KuRaNı "OKU" mak

İslamiyet'de yaşanan tartışmalara açıklamalar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
aksiseda
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1147
Kayıt: 11 Haz 2012, 10:01

KuRaNı "OKU" mak

Mesaj gönderen aksiseda »

Resim

KUR'ÂN ve OKUyÂN..

aksiseda

İlk ne zaman almıştım Kurân-ı Kerim’i elime hatırlamıyorum..
Ama şunu çok iyi hatırlıyorum ki tam bir hayal kırıklığına uğramıştım.

Ne ummuştum!
Ne bulmuştum!.

Ne bulmuştum?
Hiçbir şey; “Bu mu yâni?” demiştim…

Peki; Ne ummuştum?
Herhâlde her şey!.
Kurân’la tanışması ertelenmiş insanların Kurân’ a yönelişi genellikle hayatın/hayatının mânâsız olduğunu görmeye başladığı dönemlerde oluyor. Belli ki benim de öyle bir dönemimdi… Birçok soruma cevap ve hayatıma mânâ arıyordum.

Kurân’ la tanışmaktan kastım; Kur’an-ı Kerim’ i açıp da okumak.
Yoksa tanımıyor-bilmiyor değildim.
İnsanımızın ekseriyeti de böyleydi zâten. Kurân’ı BİLİYORLAR’dı!
Ama açıp okumadıktan sonra işte! Ne bilebilir ki insan!.

Günümüzün meşhur profesörlerinden birisi zamanında şehir dışında ilahiyat fakültesinde okurken eve geldiği bir gün babaannesi;
- Evlâdım sen ne okuyorsun? Diye soruyor. O da;
- Arapça okuyorum babaanne… diyor.
- Ne oluyon yani onu okuyunca?
- Babaanne, sen namaz kılarken Fâtiha okuyorsun ya işte ben o Fâtiha’ da ne anlatıldığını anlıyorum.
- Anlat bakalım ne anlatılıyormuş!
Deyince o da başlıyor anlatmaya… Bitirdiğinde bakıyor ki babaannesi gözyaşları içinde…
- Noldu babaanne? Niye ağlıyorsun? deyince… diyor ki kadıncağız;
- Evladım! Benim bugüne dek kıldığım bütün namazlar boşa gitmiş desene … Çünkü ben onu okurken, içimden ona mânâ veriyordum. “Allahım! Rızkımızı artır. Bizlere sağlık sıhhat ver…” vs.

Kadının içinde kopan kıyameti, yaşadığı hayal kırıklığını görünce dayamıyor adam ve diyor ki;
- Namazların boşa gitmiş olur mu hiç babaanne… Şaka yaptım ben. Sen de hemen hakikat sandın!.


Ben bu anıyı Prof. Dr. Ekrem Demirli’nin bir video sohbetinde dinledim ve bu anı/hikâyenin bizi ne kadar da güzel anlattığını gördüm.
Hangimize yabancı gelir ki bu babaanne…
“Bu babaanneden ne farkım var ki, benim ve benim gibi birçoklarının” düşüncesiyle doğdu yukarıdaki satırlar.

Sadece ben o babaanne kadar geç kalmış değildim. Ergenlik yıllarım veya birkaç yıl sonrasıydı…
Bir de Hiç okumamaktan değil de elime alıp ta okuduktan sonraydı hayal kırıklığım.
Üstelik kimse bana bunun bir şaka olduğunu da söylemedi!
İçimde büyüyen boşluğun târifi imkansızdı.
İstedim ki o an; Keşke hiç açıp bakmasaydım da gizemli, esrarlı haliyle hep öyle kalsaydı Kurân…

İyi de o vakit nasıl son bulacaktı içimdeki merak!
Hem sorular!.
Allah’ tan “Gelen” bir kitap olduğunu biliyordum ama…
“Neredeydi ki bu Allah?.”
Hem, O’ndan bize kitap geliyordu da kendi neden gelmiyordu?

Mâdem kendi gelmiyor…
Mâdem ki, bu kitabı YOLlamış…
Belki sorduğum soruların cevapları da vardır!

Diyerek almıştım ya elime…
Merak bir yanda korku bir yanda… Çünkü el sürmek te öyle kolay değil yani…
Çarpılmak var işin ucunda…

Kurân’a dâir iç dünyamda oluşan bu hâlin nedeni insanlardan dinlediğim şeylerden çok şâhid olduğum tavırlar, hâllerdi.

Ne bileyim öyle temiz örtüler içinde kat kat sarılarak saklanması…
Oyalı nakışlı bir kılıf içinde yüksek yerlerde asılı durması… vs..

Hayal gücünün de etkisiyle gizemli, esrârlı bir husus olarak merak uyandırıyordu bende.

Şimdi ise merakımdan daha büyük bir hayal kırıklığıydı bana kalan.
“Hayal Kırıklığı” ortada bir hayal olduğunun da delilidir ve hayalin, bundan başka da bir delili yoktur.

Hayal, hakikatin yerini tutar mı hiç!. Tutmaz elbette.
Lâkin; Bilginin olmadığı alanda muhayyile devreye giriyor doğal olarak.
Ve hayaller sınır tanımıyor.

Oysa ki, Hakikat Âlemi öyle değil;

كُلَّ شَیْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدٖيرًا
kulle şey'in fegadderahû tagdîrâ. (25/2)

Meâlini yazmayacağım. Meâllere kızgınım.
Zira Kurân’ ı elime ilk alışımdan bahsederken titreye titreye elime aldığım ve üç kere öpüp te alnıma koyduğum kitap,
Kurân değil; Kurân’ ın Meâliymiş.

Meâl, Allah’ ın değil kulun kelâmıymış.
Aralarındaki benzerlik Hayal ile Hakikat arasındaki benzerlik kadarmış.

Hayalin, Hakikate nazaran bir kıymeti olamaz.
Bilâkis; Hakikat, hayalin kıyameti olur.
Çünkü;
Hakikaten kıymeti olmayan ne varsa kıyameti kopacaktır vakti geldiğinde.
Benim iç dünyamda kopan kıyametin nedeni bu idi…
Hakikatin Kitabı Kurân’a dâir kurduğum hayallerdi asıl kıyameti kopan.
Oysa ben sanıyordum ki, Hakikat bildiklerimin kıyameti koptu.

Belki de bu nedenle olsa gerek ki Allah celle celâlihu, peygamberlerinin hakikate dair hayal kurmalarına, hayale zanna kapılmalarına mahal vermiyor.

Ölüleri nasıl diriltiyorsun? Diye soruyor Hz. İbrahim (aleyhisselâm)
Allah cc. “İnanmıyor musun?” Diye soruyor.
Hz. İbrahim; İnanıyorum da… Kalbim mutmâin olsun istiyorum diyor.
O vakit Allah celle celâlihu bu isteği ma’kul görüyor ki talebini karşılıyor Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm)

Hz. Musa (as) “Bana kendini göster ki seni görebileyim” diyor Allah’a (celle celâlihu)
O istek makul görülmedi. Ama neden makul olmadığı gösterildi Hz. Musa’ya. (aleyhisselâm)

Tâbi ki onlar peygamber. Bizim gibi değiller ki… Daha doğrusu biz onlar gibi değiliz.
Çünkü onlar olmaları gerektiği gibi… Böyle olmaları da Allah’ın takdiri, iradesi, emri…

Soruları cevaplanmaz, merakları giderilmezse hayal gücü devreye girer.
Oysa ki; Hakikati tebliğ edenlerin Hakikat’ ten bir an olsun ayrılmaları düşünülemez.
O nedenle bu durum onlar için keyfiyet değil bir zorunluluktur.

“Emr olunduğun gibi dosdoğru ol”

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ
Festegım kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatğav, innehû bimâ tağmelûne basîr (11/12)

Bu emre uyanların imamı Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem)
O “Yürüyen Kurân” dır… Kurân’ ı OKU’ mak değil sadece, Kurân’ı Yaşamak’ tır O’ndan istenen…
O nedenle GüZeL aHLâK’ ı tamamlamak üzere görevlendirilmiştir.
Ve O HaMD makamındadır…

Söz buraya gelmişken…
O’nun mübarek adından ilhamla;

Hamd deyince aklıma hemen Fâtiha Sûresi’ nin 2. âyeti geliyor.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
El hamdu lillâhi rabbil âlemîn.
Her türlü övgü yalnızca Allah'a özgüdür, bütün âlemlerin Rabbi,

Hamd’ in “ÖVGÜ” olarak çevrilmesi beni tatmin etmiyor. Nasıl etsin ki;

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزٖيزٌ
Mâ gaderullâhe hagga gadrih, innallâhe legaviyyun azîz. (22/74)

Hamd Makamında olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;
“Allahım! Azabından affına, gazabından rızana, senden yine sana sığınıyorum.
Sen ben layıkıyla övemem. Sen kendini övdüğün gibisin”
buyuruyor.

Hem övgü üstün olandan gelirse bir anlamı değeri olur.
Bir Usta bir çırağı överse bu çırak için değerlidir.
Bir profesör bir öğrencisini överse… vb..

En azından “Denk”ler arasında olmalıdır… Öyle olursa Övgü’nün bir ehemmiyeti olur.
Allah celle celâlihu için böyle bir husus düşünülemeyeceğine göre kim nasıl övebilir ki Allah’ı…

O halde nedir bu HaMD diye araştırırken “Hamadeten nâr” deyimini gördüm.
Nâr “Ateş” demek…
Hamd de “Övgü” demekse?
Ateşin övgüsü mü?
Ateşe övgü mü?
Ne ola ki bu Hamadeten nâr?
Derken baktım ki;
“Ateşin yanış sesi” diyor karşılığında…
Bunda nasıl bir övgü olabilir?
Bunun için ayrı bir yazı yazmak gerektir belki…
Nasibse yazılır birgün…
Son söz olarak şunu demek gerektir ki;
Kurân’ ı okumak öyle açıp ta okumak değilmiş…
Bir kere okuyup; Okudum sanmak değilmiş…
Sayısız defa okumuş olsan bile “Anladım” demek değilmiş…
Kurân’ ı okumak, hayatın her anında Kurân’ ı düşünmek AN’lama gayreti içinde olmakmış…
Kulun Hamdi buymuş…
Ve övülmesi gereken de buymuş
Ve Kurân’ ı okumak, hem ÂN’ ı okumakmış ve hem de anı okumakmış HâLimce…

07.05.2018
Resim
Cevapla

“►Tartışmalı Konular◄” sayfasına dön