HZ. VEYSEL KARÂNÎ ve İLÂHÎ AŞKIN TEZAHÜRÜ

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

HZ. VEYSEL KARÂNÎ ve İLÂHÎ AŞKIN TEZAHÜRÜ

Mesaj gönderen zahidzenderun »

HZ. VEYSEL KARÂNÎ ve İLÂHÎ AŞKIN TEZAHÜRÜ


Üveys el-Karânî hazretleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında yaşamış büyük bir Allah dostudur. İsmi Üveys b. Âmir el-Karnî'dir. Yemen’in Karn köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. 657 (h. 37) tarihinde şehit edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sağlığında Müslüman olmuş; fakat göremediği için Sahâbî olamamıştır. Tâbiî’nin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirilmiştir.

Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında Medine’ye geldi. Çok ilgi ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.
Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sadeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.


Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasihat oldu.

Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip hayır duasını aldı. Rasûlullah Efendimiz’i görmeyi çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber Efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin vermedi.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. Rasûlullah Efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu. Yine Efendimiz (s.a.v.): “Kıyâmette Allah’ü Teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allah’ü Teâlâ’nın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.” buyurmuşlar ve o dönemde Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir.

Ashâb-ı Kirâm; “Yâ Rasûl, bu kimdir?” dediler. Peygamber Efendimiz; “Allah’ın kullarından biri.” buyurdu. “Biz hepimiz kullarız, ismi nedir?” dediler. “Üveys.” buyurdu. “Nerelidir?” dediler. “Karnlıdır.” buyurdu. “O sizi gördü mü?” dediler. “Baş gözü ile görmedi.” buyurdu. “Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzurunuza koşup gelmesin!” dediler. “İki sebepten: Biri hallerine mağluptur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu. “Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamanında göremezsin.” ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu.

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karnî'ye verin.” buyurdu. Rasûlullah’ın vefâtından sonra Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (r.a.) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler.

Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum.” buyurdu. Sonra Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allah’ü Teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, Hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber Efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu, dedi.

“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber Efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevabını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i Şerîf’i hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:
“Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber Efendimiz, ben fakir, âciz kuluna Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali ile Hırka-i Şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu kendisine ilham ile bildirilince, Hırka-i Şerîf’i hürmetle giydi.
Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi.

Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveys’in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihayet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında malûmatım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsafaha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü mü’minlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!” dedi."

Rasûlullah Efendimizden bana bir haber ver, dedim. “Ben onu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım.”(ez-Zâriyât, 51/56.) “Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.”(el-Enbiyâ, 21/16.) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryat etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. “Bir kimsenin Allah’ü Teâlâ’yı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbaplık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem.” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Rasûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, “Hazret-i Ömer ölmemiştir” dedim. “Allah’ü Teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salavât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı:

“Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabana varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i Sünnet’e uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kaybedersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.”
Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.

Veysel Karânî hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medîne’ye gidince, işte Rasûlullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; “Beni buradan götürün. Rasûlullah Efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.” buyurdu.
Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; “Bu gece kıyâm gecesidir.” dedi. Diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir.” Öbür gece, “Bu gece secde gecesidir.” dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Hâlbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir.” dedi.

Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır.” dedi. Kendisine nasılsın? dediler: “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. “Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!” dedi.
Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allah’ü Teâlâ’nın sevgili kulu! Bana bir nasîhatte bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allah’ü Teâlâ’yı bilir misin?” Evet bilirim. “Öyle ise, Allah’ü Teâlâ’dan gayri şeyleri unut. Bu yetişir.” buyurdu.

Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! “Allah’ü Teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allah’ü Teâlâ’nın bilmesi senin için kâfidir.” dedi.

Buyurdu ki:
“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi O’na itâattedir.”
“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatte buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.”
Veysel Karani hazretleri Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi dünya gözüyle görememiş ve Sahâbî olamamıştır; ancak ”muhadramûn”dandır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz zamanında yaşayıp onu göremeden îman eden kişilere İslâmî literatürde bu isim verilmiştir. Tasavvufta mürşidlerini görmedikleri halde onların ruhaniyetinden istifade edip, feyiz alarak yükselenlere “üveysi” denilir. Bu tabir Veysel Karani hazretlerinin Rasûlullah (s.a.v.)’i görmeden feyiz alıp, O’na tabi olmak suretiyle tasavvufta yüksek derecelere kavuşmasına benzetilerek söylenilmiştir.
Üveysi demek; görmediği halde Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin ve O’nun varisleri olan evliyanın büyüklerinin ruhaniyetlerinden feyiz alıp yükselmek demektir.
Veysel Karani hazretlerinin yolu “Veysîlik” denilen öyle manevi bir yoldur ki, Peygamber (s.a.v.) Efendimizi görmeden sevmenin, sevebilmenin manevî bir okuludur. O’nun bu Veysîlik denilen manevî okulundan îman ehli nice insanlar Allah’ın izniyle, kıyamete kadar Peygamber ve Allah aşkını öğreneceklerdir.



Kaynakça
1. Tabakâtü’l-Kübrâ; c. 1, s. 27.
2. Tezkiretü’l-Evliyâ; s. 12.
3. Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c. 6, s. 161.
4. Mektûbât-ı Rabbânî; c. 1, Mektup, 222, 270.
5. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c. 2, s. 74.
6. Sahih-i Müslim ve Evliyalar Ansiklopedisinden faydalanılmıştır.
__________________
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Hay Allah razı olsun abi. Dosd Muhammedi Veysel Karani Hz. leri Rasulullah sav. in gönlüne girmeyi başarmış gönül erlerindendir. Hayatında Rasulullah sav. i görememiş ise de Rasulullah sav in hırkasıyla hediyelenen Veysel Karanı Rasulullah sav. kalbinde sabihlikten doğan bir sahabeliği her zaman daimdir. Allah cc Veysel Karanı nin dualarını bizler içinde kabul buyursun bizlere şefaat eylemesini nasip etsin.

*
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Allah razı olsun zahid can!


Allah Teâlâ'nın seçtikleri Vahyîler
Vahyîlerin seçtikleri Veysîler
Veysîlerin seçtikleri Vehbîler
Vehbîler seçtikleri Kesbîler...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re:

Mesaj gönderen Gul »

kulihvani yazdı:Allah razı olsun zahid can!


Allah Teâlâ'nın seçtikleri Vahyîler
Vahyîlerin seçtikleri Veysîler
Veysîlerin seçtikleri Vehbîler
Vehbîler seçtikleri Kesbîler...
Resim
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön