Niyazi Mısri NOKTA
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
Niyazi Mısri NOKTA
NİYAZİ MISRİ(ks)
LXXII ŞİİR
NOKTA
Sen seni bilmektir ancak pîre ülfetten garaz
Noktayı fehmeylemektir ilm ü hikmetten garaz
Pîri Mürşidi bilip, bulup, yolunda olup kemâlatını yaşamaktan maksad, kişinin kendini bilmasidir. Kendi başına uynanmayacağı, uyuyanı bir uyanığın uyandıracağı gerçeği Buyolu dileyenlere Rabbini bilmaek isteyenlere buyruk :
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Nefsini tanıyan kimse Rabbini tanımış olur. buyurmuştur. (Aclunî, Keşfül-Hâfâ II/343 (2532)
Kişi kendini bilmek için bir usta Eren yanında İlâhî ilim ve Muhammedî edeb için tâlim ve terebiye görür.
Bu ilim ve hikmetten maksad ise NOKTA yı anlamaktır.
Nokta en Merkez olan çapı sıfır dairedir. Özdür. Özettir. Şah damarıdır dinin..
İmam Ali (keremallahi vechehu : Allah onun vechini keremli kılsın) kendisine : Yâ Emirirl- Müminin İlim nedir? diye sorulduğunda
Cevaben :
İlâhî kitaplarda olanlar Kurânda, Kurânda olan Fâtiha-yı Şerîfede, Fâtiha-yı Şerîfede olan Besmelede, Besmelede olan Ba - ب harfinde, Ba ب harfinde olan ise altındaki NOKTA da vardır (toplanmıştır).
Ve ena li nuktatatülleti tahtel- bâ : Benin altında olan nokta benim.Ve ilave etti : El ilmü nuktatün kesrehel- câhilûn : İlim bir noktadır, câhiller onu çoğalttı! buyurmuştur.
Muhammedi melametin aziz Pîri Seyyid Muhammed Nurul- Arabî (ks) Hazretleri, İmam Ali (keremallahi vechehu : Allah onun vechini keremli kılsın) Efendimizin bu buyruğunu Pirzen şehrinde iken şerhetttiği ve okuttuğu için kendisine Noktacı Hoca da denilmiştir. Arab Hoca Efendi de dendiği gibi..
Halkı bunca enbiyâ kim geldi dâvet eyledi
Vahdetin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz
Bunca Peygamberlerin gelmesinden maksad, halkı Vahdaniyyet Sırrını bilmeye davettir.
Bir nokta olan ilmin açıklanması; ancak görevli, yetkili ve etkili olanlarca mümkün ve doğrudur. Bu ise şimdi dahi Erenlerce yürütülmektedir.
Saniî gör günde yüz bin türlü san'at gösterir
Kendüyü göstermek çündür o san'attan garaz
Ey Eren Yolu yolcusu fiillerin fâilini gör!
Her an sayısız eserlerini açıkça gösterip duran tek ve eşsiz Sanatkârın maksadı, açık ve tek olup kendisini göstermektir ve bildirmektir.
Hadis-i Kudsîde : Küntü kenzen mahfiyyenfe ahbebtü urefe fe halaktül- halka liure : Gizli bir hazine idim. Görünen sûret ve bilinen şeylerle zâhir idim. Diledim ki bilineyim. Bu bilinen şeyleri ve mevcûdatı yarattım. buyurulmuştur.
Hep celâlin perdesidir küfr ü isyandan murad
Bahr-ı cûdun katresidir, fazl u rahmetten garaz
Bu âlemde görülüp duran tüm küfür ve isyanlar aslında bâtın olan Hakkın celâlinin perdeleridir.
Oysa Zâhir olan cemâlinin görünen nimetleri ise Onun Cömertlik Denizinden bir damla lütüf, ihsan ve rahmet maksadıdır..
Nefsini bilen, irermiş bir tükenmez devlete
Fakr-i fahri'dir Niyâzî bil o devletten garaz.
Ey Niyâzî!
Ancak nefsini bilenler ulaşabilir Fakr-i fahr devletine..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Fakrımla fahrederim: fakir oluşumla övünürüm buyurmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in buyurduğu, kulluğun 4 ana sıfatları olan :
Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İlletten en önemlisi olan Kulluk Fakriyetini anlamak ve yaşamakla övünmemize örnek olup emretmiştir.
Kul olan Fakriyette iken, kulu yaratan elbette Ganiyettedir.
Kulunun kendisini, fiilerini ve hatta dilemelerini dahi yaratan Rabbülâlemin elbet gerçek zengindir.
Yarım nefesle bir an için var gözüken insanoğlu fakirliğini anlarsa kendini bilmiş olacaktır ki Rabbini de bile bile..
يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
Ya eyyühen nasü entümül fükaraü ilellah vallahü hüvel ğaniyyül hamid : Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O'dur. (Fatır 35/15)
Ülfet (A.): Görüşme, kaynaşma.
Garaz (A.): Maksat.
Fehm (A.): Anlama, anlayış.
Fehmeylemek: Anlamak.
Sani' (A.): San'atkâr.
Kendüyü: Kendini.
Cûd (A.): Cömertlik..
Bahr-ı cûd: Cömertlik denizi.
Devlet (A.): Çok büyük saadet, zenginlik, ebedilik.
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5155
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
LXXV ŞİİR
Sıdk ile girdinse yola ey şücâ
Bir kati gerekli söz var kıl semâ
Doğrulukla girdinse bu yola ey genç!
Çok çok gerekli bir söz var ki işit!
Cümleden evvel sana lâzım olan
Cümle yaranına eyle gel vedâ
Her şeyden önce sana lâzım olan şey,
Bütün eşine dostuna vedâ etmelisin!
Mal u mülk ü kavmi ihvanın ayar
Terk et anları sana verir sudâ
Malın, mülkün, kavmin ve ihvanların seni ayartıp baştan çıkarır
Onları terk et sana baş ağrısı-dert yüklerler.
.
Bir gönül kalır arada anı da
Şeyhe tapşur anâ eyle ittibâ
Her şeyden ayrılıp her şeyini verip terkedince bir gönlün kalır ortada-arada başı boş ki onu da Hak Eren bir Şeyhe götür teslim et!
.
Böyle etsen bil hakîkat sırrına
Az zamanda hâsıl olur ittılâ
Gerçekten böyle ve gereğini yaparsan bil ki tez zamanda hakîkat sırrıyla tanışır buluşur bilişir öğrenirsin.
Sırr-ı tevhîdin Niyâzî hâsılı
Hakk ile ortada kalmaya nizâ
Ey Niyâzî!
Tevhid Sırrının ortaya çıkıp yaşanır hale gelmesi demek,
Hakk cc ile bir ayrılık kavgamızın kalmaması demektir.
"Tevhidine yaşarken şehadet ise imtihanın tek emredileni.
Çünkü diğerleri o noktaya gelmek için yollardır."
****
Şücâ' (A.): Şecaatli. yiğit. cesur.
Semâ' (A.): Kulak vermek, dinlemek, işitmek.
Kati (T.): Çok, pek.
Ayar (T.): Ayartır. (Ayamak - Ayaltmak - Ayartmak: Baştan çıkarmak, iğfal ve idlâl etmek) mastarından.
Sudâ' (A.): Baş ağrısı, baş derdi, rahatsızlık, sıkıntı.
Tapşurnıak, tapşırmak (T.): Ismarlamak, ulaştırmak, yerine götürmek.
İttiba (A.): Uyma, bağlanma. izince gitme.
İttılâ (A.): Öğrenme, bilme. tanıma.
Hâsıl (A.): Husule gelen, sonuç.
Nizâ (A.): Çekişme. kavga.
Sıdk ile girdinse yola ey şücâ
Bir kati gerekli söz var kıl semâ
Doğrulukla girdinse bu yola ey genç!
Çok çok gerekli bir söz var ki işit!
Cümleden evvel sana lâzım olan
Cümle yaranına eyle gel vedâ
Her şeyden önce sana lâzım olan şey,
Bütün eşine dostuna vedâ etmelisin!
Mal u mülk ü kavmi ihvanın ayar
Terk et anları sana verir sudâ
Malın, mülkün, kavmin ve ihvanların seni ayartıp baştan çıkarır
Onları terk et sana baş ağrısı-dert yüklerler.
.
Bir gönül kalır arada anı da
Şeyhe tapşur anâ eyle ittibâ
Her şeyden ayrılıp her şeyini verip terkedince bir gönlün kalır ortada-arada başı boş ki onu da Hak Eren bir Şeyhe götür teslim et!
.
Böyle etsen bil hakîkat sırrına
Az zamanda hâsıl olur ittılâ
Gerçekten böyle ve gereğini yaparsan bil ki tez zamanda hakîkat sırrıyla tanışır buluşur bilişir öğrenirsin.
Sırr-ı tevhîdin Niyâzî hâsılı
Hakk ile ortada kalmaya nizâ
Ey Niyâzî!
Tevhid Sırrının ortaya çıkıp yaşanır hale gelmesi demek,
Hakk cc ile bir ayrılık kavgamızın kalmaması demektir.
"Tevhidine yaşarken şehadet ise imtihanın tek emredileni.
Çünkü diğerleri o noktaya gelmek için yollardır."
****
Şücâ' (A.): Şecaatli. yiğit. cesur.
Semâ' (A.): Kulak vermek, dinlemek, işitmek.
Kati (T.): Çok, pek.
Ayar (T.): Ayartır. (Ayamak - Ayaltmak - Ayartmak: Baştan çıkarmak, iğfal ve idlâl etmek) mastarından.
Sudâ' (A.): Baş ağrısı, baş derdi, rahatsızlık, sıkıntı.
Tapşurnıak, tapşırmak (T.): Ismarlamak, ulaştırmak, yerine götürmek.
İttiba (A.): Uyma, bağlanma. izince gitme.
İttılâ (A.): Öğrenme, bilme. tanıma.
Hâsıl (A.): Husule gelen, sonuç.
Nizâ (A.): Çekişme. kavga.