ŞEMS-i TEBRİZİ

Muhammed Şemsüddin Tebrizî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

ŞEMS-i TEBRİZİ

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-i TEBRİZİ




Konya’da, eski adıyla güllük mevkiinde Şems Parkı olarak bilinen alanın içinde eski bir cami ve türbe vardır.
Yılın her günü ziyaretçilerle dolup taşan Mevlânâ türbesine yaklaşık on dakikalık mesafedeki bu mekânı bilen ve ziyaret edenlerin sayısı ise parmakla gösterilecek kadar azdır.
Sözünü ettiğimiz türbe, Mevlânâ’yı hakikâtin sırlarına ulaştıran bir zatın adını taşımaktadır.
Tahmin ettiğiniz gibi
Şems-i Tebrizi’ nin adını....


Büyük bir arif olduğu bilinen Melikdad oğlu Ali adlı bir kişinin oğlu olan Muhammed Şemseddin, 1164 senesinde Tebriz’de dünyaya gelmiþtir.
Henüz çocukluk ve ilk gençlik yıllarında bile kendi kuşağının çocuklarından bambaşka olduğunu göstermiş, anne babasını, yakınlarını, hocalarını hayrete düşüren davranışlar ortaya koymuştur.
Zamanın ölçülerini aşan bu zat, çocukluk dönemine ait bir anıyı şöyle anlatıyor:
“Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim.
Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım.
Bir gün babam bana çıkıştı : ’ Oğlum’, dedi ‘ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum.
Bunun sonu nereye varacak?‘ ben ona şu cevabı verdim:

"Baba, seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin?
Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla bir de kaz yumurtası koymuşlar.
Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman, bunlar hep birlikte analarının ardına düşerler, bir göl kenarına gelirler.
Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der.
Çırpınmaya başlar.
Halbuki kaz yavrusu, neşe içinde suda yüzmektedir.
İşte, seninle benim aramdaki fark da böyledir.”



Makalat adlı eserindeki ifadelerinden onun Tebriz’de Ebubekir adlı şeyhinden feyz aldığı anlaşılır, ancak yine kendisinin bildirdiğine göre, şeyhi onda olan bir şeyi görememiş, başka kimsenin de göremediği bu farkı, sadece Hüdavendigârı Mevlana anlayabilmiştir.
Zaten şeyhi onu daha fazla olgunlaştırmanın kendi gücünü aştığını anladığı zaman seyahate çıkmasına izin verir. O da diyar diyar gezip sohbetine dayanabilecek bir dost, bir mürşit arar. Fakat aradığını bir türlü bulamaz, hiç kimse onu tatmin edemez.
Konuştuğu kişileri imtihan eder, istediği cevabı alamayınca oradan ayrılır.
Kendisini olgunlaştıracak bir şeyh aradığını söyler; ama bütün şeyhleri kendine mürid yapıp arayışına devam eder.
Memleketi olan Tebriz’de kendisine manevi kemalinden dolayı
“Kamili Tebrizi”, durmadan gezdiği, yolları tayy ettiği için “Şemseddin-i Perende” (uçan Şemseddin) derler.
Bir gün yolu Bağdat şehrine düşer.
Orada meşhur sofilerden Şeyh Evhadüddin Kirmani’yi bulup neyle meşgul olduğunu sorar.
“Ayı leğendeki suda görüyorum” diye cevap verir Kirmani.
Şems Hazretleri bu cevap üzerine:
“Boynunda çıban yoksa neden başını kaldırıp da onu gökte görmüyorsun? Kendini tedavi ettirmek için bir doktor bulmaya bak.
Böylece, neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı onda görürsün” der.
Kirmani Hazretleri Şems’in ellerine sarılıp müridi olmak istediğini söyler.
Şems’in cevabı kesindir: “Sen benim arkadaşlığıma dayanamazsın!”
Ama, Evhadüddin, ısrarlıdır.
Nihayet, Şems, Bağdat pazarının tam ortasında birlikte şarap içmek şartıyla kabul edeceğini söyler.
Evhadüddin “bunu yapamam” deyince,
“O zaman benim için şarap bulup getirir misin?” sorusunu yöneltir.
Onu da yapamayacağını bildiren Kirmani’ye
“ben içerken bana arkadaşlık eder misin? ”diye sorar.
“Edemem” yanıtı üzerine artık Şems Hazretleri, “ Erlerin huzurundan ırak ol!”diye bağırır.

“Bana arkadaş olamazsın .Bütün müridlerini ve dünyanın bütün namus ve şerefini bir kadeh şaraba satmalısın.
Bu aşk meydanı erlerin ve bilenlerin işidir.
Ve şunu da iyi bil ki ben mürid değil, şeyh arıyorum.
Hem de rastgele bir Şeyh değil, hakikâti arayan olgun bir şeyh
!..”

Kirmani, teslimiyet ve kabiliyet imtihanını bu nedenle geçememiş, onun asıl maksadını idrak edememiştir.



Tebrizi, arayışları sırasında bir rüya görür. Rüyasında kendisine bir velinin arkadaş edileceği bildirilir.
Üst üste iki gece rüya tekrarlanır ve o velinin Rum ülkesinde olduğu haberi verilir.
Onu aramak için yollara düşmek ister, fakat daha zamanının gelmediği,
“ işlerin vakitlerine tabi ve rehinli olduğu bildirilir.”



Şems ilahi tecellilerle mest olduğu, tam mânâsıyla istiğraka daldığı, müşahedenin güzelliğine beşer kuvvetiyle tahammül gösteremediği zamanlarda “gizli velilerinden birini bana göster” diyerek niyaz eder ve sabırsızlanır.
Üzerindeki o yoğun halleri dağıtmak için başka işlerle oyalanmaya çalıştır.
Para almadan inşaat işlerinde bile çalışır.
Nihayet bir gün
Madem ki ısrar ve arzu ediyorsun O halde şükrane olarak ne vereceksin?” diye bir ilham gelir.
O da
“başımı!..” cevabını verir.
Bu cevaba karşılık olarak
, " Bütün kâinatta Mevlana-yı Rumi Hazretlerinden başka, senin şerefli arkadaşın yoktur haberi gelir. Artık Rum ülkesine gitmek, o sevgili ile görüşmek ve yolunda başını feda etmek üzere yola çıkacaktır.
Uzun bir yolculuğun ardından Şemseddin Muhammed, M. 1244 yılının Ekim ayında Konya’ya gelir.
Kaldığı han odasının anahtarını boynuna zamanın tüccarları gibi asıp çarşıda dolaşmaya başlar aşk ve ilmin tüccarı olduğuna işaret ederek...
İkindiye doğru, ana caddede, katıra binmiş, talebeleri etrafında dört dönen bir müderris görünür.


Şems aradığı dostun o olduğunu anlar.
Önüne geçerek katırın dizginlerini tutar ve keskin bakışlarıyla:
“Sen Belhli Baha Veled’in oğlu Mevlana Celaleddin misin?” diye sorar.
Mevlana “evet” diye cevap verir.

Şems:
“Ey müslümanların imamı! Bir müşkülüm var.
Hz. Muhammed mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?
Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlana, kendini toplayınca;
“Bu nasıl sual böyle?
Tabi ki, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüğüdür.”

O zaman Şems: “O halde neden Peygamber bu kadar büyüklüğü ile
"Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun vechile bilemedik” buyururken,
Bayezid, “Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah’tan başka varlık yok!..” demekte?


Mevlana:

“Hz. Muhammed, müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu, ’biz senin göğsünü açmadık mı?’ şerhiyle kalbi genişledi.
Bunun için de susuzluktan dem vurdu.
O Her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu.
Beyazıd ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi.
”

Şemsi Tebrizi, bu cevap arşısında
"Allah” diyerek yere yuvarlanır.


Mevlana, hemen atından inip yanındaki adamların da yardımıyla onu yerden kaldırıp medresesine götürür.
Artık bu medresede iki âşık, hiç dışarı çıkmadan, yanlarına kimsenin girmesine izin verilmeden aylarca sürecek sohbetlere dalacaktır.
Mevlana bunca zaman kitapların, sayfaların arasında aradığı ve Şeyhi Seyyid Burhaneddin’in yıllarca önceden müjdelediği
sevgilisine, gönül dostuna kavuşmuş, o andan itibaren de bütün yaşamı değişmiştir.



Şems, önce onu çok değer verdiği zatların, hatta babasının bile eserlerini okumaktan men eder, değer verdiği bütün kitaplarını birer birer havuza atar.
Daha sonra hiç kimseyle konuşmasına izin vermez.
Medresedeki derslerini, vaazlarını terk etmek zorunda kalır.



Şimdi sıra imtihanlardadır...
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Şimdi sıra imtihanlardadır...


Bir gün Şems-i Tebrizi, Mevlana’yı denemek maksadıyla güzel bir sevgili ister ondan.

O da güzellikte eşi bulunmayan karısını getirir tereddüt etmeden .
Şems, “bu benim can kız kardeşimdir.
Bu olmaz.
Bana hizmet edecek bir erkek çocuğu bul” der.
Mevlana, Oğlu Sultan Veled’i ona kul olsun diye getirir.
Şems, “bu kalbimi bağlayan oğlumdur.
Şimdi şarap olsaydı, su yerine onu içerdim.
Ben onsuz yapamam” deyince,
Mevlana hemen gidip Yahudi mahallesinden bir testi şarap getirir.
Şems, bu teslimiyet ve itaatten hayrete düşüp



“Başlangıcı olmayan başlangıcın
ve sonu olmayan sonun hakkı için diyorum ki,
dünyanın başından sonuna kadar senin gibi gönül yutan bir Muhammed yürekli bu aleme ne gelmiş ne de gelecektir
dedi.
Ben Mevlana’nın hilminin derecesini anlamak için bu imtihanları yaptım.
Onun iç alemi o kadar geniş ki, rivayet ve hikaye çerçevesine sığmaz.”
der.


Kendisine hürmetle, sevgiyle yaklaşan diğer insanlara da çeşitli imtihanlar uygulamış,
örneğin kendisinden para isteyince bütün parasını, malını, mülkünü ayaklarına seren Hüsameddin Çelebi’ye Velilerin gıpta ettiği bir makamı müjdelemiştir.
O servetin içinden de sadece bir dirhem alır. Geri kalanını Hüsameddin’e bağışlar.
Mevlana ve Şemsi Tebrizi’ye gönül verenler bu haldeyken, sohbetlerden ve bu sofradaki zenginlikten mahrum kalanlar Şems’ten kendilerine bir gönül hoşluğu gelmediğini öne sürüp kıskançlık içinde fitne tohumlarını atmaktadırlar.


Dedikodularla atılan düşmanlık tohumları iyice olgunlaştığında Şems, bir gece aniden Konya’yı terk ederek kayıplara karışır.
On altı ay boyunca hiçbir haber alınamaz.
Bu ayrılık süresince Mevlana tekrar eski haline gelmek, halka ve derslerine dönmek şöyle dursun, kimseyle görüşmez konuşmaz, medresesini büsbütün bırakır, keder içinde yalnızlığa çekilir.
Hastalanır.
Artık neredeyse can verecekken, Şam’dan gelen mektupla canlanır.


Şems ikinci kez Konya’ya gelir.
Birkaç ay süren sohbetler, görüşmeler neticesinde yine fitneler düşmanlıklar baş gösterir.
Bunun üzerine Şems, tekrar kayıplara karışır...


Mevlana için yine ayrılık başlamıştır, coşkun bir aşk ve cezbe halinde aylarca gözyaşı döker, gazeller söyler, her gelenden onu sorar, yalan haber getirenlere bile üstünde ne varsa verir, doğru haberi verene canını teslim edeceğini söyleyerek...
Bu arada fesat ve dedikodu çıkaranların çoğu, bu yolla Mevlana’yı kendilerini döndüremeyeceklerini anlar, bazıları da Şems’in kıymetini fark ederek pişmanlık içinde özür dilerler.
Birkaç ay sonra Şems-i Tebrizi’nin Şam’da olduðu haberi gelince Mevlana halini anlatan mektuplar gönderir, yalvarır, dualar eder.
Nihayet üçüncü mektuba aylar süren bekleyişten sonra karşılık gelir.
Şems de aynı coşkunlukla ona cevap gönderir.
Mektubu alan Mevlana, hemen oğlu Sultan Veledi çağırıp eline dördüncü mektubu vererek şunları söyler:



“Birkaç arkadaşınla Mevlana Şems’i aramaya git.
Giderken şu kadar gümüş ve altın parayı da beraberinde götür.
Paraları Şam’da O Tebriz Sultanının ayakkabısı içine dök ve onun mübarek ayakkabısını Rum tarafına çevir.
Benim selamımı ilet ve âşıklara yaraşır secdemi O’na arz et.
Şam'a ulaştığın vakit,Cebel-i Salihiye’de meşhur bir han vardır, doğru oraya git.
Orada Mevlana Şemseddin’in güzel bir Frenk çocuğuyla satranç oynadığını görürsün.Sonunda oyunu Şems kazanırsa, Frengin malını alır.
Frenk çocuğu kazanırsa, Şems’e bir tokat vurur.
Sen onun vurduğunu görünce hata edip kızmayasın.
Çünkü o çocuk kutuplardandır.
Fakat o kendini iyi tanımıyor.
Şems’in sohbetinin bereketi ve inayeti ile halinin olgunlaşması lazımdır.”



Sultan Veled, babasının dediklerini aynen yaparak yanındaki adamlarla birlikte yola çıkar.
Şam’a varınca hemen hana gider.
Şems, Mevlana’nın söylediği gibi bir frenk çocuğuyla satranç oynamaktadır.
Sultan Veled, babasının mektubunu, armağanlarını Şems’e teslim ettikten sonra, bütün dostların yaptıklarından pişman olduklarını kendisini saygı ve hasretle Konya’da beklediklerini anlatır.
Yalvarıp türlü niyaz ve ricalarla onu dönmeye ikna eder.


Birlikte yola çıkarlar.
Şemsi kendi atına bindiren Sultan Veled, aşk ve neşe içinde Konya’ya kadar yayan olarak gelir.
Şems onun gösterdiği bu saygı ve bağlılıktan çok hoşnut kalır, ona övgü dolu sözler söyler
.
Uzun bir yolculuktan sonra, Konya’ya yakın Zencirli Hanı’na geldiklerinde babasına müjdelemek için şehre bir derviş gönderir.
Mevlana bu müjdeyi duyunca üstünde ne varsa çıkarıp dervişe verir.
Konya halkına haber salıp emirlerden, bilginlerden, fakirlerden ve ahilerden onu karşılamak isteyenlerin toplanmasını ister. Kendisi de ata binerek bütün Konya ileri gelenleri ve ahalisiyle birlikte Şems’i şehre getirir.


Bu defa da altı ay boyunca medresedeki bir hücrede baş başa kalırlar.
Yanlarına kuyumcu Selahaddin ve Sultan Veled’den başkası girememektedir.
Mevlana’nın Şems’e bağlılığı bu son gelişte daha da artmıştır.Öylesine kaynaşmışlardır ki,artık ayrılık mümkün görünmemektedir.
Şems, himmet ve teveccühleriyle Mevlana’yı daha da olgunlaştırmış ,aşk ateşiyle pişirip Hakk’a vuslatı sağlamıştır.
Daha önce Şems’e muhalefet edenler de gelip birer birer özür dilerler.
Onun rahat edebilmesi ve hizmetinin görülmesi için evde evlatlık olarak yetiştirilmiş Kimya adındaki genç ve güzel kız Şems’e nikah edilir.
Ama bu sefer de müritler arasında kıskançlık baş gösterir.
Mevlana’nın diğer oğlu Alaeddin Çelebi bile edebi aşan birkaç davranışıyla kıskançlığını dile getirir.
Bu arada Şems’i sevmeyenler de her fırsatta muhalefete, hakaret, iftira ve düşmanlık dolu hareketlere yönelirler.
Şems ile Mevlana, sohbet ve irşadın son merhalelerini, en güzel dönemlerini yaşarken onlar da dışarda kaynamaya, taşkınlık etmeye başlarlar.


Artık Mevlana, istenen mertebeye gelmiş Şems’in irşad vazifesi tamamlanmış, daha önce kendisine bildirilen hüküm gereğince başını feda etme zamanı gelmiştir.

Hanımı Kimya Hatun da rahatsızlanıp vefat etmiştir.
Bu haberin şehre yayılmasından sonra onu ne pahasına olursa olsun uzaklaştırmak ve Mevlana’yı elinden kurtarmak(!) isteyenler bir plan kurup bu iş için yedi kişi seçerler.
1247 yılının Aralık ayında, aralarında Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi’nin de olduğu rivayet edilen bu yedi kişi medresenin avlusunda pusuya yatar.
Bir derviş kapıdan seslenerek Şems Hazretlerini dışarı çağırır.

Şems derhal yerinden kalkıp çıkarken Mevlana’ya:


"Görüyormusun beni dönüşü olmayan bir davetle dışarıya çağırıyorlar!”

diyerek vedalaşıp çıkar.

Sonra bir
“Allah “ feryadı yankılanır gecede...
Kapı açıldığında ise, ortalıkta kimseler yoktur.

Sadece
birkaç damla kan lekesi görülür yerde...
Başka da bir iz bulunamaz
.

Bu son ayrılıktır.

Mevlana yine aylarca süren bekleyişe, diyar diyar gezip aramaya başlar.
Ama onu maddeten olmasa da manen kendinde bulduğunu şu dizelerle dile getirir:





“Beden bakımından ondan uzağız amma;

Cansız bedensiz ikimiz de bir nuruz;

İster O’nu gör, ister beni...

Ey arayan kişi! Ben O’yum, O da ben”






Ahmet F. Yüksel
Kaynaklar ;
Şems-i Tebrizi ; Osman Karabulut
Şems-i Tebrizi ;Makalat ( M. Nuri Gençosman)
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Senin Bilmedigin Birsey

Mesaj gönderen Gariban »

Can kardeşim Zahid Zenderun,
Hz.Şems-i Tebrizi(K.S)'nin hayatının özetini siteye taşıdıgınız için Allah sizden razı olsun. Sevgili Ahmet Yüksel güzel özetlemiş bu olayları. Bunların geniş detayları Sultan Veled (K.S. Hayatim boyunca okudugum Kur'an ve hadisler ve Mesnevi'den sonra beni etkileyen en guzel yazıları yazan Veli)'in Maarif ve Ibtidaname sinde verilmektedir.

Sems ile Mevlana'nin arasinda gecen şu kıssayı da ben Afganistanli Mesnevi çevirmeni Jawid Mojaddedi'nin Oxford World Classics' den çıkardıgı ingilizce Mesnevi'lerin birinci kitabının ön sözünden türkçeye çevirerek ekliyorum:

Mevlana Hazretleri'ne eğitimsiz görünen bir yabancı kitapları hakkında sorar. Mevlana Hazretleri sert bir biçimde def edici bir tavırla "ONLAR SENİN ANLAMADIĞIN BİR ŞEY"der.
Bunun uzerine Mevlana'nin kitapları tutuşup yanmaya başlar, bunu gören Mevlana Hazretleri yabancıya sorarak ona ne oldugunu açıklamasını ister. Yabancının cevabı
" SENİN ANLAMADIĞIN BİR ŞEY"olur.

Bu yabanci Sems'dir.
Selam ve Sevgilerimle
Gariban
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMSdir




Tebrizden yalın ayak çıktı yola.
Her dağda derede vermedi mola.
Gönülü konyada celali bula.
Saraya yıllardır beklenen şemsdir.



Karanlığa şimşek misali çakan.
Sana ait olmayanları yakan.
Küçücük delikten ummana bakan.
Koca mevlanayı tuş eden şemsdir.



Şemsin yanında günün hükmü olmaz.
Sensiz bu asırlar boş kalır dolmaz.
Sen gidince celal ardında kalmaz.
Kendini kuyuda gösteren şemsdir.



Ene razıya dedi, candan döndü.
Her döüşünde kendini bir gördü.
Maşuk olmadan, celal bakar kördü.
Özünde vuslatı gösteren şemsdir



Şems ölürse bize kalır dediler.
Başını alıp kuyuya verdiler.
Feryatlar etti sahipsiz kediler.
Öksüze yetime dost olan şemsdir



Sermayen varken ahu figan etme.
Destur almadan aşk bağına gitme.
Olgun gibi görünür yeni yetme.
Bülbül olup her bağda öten şemsdir.




AHMET ÇELİK
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
derunilale
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 268
Kayıt: 27 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen derunilale »

Allah razı olsun dosdum zahidim..istifadelenip bereket bulduk inşaAllah.. "gariban" ağabeyimin de aktardığı kıssa pek güzeldi..Hak razı olsun..

genel itibariyle de kıssa da ki bu söz beni bana anlattı : "senin anlamadığın şeyler" eyvallah..
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/kjkjkjkop4.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim




“Beden bakımından ondan uzağız amma;

Cansız bedensiz ikimiz de bir nuruz;

İster O’nu gör, ister beni...

Ey arayan kişi! Ben O’yum, O da ben”




Hz. MEVLANA
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

ALLAH'ıM ÇOK GÜZEL BUNLAR.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

MEVLANA'NIN TEBRİZ'Lİ GÜNEŞİ ŞEMS




Horasan'dan Tebriz'e gelip yerleşen basit bir dokumacının oğlu olan Şems-i Tebrizî¸ aldığı terbiyeden¸ garip olmakla beraber manalı ve hesaplı hareketlerinden onun bir tasavvuf eğitimi aldığı¸ birçok mutasavvıfla görüştüğü anlaşılmaktadır.


Tebrizli Yalnız Sûfî

Tebrizli Şemseddin¸ Konya'ya gelmeden önce¸ şehirleri gezerek¸ büyük ariflerle birlikte olur. Bazen okul müdürlüğü yapar¸ bazen de şalvar uçkuru örmek gibi önemsiz işlerde çalışırdı. Ücret verildiği zaman onu almamak için mazeretler ileri sürer¸ "alacağım biriksin¸ sonra alırım" der¸ Ansızın şehirden uzaklaşır¸ kaybolurdu. Böylece belirli bir yerde¸ uzun süre kalmadan ve aynı işte fazla çalışmadan hayatını sürdürürdü.


Zahirî İlimlerde Müderris

Gizemli ve yalnız bir sûfî olan Şems'in kendisi hakkındaki en önemli bilgileri Makâlât adlı eserden almaktayız. Makâlât ¸ Şems'in bilinen tek eseridir. Ancak bu kitap bizzat Şems tarafından kaleme alınmış değildir. Eser¸ yalnız Şems'in ve Mevlâna'nın hayatı ve fikriyatı hakkında değil¸ dönemi ile ilgili ve canlı bilgiler veren önemli bir eserdir. Makâlât'la Mesnevi arasında güçlü bağlantılar bulunmaktadır. Mevlâna Makâlât 'ın birçok hikâyelerini¸ meselelerini¸ bahislerini Mesnevi'sinde toplamıştır. Makâlât¸ bize zahirî ilimlerde mahir olan Tebrizli Şemseddin'in¸ tefsir¸ hadis fıkıh¸ felsefe ve kelam bilimlerinde de önemli bir seviyede olduğunu haber vermektedir.

Şems'i¸ sadece Mevlâna'yı coşturan¸ heyecanlandıran bir derviş saymak¸ onun ilmini ve irfanını göz ardı etmek demektir. Nihayetinde öyle bir mertebeye ulaşır ki¸ ilimler onu tatmin etmez; aşkın alanın bilgisini¸ marifetullahı öncelikle Mevlâna'ya¸ sonra da diğer insanlara tattırmaya gayret eder.



İlk Şeyhi Ebû Bekr Sellebâf

Şemş ömrü boyunca iki gönül sultanıyla muhatap olmuştur. Onun sözleriyle ifade edecek olursak: "Benim Tebriz'de Ebûbekr Sellebâf isminde bir şeyhim vardı¸ veliliğin bütün feyz ve esrarını ondan aldım. Ama bende bir şey vardı ki¸ onu şeyhim görmüyordu. Ve hiç kimse de görmemişti. Onu ancak Hüdavendigârım Mevlâna gördü."

Şemseddin-i Tebrizî'nin makamı ve mertebeleri o dereceye ulaşmıştı ki artık bunlarla kanaat etmiyor¸ daha yüksek bir makam arayışından ziyade¸ makamsızlık derecesine ulaşma anını bekliyordu. Bu arzu ile dünyayı dolaştı. Şemseddin'e¸ Tebriz'de¸ tarikat pirleri ve hakikat arifleri¸ "Kâmil-i Tebrizî"¸ gönül sahibi seyyahlar ise¸ çok yer dolaştığı için " Şemseddin-i perende: Uçan Şemseddin" derlerdi.


"İkiz Ruhlar"ın İlk Vuslatı

Tebrizli Şemseddin¸ Erzurum'da öğretmenlik yaparken ani bir kararla şehirden uzaklaşıp¸ kaybolur. Şam'a varıp burada bir yıl kadar kalır. Mevlâna'yla Anadolu'da vuslata ermeden önce¸ Şems'e "maksadına ulaşman için Rum diyarına git"¸ diye ilham gelir. Yola çıkan Şemş nihayetinde Konya'ya varınca doğruca Şeker-fıruşân= Şekerciler hanına gider. Kaldığı hücrenin kapısına da kendisini büyük bir tacir sansınlar diye iki üç dinar kıymetinde nadir bir kilit takar. Hâlbuki kaldığı han odasında eski bir hasır¸ kırık bir ibrik ve bir tuğla yastıktan başka bir şey yoktu. On¸ on beş günde bir¸ kuru ekmeği paça suyuna batırıp tirit yapar¸ onunla ayakta kalmayı başarırdı.

Şems'in Mevlâna'yla ilk karşılaşması farklı şekillerde anlatılmasına rağmen ilginçtir. Şems Mevlâna'ya bir takım cevabı güç sorular yöneltir. Cevaplarını alınca da bir rivayete göre bayılır.

Mevlâna¸ Şems'le ilk buluşmalarında tam altı ay birliktelik sergilemişlerdir. Artık ders vermeyi terk eden Mevlâna¸ zahirî ilimlerle ilgisini keserek münzevî olarak yaşamıştır. Çünkü o¸ daima Şems'i arar onunla görüşür¸ onunla gezer ve halvette bulunurdu.
"Bazılarının anlattığına göre Şemseddin Tebrizî Konya'ya gelince Mevlâna'nın meclisine gitti.
Mevlâna bir huzurun yanında oturuyordu. Önünde birkaç tane kitap vardı.
Şems-i Tebrizî: Bu kitaplar nedir? diye sordu.
Mevlâna: Buna kîl ü kâl derler. Şemş Senin bunlarla ne işin var? dedi ve bütün kitapları suya attı.
Hz. Mevlâna çok üzüldü ve: Behey derviş ne yaptın! O kitaplardan bazıları babamın notları idi ki¸ bulmak mümkün değildir¸ dedi.
Şeyh Şemseddin elini suya sokup o kitapları bir bir sudan çıkardı. Hiç birisi ıslanmamıştı.
Hz. Mevlâna: Derviş bu ne sırdır? diye sorunca¸
Şemseddin: Bu zevk ve haldir. Sen bundan ne anlarsın! dedi. Sonra birbiri ile sohbete başladılar."


Şems-i Tebrizî'nin gelişiyle¸ fünye ateş aldı¸ bomba infilak etti. Maneviyat dünyası¸ "Konya Okulu"nu kazanmış Doğu ve Batı birleşmişti. Anadolu ruhunun yüksek fırınlarından biri hararetle çılgınca yanmaya başlamıştı.

Emirlerin¸ bilginlerin ve sufîlerin cenderesinde sıkışıp kalan Mevlâna¸ Şems'le buluşmasıyla¸ medresenin tekdüze hayatından koparak yenilenme evresine geçti. Kendisi için kapı aralandı. Bu kapı ki¸ sonsuzluğa açılır¸ bir daha da asla kapanmaz.

Tazyik¸ tahrik ve tacizlere dayanamayan Şems habersiz olarak Şam'a gider. Gidiş Mevlâna'nın içerisinde parlayan aşk ateşini¸ ayrılık ateşiyle körüklemek içindir. Böylece Mevlâna yandıkça yanacak ve sonunda pişecektir.

Bu ayrılıştan sonra Mevlâna¸ herkesten uzaklaşır ve köşesine çekilir. Bir süre o dert ve keder içinde zamanını geçirir. Birdenbire Şam'dan¸ yani Şems'ten mektup gelir. Bundan sonra Mevlâna aşk ve şevk içinde tekrar semâ'ya başlar; insanı aşan şiirler ve gazeller¸ görünmeyen âlemden gelerek görünen âleme düşer.



Konya'ya İkinci Geliş

Bu ani gelişmenin neticesinde Sultan Veled¸ Şemseddin'i aramak üzere müridlerden bir topluluk ile Şam'a gittiler. Ayrıca Mevlâna¸ Şemseddin'in gelmesi isteği ile bir gazeli Sultan Veled'le birlikte gönderdi.

Zorla elde edilen bir iknadan sonra Sultan Veled kendiliğinden¸ aşk ve istekle Şems'in üzengisi yanında yaya olarak hareket etti. Konya'nın girişinde¸ Mevlâna¸ umera ve ulemayla beraber onları karşılamaya çıktı. O ana kadar¸ ayrılık ateşiyle körüklenen Mevlâna¸ şimdi ise mecazda maşukla buluşma atmosferini teneffüs etmeye başladı ve artık bambaşka bir iştiyak hali yaşıyordu. İki gerçek güneş (Mevlâna ve Şems) bu hal üzerine birbiriyle ilk karşılaşmayla Şems Sultan Veled'den memnuniyetini ifade etti.

Bir müddet sonra Şems-i Tebrizî¸ Mevlâna'nın yetiştirmesi olan Kimya adında bir kız ile evlenmek isteğini¸ Mevlâna memnuniyetle kabul etti. Kış olduğu için holun sofasında bir yer hazırlattı. O kış orasını kendisine oda edindi. Mevlâna'nın oğlu Alâeddin Çelebi (ö. 661/1262)¸ her zaman baba ve annesinin elini öpmeye geliyor ve sofadan geçip hole gidiyordu. Şems'in velilik kıskançlığı harekete geçiyordu.
Nihayet bir gün Alâeddin'e:
"Ey gözümün nuru! Her ne kadar dış ve iç edeple süslenmiş isen de¸ bundan böyle bu evde hesaplı gidip gelmen gerekir" dedi. Bu söz üzerine¸ gücenen Alâeddin¸ duygularını kontrol edemeyip dışarı çıkınca bir topluluğa bunu anlattı ve bunlar fırsatı kullanarak aralarında gizli tuttukları planlarını harekete geçirdi ve
"Garip bir iştir¸ bilgi peşinde çok gezen bu kişi gelmiş¸ Hüdavendigâr'ın evine girip onun oğlu ve göz bebeğini kendi evine sokmuyor" dediler. Bunun genel sonucunda gerek ortaya atılan gerekse yüzüne karşı yapılan söylenti ve hareketlerden bunalan Şemş bir gün Sultan Veled'e bahsedip:
"Bu sefer¸ izimi hiçbir yaratığın bulamayacağı şekilde kaybolacağım bilinsin" dedi ve hemen o süre içinde kayboldu. Mevlâna¸ sabahleyin medreseye girip de evi boş bulup "kadim" dostu Şems'i göremeyince Sultan Veled'in evine koştu ve:
"Bahaeddin! Ne uyumuşsun¸ kalk şeyhini ara; zira yine burnumun onun güzel kokularından mahrum kaldığını görüyorum" dedi.



Kayboluş/Son Gidiş veya Ruhun Bedenden Uçuşu

Artık suyunu gereği kadar tutan barajın bendi yıkılmış ve Aşk pınarının suyuyla arzın sulanma vakti geldiği için¸ Şems aradan çekilmiştir.

Şems'in aniden ortadan kaybolması veya öldürülmesi günümüze kadar Mevlâna ile ilgili her araştırmanın muhtevasında önemli bir yer tutar. Şems'le ilgili incelemelerin sonucunda herkes tarafından onaylanmasa da onun şehit edildiği yönündeki haber ve rivayetler bizce daha makul gözüküyor.

Şems'in öldürülüş sırrı¸ Mevlâna hayattayken yalnız Sultan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış¸ ancak Mevlâna'nın vefatından sonra Eflakî'ye (ö.761/1360) söylenmiş¸ o da bunu eserine kaydetmişti. Mevlâna'nın vefatından sonra da Şems'in üzerine türbe yaptırılmış¸ yine de (burada mezar var) denmemiş¸ Mevlâna'nın ruhu incinir diye kimse Şems'in şehit edildiğinden bahsetmemiş¸ gerçekleri bilen dervişler "Şems kayboldu¸ burası da türbe değil makamdır" demekten başka bir şey yapmamışlardır.



Şems'in Kayboluşunun Mevlâna'daki Yansımaları

Şems'in Konya'dan aniden ve habersiz ayrılışından sonra Mevlâna'nın yazdığı şiir ve gazellerde¸ onun öldürülmüş olduğuna dair bir işarete rastlanılmamaktadır.
"Olaydan kırk gün sonra Mevlâna başındaki beyaz sarığı atıyor; duman renkli sarık sarıyor ve matem nişanesi olan Yemen hırkası¸ Hint ferecisi giyinerek ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti devam ettiriyor."

Şems'in öldüğü söylentilerine¸ Mevlâna uzun süre inanamamış¸ Divan-ı Kebir'in en içli ve hazin şiirlerini söylemiştir. Bu olay ve konu ile ilgili bir rubâisinde oldukça hüzünlüdür:


Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi! Kimdir o? Ümit söndü¸ ateş öldü dedi…

Mel'un¸ dama çıktı yumdu bir an gözünü¸ Düşmandı ya Şems'e "Bak
güneş öldü dedi"


Şems-i Tebrizî'nin ayrılığının arkasından Mevlâna çok defa onun ismini kullanarak¸ bazen onun ağzından Divan-ı Kebir'in birçok gazel ve rubâilerini terennüm edip kaleme almıştır. Burada Şems'i sembol gibi göstererek ilâhî aşkı¸ vahdet-i vücud görüşü içinde "yanmış" bir ruhun duygularını dillendirmiştir.


Görünmeyen Âlemin İnsanı Şems'in Ulaştığı Aşkın Hâli

Gizemli ve sıra dışı bir sufî olan Şems belli bir yerde uzun süre kalmayan zor isimdir. Zor bilmeceler¸ manası derin sorularla insanın beynine bir şüphe kurdu soktuktan sonra aniden kaybolmuştur. Şems uykuda olan gönüllere kozmik bir şok uygulamış ve bu hareketiyle Mevlâna'da büyük bir ilgi meydana getirmiştir.

Mevlâna¸ Şems'i¸ özgür ruhlu ve çekici bir insan olmanın yanı sıra¸ içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayabilen bir kişi olarak görür. Şems sırların sırrı ve aydınlanmanın nurudur.

Kendisini gizlemesine rağmen o¸ olgun¸ olgunlaştıran¸ söz (kal)¸ hâl ve keşif sahibi bir Allah dostuydu. Bunun için ona ilâhî bilgi ve hakikat arayıcıları müracaat ederdi. Cennet yolcularına keşif ve vuslat yolunun istikametini tahayyül ettirirdi.

Şems'i¸ onunla ilgili araştırmacıların sandığı ve tanıttıkları gibi basit bir Bâtınî dervişi olarak görmek¸ onu hafife almak anlamına gelir. Zira çocukluktan beri aşkın varlıkla olan -madde evrenini aşan- kaynaşmasıyla o¸ yüzyılların yetiştirdiği büyük gönül sultanları arasında üstün vasıflarla donatılmış irfan ehli bir âriftir. Aksi durumda¸ Mevlâna gibi zâhir ve bâtın ilimlerinde yüksek derecelere ermiş¸ zamanında müderrislik ve müftülük mertebelerine yükselmiş seçkin bir insanı¸ ilahî bir aşk ve iştiyak ateşiyle yakıp pişirebilir miydi? Şems'in sözle anlatılamayan cazibesi¸ Mevlâna'ya bütün normal hayatını alt üst ederek¸ işini gücünü¸ medresesini ihmal ettirerek¸ onu madde âleminin sonlandığı başka bir âleme götüren; ona mânâ âleminin perdelerini ve kapılarını aralayan bu Tebrizli Âşık olmuştur.

Mevlâna¸ Şems'i özgür¸ evrensel insan olarak¸ içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayan bir kişi olarak tasvir eder. Mevlâna'ya göre Şems çokluğun arkasındaki birliği görmüş ve birliğin nasıl çokluğa dönüştüğünü anlamıştı. Varlıktaki vahdetle kesret arasında gidip gelmeleri varlığına sindiren Şems kendisinin görünen âlemin üstünde var edilmiş bir varlık olduğunun farkındaydı. Dünyevî bir varlığın kolaylıkla taşıyamayacağı ağırlığın yükünü kanıksamıştı. Hayatı¸ bütün varlığı ve hayatın özünü tecrübe etmişti.

Şems evrenin gelişmekte olan hafızasında insanlığın açığa çıkmasını ve kendini gerçekleştirmesini sembolize ediyordu. O mutluluğa ulaştı¸ zevk deneyimini yaşadı ve arayışını sonlandırdı. Çünkü o¸ arayış içindeki varoluş düzeyini ortadan kaldıran ve maddeyi anlayan aydınlatıcı safhaya erişmişti. Sıfat ve nitelik engellerini yırtıp bir tarafa atarak en nihayet onların olaylar âleminde nasıl tekevvün ettiğini keşf ve müşahede etti. O¸ varlıktan yokluğa ve onun da ötesine¸ hatta "ötelerin de ötesine" ulaştı.

Gizlemeyip ifşa ettiği bu mertebelere ulaşan Şems sohbetinde bulunduğu insanlar onu kendilerine bağlayıp mürit edinmeye yeltendiklerinde sert bir kayaya çarpmaktadırlar ve Şems'i kaybetmektedirler. O¸ bir aşk¸ vecd¸ hakikat ve divanelik timsalidir. Şems asla özgürlüğünden taviz vermeyen yürüyen hür Âdem modelidir. Alışılmış kalıpları ve kitlelerin sınırlarını zorlamak¸ özellikle riyakârlığın kalıntılarını yok etmek¸ Şems'in en büyük ideali ve hem de görevidir.

Sözlerin ve kelimelerin anlatmada güçlük çektiği makamlara erişen Şems'in¸ çıktığı en uzun yolculuk ve bunun sonucundaki hüzünlü gurbeti¸ adeta bir sürgündür.

Dünyevî bilgilerin ötesinde irfan âleminin bilgisine sahip olan Şems Mevlâna'ya salt aklın zincirinden kurtulmanın formülünü vermiştir. Sufîlik yaşadığı bir tecrübe olmasına rağmen yine de sıradan bir din bilgini olarak yaşayan Mevlâna¸ Şems'le tanıştıktan sonra aşkından coşan ve kaynayan okyanus halini almıştır.

Hâsılı¸ Okyanusların birbirlerinde buldukları fakat başkalarının bulamadıkları en önemli zenginlik¸ zahirî dünyada bulunmayan aynaydı. Bunlar¸ şeyhlik¸ mürşitlik¸ halifelik¸ müritlik makamlarının daha da ötelerini aşarak birbirlerine ayna oldular.



Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »




Bir KONYALI olarak resmi koymak görevimiz saydık....


himmetleri üzerimize olsun İNŞALLAH......

bedenlede ziyaretlerinizi cümle dostlarımızın arzularız o manevihavayı teneffüs etmeniz dilek ve dualarımızla .....
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

ŞEMS-İ TEBRİZİ ve AKSARAY

(Büyük Mutasavvıf ve Mürşid)

Daha ziyade “Şems-i Tebrizi, Şems-ed-din-i Tebrizi” klişeleriyle meşhur olan Mevlânâ’nın mürşidi Şems-ed-din Muhammed İbn-i Ali İbn-i Melek manevi bir işaretle Kayseri’den Konya’ya gelirken Aksaray’a uğramış ve akşam bir mescitte konaklamak istemiş, müezzin buna müsaade etmemiştir.
Fakat imam saygı göstermiştir.
Eflakî Dede’nin verdiği bu haberde Aksaray’daki Kulkul suyu’nun adı da geçer.
Aksaray Irmağı’nın eskiden böyle adlandırıldığı anlaşılıyor.
Oğuz Demir Tüzün bana gönderdiği mektubunda Kulkul Suyu hakkında şunları yazıyor:
“Bunun ya Kayır’ ın yanında (batıda) Aksaray Irmağı veya Konya yolundaki Karasu olacağı kanaatini doğruyor.”

Eflâki’nin âriflerin Menkibesi adlı eserinden bu haberi buraya aynen alıyorum:

“Mevlâna Şems-ed-din Hazretleri bir gün Kayseri’ den Aksaray’a geldi ve bir mescide konakladı.
Yatsu namazından sonra müezzin şiddetle: “Mescidden git, başka yerde konakla” dedi.
Mevlânâ Şems : “Beni mazur gör, ben garip bir adamım, başka bir şey istemiyorum, beni bırak, şurada rahat edeyim.” Dedi.
Müezzin aşırı derecedeki terbiyesizliği ve kapalı gözlülüğü yüzünden hürmetsizlikte bulundu, çok şiddet gösterdi.
Şems-ed-din de ona: “Dilin şişsin! Dedi. Hemen müezzinin dili şişti. Şems-ed-din de mescidden çıkıp Konya’ya gitti.
Mescidin İmamı geldi, müezzini can çekişir bir halde buldu. Durumunu sorunca, müezzin :“Beni bu hale getiren o, seyyah derviş, git bul!” diye işaret etti.
Bunun üzerine imam da Mevlânâ Şems-ed-din’i bulmak için yola koyuldu.
Kulkul Suyu’nda ona ulaştı, ayaklarına kapanarak : “O miskin, sizin ne kadar büyük bir adam olduğunuzu bilmedi! “ diyerek sonsuz özürler diledi ve ricalarla bulundu.
Şems: “İş işten geçmiştir ve hüküm çıkmıştır, ben bir şey yapamam, yalnız onun imanla ölmesi ve ahiret azâbını görmemesi için dua ederim.” Dedi.
İmam aydın gönüllü bir adamdı.
İhlâs getirüp mürit oldu.
İmam dönünceye kadar müezzin öldü.”

Ahmet Eflâki: Ariflerin Menkibeleri, Tahsin Yazacı çevirmesi Ankara 1954. Maarif Basımevi, Cilt 1, Shf. 345 şunları yazıyor:

“Bahis 238: Yine Mevlânâ Şems-ed-din Tebrizi Hazretleri buyurdu ki:
“Bugün mâna denizinin dalgıcı Mevlânâ’dır ve ben Şems-ed-din de tacirim.
İnci bizim ikimizin arasındadır. Men inciden bahsediyorum.
Sen ise hiç paraya yanaşmıyorsun.
Allahın yolu budur. Mutlaka Aksaray’dan geçilir.
Mutlaka köprünün üzerinden geçilir.
Allah : “Mallarınızla ve nefislerinizle mücadele ediniz.” Buyuruyor. Evvelâ mal feda etmek lazımdır.
Ondan sonra işler çokur.
Evvelâ Aksaray’ dan geçmek gerekir.
Yani önce Allah erini bulduktan sonra Allah’a kavuşmak mümkün olabilir."



Âbideleri ve Kitabeleri ile Aksaray Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı
(II. CİLT shf. 2675-2677)
Resim
Kullanıcı avatarı
karani
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 51
Kayıt: 11 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen karani »

ESSALEMUN ALEYKUM, GERÇEKTENDE MANA İKLİMİNİN İKİ SULTANI BİRİ OLMADAN DİĞERİ OLMADI ALLAHIM SONSUZ RAHMETİYİN HAKKI İÇİN SAYILARINI ARTIR. BİZİDE ONLARA HİZMET ERİ NASİP EYLE ÖTELERDENDE SÖZ VE GÖNÜL SULTANLARINA KAVUŞTURA
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim

Tevhit Pınarının billur çeşmesi Şems’ten işte birkaç dize:



Bu tevhitten murat ancak
Cemali zat’a ermektir.
Görünen kendi zatıdır

Değil sanma ki gayrullah.


Şems-i Tebriz bunu bilir
Ahad kalmaz fena bulur
Bu alem külli mahvolur

Hem baki kalır Allah
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
fake_plastic_life
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 02 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen fake_plastic_life »

Allah ın selamı üzerinize olsun.

Geçenlerde Mevlana ile ilgili bir program izledim kanal 7'de. O konuşma yukardaki yazılarda geçiyor mu bilmiyorum ama bence çok etkileyici bir sözdü. Hem buraya eklemek, hem de size yöneltmek istedim o sözü. Gerçekten böyle bir hadise oldu mu bilmiyorum, yanlışım varsa düzeltin.

Mevlana bir mescidde kalabalık bir cemaata vaaz vermekte, daha önce yaşamış mübarek insanların hayatlarını, vaaz ve nasihatlarını anlatmakta, ara sıra da cemaatten birileri söz alıp konuşmaktadırlar. Derken içeri Şems gelir, dikkatler ona yönelir tabi. Şems de yüksek bir sesle orada oturanlara şöyle der : " Ne zaman başkalarının sözlerini tekrar etmeyi bırakacaksınız? Ne zaman içinizden biri çıkıp ""RABBİM KALBİME DEDİ Kİ"" diyecek?"
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Allahü zü'l Celalimizin selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Muhammedinur BİZlik ve BİRliğimize hoş geldiniz fake_plastic_life kardeşimiz.
Çok defa sitemizde online olarak görmekteydim sizi, yazınızı görünce nasib bugüneymiş dedim...
İnşaallah Muhammedi muhabbet ve hasbi hizmette BİZde BİR oluruz...
Gönül verenlerin sitesinde hayırlı paylaşımlar dileriz...
Muhammedi muhabbetler sunarız.
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

ankakuşu yazdı: Allahü zü'l Celalimizin selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Muhammedinur BİZlik ve BİRliğimize hoş geldiniz fake_plastic_life kardeşimiz.
Çok defa sitemizde online olarak görmekteydim sizi, yazınızı görünce nasib bu güneymiş dedim...
İnşaallah Muhammedi muhabbet ve hasbi hizmette BİZde BİR oluruz...
Gönül verenlerin sitesinde hayırlı paylaşımlar dileriz...
Muhammedi muhabbetler sunarız.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 525
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

Değerli kardeşim zahidzenderun,
Tebrik ederim. Bu hizmetiniz için
teşekkür ederim.
Hz. ŞEMS bende derin etkiler bırakır,
her ziyaretimde gönül telim titrer ve hemen
kaydederim. Bu kayıtların bir kaçını aşağıda sunuyorum.
ALLAH (CC) hepimizden razı olur inşallah.
------------------------------------------------

ŞEMS

İçimde bir aşk yeniden doğdu
Titreyen gönül Şems’ini buldu
Mıknatıs gibi çekti yanına
Titreyen gönül Şems’ini buldu

Sessiz konuştu gizlice benle
Aşkı bul dedi Maşuk seninle
Çıkarsın belki bir ulu yere
Titreyen gönül Şems’ini buldu

Mevlana kalktı kapıyı açtı
Işıklar saçtı içim açıldı
Aşkım tutuştu nurlar saçıldı
Titreyen gönül Şems’ini buldu

Gönüller yakan aşk bir tanedir
Şems’in açtığı yol bir tanedir
Mevlana der ki Hakk bir tanedir
Titreyen gönül Şems’ini buldu

Geldim Mevlana Şems’ten selam var
Titredin hemen Hakk’tan selam var
Dost Emin der ki Dost’dan selam var
Titreyen gönül Şems’ini buldu

Rahmet rüzgarı esiyor burda
Neler göründü bana dergahta
Şems’in nurusun yüce Mevlana
Titreyen gönül Şems’ini buldu



ŞEMS – ŞEMS

Hakk’tan geldi Hakka döndü
Şems, Şems, Şems, Şems
Yeryüzünü aydınlattı
Şems, Şems, Şems, Şems

Neden geldi bu dünyaya
Niçin koştu şu Konya’ya
Neler verdi Mevlana’ya
Şems, Şems, Şems, Şems

Maşuk ona aşkı verdi
Aşk ateşi alevlendi
Mevlana’yı yaktı gitti
Şems, Şems, Şems, Şems

Bu nasıl bir aşk ateşi
Yanar durur yoktur eşi
Özler canlar o güneşi
Şems, Şems, Şems, Şems

Mevlana’nın aşkıdır Şems
Dost Eminin dostudur Şems
Yüzyıllardır parlıyor Şems
Şems, Şems, Şems, Şems



ŞEMS AKŞAMI

Gökteki şems battı karanlık oldu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu
Görünen Şems değil O’nun nuruydu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu

Türbenin altından yukarı çıktı
Gülen bir nazar ile kendine baktı
Kendini kendinde gördüğü andı
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu

Dost Emin türbede gördüğün nurdu
Şems batmaz ışıktı Hakkın nuruydu
Cahil karanlığı ışığa boğdu
Şems’in türbesinde ışıklar doğdu
Resim
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim


Sabretmek


öylece durup beklemek değil,

ileri görüşlü olmak demektir.

Sabır nedir?


Dikene bakıp gülü,

geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.



Ve bilirler ki gökteki ayın

hilal’den dolunaya varması için zaman gerekir.





~ Tebrizli Şems ~
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ŞEMS-İ TEBRİZÎ
[ Kaddesallahu Sırrahulazîz ]

Hazreti Şems-i Tebrizî (Kaddesallahu Sırrahulazîz)’ in kıymetli eseri Makalât’ında en çok bahsettiği şehir benim de memleketim olan Aksaraydır.
Aksaray; mânâviyatı her zaman çok yüksek olmuş, Özellikle Gaybî Hak Dosdlarınca Anadoluda merkez edinilmiş, halkın çok tanımadığı nice ârif, âşık, ebdâl, ebrâr, ahrâr, ahyâr, veysî, vehbî, şemsî ve özellik ve güzellikleri ehlince bilinen ERENLER ömürlerinin sonunda ismi “ERVAH” diye meşhur olan cennet gibi güzel mezârlıkta mekan tutmuşlardır.
Hâl-i hazırda böyle devam etmektedir.
Bilinir bilinmez nice ALLAH Dosdları yaşamaktadır hamdolsun.
Hazreti Şems Babamızda Aksarayımızı çok sevmiş zaman zaman kalmış ve dosdlar edinmiştir.
"
HAKK'a giden yol Aksaray'dan geçer!" sözü dilden dile gönülden gönüle akıp gelen bir Nur-u Mim arkıdır Aksaray'ımızda..
Hayır duâ ve himmeti bizimle hazır olsun inşâallah..
Kendisine çocukluğumdan beri ve ailece büyük sevgi ve saygı bağımız vardır ve cennette buluşuncaya kadar da devam edecektir inşâallah.


Latif YILDIZ
Kul İHVANÎ



MAKALÂT'TA AKSARAY :


Şimdi dalgıç Mevlânâ'dır; cevahir tüccarı da ben, yani Mevlânâ Şemseddin-i Tebrizî (Allah bereketini sonsuzlaştırsın) inci de ikimizin arasındadır.
Diyorlar ki: «inciye giden yol sizin aranızdadır. Biz ona yol bulalım.»
«Evet,» dedim.
«Fakat yol budur: Ben sana bir şey verin demiyorum, ben Allah yoluna gelin diyorum.»
Niyaz yoluyla ve hâl diliyle biri sordu: «Allah yolu hangisidir? Söyler misin?»
Ben : «Allah yolu budur,» diyorum.
Elbette Aksaray'a gidilirken bir köprüden geçilecektir.
Hakka giden yolun köprüsü de Kur’ân'ın :

«Onlar, malları ile, nefisleriyle savaştılar.» (Tevbe sûresi, 21) âyetinde buyrulduğu gibi önce malını saçmaktır.
Ondan sonra yapılacak işler çoktur.

Ancak önce Aksaray'a uğranılacaksa, bu yoldan başka geçit yoktur.
Aksaray'dan sonra da (yolda) ıssız ovalara saparsan yine yolunu şaşırırsın.
Kurtlar, gulyabaniler seni görünce yayından fırlamış ok gibi ardından yakalar bir lokma yaparlar; alaşağı ederler.
Şimdi ne yapmak istiyorsun?
Ne vereceksin Allah yoluna?
Gönlündeki nedir?
Ne düşünüyorsan, söyle.
Eğer bir engelin varsa bana anlat ki, o engele karşı yol öğreteyim de sana kolaylık olsun.
Ben yolu senden daha iyi bilirim.
Ben inci hikâyesini anlatıyordum; sen bunu bir pula bile almıyorsun.
Şimdi ikiyüzlülük mü yapayım? Yoksa dosdoğru mu konuşayım?


Bu Mevlânâ Ay'dır; benim varlığımın Güneşine gözler erişemez.
Ancak Ay'a erişilebilir.
Işığının ve aydınlığının son derece parlaklığından dolayı gözler güneşe bakamaz.
O Ay güneşe erişemez, ama Güneş Ay'a yetişebilir.

Nasıl ki yüce Allah Kur’ân'da :

«O'nu gözler kavrayamaz, ama O gözleri kavrar.» : (En'am sûresi, 103) buyuruyor.



Diyelim ki, yüz yıl Halep ve Şam yolundan söz açmışsın; Halep mallarını asla buraya getiremezsin.
Tâ ki yol zahmetine, tehlikelere katlanacaksın, malını haydutlara kaptırmak korkusu ile üzüleceksin ki, bu işi yapabilesin.
«Bilgin önce tartışma yolunu mu tutmalı ki o zaman o yolda yürümek kolaylaşsın?» diye sordu.
Cevap verdi: «Sana Aksaray yoluna gitmek hikâyesini anlatayım ve bilgi vereyim. Gitmeden o tarafın ahvâlini soruyorsun.»
Ben de diyorum ki : «oraya kadar git, ben seninle beraberim. Bundan sonra dikkat et ki, hangi taraf güvenlidir; hırsızdan, kurttan, hayduttan ve başka tehlikelerden hangi taraf daha korkusuzdur. Ya Malatya yolu, ya Elbistan yolu nasıldır?»




Ey can bana bir görün bitmeden son nefesim!
İşimi çabuk bitir, artık kesilsin sesim!


Bir âşık gerektir ki, bu sırrı onunla birlikte öğrenelim.
O diyordu ki: «O gün kuyuya bir taş attım. Aksaray yolunun başına, o kervansarayın yanına gittik. Hatırlıyor musun?»
«Ben çok iyi hatırlarım. Söylediklerini onlara helâl ettim.
Maksat sen idin, benim onlarla ne işim var?»




Abdest üzerine abdest almak, doğuşta, yaratılışta temiz ve abdestli olanın üzerine nûr üstüne nûr iner.
O, iki defa abdest almış demek değildir.
O, benim okumadığım bir meseleden bahsetti, İzzeddin onu kabul etmedi, yalanladı.
Nasıl olur da, «Evet ben onu okudum,» diyebilir?
Mevlânâ'dan bir işaret aldım; sandım ki Mevlânâ da bunu anlatmak istiyor.
(Kendi kendime) : «Bugün Mevlânâ da o türlü sözler söylüyor ki ben şimdiye kadar asla bahsetmedim,» dedim.
Sana güvenerek söyledim ki, sen hem kadıya, hem de adalet bakanına karşı savunasın.
O demiştir ki: «Eğer benden bir şey götürmez ve gelmezse onun kuvvet ve kudretini hiçe indiririm. Bu tıpkı şuna benzer: Bir köle var mıdır ki, Sultana karşı : «Sen ki Padişahsın, meclise gel de seni göreyim,» diyebilsin; bu nasıl olur?
Biz bu nefsi ne Aksaray'dan, ne de Kaymaz Kervansarayından getirdik.
Eğer sen bu fikirde isen, Halep' te oturmuş, bir ülkeden başka bir ülkeyi seyrediyorsun demektir.




Bir gün de, Aksaray'da Hacı Ebûbekr'den ödünç bir şeyler almak istiyordu olmadı.
«Eli boş nasıl gidebilirim?» dedi.
Ben : «Vazgeçtim,» dedim.
O hâlde : «Dostlara himmet için yararlı bir iş yap,» dedi.
Evet, üç kere selâvat getirin ve : «Allahümme Salli Âlâ Muhammed» deyin.
«Başka ne yersin? Ne pirinç, ne pirinç, ne et, ne et!... »
Zehra diyordu ki: «Burada dervişin neler yaptığı, senin yaptığın ve başından geçenler Mevlânâ katında bilinmektedir.»
Derviş o mertebeye ne ile geldi? Onun işi, hep hayırdır.




Mevlânâ mademki eldedir, onu Aksaray'a getiren adam acaba daha fazla getirebilir miydi?
Gönlüm bunu istemiyor ama bu sefer ister görünüyor.
Nihayet Ben Murad yani istenilen kişi.
Mevlânâ ise Murad'ın Murad'ı olmuştur.




Yolculuk, bana çok zor geliyor.
Bu sefer gidersem sakın geçen seferki gibi yapma!
Şimdi ne yolculuğa çıkabilirim ne de Aksaray'a gidebilirim.
Ancak gerekirse, burada bana zahmet vermeyecek bir köşeye çekilir otururum.
İki yıldan beri yolculuğa tahammülüm yok.
Çektiğim ıstıraplardan yıldım.
Ancak üstü örtülü konuşmalar, uygun dostlar toplantısı olmazsa, bu
sefer yola çıkarsam önce yaptığın gibi karşı durma!
Yaptığım işlere karşı aksi davranışta bulunma!
O yine, birlikte olalım diye tövbe eder bir arada oturmak ister, yahut anlamaz da başka şekilde yorumlarsa ve benim söylediğim gibi yaparsa onlardan her biri birer melek gibi olurlar.
Nihayet ben biliyorum, beni bilgin olarak tanıyorsun, ilim adamı biliyorsun. Nasıl olur da bunu söylemek istemem!
Bu saatte bu sözler söylenmiştir.
Ancak şimdi daha başka bir öğüt vermeye de çalışacağım.
O da muamele yönündendir.
Yavaş yavaş anlatırsam bu işe engel olmaz.
Başka işlere engel olsa bile gerektir ki bu, işe uygun düşsün.



Kış geliyor Şemseddin'e bir kürk lâzım.
Evet çetin iştir bu.
Hırkayı yırtmalı.
Evet güzel söylüyorsun, bana uymak gerek.
Bu bana senden dilenmek demektir.
Konuk için, onunla daha çok vakit geçer.
Şimdi biraz düşünmek zamanıdır.
Her ne kadar yaya yürümek kuvveti vardır ama korkarım ki, bunu kabul etmezsin!
Ben Kaymaz mevkiine gelirsem, Aksaray'a varırım.
Yolda seni bırakır ve ayrılırsam, bu benim elimde değildir.
Seni evde çocuklar arasında bırakayım.
Zaten yolda da bunu böyle istedim.
O zaman bizim aramızda yüz kat daha yakınlık olur.
Bugün ayrıldık ama bir zaman neler olacağını bilemem.
Eğer şimdi olduğu gibi araya bir karışıklık girerse :
«Bu hakkın gayretidir,» deme!
«Bu ne Müslümanlıktır?» dedi.
«Bunu da Müslümanlık say,» dedim.
O zaman bir şey söylemedin, bir kaç gün Sarac'ın bağına gittin.
O ayakkabı seni rahatsız etti.
Bir söz söyledin, bir kaç gün dolaştın, nihayet tekrar konuştun.
Sonra baştan savdık, ona ant içtik dedin.
Ben öyle insanlardan değilim ki, bir kimse ile bir gün selâmlaşmış olayım da, ona karşı öyle bir davranışta bulunayım.
Bunu uygun görmem.
Eğer yine bir karışıklık ve bozgunluk varsa, zannetme ki aramızda ayrılık kararı verilmiştir.
Ya bana senden bir gayret ister, yahut da sana karşı benden.




Erginleşen kimse erdiğini bilmez, Aksaray'a gider ama Aksaray'a vardığını bilmez.
Ama oraya erişinceye kadar da hep korku ve yalvarma içindedir.
Acaba varacak mıyım? Yoksa varamayacak mıyım? diye şüphede kalır.
Onlar derler ki:
«Görmediğimiz şeyin arkasından koşmayalım! »
Halbuki o görünmeyen şey de der ki: «Onlar arkamdan koşup yorulmadıkça kendimi göstermeyeyim! »
Hâl böyle olunca onlar önce kendi sözlerini söylemeden o iş olmaz.



Zeyneddin Sadaka dedi ki:
«Başlarımızı eğelim, huzura murakabeye varalım! »
Bir parmak mesafe için yoldan kaldın!
Bundan ötesi ıssız çöllerdir.
Bir parmaklık yoldan, Aksaray'dan Konya'ya geliyorsun.
O bir parmaklık yoldan geri kaldın!
Üst tarafı yokluk çölüdür!
Ancak yolu ara, sor : «yol bu mudur? » diye araştır.
Dikkat et ki, o şaşırtıcı uğrular birer hırsız olmasınlar.
Sen nazar ehli ol, doğruyu eğriden ayır!
Çünkü yol arada bir takım dallara ayrılır.
Biri bu yoldan gelir öteki o yoldan gider, sen doğru yol tarafını koru.
Konya'ya eriştikten sonra başkaca düşünceye lüzum yoktur.
Orada adil bir Sultan vardır, kimse kimseye zulmetmez.
Kudsal hadiste :
"Lâilâhe illallah inancı benim kalemdir. Her kim benim kaleme sığınırsa selâmette olur," buyurulmadı mı?
Her kim bu tevhid kalesine bu «Lâilâhe illallah» hisarına girerse, bir şey söylemez.
Ama her kim ancak bu kalenin adını söyler de geçerse, o bir şeyler anlatmak ister.
Kalenin adını söylemek çok kolaydır.
Benim dilimle : «ben kaleye girdim veya Şam'a gittim! » dersen, bir anda semâları ve yerleri dolaşırsın; Arşa, Kürsi'ye yükselirsin!




Kaç kere, gündüz ışığı karanlık denizinde boğulur, kaç kere de karanlığın deryası nûrun alevinde yanar.
Kur’ân'da :
«İnsanlar bir imtihan geçirmedikçe, sadece inandık demekle kurtulacaklarını mı sanıyorlar? » (Ankebut Sûresi, 1) buyurulmuştur.
Âlemde hangi şey vardır ki, bir imtihan geçirmeden kabul olunur, yahut imtihansız ise geri çevrilir?
Ama Allah dilerse sonunda iş doğrulur,doğru yolu tutarsın, o zaman kim olduğunu da anlarsın!
Veli, veli olduğunu bilmez mi?
Meğerse olgunlaşmamış olsun, henüz gelişme yolunda olsun, insan Aksaray'a varınca nasıl olur da vardığını bilmez?




Erenler Yatağı Aksaray Ervahımızı Kırk Kızlar Tepesinden Seyredelim:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim[/url]


RABBİM razı ve hoşnut eylesin yüreginize emeginize saglık
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim


Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile
sonunda
"O" kimsenin bilmediği patikalar açar.

Sen şu an göremesen de,
dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.

Şükret ! İstediğini elde edince
şükretmek kolaydır.
Sufi;
dilediği gerçekleşmediğinde de
şükredebilendir.



~ Tebrizli Şems ~
En son zahidzenderun tarafından 02 Nis 2009, 17:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Bir gün yolu Bağdat şehrine düşer. Orada meşhur sofilerden Şeyh Evhadüddin Kirmani’yi bulup neyle meşgul olduğunu sorar.

“Ayı leğendeki suda görüyorum” diye cevap verir Kirmani.

Şems Hazretleri bu cevap üzerine:
“Boynunda çıban yoksa neden başını kaldırıp da onu gökte görmüyorsun? Kendini tedavi ettirmek için bir doktor bulmaya bak. Böylece, neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı onda görürsün”
der.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

YÂ ŞEMS! (ks)

Her hâli Hacı
Âşıklar Tacı
Tevhid İlacı
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Ah ile Ahrâr
Abdâl ü Ahyâr
Âşık ü Ebrâr
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Şeriat ŞEM’i
Tarikat DEM’i
Mârifet EM’i
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Hakikat Yeli
Eser Ezeli
Gönül Güzeli
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Harman Yakıcı
Seyre Bakıcı
Taçlar Takıcı
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Sor: “Köre ne var?”
Hakk Resim GÖRene var
Derunî Diyâr
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Ehl-i Beyt Eli
İmam-ı Velî
Esen Sırr Yeli
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Mukarreb Biri
Değdiği Diri
Hêr HÂLin PÎRi
Şems-i Tebrizî (ks)


*

PULsuz- ZARFsız Huu!
SÖZsüz-SARFsız Huu!
Hece-HARFsız Huu!
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Tevhid Tebrizî
DOST dizi dizi
Muhammed İZİ
Şems-i Tebrizî (ks)


*

ARK’a Çağıran
ÇARK’a Çağıran
FARK’a Çağıran
Şems-i Tebrizî (ks)


*

AŞK Mevlânâ’ya
Madde- Mânâya
OĞUL-ANAya
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Ehl-i Beyt Yolu
ÇİLEler DOLU
ŞAH’ın Sağ Kolu
Şems-i Tebrizî (ks)


*

BAŞı Bir Yerde
GÖVDEsi nerde?
AŞK var ya SERde
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Uç Seher yeli
Konya’ya belî
GÖZ-GÖNÜL Seli
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Muhite Merkez
TAVAFa herkes
Tevhidî Tek SES
Şems-i Tebrizî (ks)


*

DİVAN’in Dili
Mesnevî Mili
Semâzen Zili
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Muhabbet MEYi
İsrafîl NEYi
Ebrârlar BEYi
Şems-i Tebrizî (ks)


*

NEY’in Neşesi
Elest Bestesi
Duyduğun, SESi
Şems-i Tebrizî (ks)


*

NEFES Kafesi
Rahmân Nefesi
Tevhid kefesi
Şems-i Tebrizî (ks)


*

AŞK Uykusuzu
Yersiz Yurtsuzu
ANAsız KUZU
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Ahmak laf sanır
AŞKla yaşanır
YAŞAyAN tANır
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Canım Hemşehrim
Divâne Dehrim
Zemzemim-Zehrim
Şems-i Tebrizî (ks)


*

Sefil İhvânî
SÖZlerin fâni
Selâmın hâni
Şems-i Tebrizî (ks)


05.12.97 18:43
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
EY ŞEMS (ks)!..

Uçan kuşla - açan çiçek
Düşen yaprak-ağlayan göz
Sende senden sana gerçek
Ehl-i hâlin hâlidir söz…

Resim

Sen söyleme sus gönlüm
Can gözü olanlar ağlar
Doğumla-ölüm düğünüm
Sûret sîretimi bağlar…

Resim

Aşk ü cezbe meczubuyuz
Aşktır Mezheb ü Dinimiz
Şehr-i Şam’ın Şems’usuyuz
“Bir”ini buldu binimiz…

Resim

Aşkın kokusun süründük
Can verdik gönül bağladık
“Ayn”ıyız “Gayr”ı göründük
Damlada coştuk çağladık…

Resim

Hızır ile Musa gibisi
Leylâ’da Mecnun sevgisi
Göz yaşlarımız kavuşsun
Tükensin hasret türküsü

Resim

Dönüşsüz davetin duyduk
Yerde bir kaç kan lekesi
Son nârân:”ALLAH!...” mış uyduk
Bu ses “Ben”de “Sen”in sesi…

Resim

Duman renkli bir sarık sar
Başına bulutlar ağsın
Ne huzur kalsın ne karar
Yüreğine esrâr yağsın…

Resim

Mâşuğun aşk kemerinden
Âşığın tevhid Tasması
Külhan külahı serinden
Çıkmaz… İhvâni yosması…


07.11.1995 10:15


Hazreti Şems (ks) :

1244 : Ekiminde Konya’ya geldi
1246 : Martında ilk ayrılışı Şam’a gidişi
1247 : Konya’ya dönüşü
1247 : İkinci ayrılışı Şam’a gidişi
1247 : İkinci dönüşü Sultan Veled’le
1247 : Kimya hatunla evlenmesi.
1247 : Aralık ayı şehâdeti. 7 kişiydiler…


Ehl-i hâl : Hâl Ehli olanar.

Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.

Cezbe : Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.

Meczub : Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divane. Mecnun

Mezheb : Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve Şâfii; ve Akaidde Mâturidi ve Eş'ari gibi.
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »



ŞEMS-İ TEBRİZÎ (k.s.)
MAKALÂT'TAN SEÇMELER :


Resim

«Uzun gecelerde Allah’ı tesbih et!» buyuruldu.
Yani, mürid ile mürşid arasına perde girince o gece demektir.
Mademki karanlık başlamıştır, gerektir ki bu zamanlarda onu ciddi olarak anasın ve o perdenin aradan kalkması için çalışasın.
Ne zaman karanlık artar ve mürşid sana çirkin görünürse, ona yaklaşmaya daha çok çalış.
Gam çekme, tasalanma, umutsuzluğa düşme!
Karanlığın uzamasından, uzun gecelerden sonra aydınlık günler başlar.
«Bir adam dinini kuvvetlendirirse belâsı da artar. Dinini incelten, zayıflatan adamın da belâsı hafifler,» derler.
Nasıl ki, Emir Kabus da: «Yücelikler, ancak çekilen zahmetler ölçüsünde
elde edilir,» demiştir.
Hicap ve perde olmadığı zamanlarda, o zevk ve nûr kendiliğinden harekete geçer.
Her ne bulursa, Ulu Allah’ın kutlu kitabında buyurduğu :
«Ona ruhumdan üfledim» nüktesinin aydınlığı ile bulur.
Yani ona perdelenmek ve yabancılık yüzünden öyle bir hâl gelir ki, hâlden habersiz olur ve nefsini idare etmek yolunu tutar.
O sevgiden ve aydınlık âleminden söz açamaz.
Her ne kadar nefsini başka türlü göstermek istese de.
Sen kendini aptal yerine koy, çünkü :
«Cennetlik kulların bir çoğu gafillerdendir» buyurulmuştur.
Cehennemlik insanların çoğu da bu filozoflardan ve bilginlerdendir.
Çünkü onların çok uyanık ve akıllı olmaları, kendilerine perde olmuştur.
O bilgi ve düşünce erlerinin her hayalinden, on hayal doğar.
Onlar Ye'cuc nesli gibi, ya : « yol yoktur! » derler.
Yahut da yolun uzak olduğunu söylerler.
Evet yol uzaktır ama bir kere yürümeye koyulunca son derece coşkunluk ve neşe içinde yolun uzaklığı görünmez olur.
Nasıl ki : «Cennet kötülüklerle çevrelenmiştir» buyuruldu.
Cennet bahçesi çepeçevre dikenliktir.
Ama burnumuza gelen cennet kokusu sevgilinin haberini âşıka ulaştırınca, o dikenlik pek hoş olur.
Cenhennemin çepeçevre dikenliği, hep gül ve reyhan kokar, ama burunlara ateş kokusu gelir.




Adamın biri bir etek altın vererek yılancıdan bir yılan satın alır.
Ama öyle zehirsiz yılanlardan değil, belki zehir saçan bir dağ yılanı. Kadılıktan ve mansıptan, mevkiden kaçan kimse Allah için kaçar.
Başka sebepten değil, iman nûru dolayısıyla kaçar.
Yılanı anlayan dostu da onu tanır.


Şiir:
Hazret! Kur’ân'ın gelini, ancak iman ülkesinin savaştan
Korunmuş olduğunu görürse peçesini açar.

Bu nükteyi söyleyen adam, pek ergin bir adam olmalı.
Kendinden söylediği o söz, Allah kelâmıdır.
Allah kelâmı da tam ve kâmil olur.
Henüz olgunlaşmamış olan üzümü güneş ile bulut arasında korumak gerektir.
Tâ ki, kavrulmasın, ama olgunlaşınca ona güneşten hiç bir zarar gelmez.
İyice tatlılaşıncaya kadar bağ bekçisi onu kıştan korur.
Ama iyice olgunlaşınca kar altında bile beslenir.
Bu kemal mertebesine eren kimse de Allah nûruna batmış, Hakkın lezzetiyle mest olmuştur.
Ona kılavuzluk gerekmez.
Çünkü sarhoştur; başkalarını nasıl ayıltabilir?
Fakat bu sarhoşluğun ötesinde bir ayıklık vardır.
Nasıl ki önce de anlatmıştık.
Bu ayıklığa erişen kimselerin lütfü kahırdan üstün olur.
Ama mest olup da o ayıklığa eremeyenlerin lütfü kahrıyle beraberdir.
Fakat onun benliği hep iyilikle dolu olunca bu takdirde lütfü galip olur
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



Hakkın karşına çıkardığı değişimlere

direnmek yerine, teslim ol.

Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.

“düzenim bozulur, hayatım alt üst olur”

diye endişe etme.



Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını??





~ Tebrizli Şems ~
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Cevapla

“►Şems-i Tebrizi◄” sayfasına dön