ya, çoluk çocuk ve babanın ihtiyaçları vardır ve yardıma muhtaçdır.
Bu nedenle Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hanımların el işlerini işlemelerini tercih etmiştir.
Diyebilirler ki
Biz kızlarımızı İmam Hatib okullarına dinlerini öğrensin, dini yönden mâlûmatları olsun diye gönderiyoruz
V-ALLAHu’l- azim hayatımızda dinle ilgili kitabların bu kadar bol olduğu bir devre hiç görmedik.
Kur’ân tefsiri, hadis tefsiri, akaid, fıkıh ve ilmihaller mi dersiniz o kadarda çok ki...
V-ALLAHi İmam Hatib imtihanı vermiş çıkmış olanlar inanın ki bir kerre Ömer Nasûhi Bilmen’in eseri olan ilmihali iyice bir okumaya ve anlamaya cidden ihtiyaçları vardır günümüzde...
Çünkü okulda cimnastik, müzik, şu, bu gibi imamla alâkalı olmayan şeyler var iken esas mesele iyice anlatılamıyor...
Zâten okul mecbûrîdir. Belli bir programı var kimse bunun dışına çıkamıyor.
Herkes her ne ise onu okumak zorunda ve okuyor. Zâten 8 sene mecbûren her çocuk okuyor.
Hâliyle daha geniş mâlûmatlı, bilgili, fesehat ve belâgat sâhibi olunca ilmihallerle de dinini öğrenebîlirler.
Her evde bulunması şart olan ilmihaller bir şey bırakmamışlar ki.
Esâsen günümüz imamlarının da bu ilmihalleri okumaları şarttır. Fakat hiç te baş vurmuyorlar.
Çünkü bir çoklarında namazda tâdil-i erkan diye bir şey mevcûd değil.
Ve benzeri hususlarda bom boş durumdalar.

Kardeşlerim;
Hülâsa, kadınlar ne câmiye ne cemaata ne de cumaya mecbur tutulmamışlardır.
Onun için şurda burda koşup coşmalarının da dinen bir gerekçesi de yoktur.
İlimden de fazlaca sorumlu değillerdir. Neden?
Çünkü Aleyhi's-selâtu ve's-selâm;
Herhangi bir hanım 5 vakit namazını kılar, 1 ay orucunu tutar, efendisinin rızâsını sağlayabilirse cennetin hangi kapısından dilerse girer.Buyurmuştur.
Bunun dışında başkaca
allâme olsun şu olsun bu olsundiye de buyurmamıştır.
5 vakit namaz, 1 ay oruç ve efendisinin rızâsı...
Tabi ev işleriyle uğraşır, lak lak değil de çoluk çocuğu ile evi ile uğraşır...
Hele bilhassa kız enstitüsü gibi ev ve el işleri olursa terzilik, nakış, yemek pişirme, çocuk bakımı vs. ile evinin ihtiyaçlarını karşılar geçinmede efendisine de yardımcı olur. Bu tercihlidir.
Diyeceksiniz ki
efendim, hafız olsun...
Hafızlık hanım mesleği değil ki...
Evet
ALLAHu Zu'l-Celâl kâdirdir hem hâfız olur hem de evinden çıkmaz.
Şimdiki gibi ev ev dolaşıp okuyuculuk yapmaz para pul için... Kendi zarûrî işlerini görür.
Yoksa piyasaya çıkıp da para pul ile sesi sokakları çınlatacak şekilde okuyacakmış...
Mevlüdçüymüş, mukâbeleciymiş vs. bunlar bizim dinimizde tamâmen yasak ve günahtır.

Yâni arbede edilen baş örtüsünden kadının sesi daha beter haramdır.
Eğer gerçekten dindarlıktan bahsediyorlarsa ve îtinâlı olmak istiyorlarsa hanımları sokaklarda, salonlarda, mitinglerde vs. coşturmasınlar da ALLAH'dan korksunlar...

Esâsen bir beldede bir hâfızın bulunması farz-ı kifâyedir.
Eğer bir hâfız bulunmazsa hepsi sorumludur.
Farz-ı kifâye dediğimiz bir beldede bir hâfız bulunursa farz keyfiyeti o beldenin üzerinden kalkar ve sorumlu olmazlar. Bir beldede de bir hâfız bile yeterlidir.
Bir âlimin bulunması da farz-ı kifâyedir. İlim yönünden fetvâ verecek, dini ihtiyaçlarını ve meselelerini halledecek olması sebebiyle farz-ı kifâyedir.

Bir doktorun bulunması da farz-ı kifâyedir.
Yoksa herkesin hâfız olması dînen şart değildir.
Kaldı ki, hâfızların da sakınacağı hususlar vardır. Hâfız dediğimiz şereflidir, değerlidir ve kıymetlidir. Böylesi mülevvesata pisliklere de girmez.
Hem hâfızlık hem de nâ-hoş haller bir arada olur mu, bu hiç yakışır mı?
Hele bilhassa âhiru’z- zaman hakkında olan hadisleri dinleseniz, okusanız ve müteâlâ etseniz, bitmez tükenmez...
Biz âhiru’z- zamanda Kur’ân okuyucularının halleriyle ilgili hadisleri eserlerimizde bildirmişsizdir.

İmâm-ı Gazalî buyuruyor ki;
Bu kurralar, Kur’ân okuyucular, hem ücûb sâhibidir kendini beğenir, kibirlidir hem de haseddir arkadaşlarını da çekememezlik vardır.
Bunu bizlerde bir düşünürsek günümüzde de görürüz ve söylenen söz çok haklıdır. Ve tam yerindedir.
Hem hasud, hem kibirli, hem de gururludurlar.
Esâsen sâdece dünyâ aşk-u-şevkiyle okumaktalar.
Hattâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
İçlerinde bir kimse vardır ki çok daha güzel okuyacak ama sesi şarkıya uygun olunca ona heves edecek ve onu tercih edecek...

Fırka-i Nâciye kitabımızda da anlatılan Hz. Ömer radiyallâhu anhu ve Hz. Abbas radiyallâhu anhudan mervî olan hadisde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbesinde buyuruyor ki;
Dininiz çok yaygın olacaktır. Ticâretiniz denizler arkasına dahi gidecektir. Fakat bir kavim zuhur edecektir ki, ilim okuyacaklar, Kur’ân okuyacaklar da kendi kendilerine:Bizden hayırlısı var mıdır?diyecekler."
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbede soruyor eshabınaNe dersiniz?Ashâb-ı Kiram da:ALLAH ve Rasûlu bilir ya Rasûlullahdiyorlar. Neticesi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devamla: Bunlar benim ümmetimin dışında değillerdir. Ümmetimdendirler. Kur’ân okumuş, ilim okumuş ve şu dava sâhibi olmuşlar ki; Bizden hayırlısı var mıdır diyerekten, böbürlenip gururlanaraktan ücûb sâhibi olmuşlardır.


وهم وقودالنار


Cehennemi ilk tutuşturacak olan kişiler bunlardır. Ku’d dediğimiz, ateşin başlangıcındaki bir çıra gibi... Onun için bunlar cehennemin ilk çırası olarak girecekler.
O zaman sahâbe hayret etmişler ki; Neden bu hâle düşdüler acaba? diye...
Tabi ki kibir sebebiyle. Hadis-i Kudsî’de
ALLAHu Zu'l-Celâl:


الكبرياء ردائى والعظمة ازارى فمن نازعنى واحد منهما قذفتهم فى النار ولائبالى


Kibir benim sıfatımdır. Kibriya bana âittir. Benimle kibriyada yarışacak olan kişiyi cehenneme atarım. Hiç de merhamet etmembuyuruyor.
Onun için bu böyledir. Düşünürsek bu halleri şimdi de görüyoruz.
Elbette anlatmış olduğumuz şeyler bazılarının hiç te hoşuna gitmeyecek ve hesablarına gelmeyecektir.


Resim

Zarûrî: Mecbûrî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecbûrî olan.
Nafaka: Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey. * Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme kararıyla verilen iâşe parası.
Ehven: Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Âdi. * Zararı az olan. En zararsız.
Tâdil-i erkan: Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usûlüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükûnetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Subhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükûnet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
Allâme: Çok büyük âlim. Meşhur olmuş büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sâhibi.
Farz-ı kifâye: Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz. Cenâze namazı kılmak gibi.
Âhiru’z- zaman: Dünyânın son zamânı ve son devresi. Dünyâ hayâtının kıyâmete yakın son devresi.
Kurra: (Kari'. C.) Okuyucular. Kur'ân-ı Kerîm'i usul ve tecvidine göre okuyanlar. Dindar ve sâlih kimse.
Ücûb: Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. * Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli.
Kibriya: Azâmet. Cenâb-ı ALLAH'ın azâmeti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »


Mübârek şeyhimiz Mevlânâ Alaaddin (ks) Hazretlerinin hanımlara tavsiyesi ve dersi şu idi ki:Namazlarınıza dikkat ediniz, bir ay orucunuzu tutunuz, efendinizin hükümleri dışına çıkmayınız ve setrete riâyet ediniz.
Ama baş örtüsü ama ses olsun ama başkalarına bakmak yönünden olsun setrete riâyeti isterdi.
Hali hazırdaki gibi evinde durmayıp sokaklarda koşuşturmasını hiç te tasvib etmezdi.
Hanımların sorumlulukları azdır ve evindedir.

Eskiden medreselerde 20-30 sene dirsek çürütülürdü, şimdi ise buna gerek te yoktur.
Çünkü, her türlü eser pek çok ve Lâtin harfleriyle hazırlanmıştır. Herkes okuyabiliyor.
Tefsir, hadis, fıkıh ve benzerleri... Herkes temin edip okuyup, anlayabilir.
Yeter ki fitneden uzak ve hüsn-i niyyetle okusun...
Zâten Lâtince mecburidir. Herkes okuyabiliyor. Yemek hazırlanmış da sadece yemek kalıyor.
İlmihaller her türlü muamelât-ı İslâmiyyeyi belirtmişlerdir.
Daha ötesini arayana çok daha becerikli ve kabiliyetli olana Tarikat-ı Muhammediye gibi eserlerde mevcuddur.
İmam-ı Birgivî’nin eseridir. İ’tikad, edeb, yarar ve zararlar, cevârihlerin afatları, dilin ve kalbin afatları yönünden anlatmıştır.
Kadı İyaz’ın Şifayı Şerifi de böyledir.
Birinci cildi Allahü Zülcelâl’in tevhidini uzun uzadıya anlatmış, ikinci cildinde ise Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem olan muhabbet ve saygı anlatılmıştır.
Eğer bunu okumuş olsalardı Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem karşı şu anda olan yozluk ve saygısızlık olur muydu?
Çok salavat getirirsen adamın canı sıkılıyor hatta
şirk olurdiyebiliyor..
Hadislerini saf dışı edip kabul etmiyorlarsa Allahü Zülcelâlin böyle bir resülü olur mu hâşâ!..
Sanki Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellem piyasadan çıkarmış gibi hâşâ... Allahü Zülcelâl islah etsin!.
İşte bu eserleri okusunlar da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kimdir?
Ona karşı sevgi, saygı ve hürmetimiz nasıl olmalı?
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hukuku nelerdir?
Ve sorumluluğumuz nelerdir? Öğrenip anlasınlar ve hadlerini bilsinler.
Halbuki anlatmışızdır; bir mü’minin Rasûlullaha sallallahu aleyhi ve sellem olan muhabbeti, ana, baba ve evladlarına olan muhabbetinden üstün olmadıkça kâmil iman sahibi değildir.
Buna rağmen hadisleri inkâr ediyorlar:
Yok, efendim, hadisler Rasûlullahdan sallallahu aleyhi ve sellem 200 sene sonra yazılmış, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yokken hadis mi olurmuş?diyorlar.
Bu nasıl iştir Allahaşkına!.. Bu bir acayibliktir.
Kur’ânı bırakmış da tâhirf edilmiş Tevratı ve İncili tavsiye ediyorlar.
Dini Muhammed ki, dinlerin reisi iken...


إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ

İnne'd-dîne indâllâhi'l-islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtû'l-kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ılmu bağyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîu'l-hısâb(hısâbı): ALLAH nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. ALLAH'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki ALLAH'ın hesâbı çok çabuktur.
(Âl-i İmrân 3/19)

ALLAH nezdinde hak din İslâm'dır.


وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Ve men yebteği gayre'l-islâmi dînen fe len yukbele minh(minhu), ve huve fî'l-âhireti mine'l-hâsirîn(hâsirîne): Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) aslâ kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır.
(Âl-i İmrân 3/85)

Kim ki İslâm'dan başka bir din ararsa o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve âhirette de o, ebedî zarar çekenlerdendir.


أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

E fe gayre dînillâhi yebğûne ve lehû esleme men fî's-semâvâti ve'l-ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne): Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitap), ALLAH'ın dîninden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir.
(Âl-i İmrân 3/83)

Göklerde ve yerlerdekiler, ister istemez Ona teslim olduğu halde onlar (ehl-i kitab), ALLAH’ın dîninden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O’na döndürüleceklerdir.

Esâsen:
İslâm dîninden başka bir dîni asla kabul etmez. RABBımız ilân etmiştir bunu.
Onun için ne devreye gelmişiz bilemiyorum.
Hergün yeni ve çok acayib şeyler ortaya çıkarıyorlar, duyuyoruz.
Şerrin o kadar yaygın bir hali vardır ki yâni şeytanlar neredeyse boşa çıkmışlar ve işsiz kalmışlar.
Esâsen İmâm-ı Rabbâni Hazretleri bizzât buyuruyor ki:
Fukaralardan birisidiyor ama kendisi ama başkası bilmiyoruz bu mübâreklerAllah’ın fukaralarıdiye tâ’bir ederler.
Fukaralardan bir kimse iblisi gâyet sâkin ve dinlenik bir halde görmüşte sormuş:
Ey iblis sen böyle bir hâle pek uygun değilsin, sâkin ve telaşsızsın sanki işi havale etmiş gibisin... İnsanları saptırmana ihtiyaç kalmamış gibisin. Halbuki senin fıtratın hiç te böyle değildir. Nasıl oldu ki böyle dinlenik bir halde sakin sakin lâkayd durabiliyorsunder.
Şeytan da:
Eksik olmasınlar bu günümüzdeki âlimler bizim işlerimizi görüyorlar. Bize fazla bir vazife bırakmıyorlardiyor.

Vallahü’l- azim onun devresinden 400 sene geçmiş ve gelmişiz bu günümüze...
Bir düşünün bir bakın bu günümüzdeki hallere... Günden güne daha beter, daha beter...
Seneden seneye, aydan aya... derken şimdilik günden güne yeni bir değişik acayibliklerle karşılaşıp duruyoruz.
Öyle bir hâle gelmişiz ki; ALLAHu Zu'l-Celâl bizleri şerlerinden muhafaza etsin başka bir diyeceğimiz yoktur.
Onun için din adamıyım diyenlerin dini hevesleri varsa kitablar pek çok elhamdulillah okusunlar. Ve henüz daha bilmediklerini soracak kadar ehli de mevcûddur...


لايجوز العمل فى كل الكتاب


Hülâsa;
Hanımlar isterlerse dîni meseleleri rahatlıkla öğrenebîlirler.
Hanımların mesleklerine gelince, kendi mesleğiyle ilgili olanı ve nafakasını sağlayabilecek olduğunu tercih etmesi lâzımdır.
Hele bilhassa tıb ve sağlık yanında öğretmenlik de öyledir.
Sâbi sübyana hizmet etmeleri ne kadar iyi ve uygundur.
Bugün çocuk okutmak kolay mıdır?
Eskiden ilkokulu okuyan çocuk ilerledi mi kitab, elbise vs. sini kardeşine aktarma ederdi.
Bir şey bir kerre satın alınırdı da kardeşlere aktarma olurdu.
Şimdi ise her sene büyük külfetleri vardır. Her sene muazzam harcamalar mevcuddur.
Tabi ki bu yönden babasına da külfeti olur.
Âilenin mâlî yönü yetersiz ise kız çocuğu zar zorda olsa okusa kendini kurtarsa âilesine katkısı olabildiği gibi kendisine de daha uygun birisi sâhib çıkabilir.
Geçim zorluğu ortada ve bir erkek başa çıkamıyor.
Bunlar şu anda halkın arasında olan gerçeklerdir.
Onun için hanımlara meslek kısmı günümüzde tercihlidir.
Baş örtüsü için vazgeçip daha beter sıkıntı ve şerlere düşmemelidir.
Başını örtüp gayr-ı meşru mevlüdçülük vs. yapması da uygun değildir.
Kendine uygun meslek okuluna baş örtüsü ile gider, orada açar ve okul çıkışı sokakta yine başını örter.
Fitne çıkarmanın ve arbede yapmanında gerekçesi yoktur.
Zâten kendi istek ve arzusuyla olmayan, kerhen yapılan bu baş açmadan dolayı bir günah da yazılmaz.
Çünkü kendi rızası ile ALLAHu Zu'l-Celâlin bu emrine uymuyor değilki, kerhen açıyor.
Yok kendisi sefahati için baş örtüsünü atıyorsa o zaman başkadır.
Ama kerhen ve zarûrî olarak açıyorsa pişmanlık duyduğu için yazılmaz.
Öğretmen olmuştur, senelerini vermiştir, çocuk çoluk sâhibidir nafaka yönünden babası veya kocası yetersizdir ve hanımında katkısı gerekiyor geçinemiyorlarsa o zaman gider okuluna kerhen başını açar dersini verir çıkınca, müstakil kalınca, sokakta gelip giderken başını örter. Esâsen olacağı budur dînen...
Kendisi açmaya hevesli değilde kerhen açıyor ve şerrin beterinden ehvenini tercih ediyor.
İbn-i Necm’in kitabını açıp okusunlar. Her türlü mesnediyle bulacaklar.
Hatta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hanımlarına radiyallâhu anhumâ buyuruyor ki:
Zeyneb’in eli sizden daha uzundur.
Sanıyorlar ki eli uzun diye ölçmeye çalışıyorlar. Sonradan anlaşılıyor ki Zeyneb radiyallâhu anhu vâlidemiz el işleri yapardı satardı da onu infak ederdi, yoksullara fakir fukaraya verirdi.
Fehmettiler ki elinin uzunluğu bundan dolayı idi.


Resim

Cevârih: El, ayak gibi vücud âzâları.
Fıtrat: Yaradılış, tıynet, hilkat.
Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
Nafaka: Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey. * Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme karariyle verilen iâşe parası.
Müstakil: Kendini idâre edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

ResimKardeşlerimiz, çok kritik bir devredeyiz...
Artık, günden güne şer çoğalmaktadır.
Kitab husûsunda dikkatli olunuz. Karşınıza çıkan her kitabı hemen okumayınız.
Araştırıp soruşturunuz. Hayrınıza ve yararınıza olanları okuyunuz.
Fakat, i’tikâdı bozucu kitablar gönümüzde pek çok.
Belki hayatta bu kadar çok i’tikadı bozucu kitab bir arada görülmemiştir.
Dînin aleyhine büyük hücum vardır. İnsanları dalâlete, sapıklığa ve küfre hemence eleten kitablar ve hâdiseler pek çoktur.
Hattâ tahrif edilmiş Tevrat ve İncil de dağıtıyorlar sokaklarda gençlerimize.
Onun için her rastgeldiğin kitabı eline alıp da hemen okumakta câiz değildir...
Tetkik edip ehlinden erbâbından sormak lâzım. Hele bilhassa akâid aksamını...
Çünkü Fırka-i Nâciye 1 tânedir. 72 fırka ise ya dalâlete ya da küfre eletiyor. Başka yolu asla yoktur.
Fırka-i Nâciye Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin tek yoludur.
Ötekiler; Haricîyye, Merciyye, Kaderiyye, Mu’tezile, Cebriyye, Haruriyye, Sebeiyye, Râfiziyye, Zeydiyye, Câferiyye vs. pek çok muhtelif fırkalar vardır ki 72 fırkadır bunlar.
Hepsi de ya sapık ya da küfür yoludur. İnşallâhu Teâlâ bâzı ma’lumatlar vereceğim ki başımıza gelen beliyye ve âfatların bu fırkalar yüzünden geldiğini fehmedip anlamış olacaksınız.


اللهم ارناالحق حقا وارزقنا الاتباعه وارنا الباطل باطلا وارزقنا الاجتنابه سبحانك اللهم وبحمدك اشهد ان لااله الاانت وحدك لاشريك لك استغفرك واتوب اليك


Aziz Kardeşlerim;

Bu zelzele recfe ve benzeri şeylere tealluk eden hususlar tamâmen Günah-ı kebâir (büyük günahlar) ile ilgilidir.
Yoksa küçük günahlar sebebiyle böyle bir şey olması aslâ mümkün olmaz.
Zâten küçük günahlar her an için keffâre ile affolunur.
İstiğfar dahi gerekmeden pişmanlık duyulsa dahi yeterlidir ve yazılmazlar.
Abdest alıp namaz kılsa aralarında olan küçük günahlara keffâredir yazılmaz.
Esâsen günah-ı kebâir için istiğfar gereklidir. İstiğfar büyük günahlarla alâkalıdır.


İbn-i’s Salah’a soruyorlar:Efendim, günah-ı segâir istiğfar tevbe gerektiriyor mu?
Cevabı:Hayır, ihtiyaç yok, pişmanlık duyduğu takdirde bir namaz kılsa veya bir hasane işlese işlemiş olduğu çirkinlikleri seyyieleri giderir.
Zirâ:


وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ

Ve ekımi's-salâte tarafeyin nehâri ve zulefen mine'l-leyl(leyli), inne'l-hasenâti yuzhibne's-seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ li'z-zâkirîn(zâkirîne): Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.
(En’âm 11/114)

Şüphesiz hasene seyyieleri yok eder.
ALLAHu zu'l-Celâlin ümmet-i Muhammed’e karşı büyük bir keremi ve ihsanı vardır. Bu, böyledir bir kerre...
Onun için geçmiş ümmetlere yapılan alt üst etme vs. gibi çok sert muâmeleyi Cenâb-ı ALLAHu zu'l-Celâl Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem yüzü suyu hürmetine revâ görmemiştir.
Ve küçük günahları dahi pişmanlık duyunca esâsen affolunmuştur. Böyle bir şeyi ALLAHu zu'l-Celâl kabullenmiştir.
Çünkü, Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin yalvarışlarına dayanamamış reddetmemiş kabul etmiştir.

Fakat aramızda olan bu acaip haller neden oluyor acaba?


قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

Kul huve'l-kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’d(ba’dın), unzur keyfe nusarrıfu'l-âyâti leallehum yefkahûn(yefkahûne): De ki: "ALLAH'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!
(En’am 6/65)

Kiminize kiminizin hıncını tattırır.
Birbirinize Musallat olursunuz ve fırka fırka da olursunuz.
Bu ise şu günümüzde hepimizce ma’lum olup anlaşılmaktadır.
Bundan dolayı meydana gelen zelzele vs. günah-ı sagîreden dolayı değilde mutlaka günah-ı kebâir işlemekten dolayıdır.
Tefsirleri okursanız veya öteden beri duyduğunuz; Lut aleyhi's-selâm kavminin hâdisesi, Nuh aleyhi's-selâm tûfânı meselesi veyâhutta Ad kavminin bir rüzgârla yok oluşu gibi hususlar ümmet-i Muhammede yoktur.
ALLAHu zu'l-Celâlin, Habîbinin sallallâhu aleyhi ve sellem ümmetine oldukça rahmeti vardır. Keremi ve ihsanı vardır.
Bu gibi hallere düşürmeyeceğine dâir Habîbine sallallâhu aleyhi ve sellem emân vermiştir.
Fakat nedir ki aramızda ki ihtilaflar ve birbirimize Musallat olmalar mevcud olacaktır.
Bu ümmetin kaderinde bu vardır ve değişmemiştir.
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm bu âyeti okurken:


قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

Kul huve'l-kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’d(ba’dın), unzur keyfe nusarrıfu'l-âyâti leallehum yefkahûn(yefkahûne): De ki: "ALLAH'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!
(En’am 6/65)

De ki: ALLAH’ın size üstünüzden (gökten) ve ayaklarınızın altından (yerden) bir azab göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter. Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz.
ALLAH Kâhirdir, dilediğini yapar. İcâbında azâbını üzerinize yağdırır ve yâhutta ayaklarınız altından çıkarır tûfânın çıkışı gibi...
Bunlar uyarıdır ve bunları yapmaya kâdirdir. Yapmıyor ya da yapamaz diye birşey de yoktur.

İşte bakın Kâdirim ve yapıyorumdiyor.
Ama ALLAHu zu'l-Celâlâlin ümmet-i Muhammede şefkati ve merhâmeti çoktur da böyle şeylerle karşı karşıya kalmamaları için emân vermiştir. Bu bir kerre en büyük lütûftur.

Fakat ne çâre ki bâzı sebebler olacak ki bu uyarılara sebeb olsun. İşte mesele bu sebebler nelerdir?
İnanınız ki başında Haricîyye, Merciyye, Kaderiyye gibi fırkaların i’tikâdlarını ülkemizde yaymaları ve halkında bunları benimsemeleri bu uyarılara sebeb oluyor.
Hatta bu gibi musîbet ve beliyyelerde kaderlerde mevcuddur.
Zelzelede ölenlerde yine ecelleriyle ölürler. Bu onlara zülüm değildir.
ALLAHu zu'l-Celâlâlin muameleleri gâyet nizamlı ve intizamlıdır ve rastgeleye değildir.
Bir kerre O'nun emri ve hükmü dışında bir zerre dahi hareket edemez.
Durdurduktan sonra ise hiç kimse hareket ettiremez.
İşlettiysede hareketini hiç kimse durduramaz. Velev ki bir zerre dahi olsa...

Duydum ki; zelzeleye uğrayan kardeşlerimiz sormuşlar
Biz namazı kılamıyor, orucu tutamıyoruz ne yapalım?
Onlara:Siz bu haldeyken namazı kılmayabilirsiniz, orucu tutmayabilirsinizdemişler. Ne kadar yanlıştır.
Çünkü, namazn hangi şartlarda kılınamayacağı şeriatımızda açık seçik bellidir ve ortadadır.
Kişi namaz kılabilecek şartları içindeyse namazdan sorumludur mutlaka.
Suyu bulamıyorsa teyemmüm eder. Hareket edemiyorsa olduğu yerde, otururken de kılabilir.
Bir duvara bir yastığa da dayanabilir. Kılmaya mecburdur.
Verilen bu cevazı ve kılmayabilirsiniz fetvâsını doğrusu hiç hoş görmedim.
Fıkhımıza da aykırıdır. Âdeta sendikacıların çıkıpta grev yaptıkları gibi... Ona benzetmişler.
Öyle ya böyle bir musibetle zelzeleyle karşı karşıya gelince artık ALLAHu zu'l-Celâl bunları bu hâle getirince namaz ve oruç gibi şeyleri yapmamak için grev yapmışlar da basitten geçmişler gibi... Halbuki ebedî olan hayat devam etmektedir.
Eğer böyle bir şey olduysa ki, olmayan bir şeyde söylenmez ki...
O zaman ALLAHu zu'l-Celâlin rahmetini daha daha da anlatmak lâzımdır.
Öyle ya ALLAHu zu'l-Celâlâlin onlara bir garazı mı var hâşâ...
Âdillerin en âdili olan ALLAHu zu'l-Celâl zülmü hiçte sevmez hâşâ...
Çünkü Hadisi Kudsî’de:


إنى حرمت الظلم على نفسى وجعلته بينكم حراما فلاتظالمون


Zülmü ben kendi nefsime haram kıldım. Sizin kendi aranızda da haram kıldım. Sakının ki zülûm yapmayınız.
Buyuran ALLAHu zu'l-Celâlden başlarına böyle bir hal geldiyse zulüm mü sanıyorlarki karşısında grev ilan edeceklerdenamaz kılmayın, oruç tutmayın veya böyle yapabilirsinizdemek ne demek?
ALLAHu zu'l-Celâle karşımı geliyorsunuz? Gittikçe daha betere gidiyor.
ALLAHu zu'l-Celâl bizlere şuur versin. Âmin!...




DUÂ:

اللهم ارناالحق حقا وارزقنا الاتباعه وارنا الباطل باطلا وارزقنا الاجتنابه سبحانك اللهم وبحمدك اشهد ان لااله الاانت وحدك لاشريك لك استغفرك واتوب اليك


OKUNUŞU:
Allahumme erina el-Hakka hakkan ve’r-zukna el-ittibâ'ıhi
Ve erina el-bâtıla bâtılan ve’r-ruzkna el-ictinâbihi
Subhaneke Allahume ve bihamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke:

MÂNÂSI:
ALLAHım! Bize Hakkı hak olarak göster ve tabiiyetle-uymakla rızıklandır(nasiblendir)
Ve bize Bâtılı bâtıl olarak göster ve ondan çekinmekle-sakınmakla-uzaklaşmakla rızıklandır(nasiblendir)
Sen Subhânsın ALLAHım ve hamd Sanadır.
Şehâdet ederim ki Senden başka ilâh yoktur.
Sen TEKsin, , Senin ortağın, şerîkin, yoktur.
Sana dönerek, tevbe ederek, - Sana istiğfar ediyorum..


İ’tikâdı: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Tahrif: (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. Başka tarafa meylettirmek.
Caiz: Mümkün, olur, olabilir. Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
Akaid: (Akide. C.) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.
Dalalet: Îman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakîkatten, İslâmiyet yolundan sapmak. ALLAH'a isyankâr olmak. Şaşkınlık..
Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Recfe: (C: Recefât) Zelzele, deprem.
Keffâre: (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. Günahtan arınma.
Revâ: f. Lâyık, uygun. Meydana gelmek. * Gidici.
Musâllat: Rahatsız eden. Tasallut eden. Sataşan.
Kebair: (Kebire. C.) Büyük şeyler, büyük günahlar.
İhtilaf: (Hulf. den) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik. Birisinin halifesi olmak.
Kâhir: (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen. Zorlayan. Mecbur eden.

Beliye: (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
Recfe: (C: Recefât) Zelzele, deprem.
Keffâre: (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. Günahtan arınma.
Revâ: f. Lâyık, uygun. Meydana gelmek. * Gidici.
Musâllat: Rahatsız eden. Tasallut eden. Sataşan.
Kebair: (Kebire. C.) Büyük şeyler, büyük günahlar.
İhtilaf: (Hulf. den) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik. Birisinin halifesi olmak.
Kâhir: (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen. Zorlayan. Mecbur eden.


Önce bir Hadis-i Şerif:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç diğerlerinin hepsi ateştedir.Sahâbeler:Onlar kimlerdir ya Rasulullah dediler?
Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem:Onlar benim ve ashabımın yolunda olanlardır’” buyurdu.
(Ebu Davud: 4596)

Merciyye: Günahın imana zarar vermediği tezini savunarak, büyük günah işleyene ümit veren ve onun hakkındaki nihai kararı ALLAH'a havale edip tehir eden akaid fırkası.
Murcie kelimesi,
"tehir etmek, ümit vermek" anlamlarına gelen "irca" kökünden türetilmiş çoğul bir isimdir.
İrca kelimesi, çeşitli şekillerde Kur'an-ı Kerîm'de de geçmektedir:
"Onu ve kardeşini te'hir et, dediler" (A'râf, 111; ayrıca Tevbe, 16; Şuara, 36).
Murcie isminin menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yaygın olan görüşe göre, Murcie mezhebi, murtekib-i kebire (büyük günah işleyen) meselesinin tartışıldığı bir ortamda ortaya çıkmıştır.
(M.Ebu Zehra, İslam'da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul 1970, s. 166)

Mu’tezile: Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olmayıp, tövbesiz âhirete giderse ebedi cehennemde kalacağını söyleyerek hocasından ayrılmıştır. İtizal etmiştir. Mu'tezile tâifesi: "İnsanlar kendi ef'âl-i ihtiyâriyelerini halkederler" diyerek, bu fiillerde kaza ve kaderin tesirini inkâr ederler. Kendilerine kaderiyeciler de denmektedir.

Kaderiyye: Kaderiyye mezhebi, Kader anlayışını reddeder, insanların irade ve hareket özgürlüğüne sahip olduğunu, kendi davranışlarının yaratıcısı oldukları için onlardan sorumlu olduklarını belirtmişlerdir. Kendileri için, Kaderiyye isminin kullanılmasını reddeden ve bu ismin, Kaderci Cebriyye mezhebi için daha uygun olduğunu savunan bu mezhep izleyicileri, daha çok Mutezile mezhebi olarak da bilinir.

Cebriyye: Cüz'i irâdeyi inkâr edenlerin bâtıl mezhebi.

Haruriyye: Harûriye kelimesi, Kuf e'ye iki mil mesafedeki Harura Köyüne nisbet edilen bir kelimedir. Haricîler ilk olarak bu köyde toplandıkları için onlara Harûriye ismi verilmiştir. Hâriciler, dinde çok taassup ederek çirkin dalâletlere sapmıştır.
Yahut hariciler diye isimlenen grup. Onlar, Abdullah bin Kuva liderliğinde Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh)’e karşı çıkan, Harura denen yerde toplanan kimselerdir. Onların o zamanki sayısı on iki bin kişi idi.
İtikatları: Onların inancına göre, büyük günah işleyen kimseler cehennemde ebedi kalıcıdır. Erkek olsun, kadın olsun cihadı terk eden kâfir olur. Onlar, kendi düsturlarına iman etmeyenleri de tekfir etmektedirler.
Bu Harici fırkasından mutezile denen fırka türemiştir. Mütezilenin inancı haricilerin inancının aynıdır. Ancak bunlar, büyük günah işleyenin cehennemde ebedi kalacağını iddia etmiyorlar; onu iman dairesinden çıkarıyorlar, bununla beraber küfür dairesine de sokmuyorlar.


Tekfir: Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme. * Ortadan kaldırma, yok etme. * Setretme, örtme. * Keffaret verme. * Elini göğsüne koyup tevazu yapma.

Sebeiyye: Sebeiyye fırkasının kurucusu, Abdullah ibni Sebe'dir. Sebeiyye fırkasında olanlar, Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) hepsine fâsık (günahkâr), hattâ kâfirdir (imânsız) dediler.
İbn-i Mülcem, hazret-i Ali'yi öldürmedi. Şeytan, hazret-i Ali'nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Hazret-i Ali bulutlar içindedir. Gök gürlemesi onun sesidir. Şimşek, kamçısıdır dediler. İran'ın Esterâbâd şehrinde ortaya çıkan Fadlullah Hurûfî isminde birisi, Sebeiyye yoluna daha birçok hurâfe ve yalan da katarak hurûfîlik ismini verdi.
(Abdülkâhir Bağdâdî, Abdülazîz Dehlevî)

Zeydiyye: Dördüncü imam Zeynelabidin'in oğlu Zeyd'e tabi olan ve imametin Hz Fatıma'nın çocuklarına ait olduğunu benimseyen Şia'nın bir fırkasıdır Daha sonra Zeyd'in oğlu Yahya da bu düşünceye tabi olmuştur Zeydiyye, Şia arasında en mu'tedil ve Ehli Sünnete en yakın olan bir koldur
Bilindiği gibi Şia fırkalarının ortak fikri olarak imamet nassa dayanmaktadır Ayrıca imamette veraset ve vesayet geçerlidir Fakat Zeydiyye bu görüşe katılmamış, imamın Hz Fatıma'nın neslinden olması, âlim, zâhid, cesur, cömert ve imamlık davasında bulunması gibi temel şartları yeterli kabul etmiştir Zeydiyye'ye göre, Hz Peygamber'den sonra en faziletli insan Hz Ali'dir Rasûlüllah onu ismen değil vasfen tayin etmiştir Ancak fazilet yönünden Hz Ali kadar olmasalar da, ilk iki halifenin tayini de caizdir Onlara biat eden ashab-ı kiram sebbedilemez Büyük günah hususunda Mutezile ve Hariciler gibi düşünmektedirler Bu durumda büyük günah işleyen kimse tövbe etmedikçe cehennemliktir Amelî konularda Hanefî mezhebine daha yakındırlar Mest üzerine meshetmek, âdil olsun zâlim olsun herkesin arkasında namaz kılmak ve Ehl-i Kitabın kestiğini yemek caizdir Mut'a nikâhı ise yasaktır Görüldüğü gibi Zeydiyye genel olarak usûl-i dinde Mutezileye, fürû'da ise Hanefî mezhebine yakın hareket etmiştir


Caferiyye: Caferilik ya da İsna aşeriyye Türkçesiyle Onikicilik mezhebi. İmamiyye veya İmamilik olarak adlandırıldığı da olur. Şiiliğin çoğunluk mezhebi. Günümüzde İran İslam Cumhuriyeti'nin resmi mezhebidir. İsmaililik ve Zeydilik ile birlikte Şii meşrebinin fıkhî mezheplerinden biri sayılmaktadır.

Kaderiye: "Kul, kendi yaptıklarının halıkıdır" deyip ifrat ederek Hak mezhebinden ayrılan bir dalâlet fırkası.
Onlar, ALLAH’ın kulların amellerini takdir ettiğini inkâr ediyor ve: Amelleri takdir eden, onları işleyen ve o ameller üzere hesaba çekilecek de kul kendisidir. Bu sebeple kulu yaptığı fiilleri üzere hesaba çekmesi, ALLAH’ın kendi adaletindendir demektedirler. Onlar: ALLAH kullara kendine itaatı emretmiş, asi olmalarını da yasaklamıştır. ALLAH, itaat ve masiyet fiili meydana gelmeden, kendine itaat edenle asi olanı bilmez demektedirler. ALLAH onların bu sözlerinden yüce ve münezzehtir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hülâsa; husûf ve küsûf ve zelzele meselesine gelince bunların olabileceğini Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem îlan etmiştir. Bununla ilgili 30 küsur hadis vardır.
Ancak itiraf edeyim ki küçük günahlardan herhangi birini bunlarda saymıyor.
Ancak büyük günahlardan bir şey bırakmamış ve saymıştır.
Yâni, hüsûf, küsûf ve zelzele ve benzerlerinin mutlaka sebebleri vardır.
Yoksa ALLAHu zu'l-Celâl sebebsiz yere hâşâ kendiliğinden zulmetmez.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin saydığı hususlar; şarkıcılık, kadınların şarkıcılığı ve çalgıcılık ortada, zînâ mübâh durumda âdetâ serbest, fâizcilik belli, içki tamâmen serbest ayıp bile değil, hâkimler arasında olan ba’yu’l- hüküm yâni hükmünü âdetâ satarcasına ve diğer yerlerde de rüşvetçilik, şehâdatu’z- zur-yalancı şâhidlik vs. yaygın durumda olması...
İslâm dîni'nin mensubu olmalarına rağmen bu gibi menhiyattan hiç çekinmezlerde sanki mübahmış gibi yaymaya çalışırlar...
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hattâ şunları dahi saymıştır ki; hanımına karşı çok çok yumuşak fakat anasına cefâkârdır.
Dostlarına karşı çok saygılı olup onların keyflerini arar fakat kendi babasına saygısızdır arayıp sormaz...

Hülâsa, ALLAHu zu'l-Celâle âit olan hukûka hiç riâyet etmezler.
Bir kerre haramın üzerine sineklerin bala pekmeze atıldığı gibi atılma halleri çok yaygın haldedir.
Bakınız, bâhusus ALLAHu zu'l-Celâlin en fazla gazâbını celbeden şey ise, kadınların kadınlarla iktifa edip, yetinip, erkeklerde erkeklerle yetinecekler, iktifâ edecekler.
Lezbiyencilik, homoseksüelcilik, livatacılık, lutîlik biliyorsunuz ki ne kadar da yaygındır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey bırakmamış ki...
Kadın kadınla, erkek erkekle yetinecek, şehevî ihtiyaclarını giderecekler...
ALLAHu zu'l-Celâlin gazâbını en çok çeken bu haller Lût aleyhi's-selâm kavmini yerle bir etmişti ve azabları beter olmuştu.

Hülâsa anlatacağımız çok ama birazcık olsun bir düşünün ki, yaşantımız nasıldır?
ALLAHu zu'l-Celâle karşı durumumuz nasıldır?
Halkın birbirine karşı olan muâmelelerini ve hallerini bir düşünün...
Göreceksiniz ki, ALLAHu zu'l-Celâlin emir ve hükümlerinin tam tersi ve zıddı işlenmekte ve işlemektedir hâşâ...

Tüm bu anlatılanların en şiddetlisi ise kadere karşı oluşları kaderullaha karşı gelişleridir.
Kaderi tekzib ederler, yalanlarlar, ve kader diye bir şey yok deyip inkâr ederler.
İşte zelzele gibi beliyye ve musîbete en çok sebeb olan şey bu kader meselesidir.
Bakınız neler diyorlar:
Böyle kader mi olur be!”, “İşini ALLAHa bırakmış!vs. hülâsa, işte bunlar azab çeker.
Çünkü, kader meselesi ALLAHu zu'l-Celâle âittir.

Sapık fırkalardan ikisi vardır ki ülkemizde de oldukça yayılıyorlar.
En müfridleri Kaderiyye ve Mürciyye fırkalarıdır.
Bunlar zuhur ettiği takdirde artık zelzele vs. beliyyelerin müsebbibi olurlar. Beliyyeler musîbetler gelir.


Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: يا محمد من امن بى ولم يؤمن باالقدرى خيره وشره فاليلتمس ربا غيرى


Hadis meâli:
Cebrâil aleyhi's-selâmın RABBımdan getirdiği hüküm şudur ki; Ya Muhammed, ümmetiyin kaderin bana ait olmadığı şeklinde bir inanç ve i’tikadları olduğu takdirde beni Rabb olarak görmemişler demektir, kendilerine bir RABB arasınlar.

Hadis-i Şerif:


جرى القلم شقى وسعيد وفرغ من اربع من الخلق والخلق والرزق والاجل


Hadis meâli:
Kudret kalemi tamâmen yazmıştır. Saiddir, Şâkidir. Ahlakı düzgündür, değildir. Rızkı, eceli. Madca’ı, eseri yazılmış bitmiştir. Kalem kurumuştur. Değişecek bir halde yoktur.

Hadis-i Şerif:


سيفتح على امتى باب من القدر فى آخرالزمان لايسده شيئ يكفيكم منه ان تلقوهم بهذه الاية


Hadis meâli: Âhiru’z zamanda fitne öyle yaygın hale gelecek ki önlem almak güç olacak.Bize bir tavsiyede bulunmuştur. Bu gibi hallerle karşı karşıya kalırsanız fazla girişmeyiniz. Şu âyet sizlere yeterlidir.

Nedir âyet-i celile:


مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ

Mâ esâbe min musîbetin fî'l ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun): Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, ALLAH'a göre pek kolaydır.(Hadid 57/22)

Yeryüzünde vuku’ bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitabda yazılmış olmasın. Şüphesiz bu ALLAH'a göre kolaydır.

Herhangi bir musibete dûçar olursanız ister yer yüzünde ister kendi nefsinizde olsun mutlaka ve mutlaka bunlar ezelde yazılmıştır.
Yepyeni bir şey değil... Kudret kudretullahtır dilediğini yapar.
Esâsen mülküdür ve kâinat tamamen tasarrufundadır.
Başkaca karıştırmaya esâsen hiç de gerekçe yoktur.
Esâsen bu gibi şeyler tamamen Allahü Zülcelâlin kaderine bağlıdır.
Hayr-ü-şer, yarar ve zarar tümü de ALLAHu zu'l-Celâle âittir.


Hadis-i Şerif:


لايئومن المرء حتى يؤمن باالقدر خيره وشره من الله


Hadis meâli: Bir kimse asla iman sahibi olamaz, hattaki, kaderin Allahü Zülcelâlin takdiratı olduğunu, hayr olsun, şer olsun ondan olduğunu bilmedikçe... İslam dininden uzak demektir bir kerre...

Hadis-i Şerif:


ان امتى لاتزال متمسكة بدينها مالم يكذب باالقدر فاذاكذبوا باالقدر فعند ذالك هلاكهم

(رواه الطبرانى عن ابى موسى الاشعر)


Hadis meâli:
Tabaranî’nin Musâ el Eşari radiyallahuanhu’dan rivâyet ettiği hadisde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Benim ümmetim dinine çok düşkün ve sahib bir ümmettir. Gâyet mütemessikin yâni, dinine sahibtir. Ancak, ne zaman kader kısmına gelip de tekzib ederlerse, ... o zaman helâklerini beklesinler.”
Demek ki zelzele vs. afatları bu yüzden de meydana geliyor. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem böyle buyuruyor.

Hadis-i Şerif:


انما هلك من كان قبلكم بسؤالهم انبيائهم واختلافهم عليهم ولن يؤمن احد حتى يؤمن باالقدر خيره وشره


(رواه الطبرانى عن عمر ابن العاص)

Hadis meâli:
Tabaranî’nin Amr İbn-i As radiyallahuanhu dan rivâyet ettiği hadisde Aleyhi's-selâtu ve's-selâm buyuruyor ki: Esâsen geçmiş ümmetlerin helâk oluş sebebleri şudur ki: Nebîlerine sorarlarda sonra onun söylediğinin tersine gidip ihtilaf ederlerdi.
Halbuysa, ... Bilinsin ki hiç kimse iman sahibi olamaz ancak, kadere, hayr-ü-şerin ALLAHtan olduğuna inanmadıkça diğer inançları boşunadır.


Hadis-i Şerif:


ان اخوف مااخاف على امتى تصديق باالنجوم وتكذيب باالقدر ولايجدحلاوة الايمان حتى يؤمن باالقدر خيره وشره من الله تعالى


Hadis meâli:
Ümmetimi zelleye (sürçüp kaymaya) düşürecek olan ve ençok korktuğum şudur ki; yıldızlara karşı söylenenleri tamamen tasdik ederlerde kadere gelince tekzib edip yalanlarlar. Kaderi tekzib edip yıldızlara inandıktan sonra... O zaman imanı değilde imanın tadını dahi tadamazlar. Zira, Kaderin hayr-ü-şerrin ALLAHtan olduğuna inanmadıkça îmanın kendisi değilde tadını dahi bulamazlar.

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: من لم يرضى بقضاءالله ولم يؤمن بقدرالله فاليلتمس الها غيرالله


Hadis meâli: ALLAHu zu'l-Celâlkim ki benim kaza ve hükmümü kabul etmiyorsa kaderime de inanmıyorsa o zaman kendisine benden gayri başka bir ilâh arasın buyuruyor.ALLAH korusun.

Onun için kendisini kadere bağlamaz yâhutta hayrı ALLAHdan kabul ederde şerri ondan kabul etmez şeytandan kabul ederse hadisin hükmüne girer...
Kader hükümleri çok acayib ve çok da helâka götüren dünya ve âhiretini mahveden bir hususdur.
ALLAHu zu'l-Celâlin rahmeti, böylesi kimseye artık uğramaz.
Çünkü; ALLAHu zu'l-Celâlin kaderine bağlanmıyor ki...
ALLAHu zu'l-Celâlin habîbi sallallâhu aleyhi ve sellem nasıl bu kimse için başvurabilsin çünkü o hükümlerini tanımıyor ki...

Kader dediğimiz ALLAHu zu'l-Celâlin takdir edip karara bağladığı bir meseledir.
En büyük tehlike kader konusudur.
Ne yazık ki; bu husûsu anlatan birine de tesâdüf etmedik.

Hülâsa, işte bu felâketlere ve gazâb-ı ilâhiyeye ileten sebeblerin mucibelerin en başında bunu gördüm ve anlatmaya da gayret edeceğim.
Çünkü çok tehlikelidir. ALLAHu zu'l-Celâl cümlemize kolaylık versin.
Okuyup dinleyenlere de inançlı bilinçli olarak okuyup dinleyip kabullenerek tasvib ederek anlamayı bu minval üzere ale’l- hayra ve ALLAHu zu'l-Celâl’in rızâsına uygun olarak muvaffak ve müyesser eylesin!..
Âmin Yâ Muîn celle celâluhu!..


Resim

Husûf: Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi. * Bir şeyin nuru ve ışığı gitmesi.
Küsûf: Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması.
Mübâh: (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)
Ba’yu’l- hüküm: Hükmün satılması.. mahkeme hükmünü rüşvetle değiştirmek.
Şehâdatü’z- zur: Yalancı şâhidlik.
Menhiyat: Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar.
Celb: Kendi tarafına çekmek. Çekmek, götürmek.
Said: (Sa'd. dan) Saadetli. Allah (C.C.) kendisini sevmiş. O'nun rızasına ermiş olan. Ahireti için çalışan kimse. Mes'ud. Mübarek. Bahtiyar.
Şaki: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Dûçar: f. Yakalanmış. Çatmış. Mübtelâ. * Ulaşmış.
Mütemessikin: Temessük eden. Sıkı sıkı yapışıp tutan. * Bir delil ve şahide dayanan, delile istinad eden.
Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
Vuku’: Düşme, rastlama. * Olma, oluş. * Gidip çatma. * Bir hadisenin çıkış şekli, cereyânı.
Tasvib: Münasib görmek. Uygun ve doğru bulmak. * Aşağı indirmek.
Minval: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz.
Ale’l- hayra: Hayr üzere.
Muvaffak: Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Muîn: Yardımcı. Muâvin. İane eden. Yarattıklarına yardımcı ALLAH celle celâluhu .
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:

الايمان باالقدر نظام التوحيد


Hadis meâli:
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Tevhidin nizamı; kaderi kabul etmek ve inanmaktır.

Hadis-i Şerif:


الايمان باالقدر يذهب الهم والحزن


Hadis meâli:
Kadere inanan kişide keder ve hüzünü giderir, bırakmaz.
Çünkü,
ALLAHın takdiridir. ALLAHdan geliyordiyerekten i’tiraz etmez ve reddetmeye çalışmazsın.
Hoş görmezsen ne yapacaksın?
ALLAHu zu'l-Celâl tarafından olmaktadır. ALLAHu zu'l-Celâl âdildir. Hâşâ zâlim değildir.
Âdildir ve kuluna karşı şefkatli ve merhâmetlidir.
Kulunun kendi yararı ve menfaatı mutlaka vardır ki öyle olmuştur.
Yoksa seni üzmeye, eziyet etmeye hâşâ bir beşer değil ki bundan haz duysun.
Öyle bir şey düşünmeyin. RABBimiz bir ana şefkatinden 70 kat daha şefkatlidir. En şefuk ve atûf olan bir anadan...
Onun için bunu hatırınıza getirinde
bir ana oğluna na-hoş bir eziyet ve azab etmeye râzı olurdiye düşünebîliyor musunuz?
Bu anadan 70 kat daha kullarına şefkatli merhâmetli ve atûf olan RABBımızı düşünün.
Onun için bu hususta çok i’tinâlı olâlim ki olanlar mutlaka bizim hayrımıza ve yararımızadır.
Ama mutlaka ALLAHu zu'l-Celâlin kaza ve kader hükümleri vardır ve yürümektedir.
Fırka-i Nâciye kitabımızda bahsetmişiz.
Gâyemiz bizi beliyye ve musibetlere dûçar eden sebeblere değinmek ve hiç değilse biraz, bir nebzecik eserlerini gösterip anlatmaktır.
Bu ise, bu günümüzde lâzımdır.


Hadis-i Kudsî:


قال الله تعالى من لم يرضى بقضائى ولم يصبر على بلائى فاليلتمس ربا سوائى


Hadis meâli:
Kim ki benim kaderimi kabul etmezse verdiğim beliyyelere sabretmezse o zaman kendine başka bir Rab arasın. Demek ki beni RABB olarak kabul etmiyor ve hoş görmüyor o halde kendisine benden gayri bir Rab arasın.
ALLAH korusun ilâhi Ya RABBî!..

Hadis-i Şerif:


من كذب باالقدر فقد كفر بماجئت به


Hadis meâli:
Kim ki kaderi tekzib ederse bilsin ki benim getirdiğim hak olan İslâm dinini demek ki inkar etmiş oluyor.

Hadis-i Şerif:


القدر سرالله من لم يؤمن باالقدر خيره وشره فانا بريئى منه


Hadis meâli:
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm buyuruyor ki:
ALLAHu zu'l-Celâlin kaderi ALLAHın bir sırrıdır. Kimin kadere imanı yoksa, itiraz ederse veya tasvib etmezse, hayrı ve şerride kader içinde bilmezse ben o kimseden beriyimbuyuruyor.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem o kimseyi ümmeti olarak kabul etmiyor.
Ve ondan uzağım buyuruyor. Başına ne gelirse gelsin yarar veya zarar mutlaka kabullenmek gerekir.

Eğer gelene karşı olursa ondan beriyimbuyuruyor ve ümmetliğe de kabul etmiyor demektir.

Hadis-i Şerif:


من لم يرضى بقضاءالله ولم يؤمن بقدرالله فاليلتمس الها غيرالله


Hadis meâli:
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm buyuruyor ki: Kimki ALLAHu zu'l-Celâlâlin kaza ve kaderine iman etmiyorsa, kabullenmiyorsa ALLAHdan gayri bir ilâh arasın kendisine!..

Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: لايؤمن عبد حتى يؤمن باربع يشهد ان لااله الاالله وانى رسول الله بعثنى باالحق ويؤمن باالموت ويؤمن باالبعث بعد الموت ويؤمن باالقدر خيره وشره من الله

(رواه الحاكم و الترمزى وامام احمد عن على ر.ع)


Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Şu dört nesneyi kabullenmedikçe hiçbir kimse îman sâhibi olamaz.
Birincisi:
يشهد ان لااله الاالله : ALLAHu zu'l-Celâlin vahdaniyyetini ikrâr
İkincisi:
وانى رسول الله بعثنى باالحق : Beni de hak resûl olarak gönderdiğine iman
Üçüncüsü: Öldükten sonra tekrar ba’s olunacağına, tekrar dirilteceğine iman

Dördüncüsü:
وتومن باالقدر خيره وشره : Kadere hayr olsun şer olsun Allahdandır diye inanması ki bu dört nesne şarttır.
O zaman mü’mindir Müslimdir.


Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: ان مجوس هذه الامة المكذبون بأقدارالله عزوجل ان مرضوافلاتعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وان لقيتوهم فلا تسلموا عليهم


Hadis meâli:
Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm buyuruyor ki:
Ümmetimin Mecusîleri vardır. Bunlar kimlerdir?
Bunlar ALLAHın kaderini tekzib edenlerdir.

Bu kimselerle karşı karşıya kaldığınızda, aynı ortamda bulunduğunuzda; hasta olurlarsa evlerine varmayınız, ziyâret etmeyiniz.
Eğer ölürlerse de cenâzelerine iştirak etmeyiniz. Karşılaştığınızda da selâm vermeyiniz.


Hadis-i Şerif:


لكل امة مجوسى ومجوس امتى الذين يقولون لاقدر


Hadis meâli:
Her ümmetin mecusîleri vardır. Benim ümmetimin mecusîleri de kaderi tanımayanlardır.

Hadis-i Şerif:


لكل امة مجوسى ومجوس هذه الامتى الذين يقولون لاقدر فان مرضوا فلا تعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وهم شيعة الدجال وحق علىالله ان يحشرهم معهم


Hadis meâli:
Her ümmetin mecusîleri vardır benim ümmetimin mecusîleri de kader yoktur diyenlerdir.
Bunlar hasta olurlarsa ziyaretlerine varmayınız ve ölürlerse de cenazelerine iştirak etmeyiniz.


Hadis-i Şerif:


لكل امة مجوسى ومجوس هذه الامتى الذين يقولون لاقدر فان مرضوا فلا تعودوهم وان ماتوا فلاتشهدوهم وهم شيعة الدجال وحق علىالله ان يحشرهم معهم


Hadis meâli:
Bir üstteki hadise ilâve olarak; bu kimseler esâsen şi’atü’d deccal, Deccal’in şübesidir.
ALLAHu zu'l-Celâlin üzerine haktır ki onları Deccal ile birlikte haşr edecektir.
Hakkenolarak buyurmuştur.

Bu hususda pek çok hadis mevcudur. Fakat birkaç tanesi de inandıktan ve anladıktan sonra yeterlidir.

Hadis-i Şerif:


صنفان من امتى ليس لهم من الاسلام نصيب المرجية والقدرية


Hadis meâli:
Ümmetim içinde iki sınıf vardır ki, ümmetimden olmakla beraber maalesef islam dininde hiç nasibleri yoktur.
Birisi Fırka-i Merciyye diğerisi Fırka-ı Kaderiyye...

Bu iki sınıfın İslamda bir nasiblerinin olmadığını buyuruyor.

Hadis-i Şerif:


صنفان من امتى لاتنالوهم شفاعتى يوم القيامة المرجية والقدرية


Hadis meâli:
Ümmetimde iki sınıf vardır ki kıyamet günü benim şefaatimden asla nasibleri yoktur. Kimlerdir bunlar? Merciyye ve Kaderiyye.

Hadis-i Şerif:


صنفان من امتى لايلدان على حوضى ولايدخلان الجنة القدرية والمرجية


Hadis meâli:
Ümmetinden iki sınıf vardır ki asla havz-ı kevserime varamazlar. Ve cennete dahi giremezler. Bunlar Kaderiyye ve Merciyyedirler.
İlerde bu iki fırka hakkında bilgi vereceğiz ve anlatacağız inşaallâhu teâla...




Şefuk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sâhibi. Merhâmetli.
Atûf: Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme. * Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi.
Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
Tasvib: Münâsib görmek. Uygun ve doğru bulmak. * Aşağı indirmek.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenâb-ı HAKK'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Mecusî: Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir. * Eski İran dini olan Mecûsilikten olan kimse.
Deccal: Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren. (Deccal'ın Cennet dediği Cehennem gibi, Cehennem dediği de Cennet gibi olacağı rivâyet edilir. Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesâda verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır. Bir hadis rivâyetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhi's-salâtu Ve's0selâm tarafından bildirilmiştir. Âlem-i İslâmda muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umûmu da rivâvetleri tasdik etmektedir. Bu din yıkıcılığının âhir zamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir. Şu son asırda görülen ve dünyâyı tehdit eden ve Cenab-ı HAKK'ı inkâra kadar cür'et edip medeniyet-i beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybi ihbârın doğruluğunu tasdik etmektedir.) (Bak: Mehdi, Mesih, Mesih-üd-Deccal, Süfyan)(Deccal'ın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, fir'avunlaşmış, ALLAH'ı unutmuş olduğundan; surî, cebbârâne olan hâkimiyetine, ulûhiyet nâmını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı mânevisi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesimdir. Rivâyetlerde Deccal'a âit tavsifat-ı müdhişe ona işâret eder. Bir vakit Japonya'nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit'te, diğer ayağı on günlük mesâfedeki Port Artür Kal'asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanının bu sûrette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş. M.)

Fırka-i Merciyye: Günahın îmana zarar vermediği tezini savunarak, büyük günah işleyene ümit veren ve onun hakkındaki nihâi kararı ALLAH'a havale edip tehir eden akaid fırkası.
Murcie kelimesi, "tehir etmek, ümit vermek" anlamlarına gelen
"irca" kökünden türetilmiş çoğul bir isimdir.
İrca kelimesi, çeşitli şekillerde Kur'an-ı Kerîm'de de geçmektedir:
"Onu ve kardeşini te'hir et, dediler" (A'râf, 111; Tevbe, 16; Şuara, 36).
Murcie isminin menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yaygın olan görüşe göre, Murcie mezhebi, murtekib-i kebire (büyük günah işleyen) meselesinin tartışıldığı bir ortamda ortaya çıkmıştır.
(M.Ebu Zehra, İslam'da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul 1970, s. 166)
Fırka-ı Kaderiyye: Kaderiyye: Kaderiyye mezhebi, Kader anlayışını reddeder, insanların irade ve hareket özgürlüğüne sâhip olduğunu, kendi davranışlarının yaratıcısı oldukları için onlardan sorumlu olduklarını belirtmişlerdir. Kendileri için, Kaderiyye isminin kullanılmasını reddeden ve bu ismin, Kaderci Cebriyye mezhebi için daha uygun olduğunu savunan bu mezhep izleyicileri, daha çok Mutezile mezhebi olarak da bilinir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Hadis-i Şerif:

عزمت على امتى ان لايتكلموا فى القدر ولايتكلموا فى القدر الااشرارامتى فىآخر الزمان


Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Ümmetimde azmettim. Âdeta ahd aldım demek istiyor.
Aslâ kader kısmından fazlaca konuşmayınız.
Bu husûsa girişmeyiniz ve kaderi tekzib etmeyiniz.
Zira, kader hakkında ileri geri konuşacak olan kimseler mutlaka âhiru’z- zamânın en şerli olan kimseleridir.
Bu âhiru’z- zamanda olacak ve ümmetimin en şerlileri de kader hakkında olur olmaz konuşanlar olacaklardır.


Hadis-i Şerif:


لاتجالسوا اهل القدر ولاتفاتحوهم


Hadis meâli:
Kadere karşı gelen ehl-i kader ile aynı meclisde asla cûlûs etmeyiniz, oturmayınız.
Karşı karşıya geldiğinizde de selâm vermeye sakın siz başlamış olmayınız.
Onlara selâmda vermeyiniz.
Hadis çok sağlıklıdır.

Hadis-i Şerif:


اتقوا القدر فانه شعبة من النصرانية


Hadis meâli:
Aman ha, kaderden çok hazer ediniz, fazlaca girişmeyiniz. Zirâ, Nasrâniliğin bir şu'besidir.
ALLAH muhafaza etsin. Âmin!...

Başka bir hadisde ise:
Kaderiyye ümmetimin mecûsîleridirlerbuyuruyor.
Mecûsîler ise ateşperest olan kimselerdir ve ilerde daha da açıklama yapılacaktır.


Hadis-i Şerif:


اخاف على امتى من بعدى خصلتين تكذيب باالقدر وتصديق باالنجوم


Hadis meâli:
Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum iki haslet vardır ki, bir tânesi “tekzîbun bi’l kader” olup kaderi yalanlarlar.
Ve “tasdîkun bi’n nucûm” olup yıldızlara bakarak hüküm çıkarmayı da tasdik ederler.


Hadis-i Şerif:


آخرالكلام فى القدر بشرار امتى فى آخرالزمان


Hadis meâli:
Âhiru’z- zamanda ümmetimin en fazla şerli olanları kadere çok karışanlardır.
Bu ise, âhiru’z- zaman emmâre ve âlâmetlerindendir.
Kader konusunda bilir bilmez çokça konuşurlar ki bunlar da ümmetimin en şerli olanlarıdırlar.


Hadis-i Şerif:


قال رسول الله صلىالله تعالى عليه وسلم: سيفتح على امتى باب من القدر فى آخرالزمان لايسده شيئ يكفيكم منه ان تلقوهم بـهذه الاية ما اصاب من مصيبة فى الارض ولافىانفسكم الافىكتاب من قبل ان نبرأهاان ذالك علىالله يسيرا


Hadis meâli:
Âhiru’z- zamanda ümmetimin içinde bir kader kapısı açılacaktır.
Halk bu hususda çok tehlikede olurlar.
Âhiru’z- zamanda böyle bir şeyle karşı karşıya geldiğinizde tek çâresi, Kaderiyye ile karşılaştığınızda onlarla mücâdele ederken veya kendi kendinizin mutmain olabilmeniz için şu ya da bu demektense o zaman doğrudan doğruya yukarıdaki âyet-i celileyi okursanız bu yeterlidir.

Herhangi bir musîbetle karşı karşıya gelirseniz, yerde olsun gökte olsun, hangi yönden ve hangi çeşitten olursa olsun mutlaka ve mutlaka bunların hepside levh-i ezelide yazılıdır.
Hâşâ değişecek bir şey yoktur.
Onun için:
قدرالله المقادر
ALLAHu zu'l-Celâl kadir olandır, takdir etmiştir.
Yâni Kader, başınıza gelecek olan hayr ve şerr, hastalık, sağlık, yokluk, varlık hülâsa başınıza ne gelirse gelsin 50.000 sene evvel henüz daha yer ve gökler yaratılmazdan 50.000 sene evvel bu nizam kurulmuştur.


وكتبها قبل ان يخلق السموات والارض بخمسين الف سنة
(رواه احمد والترمزى)


Hadis’in ravisi İmam-ı Ahmed ve Tirmizi olup hasenun sahihun buyurulmuştur.

Hadis-i Şerif:


صنفان من امتى لعنهم الله على لسان سبعين نبيا القدرية والمرجية الذين يقولون الايمان اقرار ليس فيه العمل


Hadis meâli:
İki hadis olarak Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm buyuruyor ki: İki sınıftır bunlar ki, Merciyye ve Kaderiyye...
ALLAHu zu'l-Celâl tarafından ve aynı zamanda 70 peygamber dahi bunlara lânet etmişlerdir.

Merciyyenin söyledikleri nedir acaba?

Gâyeleri şu ki;
Îman dediğimiz zaman ikrardır. Amelle hiçbir alâkası yoktur.diyorlar.
Yâni, âmeli inkâr ederler. Îman dedikleri sadece
El-îmanu ikraryâni, ilâhe illâ ALLAHı dille söyledikten sonra, ikrâr ettikten sonra amele hiç itibâr etmeyip gerekde duymuyorlar.
Huzeyfe radiyallâhu anhu rivâyet etmiştir.


Hadis-i Şerif:


لعنت المرجية على لسان سبعين نبيا الذين يقولون الايمان قول بلاعمل


Hadis meâli:
Yine aynı Merciyye fırkası 70 nebî diliyle lânetlenmişlerdir.
Çünkü bunlar; iman, sadece bir kavl, bir sözdür ki
ilâhe illâ ALLAHdediğin zaman tamamdır.
Amel gerekçesi yoktur deyip ameli inkâr ediyorlar.


Hadis-i Şerif:


مابعث الله نبيا الاوفىامته القدرية والمرجية يوشوشون عليهم


Hadis meâli:
Hiçbir ümmet geçmedi ki behamehâl illa bunların içerisinde ya Kaderiyye veya Merciyye fırkaları olmasın.
Mutlaka vardır, ümmetlerin içerisinde. Bunların vâzifeleri nedir?
Esâsen bir şeytan işi, gevgeve, çeşit çeşit na-hoş i’tikadlar meydana getirip, halkı dalâlete ve ve küfre sürüklemektir.
Esâsen bu şekilde olunca da lânetlenmişlerdir.
Bunlar 70 nebî diliyle lânetlenmişlerdir. Hem Merciyye hem de Kaderiyye...

Hülâsa hadisler pek çoktur.
Merciyye dediğimiz fırkanın iman dediği sadece kavldir, bir sözden ibârettir.
Sözlü olarak söylediler mi iş biter. Amele hiç ihtiyaç hissetmezler ve de gerekli görmezler.
Nitekim şu anda da piyasada çokları
ilâhe illâ ALLAHdiyenler cennete girerlerdiyorlar.
Araştırınız ve bakınız.
Hatta,
ilâhe illa ALLAHdesin de ister Musâyı aleyhisselâm, ister İsâyı aleyhisselâm peygamber olarak tanısın cennetliktirdiyebilmekteler ve bunlarda güyâ Müslüman...
İşte bunlar Merciyye Fırkası mensublarıdırlar.
Amele önem vermiyorlar, ameli gerekli ve lüzumlu görmüyorlar. Ameli tamamen inkâr ediyorlar.
Kelimetu’t- tevhîdi amelsiz olarak kavlen yeterli görüyorlar.
Hattâ bâzı kerrede
ilâhe illâ ALLAHdedikten sonra putperestlik yapsa da îmandan çıkmaz diyorlar.

Çünkü, diliyle îman ettikten sonra amellere hiç değer vermiyorlar.
Bunun içinde bunlar hem mel’un, hem de cehennemliktirler.
Hem de ebeden hiç çıkmayanlar kısmındandırlar.
Bu hadisleri okurken günümüzde piyasada söylenen şeylerin tehlikesinin farkına varmış oluyoruz. Merciyyenin çevirdiği fırıldağın aslı esası; sâdece
ilâhe illa ALLAHde yeter...
Ondan sonra ne yaparsan yap!!...

Evet
Hadis-i Şerifte:


من قال لا اله الاالله دخل الجنة


ilâhe illa ALLAH diyen kimse cennete girerbuyuruyor.
Ancak Merciyye burada da bir fırıldak çeviriyor.
Evet kabullendik ama bu sözün bir de âmelleri vardır.
İnandığımız ALLAHu zu'l-Celâlin melekleri, kitabları, resûlleri vs. vardır.
Hükümleri ve işlenmesiyle ilgili muâmelat hükümleri de vardır.
Yâni, bu sözün doğruluğunun tasdiki de âmellerdir.
Bir ubidiyyet vardır. Abd dediğimiz zaman, RABBının emirlerine uyması ve nehiylerinden yasaklarından da kaçınması lâzımdır.
Bunlarda başta gelen şartlardandır. İslâm'ın 5 şartı îmânın 6 kâidesi vardır.
Evet hadisde sâdece
ilâhe illâ ALLAHbuyurdu ise doğrudan doğruya bu sözün arkasında hiç bir şey işlenmeden hiç bir âmeli işlemeden demek de değil ki...
ilâhe illâ ALLAHdemek ilk olarak İslâm zümresine girmek içindir.
Bu sözü söyleyen kılıçtan kurtulmuştur.
Fakat, bu sözün arkasında i’tikad ve amel yönünden işlemek şartıyladır.
Hülâsa bu günkü günümüzde Merciyye i’tikadlı bâzı kimseler diyorlar ki:

Bir kimse kâfir olduğunda ne kadar amel-i hasen, iyi ameller işlerse işlesin nasıl ki sayılmıyor ve geçersiz ise, îmâna girdikten sonra da hiçbir kötü amel veya hiç amel işlememek de îmânı bozmaz!diyorlar.
Merciyyenin sapık i’tikadları bunlar...




Tekzib: Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
Nasrani: Hristiyanlıkla alâkalı ve ona mensub olan. Hristiyanlardan olan. (Bak: Nasara)
Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Lânet: Nefret. Tiksinti. ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyet.
Kavlen: Söyleyerek. Söz ile. Anlaşarak.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Hadis-i Şerif:

ان الله عزوجل لم يبعث نبيا قبلى الاكان فى امته من بعده مرجية وقدرية يوشوشون عليه امر امته من بعدى الاان الله عزوجل لعن المرجية والقدرية على لسان سبعين نبيا الآوان هذه الامة مرحومة لا عذابها عليها فى الاخرةوانما عذابها فى الدنيا الاصنفين من امتى لايدخلون الجنة المرجية والقدرية

(رواه ابن عساكر عن معاذ ابن جبل ر.ع)


Hadis meâli:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Benden evvel gelmiş geçmiş nebîlerin ümmetleri içinde mutlaka Kaderiyye ve Merciyye vardır, neden vardır acaba?
Çeşit çeşit fırıldak çeviriyorlar ve ümmetlerin normal i’tikadlarını bozmak için âdeta şeytanın hiziblerinden bir hizib olarak bu iki fırka her ümmet içinde her zaman olmuştur.
Onun için:
ALLAHu zu'l-Celâl 70 nebîsinin diliyle lânet ettirmiştir.
Ancak benim ümmetim ALLAHu zu'l-Celâlin rahmetine nail olmuştur.
Ümmetim bunun dışındadır. Ümmet-i merhumedir. Ümmetim için çok merhamet vardır. Ümmetimin kıyâmette azâbı yoktu!
”.
Öyle buyuruyor...Ancak, azabları dünyâdadır.
Burada, bu dünyâda başlarına gelenlerle temizlenmiş olarak gideceklerdir.
İllâ ki sınıfeynAncak iki sınıf hariçtir.
Normal olarak ümmetimin işlemiş oldukları hatâları karşılaştıkları beliyye vs. İle giderilmiş ve temizlenmiş olur.
Namazdan namaza günlük, Cum'â'dan Cum'â'ya haftalık, Ramazan'dan Ramazan'a yıllık keffâredir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ümmeti böyledir.
Esâsen ALLAHa şükürler olsun...

Hepside cennete girerler... Ancak ve ancak Merciyye ve Kaderiyye hariç...
Bunlar müstesna olup cennet yüzü dahi göremezler.


صنفان من امتى لعنهم الله على لسان سبعين نبيا القدرية والمرجية والذين يقولون الايمان قول ليس فيه عمل


Tekrar yine aynen:
Çünkü bunlarda amel diye bir şey yoktur. Sâdece ikrardan ibârettir.
Ve kavlen ikrarı yeterli görüp amele itibar etmezler. Ameli şartta saymazlar.
RABB'im bizleri islah etsin, hidâyet ve şuur versin. Âmin!...

Öteden beri cereyan eden bu hali bu hadisler ışığında fehmetmiş anlamış oluyoruz ki bu günümüzde dahi böyle söyleyenlerin halleri Merciyyeye uygundur.
Hâli hazır bizim duyduğumuz namazı dahi bozmaya çalışıyorlar.

Kur’ân bilmiyorsan, Fâtihayı bilmiyorsan, o zaman Türkçe olarak Lâtince harflerle meâlini oku, bunu da bilmiyorsan, yapamıyorsan esas duruş yap, hazırol hâlinde bir dakika durursanız namazı kılmış olursunuzdiyorlarmış...
Ben görüp duymadım fakat bize duyuranlar bu şekilde aktardılar.
Hali hazır Müslüman olan Türkiyemizde bu gibi haller cereyan etmektedir.
Kur’ân-ı Kerimi âdetâ kendi oyuncakları haline getirmişlerdir.
Çeşit çeşit te’villeri kendi çıkarlarına göre yapmaktadırlar.
Halbuysa;


من فسر القرأن برأيه فليتبوأ مقعده من نار


Kur’ân-ı Kerîm'i kendi re’yine göre tefsire kalkışan cehennemde yerini hazırlamış olur.buyurmaktadır Aleyhi's-salâtu ve’s-selâm. Hâşâ ALLAH kelâmı bu gibi şeylere nasıl sığıyor acaba?

İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Şâfi'i'ye göre namazda Fâtiha'nın okunması mutlaka farzdır ve şarttır.


لاصلاة الابفاتحة الكتاب

Fâtiha okunmadıkça namaz olmaz.
Diğerleri, İmâm-ı A'zam'a ve İmâm-ı Ahmed'e göre ise namazda Kur’ân'ın okunması farzdır.
Ama, Fâtihanın tahsisi ve tâyini vâcibtir, yâni tercihlidir.
Vâcib hükmünde olsa da ötekiler farz diye buyurmuşlar.
Farzın terki zâten mümkün değildir.
Peki vâcibi bilerek terk ederse ne gerekir?
Vakti çıkmadan o namazı tekrar iade eder. Bilerek vâcibi terkederse böyledir.
Vâcibi sehven bilmeden terkederse sonunda sehv-i secde (yanılma secdesi) yapar.
Farz desin vâcib desin bilerek Fâtiha'yı okumazsa şer’an o namazı vakti içinde yeniden kılıp Fâtiha'yı mutlaka okuması şarttır.

İşte şimdiki hâlimiz bu iken meydanı boş bulan bu sapık i’tikadlar güyâ namaz kılacağım diyor ama İslâmî değil...
Kendi inanç ve i’tikadlarına göre keyfince kılacağı namaz ise İslâmî açıdan geçersizdir, canının istediğini yapsın!.
Ama aziz milletimizi zehirlemesinler.
Bu günümüzde bu gibi insanlar âdeta cehennem kapısındaki zebâniler gibi halkı cehenneme dâvet etmektedirler.
Onun için bu minvâl üzere olanların i’tikadları açıkça Merciyye ve Kaderiyye fırkalarının inanç ve i’tikadlarının aynısıdır esâsen...
Halkı teşviş (karıştırma) etmekteler.
Şeytanın hizmetkârları olarak halkın ehl-i sünnet ve’l cemaat olan Fırka-i Nâciyye i’tikadlarını bozmak için bütün şer güçlerle el ele omuz omuza çalışıyorlar gece-gündüz...


Hadis-i Şerif:


عن ابن عباس (ر.ع) عن رسول الله قال رسول الله صلى عليه وسلم: صنفان من امتى ليس لهما نصيب من الاسلام المرجية والقدرية


(رواه الترمزى قال هذا حديث صحيح)

Hadis meâli:
İslâm dîninde iki fırkanın asla nasibleri yoktur. Bunlar Merciyye ve Kaderiyyedir.
Hadisi Tirmizi Abdullah İbn-i Abbas radiyallahuanhu rivâyet edilmiştir. Hadis sahihtir.

İşte öteden beri anlatmaya çalıştığımız ve anlamanızı istediğimiz mevzu’ budur ki; ne buyuruyor:

Hadis-i Şerif:



عن عبدالله ابن عمر (ر.ع) قال: سمعت عن رسول الله صلى الله عليه وسلم يكون فى امتى خسف ونسخ وذالك فى التكذيب باالقدر


(رواه ابو داود والترمزى)

Hadis meâli:
Bir zaman gelecek ki ümmetimde hem hasf hem de mesh olacaktır.
Hasf yere batmadır, yerin yutmasıdır. Mesh ise şekil değiştirme demektir.
Ümmet-i Muhammed de vücûdan değişme olmuyor isede kalblerinde değişme olabiliyor.
Kalbleri diye buyuruyor Aleyhi's-salâtu ve’s-selâm.
Vücûden insan ama kalbleri insan kalbi değildir.

Peki, nedir esâsen bu zelzelelerin ve insan kalblerinin değişmesinin sebebleri acaba?
Kaderi tekzib edişleridir. Kaderi yalanlamalarındandır. Bizim öteden beri söylediğimizde budur.
Eften püften meselelere küçük günahlardan olan baş örtüsü gibi şeylere hasf ve meshi atfetmeleri esâsen abartılmıştır.
Ayni zamanda gâyeleri ise fitneyi alevlendirmektir.
İnsanın kendi kafasından tasavvurla mesnedsiz olarak uydurmasıyla hüküm verilemez.
Zirâ, mutlaka ve mutlaka bir mesnede dayanmalıdır ve bir dîni mesnede ihtiyaç vardır.
İşte buyuruyor ki:
Kaderi tekzib ettiklerinden dolayı müstehak oluyorlarda bunlar başlarına geliyor.
Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivâyet ettiler Hadis sahihtir.

Hadis-i Şerif:


القدرية مجوس هذه الامة

(لا تجالسوهم)

Hadis meâli:
Kaderiyye bu ümmetin mecusîleridir. Hastalıklarında ziyâret etmeyiniz, Onlarla konuşurken aslâ kader konusunu açmalarına izin ve boşluk vermeyiniz.
Onlardan uzak durunuz ve biliniz ki çok tehlikelidirler. Bunlarla oturup konuşmayın.
Hattâ diğer sınıflarda bu şekildedirler.


Âişe radiyallâhu anhu şöyle buyuruyor:


ستة لعنتهم ولعنهم الله وكل نبنى الزاهد فى كتاب الله واالمكذب باالقدر


Bunlar altı sınıftırlar ki ALLAH tarafından ve tüm nebîler tarafından lânetlenmişlerdir.
Bunların böyle olmalarına sebeb nedir?
Kur’ân-ı Azîmu’ş-şân'ı kendi rey’lerie göre te’vil edip değişik değişik ilâveler, noksanlıklar veya uydurmalar yaparlar. ALLAHın kaderini de yalanlarlar.
Kur’ân'ı kendi çıkarlarına göre te’vil ederlerken hiçbir mesned aramadan, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, sahâbe-i kiram radiyallâhu anhum ve seleflerin söyleyişlerinden gayri olarak kendi akıl ve mantıklarına göre tasavvur ederek te’vile kalkışırlarsa bunlar esâsen lâneti hak etmiş kimselerdir.
Hele bilhassa müşebbihât...
Müşebbihât âyetleri zâten çok sakıncalı olan âyetlerdir, yanlış te’vili küfre iletir.
ALLAHu zu'l-Celâl bizleri bu gibi hallerden korusun.
Adam çıkıp ben aklımla Kur’ân'dan birşeyler çıkarır yaparım diyor...


الجدال باالقرأن كفر


O kadar sakıncalıdır kiKur’ân'da cedelleşmek ve münâzara etmek sakıncalıdır, yasaktır ve küfürdür.

Bu günümüzde de câri’dir.
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem peşînen buyurmuştur:
En fazla korktuğum, Kur’ân-ı Azîmu’ş-şân'ı âdeta âlet edavat gibi icâbında bir münâfık, bir kâfir veyâ her ikisi de cedelleşme ve münâzara âleti yapacaklardır. Kâfir olmalarına rağmen onlarda Kur’ân'la ilgili münâzaralar yaparlar. Maksadları açık, belli ve Kur’ânı Azimu’ş-şân'ı tahriftir, bozmaktır...
Âhiru’z- zaman'da bu haller olacaktır ve korktuğum şey budur!.


Gelelim Mecûsilere:
Neden Mecusî deniyor onlara?
Çünkü, Mecusîler şeytana en yakın olan kimselerdir.
Zirâ onlar ateşe taparlar ki; dumansız ve parlak olan kısmına taparlar ve hayır umarlar ve beklerler.
Dumanlı kısmını ise şer olarak tanırlar.
İşte mecusî benzetmesi bundan dolayıdır.
İşte Merciyye denilen fırka da, doğrudan doğruya
ilâhe illâ ALLAHkelimesiyle îmânı elde ettik deyip amelleri sükût ediyorlar ve işlemiyorlar.
Farzları itaatları tamâmen saf dışı yapıp hiç ihtiyaç duymuyorlar.
Sâdece Kelime-i Tevhîd'i demekle yetiniyorlar. Hayrı tamâmen tevhidde görüyorlar.
Ve îmân buna bağlı deyip kavlen bu kelimeyi yeterli kabul ediyorlar.
Amelleri gereksiz görüp sükût ettiriyorlar.

Bende Müslümanımdiyorlar ama hiç âmel işlemiyorlar.

Kaderiyyeye gelince:
Onlarda hayır kısmını ALLAHu zu'l-Celâlden kabul ederler.
Fakat insanın yapmış olduğu fiilen işlediği mâsiyet, kötülük vs. şerlerin ALLAHdan olmayıp Şeytan'dan oduğunu iddia ederler ve inanırlar. O zaman ne oluyor.?..

Gerçekten; bizim Denizli - Karahayıt Kaplıcalarında bulunduğumuz bir devrede yaşlı bir kimse bu meseleyi açtı ve anlattı.
Ve dedi ki:
Oğlum ilâhiyatta okuyor bana şu şekilde malûmat verdi ki; kaderin hayır kısmı ALLAHdan, şer kısmı ise şeytandandır diye söylüyorve bu meseleyi bize de sordu.
Bu kimsenin kendisi dahi yumuşak bir ifâde ile
Benim de böylesini tasvib eder bir hâlim vardır siz ne dersiniz buna?diye sordu...

Kardeşlerim, hakikaten Yalama durumuna gelmişiz.

Hayr ALLAH'dandırdeyip şer de Şeytan'a uygun görülüyor.
Öylesine sinsi bir hadise ki; insanı imanından öyle basitçe ve çabukça çıkaranı başka zor bulunur.
Âdeta hamurdan kıl çeker gibi çaktırmadan imandan çıkarıp kâfir ediyor. O kadar basitten!.. Halbuysa bir düşünün ki
ALLAHu zu'l-Celâl:


وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ

Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne): Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da ALLAH yaratmıştır.
(Sâffât 37/96)

ALLAHu zu'l-Celâl sizleri yarattığı gibi âmellerinizi de yarattı kudretiyle...
Eğer Şeytan'da böyle bir güç varsa o zaman ne oluyor?
Hayrı ALLAH yaratıyor, Şerri de Şeytan yaratıyor. İki ilâh olmuş oluyor, düşünün... Düşünün!..
Eğer Şeytan'ın şerri verecek gücü varsa ve şerrin hâlıkı ise o zaman hallak demek o ise Hak demek hâşâ!..
Halbuki yukardaki âyet açıkça bildiriyor ki:
Sizi de âmellerinizi de yaratan ALLAHu zu'l-Celâldir.
Çok sakıncalı ve tehlikelidir!.
Hayrı ALLAHu zu'l-Celâle, şerri de Şeytan'a uygun görüp güyâ şerri ALLAHu zu'l-Celâle yakıştırmıyormuş gibi basit bir akıl ve mantık oyunuyla küfre eletiyor.
Halbuysa hayrıda şeride yaratan, işleten ve güc veren ALLAHu zu'l-Celâldir.
Onun kudreti dışında bir zerre hareket edebilir mi? Mümkün müdür bu?

İmâm-ı Gazalî, İhya-yı Ulûm'da Kavâidu’l akâid diye buyuruyor ki:

Kudret yönünden ALLAHu zu'l-Celâl'in hareket ettirmediğini kainât bir araya gelse hareket ettiremezler. ALLAH durdurduysa hareket ettiremezler. Hareket ettirdiyse de durduramazlar. Güc ve kudret ALLAHu zu'l-Celâlindir.
Tasarufu dışında ve karşısında âdeta zıd olarak birisi hayrı birisi de şerri işletecek...
Demek ki Şeytan'da faal, fiiliyatta yaratabiliyor demektir...
Düşünün bir kerre. Bu açıkça şirk esâsen...
Böylece ALLAHu zu'l-Celâlin karşısına başka bir ilâh daha çıkarmış aynı zamanda hem hallaktır, hem de el’an faaldir, hem yaratıcıdır hem de fiiliyatı da işletiyor demektedirler.
Artık bu nereye varacak?..


İşte bundan dolayıdır ki, bu iki sınıf ümmetin mecûsîleridirler.
Aynı zamanda İslâm Dîni'nden hiç de nasibleri yoktur.
Cehennemin esfeli sâfilîne olan kimselerdirler. ALLAH şerlerinden korusun. Âmin!...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

ALLAHu zu'l-Celâl bunları hiç de hoş görmüyor, çünkü karşısına şeytanı getiriyorlar.
Birisi bu yandan, öbürüsü şu yandan diyorlar hâşâ...
Sanki
ALLAHu zu'l-Celâlin hükümlerini adam gibi bilmeye ve emirlerine itaat etmeye de asla ihtiyaç duymuyorlar.
Hayvanlardan da aşağı yaşayıp gidiyorlar cehenneme doğru...
Sadece “
ilâhe illâ ALLAHdesek yeter ve bizde Müslümanız deyip hiç bir âmele gerek görmüyorlar.
İşte işin bu gibi incelikleri vardır…

Ümmet-i Muhammed 73 fırkaya boşuna mı parçalanıyor. Kim parçalıyor, nasıl parçalanıyor?
İşte bu çok tehlikeli i’tikad bozuklukları kafaları ve kalbleri alt üst edip karıştırarak parçalıyor...

Onun içinde 72 fırkanın en tehlikelisi Mürciyye ve Kaderiyye fırkaları olup ümmetin mecusîleridir.
Onlara azab mutlakadır ve cehennemin esfelidir.
İşte Karahayt Kaplıcasındaki bu kimseyi uyardık ve dedik ki:
Eğer bu minval üzere ölürsen ale’l küfresin, küfür üzerine ölürsün!..

Tekrar tekrar söylüyorum ki; Âhiru’z- zamanda mesh de olabilir...
Evet vücûden herhangi bir hayvan vs. şekline girmezler fakat kalbleri değişir.

Hafızu’d Dimyatî esâsen Hafızu’l- Hadistir. Ve çokta kıymetli ve değerlidir.
Kendisi şu vaka’yı anlatıyor:
Câmi’den dönerken karşıma bir mahluk geldi ki; çok acayib ve o kadar tuhaf ki şekline bakılmaz ve tiksindirici halde. Fakat berâberinde de bir genç vardı. Ona sertçe:Bu nedir?dedim,
Oda
bu benim babamdırdeyinceoğlum sen nasıl terbiyesiz bir evladsın bir baba nasıl bu hale gelir?
Efendim inkâr edemeyiz, babamızdır. Kendisi bize sabah akşam Hz. Ebubekir radiyallâhu anhu ve Hz. Ömer’i radiyallâhu anhu lânetlemeye mecbur ederdi. Bizler tiksinir ve yapmak istemezdik ama illa bu lâneti bizden duymak ister ve tehdid ederdi. Hiç huzur vermezdi. Sonra bu hal başına geldi: Size geldik ne yapmamız lâzımdır?
İşte bu misilli olan ve bu sistemi kullanan böyle bir fırka daha vardır.

Hülâsa kardeşlerim hiç değilse evvelki milletlerin başına gelenlere bakmak lâzımdır.
Meselâ Ashab-ı Sebt’e zamanın nebîsi cumartesi balık avlamayı yasak etmişti.
Hergün serbest sadece cumartesi günü yasak koymuştu.

ALLAHu zu'l-Celâl tarafından zamanın nebîsine de bildirilmişti. Fakat bunlarda hilebâzdırlar.
Balıkların olduğu kanalın yanıbaşına derince bir çukur kazıyorlar bir açıklık verip yasak olmasına rağmen gizli gizli balıkları kanaldan çukurlarına geçiriyorlar ve avlıyorlardı.
Onun içinde Ashab-ı Sebt bir sabah maymunlar ve hınzırlar olarak kalktılar.
Bu kesindir ve Kur’ânda A’raf / 161 – 167 âyetlerinde anlatılır.


وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُواْ هَذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُواْ مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُواْ حِطَّةٌ وَادْخُلُواْ الْبَابَ سُجَّدًا نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ

Ve iz kîle lehumuskunû hâzihi'l-karyete ve kulû minhâ haysu şi’tum ve kûlû hıttatun vedhulû'l-bâbe succeden nağfir lekum hatîâtikum, senezîdu'l-muhsinîn(muhsinîne): Onlara denildi ki: Şu şehirde (Kudüs'te) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.
(A’râf 7/161)


فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ قَوْلاً غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاء بِمَا كَانُواْ يَظْلِمُونَ

Fe beddelellezîne zalemû minhum kavlen gayrellezî kîle lehum fe erselnâ aleyhim riczen mine's-semâi bi mâ kânû yazlimûn(yazlimûne): Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik.
(A’râf 7/162)


واَسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لاَ يَسْبِتُونَ لاَ تَأْتِيهِمْ كَذَلِكَ نَبْلُوهُم بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

Ves’elhum anil karyetilletî kânet hâdırate'l-bahri iz ya’dûne fî's-sebti iz te’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurre’an ve yevme lâ yesbitune lâ te’tîhim, kezâlike neblûhum bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne): Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
(A’râf 7/163)


وَإِذَ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُواْ مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

Ve iz kâlet ummetun minhum lime teizûne kavmenillâhu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ(şedîden), kâlû ma’zireten ilâ rabbikum ve leallehum yettekûn(yettekûne): İçlerinden bir topluluk: "ALLAH'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: RABBinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).
(A’râf 7/164)


فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ

Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne ani's-sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne): Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azab ile yakaladık.
(A’râf 7/165)


فَلَمَّا عَتَوْاْ عَن مَّا نُهُواْ عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ

Fe lemmâ atev an mâ nuhû anhu kulnâ lehum kûnû kıredeten hâsiîn(hâsiîne): Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik.
(A’râf 7/166)


وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

Ve iz teezzene rabbuke le yeb’asenne aleyhim ilâ yevmi'l-kıyâmeti men yesûmuhum sûe'l-azâb(azâbi), inne rabbeke le serîu'l-ıkâbi ve innehu le gafûrun rahîm(rahîmun): RABBin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz RABBin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.(A’râf 7/167)

Onun için, bu şekilde ümmet-i Muhammede vücûden başka bir hayvan şekline dönmek (mesh) olmaz da kalbleri değişebiliyor.
Mesela hınzır vs. kalbine dönüşebiliyor. Ve onun gibi davranıp onun gibi yaşıyor...
Kalbin vücud üzerinde hakimiyeti fazlacadır.
Settar olan
ALLAHu zu'l-Celâl ümmet-i Muhammedi ve bizleri bu gibi hallerden korusun, cümlemize ale’l iman ile husnu hâtime nasibetsin. Âmin!...




Fırka: Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük. * Tümen.
İ’tikad: İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
Minval: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz. * Bez dokuyan cüllah.
Ashab-ı Sebt: Cumartesi güncüler..
Hilebâz: f. Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu.
Hınzır: (C.: Hanâzır) Domuz. (Beğenilmeyen birisine hakaret için mecazen söylenir.) * Pis ve katı kalbli kimse.
Mesh: Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Kardeşlerim;
Biliyorsunuz ki bu 73 fırkadan bir tânesi Fırka-i Nâciye'dir. Kurtuluşa erenlerin fırkası...
Diğerleri sapıktır ve nâhoş halleri vardır. Kaderiyye ve Merciyyeyi anlattık.
Mu’tezile fırkasına gelince; bunlar şu anda piyasa da çokça olup, Rasûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem gaybı bilmediğini, mugayyıbat-ı hamseden dahi bir mâlûmatının olmayacağını ve hattâ mu’cizeleri dahi pek tasvib etmemektedirler.
Hele bilhassa evliyâ kısmının kerâmetlerini filan hiçte tasvib edip kabul etmezler.
Bu gibi cür’etkârlıkları vardır. Mugayyıbat-ı Hamseyi (ecel-rızk-madca’-eser-said veya şâki oluş) kimse bilemez derler.

Esâsen Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem devresinden önce kâhinler, arraflar (biliciler) vardı ve birşeyler söyler ve yaparlardı.
Tabi o zaman şeytanlar göklere de çıkarlar da, Meleklerden duyduklarını kâhinlere ve arraflara aktarma ederlerdi. Böylece bilebilmeleri bu yönden de olurdu.
Fakat Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem teşrifinden sonra artık herhangi bir şeytan çıkamadı.


وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَن يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَّصَدًا

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde li's-sem’i fe men yestemiı'l-âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden): Halbuki, (daha önce) biz onun bâzı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.(Cinn 72/9)

وزينا السماء الدنيا بمصابيح وحفظا ذالك تقدير العزيز العليم


Halbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulub) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev hüzmesi buluyor.Yâni şimdi ise yaklaştığımız takdirde yakıcı olarak çımkılar geliyor. Hani bazen yıldızlar kayıyor ya...
Yıldızların bazıları doğrudan doğruya süstür.
Saffat sûresi 6. Âyet-i celîlesinde:


إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ

İnnâ zeyyenne's-semâe'd-dunyâ bi zîynetinil kevâkib(kevâkibi): Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.(sâffât 37/6)

Biz yakın göğü, bir süsle yıldızlarla süsledik.buyuruluyor.
Esâsen hem güzellik hem de ziynet olmakla berâber şeytanlara da bir recmdir.
Meleklerin kamçıları esâsen:


“لاحول ولاقوة الاباالله العلى العظيم
Lâ havle velâ kuvvete illa billahi’l-aliyyu'l- azîmdir.

Şeytanlar göklere yaklaştıklarında o zaman yakıcı bir nesne üzerlerine geliyor.
Çıktıklarında mutlaka helâke uğrarlar. Ya yanarlar veya sakatlanırlar. Onun için fazla yaklaşamazlar.
Bu Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem hayru berekâtıdır.
Artık kâhinlerin fazla bir malûmat sahibi olanları kalmamıştır.
Onun için kâhinlerin umutlarını kesmek için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Bir kâhine gidipte bir meseleyi soracak olursa ve aldığı cevaba inanırsa:


من اتى عرافا فصدقه لم تقبل صلاته اربعين يوما { واما كنا نقعد منها مقاعد للسمع فمن يستمع الان يجدله شهابا رصدا


Bir arrafa biliciye sorarda söylediğine inanırsa 40 gün namazları geçersizdir.
Bu hususta Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, devresinde bir emân durumundadır. Yıldıznâme sürmeler vs. nin ortadan kalkması için ve insanlar böyle asılsız şeylere bağlanmasın diyerekten bu buyurulmuştur:


إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun): Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz ALLAH'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz ALLAH bilendir, haberdârdır.
(Lokmân 31/34)

Kıyamet günü hakkındaki bilgi, ancak ALLAHın katındadır. Yağmuru o yağdırır, rahimlerde olanı o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz ALLAH, herşeyi bilendir, herşeyden haberdârdır.

Mugayyibat-ı hamse; yağmurun bilinmesi, ana rahminde ne olduğu, insanın toprağının nerede olacağı, kıyametin ne zaman kopacağı gibi...
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem için mugayyab-ı hamseyi bilemez diyorlarmış hâşâ!..

Fitne ile alâkalı 900 küsûr sâhifedir.
Hatta İbn-i Kesir’in bile 2. cildi fitne ile alâkalıdır.
Bir taneside nefhatun fi’s- sûra kadar olan fitneler ile alâmetler anlatılır.

Cenâb-ı Rasûlullahdan sallallâhu aleyhi ve sellem sonra Hz. Ömer’in radiyallâhu anhu şehid edilmesi ile fitneler yayılmıştır.
Hz. Ömer radiyallâhu anhu bulundukça fitnenin kapısı idi.
Fakat kendisi geçtikten sonra fitneler başlamıştır.
Hz. Osman radiyallâhu anhu ve Hz. Ali radiyallâhu anhu Emevîye ve diğer devrelerde devam etmiştir.

Rasûlullahdan sallallâhu aleyhi ve sellem fitneyle alâkalı en çok malûmat veren Huzeyfetu’l- Yemanî radiyallâhu anhu dir.
Hatta öyle söylüyor:
Ben bu yönden çok cür’etkârdım. Çok sordum. Birlikte sorduğumuz kardeşlerimiz benden yaşlı idiler ve bazılarını gaib ettim. Fakat şimdi ise ne sorarsanız sorun bir kerre fitne ile âlâkalı olarak Rasûlullaha sallallâhu aleyhi ve sellem en fazla soran benim. Onun için vallâhi 7 kişilik bir fitne oluyorsa yeryüzünde kabileleri yerleri, nerelerde ne gibi ise vallâhi ma’lûmat vermiştir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir şey bırakmamıştır.
Dikkat ederseniz ve fütûhat-ı İslamiyyeyi okursanız Tarihu’l- Hulefâ, Cezerî’nin Kitâbu’l- Kâmili, Târih-i İbn Haldun ve benzerleri gibi eserleri okursanız.
Hattâ Taberî, İbn-i Kesir’in dahi
Bidâyetu’l- ve’n- Nihâyesi gibi...
Okuyun ki; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Moğollar olsun başkaları olsun hepsini birer birer anlatmış.
Hiç yapamazsanız İstanbul’un fethi hepimizce bilinmektedir. Bu fetihle ilgili hadisleri hutbelerden de dinlemişsinizdir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Kostantaniyye ile ilgili mâ’lumatları birer birer vermektedir.
Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem kıymet ve değerini bilemiyorlar. ALLAH muhafaza etsin. Âmin!...

Cenâb-ı Rasûlullah:


لتفتحن القسطنطنية ولنعم الامير اميرها ولنعم الجيش ذالك الجيش

Konstantiniyye fetholunacaktır. Ne ni’metli bir emiri vardır. Askerleri de böyledir.

Bağdat'ta Moğolların hadiseside böyledir.
Cengiz’in oğlu Hülagü geldiğinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem peşinen buyurmuştur ki arada 600 küsur sene var.
Sormuşlar
Nedir bu ya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem?
Bunlar iki nehrin arasında olanŞattü’l- Arabbir belde de olup, öyle bir hâle gelecektir ki 1/3 ü kaçar kurtulur, 1/3 ü ölürler ve 1/3 de kalırlar.
Kalabalık bir beldedir. (1 milyon kişi) üçte biri telef olmuş, üçte biri kaçmış ve üçte biri de kalmıştır.
Hatta Şeyh Necmeddin-i Bekiri kaddesallâhu sırrahu o zaman orada yaşamaktadır.
Hülagü böyle büyük bir zâtları topluyormuş. Bu zâtıda kimler götürmeye geldiyse götürememişler.
Onun kıymetli ve değerli bir şahsiyet olduğunu Hülagü duymuş onun içinde huzuruna istiyor.
Fakat mübârek gitmiyor. Velhasılı cebren götürmeye gelmişler.
Halbu ise bu olaylar olurken Bağdad ahalisi:
Efendim, ne olursun bir dua buyur da bu beliyyeden halas olalım. İnşaallah duanız geçerlidir, hâlimiz çok feci’ derler.
O ise:
Susun, susun Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle hadisi vardır ve bu hususta ma’lûmat vermiştir. Umarım ki ilk şehidi ben olurumdiyor ve hakikâten öyle de oldu.
Gelmişler saçlı saçlı kimseler. Kendisini götürmek için, tabi haklayamamışlar ve neticesi hançerlemişler.
Hançerlerken, hançerleyen kimsenin saçını tutmuş da mübârek, saçını bırakmamış şehid olduğu ve ruhu kabzolunduğu halde elini açmamış, açılmamış...
Saçını kesmişlerde elinde bir tutam hâin kâtilin saçıyla defnetmişler.
Peki, bunu söyleyen kim?..
Biz bunların hepsini tarihlerde okuduk. Araştırsınlar!..
Buna benzer nice nice vardır. Karametiler olsun, diğerleri olsun!

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu hususları umûmiyetle anlatmış olduğu halde nasıl olupda yarın yağmur yağmasını bilemeyecekmiş?..
ALLAH aşkına düşünün bir kerre...
İşte mübâreğin, bu günümüzde de
Kadere inanmazlarda yıldızlara inanırlar ki vay hallerine!..buyurduğu işte bu devremizdir.
Kadere değilde yıldızlara bağlanırlar.
Bu gün teknik olarak yağmur bulutlarının rüzgarlara göre hızını tesbit edip: “Efendim yarın şu cepheden yağmur var!”
Canla başla buna inanıyoruz ve ertesi günde geliyor...
Bir astrologun hesabını yapıp günlerce yıllarca önceden falan yerde güneş ya da ay tutulması olacak vs. dediğine inanıyoruz da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yarın yağacak yağmuru mu bilemez diyorlar acaba?..
Bir kimse Amerikadan bir telefonla görüşmüşte birisine:
ben geliyorum” diyor ve vaktindede gelince gördünüzmü bu bir kerâmet mi diyecekler?
Tekniğe inanıyoruz da kerâmet kısmından bir habere neden inanmayalım.
Amerikalıların Irak hâdisesini bizzâtihi Amerikan Televizyonları canlı yayınlarla aktarma ederek oturduğumuz yerde neler oluyorsa seyredebiliyoruz.
Neden Hz. Ömerin radiyallâhu anhu hutbede iken Nihâvend şehrinde olan Futûhatta:


يا سارية الجبل الجبل


Ya Sariye ile’l- Cebel, ile’l- cebel!: Ey Sariye dağa, dağa
Dediğine neden inanmıyoruz acaba? Mümkün değil midir?
Teknik olabiliyor da ALLAHu Zu'l-Celâl'in fazlu kerem tekniğine neden inanmayalım?
RABBımız bizleri salah etsin. Âmin!...
Enbiyâların mu’cizelerine ve evliyânın kerâmetlerine inanmak gerekir.
Hele bilhassa mu’cizelere inanmamak küfre götürür. Çünkü nebînin mûcizesini inkâr kendisini inkârdır.

Bu şekilde iken inanmayacaksa ale’l- küfre gider. Esâsen bu, dinimizin kitabının emridir.
Cenâb-ı Rasûlullahın sallallâhu aleyhi ve sellem hadislerine değer vermemek kendisine de hâşâ değer vermemek demek olur.
Sözüne değer vermiyorsa o zaman nübüvvettende çıkarmış oluyor hâşâ...
Bir risâlet bir nübüvvet sahibi kişinin behemahal mu’cizeleri vardır.
Mu’cizelerine inanmayan Müslüman mı olur?..




Nâhoş: Hoş olmayan.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Mugayyıbat-ı hamse: Beş bilinmeyen. Bizce gâib olan beş şey:
1- Kıyâmet vakti,
2- Yağmurun ne zaman yağacağı,
3- Ana rahmindeki çocuğun mâhiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi sîmâsının ne olduğu,
4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını,
5- İnsanın nerede öleceğini ALLAH bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara mefâtihu'l-gayb da denir.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak ALLAH tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Hâlikı Kâinat tarafından peygamberlerin hakk3aniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.
Tasvib: Münâsib görmek. Uygun ve doğru bulmak
Madca’: Yatılan yer. * Kabir. Mezar.
Said: (Sa'd. dan) Saadetli. ALLAH Celle Celâluhu kendisini sevmiş. O'nun rızâsına ermiş olan. Âhireti için çalışan kimse. Mes'ud. Mübarek. Bahtiyar.
Şaki: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Kâhin: Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı.
Arraf: Falcı, kâhin, müneccim. * Hekim. * Göçebe Arab aşîretlerinin örfe vâkıf umûmi bilgileri.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
Ziynet: Zînet. Süs. Bezek. Kadınlara mahsus kıymetli eşyâ.
Helâk: Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.
Berekât: (Bereket. C.) Bereketler. Bolluklar.
Emân: Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik. (Bak: Aman)
Emevî Devleti: Dört halîfe devrinden sonra devlet idâresi Beni Ümeyye hânedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevî Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Mervan (2. Mervan) dır. Bu devirde kavmiyetçilik İslâmiyet'e çok zararlar vermiştir. Yine bu devirde Din-i Mübinin aktar-ı İslâmda yayıldığını unutmamak icab eder. Doğuda Türkistan ve Endonezya, kuzeyde Kafkasya, batıda Anadolu'nun yarısı, İspanya ve Kuzey Afrika Emevî topraklarına katıldı. Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e ettikleri zulüm ve akıttıkları kan sebebiyle çıkan isyanlar devleti zayıflattı. Abbâsi taraftarları ile kavi bir ekseriyet Abbasi tarafına geçti. Horasan'lı Ebu Müslim, Emevi Devletini bir muharebede Abbasilere devretti. Böylece Emeviler tarihe karışmış oldu.
Moğollar: Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabîle olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asya'nın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bâzı taraflarında bulunurlar.Cengiz Han'la berâber Asyanın batı taraflarına akın ettikleri zaman, Asya'nın büyük bir kısmıyla Avrupa'nın da bir kısmını yakıp yıkmışlardır.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: AHİR ZAMAN FİTNELERİ-Muhammed SIDDIK (k.s.)

Mesaj gönderen nur_umim »

Kardeşlerim;
Cenâb-ı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kıyâmete kadar olan fitne ve alâmetler hakkında ma’lûmatlar vermiş ve saymıştır.
Muhammedu’l- Mehdî'nin aleyhi's-selâm vasıflarını da bildirmiştir.
Fırka-i Nâciye kitabımızda uzun uzun anlatılmıştır.
Mehdîlik şu anda heveslenen meraklıların ve soytarıların işide değildir.
Çünkü ALLAHu zu'l-Celâl katında Mehdî'nin aleyhi's-selâm çok büyük bir kıymet ve değeri vardır. Onlara sakın inanmayın...
Bu fitnecilerden bir kısmı da Mi’racı inkâra kalkışıp “ceseden değilde rûhen olmuştur” derler. Bu hususta malûmat vermişiz.
Eğer rûhen olsa seninde benimde herkesin de rûhu yükselebiliyor.
Yatarken dâhi insanın rûhu ta arşa, makâmına kadar gidebilir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “abdestle yatarsanız secde emredilirse secde hakkı vardır.
Buna rağmen nasıl olurda mi’rac hakkında düzgün bağlılıkları yoktur. Yeterli ma'lûmatta veremiyorlar.
Âdetâ ellerinden gelse inkâr edecekler.
Fakat böyle soytarı Şeytan'lar bunları nasıl kabul ediyor ve bir de çıkıp: “Ben de Müslümanım” diyebiliyor...
Nasıl da cür’et edebiliyor ki; Hazrete çıkmış da, takdis etmiş de vs. ALLAH aşkına bu ümmet-i Muhammedin böyle mi olması lâzımdı? Bu hallere mi düşmeliydi?
Mensûbu olduğumuz Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm ne buyurdu ise esâsen ona bağlı olmamız lâzım.
Yoksa herkesin kendi aklıyla olur olmaz demeye hiçte hakkı yoktur.
Din adına hiçte böyle olamaz zâten.
RABBımız bizleri salah etsin hidâyet versin ve şuur versin. Âmin!...

Kardeşlerim;
Mu’cizeleri kabul etmeyen bir fırkadır ki; oda mu’tezile fırkasıdır.
Nasıl ki Merciyye, kavli tevhidle, tevhîdi dille söylemekle yetinip “îman olmuştur ve âmel sakıttır amel işlemenin gerekçesi yoktur” diyorlarsa Mu’tezile mucizeleri inkâr ediyor.
Kaderiyye ise “hayr ALLAH'tan şer ise Şeytan'dan” deyip Şeytan'ada bir Rubûbiyyet veriyor.
Basit gibi görünüyor ama direkt küfre eletiyor.
Hattâ bâzı kimseleri de akıl ve mantık oyunlarıyla kandırabiliyorlar.
Çünkü şer Şeytan'la alâkalı işler olduğu ve ona da yakıştığı için şer Şeytan'danmış gibi i’tikadına sokma meyli vardır. ALLAH muhafaza etsin. Âmin!...
Evet şer Şeytan'a yakışır ve uygun bu doğru...
Fakat bu şer kul tarafından tercih edildikten ve seçenek yapıldıktan sonra şerri yaratacak olan kimdir? ALLAHu zu'l-Celâl mi? Şeytan mı?
Eğer Şeytan denilirse o zaman Şeytan'ı, Hallâk ve Hâlık tanımış olurlar. Ve küfre de düşerler böylece...

Mu’tezile'nin hâlihazır inançları şudur: “Günahı kebâir işleyen bir kimse ne mü’mindir ne de kâfir, ikisinin arasında kalır.
Halbuki ikisinin arasında ise hiç kimseye bir yer yoktur.
İmâm-ı Gazalî'nin buyurduğu gibi: Bunların ki olmayasıya...
Ya cennet fırkası ya da sâir fırkası. Başkada bir yol yoktur.
Bunlar, kabir hâlini de hiç tanımıyor, kıyâmet günü bile Cennet'e vücûden değilde rûhen girilecekmiş, yeme ile değilde somurma ile faydalanılacakmış...
Mu’cizelere kerâmetlere de hiç değer vermeyip âdetâ inkâr ediyorlar.
Halbuki mu'cizeler Âdem aleyhi's-selâm'dan Rasûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem kadar gelen Rasûller mutlaka ve mutlaka ALLAH tarafından gönderilen elçilerdir. Gâye nedir?
Tevhid kelimesini halka teslim edecek ve öğretecek.
ALLAHu zu'l-Celâlin vahdâniyyetini ve birliğini bildirecek ki, rasûlü olmuş.
Âdem Safiyullah aleyhi's-selâm Nuh Neciyyullah aleyhi's-selâm, İbrâhim Halîlullah aleyhi's-selâm Mûsâ Kelîmullah aleyhi's-selâm Îsâ Rûhullah aleyhi's-selâm vb. Herhangi bir Rasûl gönderildiyse ALLAHın celle celâluhu vahdâniyyetini ikrâr ve gönderdiği rasûlunu elçisini de kabullenmeyi îlân etmiştir. Bunlar mecbûridir.
Peki bir rasûlunü göndermiş ALLAHu zu'l-Celâl; hiçbir yetkisi ve salâhiyeti olmadan hemen başı boş böyle benim gibi senin gibi aynı seviyeli mi olur.
Becerikliliği ve fazla hârikalıkları yoksa nasıl inandıracak o zaman insanları...
Onun için, rasûl dediğimiz elçisi olduğuna göre halkı da'vet etmeyi mecbûri tutuyor.
Bu da'vetin ve Nebî'ye bağlılığın dışında kalan ise ale’l küfre gider. Mutlaka o Nebî'ye bağlanması şarttır.
Bu insanlarda bu elçilere bağlanabilmek için tatmin olabilmek için elbette emmâreler isterler. Onlarda haklıdır.
İşte onların istemiş olduklarını elçiler gösterdiler mi onun adı mu’cize olur. Peki neden ismine mu’cize deniyor?.
Çünkü onlar sorup isterken olağan üstü şeyler istiyorlar ki olmaz biliyorlar ve mümkün görmüyorlar. “Ölen birisi hayâta dönsün. Şu olsun veya bu olsun” gibi...
Nitekim Aleyhi's-selâtu ve’s-selâm'dan müşrikler ayın ikiye ayrılmasını istemişlerdir.


اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

İkterebeti's-sâatu ven şakka'l-kamer(kameru): Saat (kıyâmet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı.
(Kamer 54/1)

Bunu yapmamış olsa idi demek ki beceriksiz derler ve i’tibarda etmezlerdi.

Hülâsa, buna benzer sordukları ve istedikleri herhangi bir şey tabi ki ALLAHu zu'l-Celâl’in takdiri ile kendilerine bağlı olan kişiyi kesinlikle ve mutlaka iknâ etmek için onu a’ciz hâle getirir.
Mu'cizeyi göstermek karşıdaki için kâbil olamazda ondan dolayı elçinin gösterdiği karşısında a’ciz kalır.
Rasûller bu mu'cizeyi göstermeye mecburdurlar. Çünkü halkın bağlanmasıda mecbûridir.
Yoksa, ale’l- küfre giderler. Halkın iknâ edilme hakları vardır, o halde Rasûller de bir şeyler göstereceklerdir.
Resim
Cevapla

“►Muhammed Sıddık◄” sayfasına dön