PİR ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİ

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

PİR ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİ

Mesaj gönderen mehrican »




Pir Şaban-ı Velîk.s Hazretleri


Pir Şaban-ı Velî Hazretleri (k.s.), Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin Gökçeağaç Bucağına bağlı Çakırçayı Köyü'nün Cimdâr Mahallesi'nde dünyaya geldi.
Hz. Pir'in doğum tarihi hakkında kesin bilgilerimiz olmamakla birlikte müze kayıtlarında M. 1497 tarihine rastlanmıştır.
Ancak bu bilginin yanındaki notta bu tarihin kesin olmadığı ifade edilmiştir.
Sefine-i Evliya'da ise doğum tarihinin M. 1499 yılına kaydedilmesi Pir'in 1490'lı yıllarda dünyaya gelmiş olabileceğini gösterir.

Hz. Pir Şaban-ı Velî (k.s.), henüz dünyaya gelmeden babasını kaybettiği için yetim, üç yaşlarında iken annesi vefat ettiğinden öksüz kalır.
Daha sonraki hayatı, hayırsever bir hanımın yanında geçer.
Bu hanım, Şaban Efendi'yi, manevi evlâtlığa kabul etmekle birlikte tahsilini yapmasında maddi ve manevi yardımlarını esirgemez.
Hatta tahsilini tamamlaması için İstanbul'a gönderir.

Hz. Pir, ilk tahsilini Taşköprü'de yapar. Aklî ve naklî ilimleri özellikle Kuran, hadis, tefsir ilimlerinde bilgilerini derinleştirmek için Kastamonu'ya gelir.
Ancak memleketindeki tahsille yetinmeyerek ilim ve fazilet diyarı olan İstanbul'a gider ve tahsilini İstanbul Fatih Medreseleri'nde tamamlar.
Öğrenim yıllarında güzel ahlâkı, ağırbaşlılığı ve çalışkanlığı ile hocalarının teveccühüne mazhar olur.

Şaban Efendi (k.s.), zahiri ilimlerle tatmin olmaz ve irfan yolunda kendini irşat edecek bir mürşid-i kâmil aramaya başlar.
İstanbul'daki bazı şeyhlere halini arz etmesine rağmen gönlü bir türlü bunlara meyletmeyerek arayış içinde ilahî hidayeti gözlemek yolunu tutar.
Bu arada Fatih Medreseleri'nden icazetnamesini de alır.
Hocalarının medresede müderris olarak kalma teklifine karşılık, kararını vermek için müddet ister.

O gece istiharesinde bir sesle: "Sılaya dön, sana kurtuluş oradadır!" diye emir verilir.
Memleketine dönmek için manen işaret alan Şaban Efendi, hocalarıyla helâlleşerek bir arkadaşıyla birlikte Bolu üzerinden Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar.
Sılaya giderken yol üzerinde bulunan adını ve methini duyduğu Hayreddin Tokadî Hazretleri'ni ziyaret etmek ister.

Hz. Pir Şaban-ı Velî (k.s.), Tokadî Hazretleri hakkında bazı bilgiler edinmiştir.
Bolu'ya yaklaştığı zaman Bolu'dan İstanbul yoluna doğru gitmekte olan iki derviş görür.
Karşılaştıktan dervişler:

- Azizimiz Hayreddin-i Tokadî Hazretleri: "Kastamonulu Şaban Efendi, İstanbul'dan dönüyor, onu alın dergâha getirin," buyurdu.
Biz, İstanbul'dan gelen Kastamonulu Şaban Efendi'yi bekliyoruz, derler.

Bunun üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:

-Kastamonulu Şaban benim, der ve iki dervişle Hayreddin-i Tokadî Hazretleri' nin dergâhına gitmek üzere yola koyulur.

Akşam üstü Tokadî Hazretleri'nin huzuruna varırlar.
Yatsı namazlarını tekkede kıldıktan sonra oradaki zikir halkasına katılırlar. Zikir biter, dua ve niyazlarda bulunulur.
Ancak Şaban Efendi, bir türlü kendinde kalkacak derman bulamaz.
Üç gün bu böyle devam eder ve onlar üç gün dergâhta misafir kalırlar. Üçüncü gün Pir Şaban-ı Velî Hazretleri'nin arkadaşı:

-Üç gündür burada kaldık. Artık destur isteyelim, deyince

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, gözlerinde biriken yaşlan silerek:

-Kardeşim! Onlar, bir zincir-i taifedir. Âşıklar kendi taraflarına ve silsilelerine çekerler. Onların cezbeleri galip geldi. Var, sen güle güle git. Bana burada kalmak göründü, deyip arkadaşını uğurlar.

Tokadî'nin dergâhında kalan Hz. Pir Şaban-ı Velî, Hayreddin-i Tokadî Hazretleri'ne bîat eder.
Tam on iki sene Tokadî Hazretleri'nin rahle-i irşadında kalır ve canla, gönülle hizmete talip olur.
Nefsini ve ruhunu mürşidi yoluna adar. Sonunda mazhar-ı hilâfet olur.
Hayreddin Tokadî Hazretleri, hilâfet duasını yaptıktan sonra ona icazet vererek:

-Sana hilâfet verildi, memleketine dön! İrşat soframızı orada kurarak âşık ve sadıkları irşat edip tarikatı neşrediniz, buyurur.

Şeyhi Tokadî Hazretleri'nin emriyle Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, Bolu'dan Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıkar. Ancak yolda gönlünden: "Kastamonu'ya gitmesine gideceğim, ama halk benden keramet bekleyecektir. Velîlerden keramet beklemek, insanın fıtratında vardır, oysa ben, kendimde böyle bir varlık ve bir güç göremiyorum," diye geçirir. Sonra arkadaşına :

-Ben, Bolu'ya azizimin yanına geri döneceğim, Kastamonu'ya azizim için gidiyordum, der.

Arkadaşı:

-Şaban Efendi, sana şunu söyleyeceğim: 'Senin şeyhin Tokadî Hazretleri'nden şüphen var mı? Madem ki, sana irşat görevi verdi, demek ki sen de o yeteneği gördü,' der.

Bu sözün üzerine Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:

-O, ne demektir? Benim şeyhim, 'Sultanlar Sultanı' dır. Benim bu konuda ne şüphem olabilir ki? diye cevap verir.

Arkadaşı:

- Peki, öyleyse Kastamonu'ya gitmekte niye tereddüt ediyorsun? Hazret neyi buyurmuşsa sen onu yap, diye arkadaşının lisanından Hayreddin Tokadî Hazretleri konuşur.

Hal böyle olunca Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, yoluna devam eder ve 1530 yıllarında Kastamonu'ya varır.

Hz. Pir'in şehre gelişi hakkında pek çok rivayetler söylenir. Bunlardan biri şöyle anlatılır:

O zamanlar Kastamonu'da Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri'nin soyundan İsa Dede vardı. Onun ermişliği halkın dilinde gezerdi. Bir gün İsa Dede, dervişleriyle otururken başını uzaklara doğru kaldırıp:

-Canlar! Bolu yöresinden bir kâmil boyacı geliyor. Varın karşı çıkın, ağırlayın onu, der.

Dervişler, yola düzülürler. Derbent adlı yere kadar yürürler. Ancak ortalıkta bir can göremezler. Az sonra uzaktan yavaş yavaş kendilerine doğru gelen bir hayâl belirir. Yaklaşınca fark ederler. İçlerinden biri Hz. Pir'i yeninden tutar.

-Selâmünaleyküm! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? der.

Hz. Pir:

-Hak'tan geldik Hakk'a gideriz, buyurur.

Kalabalık onun Şaban Efendi olduğunu anlayamaz. İsa Dede'nin söylediği kâmil boyacı bu değil, diyerek geri dönerler.

Bir rivayete göre: Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, şehre yakın bir yerde bulunan içi boşalmış bir çınarın gövdesinde halvete girer. Burada ibadet ve taatla meşgul olur.

Aradan üç beş gün geçer. Dervişler, bekledikleri İsa Dede'nin bahsettiği kendilerini irşat edecek o kâmilin, o büyük insanın konuştukları halde tanıyamadıkları yolcu
olduğunu anlarlar. Bir grup Kastamonu'lu, tekrar o yere dönerek çınarın dibine gelir:

-Efendim, biz burada sizin hasretinizle yanıp tutuşuyoruz. Gelin artık, diyerek Şaban Efendi'yi çağırırlar.

Şaban Efendi, davete uyarak halvete girdiği ağacın gövdesinden çıkar ve kendisini çağıranlarla beraber yürümeye başlar.

İşte o zaman günlerce bu seçilmiş insanı bağrında barındıran ağacın ondan ayrılmaya dayanamayarak ardınca gelmekte olduğu görülür. Bu hali görenler, büyük bir heyecan ve hayret içinde kalırlar. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şaban Efendi de başını hafifçe geriye çevirerek :

-Esrarımızı seninle paylaştıksa sırrımızı faş et, demedik diyerek ağacı durdurur.

Velhasılı pek çok rivayet olmakla beraber bunlar, aklın maverası yani aklın ötesidir. Keramat-ı ilahiyyedir.

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri, Kastamonu'ya gelişinin ilk zamanları, Seyyid Sünnetî Mescidi yakınlarındaki Cemaleddin Cami avlusuna iner. Bir süre burada münzevî bir hayat geçirir. Seyyid Sünnetî Mescidi'nde bulunan halvethanelerin birinde erbaine niyet eder ve erbaini tamamlar. Onun kemalatının farkına varan halk, Hz. Pir'in sohbetlerine iştirak eder. Ancak o tarihlerde mescidin şehrin dışında bulunması nedeniyle Şaban Efendi'yi Honsalar Mahallesi'ndeki Honsalar Cami'ne davet ederler. Şaban Efendi, bu camide va'z ve nasihat ve irşat ile meşgul olur. Daha sonra çıkan yangında Honsalar Cami yanar. Camiyi yeniden yaptırmak isteyen dervişlere Şaban Efendi izin vermeyerek: 'Bu yanıkta bir hikmet vardır,' buyurur.

Yangının ardından Şaban Efendi, Hisarardı Seyyid Sünnetî Mescidi'ne yakın bir eve taşınır ve irşat görevini Seyyid Sünneti Hazretleri'nin yaptırdığı dergâhta devam eder. Pir Şaban-ı Velî Hazretleri'nin irşadı o dereceyi bulur ki, dâr-ı bekaya erinceye kadar üç yüz atmış halife yetiştirir.

Hz. Pir (k.s.), M. 1569 yılında Hakk'a yürür. Kendi dergâhının bahçesine defn edilir. Şu anda Hz. Pir Külliyesi içinde medfundur. Kabr-i şerifleri, çok müzeyyen olmakla beraber kabrinin etrafında kendinden sonra gelen, ondan fazla azizanın kabirleri, aynı kubbe altındadır.

Şaban Efendi (k.s.) kısa sürede Kastamonu halkı tarafından gerek İstanbul medreselerindeki ilm-i zahiriyle gerek tahsilinden sonraki Hayreddin Tokadî Hazretleri'nin yanında gördüğü manevi eğitim ve terbiyenin sonucu safiyete erişmiştir. Yüzlerce derviş kendisinden feyz almıştır.

Hz. Pir hakkında pek çok kitaplar yazılmıştır. Duyulmasını istemediği hâl ve keramatı, birçok kişi tarafından zahir olmuştur. Bunlardan biri, şöyle anlatılır :
Kastamonu'ya varınca bir dergâh açmış, halktan birisi gelip

-Sen ne iş görürsün, demiş?

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:

-Kalp kalaylarım, diye buyurmuş.

Vatandaş, onu kap kalaylarım diye anlamış ve evine gidip bir çuval bakır kap getirerek:

-Şunları kalaylayıver, demiş.

Pir Şaban-ı Velî Hazretleri:

-Biz kalp dedik, ama sen kap anlamışsın. Neyse zahmet etmişsin, getirmişsin. O işi de görüverelim. Yarın gel, al demiş. Ertesi günü çuvalın ağzı bile açılmadığı halde çuvalın içindeki kapların pırıl pırıl olduğu görülmüş.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

Şeyh Şaban Veli’nin yanına bir gün bir fakir gelir. Çok fakir olduğunu, bir eşeğinin olduğunu onun da öldüğünü söyler. Çocuklarının geçimini temin edecek hiçbir şeyin kalmadığını, namerde muhtaç olmak istemediğini söyler.
Bunun üzerine Şeyh Şaban elini açarak Allah’tan bu fakirin dileğinin gerçekleşip, geçimini temin edecek yolun bulunması için dua eder.
Duanın bitiminde dergahın kapısı açılır ve atın üzerinde bir adam yedeğinde bir katırla içeri girer.
Şeyh Şaban’a yedeğinde katırı hediye etmek istediğini söyler. Şeyh Şaban’da fakire dönerek, Allah ölen eşeğin yerine daha iyisini hediye etti, bu katır senin der.
Olayın ne olduğunu anlamayan adama fakirin durumu anlatılınca, adam aslında katırı yarın getireceğini, ama içinden bir sesin mutlaka bugün götürmesi gerektiğini söylediğini anlatır.
Böylece fakir adam geçim kaynağı olacak bir katıra kavuşmuştur.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

Murat Halife adlı bir imam bir gün dergaha gelir. O sırada öğrencileri ile sohbette olan Şeyh Şaban’ın konuşmalarını dinler. Çok etkilenir. Bir an Şeyh Şaban’ın başının caminin kubbesi büyüklüğünde görür. Hemen yaklaşıp Şeyh Şaban’ın elini öpmeye başlar ve dizinin dibine oturur. Öğrencilerden biri yanındakine, niye hocamızın elini durup durup öpüyor acaba niye sorunca, diğer öğrenci gönül gözü açıldı da ondan. Ya hocamızın başının Arş-ı alaya değdiğini görse zevkten mahvolurdu demiştir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Misafir

Mesaj gönderen Misafir »

Şeyh şabanı veli hazretlerının turbesının yanında bır çeşme var ordan zemzem suyu akar...

Bir gün kastamonulu hacılardan bırısı kafıleyı kaçırmıs hacda kalmış...ne yapacagını bılemezken bırı yanına yaklasmıs...
demişki hergun sabah namazına kastamonundan bır velı gelır gerı gıder onun etegıne yapış o senı goturur demıs...
bızım yolcu başlamış beklemeye sabah namazı bıtınce pir in yanına varmış...
boleyken böle demiş pir olmaz sır acıga cıkarsa sen ölürsün...
sonunda pir hazretleri kapat gözünü demiş hemen gelmişler kastamonuya bizim yolcu dılını tutarmı hiç hemen başlamış anlatmaya daba başlamadan ölmüş...

yine pir hazretlerninin türbesinin oldugu mahallede cocuklar oynarken bır tanesı kaybolur gerı gelırmıs...
sormuslar nereye gıdıp gelıyorsun cocuk pirin turbesını gösterek ordan beni çağırıyorlar bana şeker veriyorlar demiş...
zaman sonra bu cocuk pir hazretlerının dervişlerınden olmus...
kastamonu istanbul kadar olmasada manevı kokusunu hala korumaktadır...
selam ve dua ile


NOT: Moni kıral kızı birisi öldürmüş onu bir sebebden.
Bir başkası da demiş "Kastın neydi Moni'ye!" böylece Kastamonu kalmış....
Ilgaz dağının havası da mukemmel tavsiye ederim gezip görme adına
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

şeyh şaban-ı veli hz.

Mesaj gönderen mehrican »

Resim
Şeyh Şa’ban’ın öğrencilerinden olan Muhyiddin Efendi’nin anlattığı rivayet edilen bir efsaneye göre, Şeyh Şa’ban öğrencileriyle ders yaparken bir adam huzura gelir. “Efendim, yol üzerinde bir değirmenimiz vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı kaldırdık tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve – Yetiş ey Şaban-ı Veli Hazretleri, diye imdat istedik. O an bir el değirmenin taşını aşağıdan aldığı gibi getirip yerine koydu. İşte orada gördüğüm el ile bu öptüğüm el aynı eldir” demiştir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

ŞEHRİMİZİN BÜYÜK VELİSİ
ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİNE BİR BORÇ OLARAK HİSSETTİĞİMDEN MÜBAREK ZATIN HAYATINI BUGÜN SİTEYE TAŞIDIM..PİR ŞABANI VELİ HAZRETLERİ SAYESİNDE ŞEHRİMİZ DİĞER İLLERDEN GELEN ZİYARETÇİLERLE DOLUP TAŞMAKTADIR..
YÜCE RABBIM ONLARIN YÜZSUYU HÜRMETİNE BİZİ YOLUNDAN AYIRMASIN..SIRAT-I MÜSTAKİMDE OLMAYI NASİP ETSİN..

ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİNİN DİYARINDAN SELAM VE SEVGİLER YOLLUYORUM.....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Mehricanım ne iyi yaptın Hazretimizin diyarından selamını aldık ve aleyküm selam kardeşim sende vesile oldun bizim selamımızı ve muhabbetimizi iletirsen seviniriz.
Resim
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

KASTAMONU 'NUN İSMİ HAKKINDA ÇEŞİTLİ RİVAYETLER VARDIR..BUNLARDAN BİRİDE :


Kentin eski ahşap evlerinin sıralandığı sokakların ucundan, er geç, Kastamonu Kalesi görünür. Burası, kentteki Bizans varlığını hatırlatan tek yapı. Kaleye çıkıp, tepeden kenti seyrediyorum. Aklıma, Kastamonu adının kökenine dair anlatılan, efsanevi, romantik öykü geliyor. Bizans tekfurunun güzel kızı Moni, kaleyi kuşatan Türk askerlerinin komutanını, kale burçlarından görür ve aşık olur. Türkler, Bizans tekfurunun direnişi karşısında, kuşatmadan vazgeçmek üzeredirler. Bir gece, Moni dadısını kalenin anahtarıyla birlikte, Türk beyinin çadırına gönderir. Dadı, beye, Moninin ona aşık olduğunu söyler, kuşatmayı bırakıp gitmemesini ister ve ona kalenin anahtarını verir. Kısa bir zaman içinde, Türkler yeniden saldırıya geçmiş, tekfursa kızının ihanetini öğrenmiştir. Baba, kızını, kırk arkadaşıyla birlikte, kaleden aşağı attırır. Bu sırada tekfur, acı içinde, Kastın neydi Moni? diye bağırıyordur...Şu anda Kastamonu kalesinde kırk kızlar türbesi diye anlılan bir türbe mevcuttur...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

Resim

Teşekkür ederim kardeşimiz...bahsettiğiniz türbe AŞIKLI SULTAN TÜRBESİDİR ve türbeden yatan yanık evliya hakkında tafsilatlı açıklama aşagıda belirtilmiştir...

Honsalar Mahallesi, Kale kapısı Mevkiinde, Kümbet Sokağında yer almaktadır. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bu türbe Kastamonu’nun en önemli kentsel efsanelerinden birini oluşturmaktadır. Mimari uslüb açısından Selçuklu dönemi eseridir. Türbenin içinde beş adet sanduka vardır. İskeletler sandukaların içindedir.2. Sandukada Mağripli Mehmet ağa, 3. sandukada Âşıklı Sultan metfundur. Diğer sandukalardaki zatlar bilinmemektedir. Türbeye de ismini veren Âşıklı Sultan’ın çürümemiş bedeninin ayak tarafı camekân içersinde gösterilmektedir.

Bu türbeye ait birbirine benzer birkaç söyleşi bulunmaktadır. Âşıklı Sultan’ın kendisi Bizans’ın elinde bulunan Kastamonu’yu ve kalesini ele geçirmek için gelen Türk birliklerinin komutanıdır. Savaş sırasında şu anda Türbesinin bulunduğu yerin yakınlarında şehit düştüğü için buraya gömülmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında türbe ve civarında çıkan bir yangın sırasında, kendisi dönem valisinin uykusuna girerek “Ben yanıyorum, kalk yangını söndür” der. Bunun üzerine vali hemen uyanarak bölgedeki yangının söndürülmesini sağlar.

Söylencenin kaynağı ve anlatımını ise türbeye bir gelenek şekilde bakıcılık yapan bir aileden gelen yaşlı türbedar bir kadından gelmektedir. “Çok seneler evvel bir yangın olmuş ki bu çevrede çok büyük, insanlar yangını söndüremeyince evliyadan yardım istemişler. Bunun üzerine evliya mezar şeklindeki kabrinden ayaklarını çıkarmış ve yangın sönmüş. Halk şükran borcunu ödemek için kendisine bu türbeyi yapmışlar. Ve o zamandan bu yana da ismi Âşıklı Sultan olarak anılmış”

Âşıklı Sultan’ın bir diğer söylencesi ise yine oldukça eskilerden gelmekte ve yukarıda anlatılanlardan oldukça farklıdır. Çok önceleri yatırın sadece belden yukarısı kapalı imiş. Açık olan tarafta ise elleri de görünmekte imiş. Ellerinden birinde yatırın yüzüğü bulunmaktaymış. Yatırın bulunduğu türbede o zaman yeterli koruma olmadığından, yabancı birisi tarafından bu yüzük alınmak istenir. Bu kişi tam yüzüğü cesedin elinden çıkarmak üzereyken Âşıklı Sultan ellerini kapatıp yumruk şekline getirmiş. Bu olaya şahit olan yabancı kısa bir süre sonra ruhsal dengesini kaybederek ölmüş. Bu olaydan hemen sonra ise güvenlik nedeni ve yatırın rahatsız edilmemesi için sanduka ayak seviyesine kadar kapatılmış.

1919 yılı anılarını anlatan Dr. Emin Sağlar, türbeye iki arkadaşıyla birlikte gittiğinde 3 sanduka gördüklerini belirtir. Ayakları dışarıda olan sandukayı meraktan açtıklarında, 1.70 m boyunda bir insan cesedi ile karşılaşırlar. Karnı iman tahtasına kadar açılmış ve 2 cm. eninde şerit bezlerle doldurulmuş ve sarılmış olduğunu görünce bunun tahnitli yani mumyalanmış bir ceset olduğunu anlarlar. Cesedin başının üzerinde yer alan bir deri üzerinde çini mürekkebi ile “Mağripli Mehmet Ağa” yazmakta ve hemen altında ise ölüm tarihi hicri olarak 7 yüz ile başlayan bir rakam yazmaktadır. Dr. Sağlar diğer iki sandukanın boş olduğunu belirtir.
Mağripli Mehmet Ağa’nın kullanmış olduğu lakabından “Mağrip” dolayı Kuzey Afrika kökenli bir Arap olabileceği de düşünülebilir.

Bir diğer söyleşide, Âşıklı Sultan Türbesini milyonlarca kişi ziyaret etmiş ama ziyaretçilerden birisi farklıdır. Çok sık gelir Âşıklı Sultan Türbesi’ ne... Saatlerce dua eder... Ve bir gün... Sayısız ziyaretine, onca duaya rağmen bir türlü isteği yerine gelmediği için âşıklı Sultan’ ı suçlar. Vakit gece yarısını geçtiğinde, Âşıklı Sultan Türbesi önüne gelir ve

---Sen evliya olsan, dualarım karşılık bulurdu. Eğer ermişsen kurtar bakalım kendini...
diyerek türbeyi ateşe verir.

Zamanın valisi yatağında uyumaktadır. Bir müddet sonra, kan ter içinde yatağından fırlar vali. Rüyasında, Âşıklı Sultan kendisine; “ Ben yanıyorum! Kalk, beni kurtar!” der. Ancak vali bu manevi işareti anlamaz ve sıradan bir rüya olarak değerlendirir. Tekrar uykuya dalar. Fakat Âşıklı Sultan yine karşısındadır ve yangını söndürüp kendisini kurtarmasını istemektedir validen… Vali ikinci ikazı da dikkate almaz. Hayırdır İnşallah, diyerek tekrar uykuya dalar. Bu sefer Âşıklı Sultan daha sert bir ifadeyle seslenir valiye, rüyasında; Kalk beni kurtar dedim sana! Yanıyorum! Bu sefer aklı başına gelir valinin! Yaptırdığı tetkikte gerçektende türbenin yanmakta olduğunu öğrenir. Derhal müdahale edilir ve kısa sürede yangın söndürülür. Fakat Âşıklı Sultan’ın ayak kısmı yanmıştır. Bu olaya izafeten halk tarafından, türbe “Yanık Evliya” olarak anılmaya başlar. Yangının izleri hem Âşıklı Sultan’ın ayaklarında hem de türbenin duvarlarında hala bellidir
.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

pir şabanı veli hz.

Mesaj gönderen mehrican »

Anlatılan bir başka efsaneye göre Şeyh Şaban Veli hz. bir yıl kendine ait bir odada halvete girerek günlerce dışarı çıkmamış. O sıralarda da Hac mevsimiymiş. Kastamonu’dan bir kişi Hac görevini yerine getirmek için Kabe’ye gitmiş, görevini yerine getirip memleketine döneceği zaman hastalanmış. Uzun zaman hasta yatmış, bir türlü iyileşip de memleketine dönememiş. Memleket hasretiyle yanıp tutuştuğu bir an, yanına biri gelerek hacının ağlama nedenini sormuş. Sıkıntıyı öğrenince, - Kabe’nin Hanifi mihrabının yanında beş vakit namaz kılıp kaybolan biri vardır. Oraya git ve onu bul. Bulunca da ellerine yapış derdini anlat. Kendini gizlerse de sen ısrarla derdine çare olmasını iste- demiş. Hacı peki diyerek Hanefi mihrabının yanına gitmiş. Namaz kılarken dikkatle etrafını kontrol etmiş. Bir ara memleketinden tanıdığı Şeyh Şaban’ı görmüş, namazdan sonra yanına giderim diyerek, hem namazını kılmış hem de derdine derman olacak kişinin kim olduğunu anlamaya çalışmış. Namaz bittikten sonra Şeyh Şaban’a baktığında onun kaybolduğunu görmüş. O zaman aradığı kişinin Şeyh Şaban olduğunu anlamış. Bir sonraki namazda, yine aynı yerde Şeyh Şaban’ı görünce hemen yanına gidip derdini anlatmış çare olması için yalvarmış. Şeyh Şaban sırrının açığa çıkmasından korktuğunu dile getirince, hacı sır saklayacağına yemin etmiş. Şeyh Şaban namazdan sonra kimsenin bulunmadığı bir yerde görüşerek hacının gözlerini kapatmasını söylemiş. O zat gözlerini açtığında kendisini Kastamonu’da evinin kapısından bulmuş.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »

GÜLÜYÜZ

Seher vaktinin yeliyiz
Sırr-ı hakikat diliyiz
Mecnûn'a Leyla eliyiz
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Bize gelen irfan olur
Hayvan iken insân olur
Sırr-ı cana canan olur
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Yaktık aşka can u teni
Komadık dilde gümânı
Hakk'tır bugün dil mihmânı
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Varlığımız yoktur bizim
Meydânımız pâkdır bizim
Didârımız Hakk'tır bizim
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Şerîatsız yol değiliz
Ma'rifetsiz kul değiliz
Hakîkatden dür değiliz
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Kırklarla halvete girdik
Yedilerle sohbet ettik
Üçlerle birliğe yettik
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Halveti'dir şöhretimiz
Vahdet kıldık kesretimiz
Mahviyettir maksadımız
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Döneriz biz yane yane
Aşk meyine kane kane
Mestlikte erdik bu deme
Biz Şa' bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Sanmasınlar biz mülhidiz
Hem müminiz hem müslimiz
Mucid değil muvahhidiz
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Pîrimizdir Şeyh-i Şa'bân
Erkânıdır mağz-ı Kur'ân
Yolunda canımız kurbân
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Sayılmayız parmak ile
Tükenmeyiz kırmak ile
Bir acayip dilhanemiz
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz

Derviş Sâdık harabattır
Özü Hakk'a müstağraktır
Zikri fikri zât-ı Hakk'tır
Biz Şa'bânî bülbülüyüz
Vahdet bağının gülüyüz


eş Şeyh Sâdık
el Halveti eş Şa'bânî
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

PİR ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİ

Mesaj gönderen mehrican »

İNŞALLAH ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİNE SİZLERİN SELAMINI EN UYGUN ZAMANDA İLETMEK BİZİM VAZİFEMİZ OLSUN...LİSE ÇAGLARINDAYKEN ÖZELLİKLE TERAVİH ,SABAH NAMAZLARINI ORADA KILARDIK KOMŞULARLA..O GÜNLERDE CAMİ DOLUP TAŞARDI .ÇOK ZAMAN DIŞARDAKİ TAŞLARDA NAMAZ KILDIĞIMIZI BİLİRİM..ŞİMDİ O KADAR SIK GİDEMİYORUZ..DIŞARDAN GELEN MİSAFİRLERİMİZ SAYESİNDE KENDİLERİNİ ZİYARET EDİYORUZ.. SİZLERİDE İNŞALLAH BEKLERİZ.. ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİNİ ZİYARETİNİZDE GÖRMÜŞSÜNÜZDÜR .ORADA ÖNEMLİ BİR SU VARDIR.ZEMZEM OLARAK GEÇER.SUYLA İLGİLİ RİVAYETLERDEN BİRİDE ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİNİN ASASINI VURARAK ÇIKARTTIGI BİR SU OLDUĞUDUR.. ERENLERİN BÜYÜKLÜĞÜ TARTIŞILMAZ ...GÖRDÜĞÜMÜZ ŞEYH ŞABAN-I VELİ HAZRETLERİ SAYESİNDE ŞEHRİMİZ ZİYARETCİ AKININA UGRAMAKTADIR..BİZLER DE O BÜYÜK ZATA UGRAMADAN DÜĞÜNLERİMİZİ,SÜNNETLERİMİZİ YAPAMAYIZ ... BU DİYARDANDAN HER TARAFA SELAMLAR ....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

şeyh şaban-ı veli hazretleri

Mesaj gönderen mehrican »


Şeyh Şaban’ın öğrencilerinden Mehmet Efendi’nin anlattığı rivayet edilen bir efsaneye göre, Horasan evliyalarından biri, 3 öğrencisine Anadolu’da Şeyh Şaban isimli bir evliyanın yaşadığını ve gidip ondan feyz almaları gerektiğini söyler. Yola çıkan dervişler Kastamonu’ya yaklaşırken, Şeyh Şa’ban-ı Veli kendi dervişlerini yanına çağırıp onlara bir ayna verir ve Horasan’dan gelen 3 dervişi yolda karşılamalarını ve aynayı onlara vermelerini söyler. Kastamonu’dan yola çıkan dervişler bir süre sonra, Horasan’dan gelen dervişler ile karşılaşırlar ve onlara Şeyh Şa’ban-ı Veli’nin hediyesi aynayı verirler. Aynayı her alan derviş aynaya baktığında Şeyh Şaban’ın tebessüm ederek kendilerine baktığını görür. Bunun üzerine Horasan’dan gelen dervişler biz göreceğimizi gördük, anlayacağımızı anladık, Şeyh Şaban’ın teveccühlerine kavuştuk diyerek, Kastamonu’ya gelmeden geri memleketlerine dönerler.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


Limaallah" sırrının sultânı Şa'bân-ı Velî
Semme vech" in gevher-i bürhân-ı Şa'bân-ı Velî

Lâmekân-ı bî-nişânın rahının hem rehberi
Bahr-ı lâhuta beka ummanı Şa'bân-ı Velî

Levhâ-i dil mücellâ nûr-ı irşadı bugün
Mekteb-i kenz-i maarif irfanı Şa'bân-ı Velî

Âlem-i kudsî hakikât rahının seyrângehi
Arş u ferş u kürsinin seyrânı Şa'bân-ı Velî

Menbâ-ı nûr-ı hüviyyet mahzen-i esrâr-ı Hû
Merci'-i erbâb-ı aşkın hânı Şa'bân-ı Velî

Meşhed-i nûr-ı velayet mehdi-i Hakk'dır bi'l yakîn
Bahr-ı imkân-ı vücûdun devrânı Şa'bân-ı Velî

Şevkıyâ vahdet-nişîn zâhir-i kesrete
Evliyâ-i kümmelin insânı Şa'bân-ı Velî

İbrahim ŞEVKİ
( Hz. Pîr'in on ikinci halifelerinden
Bolulu İbrahim Şevki Efendi "dir.)

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »


KASTAMONU'NUN ÖNEMLİ BİR EVLİYASI DAHA...BENLİ SULTAN

Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte hakkında anlatılan menkıbelerden hareketle XVI. Asrın başlarında yaşamış olduğu kabul edilen Benli Sultan’ın adı etrafında oluşturulan etki halesi oldukça geniştir. Külliyesi Kastamonu'ya 27 km uzaklıkta Ilgaz Dağı'nın eteklerindeki Ahlat Köyü'nün Benli Sultan mahallesindedir. Cami, mutfak, misafirhane ve türbeden müteşekkil yapılar topluluğunun Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde ve muhtemelen onun emriyle inşa edilmiş olduğu kabul edilir. Külliyenin bir yangın geçirdiğini, önce Şeyh Şani Efendi, daha sonra da Şeyh Nureddin Efendi tarafından tamir gördüğünü ve 1994'te de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.
Türbesinde sekiz ve ön tarafta üç olmak üzere onbir sanduka vardır. Kıble tarafında en başta bulunan sanduka Bayrami şeyhi Mehmet Muhyiddin Efendi'ye aittir. Yanağında büyükçe bir ben bulunduğu için Benli Sultan lakabıyla meşhur olan Mehmet Muhyiddin Efendi’nin Tosya'dan, Sivas'tan veya aynı köyden ya da bir başka köyden gelip buraya yerleştiğine inanılır. 1500 yılları başında buraya gelerek II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim dönemleri ile Kanuni'nin saltanat yılları başına kadar yaşadığı söylenmektedir. Hz. Pir Şeyh Şa'ban-ı Veli (1500-1570) döneminde yaşamış ve menkıbelere göre onunla yakın münasebet içinde olmuştur. Halkın dini ve tasavvufi açıdan eğitilmesine çok büyük katkıları olur ve hatta Kanuni döneminin meşhur vaizlerinden Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’nin onun müritlerinden biri olduğu ileri sürülür.
Benli Sultan hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şöyledir.
Bu gün türbesinin güneydoğu köşesindeki derenin başında bulunan görkemli ağacın evliyanın inzivaya çekildiği ağaç olduğuna inanılmaktadır (bilindiği gibi Şeyh Şaban-ı Veli de Kastamonu’ya gelişlerinde başlangıçta bir ağaç kovuğunda bir süre ikamet eder). Yine inanışa göre Benli Sultan bir gün atıyla dolaşırken ağacın yanına gelmiş, ağaç evliyaya saygısından yere eğilmiş, evliya da atıyla ağacın üzerinde dolaşmıştır. Bu sebeple bugün bile ağacın gövdesinde at nallarının izinin bulunduğuna inanılmaktadır; Muhyiddin Efendi asasıyla toprağa vurarak bugün Asa Suyu denilen suyu çıkarır. Çeşitli cilt hastalıklarına şifa olan bu suyun üzerine son zamanlarda beton bir çeşme ve hamam yapılmıştır. Bu inziva sırasında vahşi hayvanlarla bağ kurup onların dilinden anlayan evliyaya dergahının yapımında ilk yardımcı olanlar, evliyanın dostluk kurduğu işte bu geyikler olur. Geyikler evliyaya yardım ederken köyün öküzleri geyikleri kovalar ve üstelik onlara zarar verir. Köy halkı da bunu görmesine rağmen öküzlerin zarar vermesine engel olmazlar. Bunun üzerine evliya da “Öküzünüz çift olmasın” diyerek beddua eder. İnanışa göre, o günden sonra türbenin bulunduğu köyde kimsenin iki tane öküzü olmamış, bir öküzü varken diğerini alan kişinin öküzünden birisi mutlaka ölmüştür. Yüzlerce yıl önce yapılan bedduanın etkisinin bugün de sürdüğüne inanılmaktadır .
Bazı menkıbelerde Benli Sultan, Şeyh Şaban-ı Veli’nin kardeşi olarak anlatılır. Şeyh Şaban Veli’nin 7 kardeşi vardır. Bu kardeşlerin her biri değişik köylere giderek buralarda Hakk yolunu anlatacaklardır. Benli Sultan da bugün türbesinin bulunduğu köye yakın dağda yaşamaktadır. Bir gün mendiline kar koyarak kardeşi Şeyh Şaban-ı ziyarete şehre gelir. Kardeşinin yanına geldiğinde kunduracılık yapan kardeşinin bir kadının ayak ölçüsünü aldığını ve bu sırada da kadının topuğunun göründüğünü fark eder. Bunun üzerine mendildeki kar eriyip damlamaya başlar. Şeyh Şaban mendilden damlayan karı görünce, “Kardeş dağda insan yüzü görmeden evliya olmak kolay, zor olan kalabalığın içinde erişmek”, der. Bunun üzerine çok utanan Benli Sultan yaşadığı dağa tekrar döner ve bir daha şehre inmez.
Asa Suyu ile ilgili anlatılan bir menkıbe de şöyledir;
Kadının birinin 5 kızı olmuştur ve kocası da kendisi de erkek çocuk istemektedirler. Bir gün kadın rüyasında Benli Sultan’ı görür. Evliya bir oğlunun olacağını müjdeler ve oğlu dünyaya geldikten sonra türbede kurban kesmesini söyler. Bu rüyanın üzerinden çok geçmeden kadın hamile olduğunu anlar. Doğan çocuk da müjdelendiği gibi, erkek olur. Çocuk doğduğu zaman ekonomik durumu pek iyi olmadığından ve o yıllarda da ulaşım zorluğundan dolayı kadın Benli Sultan’ın türbesine giderek kurban kesemez. Bununla birlikte rüyasında söz verdiği kurbanı kendi köyünde keser. Aradan zaman geçip çocuk yedi yaşına gelince, romatizma rahatsızlığı görülür. Bu rahatsızlıktan dolayı da bir süre sonra yürüyemez hale gelir. Ne kadar doktora götürseler de çocukta iyileşme görülmez. Yine bir gün kadın Benli Sultan’ı rüyasında görür. Rüyada evliya kadına “Ben sana kurbanı benim türbemde kesmeni söylemiştim, sen kesmedin. Şimdi kurbanı alıp burada kes de çocuğun iyileşsin”, der. Bu rüya üzerine kurban alınıp, çocukla beraber öküz arabasına binilerek Benli Sultan’ın türbesine gidilir. Fakat yolda giderken kurban ellerinden kaçar. Kadın çaresizlik içindedir. Ağlayarak türbeye ulaştığında, kurbanın türbede olduğunu görür. Hemen orada kurban olarak getirilen koç kesilir ve fakirlere dağıtılır. Çocuk da orada akan Asa Suyu ile yıkanır. Bu olayın kahramanı çocuk, çok sonraları, hikayeyi şöyle tamamlar. “Çocuktum ama çok iyi hatırlıyorum. Çevredekiler suyun çok soğuk olduğunu zatürre olacağımı, annemin yıkamamasını söylediler. Annem Benli Sultan’a çok inandığı için, “bir şey olmaz”, diyerek beni yıkadı. O buz gibi dedikleri su, bana ateş gibi geliyordu. Değil üşümek ben o suda yanarak yıkandım. Bir süre sonra da zaten ne romatizma kaldı ne ağrılar. O günden sonra uygun olan zamanlarda, mümkünse yılda bir defa bu ziyarette rızası için koç kesip dağıtmaya çalışırım”.
Benli Sultan türbesindeki Asa Suyu ile ilgili bir inanca göre, çocuğu olmayan çiftler bu suyla yıkanırlarsa kısa bir süre sonra çocuklarının olacağına inanılmaktadır. Bunun için karı koca türbeye gelip namaz kılıp dua etmekte, türbenin yanındaki ağacın altında buradan akan suyla sembolik şekilde yıkanmakta ve ’tan çocuk sahibi olmayı dilemektedirler.
Şeyh Şa'ban-ı Veli hazretleriyle Benli Sultan arasında geçen bir menkıbe de şöyledir. Şa'ban-ı Veli hazretleri bir gün dervişleriyle İlgaz Dağı'ndaki meşhur Benli Sultan'ı ziyarete gider. Buçuk Çayı denen yere gelince Hz. Pir attan iner, dervişlerine taş getirmelerini söyler. Bir mezar çevirip dua ederler. Sebebi sorulunca der ki: "Bu semtlerden birinde dostlarından biri ahirete irtihal etti, ona işarettir. Çok üzüldü. Çok mübarek bir insandı. Vefat ettiği zaman namazını kılıp mezarına o indirse derdim, kısmet değilmiş" . Şa'ban-ı Veli'nin Benli Sultan'a gelirken çevirdiği mezar Osman Fakih içindi denir.
Benli Sultan. “ Şakaik-i Numaniye adlı eserde ‘Namus-u Ekber ve tâvus-u ahdar gibi mele-i alada (büyük ve ileri gelen meleklerin toplandığı yer) mekan bulur idi. Erbab-ı kulub ve ashab-ı mükâşefeden idi. Sırlara, hafızalara ve gözlere vâkıf idi.’ diye övülmektedir.”

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön