El-hüccetü'z- Zehra

Bediüzzaman Said Nursî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

El-hüccetü'z- Zehra

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Kategori : On Beşinci Şuâ ve El-Hüccetü'z-Zehra
On Beşinci Şuâ
El-Hüccetü’z-Zehra
İki makamdır
Bu ders zâhiren küçük, hakikaten pek büyük ve çok kuvvetli ve çok geniş bir risaledir. Hem benim tefekkürî hayatımın, hem Nurun tahkikî hayat-ı mâneviyesinin ilmelyakîn-aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur’âniyedir.
Said Nursî
aynelyakîn : gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
bîçare : çaresiz, zavallı
cebren : zorla
El-Hüccetü’z-Zehra : güzel ve parlak delil; On Beşinci Şuâ
firdevsî : Cennete dair, ait
garazkârâne : kasıtlı olarak, art niyetle
hakikaten : gerçekte
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat
hususan : özellikle
hülâsatü’l-hülâsa : Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ Risalesinin özetinin özeti mahiyetinde, Arapça olarak yazılan tefekkürî bir eser
ilmelyakîn : ilme ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşama
istida : dilekçe
iştiyak : çok kuvvetli arzu, istek
ittihad : birleşme, birlik
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi; Yargıtay
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
meyve-i imaniye : imanın meyvesi
risale : mektup; Risale-i Nur’un her bir bölümüne verilen isim
semere-i Kur’âniye : Kur’ân meyvesi
tahkikî : araştırarak ve kesin delillere dayanarak
tarassut : baskı ve gözetim altında tutma
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma
tefekkürî : tefekküre dayalı
tevahhuş : korkma, ürkme
üçüncü Medrese-i Yusufiye : Afyon hapsi
zâhiren : görünürde
Bölümler
Birinci Makam
Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası
Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin tek bir dersinin üçüncü kısmı ve Mukaddime
El-Hüccetü'z-Zehra'nın İkinci Makamı
Kudrete dair Arabî fıkrası
En son HAYY-DOST tarafından 02 May 2010, 13:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Kategori : Birinci Makam
Birinci Makam
Üç kısımdır
Yirminci Mektubun hülâsatü’l-hülâsası, üçüncü medrese-i Yusufiyede verilen dersin birinci kısmıdır



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ - وَبِهِ نَسْتَعِينُ
1
Afyon hapsinde on bir ay tecrid-i mutlakta bulunduğuma dair Mahkeme-i Temyize yazdığım istida bahanesiyle otuz beş sene inzivada, hususan gecelerde dünyayı unutmakta bulunan ve garazkârâne tarassutlarla yirmi üç sene sıkıntı çekmesinden insanlardan tevahhuş edip yalnız tek başına kalarak, hizmetçisinden ve Nur dersini iştiyakla arzulayandan başka kimseyle bir saat beraber bir yerde bulunmasından çok sıkılan benim gibi bir bîçareyi, beşinci koğuşa cebren
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Ve Ondan yardım diliyoruz.”
Sonraki Risale: Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası Lügatler :
aynelyakîn : gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
bîçare : çaresiz, zavallı
cebren : zorla
El-Hüccetü’z-Zehra : güzel ve parlak delil; On Beşinci Şuâ
firdevsî : Cennete dair, ait
garazkârâne : kasıtlı olarak, art niyetle
hakikaten : gerçekte
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat
hususan : özellikle
hülâsatü’l-hülâsa : Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ Risalesinin özetinin özeti mahiyetinde, Arapça olarak yazılan tefekkürî bir eser
ilmelyakîn : ilme ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşama
istida : dilekçe
iştiyak : çok kuvvetli arzu, istek
ittihad : birleşme, birlik
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi; Yargıtay
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
meyve-i imaniye : imanın meyvesi
risale : mektup; Risale-i Nur’un her bir bölümüne verilen isim
semere-i Kur’âniye : Kur’ân meyvesi
tahkikî : araştırarak ve kesin delillere dayanarak
tarassut : baskı ve gözetim altında tutma
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma
tefekkürî : tefekküre dayalı
tevahhuş : korkma, ürkme
üçüncü Medrese-i Yusufiye : Afyon hapsi
zâhiren : görünürde
nakil ve kardeşlerimin yanıma gelmelerini yasak ettiler. O kalabalık içinde yaşayamayacağım diye çok telâş ederken, birden bir alâmet-i hiddet ve gadap olarak soğuk o derece şiddetlendi ki, eğer o eski yerimde kalsaydım hiç dayanamayacaktım.

O zahmet, benim hakkımda rahmete döndü. Kalbe geldi ki: “Gerçi Nur şakirtleri, her koğuşta hem kendileri hesabına, hem senin bedeline tam Nur dersleriyle çalışıyorlar. Fakat bu beşinci koğuş, bir nevi tecrithane olmasından, tazeleniyor, değişiyor; Nur dersine daha ziyade muhtaçtır. Hem Rus’un dehşetli bir inkârla ve Allah’ı tanımamakla hücumunu yazan gazetelerin yazılarını okuyan gençler ve ihtiyarlar, elbette iman-ı billâhtaki mevcudiyet ve vahdâniyet-i İlâhiyeye dair gayet kat’î ve kuvvetli derslere pek ziyade ihtiyaçları var” diye tesbihatta kalbe geldi. Ben de sabah namazından sonra eskiden beri on defa okuduğum ve koca Yirminci Mektup Risalesi, on bir kelimesinde hem on bir burhan-ı vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbâniye, hem on bir müjde gayet parlak, güneş gibi tafsilâtla gösteren ve bir rivâyette İsm-i Âzam taşıyan bu tehlil ve tevhid-i muazzam,


لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَشَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَيَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ
1


kudsî cümleyi mütefekkirâne tekrar edip Yirminci Mektubun kısa bir hülâsatü’l-hülâsasını beraber düşünüyordum. Birden kalbe geldi ki: “Bu kısacık hülâsayı Nadir Hocaya ve buradaki gençlere ders ver.” Ben de Bismillâh deyip başladım. Dedim:

Bu kelâm-ı tevhidde on bir müjde, on bir hüccet-i imaniye var. Şimdi, yalnız hüccetlere gayet kısa bir işaret edip, izahını ve müjdeleri Yirminci Mektup ve

