Şeyh Şaban-ı Veli

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Şeyh Şaban-ı Veli

Mesaj gönderen nur_umim »

Şeyh Şaban-ı Veli
Kaddesallahu sırrahu

Yrd. Doç. Dr. Kerim KARA*

Cemâliyye-i Halvetiyyeden münşaab Şâbâniyye’nin kurucusudur. Kerâmetlerinden dolayı “Velî” lakabını alan Şâban Efendi, küçüklüğünde hâfızlığını daha sonra da hac görevini yerine getirdiği için “Hacı Hâfız Şâbân-ı Velî” olarak da anılırdı.[1]
Şâbân-ı Velî Kastamonu’ya bağlı Taşköprü ilçesinin Harmancık mahallesinde Çifte Câmiiler
[2]
sokağında dünyâya gelmiştir.
[3]
Diğer bir rivâyete göre Taşköprü ilçesi Gökçeağaç bucağı Çakırçayı köyü Cimdar mahallesinde doğmuştur.
[4]
Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Bâzı kaynaklara göre hicrî 905’de (1499)
[5]
ya da 902 (1492) de doğmuştur.
[6]
Doğduğu evin yakın zamâna kadar mevcut olduğu rivâyet edilir.
[7]
Şâbân-ı Velî henüz küçük yaşta iken babadan anadan yetim kalmıştır. Küçüklüğünde şefkatli bir kadın,
[8]
Hazret-i Muhammed (s.a.s) i besleyen Halime gibi Şâbân-ı Velî’yi alıp evlât edinmiş ve Allah rızâsı için besleyip büyütmüştür
[9]
. Kimi kaynaklar bu kadının daha sonra adının hiç geçmediğine göre uzun yaşamamış olabileceğini ifâde ederken İhsan Ozanoğlu bu kadının uzun yaşadığını ve Şâbân-ı Velî’nin bâşarılarını gördüğünü belirtiyor.
[10]


Resim

Okumaya çok istekli olan Şâbân Efendi ilk tahsilini Taşköprü ve Kastamonu’da yapmıştır. Kastamonu’da bâzı ilimlerde icâzet almasına rağmen tahsili bırakmamış tahsiline devam etmek üzere İstanbul’a gitmiş
[11]
ve orada Fâtih Medresesi’nde uzun müddet tahsîl yapmış ve oradan da icâzet almıştır. İhsan Ozanoğlu’nun bildirdiğine göre müderris olan Şâbân-ı Velî tefsir ve hadis konularında bir hayli uzmanlaşmıştır.
[12]

Şâbân-ı Velî İstanbul’daki tahsîlini sürdürürken zâhirî ilimlerin kendisini tatmin etmediğini anlamaya başladı. Kendisini sükûnete erdirecek çârenin tasavvuf olduğunu düşünerek İstanbul’daki bâzı şeyhlerle görüştü, ancak aradığını onlarda bulamadı.
[13]

Bu sıralarda gördüğü bir rüyâda memleketine dönmesi işâret edilir.
[14]
Memleketine dönmek üzere yola çıkan Şâbân-ı Velî, kara yoluyla Bolu’ya geldiğinde Cemâl Halvetî’nin halîfesi Hayreddîn-i Tokadî’nin insanları irşat ettiğini haber alır. Hayreddîn-i Tokadî’ye gidip hâlini arzeden Şâbân-ı Velî ondan el alır ve dervişleri arasına katılır.
[15]

Sefîne’de “Şeyh Şâbân-ı Velî’nin Hayreddîn-i Tokadî’nin yanında ne kadar kaldığı mâlûm değildir.” denilirken bâzı kaynaklarda on iki sene onun yanında kaldığı yazılmıştır.
[16]
Şâbân-ı Velî sülûkünü tamamlayıp irşat ve hilâfet rütbesine eriştikten sonra şeyhi tarafından Kastamonu’ya gönderilmiştir.
[17]
Kastamonu’ya gelişinin ilk zamanları, şehrin kuzeyinde bulunan Honsalar mahallesi câmiinde vaaz ve irşat ile meşgul olmuştur. Bir süre sonra Hisarardı semtine taşınmış, burada da aynı meşgûliyeti devam ettirmiştir. Daha sonra yeniden Honsalar câmiine dönerek vaaz ve irşat ile meşgul iken, çıkan büyük bir yangın sonucu câmii yandığından, tekrar Hisarardı semtine geçmiştir. Orada seyyid Yahyâ Şirvânî’nin halîfelerinden olup irşat için Kastamonu’ya gönderilen ve uzun süre irşat ile uğraştıktan sonra bir halîfe yetiştiremeden vefat eden Şeyh Sünnetî Efendi tarafından yaptırılan dergâhta pek çok insanı irşat etmiştir.
[18]
Eğitip yetiştirdiği kimselerden üç yüz altmışı hilâfet mertebesine ulaşmıştır.
Şâbân-ı Velî’nin vefâtı, Sefîne’de yazıldığına göre hicrî 976 (1568-69) senesi zilkade’sinin on sekizinci cuma gününe müsâdiftir. Cenâzesine zengin fakir herkes koşmuştur. İnsanlar oturduğu odadaki hasırı parça parça edip teberrüken birer parça almışlardır. Cenâzesi yine büyük bir izdihamla Hisarardı denilen mahaldeki medfenine ulaştırılmıştır.
[19]

Şâbân-ı Velî’nin Kastamonu’da Eski Kale eteğinde bulunan türbesi umûmî ziyâret yerlerinin başında gelir. Türbe inşaâtına ilk defa Sultan Ahmed’in şehzâdesi Sultan Osman zamânında başlanılmışsa da türbenin ustası Ömer kethüdâ
[20]
israf ettiği gerekçesiyle Nasuh Paşa tarafından îdam edilmiş, inşâat yarım kalmıştır. İnşâatın durdurulmasından iki sene sonra Küre nâhiyesinde kadı görevinde bulunan Bolu ulemâsından Akkaş Hibetullah Efendi adındaki bir zat ile dergâh-ı hümâyun kapıcıbaşılarından Mehmed Ağa’nın yardım ve gayretleriyle türbenin inşâsına yeniden başlanılmış, halkın bilhassa Şâbâniye tarîkatı müntesiplerinin yardımıyla 1020 (1611) târihinde türbenin inşaâtı bitirilmiştir.
[21]

Resim

Bilindiği kadarıyla Şâbân-ı Velî’nin Ömer Fuâdî’den başka menâkıbını yazan olmamıştır.
[22]Ömer Fuâdî, Şâbân-ı Velî’nin halîfesinin halîfesidir. Menâkıbın bâzı nüshaları Süleymâniye, Reşid Efendi, nr.478; Düğümlü Baba, nr.583; Dâru’l- Mesnevî; Hacı Mahmud Efendi, nr.4588 ve nr.4682 de kayıtlıdır. Ömer Fuâdî’nin bir geniş ve biri özet hâlinde iki menâkıbnâme yazdığı ve geniş olanının Kaybolduğu rivâyet edilmektedir. Özet hâlinde olanı hicrî 1294’de basılmıştır.
Şâbân-ı Velî’nin müritlerine pek şefkatli olduğu bildirilir. Kendisine muhabbet arzedenlerin ve kendisine bağlananların kıyâmete kadar kalplerini nurlandıracağı söylenir.
[23]
Şâbân-ı Velî’nin Âsım kırâatinden, vücûhten, takribten, şer-î ilimlerden icâzet almakla kalmayıp Kastamonu’da ve İstanbul’da İslâmî ilimlerden daha sonra müstakillen tefsirden, hadisten müteaddit icâzetler almaya muvaffak olmuş ve İstanbul’dan ayrılmıştır. Zâhirî ilimler gibi ledünnî ilmin en yüksek derecelerinin tezâhürlerini vermiştir. Sünnetî, Cemâlî ve Honsalar Câimiilerinde uzun müddet tefsir okutmuş, Kastamonu ve civar vilâyetlerinden toplanan din âlimleri kendisinden istifâde etmişlerdir.
[24]
Kastamonu Genel Kütüphânesi’nde Dadaylı şeyhülislâm Sâdi Çelebi’nin Hâşiyet-ü Envâri’t-Tenzîl adlı ve çok değerli kitabı ile berâber ciltlenmiş bir tecvit vardır ki Türkçe’dir. Lisan bakımından orijinal ve ilim îtibârı ile mühim bir vesîkadır.Aynı kütüphânenin yazmalar kısmında 673, 806, 3012 numaralı kitaplar Şâbân-ı Velî’nin dışarıda birer nüshasına rastlamadığımız eserlerindendir. Tosya Şer’iyye mahkemesince tanzim edilip cumhûriyet savcılığı makamınca Kastamonu Müzesi’ne devredilen şer’iye verâset ilâmlarında Şâbân-ı Velî’nin bir eseri kaydına tesâdüf etmekteyiz. Araştırmalar devam ederse daha birçok eseri meydana çıkar.
[25]
Şâbân-ı Velî, tarîkatte çok ârif yetiştirmiş ve kendinden sonra yetişmeye devam etmiştir. İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan Şâbâniye tarîkatinde her zaman büyük zâtlar eksik olmamıştır. Sefîne’de yazıldığına göre sâlikleri arasında cin musallat olmuş olanı yoktur ve duâları nezd-i ilâhîde kabûle mazhardır.
[26] Sâdık Vicdânî Şâbân-ı Velî’nin Nakşibendî tarîkatine de mensup olduğunu rivâyet etmektedir.[27]
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Şeyh Şaban-ı Veli

Mesaj gönderen nur_umim »


Şâbân-ı Velî Külliyesi

Şâbân-ı Velî Külliyesi Kastamonu kalesinin batı yüzüne geldiği için Hisarardı denilen kesimde Gümüşlüce deresinin ağzındadır. Burada büyük bir câmi-dergah, bir türbe- türbenin bitişiğinde bir kütüphâne (hâlen Şâbân-ı Velî Müzesi) iki vakıf ev, bir mutfak, iki ayır şadırvan, kadın ve erkekler için iki ayrı tuvâlet yeri[28]

Resim

İhâta duvarı; külliyenin tamâmı bir taş duvarla çevrilmiştir. Külliyeye bu duvardan açılan iki kapı ile girilmektedir. Güney tarafında bulunan kapının yüzündeki kitâbeden dergâh ve müştemilâtının h.1261/ 1845 yılında Abdülmecid tarafından tâmir ettirildiği anlaşılmaktadır. Kapının iç tarafındaki kitâbeden külliyenin h.1192/ 1778 yılında Sadrâzam Mehmed Paşa tarafından tâmir ettirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapıdan girince solda (batıda) câmii-dergâh, sağda (doğuda) türbe binâları vardır.
[29]
Câmii- dergâh, duvarları harçlı moloz taşından yapılmıştır. Döşemesi, tavanı ve çatısı ahşaptır. Mihrâbı alçıdan yapılmıştır. Minber tahtadan olmakla berâber üzerinde devrinin kalem izleri dikkati çekmektedir. Kapı güzeldir. Alt ve üst maksûrelerin aralarında halvet hücreleri dikkati çekmektedir. Câmiinin- dergâhın kapısı üzerindeki kitâbeden binânın h.934/1576 yılında Sultan Murad’ın mürşidi Kastamonulu şeyh Şucâeddin Efendi tarafından yaptırıldığı görülmektedir. Bu câminin yerinde daha önce yapılmış Sünnetî Efendi mescidi vardı.
[30]
Türbe, duvarları kesme taştan yapılmıştır.
Şâbâniye, Halvetiye tarîkati’nin Cemâliye kolunun en önemli şûbesidir. Bu şûbenin pek çok kolu bulunduğu için Şeyh Şâbân-ı Velî, Hazret-i Pîr diye adlandırılır. Anadolu’dan zuhur eden bu şûbe önceleri Orta Anadolu’da yaygınlık kazanmakla berâber daha sonra Karabâşiyye ve ondan zuhûr eden Nasûhiye ve Bekriyye vâsıtasıyla İstanbul’a, Rumeli’ne ve Sûriye’ye, Mısır’a, Trablusgarb’a, Tunus’a, Hicaz’a, Fas’a, Mekke-i Mükerreme’ye, Medîne-i Münevvere’ye ve Hindistan’a kadar çok geniş bir alana dal budak salmıştır. Bu derece geniş bir coğrafyada yaygınlık kazanmak ise pek az tarîkate nasip olmuştur.
Yukarıda da söylenildiği gibi Şâbân-ı Velî’nin tesîs ettiği şûbe, Halvetiye’de bir büyük inkişâfın merkezi olmuştur. Kolu ne olursa olsun bütün Halvetîlerde olduğu gibi, Şâbânîler de Vird-i Settâr’ı aynen kabul etmişlerdir. İlâvesiz olarak aslını her sabah namazını müteâkip okumak tarîkatlerine girmek isteyenlerin ilk vazîfesidir.
Şâbâniye’de sülûk ikmal edilmeden hilâfet almak mümkün değildir. “İrşâd” rütbesine nâil olan zâtlar beyaz sarık üzerine “risâle” tâbir ettikleri enli kurdela gibi bir siyah bezi, beyaz sarığın arkasında alt tarafından îtibâren sol tarafı dolaştırarak ön tarafta sarığın ortasına sokup ucu düz olarak aşağıya sarkıtırlar. “Velâyet” rütbesine nâil olan meşâyih-i Şâbâniye ise siyah sararlar. O zaman yele beyaz olur. Bir de şâbânîye halîfelerine verilen “yol tâc”ı denilen tarîkat serpûşu vardır ki, üzeri neftî renkte yeşil ve sarığı da yeşildir. Bunun üzerindeki risâle sarığa nisbetle daha açık yeşildir.
[31]
Şâbânîye tarîkatinde erbaîne
[32]çok ihtimam gösterildiği gibi irşat sâhibi olmak için sülûkte “tekmîl-i etvâr”a ziyâdesiyle önem verilir. Babadan evlâda bir şeyhlik geçecek olsa, onlara sülûklerini ikmal edinceye kadar yalnız zikir icrâsına izin verilir. Böyle kişiler ne bîat verebilir ne de hilâfet. Nitekim tavr-ı râbi’i tamamlamadan şeyh geçinenler için “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, nerede kaldı âhara himmet ede.” Tâbîri söylenilir. Bunun için tarîkatte taç ve hırka giymek ile hemen şeyh olunmaz. [33]
Şerîate uyma noktasında son derece titiz olan Şâbânîlerin başlıca vasıfları, beş vakit namazı ve diğer farzları edâ, nâfileler ve sünnetlere son derece riâyetle her hususta Hz.Peygamber’e (a.s.) bihakkın uygun yaşamaya gayret etmektir. Seyr ü sülûkte nefis tezkiyesine ve bâtın temizliğine riâyet ederek, nefis ile mücâhedeye büyük önem verirler. Şâbânîler başkalarına iyilik etmeye, helâlinden kazanıp helâlinden yemeye gayret ederler. Zikirleri ise mâlum olduğu üzere cehrîdir.
[34]

Şâbânîlerde Zikir

Toplu zikir şu şekilde yapılır; namazı edâdan sonra halka teşkil edilip şeyh efendi eûzü besmele ile Fâtiha Sûresi’ni okur. Bunun arkasından “İnallâhe ve melâiketehû yüsallûne ale’n-nebiyyi…” (el- Ahzâb, 33/56) âyet-i kerîmesi okunduktan sonra hep birlikte “Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasûlike ve nebiyyike ve habîbike el-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellem” diye salât-ü selâma devam olunur.
Kelime-i tevhîde başlanacağı zaman şeyh efendi salavât-ı şerîfenin nihâyetinden devamla “Ve sellem küllemâ zekerake’z-zâkirûn ve gafele an zikrike’l-gâfilûn ve âlihî ve sahbihî ve sellem” der. Eûzü besmele çekip “Fa‘lem ennehû lâ ilâhe illallâh” demesiyle hâzirûn (zikir halkasında bulunanlar) kelime-i tevhîde, ondan sonra ism-i Celâl’e, daha sonra bir müddet ism-i Hû’ya devam ederler.
Sonra Hizb-i Zikir başlar ki dervişlerde cezbe ve haller işte o zaman zuhur eder. Oturarak ve ayakta zikre devam edilir. Hizb-i zikir; Evliyâullâhın târifine göre zikir tokmağıyla nefis ejderhâsının başını ezmektir. Dilden kalbe intikal eden zikir esnâsında kalb, mâsivâyı nefyeder. Rûh, sır, hafî, ahfâ hizb-i zikrin müsemmâsıyla meşgul olmaya başlar. Zikir esnâsında vücûdun hareketi pek büyük hikmete dayanmaktadır. Kollar ve vücût hareket etmezse zikrin âhengi bozulur, zikre devam imkânı olmaz. Bu tarîkate mensup olanlar “Hizb-i zikir âleminde alınan zevkler ve yaşanılan halleri ancak tadanlar bilir”derler.
[35]

Şâbân-ı Velî’den sonra Dergâhında Posta Oturanlar:

1. Osman el-Kastamonî
2. Hayreddin el-Kastamonî
3. Abdülbâkî İskilîbî
4. Muhyiddîn el-Kastamonî
5. Ömer Fuâdî el-Kastamonî
6. İsmâil Çorûmî
7. Mustafa Muslihiddin Efendi
8. Abdurrahman Zîlevî
9. Hâfız İbrâhim Amasyevî
10. Hâfız Ahmed b. Muslihiddin
11. Mehmed b. Hâfız Ahmed
12. Abdullah b. Muhammed
13. Mustafa Vahdetî
14. Abdurrahman b. Vahdetî
15. Hafız Mehmed Saîd
16. İbrâhim Şevki Boluvî
17. Atâullah b. Mehmed Saîd
Resim
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön