ŞEMS-İ TEBRİZÎ (kaddesallahu sırrehu)

Muhammed Şemsüddin Tebrizî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

ŞEMS-İ TEBRİZÎ (kaddesallahu sırrehu)

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

ŞEMS-İ TEBRİZÎ (kaddesallahu sırrehu):

«Nice okuyucular vardır ki, Kur’ân onlara lânet eder» buyurulmuştur.
Burada okuyucular (tilâvet edenler) kelimesi nice veya birçok mânâsına gelen Arapça rubbe ile birlikte söylenmiştir.
Ama bu bütün okuyucular için değildir.
Şu halde başka okuyanlar, hafızlar da vardır ki, bunlar Kur’ân okumanın uzmanıdırlar.
Allahın has kulları ki, Kur’ân'ın yedi türlü mânâsına âşinadırlar.
Çünkü Kur’ân'ın yediye kadar sayılan, zâhiri, bâtını, hattâ batının batını mânâsı vardır.
Ama bu yedi mânâ lâzım değildir.
Bunlardan her biri, halkın âdet ve anlayışına göre değişir.
Halk bunlardan başkasını ve daha ötesindeki mânâları da bilir.
Bu onun işidir.
Kur’ân'ın yedi türlü mânâsını veya yüz bin türlü mânâsını bilmek başka bir hak vergisidir; bir lütuftur.
Hakkı arayan onun has kulu olan kimseler, sevgiliye vaktinde nasıl nazlanır?
Bu mertebenin üstünde öyle bir mertebe daha vardır ki, en seçkin kulların mertebesidir.
Kur’ân'da onların bahsi geçmez ama işaret vardır.
O gibilerin, sözü geçen Kur’ân okuyucuları ile bir ilgileri yoktur.
Onlar ne o bölükten ne de bu bölüktendir.
Allahın özel ve seçkin kullarıdır onlar.
Bundan önce de onlardan bahsetmiştim.
«Sana göre de bu mânâ böyledir, öyle değil mi?» dedim.
«Sen zahmet etme, burada bir zorluk yoktur. Bana, suya gitmek zor geliyor,» dedi.
Kırlar karlarla örtülü.
Acaba su lâzım olur mu?
Buyurdu ki: «Her ne olursa olsun insan oğlu önceden yapacağı şeyi düşünmeli ve sonuna kadar bunu yapmaya karar vermelidir. O zaman zorluk kalmaz her şey kolaylaşır. Bu eski bir kanundur. Kış, evet, bahar yerine kış gelseydi, «Eyvah, bu ne haldir?» derdin. Ben böyle düşünmemiştim. Bu kanun değildir. Babadan dededen kalma âdete göre yaz mevsiminden sonra güz gelir, güzden sonra da kış. »

****

Bir kimse ki, Kur’ân'ın Allah kelâmı, hadisin Peygamber sözü olduğuna gönülden inanmıştır, ondan ne umulur?
Başlangıcı böyle olursa onun son durağı nereye varır?
Gerektir ki o bunları küçük yaştayken öğrenmiş olsun.
Ama o, bu daracık yerde mi kalmak?
Hak âlemi çok geniş bir alandır.
Bazılarına göre bu konu son derece sade ve basittir. Ama çok zor, çok çetindir.
Bazılarına göre de çok kolay ama o kadar kolaydır 'ki, bu kolaylıktan ötürü hayrette kalmışlardır.
Bu bahiste söz söyleyenler şu noktada duraklamışlardır :
Hadiste :
«Kur’ân'ın yediye kadar zahirî, batinî, batının batını mânâları vardır» buyurulmuştur.
Bu mânâlardan zahirî mânâyı âlimler, batini mânâyı veliler, batınî mânâ içinde gizli olan mânâsını da Peygamberler bilirler.
Ama o üçüncü derecedeki mânâyı Allahtan başkası bilemez.
O halde âdemoğlu bundan nasıl faydalanabilir?
Hadislerdeki sırlar da Kur’ân'da olduğu gibi çoktur.
Nasıl ki, yüce Allah (Necm sûresinin 11.nci âyetinde) :
«Onun Miraçta gördüğü gerçek tecellîleri, kalbi yalanlamadı» buyurmuştur.
«Kulaklar duymadı, gözler görmedi» nüktesindeki mânâ da şüpheli kalmıştır..


(Makalât'tan)
Resim
Cevapla

“►Şems-i Tebrizi◄” sayfasına dön