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk umumen Onundur. Hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur. Hayatı veren ve hayatı rızık ile devam ettiren Odur. Ölümü veren de Odur. O kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O her şeye hakkıyla kadirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.” Kaynaklar için bk. Yirminci Mektup.
Sonraki Risale: Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası Lügatler :
alâmet-i hiddet ve gadab : hiddet ve öfke belirtisi
Bismillâh : Allah’ın adıyla
burhan-ı vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşunun ve var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasının delili
gayet : son derece
hüccet : güçlü delil, kanıt
hüccet-i imaniye : iman delili
hücum : saldırı
hülâsa : öz, özet
hülâsatü’l-hülâsa : Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ Risalesinin özetinin özeti mahiyetinde, Arapça olarak yazılan tefekkürî bir eser
iman-ı billâh : Allah’a iman
inkâr : inanmama, kabul etmeme
İsm-i Âzam : Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
kat’î : kesin olarak
kelâm-ı tevhid : Allah’ın birliğini ifade eden kelime
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
mevcudiyet : varlık
mütefekkirâne : tefekkür ederek, düşünerek
nevi : çeşit, tür
rahmet : şefkat, merhamet
rivâyet : nakil
şakirt : öğrenci, talebe
tafsilât : ayrıntı, detay
tecrithane : yalnız bırakılan yer, hücre evi
tehlil : “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek
tesbihat : Allah’ın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözler
tevhid-i muazzam : büyük tevhid; birleme, herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vahdâniyet-i İlâhiye : Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı
vahdet-i Rabbâniye : Rab olan Allah’ın birliği
zahmet : sıkıntı, eziyet
ziyade : çok, fazla
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Nur eczalarına havale edeceğim. Fakat şimdi, o dersi yazdığım zaman onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri dahi yazmayı münasip gördüm. İşte o kelâm-ı tevhidin on bir kelimesinden,

BİRİNCİ KELİME

1لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ tır. Bundaki hüccet ise matbu Âyetü’l-Kübrâ Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki, İmam-ı Ali (r.a.), Nurun eczalarından haber verdiği sırada 2 وَبِاْلاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتِ deyip o Âyetü’l-Kübrâ’yı şefaatçi yaparak Nur şakirtlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli tab’ı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali’nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur şakirtlerinin bedeline duasını pek zâhir bir surette tasdik etti.

Evet, Âyetü’l-Kübrâ Şuâı, otuz üç icmâ-ı azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, herbir hüccet-i külliyede hadsiz burhanlara işaret ederek başta semâvât, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; git gide tâ kâinat mecmuası, müştemilât ve mevcudat ve hudûs ve imkân ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyetini ve vahdâniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat’iyetinde ispat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılıç arayanlar, Âyetü’l-Kübrâ’ya müracaat etsinler.











Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.”
:
Sonraki Risale: Fatiha-i Şerifenin bir muhtasar hülâsası Lügatler :
anarşistlik : düzen tanımama, kargaşa çıkarma
Âyetü’l-Kübrâ : en büyük delil; Yedinci Şuâ
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
burhan : mantıkî, kesin delil
ecza : kısımlar, bölümler
emsalsiz : benzersiz
galebe : üstün gelme
hadsiz : sınırsız
hakikat : gerçek
hayvanat : hayvanlar
heyet-i mecmua : hepsi birden, bütün ferdlerin bir arada olması
hudûs : sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
hüccet : güçlü delil, kanıt
hüccet-i külliye : büyük ve kapsamlı delil
icmâ-ı azîm : büyük fikir birliği
imkân : olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
intişar : yayılma
kâinat mecmuası : kâinat kitabı, bütün yaratılmışlar
kat’iyet : kesinlik
kelâm : söz, ifade
kelâm-ı tevhid : Allah’ın birliğini ifade eden söz
kerâmet-i gaybiye : bilinmeyen, gelecekle ilgili keramet
küllî : ferdleri içine alan, kapsamlı
matbu : basılmış
mevcudat : varlıklar
mevcudiyet : varlık, var olma
mevkufiyet : tutukluluk
münasip : uygun
müracaat : başvurma
müştemilât : içindekiler
nebatat : bitkiler
nükte : ince ve derin anlam
risale : mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüme verilen isim
semavat : gökler
suret : biçim, görünüş
şakirt : öğrenci, talebe
şefaatçi : Allah’ın izniyle şefaat eden, aracı olan
tab’ : basma, baskı
tagayyür : başkalaşma, değişme
tasdik : doğrulama, onaylama
tesirli : etkili
Vâcibü’l-Vücud : varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
vahdâniyet : Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
zâhir : açık, âşikar
zuhur : ortaya çıkma, görünme
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

İKİNCİ KELİME

1وَحْدَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Meselâ, kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem mânidar kitap, bir cismânî ve her âyeti, hattâ herbir harfi ve herbir noktası mu’cizekâr bir Kur’ân hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lâmbası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle, o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismânî Kur’ân-ı Kebîrin sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcut ve vâhid ve birdir diye kat’î ispat eder.

ÜÇÜNCÜ KELİME

2لاَشَرِيكَ لَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki:

Âyetü’l-Kübrâ Şuâının madeni, üstadı, esası ve “Âyetü’l-Kübr┠namında olan 3 قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَبْتَغَوْا اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَبِيلاً (ilâ âhir) âyet-i ekberidir. Yani, “Eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsaydılar, intizam-ı kâinat bozulacaktı.” Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ manzume-i şemsiyeye kadar herşeyde cüz’î küllî, küçük ve büyük, en mükemmel bir intizam bulunması, şeksiz ve kat’î bir surette şeriklerin muhaliyetine ve mâdumiyetine delâlet ettiği gibi, Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder.






Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “O birdir.”
:
2 : “Onun hiçbir şeriki yoktur.”
Lügatler :
âyet : delil, kâinat kitabında bulunan her bir varlık
âyet-i ekber : büyük âyet
Âyetü’l-Kübrâ Şuası : Yedinci Şuâ
bilbedahe : açıkça
cihet : yön, taraf
cismanî Kur’ân-ı Kebîr : maddî yapı kazanmış büyük Kur’ân, kâinat kitabı
cismanî : maddi yapısı olan
cüz’î : ferdî, küçük
delâlet : delil olma, işaret etme
esas : temel
gayet : çok
hadsiz : sayısız
hâkim : herşeye hükmeden, herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan
hüccet : güçlü delil, kanıt
icad : var etme, yaratma
ilâ âhir : sonuna kadar
intizam : düzen, tertip
intizam-ı kâinat : kâinattaki düzen
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’î : kesin olarak
kâtib : yazar
küllî : tür, kapsamlı
mâdumiyet : yokluk, yok oluş
mânidar : anlamlı
manzume-i şemsiye : güneş sistemi
mevcudiyet : varlık
mevcut : var olan
mu’cizekâr : mu’cize gösteren
muhaliyet : imkânsızlık
muntazam : düzenli
musannif : kitap yazarı, düzenleyicisi
mücessem : cisimleşmiş, maddî yapıya bürünmüş
namında : adında
rububiyet : Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
suret : biçim, şekil
şehadet : şahitlik, tanıklık
şeksiz : şüphesiz
şerîk : ortak
takvimci kandil : kamer, ay
tayyare-i cevviye : gökyüzünün, havanın uçakları
üstad : hoca, öğretmen
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
vahdet : birlik
vâhid : bir
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

DÖRDÜNCÜ KELİME

1لَهُ الْمُلْكُ dür. Bundaki uzun hüccete gayet kısa bir işaret:

Evet, gözümüzle görüyoruz ki, zemin yüzünü bir tarla yapıp içinde, herbir baharda yüzbin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Ve mahsulâtlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak, kemâl-i intizamla kaldırıp iki yüz bin nevi hayvanatına ondan erzak ve tâyinatı, rahmet ve hikmet eliyle, ihtiyaçlarına göre tevzi eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir Mutasarrıf perde arkasında var ki, bu geniş ve zengin mülkünde, hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor. Bu Mutasarrıf-ı Hakîmi ve Mâlik-i Rahîmi tanımayan, bu zemini, ahmak sofestâîler gibi mahsulâtıyla inkâr etmeye mecbur olur.

BEŞİNCİ KELİME

2وَلَهُ الْحَمْدُ dür. Bundaki pek geniş hüccete gayet kısa bir işarettir:

Evet, gözümüzle görüyoruz ve aklımızla bedahetle biliyoruz ki, bu kâinat şehrinde ve zemin mahallesinde ve insan ve hayvanat kışlasında öyle bir Rezzâk-ı Rahîm ve Muhsin-i Kerîm tasarruf ve nezaret ve terbiye eder ki, Kendi nimetlerine mukàbil hamd ve şükrettirmek için, zemini bir sefine-i tüccariye ve erzak getiren bir şimendifer ve yüzündeki bahar mevsimini bir vagon tarzında yüz bin nevi taamlarla ve memeler denilen konserve paketleriyle doldurup, kış âhirinde erzakları biten muhtaç zîhayatlara yetiştiren bir Rezzâk-ı Rahîmin işleri olduğunu, zerre kadar aklı bulunan tasdik eder. Ve tasdik etmeyip inkâra sapan, elbette zemin yüzünde vesile-i hamd ve şükran olan bütün muntazam nimetleri ve muayyen rızıkları inkâr etmeye mecbur olarak ahmak bir muzır hayvan olur.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Mülk umumen Onundur.”
2 : “Hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur.”


Lügatler :
âhirinde : sonunda
bedahet : açıklık
erzak : rızıklar, yiyecek ve içecekler
gayet : çok
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hamd : övgü ve şükür
hayvanat : hayvanlar
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hususan : özellikle
hüccet : delil, kanıt
inkâr : inanmama, kabul etmeme
kemâl-i intizam : kusursuz, mükemmel düzenlilik
kudret : güç, iktidar
mahsulât : ürünler
Mâlik-i Rahîm : özel şefkat ve merhameti olan ve herşeyin sahibi Allah
muayyen : tayin edilmiş, belirlenmiş
Muhsin-i Kerîm : yarattıklarına sonsuz bağış ve ikramda bulunan Allah
mukàbil : karşılık
muntazam : düzenli
Mutasarrıf : sonsuz tasarruf hakkı olan, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah
Mutasarrıf-ı Hakîm : herşeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah
muzır : zararlı
nebatat : bitkiler
nevi : çeşit, tür
nezaret : gözetim, bakıp gözetme
rahmet : şefkat, merhamet
Rezzâk-ı Rahîm : herşeyin rızkını veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sefine-i tüccariye : ticaret gemisi
sofestâî : Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hatta kendini dahi inkâr eden
şimendifer : tren
taam : yiyecek
tasarruf : faaliyet, dilediği gibi kullanma ve idare etme
tasdik : doğrulama, onaylama
tâyinât : yiyecek, gıda
tevzi etme : dağıtma
vesile-i hamd ve şükran : hamd ve şükür vesilesi, sebebi
zemin : yer
zerre : en küçük madde parçası
zîhayat : hayat sahibi canlı
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

ALTINCI KELİME

1يُحْيِى dir. Hüccetine, gayet kısa bir işaret:

Evet, Onuncu Sözde ve Nur eczalarında burhanlarıyla ispat edilmiş ki, her baharda, zîhayattan üç yüz bin nevi ve çeşit çeşit tarzlarda ve hadsiz efradı bulunan bir ordu-yu Sübhânî, rû-yi zeminde ihya ediliyor. Onlara hayat ve levazımat-ı hayatiye kemâl-i intizamla veriliyor. Haşr-i âzamın yüz bin nümunelerini, belki emarelerini gösterip, o ayrı ayrı hadsiz mahlûkatı beraber, birbiri içinde, sehivsiz, yanlışsız, noksansız, hiç şaşırmayarak, karışık iken hiç karıştırmayarak, unutmayarak kemâl-i mîzan ve nizamla dirilten ve hayat veren ve nutfe denilen mütemasil su katrelerinden ve toprak müteşabih tohumlarından ve az farklı habbeciklerinden ve sineklerin birbirinin aynı olan yumurtacıklarından ve kuşların aynı havadan, birbirinin aynı nutfelerinden, hem birbirinin misli veya az farklı yumurtalarından o hadsiz efradı bulunan ve birbirinden suretçe, sanatça ve maişetçe ayrı ayrı yüz binler zîhayatları dirilten ve zemin ve bahar sahifesinde yüz bin başka başka kitapları beraber, birbiri içinde, hatâsız, gâyet mükemmel yazan, hadsiz bir dikkat ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören, tasarruf eden bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm ve Muhyî bir Hallâk-ı Alîm olduğuna kanaat getirmeyen, elbette hem kendini, hem bütün zeminde ve zaman şeridine asılan bütün geçmiş baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzlerinde bulunmuş bütün zîhayatları inkâr etmeye ve en ahmak ve bedbaht bir zîhayat olmaya mecburdur.


Lügatler :
ahmak : akılsız
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
burhan : mantıkî, kesin delil
ecza : kısımlar, bölümler
efrad : fertler, bireyler
emare : belirti, işaret
feza : uzay, gökyüzü
güz : sonbahar
habbecik : dane, tohumcuk
hadsiz : sonsuz, sınırsız
Hallâk-ı Alîm : küçük büyük, gizli açık, geçmiş ve gelecek her şeyi hakkıyla bilen ve kâinatta her şeyi yaratan Allah
haşr-i âzam : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüccet : delil, kanıt
ihya : hayat verme, diriltme
inkâr etmek : reddetmek
kanaat : inanma, yetinme
katre : damla
kemâl-i intizam : mükemmel, kusursuz düzenlilik
kemâl-i mîzan ve nizam : mükemmel ölçü ve düzen
levazımat-ı hayatiye : hayat için gerekli şeyler
mahlûkat : yaratıklar
maişet : geçim
Muhyî : bütün canlılara hayat veren Allah
mütemasil : benzer
müteşâbih : benzer
nam : ad
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nutfe : memelilerin yaratıldığı su, meni
nümune : örnek
ordu-yu Sübhânî : her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Cenab-ı Allah’ın bir ordu gibi yaratıp sevk ettiği yaratıklar
rû-yi zemin : yeryüzü
sehivsiz : yanılmadan, şaşırmadan
suret : biçim, şekil
tasarruf : faaliyet gösterme, dilediği gibi kullanma
terhis : göreve son verme, serbest bırakma
vefat : ölüm
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm : hayatı ezelî ve ebedî olup her canlıya hayat veren ve Kendi varlığı için hiçbir sebebe bağlı olmayıp her şeyi ayakta tutan Zât, Allah
zemin : yeryüzü
zîhayat : canlı, hayat sahibi
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

YEDİNCİ KELİME

2وَيُمِيتُ dür. Bunun hüccetine gayet kısa bir işaret:

Evet, görüyoruz ki, güz mevsiminde üç yüz bin nevi zîhayat vefat namıyla terhis edilirken, herbir nevi ve ferdin sahife-i amellerinin kutucukları ve işlediklerinin fihristeleri ve gelen baharda işleyeceklerinin listeleri ve bir cihette bir nevi ruhları olan tohumlarını onların yerlerinde Hafîz-i Zülcelâlin yed-i hikmetine emanet edildiğini ve incirin tohum ve çekirdekleri gibi zerrecik o küçücük tohumları birer ruh-u bâki gibi incir ağacının bütün kavânin-i hayatiyesini taşıyan ve bir kitap kadar kuvve-i hafızada yazı misillü ağacın tarihçe-i hayatını onda kader kalemiyle yazan, büyük bir kitap hükmüne getiren bir Hallâk-ı Hakîm, bir Hayy-ı Lâyemutu tanımayan, elbette değil ahmak bir insan ve divâne bir hayvan, belki Cehennem ateşini karıştıran bir serseri şeytandan daha bedbaht ve ebedî ölüme mahkûm olur.

Evet, bu kelimelerin hüccetlerine işaret eden küllî, ihâtalı ve hadsiz harika ve nihayetsiz harikaları, mu’cizeleri ihtiva eden bu mezkûr hakîmâne ef’âl, fâilsiz olmaları yüz derece muhal ve bâtıl olduğu gibi, kör, âciz, şuursuz, sağır, câmid, karma karışık, intizamsız, karışık, istilâcı olan esbaba isnad etmek bin derece mümteni, esassızdır. Yoksa, toprağın herbir zerresinde hadsiz bir kudret, bir hikmet ve bütün otlar ve çiçeklerin teşkilatına dair pek harika ve küllî bir sanatkârlık bulunmak, havanın herbir zerresinde—Rehberdeki Hüve Nüktesinin dediği gibi—bütün konuşmaları ve telefon ve radyoların kelimelerini bilecek ve sair zerrelere ders verecek bir kàbiliyet bulunmak lâzım gelir. Bu acip fikri ise, hiçbir şeytan, hiçbir kimseye kabul ettiremez. Ve bu derece akıldan, hakikatten uzak ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve tecavüz olan küfür ve inkârın cezası, ancak dehşetli Cehennem olabilir ve ayn-ı adalettir. Elbette öyle münkirler için, “Yaşasın Cehennem!” dememiz lâzım.


Lügatler :
acip : acaip, tuhaf
âciz : zayıf, güçsüz
ayn-ı adalet : adaletin ta kendisi
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
câmid : cansız
cihet : yön, taraf
divâne : aklı başında olmayan, deli
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ef’âl : fiiller, işler
esbab : sebepler
fâil : işi yapan
ferd : birey
fihrist : içerik, program
hadsiz : sınırsız
Hafîz-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan Allah
hakikat : gerçek ve doğru
hakîmâne : hikmetli bir şekilde
Hallâk-ı Hakîm : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Yaratıcı
Hayy-ı Lâyemût : ölümün kendisi için söz konusu olmadığı daimî hayat sahibi Allah
hüccet : delil, kanıt
Hüve Nüktesi : Risale-i Nur Külliyatı’nda On Üçüncü Sözde ve Gençlik Rehberi’nde yer alan bir bölüm
ihâtalı : kuşatıcı, kapsamlı
ihtivâ : içerme, içine alma
inkâr : kabul etmeme, reddetme
intizamsız : düzensiz
isnad etmek : dayandırmak
istilâcı : işgal eden, işgalci
kàbiliyet : yetenek
kavânin-i hayatiye : hayat kanunları
kudret : güç, iktidar
kuvve-i hâfıza : hafıza duyusu, bellek
küfür : inkâr, bile bile reddetme
küllî : büyük, kapsamlı
mahkûm : hükümlü, hükmedilen
mevcudat : varlıklar
mezkûr : anılan, sözü geçen
misillü : benzeri, gibi
mu’cize : benzerini yapma noktasında başkalarını aciz bırakan olağanüstü şey
muhal : imkânsız, olmayacak şey
mümteni : olması imkânsız
münkir : inkâr eden, inançsız
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
Rehber : Risale-i Nur Külliyatı’ndan Gençlik Rehberi adlı eser
ruh-u bâki : devamlı ve kalıcı ruh
sahife-i amel : amellerin yazıldığı sayfa
sair : diğer, başka
şuursuz : bilinçsiz
tahkir : hakaret etme, aşağılama
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi, biyografi
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
teşkilat : oluşum, şekillendirmek
yed-i hikmet : hikmet eli
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

SEKİZİNCİ KELİME

1وَهُوَ حَىٌّ لاَيَمُوتُ tur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Meselâ, nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve akan bir nehir üstündeki kabarcıklarda görünen güneşcikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar, aynen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işaret ve şehadet ederler ve zevâl ve vefatlarıyla bir daimî güneşin mevcudiyetine ve bekàsına delâlet ederler. Aynen öyle de, her vakit değişen kâinat denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında ve bütün hâdisatı ve fâni mevcudatı kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlûkat, mütemadiyen sür’atle akıp gidiyorlar, zâhirî sebepleriyle beraber vefat ediyorlar. Her sene, hergün bir kâinat ölür, bir tazesi yerine gelir. Ve zerrat tarlasında, mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal âlemler mahsulâtı alındığından, elbette kabarcıklar ve güneşcikler zevâlleriyle daimî bir güneşi gösterdikleri gibi, o hadsiz mahlûkat ve mahsulâtın vefatları ve zâhirî sebepleriyle beraber kemâl-i intizamla terhisleri, gündüz gibi şüphesiz, güneş gibi zâhir bir kat’iyette bir Hayy-ı Lâyemutun, bir Şems-i Sermedînin, bir Hallâk-ı Bâkînin ve bir Kumandan-ı Akdesin vücub-u vücudu ve vahdeti ve mevcudiyeti, kâinatın mevcudiyetinden bin derece zâhir ve kat’îdir diye bütün mevcudat ayrı ayrı ve beraber şehadet ederler.

İşte, kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır ve ahmak ve câni olduğunu elbette anladınız.

Lügatler :
âlem : dünya, evren
bekà : devamlılık, kalıcılık
daimî : devamlı, sürekli
delâlet : delil olma, işaret etme
fâni : geçici
fert : birey
feza : uzay, gökyüzü
gayet : çok
hâdisat : hâdiseler, olaylar
hadsiz : sınırsız
Hallâk-ı Bâkî : hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah
Hayy-ı Lâyemût : ölümün kendisi için söz konusu olmadığı daimî hayat sahibi Allah
hüccet : güçlü delil, kanıt
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’î : kesin olarak
kat’iyet : kesinlik
kemâl-i intizam : mükemmel, kusursuz düzenlilik
Kumandan-ı Akdes : bütün varlıkları emri altında tutan ve her türlü eksiklikten ve âcizlikten yüce olan Allah
mahlûkat : yaratıklar
mahsulât : ürünler
mevcudat : varlıklar
mevcudiyet : varlık
mütemadiyen : sürekli
nevi : çeşit, tür
seyyal : akıcı
seyyar : hareketli, gezici
sür’at : hız
şehadet : şahitlik, tanıklık
Şems-i Sermedî : Devamlı Güneş; bu tabir devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır
terhis : göreve son verme, serbest bırakma
vahdet : birlik
vefat : ölüm
vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zâhir : açık, âşikar
zahirî : açık, görünürde
zerrat : zerreler, atomlar
zevâl : geçip gitme, kaybolma
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

DOKUZUNCU KELİME

2بِيَدِهِ الْخَيْرُ dır. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Görüyoruz ki, bu kâinatta her daire, her nevi, her tabaka, hattâ her fert, herâzâ, hattâ her bedendeki herbir hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni, bir deposu ve levazımatını yetiştiren, muhafaza eden bir tarlası ve hazinesi var ki, gayet intizam ve mîzanla ve nihayetsiz hikmet ve inayetle, vakti vaktine, muhtacın iktidar ve ihtiyarı haricinde, bir dest-i gaybî tarafından o muhtacın eline veriliyor.

Meselâ, dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir ambar olduğu gibi; zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzâk-ı Hakîmin kuvvetiyle yetiştiren kemâl-i mîzan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi, git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır; ve Cennetin bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatli insaniyet; ve Cehennemin bir ambarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücut âlemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni, Cehennem; ve nurlar hazinesi, bir Cennettir ki, 1 بِيَدِهِ الْخَيْرُ kelimesi, bütün o hadsiz hazinelere işaretle pek parlak bir hücceti gösteriyor.

Evet, bu kelime ile ve بِيَدِهِ مَقَالِيدُ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ cümlesiyle (yani, “Herşeyin anahtarı Onun elindedir”) nihayetsiz geniş ve hadsiz harikalı bir hüccet-i rububiyet ve vahdet, bütün bütün kör olmayana gösterir. Meselâ, hadsiz o hazine ve ambarlardan yalnız buna bak ki, herbiri bir koca ağacın veya bir parlak çiçeğin cihazatını ve mukadderatının programını taşıyan küçücük mahzencikler olan çekirdekler ve tohumların anahtarları elinde bulunan bir Mutasarrıf-ı Hakîm, bir çekirdeğin kapıcığını “Uyan!” emriyle ve irade anahtarıyla tam mizan-ı nizamla açtığı gibi, zemin hazinesini dahi yağmur anahtarıyla açarak, mahzencikleri ve nebatatın nutfeleri olan bütün habbeleri ve hayvanatın menşeleri ve kuşların ve sineklerin su ve havadan nutfeleri olan bütün inkişaf emrini alan katreler mahzenciklerini beraber, hatâsız açtığı vakitte, kâinatta küllî ve cüz’î, maddî ve mânevî bütün hazine ve depoları hikmet ve irade ve rahmet ve meşîet eliyle herbirine mahsus bir anahtarla açtığını bilmek ve görmek istersen, senin bir nevi mahzenciklerin olan kendi kalbine ve dimağına ve cesedine ve midene ve bahçene ve zeminin çiçeği olan bahara ve ondaki çiçeklere ve meyvelere bak ki, kemâl-i nizam ve mîzan ve rahmet ve hikmetle bir dest-i gaybî tarafından emr-i 1 كُنْ فَيَكُونُ tezgâhından gelen ayrı ayrı anahtarlarla açıyor. Bir dirhem kadar bir kutucuktan bir batman, belki bazan yüz batman taamları kemâl-i intizamla çıkarıyor, zîhayatlara ziyafet veriyor. Acaba böyle muntazam, alîmâne, basîrâne nihayetsiz bir fiile ve tesadüfsüz, tam hikmetli bir san’ata ve yanlışsız, tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz, tam adaletli bir rububiyete, hiç mümkün müdür ki, kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf; câmid, cahil, âciz esbab müdahale edebilsin? Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcut, bu her cihetle hikmetli, mu’cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?

İşte, her hayır elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîmi, bir Rabb-i Hakîmi tanımayan ve inkâra sapana, elbette 1تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ âyetinin dediği gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve hadsiz azabıma müstehaktır, merhamete hiç lâyık değildir diye lisan-ı hal ile der.



Lügatler :
adem : yokluk
âlem : dünya, evren
âlem-i İslâmiyet : İslâm dünyası
ambar : depo
âzâ : uzuvlar, organlar
cihazat : cihazlar, âletler
dâr-ı âhiret : âhiret yurdu
dest-i gaybî : görünmeyen el
erzak : rızıklar, yiyecek ve içecekler
gayet : çok
hadsiz : sınırsız
hararet : ısı, sıcaklık
hasenat : iyilikler, güzellikler
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hüccet : güçlü delil, kanıt
hüccet-i rububiyet ve vahdet : Allah’ın Rablık ve birlik delili
hüsün : güzellik
ihtiyar : irade, tercih, dileme
ihtiyat : yedek
iktidar : güç, kuvvet
inayet : bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan nizam, düzen
intizam : düzen, tertip
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
kemâl-i mizan : mükemmel ve kusursuz bir ölçü
levazımat : gerekli olan şeyler
mahsul : ürün
mahzen : depo
matbah : mutfak
mîzan : tartı, ölçü
mizan-ı nizam : düzen ölçüsü, terazisi
mukadderat : Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar
Mutasarrıf-ı Hakîm : herşeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah
nihayetsiz : sonsuz
Rezzâk-ı Hakîm : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
taife : grup, topluluk
tedbir : idare etme, çekip çevirme
telvis eden : kirleten
uzuv : organ
vücut : varlık
zemin : yeryüzü
zîhayat : canlı, hayat sahibi


Lügatler :
âciz : zayıf, güçsüz
alîmâne : herşeyi çok iyi bilerek
basîrâne : görerek, bilerek
batman : yaklaşık 8 kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
câmid : cansız
cihet : yön, taraf
cüz’î : ferdî, küçük
dest-i gaybî : görünmeyen el
dimağ : akıl, bilinç, beyin
dirhem : yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
emr-i kün feyekûn : Allah’ın birşeye “Ol” deyince onu hemen olduruveren emri (Bakara Sûresi, 2
esbab : sebepler
habbe : dane, tohum
hayvanat : hayvanlar
hikmet : fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
inkâr : reddetme, kabul etmeme
inkişaf : açığa çıkma, gelişme
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
katre : damla
kemâl-i intizam : mükemmel, kusursuz düzenlilik
kemâl-i nizam : mükemmel bir düzen
küllî : büyük, kapsamlı
mahsus : özel, özgü
mahzen : depo
menşe : kaynak, esas
meşiet : irade, dileme
mevcut : var olan
mîzan : denge, ölçü
mu’cize : benzerini yapma noktasında başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
muntazam : düzenli
Mutasarrıf-ı Rahîm varlıklar üzerinde merhamet ve rahmetinin çok özel tecellîleri bulunan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah :
nebâtât : bitkiler
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nutfe : sperm
Rabb-i Hakîm : her işi hikmetle yapıp herşeyi idare ve terbiye eden Allah
rahmet : şefkat, merhamet
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
seyyarat : gök cisimleri, gezegenler
taam : yiyecek
tabiat : doğa, canlı cansız varlıklar, maddî alem
tasarruf : dilediği gibi kullanma
tesadüf : rastlantı
zemin : yer
zerrat : zerreler, atomlar
zîhayat : canlı, hayat sahibi


Lügatler :
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
azap : acı, sıkıntı
cezbekârâne : kendinden geçmiş bir şekilde
ezelî : başlangıcı olmayan, sonsuz
güya : sanki
hadsiz : sonsuz, sınırsız
haşr-i âzam : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hikmet : fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
hüccet : güçlü delil, kanıt
ihâtalı : kuşatıcı, kapsamlı
iltibassız : karıştırmadan
inayet : Allah’ın, herşeyi bir nizam ve düzen içinde yaratma sıfatı
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
istihdam : görevlendirme, çalıştırma
istimal : çalıştırma, vazifelendirme
izhar : gösterme, açığa çıkarma
kàbiliyet : yetenek
kabza : el, avuç
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kanun-u hikmet : hikmetli ve bilimsel kanun
kemâl-i mizan ve intizam : mükemmel bir ölçü ve düzen
kudret : güç, iktidar
küre-i arz : yerküre, dünya
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahsulât : ürünler
manzume-i şemsiye : güneş sistemi
meczup : cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
mekik : dokuma âleti
merhamet : acıma, şefkat
misafirhane-i dünya : dünya misafirhanesi
misillü : gibi, benzer
mizan : ölçü, denge
müstehak : hak etmiş, lâyık
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nümune : örnek
sehivsiz : yanılmadan, şaşırmadan
sermedî : devamlı, sürekli
seyyarat : gezegenler
zemin : yeryüzü
zerrat : zerreler, atomlar
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

ONUNCU KELİME

2وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zîşuur, gözünü açtıkça görür ki, bir kudret, bütün kâinatı kabzasında tutmuş. Ve nihayetsiz, hiç şaşırmayan ezelî, ihâtalı bir ilim ve gayet dikkatli, hiç mizansız, faidesiz hareket etmeyen bir sermedî hikmet ve inayet, o kudretin içinde bulunup zerrat ordusundan birtek zerreyi meczup Mevlevî gibi döndürerek çok vazifelerde istihdam ettiği gibi; küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede, yine bir meczup Mevlevî misillü gezdirir. Mevsimlerin mahsulâtlarını hayvan ve insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda güneşi bir mekik, bir çıkrık yaparak, merkezinde cezbedarâne ve câzibekârâne döndürüp manzume-i şemsiye ordusu olan seyyarat yıldızlarını kemâl-i mizan ve intizamla vazifelerde çalıştırır.

Ve aynı kudret, aynı zamanda, aynı kanun-u hikmetle zemin sahifesinde, yüz binler kitap hükmünde yüz binler nevileri beraber, birbiri içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i âzamın binler nümunelerini izhar eder.

Ve aynı kudret, aynı zamanda, hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde, emir ve iradenin onlara tayin ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerrelere herbirine öyle bir kàbiliyet vermiş ki, güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Neredeyse öfkeden parçalanacak!” Mülk Sûresi, 67:8.
2 : “O herşeye hakkıyla kadirdir.” Hûd Sûresi, 11:4; Rûm Sûresi, 30:50; Şûrâ Sûresi, 42:9; Mülk Sûresi


gibi alır, neşreder, şaşırmaz, küçücük birer kulak, incecik birer lisan olarak istihdam edip unsur-u hava, emir ve irade-i İlâhînin bir arşı olduğunu ispat eder.

İşte, bu kısa işarete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve misafirhane, bir mu’cizatlı kitap ve Kur’ân hükmüne getirip heyet-i mecmuasından tâ bir zerreye kadar bütün mahlûkat tabakalarını ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasına alan, tasarruf eden, kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası içinde mevcudiyetini ve vahdâniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip tanıttırmasına mukàbil imanla tanımak ve sevdirmesine mukàbil ubudiyetle sevmek ve ihsanatlarına mukàbil şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahmân-ı Rahîmi tanımayan ve ubudiyetle Onu sevmeye çalışmayan, belki inkârla Ona bir nevi adavet taşıyan insan suretindeki şeytanlar, birer küçük Nemrut ve Firavun hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak olur.


Lügatler :
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
azap : acı, sıkıntı
cezbekârâne : kendinden geçmiş bir şekilde
ezelî : başlangıcı olmayan, sonsuz
güya : sanki
hadsiz : sonsuz, sınırsız
haşr-i âzam : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hikmet : fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
hüccet : güçlü delil, kanıt
ihâtalı : kuşatıcı, kapsamlı
iltibassız : karıştırmadan
inayet : Allah’ın, herşeyi bir nizam ve düzen içinde yaratma sıfatı
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
istihdam : görevlendirme, çalıştırma
istimal : çalıştırma, vazifelendirme
izhar : gösterme, açığa çıkarma
kàbiliyet : yetenek
kabza : el, avuç
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kanun-u hikmet : hikmetli ve bilimsel kanun
kemâl-i mizan ve intizam : mükemmel bir ölçü ve düzen
kudret : güç, iktidar
küre-i arz : yerküre, dünya
lisan-ı hal : hal ve beden dili
mahsulât : ürünler
manzume-i şemsiye : güneş sistemi
meczup : cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
mekik : dokuma âleti
merhamet : acıma, şefkat
misafirhane-i dünya : dünya misafirhanesi
misillü : gibi, benzer
mizan : ölçü, denge
müstehak : hak etmiş, lâyık
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nümune : örnek
sehivsiz : yanılmadan, şaşırmadan
sermedî : devamlı, sürekli
seyyarat : gezegenler
zemin : yeryüzü
zerrat : zerreler, atomlar
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
Lügatler :
adâvet : düşmanlık
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âlem-i bâki : devamlı ve kalıcı âlem
arş : taht, makam
azap : acı, sıkıntı
daire-i huzur : huzur dairesi
dar-ı saadet : mutluluk yurdu
esbab : sebepler
hamd : övgü ve şükür
haşmet : büyüklük, görkem
heyet-i mecmua : hepsi birden, tamamı
hikmet : fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
icad : var etme, yaratma
ihsanat : bağışlar, iyilikler
inkâr : inanmama, kabul etmeme
irade-i İlâhî : Allah’ın iradesi, dilemesi
istihdam : görevlendirme, çalıştırma
istinad : dayanma
izzet : değer, şeref, yücelik
kabza : el, avuç
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kıyasen : karşılaştırarak
kudret : güç ve iktidar
kudret : güç, iktidar
kudret-i kudsiye : her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın güç ve iktidarı
lisan : dil
mahlûkat : yaratıklar
merci : kaynak, başvurulacak yer
mevcudiyet : varlık
mizan-ı ilim : ilim ölçüsü
mu’cizâtlı : mu’cizelerle dolu
muhafaza : koruma, saklama
mukàbil : karşılık
muntazam : düzenli
müstehak : hak etmiş, lâyık
neşretme : yayma
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nizam-ı hikmet : Canab-ı Hakkın koyduğu tanzim ettiği, her şeyin bir sebebe gaye ve faydaya dayandığı hikmetli düzen
Rahmân-ı Rahîm : dünya ve âhirette yarattığı herbir varlığa ve bütün varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah
rahmet : Allah’ın şefkat, merhamet sıfatı
rububiyet-i mutlaka : mutlak Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve sınırsız egemenliği altında bulundurması
sermedî : devamlı, sürekli
silsile : zincir
suret : biçim, görünüş
taife : grup, topluluk
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve idare etme
tesir : etki
ubûdiyet : Allah’a kulluk
unsur-u hava : hava maddesi
vahdâniyet : Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
zahirî : açık, görünürdeki
zerre : atom, en küçük madde parçası
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

ON BİRİNCİ KELİME

وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ dir.

Yani, “Daire-i huzuruna ve âlem-i bâkisine ve âhiretine ve sermedî dâr-ı saadetine gidileceği gibi, bütün kâinattaki mahlûkatın mercii Odur. Bütün esbab silsileleri Ona dayanıyor ve kudretine istinad eder ve o kudretinin tasarrufatına birer perdedirler. O kudret-i kudsiyenin izzetini ve haşmetini muhafaza için bütün zâhirî sebepler yalnız birer perdedirler; icadda da hiç tesirleri yoktur. Emir ve iradesi olmazsa hiçbirşey, hattâ hiçbir zerre hareket edemez” demektir. Bu kelimedeki hüccete gayet kısa bir işaret ederiz.

Evvelâ: Bu kudsî kelimenin ifade ettiği haşir ve âhiret ve hayat-ı bâkiye hakikatinin bu gelen bahar gibi kat’î ve şüphesiz tahakkukunu ve geleceğini tam iman ettirmek ve ispat etmek cihetini Onuncu Söz ve zeyillerine ve Yirmi Dokuzuncu Söze ve Meyvenin Yedinci Meselesine ve Münâcât Şuâına ve Nurun imanî risalelerine havale ederiz. Elhak, onlar, bu rükn-ü imanîyi öyle bir tarzda hadsiz hüccetlerle ispat etmişler ki, dünyanın mevcudiyeti derecesinde âhiretin tahakkukunu, en muannid münkirleri de tasdike mecbur eden bir surette ispat etmişler.

Saniyen: Mu’cizü’l-Beyân-ı Kur’ân’ın üçten birisi haşre ve âhirete bakar, her dâvâyı ona bina eder. Öyle ise, Kur’ân’ın hakkaniyetini ispat eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, âhiretin vücuduna dahi delâlet ettikleri gibi, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetine şehadet eden bütün mu’cizeleri ve umum delâil-i nübüvveti ve sıdkının bütün hüccetleri, haşir ve âhirete dahi şehadet ederler. Çünkü, o zâtın (a.s.m.) bütün hayatında daimî bir büyük dâvâsı âhiret olduğu gibi, bütün yüz yirmi dört (124) bin peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi hayat-ı bâkiye ve saadet-i ebediyeyi dâvâ edip beşere müjde ederek hadsiz mu’cizelerle ve kat’î delillerle ispat ettiklerinden, elbette onların peygamberliklerine ve sadıkıyetlerine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, onların en büyük ve daimî dâvâları olan âhirete ve hayat-ı bâkiyeye şehadet ederler. Buna kıyasen, sâir erkân-ı imaniyeyi ispat eden bütün deliller dahi haşrin vukuuna ve dâr-ı saadetin açılmasına şehadet ederler.

Salisen: Hiç mümkün müdür ki, kendi kemâlâtını ve kudret ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip kemâl-i hikmetle herbirisini bir vazifeyle, belki çok vazifelerle mütemâdiyen çalıştıran ve sermedî, hadsiz cilve-i esmâsını göstermek için kàfile kàfile arkasında, belki seyyar müteceddid dünya dünya arkasında ve mahlûkat taifelerini bu misafirhane-i âleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan uhrevî sinemalar ve berzahî fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra, başka taife ve kàfile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve cilve-i esmâsına âyineler olmak için gönderen bir Sâni-i Zülcelâl, bir Hâlık-ı Zülcemâl, bir Allah-ı Zülkemâl, bu fâni dünyada şuur ve akıl ile o Hâlıkın bütün maksatlarına karşı mukabele eden ve bütün istidadıyla o Hâlıkı sevip sevdirip, tanıyıp tanıttırıp, hadsiz dualarla bekà-i âhiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihayetsiz elemler aldığından, bütün fıtratı ve ruhu ve istidadı ile ayn-ı lezzet olan hayat-ı bâkiyeyi isteyen bu nev-i insan için bir dâr-ı mükâfat ve mücâzât, bir haşir neşir olmasın? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ!

İşte, bu kısacık işaretin izahatı ve tafsilâtı ve hüccetleri parlak ve kuvvetli bir surette Risale-i Nur’da bulunmasından, ona havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
1


Lügatler :
adâvet : düşmanlık
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âlem-i bâki : devamlı ve kalıcı âlem
arş : taht, makam
azap : acı, sıkıntı
daire-i huzur : huzur dairesi
dar-ı saadet : mutluluk yurdu
esbab : sebepler
hamd : övgü ve şükür
haşmet : büyüklük, görkem
heyet-i mecmua : hepsi birden, tamamı
hikmet : fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
icad : var etme, yaratma
ihsanat : bağışlar, iyilikler
inkâr : inanmama, kabul etmeme
irade-i İlâhî : Allah’ın iradesi, dilemesi
istihdam : görevlendirme, çalıştırma
istinad : dayanma
izzet : değer, şeref, yücelik
kabza : el, avuç
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kıyasen : karşılaştırarak
kudret : güç ve iktidar
kudret : güç, iktidar
kudret-i kudsiye : her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın güç ve iktidarı
lisan : dil
mahlûkat : yaratıklar
merci : kaynak, başvurulacak yer
mevcudiyet : varlık
mizan-ı ilim : ilim ölçüsü
mu’cizâtlı : mu’cizelerle dolu
muhafaza : koruma, saklama
mukàbil : karşılık
muntazam : düzenli
müstehak : hak etmiş, lâyık
neşretme : yayma
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
nizam-ı hikmet : Canab-ı Hakkın koyduğu tanzim ettiği, her şeyin bir sebebe gaye ve faydaya dayandığı hikmetli düzen
Rahmân-ı Rahîm : dünya ve âhirette yarattığı herbir varlığa ve bütün varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah
rahmet : Allah’ın şefkat, merhamet sıfatı
rububiyet-i mutlaka : mutlak Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve sınırsız egemenliği altında bulundurması
sermedî : devamlı, sürekli
silsile : zincir
suret : biçim, görünüş
taife : grup, topluluk
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve idare etme
tesir : etki
ubûdiyet : Allah’a kulluk
unsur-u hava : hava maddesi
vahdâniyet : Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
zahirî : açık, görünürdeki
zerre : atom, en küçük madde parçası
Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
aleyhimüsselâm : Allah’ın selâmı onların üzerine olsun
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
beşer : insan
cihet : yön, taraf
daimî : devamlı, sürekli
dar-ı saadet : mutluluk yurdu
delâil-i nübüvvet : peygamberlik delilleri
delâlet : delil olma, işaret etme
elhak : doğru, gerçek
erkân-ı imaniye : iman rükünleri, temel esasları
gayet : çok
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hakikat : gerçek ve doğru
hakkaniyet : doğruluk, gerçekçilik
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı
hüccet : güçlü delil, kanıt
irade : dileme, istek, seçim yapma gücü
kat’î : kesin olarak
kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar
kıyasen : kıyas ederek, oranla
kudret : güç, iktidar
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
mevcudiyet : varlık, var olma
mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
muannid : inatçı, direnen
Mucizü’l-Beyân-ı Kur’ân : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
Münâcât Şuâsı : Üçüncü Şuâ
münkir : inkâr eden, inançsız
nübüvvet : peygamberlik
risale : mektup; Risale-i Nur Külliyatı’ndan her bir bölüme verilen isim
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
rükn-ü imanî : imanın şartı, temel esası
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sadıkıyet : doğruluk, bağlılık
sâir : diğer, başka
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
sıdk : doğruluk
suret : biçim, şekil
şehadet : şahitlik, tanıklık
tahakkuk : gerçekleşme
umum : bütün
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
vücud : varlık, var oluş
zerre : atom, en küçük madde parçası
zeyil : ilâve, ek
Lügatler :
âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
Allah-ı Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi olan Allah
ayn-ı lezzet : lezzetin ta kendisi
bekà-i âhiret : âhiretin hayatının devamlılığı, kalıcılığı
berzahî : kabir âlemine ait
cilve-i esmâ : Allah’ın isimlerinin görüntüsü, yansıması
dar-ı mükâfat ve mücâzât : mükâfat ve ceza yeri
ecza : kısımlar, bölümler
elem : acı, keder, sıkıntı
fâni : geçici
hadsiz : sonsuz, sınırsız
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah
Hâlık-ı Zülcemâl : sonsuz derecede güzellik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah
haşâ ve kellâ : asla ve asla, kesinlikle öyle değil
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hüccet : güçlü delil, kanıt
istidad : kàbiliyet, yetenek
izahat : izahlar, açıklamalar
izhar etmek : göstermek
kàfile : grup, topluluk
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kemâl-i hikmet : eksiksiz ve mükemmel hikmet
mahlûkat : yaratıklar
meydan-ı imtihan : imtihan meydanı
misafirhane-i âlem : dünya misafirhanesi
mukabele etme : karşılık verme
müteceddid : yenilenen, tazelenen
mütemadiyen : sürekli olarak
neşir : yayılma
nev-i insan : insan türü, insanlık
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sonsuz
saadet : mutluluk
sermedî : devamlı, sürekli
seyyal : akıcı
seyyar : hareketli, gezici
seyyarat : gezegenler
suret : biçim, şekil
şuur : bilinç, anlayış
tabakat : tabakalar, katmanlar
tafsilât : ayrıntılar
taife : grup, topluluk
terhis : serbest bırakma, vazifeye son verme, ölüm
uhrevî : âhirete ait
zerrat : zerreler, atomlar
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

aziz can haydost,
bu şahâne TEVHİD Şerhini Üstadın Dilinden sunmanız ne kadar hoş oldu.
Allah razı olsun İnşaallah..

Muhammedi Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

SevgiliKulihvani'miz,
birazkarıştırdımdiyeüzülüyordum..
Nekadarzarifvelatifsiniz...
BoşunaadınızıAbdüllatifdememişler...
Allahccrazıolsun.Selam'ınınengüzeliüzerinizeolsun..

Resim
Cevapla

“►Said Nursi◄” sayfasına dön