HACI BAYRAM VELÎ (ks)

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

HACI BAYRAM VELÎ (ks)

Mesaj gönderen nur_umim »

HACI BAYRAM VELÎ (kaddesallahu sırrehu)

Hacı Bayram Velî Hazretleri, hayatı boynuca yaşadığı, halkçı yönü ağır basan “halk içinde HAKK ile oluş” inancını her nefeste yaşamayı esas alan, İtdal yolundan taşmayan ve şaşmayan ve İlk melâmilerin neşe ve irfanını daha sonraki yüzyıllara taşıyan "Bayramiyye Tarikatı"nın kurucusu gerçek bir Muhammedî Pîrdir.
1352'de Ankara'nın Çubuk suyu kıyısında Solfasol (Zü'l-Fazl'dan bozma) köyünde doğmuş, 1429 yılında Ankara'da HAKK’a yürümüştür..
Adını taşıyan câminin kıble yönündeki türbesinde sevenlerinin ziyâretgâhında yatmaktadır.
Hacı Bayram Velî, Koyunluca Ahmet adında bir köylünün çocuğudur asıl ismi Numandır.

Sağlam bir eğitim gördüğü konusu kesindir.
Eğitimini bitirdikten sonra Ankara'da "Kara Medrese"de öğretim üyeligi (müderrislik) yaparken Ebu Hamid İbni Musa Hazretleri’nin (Hamidi Velî, Somuncu Baba ya da Şeyh Hamideddin) ününü duymuş, gördüğü güzel bir rüyanın yorumunu da yaparak, Konya'nın Aksaray'ına yerleşmiş olan Hamidi Velî Hazretleri 'yle görüşmek üzere gitmiş, şeyhin buyruğuna girmiştir.
O da birçok kişi gibi, Somuncu Baba’nın neşe ve kemâline âşık olup tarikate bağlanmış, müderrisliği bırakmıştır.
Şeyh Hamidi Velî Hazretleri daha öncesinde, Bursa’da şu anda da ziyaret edilen iki tane ağzı (ekmek sokulup çıkarılan kapısı) olan fırınında pişirdiği ekmekleri :
“Somunlar, Müminler!” diye seslenerek sattığı için halk arasında “Somuncu Baba” adıyla tanınır.
Ama kendini açığa vurup, tanınıp, meşhur olmaktan asal hoşlanmaz.
Öyle ki, bir gün Yıldırım Bayezid Bursa’da Câmii Kebir’i (Ulu Câmi’yi) yaptırdıktan sonra ilk Cuma namazının Emir Sultan tarafından kıldırılmasını ister.
Ama Emir Sultan, Somuncu Baba‘yı kastederek :
“Gavs-ı Azam bu şehirde iken, bu hizmet bize münâsib değildir!” deyip imamlığı ona bırakır.
Somuncu Baba, namazı kıldırdıktan sonra, özellikle meşhur tefsirini yazmakta olan Molla Fenari’nin merak ettiği Fatiha tefsirini de 7 türlü yapınca ünü iyice yayılır.
Bu olay, şöhretten kaçmak isteyen Somuncu Baba’nın Bursa’dan ayrılmasına sebep olur.
Bursada ziyâret edilen câmisini, iki gözlü fırınını ve câmiye çok yakın olan bir taş üzerindeki atının ayak izini ben gördüm.
Hacı Bayram Velî Hazretleri; birlikte Şam'ı Hicaz'ı dolaştığı, ona çok bağlandığı, sevdiği şeyhi Somuncu Babamız 1412 de HAKK’a yürüdükten sonra, kendisi Ankara’ya döner, orada yerleşip Halvetiyye ile Nakşibendiyyenin yollarını birleştirerek Muhammedî Melâmet Neş'esinde kurduğu Bayramîliği yaymaya başlar.
Bu tarikat, aşkı ve cezbeyi esas alıp, yaptıkları hayrı, kulluğu (farz olan ibâdetler hariç) gizlemeyi, içinde-dışında hata, yanlış, kusur, günah ve her türlü kötülükten ne varsa açıkca halka göstermeyi ve halkın kınamasını (levm etmesini) ; riyâ ve gösterişe, hırkaya, taca, tesbihe, mescide (halk dilindeki anlamıyla) tercih eden Melâmiliğin Muhammedî bir uygulamasıdır..
Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin 1428/29 tarihinde HAKK’a yürümesinden sonra da sekiz halifesi yolunu devam ettirmişlerdir.
Bunlardan Akşemseddin kolu tasavvufu, Ömer Sıkkîn (Göynük’teki Bıçakcı Ömer Dede) koluysa Melâmeti esas almıştır.
Hatta anlatılır ki, Hacı Bayram Velî Hazretleri’nden Bıçakcı Ömer Dede’ye kalan tarikatın tanıtıcı işaretleri olan alem vs.yi isteyen Akşemseddin’e :
“Şu kızgın fırının içine atıyorum kim girip çıkarırsa işâretler onundur!” demiş ve kendisi girip tertemiz çıkarmıştır.

Ankara’da ziraatle uğraşıp geçimini temin eden Hacı Bayram Velî Hazretleri, rençberlikle uğraşır, dervişlerle birlikte eker biçer, toplanan mahsulü fukarasına dağıtır, gerektiği kadarını tekkesinde gelen gidene bırakır.
Herkesin alın teri ve el emeğiyle geçinmesini, toplanan gelirin de paylaşılmasını şart koşar.
İmece usülü yaşayışa bizzât kendisi de uyar!
Dervişlerden bilgili olanlar köylere gidip halkı aydınlatma işini üstlenir.
Böylece, etrafına toplananların sayısı gün geçtikçe artar...
Dalga dalga yayılır Anadoluya melâmet..
Somuncu Baba’nın hayır dua ve himmeti de hep yanındadır.
Bütün bu hususlar Bayramiliğin kısa sürede yayılması ve güçlenmesine yardımcı olur.
Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin izlediği Muhammedî yolun halkça benimsenip kabul edilmesi ve halkın aşırı teveccühü; her zaman olduğu gibi halktan kopuk ve sırtı devlete dayalı, gözü ve eli devlet malında olan ham softaları korkutmuş ve iftiralar etmeye sürüklemiştir.
Devlete karşı ayaklanma başlatacağı şeklindeki bazı dedikodular dönemin padişahı II. Murat’ın kulağına gidince, bundan rahatsız olan Padişah, Hacı Bayram Velî Hazretleri’ni Edirne’ye çağırtır.
Gönüllü gelmez ise zincirlenerek getirilmesi emredilen Hacı Bayram Velî Hazretlerinin bu yolculuktaki kerâmetleri hâlâ dilden dile anlatılır Anadolu’da...
Sultan Murat kendisiyle bizzat görüştükten sonra, duyduklarının iftira olduğunu anlar ve ona bağlı olan dervişlerin vergiden muaf tutulmasını emreder.
Ancak bu, birçok taklit ehlinin de el alıp tarikate girmesine yol açar. Sayıları kırk bini aşar dervişlerin. Şikâyetler artınca Padişah, Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’ne adamlarını yollayıp kaç müridinin olduğunu öğrenmek ister..
Bunun üzerine Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri:
“Bana bağlı bütün dervişlerim, falanca gün Haymana ovasında toplansın!..” diye emreder.
Büyük bir çadır kurulur, yemekler yenir, dualar okunur...
Sonunda, Hacı Bayram Velî Hazretleri kalabalığa:
“Kim bana gerçekten teslim olmuşsa ileri çıksın! Ben onu, Allah Yoluna kurban edeceğim!.” deyince kalabalığı bir telaş ve korku sarar...
Sessizlik içinden bir tek adam öne çıkar!.
“Lebbeyk! Emrindeyim!” der.
Başka ses veren olmaz.
“Başka müridim yok mu?” diye tekrarladığında arkalardan bir kadın el kaldırır.
Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri :
“ Bunları çadırın içine alın!.” der ve kendisi de girer.
İçerden :
“ALLAH!..” sesi yükselir ve çadırdan dışarı kan fışkırır.
Sahte dervişler geri geri çekilirken Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri, devlet görevlisi ve Sultanın adamlarına :
“ Sultan Murat Han’a selâmımı iletin korkacak bir şey yok. İşte gördüğünüz gibi bir buçuk (Bir erkek ve birde kadın) müridim var!” demiştir.
Ve bu bir buçuk kişi türbesin de birlikte yatmaktadırlar şu anda.
Aslında çadırdan akan adak koyunların kanından ibaretmiş!..

Tüm tarikatlerin en yüce ve uç noktası olan melâmet; sanki, her bitkinin en üstteki yaprak çıkardığı hücreleri gibi derunî, ulvî ve Melâmî bir duygu ve uygu oluşumudur.
Bu günkü toz-duman pazarındaysa it izi kurt izine karışmış durumda maalesef.
"Bizler Hakikat adamı olduk, şeriatın kuralları hmlar içindir!..." gibi kesin küfür içindekilerin bu Muhammedî güzelliği kirletmesi söz konusu değilidr.
Ancak saf Anadolu gençlerimizin iç yagınlarını söndürmek için su sanıp da asit gölüne atlamaları içimizi yakmaktadır...
İslam Dini Şartları dışında düş kuranların çok yakında uyanacakları yer ateş çukurları olacaktır şüphesiz!.

Ulu Rabbımızdan bu azîz Efendilerimizin hayır dua ve himmetlerini dileriz .




ŞİİRLERİ

N'OLDU BU GÖNLÜM N'OLDU BU GÖNLÜM


N'oldu bu gönlüm n'oldu bu gönlüm
Derd-u gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm.


N'oldu : Ne oldu?

Yan ey gönül yan yan ey gönül yan
Yanmadan oldu derdine derman
Pervane gibi pervane gibi
Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm.


Derman : f. İlâç, tiryak. * Çare-i necat, kurtuluş sebebi. * Tâkat, güç, kuvvet.
Pervane : f. Fırıldak çark. * Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. * Haberci, kılavuz.
Şem' : Mum, ışık.


Gerçi ki kandı gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
Kendide buldu kendide buldu
Matlabını hoş buldu gönlüm.


Matlab : İstek, istenilen şey. * Hallolunacak mesele. Mebhas. * Kaziye.

Sevad-ı a'zam sevad-ı a'zam
Belki oluptur Arş-ı muazzam
Matlab-ı canan matlab-ı canan
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm.


Sevad : Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık. * Ekseri insanlar. * Şehir. Kasaba. Karye. Köy. * Karartı. Yazı karalama.
A'zam : Çok büyük. En büyük. Daha büyük
Aceb : Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.


Seyr-i billahtır seyr-i billahtır
Lı maallahtır fena fillahtır
Ayinesinde ayinesinde
Gird-i sivayı buldu bu gönlüm.


Seyr : Yürüyüş. * Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme. * Görülecek şey ve yer. * Uzaktan bakıp karışmama. * Yolculuk.
Seyr-i billah : Allah’a yolculuk.
: Li : için
Maallah : Allah ilelik.
Fena fillah : Allahta yok oluş, gerçek varı analayış ve yaşayış.
Ayine : ayna.
Sivâ : Başka, gayrı, diğer. Kasd. (Bak: Mâsiva)
Gird-i siva : başkalığa bulaşmış, bulanmışlığın ortası. Sivanın ortası..
Masiva : Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler.


El fakru fahrı el fakru fahrı
Demedi mi ol alemler fahri
Fahrini fakrin fahrini fakrin
Mahv-u fenada buldu bu gönlüm.


“El fakru fahrı” : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem) : “fâkirliğimle öğünürüm!” buyurmuştur.
Âlemler fahri : Âlemlerin övünç kaynağı.
Fahrini fakrin : yokluğun övünç oluşunu.
Mahv : Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. * Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli.
Fenâ : (Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma. * Geçici dünya. * Geçip gitme. * Tas: Kendi varlığından geçmek.


Bayramı imdi Bayramı imdi
Bayram edersin yar ile şimdi
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm.



:::::::::::::::::


BİLMEK İSTERSEN SENİ

Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni.


Anı : onu.

Kim bildi ef'alini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni.


Ef'al :fiiller, işler.

Görünen sıfatındır
Anı gören zatındır
Gayri ne hacetindir
Sen seni bil sen seni.


Hâcet : (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.

Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldu
Tevhid-i zatı buldu
Sen seni bil sen seni.


Hayret : Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek.
Müstağrak : gark olmuş, içinde yok olmuş.
Tevhid-i zâtı : zâtın, Allah’ın Tevhidini.


Bayram sözünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni.



::::::::::::


HİÇ KİMSE ÇEKEBİLMEZ

Hiç kimse çekebilmez
Güçtür feleğin yayı
Derdine gönül verme
Bir götürür vayi.


Felek : Gök, gök katı, devir. * Tâli', baht. * Büyük ve dâirevi olan şey. * Her gök seyyaresinin gezdiği âlem.

Oynayu gelir aldar
Çünkü eli çabuktur
Bir bunculayın fitne
Kande bulur arayı.


Adlar : aldatır.
Fitne : İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Kande : nerede nasıl.


Bir fani vefasızdır
Kavline inanma hiç
Gah bayı eder yoksul
Gah yoksul eder bayı.


Kavl : Anlaşma. Sözleşme. * Konuşulan söz. Söz cümlesi. * İtikad, delâlet. * Tarif. * İlham.
Gah : geh, bazen.
Bay : f. Bey. Mir. Emir. Zengin.


Hayran kamu alimler
Bu mani'nin alında
Kaf'tan kaf'a hükmeder
Bilmez bu muammayı.


Kamu : (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.
Mani' : mânâ.
Kaf'tan kaf'a : Kaf dağından Kaf dağına, dünya kadar çok yere.
Hükmeder : idare eder, hükümdarıdır.
Muamma : (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.


Vahittir o vahdette
Kesrette kani tefrik
Hızr ermedi bu sırra
Bildirmedi Musa'yı.


Vâhid : Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan Allah (C.C.) Ferid.
Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. * Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.
Kesret : Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.
Tefrik : Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak. * Korkutmak.
Hızr : Hızır (as). İkinci tabaka-i hayat mertebesine mazhar olan ve Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde ismi zikredilen bir zât-ı kerim.
Sırr : Gizli nesne. * Zikir. * Hâlis. * En iyi, en faziletli.


Miskin Hacı Bayram sen
Dünyaya gönül verme
Bir ulu imarettir
Alma başa sevdayı.


Miskin : Dünyaya ilgisiz, mânâ eri.
İmaret: Emirlik. Beylik.
Sevda : f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk.



ÇALABIM BİR ŞAR YARATMIŞ


Çalabım bir şar yaratmış
İki cihan aresinde
Bakıcak didar görünür
Ol şarın kenaresinde.


Çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
Şar : f. şehir, belde.
Aresinde : arasında
Bakıcak : bakınca
Didâr : f. Mülâkat, görüş. * Görünme. * Yüz. Çehre.
Kenaresinde : kenarından.


Nâgehan ol şara vardum
Ol şarı yapılur gördüm
Ben dahi bile yapıldum
Taş ü toprak aresinde.


Nagâh : (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî) f. Birdenbire, ansızın, hemen.
Aresinde : arasında.


Ol şardan oklar atılur
Gelür ciğere batılur
Arifler sözü satılur
Ol şarın bazaresinde.


Bazaresinde : bazarında.

Şagirdleri taş yonarlar
Yonup üstâda sunarlar
Çalabun ismin anarlar
Ol taşun her pâresinde.


Şagirdleri : şakirtleri, yardımcıları, öğreticileri.
Pâresinde :parçasında, her birinde.


Bu sözü ârifler anlar
Cahiller bilmeyup tanlar
Hacı Bayram kendi banlar
Ol şarın menâresinde.


Tanlar : Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek.
Banlar : bağırarak ilan eder, çağırır.
Menâresinde : minaresinde.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

HACI BAYRAM-I VELÎ
Kaddesallahu Sırrehulazîz


1352 (H. 753)de Ankara ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu.
1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti.

İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velînin adı Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram-ıvelî'dir.
Ankara'nın feyz kaynağı olan kabri ve türbesi, Hacı Bayram Câmii kıblesinde ziyâretgah olarak Hakk rahmetini uman gönüllere açıktır.

Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı.
Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti.
Ankara'da Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı.
Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.

İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân'ın rûhunda bir sıkıntı vardı.
O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu.
Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve :
"Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi.
Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.
"Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek hayretle sordu.
"Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve :
"Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..."
dedi.
"Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum."
Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez :
"Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı.
Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gittiler.
Aksaray'da Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular.
O zaman Hamîd-i Velî :
"İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a "Bayram" lakabını verdi.

Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı.
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona :
"Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük velîlerinden oldu.

Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti.
Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray'a geldiler.
Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde :
"Halîfem, vekîlim sensin." emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı.
Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı.
Aksaray'da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara'ya döndü.
Ankara'da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı.
Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalblerine şifâ bularak giderlerdi.
Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar.
Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.

Bilâhare İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık'ta müderrisken şeyhin evliyâlık derececsini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti.
Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan :
"Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı.
Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı.
Haleb'e vardığı gece bir rüyâ gördü.
Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı.
Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydil.
Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü.
Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi.
Tarlaya gitti.
Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler.
Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı.
Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı.
Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı.
Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı.
Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine :
"Ey nefsim! Sen, Allah'ın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak :
"Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasına oturttu.
Sonra ona :
"Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı.
Sohbetlerini kaçırmayarak, kalblere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti.
Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e icâzet verdiğinde, bâzıları :
"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler.
Hâcı Bayram-ı Velî de :
"Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.

Hacı Bayram-ı Velî, bu şekilde hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu.
Herkes Hacı Bayram-ı Velî'nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona daha çok bağlanıyorlardı.
Bu şekilde Hacı Bayram'ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh İkinci Murâd Hana :
"Sultânım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!" diyerek iftirâlarda bulundular.
Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip :
"O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!" emrini verdi.
Ulaklar, ellerinde pâdişâhın fermânı olduğu hâlde, Edirne'den kalkıp süratle Ankara'ya gittiler.
Şehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra ihtiyâr zât :
"Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, onlar da :
"Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz." dediler.
Ulakların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât :
"O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi.
Ulaklar bir fermâna baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî'ye.
Aradıkları isyâncı bu olamazdı.
Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu.
Hacı Bayram-ı Velî'ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine :
"Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu zâtın mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim." dediler.
Hacı Bayram :
"Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Sultanımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu.
Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar :
"Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birliket Edirne'ye doğru yola koyuldular.
Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca ulaklarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu.
Günler sonra Çanakkale Boğazından geçip, Edirne'ye geldiler.
Sarayda Sultan İkinci Murâd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü.
Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu.
Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan :
"Yolculugunuz zahmetli oldu herhalde." dedi.
Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle :
"İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, pâdişâhı rahatlattı.
Sohbete başladılar.
Sultan Murâd, şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir âlim olarak yetişmişti.
Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı.
Tâ Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi.
Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî'ye sordu.
Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu.
Pek çok ihsânda bulunup, hediyeler verdi.
Fakat Hacı Bayram-ı Velî :
"Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyâcı olanlara veriniz." diyerek nâzikçe reddetti.
Pâdişhâh ısrar edince de :
"Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz." dedi.
Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti.
Hacı Bayram-ı Velî'yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.
Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murâd Han Gâzi :
"Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum.
Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişti.
Fakat bir netice elde edemedi.
Devlet-i âl-i Osman'ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil.
Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım.
Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum."
dedi.
Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu.
Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu :
"Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi.
Sonra geleceğin Fâtih'ini kucağına aldı.
Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda.
Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi.
Oğlu şehzâde Muhammed'e ve Akşemseddîn'e artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'de bulunduğu müddet içinde, câmilerde vâaz verip, halka nasîhatlerde bulundu.
Edirneliler de onu çok sevdiler.
Onun hangi câmide nasîhat edeceğini öğrenip, oraya akın akın giderlerdi.
Pâdişâh da onun Edirne'de kalmasını istiyordu.
Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek istediğini bildirdi.

Pâdişâha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla vedâlaştıktan sonra yola koyuldu.
Önce Gelibolu'ya geldi.
Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşlerle görüşdü.
Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı.
Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu.
Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye'yi hocası Hacı Bayram-ı Velî'ye takdim ettiğinde :
"Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?" buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri "Âhh" ateşinden kararıp simsiyah oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe icâzet, diploma vererek, insanları hak yola dâvet ve bu yolda ilerletmekle görevlendirdi.

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya Sultan Murâd Hanın verdiği fermânla geldi. Fermanda, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten muâf tutulduğu bildiriliyordu.
Bunu duyan pekçok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı.
Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu.
Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı Velî'den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı.
Hacı Bayram-ı Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve : "Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye ilân etti.
Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu.
Hacı Bayram-ı Velî :
"Dervişlerim, müridlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu.
Bütün talebeleri bir korku aldı.
Bir uğultu yükseldi.
Vergiden kaçmaki çin talebe görünenler :
"Bu ne biçim mürşid; bu nasıl müridlik." diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı.
Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler.
Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi.
Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti.
Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı.
Meydanda kimse kalmadı.
Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî :
"Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve asrelik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.

Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak için uğraştı.
Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allahü teâlânın emirlerini bildirip, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı.
Hayâtı, hep verâ ve takvâ üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk etmekle geçti.
Onun vefâtından sonra"Bayramiyye yolu"nu, talebelerinden Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler.

Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yere olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmuştu.
Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına kadar açık gördüler.
Olayın birkaç defâ tekerrür etmesi üzerine ilgililerden biri :
"Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açan var." demiş.
Sonra bunun için iki bekçi vazifelendirmiş ve :
"Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Şu kapıyı kim açıyorsa, hemen yakalayın." diye de emir vermişti.
Bekçiler aldıkları bu emir gereğince, hazret-i Şeyh'in türbesi önünde sabah ezânı okununcaya kadar beklemişler.
Sabah vakti âniden kilidin çıkardığı "Çat" sesi ile irkilmişler.
İşte o zaman açılan kapıdan Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktığını görmüşler.
Türbeyi bekleyen bekçilerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili tutulmuş.
Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya cesâret edememiştir.
Hacı Bayram-ı Velî'nin, Akşemseddîn ve Bıçakcı Ömer Efendiden başka halîfeleri de vardı.
Göynüklü Uzun Selâhaddîn, Yazıcızâde Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Muhammed Üftâde hazretleri bunlardandır. Birisi de, dâmâdı Eşrefoğlu Rûmî (Abdullah Efendi)dir.



Hacı Bayram-ı Velî' den Nasîhatler :


"İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız."

"Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder.
Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır."


"Allah'a isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz."

"Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız.
Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız."


"Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz.
Yol ortasında durmayınız.
Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız."


"Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın.
Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur."


"Helâlinden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz."

"Ölümü çok hatırlayınız.
Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız.
Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız."


"Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz."

"Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz.
Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir.
Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir."


"Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz.
Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler."


Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve itâat altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:

Bilmek istersen seni,
Cân içinde ara cânı.
Geç cânından bul ânı,
Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef'âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.

Görünen sıfâtındır,
O'nu gören zâtındır,
Gayri ne hâcetindir,
Sen seni bil, sen seni.

Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i zâtı buldu,
Sen seni bil, sen seni.

Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.


ALABİLİRSEN AL

Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl köyünden bir genç askere çağrılmıştı.
Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı.
Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip :
"Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar.
Annemden ve babamdan kalma şu hâtıralraı emânet edecek bir kimse bulamadım.
Bu küçük çğekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum.
Eğer askerden dönersem, gelir alırım.
Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!"
diye münâcaat etti.
Sonra çekmececyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
Aradan yıllar geçti.
Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı ayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu.
Hiç dokunulmamıştı.
Orada türbeyi bekleyen türbedâra :
"Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.
Türbedâr :
"Tabi, alabilirsen al.
Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim.
Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım.
Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."
Genç, çekmececnin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.




FÂSIKLARDAN UZAKLAŞ


Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:
"Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun!
İlim sâhiplerine hürmet et!
Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster!
Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk!
Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma!
İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme!
Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma!
Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme!
Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı beseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme!
Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver!
Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle!
Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur!
Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de!
Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler!"

"Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar!
Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin!
Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma!
Onlara güven ver, ahbablık kur!
Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar!
Bâzan da onlara yemek ikrâm et!
İhtiyaçlarını temin et!
Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme!
Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster!
Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran!"


1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi; s.77
2) Nefehât-ül-üns; s.684
3) Sefînetü'l-Evliyâ; c.2, s.256
4) Tıbyânü'l-Vesâil; c.1, s.174
5) Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı Velî
6) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.428
7) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.56
8) Menâkıb-ı Melâmiyye-i Şûttariyye; s. 5-7
9) Silsile-i Celvetî; s.75
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

nur_umim yazdı: Hacı Bayram-ı Velî' den Nasîhatler :

"İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız."

"Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder.
Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır."


"Allah'a isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz."

"Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız.
Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız."


"Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz.
Yol ortasında durmayınız.
Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız."


"Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın.
Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur."


"Helâlinden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz."

"Ölümü çok hatırlayınız.
Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız.
Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız."


"Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz."

"Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz.
Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir.
Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir."


"Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz.
Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler."


...


Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:

"Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun!
İlim sâhiplerine hürmet et!
Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster!
Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk!
Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma!
İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme!
Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma!
Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme!
Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı beseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme!
Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver!
Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle!
Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur!
Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de!
Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler!"

"Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar!
Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin!
Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma!
Onlara güven ver, ahbablık kur!
Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar!
Bâzan da onlara yemek ikrâm et!
İhtiyaçlarını temin et!
Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme!
Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster!
Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran!"
ÇOK GÜZEL NASİHATLER. HACI BAYRAM-I VELÎ K.S. HAZRETLERİNİN HİMMLETLERİ ÜZERİMİZDE OLSUN İNŞAALLAH.
MUHAMMEDİ SEVGİ VE MUHABBETLERİMİZLE.
Resim
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön