HALUK NURBAKİ: SEVGİ SIRR-I(İslam Anneleri)

Dr. Haluk Nurbaki (k.s.) nin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

HALUK NURBAKİ: SEVGİ SIRR-I(İslam Anneleri)

Mesaj gönderen NuruM »


Onk. Dr. Haluk Nurbaki

Hz. Haticetül Kübra Annemiz

Gönlünde tecelli eden güzelliklerin akıl almaz ihtişamlarla çektiği yüce Resulümüzün yeryüzündeki ilk aksi ve ilk sedası olan Hz. Hatice annemiz. Selamün aleyküm.

Seni anmak cüretini gösterdik, ne yapalım ki, bugün kimse bir şey bilmiyor. Kadınlığı mahvettiler, insanlığı mahvettiler, Resülüllahı hüzne boğdular. İnşaallah senin sırrın, senin güzelliğin bütün Müslüman annelerinizin gönlünde yansıyarak tekrar Müslüman beşeriyeti kurtarır.

Selamün aleyküm ya Hz. Hatice. Onunla beraber onun sırrını sezmek için gelen manadaki kardeşlerimiz Selamün aleyküm.

Allah'ın yarattığı her şeyde, atomundan galaksilere, canlılardan cansızlara kadar her şeyde adeta aşk sevdasını esas aldığı ve bunu Rahman sırrı içerisinde bütün varlıklara nakşettiği biliniyor. Bu nakşın özünde Fahr-i Kainat Efendi­mizin sevdası var. Onun için biz sevgiyi yüce bir katali­zörden ayrı düşünemiyoruz. Bu mümkün değil.

Bugün beşeriyete bakınız. Fahr-i Kainat Efendimize inanmayan toplumlar sevgisini kaybetmiştir. Biz de böyle bir felaketin eşiğinden döndük. Bu memlekette çok hazin günler yaşadık. Ezanımızın sedasını kulağımızdan atmak istediler. Ama Allah Resülü'nün bu millete çok özel bir sevgisi olduğu için felaketin, uçurumun eşiğinden döndük. Hala bugün ölmüş bir leşin taklidini yapmak isteyenler var.

İnsan bir şeyi taklid eder, ama yaşayan bir şeyi taklid eder. Ölmüş bir leşin taklidi yapılmaz. Batı (ben batı deyince genellikle Avrupa'nın Hristiyanlığı terkedilmiş ateistlerini kastediyorum) kendisinin mahvolduğunu bağıra bağıra söylüyor. Biz hala onu taklid etmeye, kadınlığı ondan almaya çalışıyoruz. Kadın yanlızca İslamiyette vardır. Bunu herkes böyle bilsin.


KADININ SEVDİRİLMESİ

İslamiyet’in dışında kadın olmaz, dişi olmaz, maddesi de olmaz, manası da olmaz. Çünkü sevgi olmaz. Sevilmek şerefine yalnız İslam kadını nail olmuştur. Bu Fahr-i Kainat Efendimizin "BANA DÜNYADA KADIN SEVDİRİLDİ" sözleri içerisinde gizli çok özel bir hikmettir. Ve ancak tesettürüyle, gönlündeki rikkatiyle Hz. Hatice annemizin, Hz. Amine annemizin, Hz. Fâtıma annemizin himayesinde bu nadide çiçek yetişmektedir. Eşşek tarlalarında kadın yetişmez. Ancak ibadetle nazenin İslam ortamında kadın yetişir.

Şimdi bunlardan çok büyük bir yücemizi anlatmaya çalışacağım. Çünkü Hz. Hatice o kadar yüceydi ki, alemlerin Fahr-i Ebedisi Hz. Hatice'nin dünyasını değiştiği yıla HÜZÜN YILI adını koymuştu.


HÜZÜN

Efendimizin ağzından çıkan bu HÜZÜN YILI tabiri bütün maddeye ve manaya sirayet etmiştir. Mana hüzün çekmiştir, melekler ağlamıştır. Halbuki Hz. Hatice'nin o tarafa intikali çok büyük bir manaya intikaldir ama Efendimizin gönlü daralmıştır. Gönlü daraldığı için o yıla HÜZÜN YILI adını vermiştir. Hz. Hatice annemizi anlayabilmek için sevginin tanımını yapmak lazım.


AŞKIN ÖĞRETMENİ

Mânâ ilimleri veya tasavvufta aşk ve sevgi yalnız Hatice annemizden öğrenilebilir. İnsan ne kadar sevgiye düşerse düşsün, Hatice annemizi, onun sırrını anlamadıkça sevgiyi bulamaz. Hatice annemiz mânâ deryasında, Elest'in ışık ışık sonsuz ikrar okyanusunda Fahr-i Kainat Efendimizin güzelli­ğini seyrederken mutlaka şiddetli bir ceryana kapılmış olmalıydı ki, Allah yeryüzüne göndereceği sevgilisine eş olarak Hatice annemizi seçti.

Hz. Hatice Fahr-i Kainat Efendimizin sevgilisi olma şerefini kazandığı an Cenab-ı Hak bütün laboratuarlarının en ince detaylarında Hz. Hatice annemizi bir kez daha analiz etti. Ayrıca dünya zaman dilimine intikal ettirirken de belli bir süre önce intikal ettirmiştir. Neden biliyor musunuz? Dünyanın zaman dilimi içerisinde o müstesna gönlü bir kez daha seyretmek istemiştir. Taa ki, Fahr-i Kainat efendimizi görene kadar. Fahr-i Kainat Efendimiz gelmeden evvel o gönlü bir kez daha seyretmek istemiştir. Dünya laboratua­rında bu mucizevi varlık adeta bir kez daha denenmiştir. Ve bundan sonra da Cenab-ı Hak Sevgilim, Habibim Muhammed Mustafa'ya bundan başkası eş olamaz demiştir.

devam edecek İnşaALLAH....

MUHAMMEDi SIRR-ı SEVgi ile
En son NuruM tarafından 15 Eki 2008, 11:44 tarihinde düzenlendi, toplamda 4 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

ZERAFET, ASALET, MERHAMET

Hz. Hatice annemiz zerafeti, asaleti, duygusallığı yanında haysiyeti, merhameti ve özellikle de sehasıyla meşhur bir hanımefendiydi. Hz. Hatice annemiz bu seha sırrı dolayı­sıyla gönlünde beklenen aşkı o kadar iyi hissediyordu ki, çok varlıklı, fevkalade güzel olduğu halde evliliğe kapıları kapa­lıydı. Bunu bilmeyen yoktu. Hz. Hatice gönül kapısını kimseye açmadı. Taa ki, Fahr-i Kainat Efendimizi görene kadar.



SEVGİLİNİN ÖZLEMİYLE

Çünkü Hz. Hatice annemizin o yıllarda gönlü beklenen sevgilinin özlemiyle Mütemadiyen yoğruluyordu. İnanınız şaka değil. Yeryüzünde hiç kimse Allah'ı Fahr-i Kainat gibi sevememiştir. Fahr-i Kainat Efendimizi de hiç kimse Hz. Hatice gibi sevememiştir. Hz. Hatice annemiz Fahr-i Kainat Efendimizi ilk gördüğü andan itibaren gönlüne düşen dayanılması imkansız aşk rüzgarlarına kapılmıştır. Efendimizi kerva­nının başında ticarete gönderdiğinde arkasından dama çıkmış, gözyaşlarıyla uğurlamıştır. Henüz o zaman aralarında bir şey yoktu. Efendimiz kervanın müdürü olmuştu sadece.


DAMA ÇIKAR

Hatta tasavvuf aleminde derler ki Fahr-i Kainat Efen­dimiz, Hz. Hatice ile tanıştığı andan itibaren hangi gün vak'adan ayrı kalmışsa' yüreğinin yangını, yüreğinden akan kan, aşka tahammülsüzlük, hasretin zirvesi devamlı surette Hz. Hatice annemizin gönlünü süslemiştir. Hz. Hatice annemiz Efendimizle evlendikten sonra da Efendimiz Şam'a gittiği zaman dama çıkar ve Efendimiz dönene kadar güneşin altında beklerdi. Bu arada bir Muhammed türküsü söylerdi.


ÜÇ BÜYÜK BESTE

Biliyorsunuz Efendimiz için üç tane büyük musiki bestesi vardır. Bunlardan bir tanesi Peygamberlik Hz. Cebrail tara­fından geldiği zaman Hz. Şeyma'nın okuduğu "MÜJDELER OLSUN, YETİMLER, AÇLAR, SUSUZLAR, KİMSESİZLER, MUHAMMED GELDİ" diye başlayan ünlü Muhammed türküsüdür. Bir diğeri Dede Efendi'nin nağmelerini yakalayabildiği Efendimizin Medine'ye girişlerinde bütün müminlerin gönlünden aynı anda çıkan o meşhur bestedir. Ve Hz. Hatice'nin Fahr-i Kainat Efendimizi beklerken söylediği türkü.



SEVGİLİNİN DAYANILMAZ AŞKI

Hz. Hatice annemizin Efendimize olan müthiş aşkını varsayıyoruz ama bu arada Efendimizin Hz. Hatice'ye olan sevdasını unutmamak gerekir. Hz. Hatice'nin dünyasını değiştiği çağa HÜZÜN YILI diyecek kadar aşıktı. Hatta Hatice annemizden sonra Hz. Aişe diyor ki: "NE ZAMAN EVDE BİR ET KESİLSE Hz. HATİCE'NİN TANIDIGI ÜÇ, DÖRT TANE HANIM VARDIONLARA ET GÖNDERMEDEN iÇİN RAHAT ETMEZDİ. BİR ZAMANLAR Hz. HATICE'NİN ARKADAŞIYDIN DER MÜTHİŞ İLTİFATLAR YAĞDIRIRDI." Bu sevgilinin gönlündeki dayanılmaz aşkın, heyecanın eseridir.



AŞKI ÖGRENMEK iSTEYEN

Hz. Hatice'nin damda söylediği türküyü belki Cenab-ı Hak Efendimize yansıtmadı, hüzünlenmesin, rahatsız olmasın diye ama bir hadise oldu ki, o hadiseyi Hz. Cebrail bile kıskandı. Cebrail mesajları getirmeden evvel biliyorsunuz Efendimiz 45 gün o mağarada çok özel bir hal yaşadı. Mana ilimlerinin sırrıyla gönlünün son revizyonları yapılıyordu. Çünkü Efendimiz Mustafa sırrı ile 40 yaşına kadar arınmış arıtılmış, yalnız Allah'ın yansıyabileceği bir gönül haline gelmişti. İşte bu Mustafa safhasında son revizyonları yapılıyorken Hz. Hatice annemiz o mağaraya yemek taşırdı. O mağarayı görenleriniz vardır inşaallah. Çıkılması zor, durul­ması zor, yolu çok zordur. Bir kadının eşine yemek taşıması normal bir olay. Ama bir şey daha yapardı ki, bu kimsenin yapamayacağı çok özel bir şeydi. Eğer benim burada beklediğimi görürse rahatsız olur, huzuru kaçar diye bir taşın arkasına çekilir, 3 gün, 3 gece su içmeden, yemek yemeden, tıkırtı çıkarmadan beklerdi. İşte aşk budur. Ciddi aşk budur. Başkalarının uydurma sevdalarına bakıp da aşka leke sürmeyelim. Aşkı öğrenmek isteyen Hz. Hatice'nin sırrından öğrensin.

Bir defasında Hz. Cebrail, Fahr-i Kainat Efendimize "YA RESULALLAH HATİCE'Yİ GÖRÜYORUM SANA YEMEK GETİRİYOR" deyince Efendimiz "EVET" diyor Hz. Cebrail "YA RESULALLAH O HEP BURADA KALIYOR, AYLAR OLDU. KISKANDIM BU SEVDAYI. BU NE BİÇİM BİR SEVDADIR. HEM SANA KENDİNİ GÖSTERMİYOR HEM DE BURADAKİ ZORLUKLARI ÇEKİYOR. SENİN HİMAYEN İÇİN EN ZOR GÖREVİ YAPIYOR" demiştir. Cebrail'in kıskandığı bu birinci hikmet, ikincisi de bütün manayı miraçta hayran bırakan bir olaydır. Hz. Hatice anne­mizin Fahr-i Kainat efendimizle olan evliliği hemen hemen her kitapta yazar ve okunabilir. Asıl mesele Hz. Hatice'deki aşkı anlatabilmek.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Devamı

SERVETİN ANAHTARLARI

Hz. Hatice ve Efendimiz evlendikleri zaman Hz. Hatice büyük bir servetin sahibi idi. Bugünkü değerle yaklaşık 120-­160 milyar arası bir serveti vardı ve bu servetin anahtarlarını getirip Efendimizin önüne koydu. Efendimiz "HAYIR, ONLAR SENİN SERVETİNDİR, BEN ANCAK SENİN KERVANININ MÜDÜRÜ OLABİLİRİM. BENİ PERİŞAN ETME" dedi. Hz. Hatice "İNSAN SENİ TANIDIKTAN SONRA DÜNYAYA AİT BİR İLGİYİ NASIL MUHAFAZA EDER? iNSAN SENİ TANIDIKTAN SONRA DÜNYA DİYE BİR ŞEY DÜŞÜNEMEZ. YAPMA BU ANAHTARLAR SENİNDİR" dedi.


KİM NE DERSE DESİN

İşte bu olay manada çok önemlidir. Fahr-i Kainat uğruna bütün anahtarları atmak mananın sembollerinden birisidir. Bir başka güzel olay da şudur. Hz. Hatice annemizin gönlüne Efendimizin aşk ateşi düştükten sonra bu ateşe tahammül edemedi. Nasıl etsem de evlenme teklifi yapsam diye düşündü ve Nefise isminde bir akrabasından yardım istedi. Arap ırkından bir kadının, bir erkeğe talip olması görülmüş bir şey değildi. "BEN MUHAMMED'E TALİBİM, GİDİN AMCASI İLE KONUŞUN" dedi. Başta Hz. Nefise olmak üzere herkes karşı çıktı. "NASIL OLUR BÖYLE BİR ŞEY.BÜTÜN ARABİSTAN, MEKKE BU LAFLA ÇALKALANIR" dediler. Ama Hz. Hatice "KİM NE DERSE DESİN BEN AŞIGIM" dedi.

Kim ne derse desin. İşte bu da tasavvufun ana ilkele­rinden biridir. Tabii bu İslamiyete aşık kadın, erkek bütün insanlar için geçerlidir. Çünkü devrimizde bir takım insanların aşamadığı noktalar var. Bu noktaları aşmak için "kim ne derse desin "demek size düşüyor. İslam" hanımları, Allah aşkına tesettürü şerefle müdafaa ediniz. İslam kadınını şerefle müdafaa ediniz. Sizin karşınıza İslam diye sizi şaşırtmak için çıkan olursa onlara karşı da şerefle kendinizi müdafaa ediniz. Hz. Hatice'nin ilk Müslüman olduğu, Hz. Sümeyye'nin ilk " İslam şehidi olduğu bir toplum içerisinde kadını ikinci sıraya oturtmak hakkına hiçbir manyak sahip değildir. Kadın bir numaraya oturacaktır. Herhangi bir kararı eşiyle istediği zaman alır.


ÖZÜ BİTİRMEDEN YAŞAMAK

Eğer Allah takdirini tesadüf sayıyorlarsa, ilk şehit tesadüfen Sümeyye oldu. İlk Müslüman tesadüfen Hz. Hatice oldu sanıyorlarsa onlarla konuşacağımız bir şey zaten yok. Ama bilin ki takdir bunu isteyerek getirmiştir. iffeti, şerefi, şeklin özünde yatan kadınlık sırrı olarak bilin ve sahip çıkın. Bunu Hz. Hatice öğrenmiş ve kainata öğretmiştir. Biz sahip çıkmıyoruz. Dört tane yalınayak çıkıyor, mayoyla gezerse sınıyor ki kadınlık yapıyorum. Halbuki içinin özündeki cevher bitiyor. Kadınlık öyle bir cevher ki o özü bitirmeden yaşamak gerekiyor. Sevdiği gönülde şiddetli bir potansiyel tutmak gerekiyor.


AŞKA ÇAGRI

Hz. Hatice bizi aşka çağırıyor. Sevgiyi özde saklamaya çağırıyor. Niçin mağaranın arkasındaki taşların arasına saklanıyordu? Efendimize gözükmüyordu? Çünkü sevgisi için yapıyordu, kimseye hesap vermeyecek ki, kimseye gösteriş yapmayacak ki. Niçin dünya malını elinin tersiyle itiyor? Çünkü sevgisi gerçek, o sevgi onu yaşatıyor. Hz. Adem'in Fahr-i Kainat Efendimize miraçta söylediği bir söz vardır. Bunu aklınızdan hiç çıkarmayın. "YA MUHAMMED SEN MANA İTİBARİYLE MÜSTESNA BİR MEVKİİ TEMSİL EDİYORSUN, BEN ONUNLA YARIŞAMAM AMA KULLUK NOKTA-İ NAZARINDA İKİ ŞEY VAR Kİ. BENDEN ÜSTÜN BEN ONU YAKALAYAMAM; BUNLARDAN BİR TANESİ BEN ŞEYTAN TARAFINDAN ALDATILDIM, SEN ŞEYTANI MÜSLÜMAN KILDIN...

(Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz şeytanı Müslüman kılmıştır. Bu ayrı bir manevi sırdır. Madem ki bu cümleyi söyledik bunun hesabını verelim. Biliyorsunuz şeytan kıya­mete kadar hayatiyetine müsaade dilen, kıyamette imha edilecek bir varlıktır. Halbuki Cenab-ı Hak yarattığı bütün varlıkların bir kopyasını mutlaka cennete eşantiyon gibi koymuştur. Hatta bir akrabam var ona takılırım. Ben cennete gidecek miyim enişte dediği zaman, cennette eşantiyon sını­fından bir tane olacak inşaallah o da sen olursun, derim. İşte eşantiyon sınıfı olarak Fahr-i Kainat Efendimiz şeytanı İslam kılmıştır. Bunun hikmeti de şeytan enerjiden yaratılan bir varlıktır. Sevgiyi buna anlatmak çok güçtür. Ama buna rağmen Efendimizde insanlara olan sevgi karşısında erimiş Müslüman olmuştur. Taif olayındaki sabrı, oradaki insanları mahvolmaktan kurtarması gibi Efendimizin bir kaç olayında Efendimize bakarak Müslüman olmuştur.)

...ŞEYTAN BENİ YENMİŞKEN SEN ŞEYTANI MÜSLÜMAN KILDIN. BUNDAN DOLAYI BEŞERİ ÜSTÜNLÜGÜN ORTADADIR. AMA BİR ŞEY DAHA VAR Kİ ONU SENDEN BAŞKA HİÇ KİMSE Y AKALAY AMAZ. O DA Hz. HA TİCE'DİR. Hz. HATİCE ÖYLE BİR NİMET Kİ, L ALLAH'IN SANA OLAN SEVGİSİ DOLAYISIYLA VERİLMİŞ, VE BÜTÜN İNSANLARA IŞIK TUTUYOR, SEVGİYİ ÖGRETİYOR, SEVGİLİNİN NASIL OLACAGINI ÖGRETİYOR" demiştir Hz. Adem.

Onun için insanlar gönüllerinden geçirirken, Fahr-i Kainat Efendimizin hayatını tetkik ederken çok iyi tetkik etsinler. Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz hayatının bir taraftan en meşakkatli zamanında, bir taraftan da en güçlü en ateşli zamanında Hz. Hatice'nin ışığında ne bir gönül düşünebilmiş, ne de bir kadın düşünebilmiştir. Bunu hiç unutma­yınız. Bundan sonra yine Cenab-ı Hak'kın emriyle bizlere vereceği ayrı ayrı dersler için ayrı ayrı hanımlarla evlilik yaparak ayrı motiflerdeki hanımları bize tanıtmıştır. Ama bunların içerisinde Hz. Hatice hep o özel yerini muhafaza etmiştir..

Hatice annemizin, Efendimizden 10-15 yaş büyük olması gerekmezdi. Cenab-ı Hak isteseydi ikisini de aynı an yeryü­züne ışınlardı. Ama bize bir şey öğretmiştir. Sevgiyi ve aşkı.

Devam edecek
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

SEVGİNİN HÜKMÜ

Efendimizin bir rivayete göre 7, bir rivayete göre 8 evladı Hz. Hatice'den olmuştur. Bu ayrıca aşkın bir başka ışığıdır. Biyolojiye ışık tutacak, bugünkü çağda yaşayan insanların anlayamadığı bir takım şeylere ışık tutacak bir hikmettir. Bir çok genç hanımlarından çocuğu olmamıştır ama Hz. Hatice 63 yaşında bir yavru dünyaya getirmiştir. Demek ki sevdanın biyolojiye bile hükmü vardır. Fahr-i Kainat Efendimizin özündeki o akıl almaz genetik şifreleri çekecek bir sırra sahiptir. Öyle bir şeydir sevda.

Allah Fahr-i Kainat Efendimizin şahsında sevmeyi öğretsin bize. O sevgiyi beşeri çizgilere bağlamak gerekmez. Kadın erkek arasındaki sevgiye bağlamak gerekmez. Daha önceki konuşmalarımda da söyledim. Cenab-ı Hak Fahr-i Kainat Efendimize ait çok çeşitli misallerle yansıtmıştır. Tek bir noktaya yansıtmaya kıyamamış, Hz. Nesibe misalinde yansıtmıştır.

Biliyorsunuz Hz. Nesibe'nin sevdası hiç bir beşeri yanı olmayan ama Resûlallah uğruna kolunu veren, oğlunun savaşta şehit olmasına razı olan bir müthiş sevdadır. Hz. Sümeyye misalinde yansıtmıştır. Göğsünde kafirin kılıcı o kalbi sökmedikçe içi rahat etmemiştir. Hz. Sümeyye Ebu cehil ve şürekasına NE OLUR BU KALBİMİ ÇIKAR MUHAMMED UGRUNA PARÇALANSIN diye manasıyla yalvarıyordu. İşte bunlar böyle sevdalardı.

Bizler, küçük insanlar büyük insanları anlayamıyoruz da kendi kendimize yaptık zannediyoruz. Bu, koskoca bir İslam davasıdır unutmayınız arkadaşlar. Sağdan soldan söylenen lafları dinlemeyiniz. Medeniyetin tek emniyet sibobu İslam davasıdır. İnsanlığın tek emniyet sibobu İslam davasıdır. Fahr­i Kainat ve Hz. Hatice'nin sevdası kadın-erkek arasındaki o müthiş münasebeti öğretti kainata.

Siz sanıyor musunuz ki Osmanlı ordusu, Selçuklu ordusu sıradan bir takım beşeri yapılardan doğdu. Genetik şifrelerden doğdu, yeryüzünü bir kağıt gibi yıktı. Ne zaman kadar? Sevdasını kaybetmeyene kadar. Sonradan sevdasını kaybetti. Yoksa o kadının gönlündeki aşk olmasaydı, o asker olur muydu? Eğer kadının gönlündeki aşk olmasaydı, erkeğin gönlündeki Fahr-i Kainat aşkı olmasaydı bir ULUBATLI HASAN ÇIKAR MIYDI? Üstüne dökülen kızgın zeytinyağına rağmen vücuduna saplanan oklara rağmen müttebessim bir yüzle MÜJDELER OLSUN SULTANIM RESULULLAH BURADAYDI diyecek bir erkeğin doğması için aşk olması gerekir.


AŞKIN İKİ KANADI

Bu aşkın bir kanadı erkek bir kanadı kadındır. Onun için İslamiyet kadına önem vermiştir. Yoksa kadın süs olsun diye değildir. Bugün, batı, kadını süs olsun diye taşıyor, aksesuar olarak taşıyor. Aslında 14 asır önce esir pazarında satılan kadın ne ise bugün televizyonda çıplak oynatılan kadın odur. Nerede kadınlar? Niye sahip çıkmıyorlar? Bu sözleri bana Hz. Hatice söyletiyor. Allah aşkına sahip çıkın bu kadınlara. Yazıktır, günahtır. Esir pazarındaki gibi oynatıyorlar.

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

GELDİ Mİ SEVDA


Ama aşk geldi mi, sevda geldi mi bütün beşeri sırlarını bir tarafa "itiyor" kadınla erkeği Cenab-ı Hak'kın bir mucizesi halinde birleştiriyor. Yeni nesiller de aşk-ı İlahiye naklediyor ve kainat böyle var oluyor, medeniyet böyle var oluyor.



Boşu boşuna İslama düşman oluyorlar. İslam söndüğü an medeniyet söner, dünyadaki hayat söner,evrenler yıkılır, kıyamet düğmelerine basılır.



Hz. Hatice annemizin çok özel bir yanı da bütün servetini İslamiyet uğruna harcayarak yetmiş kişiyle İslamiyeti 11 yıllık o dar günlerde yürütmesidir. Hz. Hatice annemizin serveti çölde ölüme terk edilen bir avuç (70 veya 80) Müslümanın karaborsa su ve ekmek ihtiyacına giderek İslamiyeti ayakta tuttu. Lüzumsuz sözler söylemek caiz değildir. Hz. Hatice annemiz olmasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu gibi konuşmamak lazım. Ama o 70-80 kişinin günlerce susuzluktan titreyen dudakları Hz. Hatice'nin servetiyle alınan karaborsa suyun ve ekmeğin sayesinde gülmüştür. Bunu insaniyet unutacak da çocuğuna Hatice ismini koyarken tereddüt edecek. Niye? Çünkü aşkı sembolleştiriyor. Allah bu ismi yalın ayak takımına layık görür mü? Bir sürü isim var. Hepsi peşine takılmış gidiyorlar. Allah layık görür mü o isme? O isim müthiş bir isim.



Biliyorsunuz Hz. Cebrail'in getirdiği mesajlar iki türlüdür. Biri BU KUR'ANDIR diye söylediler, onlar Kur'anıdır, Kur'an halinde ciltlenir. Bir diğeri ALLAH ŞÖYLE BUYURUYOR diye emredilir. Bu Kur'ana dahil değildir. Bir gün Hz. Cebrail, Allah buyuruyor ki " Hz. HATİCE İÇİN CENNETTE. Hiç KİMSENİN DUYMADIGI İNCİYE BENZER ÇOK ÖZEL BİR MEKAN HAZIRLADIM BU MEKANA SEVGİSİ OLMAYAN BAKAMAYACAK" dedi..



Hz. Hatice annemizin Cenab-ı Hak yanında o kadar büyük bir hatırı var ki, onun için kimse zannetmesin ki ben Hatice ismini yavruma koymadım. Hatice annemiz çok gani gönüllüdür ama Allah müsade etmez.



Yine bir gün Hz. Cebrail geldi ve Efendimize "ALLAH'IN HATİCE'YE SELAMI VAR BENİM DE SELAMIMI SÖYLERSİN" dedi. Efendimiz bu Emr-i İlahiyi Hatice anne­mize söylediğinde Hatice annemiz müthiş bir tasavvuf analizi olan şu sözleri söyledi. "BEN DE CEBRAİL’E SELAM GÖNDERİYORUM. SELAMINA MUKABELE EDİYORUM AMA ALLAH'IN SELAMINA MUKABELE EDEMEM ÇÜNKÜ BİZZAT SELAM VE SELAMET O'DUR." Bu sözleri bize naklolsun diye söylüyor. BEN O SELAMI ZATEN GÖNÜLDEN ALDIM diyor. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimizin Allah sevdası ile büyüttüğü yüreğinde bir şelale geçtiği zaman, Hatice annemizin de yüreğinden bir şelale geçiyordu. Bunun müthiş bir örneği de bütün tasavvuf ve mana alemine nakşol­muştur.



Fahr-i Kainat Efendimizin İslamiyeti intişarından 10-12 gün sonra. İslamiyet iyice güncelleşti. Fahr-i Kainat Efendimiz ne zaman mesajları anlatmak için dışarı çıksa, Hz. Hatice annemiz odasından çıkar avluya gelir otururdu. Bu sevdanın müthiş bir işaretidir. Hz. Hatice annemizi anlayabilirsek, ondaki sevginin tabirini kazanırsak, müthiş insanlar oluruz. Birbirimizi sever, kardeş oluruz. İslamiyetin arasına sokulmak istenen nifakların hepsini asit gibi yakarız.



Hz. Hatice odasından çıkar güneşin sıcaklığının 60 dere­ceyi bulduğu havada avluda otururdu. Hatice annemizin Nefise ve Hale adlı arkadaşları genellikle yanında olurlardı. "YA HATİCE ÇOK SICAK İÇERİ GİRSEN" dediklerinde "RESULÜLLAH DÖNENE KADAR GİREMEM, RESULÜLLAH GÜNEŞİN ALTINDA İKEN BEN GÖLGEDE OTURAMAM. ELİMDE DEGİL, GÖNLÜM BIRAKMAZ BENİ. NE ZAMAN O GÖLGEYE ÇEKİLİR ANCAK O ZAMAN İÇERİ GİREBİLİRİM" diye cevap verirdi. .

Hz. Hatice annemizin bir diğer özelliği de şudur. İslamiyetin çıkış anı bomba gibi bir hadisedir. Hz. Cebrail'in bütün İlahi ceryanları Fahr-i Kainat Efendimizin etrafında toplaması, bir insan bedeninin tahammül edemeyeceği kadar bomba gibi bir hadisedir. Bu olay dahil, ondan sonra Müslü­manlara yapılan işkenceler dahil, Efendimize yapılan haka­retler dahil bütün bunların karşısında bir insanın 12 yıl bir davayı sabırla yürütmesi mümkün değildir. Batılı düşünürlerin ortak bir ifadesi vardır. Hiç bir insan 12 yıl 100 kişinin inan­dığı bir davayı ateşler içerisinde yürütmeye tahammül edemez, diyorlar.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

HÜZNÜ GÖNÜLDEN ALIŞI



Dikkat ederseniz 12 yıl boyunca Müslümanların sayısı 150 kişiyi aşmamıştır. Her gün kavga, her gün şehitler, her gün dayak buna 12 yıl kimse tahammül edemez. Yalnız Fahr-i Kainat Efendimiz tahammül edebilir. Bütün hakikatleri bildiği halde dört tane yalınayak karşısına geçip, BEN ALLAH'A İNANMIYORUM diyecek. Buna insan tahammül edemez çıldırır, yahut erir biter. Ama bunların hiç birisini yapmadı, sabırla bu mücadeleyi yürüttü.



Bir gün Hz. Aişe validemiz, Fahr-i Kainat Efendimize "SEN HATİCE'YE NEDEN BU KADAR SEVDALISIN, NEDEN ONU HALA UNUT AMIYORSUN" diye sordu­ğunda: "ONUN GÖNLÜNDE HİÇ KİMSEDE BULUN­ MA V AN BİR ÖZELLİK VARDI. İNSANIN GÖNLÜNDEKİ HÜZNÜ BİR V AKUM GİBİ ÇEKER ALIRDI" diye cevap verdi.



Çünkü Efendimiz kendisinden ziyade, Müslümanların hırpalanmalarından, dayak yemesinden, şehit olmasından müteessir olurdu. Resulüllah uğruna evladını terk etmiş bir insan "DAR-ÜL ERKAM'A GİDİP RESULÜLLAHI DİNLE­VEYİM" diyen insanı bir de işitiyorsunuz ki yarım saat sonra ya dövmüşler, ya parçalamışlar, ya öldürmüşler. Bu tür olaylar Efendimize fevkalade elem ve hüzün veriyordu. Bu hüznün geri alınması da mümkün değildi. Çünkü Efendimiz bu hüznü kendi iç dünyasında teselli etmek imkanında zaten değildi. Takdir derdi, şehadet derdi, cennete gidiyorlar derdi ama hüznü kaldıramazdı. İşte bu hüznü yalnız Hz. Hatice annemiz kaldırıyordu. Bu hassa ondan başka kimsede yoktu.



Bu sevginin başka bir tarzıdır. Sevgi, gönülden gönüle akan bir ceryandır. Gönülün içine aktıktan sonra ne var ne yok alıp tekrar kendi gönlüne getiriyor, bütün hüzünleri kendine naklediyor. Hz. Hatice'nin hüzün alıcı hassası o gönüldeki bütün hüzünleri alıp kendi gönlünün devresine bağlıyor. "O hüzün beni yaksın, beni kavursun ama Resulüllahı rahatsız etmesin" diyor. İşte Hatice annemiz bu akıl almaz gönül desteği ile Efendimizin hüzünlerini dağıt­mıştır . Gönlü tahammül hududuna geldiği an bir ramazanda cuma günü dünyasını değişmiştir. Gerçekten Efendimizi çok müteessir etmiştir ve eğer tabiri caiz ise Cenab-ı Hak ve Hz. Cebrail Efendimize taziyette bulundular.



Allah, Hatice annemizin bize özel olarak verdiği Fahr-i Kainat sevgisinden ve onun rahle-i tedrisinden yetişmekten İslam hanımlarını mahrum etmesin. Hz. Hatice'nin yüzü suyu hürmetine İslam kadınlarının gönlünde İslam sevdasını doğursun ve İslam sevdasını Hz. Hatice'nin damgasıyla damgalasın inşaallah



Başımı örttüm şöyle dediler, ben bunu yaptım böyle dediler yok. İnsanın utanacağı bir tek Rabbi var. Allah'ın zevkle seyrettiği İslam kadrosundan kaçarak ondan utan­maya kalkmak büyük bir cehalet ve densizliktir.



Hz. Hatice annemiz koyduğu aşk formülleriyle KİM NE DERSE DESİN yasasını getirmiştir. O YANARKEN, TER LE RKEN BEN GÖLGEDE OTURAMAM, FAHR-İ KAİNAT SEVDASINA DÜŞTÜKTEN SONRA BENİM İÇİN DÜNYA BİTMİŞTİR. DÜNYA ARTIK SADECE HİZMET İÇİN VARDIR yasasını Hz. Hatice koymuştu..



Dünyaya ait bütün malının mülkünün anahtarını Efendi­mize teslim etmesi bir jesttir ama bir köşeye mi çekilmiştir? Hayır! Kendisini Efendimize hizmete adamıştır. En zor çağda, cariyelerin, kölelerin Efendimizi gizli gizli ziyaret ettik­leri dönemde onlara Efendimizden çok Hz. Hatice muhatap olmuştur.



Hatta bir gün Ebu Süfyan'ın cariyesi Efendimizi ziyaret için gelmişti. Kapıyı çaldığı zaman onu Hz. Hatice buyur etti. Hz. Hatice bir simgeydi ama Hatice annemiz o cariyeyi bal şerbeti yaparak ağırladı. Hatice annemizin bütün cariyelere ve mazlumlara gösterdiği bu asil davranış bütün yürekleri tatmin ve hayran ederdi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

NEFİS BİR GÖNÜL, MUHTEŞEM BİR AHLAK



Böylesine içtimaı mevkisi çok yüksek olan üstelik de Peygamber eşi olan bir hanımefendinin bir cariyeye hizmet etmesi ne asil bir davranıştır. Dikkat edin bir çok yanlış 'huylarımızı atamamışızdır. Hangimiz bir lokantaya gittiğimiz zaman oruç tutan bir garsona sen otur da ben çorbanı geti­reyim diyebiliriz. Ama Hz. Hatice cariyelere hizmet ederdi. Çünkü onun nazarında asalet imanda idi. Yılların birikimi Arap geleneği onun gözünde sıfırdı. Cariyeler içeri girip oturmak istemezlerdi, sıkılırlardı, odaya giremezlerdi, çünkü alışkın değillerdi. Bahçede dururlardı. Hatice annemiz "MADEM BAHÇEDE OTURMAK İSTİYORSUNUZ BUYRUN OTURALIM" der minderleri bahçeye getirirdi. Böyle nefis bir gönüle, böyle muhteşem bir ahlaka sahipti.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

AŞK MEYVASI FÂTIMA



Hz. Hatice annemizin en büyük hikmetlerinden birisi de elbette ki aşkın ne getirdiğinin en büyük sırrı Hz. Fâtıma meyvasıdır. Çünkü Hz. Fâtıma da tıpkı Hz. Hatice gibi mana dünyasından çok özel bir şekilde getirilmişti. Hz. Fâtıma'nın çok özel geliş intikali Hz. Hatice'nin aşk meyvasıdır..



Gönüllerden çok ince bir şiddetle geçen ışın maddelerde akıl almaz bir ihtişam ve bunların sonunda da İslam mana ceryanlarını birleşerek ortaya koyduğu ve bizim ancak okuya okuya binlerce 'velinin büyük güçlüklerle yaklaşmaya çalıştıkları hadise onların sırrını öğrenmektir. ,
Tasavvuf, velayet ve tarikatlerin verdikleri formüllerin tümü Hz. Hatice'nin İlahi aşkı ve Sevday-ı Muhammedi'yi simgeleyen sırlardan gelişmiştir.



Tasavvufta iki ana formül vardır.
1- KİM NE DERSE DESİN ALLAH UGRUNA ÇALIŞMAK
2- ANAHTARLARI ATMAK.
Gönlü, Resulüllahın gönlü ile bağlanmadıktan sonra hiç bir yere varılamayacağı Hz. Hatice'nin getirdiği ilkedir.
Mananın ana düsturlarını yaşamak, yaşatmak ve Müslüman­lara öğretmek Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma annemizin sırrıdır.
Nasıl ki İslam hukuku Hz. Aişe ile gönderilmiştir, tasavvufun ana ilkeleri de Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma kanalıyla intikal etmiştir.
Hz. Fâtıma Kur'anın enfüsi manasının tek yorumcusudur.
Yani ayetlerin iç manasının tek yorumcusudur.
Efendimiz zanında bu yorumları yapan Fâtıma annemiz, Efendimizden sonra yaşamamıştır.
Hz. Hatice annemiz de Efendimizin gönlündeki bütün hüzünleri çeke çeke gönlü tahammül edememiştir.
İnanınız Hatice annemizin dünyasını değişmesi yaşı dolayısıyla değildir. Fahr-i Kainat üzerine sevk edilen takdirin o büyük yükünü ala ala, kendisini eze eze dünyasını değiştirmiştir.
Efendimiz bunu bildiği için HÜZÜN YILI demiştir.
Cenab-ı Hak inşaallah Fahr-i Kainat Efendimize olan sevdası yüzü suyu hürmetine Türk kadınlarına Hatice annemizin sırrını verecektir.
Hepimiz biliyoruz ki beşeri kalıpta ilk Müslüman Hz. Hatice’dir.
Hepimiz ilk Müslümanın arkasında Fahr-i Kainata iman ettik bunu hiç unutmayınız.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

İMAN KERVANI



Hz. Hatice'ye karşı sevginizi, saygınızı bu çizginin dışında görmek istemem. Milyonlarca, milyarlarca insan tek tek o ipin ucuna bağlandı. Fahr-i Kainat Efendimizin sevdası Kalb-i Muhammedide Hz. Hatice'nin eliyle yapışık olmasaydı arka­sından belki tutunamazdık. O büyük sevdanın, o aşkın saye­sinde tutunabiliyoruz. Hz. Hatice'nin iman kervanına Allah hepimizi dahil etsin.
Hz. Hatice'nin yüzü suyu hürmetine İslam düşmanlarına fırsat verme


Ya Rabbim, Hz. Hatice'nin sırrından bütün mü'min kardeşlerimizin gönlüne zerresinde zerresi olsa bir ışık lütfet.

MUHAMMEDi SIRR-ı SEVgi ile...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Resim
'İslam Anneleri' Arşivi


Hz. AMİNE ANNEMİZ

Onk. Dr. Haluk Nurbaki

Sonsuz güzelliğinin, sonsuz enfüslerinde, kendi güzelliğinin aşkını yaşayan Rabbim. Hamd-ü senalar olsun ki, sevgilinin annesini bize andırıyorsun. Ya AMİNE bizi affet. Biz sana layık değiliz, ama lütfettin, ihsan ettin, kendini anlatma fırsatı verdin. Selamun aleyküm. Bugünü manadan seyretmeye gelen ruhlar ve siz sayın müminler! Allah hepinizden razı olsun.
Fahr-i Kainat Efendimizin yani Allah sevgilisinin dünyaya intikali Cenab-ı Hak'kın gönlünde murad edildiği zaman, bütün ruhların içerisinde büyük bir niyaz yarışması vardı. Acaba bu intikale vesile olacak anne kim olacaktı, bu manevi laboratuar içerisinde böyle bir seçime kim layık olacaktı? Efendimize aşık bütün ruhlar titreyerek bekliyorlardı. Cenab-ı Hak kimi tercih edecekti?
Cenab-ı Hakk'ın o akıl almaz sırrı ile gönül özünde tesbit ettiği bir büyük cevher vardı ki, Fahr-i Kainat Efendi¬mizin dünya mekanına intikalinde ancak o vazife alabilirdi ve Amine annemiz hilkatin (yaratılışın) şaheseri olarak o anda tesbit edildi. İnanır mısınız o yarışmada birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü olabilmek sırrına ermek, Fahr-i Kainata hizmet fırsatı bulabilmek için nice ruhlar çırıpındılar durdular.
Bu çırpınan ruhların içerisinde Hz. Âmine annelik makamını kaptı. Bize de biraz fırsat ver Yarabbi diye niyaz edenlerin içerisinde Hz. Halime, Hz. Şifa, Hz. Ubeyde ve Hz. Ümmü Eymen ikinci derece ikramiyeleri kaptılar. Çünkü inşaallah manada göreceğiz ki, değil Rasulüllah'a bu kadar yakın olmak, uzaktan eteğinin tozuna bile sarılmak Allah sırrına yakın olmanın en büyük hazzıdır.
Cenab-ı Hak'kın, Fahr-i Kainat Efendimizin etrafına ışık ışık sıraladığı bu galaksilerin öylesine sıradan bir gönül olma¬dığını ve her birisinin Allah'ın en büyük sırrı olan gönle ait bir ışık yakacağını, bunun içinde müstesna imtihanlar vereceğini unutmamak gerekir. Hz. Amine de bu sır etrafında dünya platformuna geldiği zaman çok büyük bir heyecan halinde sırasını beklerken Allah'ın büyük bir kompütür tezgahında dokuduğu özel bir hikmet vardı. O hikmet neydi?



YOLLAR AŞKINLA DOLSUN

Asıl olan Fahr-i Kainat Efendimizin gönlü, ruhu olmasına rağmen Cenab-ı Hak dayanılmaz bir aşkla sevdiği Fahr-i Kainat Efendimizin maddesini de çok ince mimari nakışlarla dokuyordu. Bunun için de Hz. İbrahim'e, Hz. İsmail'e çeşitli imtihanlar vermiş onların kanallarından da nâ-mütenahi analizler yapmış, hususi surette tercih ettiği nesli hazırlamak için benim habibimin geldiği kanalların hepsi nurla dolsun, bizzat taa ezelden ebede kadar yollar ışıkla dolsun diye nâ-mütanahi zarif insanları seçmiş ve onları hazırlamıştır.
Bir aşık şair der ki, Hz. Adem, Fahr-i Kainatın kendi neslinden~geleceğini hissedince, cennetteki yasak meyveye koştu, onu yedi. Tek benim neslimden alemlerin kendisi için yaratıldığı Hz. Muhammed (S.AV.) gelsin diye.
Mana aleminde Fahr-i Kainat Efendimizin öyle bir yeri vardır ki, tasavvur etmek mümkün değil. O çilenin içerisinde, o yaratılış senfonilerinin içerisinde Hz. İbrahim ayrı bir vazife aldı, onun çocukları ayrı bir vazife aldı. Zevkten, neşeden hazdan çıldıracak kadar mutlulardı. Allah bu mutluluğa, Efendimizin yeryüzüne intişarına ve intikalline ne kadar önem verdiğini anlatmak için Hz. İsmail'in oğluma rüyasında özel bir mesaj ile Fahire isminde bir Arap hanımıyla evleneceksin diye emir verdi. Fahire'yi bulabilmek için yıllarca çölde aradı. Aslında Cenab-ı Hak isteseydi Fahire'yi en yakında bulundururdu ama taşıyacağı emanetin kutsallığını anlatabilmek için taa kırk nesil önce nasıl titizlendiğini, Fahire'yi bir köşeye, eşini ayrı bir köşeye koyarak bir araya getirmek için bize gayreti ve zevki tanıtmak için yaptı bunu. Yıllarca arattırdı ve o nesil ta ki Hz. Berre'ye gelene kadar.
Hz. Berre'nin soyu arına arına o döneme kadar geldi. Bir taraftan da Haşimi soyundaki nizamı ve hikmetleri düzenlyerek o iki yüce insanı karşı karşıya getirip bunları arasından Fahr-i Kainat'ın nurunu intikal ettirmek içi Cenab-ı Hak kader çizgisini çizmiştir.
Nihayet Mekke'de Vehep isminde fevkalade zarif yapılı fevkalade cesur, cesur olduğu kadar merhametli bir zat, yine aynı derecede kıymetli Berre isminde bir annemizle tanışı evlendiler. İkisi birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya dayanamıyorlardı. O kadar mutlulardı ki, her ikisi de her türlü şerden âli idiler. Bu çok önemlidir. O günün Mekke'sinde büyük felaket rüzgarlarından o kadar uzaktaydı ki herkesin dikkatini çekiyorlardı.
Hz. Vehep ve Berre birbirlerine o kadar sıcaklık duyorlardı ki, adeta görüşsek de selamlaşsak diye hasret çekelerdi. İçlerindeki manevi baskı, meydana gelecek büyük İlâhi nurun teşekkülü cazibe gibi çekiyordu onları.

Devam edecek İnşaallah!

MUHAMMEDi SIRR-ı SEVgi ile....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

HASRETLİ BEKLEYİŞ


Hz. Berre Hz. Veheb'in birbirlerini çok sevmelerine rağmen çocukları olmadı. Allah hazinesinden gelecek olan sır, çok intizarlar ve çok hasretle geldiği için büyük bir ibret olarak çocukları olmadı. Berre Sultanın o sonsuz güzelliği içerisinde nezaketi, merhameti, sabrı ve infakı çok meşhurdu. Elinde ne varsa dağıtan, her türlü hadisat karşısında fevkalade sabırlı, Allah'a isyan etmek şöyle dursun isyan görüntüsü vermekten korkan fevkalade zarif bir hali vardı.
Hz. Berre Allah'a karşı o kadar nazikti ki, "BEN KÜÇÜK ÇOCUKLARI SEVMEZSEM, ALLAH'A KARŞI AYIP EDERİM. FAKAT FAZLA SEVERSEM ACABA BANA NİYE VERMEDİN DİYE ALLAH'A BİR SİTEM OLUR MU" diye düşünürdü. Hz. Amine annemizi doğurana kadar rahat çocuk sevemedi. Hz. Berre Allah'a karşı olan saygısında işte böyle bir hususiyet taşıyordu. Allah'ın kaderine karşı elbette ki onlar gibi hassas olamayız ama hiç olmazsa sabırlı olmaya çalışmalıyız.


COŞTURAN MÜJDE

Hz. Berre ve Hz. Veheb her an Allah'ı konuşurlardı. Devamlı surette insanlara hizmet etmek isterler, devamlı surette infak ederlerdi. Nerede kimin ne derdi varsa mutlaka, Hz. Berre ve Hz. Veheb'in himayesini görürdü. Yıllarca çocuk bekledikten sonra bir gün Hz. Berre müjdeledi, hamileyim dedi. Hz. Berre'nin hamile olması ile büsbütün coştular. Hamilelik sona doğru yaklaşırken Hz. Berre'yi bir hüzün kapladlı. Hz. Veheb "HASTAMISIN, BİR DERDİN Mİ VAR" diye sorduğunda; "İÇİME BİR SIKINTI DÜŞTÜ , YA KIZ DOGURURSAM" diye cevap verdi.
O zamanki Arabistan motifini düşünün. Doğacak çocuk mutlaka erkek bekleniyor. Kızın gelmesi sanki bir süprüntü gibi mütalaa ediliyor. Hz. Veheb: "BUNCA SOHBETİMİZ, BUNCA GÖNÜLDAŞLIGIMIZA BEN BU SÖZÜ AYKIRI BULDUM. KIZ, ERKEK BENiM İÇiN FARK EDER Mi? İKİSİ DE ALLAH'IN EMANETİDİR, BENDE BİR FARK OLMAYACAĞINA DAİR ALLAH'A SÖZ VERİYORUM" dedi.


İSMİNİ SEN KOY

Hz. Amine doğduğu zaman kendisine soluk bir sesle kızınız oldu dediklerinde "HEMEN KAZANLAR KURULSUN, BÜTÜN ARABİSTAN'A ZİYAFET VERİYORUM" dedi. Hemen çocuğu aldı, Abdulmuttalip Hazretlerine götürdü "EY DOSTUM BUNUN İSMİNİ SEN KOY" dedi. Kızı ile iftihar etmek, ziyafetler vermek o zamanki Arap ananelerine göre o kadar ters bir şeydi ki" Cenab-ı Hak'kın projektörü o anda ışık ışık Hz. Abdulmuttalip'in üzerine çevrildi. Hz. Abdulmuttalip: "BUNUN ADI AMİNE'DİR" DEDİ VE SONRA "EY KAVMİM, EY MEKKELİLER BEN VEHEB KADAR HAYSİYETLİ BİR ADAM DAHA GÖRMEDİM. KIZ ÇOCUĞUNUN DOĞUMUNA ZİYAFET VERDİ. BU BİR REFORMDUR, BU ÇAG ATLAMAKTIR" dedi.

MARŞA BASMA

Hz. Amine annemiz yeryüzüne teşrif ettiği zaman kadınlar, kadınlık çağ atladı. O zamana kadar doğunca üzüntü duyulan hatta diri diri gömülen kadınlık sistemini Hz. Amine'nin babasının o latif, o zarif gönlü bir anda değiştirdi. O andaki Arap kavminin ve Asr-ı Saadet çağında doğacak pek çok hanımefendinin babaları tarafından itibar görmesini sağladı. Bu, bir marşa basma olayıydı.
Emin olun Hz. Veheb olmasaydı Asr-ı Saadette doğanlar dahil kadın hala itilip kakılacaktı. İşte böyle çok zarif ve ince bir zat'ın kerimeleri annelerin annesi, kainatın maddede doğurucusu (o bing bang dediğimiz teori yıldızları doğurmuş) ama manadaki büyük sırrın, Ruh-u Muhammed'in yeryüzüne intikaline vesile olan büyük doğum Hz. Amine'den olmuştur


BÜYÜK ŞAİR

Hz. Amine küçük yaştan itibaren hem maddi, hem manevi güzelliğiyle herkesin dikkatini çekiyordu. Dört yaşından itibaren şiirler yazmaya başladı. Gelmiş geçmiş en büyük şair Hz. Amine'dir. Her konuşmasını şiir şeklinde naklederdi. Başkalarıyla kıyas etmemek için isim vermiyorum ama Hz. Amine'nin bütün konuşmalarını toplasanız 10 ciltlik muazzam bir edebiyat hazinesi hasıl olurdu. Bu kendisinin elinde olan bir şey değildi. Gönlündeki zerafetten diline dökülen kelimeleri zarif çizgilere bürümek sırrına sahipti.
Hz. Amine annemiz Hz. Veheb ve Hz. Berre'nin himayesinde yaşarken o küçük yaşlarında bütün çocuklardan farklı bir görünümdeydi. Bu farklı görünüm güzelliğiyle beraber manasını da bir enerji gibi sarmıştı. Şöyle ki:
BAKANLAR HAYARAN OLUYORDU
Hz. Amine'nin çok güzel, çok akıllı, hali vakti yerinde biri olduğunu herkes bilirdi. O çağda, o ara kavminde böyle bir hanımefendiyle herkes evlenmek isterdi. Ona bakanlar hayran oluyordu ama kimse evlenme teklifi etmeye cesaret edemiyordu. Hatta dostluk bile teklif edemiyorlardı. Çünkü Hz. Amine Allah'la beraberdi, çok özel bir şey olmadıkça kimseyle konuşmak istemiyordu.


SEÇİLMİŞ KİŞİLER

Çok net, siyah, baktığı zaman yere düşürecek kadar güzel gözleri vardı. Yüzü, pembe soluk bir çehrenin içerisinde melek teni denen bir rengi temsil ediyordu. (Hz. Amine'nin teninin rengi meleklere nakşolmuştu yani melekler tenlerinin rengini Hz. Amine'den almışlardı.) Hz. Abdullah Efendimiz de tıpkı Hz. Amine annemiz gibi hesna-müstesna seçilmiş bir kişiydi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

VAAD NE OLDU?

Hz. Abdullah Efendimiz, Hz. Amine annemizden dört yaş büyüktü. O da bir seçkinlik ve dekor içerisinde yeryüzüne intikal etmişti. Hz. Abdülmuttalip'in çocukları olmadığı için "YARABBİ BANA ON TANE OĞLAN ÇOCUK VER DE SANA BİRİNİ KURBANLAR KESEYİM" diye adak adamıştı. Çünkü Kureyş'in liderliğini yapabilmek için kuvvetli olmak lazımdı. Bunun için de çocuğa ihtiyaç vardı. Cenab-ı Hak Hz. Abdulmuttalip'e on tane yavru verdi. Kurban vaadini biraz ağırdan aldılar ve Cenab-ı Hak rüyasında emretti "KURBAN VAADİN NE OLDU?" dedi. Hemen çocuklar arasında kura çektiler Hz. Abdullah çıktı. Hz. Abdullah Hz. İsmail gibi "BABA NİÇİN CANINI SIKIYORSUN. ALLAHIN EMRİ ŞU KÖTÜ DÜNYADAN DAHA MI ÖNEMLİ. BANA GÖRE HİÇ BİR ŞEY FARKETMEZ. SEN ALLAHIN EMRİNE UY" dedi. Ama ne Abdulmuttalip ne de Kureyş'in önde gelenlerinin yüreği böyle bir şeye elvermiyordu. Bu kadar kahraman, bu kadar iyi yürekli birisinin kurban edilmesine razı değillerdi. Herkes bir akıl veriyordu ama verilen akıllar tutmuyordu. Allah'ın emrini geri çevirecek bir şey bulamıyorlardı.

KURRADA O ÇIKIYORDU?

İşte o sırada Hz. Veheb Hz. Abdulmuttalip' e geldi, "ÜSTADIM BUNUN MUTLAKA BİR ÇARESİ VARDıR. BİR KAH İN KADIN VAR O BÖYLE ŞEYLERE ÇARE BULUYORMUŞ" dedi. Hz. Veheb'in işaretiyle Hz. Abdulmuttalip kahini buldu. Kahin kadın: "SİZDE KAVGADA BİR ADAM ÖLDÜĞÜ ZAMAN DİYET OLARAK NE İSTERLER" diye sordu. Hz. Abdulmuttalip: "ON DEVE İSTERLER" diye cevap verdi. Kahin: "O ZAMAN ON DEVE VE Hz. ABDULLAH'I KURAYA KOY ŞAYET KURA DEVELERE ÇIKARSA BU ABDULLAH'IN DİYETİDİR. ŞAYET" Kurada deve çıkmazsa her seferinde on deve artır dedi. Kurayı çektiler hep Hz. ABDULLAH çıkıyordu. Onuncusunda kurada deve çıktı. Böylece Abdulmuttalip yüz deveyi kurban edip etlerini insanlara ve hayvanların yemesi için orada bıraktı.

EMANETÇİLERE FATİHA

Bunları anlamadan Hz. Abdullah'ın gönlündeki hikmetleri, kerametleri anlamak mümkün değil. Bakın hiç bilmediğimiz yeni bir veliyi tanıyoruz. Ben okuyucularımdan rica ediyorum. Hz. Veheb ve Hz. Berre'ye üç ihlas bir fatiha okumadan yatmayın. Bu insanlar kimin emanetçileridir? Bizi ölümden, yokluktan, ahmaklıktan, şeytan la dans etmekten, kurtaran, kainatın kör insanının gözünü açan yüceler yücesi Fahr-i Kainatın emanetçileridir? O yolda çile çeken insanların ruhlarına okumayı hiç ihmal etmeyiniz.
Bu hadiseden sonra Hz. Veheb'le, Hz. Abdulmuttalip'in dostluğu daha da sıcaklaştı. Ancak Hz. Abdullah küçük yaşta Hz. Amine'yi görmesine rağmen, ondan sonraki yıllarda bir türlü rastlaşamadılar. Çünkü Arap geleneklerine göre birbirleriyle dostluk yapmalarına imkan yoktu. Hz. Amine'nin bir huyu vardı. Yürürken yere bakmazdı ama insanlara da bakmazdı.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

GÖNLE SAPLANAN HANÇER

Takdir günü geldiği zaman yolda yürürken Hz. Abdullah'ı gördü. Hz. Amine'nin gönlüne bir hançer saplanmış gibi kaldı. İlk defa gönül nazarıyla farketti ve Hz. Abdullah Efendimize hayran oldu, şaşırdı kaldı. Çünkü Hz. Abdullah Efendimizin güzelliği o kadar meşhurdu ki, dillere destandı. Hatta kendisine pek çok evlenme teklifi yapılırdı. Bunu din kitapları alnındaki nurdan dolayı koşarlardı, talip olurlardı diye yazar. Aslında güzelliği nuru Muhammedi’den geliyordu ve çok etkiliydi.

BÜYÜK HEYECAN

Hz. Abdullah o zamana kadar hiç bir kadınla evlenme arzusu duymamış, hiç bir kadın gönlüne hitap etmemişti. Eve döner dönmez babasına "BUGÜN BİR KIZ GÖRDÜM, ONUNLA EVLENMEK İSTİYORUM" dedi evlerini tarif ettiği zaman Abdumuttalip ağlamaya başladı. “O BENIM AZİZ DOSTUM VEHEB'İN Kızı, İSMİNİ KOYDUGUM AMİNE'DİR" dedi. Hz. Abdullah ve Hz. Abdulmuttalip'in geldiğini gören Hz. Amine annemiz yolda gördüğü gönülden sezdiği insanın Abdulmuttalip'in oğlu olduğunu o an farketti. Acaba dünür meselesi için mi geldiler diye heyecandan kalbi durmak üzereydi.
O zamanki Arap geleneklerine göre zifaf kadının evinde olurdu. Yani nikahtan sonra evlilik formasyonu üç. gün süreyle kadının evinde sürerdi. Bu, genç kızın evliliğe alışması, evliliğe uyum sağlaması ve kendisini yabancı hissetmemesi içindi.


BÜYÜK MÜJDENİN DUYURUSU

Hz. Veheb'in evinde evliliğin ikinci gecesinde bir hadise oldu. Allah bütün meleklere emretti. "MÜJDEYİ VERİN SEVGİLİMİ AMİNEYE İNTİKAL ETTİRDİM" buyurdu. Ve bütün melekler kainatın her noktasında (her noktasında derken aklınızda kısa tutmayın, bir yıldız bir güneş meselesi değil her atomun çekirdeği dahil) "MUHAMMED İNTİKAL ETTİ" diye bağırıyorlardı. Bütün alemler sevindi ve o andan itibaren Hz. Amine Hz. Abdullah'tan gelen acaib bir güzelliğe büründü. Evlendiğinin ikinci günü zuhur eden bu hadise üçüncü güne intikal ederken Hz. Veheb ve Hz. Berre kızlarındaki yepyeni çehreye baktılar, şaşırdılar. Çizgilerde Allah Resulünün güzelliği belirmeye başlamıştı.

AŞKIN ZİRVESİNDE

Böyle bir motif içerisinde Hz. Âmine annemiz bir kadının kocasıyla anlaşmakta ve mutlu olmakta yaşadığı saadetin zirvesindeydi. Hiçbir kadın kocasını bu kadar sevemez, hiç bir erkek karısını bu kadar sevemez. Hiçbir kadın kocasına Hz. Âmine gibi aşık olamaz, hiç bir erkek de karısına Hz. Abdullah gibi aşık olamaz. Bu öyle bir İlahi cereyan çakışması idi ki, adeta hamurlaşıp tek insan oldular. Bu kadar şiddetli bir şefkat, bu kadar şiddetli bir aşk. Ama bu aşkın mimari çatısının altında bir Nur-u Muhammedi var ki, bu Nur-u Muhammedi başka bir sevginin motifine tahammül edemez.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nisa77
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 133
Kayıt: 01 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nisa77 »

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HZ.HATİCEYLE EVLENMESİ...

Hz. Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyordu. Ticaret mallarının başında Şam'a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu.
Dul olan Hz. Hatice, o sırada Kureyş kadınları arasında asâlet, şeref ve zenginlik bakımından üstün mevkie sahip bulunuyordu. Aynı zamanda Cenab-ı Hak, pek az kadına nasip olacak bir güzelliği de kendisine ihsan etmişti.
O âna kadar kabilesinden bir çok kimse evlenmek için kapısını çalmış ise de, o bunların hiçbirini kabul etmemişti.98 Âdeta evlenmeyi düşünmüyor gibiydi.
Ne var ki, kader şimdi karşısına bambaşka bir şahsiyet çıkarmıştı. Ruhundaki güzellikler yüzüne aksetmiş, gönlündeki sevgi sîmâsında tebessüme dönüşmüş, zihnindeki derin düşünce dışarıya ciddiyet ve samimiyet şeklinde tezahür etmiş müstesna bir insan.
Daha önce bütün Kureyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve âdeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz. Hatice, bu eşsiz insanla daha yakından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti. İlahî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir etmişti.
Hz. Hatice'den Gelen Teklif
Evlenme teklifi, bizzat Hz. Hatice'den geldi. İffeti ve namusunu koruması sebebiyle Cahiliye Devrinde bile tertemiz kadın mânâsına gelen "tâhire" lâkabıyla anılan Hz. Hatice'den.
Teklifi getiren Hz. Hatice'nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefise ile Peygamberimiz arasında şu konuşma geçti:
"Ey Muhammed, seni evlenmekten alıkoyan şey nedir?"
"Elimde evlenecek kadar param yok."
"Eğer bu temîn edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe dâvet edilsen icâbet eder misin?"
"Kimdir bu?"
"Hüveylid in kızı Hatice."
"Ama, bu nasıl olabilir?"
"Orasını ben bilirim."
"O halde, ben de kabul ediyorum."99
Nefise, sevinç içinde Kâinatın Efendisi ile konuştuklarını gelip Hz. Hatice'ye iletti. Hz. Hatice'nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunuyordu. Nefise'yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Peygamberimize şu haberi gönderdi:
"Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun 100, kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum."101
Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib'e bildirdi. Ebû Tâlib teklifi tahkik etti. Hz. Hatice'nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi.
Düğün Merasimi
Düğün merasiminin tarihi bizzat Hz. Hatice tarafından tesbit edildi. Merasim de onun evinde yapılacaktı.
Tesbit edilen tarihte Peygamberimiz amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz. Hatice'nin evine geldi.
Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz. Hatice tarafından temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.
Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra iki taraf büyüklerinin konuşmasına geldi. Hz. Hatice'nin babası Ficar Harbinde ölmüştü. Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr bin Esed katılmıştı.
Geleneğe göre ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"Allah'a hamdolsun ki bizi, İbrahim'in zürriyetinden, İsmail'in sulbünden, Maad'ın madeninden, Mudar'ın aslından yarattı.
Bundan sonra asıl maksada gelir ve derim ki: Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur. Onunla Kureyş'ten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Şeref ve asâletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir.
Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey.
Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir.
Şimdi o, sizden kızınız Hatice'yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüd etmektedir."
Ebû Tâlib konuşmasını bitirince de Hz. Hatice'nin amcasıoğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da şöyle konuştu:
"Allah'a hamdolsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı. Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi. Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz.
Ey Kureyş topluluğu! Şâhid olunuz ki, ben Huveylid'in kızı Hatice'yi şu kadar mehirle Muhammed bin Abdullah'ın oğluyla evlendirdim."
Varaka bin Nevfel, konuşmasını bitirdikten sonra Ebû Tâlip, Hz. Hatice'nin amcası Amr bin Esed'in de muvafakatını istedi. Amr da ayağa kalkarak,
"Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah'a Hüveylid'in kızı Hatice'yi nikâhladım" dedi.
Böylece Kâinatın Serveri Efendimizle Kureyş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid'in kızı Hz. Hatice-i Kübrâ nikâhlanmış oldular. O sırada Resul-i Ekrem Efendimiz 25, Hz. Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı. Evlilikleri Milâdi tarihle 595 yılına rastlıyordu. Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce.
Bundan sonra Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem Efendimiz, muhtereme hanımını alarak Ebû Tâlib'in evine geldi. Burada iki deve kestirerek halka ziyâfet verdi.
Ebû Tâlip de, bu mes'ud hâdisenin hatırı için develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi. Sonra da Peygamber Efendimizle (a.s.m.) ailesini evine davet etti.
Onları karşılamaya çıktığında sevinç gözyaşları arasında, "Hamdolsun Allah'a ki, bizden bütün üzüntüleri yok etti" diyor, Allah'a hamdediyordu.
Efendimizle ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz. Hatice, Ebû Tâlib'in evinde ancak bir kaç gün kaldılar. Sonra tekrar Hz. Hatice'nin evine döndüler. Artık mes'ud hayatlarını burada geçireceklerdi.
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine "Hatice-i Kübrâ" dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi.102 Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu.
Peygamber Efendimize, babasından miras olarak pek bir şey kalmamıştı. Uzun zamandır himâyesinde bulunduğu Ebû Tâlip ise fakru zaruret içindeydi. Bu bakımdan, Hz. Hatice ile evleninceye kadar binbir meşakkat ve zahmet içinde hayat sürmüştü.
Hz. Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu. Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı. Daha önceki mütevazi ve sade hayatına yakın bir yaşayışı devam ettirdi. Üstelik dünya malına da kalbinde yer vermiyordu. Onun o yüce ruhunu bambaşka ulvi ve kudsî duygular kuşatmıştı. Dünya ve içindekilerin muhabbeti o ulvî duyguları söküp atmaya hiçbir zaman muktedir olamıyordu.
Daha sonra Hz. Hatice-i Kübrâ'dan, Resul-i Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tahir) adında altı çocuğu oldu.103
Bu mes'ud âile yuvasında Kâinatın Efendisi ile Hz. Hatice en ulvî duygularla kaynaşmışlardı. Âile yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti. Hz. Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu. Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı. Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mûtenâ köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı.
Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hatice'nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi. Bu yâd ediş, Hz. Âişe Validemize, "Hatice-i Kübrâ'dan başka, Nebiyy-i Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım"104 dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi. Nasıl yâd etmezdi ki? Çocuklarından biri hariç diğerlerinin annesi o idi. Herkes ona düşman iken, ona dost elini uzatan o idi. Her türlü ıztırap ve sıkıntı karşısında kendisini teselli eden o idi. Herkesin ona arka çevirdiği bir zamanda yanıbaşından ayrılmayan o idi.
Elbette, böylesine yüksek duygu ve meziyetler sahibi zevcesini, Peygamber Efendimiz hiçbir zaman unutmayacak ve onu her zaman hayırla yâd edecekti.

98. Sîre, 1/201; Tabakât, 1/131
99. Tabakât, 1/131
100. Baba tarafından Hz. Hatice'nin soyu, Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Kusay'da birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Resûl-ü Ekrem Efendimizin baba tarafından dedesi olan Lüey'de birleşir.
101. Sîre, 1/200-201; Taberî, 2/197
102. Sîre, 1/201
103. Sîre, 1/202; Tabakât, 1/133; 8/16
104. Müslim, 7/133
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/berivan.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

EMANETİN TESLİMİ

Cenab-ı Hak evliliğin ikinci ayında, o en mükemmel, en zevkli zamanında Hz. Abdullah'ı kervanın başında ticaret için Şam'a seyahate çıkardı ve emanetini teslim aldı. Hz. Abdullah'ın vefatı Hz. Abdulmuttalip'e intikal ettiği zaman yıkıldı, perişan oldu. Bunu Hz. Âmine'ye nasıl söylerdi? Bu mutluluğun sonuna bir nokta konup her şey bitmişmiydi? Bu laf Hz. Âmine'ye nasıl söylenirdi?
Hz. Âmine bitmiş bir vaziyette, zor yürüyen bir halde geldi. "KÖTÜ BİR HABER Mİ VAR BABA" dedi. Hz. Abdulmuttalip alıştıra alıştıra söylerken Hz. Âmine "BENİM ALLAH'A NE KADAR SICAK OLDUĞU MU BİLSE HİÇ KORKMAZDI. BİR HAVADİS NE KADAR KÖTÜ OLURSA OLSUN BENİM ALLAH'A OLAN SICAKLIGIMI BİLSEYDİ KORKMADAN SÖYLERDİ" diye düşündü. Ama buna rağmen Hz. Abdullah'ın manaya intikalini öğrendiği zaman gönlünden büyük bir darbe yemiş oldu..


EN BÜYÜK HAYRIN GELİŞİ

Çünkü çok hassas bir insandı. Çok duygusal bir yapısı vardı. Ve hayatta kendisini anlayan, seven, delice aşık olduğu eşiyle evliliği sıradan bir evlilik değildi. Bir anda sanki aşkı yok olmuş, gönlü cendereler arasında eziliyormuş, etine asit dökülmüş gibi ızdırap duydu. Hz. Abdulmuttalip'i yaşlı haliyle daha fazla üzmemek için "NE YAPALIM BABA TAKDİR BÖYLEYMİŞ" dedi ama içinde müthiş bir yanardağ patlıyormuş gibiydi. Hemen o gece rüyasında "SAKIN.ÜZÜLME SEN KAİNAT A EN BÜYÜK HAYIRI GETİRİYORSUN" dediler.
Sanki Abdullah, kurban olmaktan bu gaye için kurtulmuştu. Bu insanlık tarihinin en yüce şahsiyetinin dünyaya gelmesi için Âmine ile evlenmek


YAVRUYA İMAN VE AŞK

O sıralarda alemlerin nuru iki aylık bir vaziyette annenin rahmindeyken Regaip dediğimiz günde Muhammedin intikal ayına rastlıyordu. Efendimiz anne rahmine intikal eder etmez evvela Amine Annemizin gönlündeki hüznü çekti aldı. Çünkü var olacağı dünyaya itikal edeceği bir mekanın devamı o hüznün alınmasıyla mümkündü. O hüzünle bir hafta bile yaşayamazdı. Cenab-ı Hak'kın takdiri saniyesi sani¬yesine işliyordu. Ruhun gönderileceği zamandan bir hafta önce alıyor Hz. Abdullah'ı. Ki, ancak Fahr-i Kainatın ruhu geldikten sonra Hz. Amine'nin gönlündeki o hüznü çekti aldı. Sevday-i Muhammedi'yi ilk defa buraya aşıladı. Bu bakımdan ilk mümine Hz. Amine'dir. Çünkü karnındaki yavruya iman etti. Karnındaki yavruya aşık oldu. Allah onun yüzü suyu hürmetine hepimize Sevda-yı Muhammedi'yi nasip etsin.
Hz. Amine annemiz bu sır içerisinde bir taraftan beşeri sıfatıyla her an Hz. Abdullah'a övgüler döker ve onun hatırasına şiirsel niyazlar yaparak onun ruhunu serinletirken, bir taraftan da beşeriyetin en yücesini taşıma mes'uliyeti içerisindeydi. Gönlü bu iki çarpışmanın arasında kalmıştı. Gönüldeki aşkın silinmesi çok zordur. Bunu yalnız Hz. Amine başarmıştır. Yavrusuna olan muhabbeti dolayısıyla gönlün¬deki hüznü Sevday-ı Muhammedi ile yok etmiştir.


RÜYA SIRRI

Çünkü Hz. Amine annemizin beşeri bir nitelikten sıyrılması gerekiyordu. Karnında Allah'ın en kıymetli sevgilisini taşıyan ve onu maddeye yansıtarak Rasûlüllah’ı meydana getirecek bir laboratuar haline gelmişti. Onun için Hz. Amine’nin bir erkekle birlikteliğine imkan yoktu. Onun için Cenab-ı Hak, verdiği kaderle Hz. Abdullah'ı manaya aldı. Bundan da yarı bir incelik, zarif bir biyolojik nezaket vardır. Efendimizi taşıyan Amine annemizin artık beşer vasıflardan uzaklaştırılması olayıdır ki, ondan sonra da biliyorsunuz Amine annemiz kısa süren hayatının sonuna kadar bir nevi bakirelik, maddi ayrıcalık içerisinde yaşamıştır. Fahr-i Kainat Efendimiz anne rahmindeyken "SEN EVRENLERE BÜYÜK BİR HAYIR GETİRİYORSUN" şeklinde verilen mesajdan sonra hamileliğin altıncı ayında "SEN MUHAMMED'İ TAŞIYORSUN. KAİNATIN EN YÜCESİ SENDEN DOGACAK AMA BU RÜYALARIN SIRRINI KİMSEYE AÇMA" şeklinde bir mesaj geldi. Bütün bunlar Sevday-ı Muhammedi'nin Hz. Amine'ye intikali, Hz. Amine’nin de bu sevdayı taşıyarak onun kanındaki hikmetlerin desteğiyle moral dopingi almasına neden oluyordu. Çünkü insanın morali bozulduğu zaman yaktığı kan değişir. Allah'ın buna rızası olmadığı için Muhhammed kelimesini müjdeledi. Fahr-i Kainat Efendimizin yeryüzüne teşrifi nasıl bir olay?
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

NAZAR-I MUHAMMEDÎ

Efendimiz anne rahmine düştüğü gün melekler münadi oldular yani özel çağrı sistemlerine girdiler ve bütün kainata haber verdiler.. Kainatta maddede ve manada her şey bu anıbekliyordu. Nasıl olacak yeryüzüne teşrif? O gözler açılıp dünyayı gördüğü zaman dünyanın yapısı değişecek, Nazar-ı Muhammedi dünyaya değdiği an dünyanın yapısı değişecek.

GÜNEŞİN KALBİ

Fahr-i Kainat Efendimiz yeryüzüne teşrif edeceği zaman güneşin kalbi durmak üzereydi. O anı yaşayabilmek, o ana erişebilmek için ya ömrüm yetmezse diye büyük bir heyecan içindeydi. Ya bu ışıklardan rahatsız olursa, yahut istediği sıcaklığı veremezsem diye müthiş bir telaş içindeydi. Bu, maddenin en basit misalidir. Allah ondan razı olsun Süleyman Çelebi'nin çok güzel nefis bir şekilde anlattığı gibi bütün hazırlıklar Fahr-i Kainat Efendimizin yeryüzüne teşri¬fini sembolize edecek, evrendeki büyük ihtişam düğününü haber verecek şekilde hazırlanmıştı.
Artık Hz. Amine'nin evinin, muhitinin etrafında bütün manevi cereyanlar hazırlanmıştı. Atmosferin en seçkin molekülleri oraya gönderilmişti. Fahr-i Kainata anne seçilirken nasıl büyük bir yarışma olduysa, onun soluyacağı moleküller arasında da büyük bir yarışma vardı. Fahr-i Kainatın ciğerine girecek o moleküller ne kutsal bir moleküldü ki, onun maddesel hayatında vazife görecekti.
Bu kadar ince çizgilerle hazırlanmış bir haldeyken Hz. Amine'yi bir an manevi çizgiye aldılar mekanını zaptettiler. Çünkü Fahr-i Kainat alemlere teşrif ediyordu. Ruh aleminden madde görüntüsüyle alemlere teşrif ediyordu. Bütün alemlerde ne varsa her şey donmuş, beklenen hadisenin muhteşem görkemli sırrını seyretmeye hazırlanıyordu. O nasıl gelecek? Nasıl oksijen alacak? Güneş ona nasıl vuracak? O ne yapacak?


KUTLU AN

Efendimiz, Hz. Amine'nin lisanıyla LAİLAHE İLLALLAH diyerek nur saçtı. İlk doğduğu anda birinci sırrı . ALLAH demek, ikinci sırrı da ÜMMETİM NEREDE demek oldu. Çok müthiş bir olay bu. Allah emretti bütün ümmetini gösterdi. İşte o anda manevi aleme alınmasının sebebi o. Amine annemiz: "BİR ANDA NURLARIN İÇERİSİNDE KENDİME GELDİGİM ZAMAN YALNIZ PARMAĞIYLA ALLAH DEDİĞİNİ GÖSTERDİLER AMA BİR AN KENDİMİ KAYBETTİM" diye anlatıyor. İşte o anda bütün ümmetiyle karşılaştırdılar. Bunu bütün doğudaki ve batıdaki inananların tanıştırılması şeklinde anlatırlar ama gelecekteki ümmetinin tümüyle tanıştırılmıştır.
O, manevi bloka alındığında zaman düzlemini, mekan düzlemini atlamıştır. Ona sevdayla bağlanan herkese, Efendimiz lütfetmiş, kerem etmiş nazar etmiştir. O motif itibariyla gözünü dünyaya açtığı zaman kendisine ileride manen bağlanacak, aşkla bağlanacak bütün ümmetini seyretmeden çocukluğa dönmemiştir. İnşaallah bizler de kıyısından, köşesinden o sevgiden zerre almışızdır.


İSMİ MUHAMMEDDİR

Efendimiz yeryüzüne teşrif ettikleri zaman Hz. Abdulmuttalip'in önüne isim koyması için götürüldü. Hz. Amine usulca, kimse duymadan ismi MUHAMMED'DİR, dedi. Hz. Abdulmuttalip de bunun ismi MUHAMMED'DİR dedi. Herkes şaşırdı. O zamana kadar Arabistan'da duyulmamış bir isimdi. Ve o zaman arıladı ki, Hz. Amine çok esrarengiz bir mesajla ismi aldı. Yavrusunu karnında nasıl taşıdıysa, üç ay da isiminin gizliliğini yüreğinde taşıdı.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

GÖNLE YANSIMA

Bu tablo içerisinde artık Amine normal beşeri vasıfların biraz dışına sıçramış oldu. Bir veli kelimesi kullanmak lazım gelirse, artık tam bir velayetin, mucizenin temsilcisi oldu. Artık Hz. Amine’nin yapacağı işler, ondan zuhur edecek kelimeler normal düzeyden, beşeri sıfatlardan çıktı. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimizin nazarlarında eridi. Doğan çocuğun o manevi perdenin altından madde dünyasına getirildiği zaman onu ilk sezen, onu çok yakın bir muhabbetle yakalayabilen sırra sahipti. Ceryan-ı Muhammedi bu kez tamamen Hz. Amine'nin gönlüne yansımış oldu. Bunu nasıl anlıyoruz?

HASRETE RIZA

Bakın, bir anne düşünün ki, yavrusu karnında iki aylıkken sevdalısı bu dünyadan ayrılmış. Bütün gücünü -toplamış yavrusunu doğurmuş ama aynı yıl Cenab-ı Hak'kın bir cilvesi Mekke'de aşın sıcak çıkmış. Bundan kurtulması için Mekke'yi terketmesi lazım. Buna Hz. Amine'nin yüreği nasıl dayanır? Hz. Abdullah'ı kaybetmekten yüreği paramparça olmuş. Hasretle beklediği yavrusu gelmiş ama şimdi de Allah diyor ki, "BU İKLİM UYGUN DEGİLDİR, BURADA OLMAZ. VER BAKALIM YAVRUNU BİR SÜT ANNEYE" Bir an tereddüt etmedi. Yavrusunu Hz. Halime'ye teslim ettikten sonra iki yıl hasret duydu. Yepyeni bir aşkla yepyeni bir niyaza büründüğü halde iki yıl hasretle yaşadı. Size daha enteresanını söyleyeyim. İki yıl sonra Hz. Halime, Hz. Abdulmuttalip'e gelip: ACAİP BİR ŞEYLER OLUYOR, YÜRÜRKEN TEPESİNDE BİR BULUT GEZİYOR. BEN KORKUYORUM. BU BENİM KALDIRAMAYACAĞIM BİR YÜK" dediğinde, Hz. Abdulmuttalip, Hz. Amine'ye gelip: "MÜJDELER OLSUN, DAVULLAR ÇALSIN İŞTE YA VRUNA KAVUŞTUN" dedi. Bunun üzerine Hz. Amine annemiz "HAYIR. EGER ONUN SAĞLlĞI İÇİN GEREKLİYSE İKİ SENE DEGİL İKİYÜZ SENE HASRET ÇEKMEYE RAZIYIM. ÇÜNKÜ O ALEMLERİN SIRRINI TAŞIMAKTADIR. ANALIK HASRETİ FEDA OLSUN. BENİM GÖNLÜM PARÇA PARÇA OLSUN AMA MUHAMMEDİMİN ÜSTÜNE BİR TEK GÖLGE DÜŞMESİN" diye cevap verdi

ÇOCUĞA ZARAR

Böyle müthiş bir teslimiyetle Allah'a teslim olabilmek ancak Nazar-ı Muhammedi ile büyük bir velayet makamına intikalle mümkün olunur. Yani hiç bir annenin, hele Hz. Amine gibi şair ruhlu bir annenin, gönlü pınar gibi devamlı surette akan bir annenin böyle yakıcı bir hasrete dayanması düşünülemez. Hz. Halime "ACABA BU GÖRÜNTÜLER SİHİR ZANNEDİLİR DE ÇOCUGA BİR ZARAR GELİR Mİ" diye sorduğunda Hz. Amine annemiz "KORKMA ONLARIN HEPSİ SİHİR DEGİL RAHMETTİR. SENİN GÖRDÜGÜN ŞEYLER CİN DE ŞEYTAN DA OLAMAZ. ANCAK MELEK¬LERİN HİMA YESİ OLUR dedi.
Hz. Amine bu hasretin akıl almaz dayanılmaz sıkıntılarına, gönlünde yanan Muhammedi ateşle dayanmayı başardı. Hz. Amine annemiz "SEVDA ODUR Kİ UGRUNA HER şEYİ FEDA EDECEKSİNİZ" diyor. Çünkü o eşini feda etmiş, annelik hasretini feda etmiş, çocuğunu görmeyi feda etmiş. Bunları hep Sevday-ı Muhammedi uğruna yapmış. Tek o yaşasın, tek o ışık yansın diye.


AŞKA DAİR SÖZLER

Aşka dair söylenen sözlerin pek çokları Hz. Amine'nin şiirlerinden gelmiştir. Mesela Türkçeye bile intikal eden "TEK .ŞEN MUTLU OL DA BEN YANAYIM" gibi sözler. Hz. Amine'nin şiirlerinden gelmiştir. "SEN SAGLIKLI OL DA BEN HASRETİMDEN YANAYIM YA MUHAMMED" diyor. Hz. Amine'nin Sevday-ı Muhammedinin ışığı altında sürdürdüğü hüzün dolu hayatına, bu kadar üzüntü altında ezilmesine Cenab-ı Hak daha fazla dayanamadı ve emanetini aldı.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

DÜNYANIN DEGİŞİMİ


Hz. Amine Medine'ye akrabalarının yanına gitti. Yolda geri dönerken dünyasını değiştirdi. O zamanlar Efendimizi sadece Abdulmuttalip biliyordu. O dönemde yaşayan bazı kahinleşmiş şairler de bunu müjdeliyordu. O dönemde Hz. Amine annemiz muhteşem bir şiir söyledi. Bu şiir çok meşhurdur.
Her doğan ölecek, her yeni eskiyecek
Her açan çiçek solacak, bütün zahirde
Var olan şeylerin hepsi Allah'a dönecek
Ben de öleceğim ama ben ebediyen kalacağım
Çünkü Kainatın gözlerini açacak nur'u
Doğurmak şerefeni verdi Allah bana
İnanınız ki insanların yaşaması, insanların Allah'a gidebilmesi için açılan bu caddenin tek sahibi Muhammed'dir. Benim namında ebedileşecektir . Yoksa bir varlık olarak ben de diğer varlıklar gibi ecele muhkumum diye sözlerini bitirdi. Bu şiirin hemen arkasından dudağındaki son kelime "BEN MUHAMMEDİ BIRAKTIM" anlamına gelen MUHAMMED kelimesi oldu. Amine annemizin dudaklarındaki son kelime Kelime-i şahadetin çok müthiş bir yansımasıdır.
Allah kimi isterse onunladır. Hz. Amine'ye büyük bir ziyafet vermiştir. Fahr-i Kainat Efendimize anne olma şerefine ermiştir. Onun dudağını MUHAMMED kelimesiyle kapatırken, cennetteki ebedi noktadaki en güzel zirveye götürme sırrı ile kapatmıştır.
Her yetim yeryüzüne ışık saçmak üzere o çetin yolculuğu tek başına yapmıştır. Mekke'ye dönünce Sırr-ı İlahi onu himayesine almış anne ve babadan tecrit edilmiştir. Allah "SEVGİLİMİ BEN KENDİM YETİŞTİRECEGİM" demiştir. O sevgi Fahr-i Kainatı Abdulmuttalip'e, Ebu Talip'e himaye ettirmiştir
Cenabı Allah, Hz. Muhammedi ileride cihanşümul bir aileye reis olması için, ailesinden koparıp terbiyesini bizzat ürerine almak istemiştir. Kur'an-ı Kerim bunu: "O, bir yetim olduğunu bilip, seni barındırmadı mı?" (Duha Suresi, 6) şeklinde ifade eder. Hz. Peygamber de "Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti." diye buyurarak aynı gerçeği dile getirir.
Hz. Amine annemizi anlarken bir şeyi daha anlayacağız ki . biz Efendimiz hakkında yarım yamalak bir şeyler biliyoruz. Efendimiz hakkında yarım yamalak bir sevgiye sahibiz. Onu anlamakta acz içindeyiz.


ALEMLERE TANITIM

Hz. Amine gördü ki, Fahr-i Kainat daha doğduğu gün bütün alemlere tanıtıldı. Bütün maddi manevi varlıklara ışık tuttuğunu seyretti. Çünkü Efendimizin ilk yirmidört saatinin içerisinde intikal etmediği evren zerresi yoktu. Bir başka miraç yaşadı. Efendimiz manadan gelip madde miracı yaşadı. Bu çok müthiş bir olaydı Hz. Amine annemiz bu olayın içerisinde bulundu.
Hz. Amine annemiz gönlündeki hüzünler, yorgunluklar, tahammül edilmez dünya hadiselerinin karşısında yavrusunun sırrıyla bizlere bir mesaj bıraktı. Hayatta neyle karşılaşırsanız karş1laşın, ne kadar zorda olursanız olun hiç bir şey Hz. Amine'nin hüznünü temsil edemez. "BÖYLE BİR HÜZNE RAÇ$MEN BEN BİR NOKTA OLSUN CENAB-I HAK'TAN GAFİL KALMADIM. ALLAH BANA BİR ŞAİR GÖNLÜ VERDİĞİ İÇİN ÇOK MUTLUYUM. ÇOK İNCE GERGEFTE İŞLENMİŞ BENİM GÖNLÜM. BU GÖNLÜLLE FAHR-İ KAİNAT HATIRI İÇİN HER ŞEYE GÜZEL BAKMASINI BİLİRİM. EGER SİZ HAKİKATEN BENİM NAZLI YAVRUMU ANLAMAK İSTİYORSANIZ ONUN SEVDASI GÖNLÜNÜZDEYKEN HİÇ BİR ŞEYE ELEM DUYMAYIN, HÜZÜN DUYMAYIN. BİLİNİZ Kİ FAHR-İ KAİNAT VAR, MUHAMMED VAR. HİÇ BİR ŞEYE HÜZÜN,. YOK. VARSIN KAFİRLER PATLASIN, ÇATLASIN, MÜSLÜMANLARLA ALAY ETMEYE KALKSIN . VARSIN İSLAMİYET YAŞAMAZ BİZ ONU DÜNYANIN HER TARAFINDA BOĞARIZ DİYE NARALAR ATSIN, AĞZINDAN KÖPÜKLER SAÇSIN. AMA HZ. MUHAMMED'İ UNUTMAYIN. HİÇ BİR ŞEY FAHR-İ KAİNATIN SIRRINI YENEMEZ O SIR MUTLAKA VAR OLACAKTIR, O IŞIK MUTLAKA YANACAKTIR VE ALEMLERİ AYDINLATMA YA DEVAM EDECEKTİR. EGER SİZ GÖNLÜNÜZDE FAHR-İ KAİNA T SIRRINI BULABİLİRSENİZ İŞTE O ZAMAN GÖNLÜNÜZÜN MEKKESİNİ FETHEDERSİNİZ PUTLARI YIKARSINIZ. BAŞKALARININ HAZİN HALİNE BAKARAK SİZE ŞER VERECEKLERİNDEN KORKMAYIN. BUNLARIN HEPSİ GÖLGEDİR. FAHR-İ KAİNAT GÖNÜLLERDE YAŞADIGI MÜDDETÇE HİÇ KİMSE BU SALTANAT-I İLAHİYE GÖLGE DÜŞÜREMEZ." demek istemektedir.
Hamd-ü senalar olsun ki İstanbulumuz Fahr-i Kainat Efendimizin meth-ü senası dolayısıyla çok özel bir mevkiye sahip olmuş ve yine Efendimizin bir özel sırrı bu memlekette İslam annelerinin anılmasına fırsat vermiştir. Ne ben konuşmacı olarak, ne de sizler dinleyici olarak nede kendimizi bir iş yapıyoruz sanmayız. Allah müsaade etmiştir.
Allah Hz. Amine'ye cennette öyle bir makam, mana aleminde öyle bir mevki vermiş ki bizim konuşmamız boş. Allah mü'minleri sevdiği anda onları tanıtıyor, Allah mü'minleri sevdiği an bu ışıktan nasiplendiriyor.
En hüzünlü zamanlarınızda Hz. Amine annemizin sırrını gönüllerinizde yaşatın. Bu şehr-i İstanbul'u Allah'ın izniyle . Fahr-i Kainatın o güzel nazarlarıyla seyrettiği İstanbul haline getirin. Bu gönüllerdeki coşkuya bağlıdır. Bu coşkuyu Allah, bu milletten almasın. Bu coşkuyu bu gönüllerden almak isteyenleri Allah kahretsin.

Hz. Amine annemizin ruhuna3 İHLAS-ı ŞERİF İLE EL- FATİHA-ı ŞERİF İNŞAALLAH
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

SEVGİLİ ANNELERİMİZ
HZ. FATİMA SIRRI


NK. DR. HALUK NURBAKİ

Mânâ ilimlerinde olsun, gönüllerde semâ sırrında olsun anlaşılması en güç sır Fâtıma Sırrı'dır. Kâinatın İncisi Efendimizin sırrının evrene yansıdığı nokta Fâtıma annemizin gönlüdür.
Bu hikmet Elestte de böyle başlamış, Efendimiz «Beli (Evet)» niyazını yaptığı an doğan Nûr-u Muhammedi tüm varlıklara Efendimizin en yakınında olan bir noktadan, Fâtıma annemizden yansımıştır. Bu gerçeği ifade için Fâtıma annemiz yeryüzüne Efendimizin göz bebeği yavrusu olarak ışınlanmış, bu dünyadan ayrılırken de O'nun makamının kapısındaki mevkii alarak bu mesajı vermiştir
Hz. Fâtıma annemizin bilinmezlik sırrı işte bu özelliğinde gizlidir. Efendimizin bu konudaki mesajı ise bu hikmetleri büsbütün derine çeker:
«Allah kendisini bende, ben de kendimi Fâtıma'da seyrettim.»
Hz. Fâtıma annemiz sırrını çevresine yansıtarak bölüm bölüm açmıştır. Hz. Ali ve yavruları (Hz. Hasan, Hz Hüseyin, Hz. Muhsin) kâinatın sonsuz boyutlarına yansıyan sırlarını Hz. Fâtıma annemizin gönlünden alır.
Mânâ ilimlerinde Fâtıma annemizin sırrı: varlıkların âhenk ve ilgilerindeki sevgi ceryanı olarak bilinir Bir gönül Hz. Fâtıma sırrına ne kadar yakın olursa o kadar hayat bulmuş demektir. Onun tasarruf hikmeti gönüllerin âşık ve mâşuk makamlarında raks'ına fırsat verir. Hz. Fâtıma sırr olmayan gönül kesinlikle ölüdür. Çünkü Sırr-ı Muhammedi ile ceryanı kesikdir.
Fâtıma annemiz, Hatice annemizden aldığı şefkat ve merhamet dolu gönülle Âmine annemizden mânen tevarus ettiği şairliği ve nazenin hassasiyeti ile zaten gönül pencerelerini perde perde açıyor ve âdeta sonsuzlukta Efendimizin en özdeki ufuk noktada kendini seyretmesini bekliyordu.
Güzeller güzeli Rabbimizin en nazlısı ve en sevdiklerinden biri olduğu halde daima Rabbine şöyle yalvarırdı:
«Yâ Rabbî! beni bana, göz kırpması kadar dahi, bir an için bırakma…» Bu duanın sırrını annemizin penceresinden seyretmeliyiz.
O, Allahsız geçen bir anı, ibadet ve sevgide eksiklik duyma korkusundan değil; onun sevdasındaki hazdan bir ânı kaybetmekten korktuğu için istemiyordu. Mânâ ilimleri açısından bu duanın sırrı annemizin mahviyyeti tarifi olarak tanınır. Fâtıma annemiz Cenâb-ı Hakk'ı akıl almaz bir imân ve ihlâs sırrı içinde öylesine anlamıştı ki onsuz bir an düşünemiyor; kendiyle kaldığı bir anı gönle has mahviyet açısından dev bir yanlış sayıyordu.
Benlikten kurtulup Allah'da yok olma san'atı demek olan mahviyeti böylesine net bir şekilde tanımlamak ancak Fâtıma annemize has bir hünerdir.
Allah'a inanmak, O'na ibadet etmek, hatta O'nu sevmek başkadır, Allah'ı gönlünün mâverasında hissedip ondan gayri her şeyin bir hiç olduğunu bulmak başkadır. İkinci tecelli Allah’ı anlamak, bulmak demektir. İşte Fâtıma annemizin duasının sırrı budur.
Ve de Efendimizin «Fâtıma’nın gönlünde seyrettiği Muhammedî sır» da budur. Çünkü Efendimiz ta ezelde yokluğu, mahviyetin ufkunu bularak tüm âlemleri yok olmaktan kurtarmış, Elest bilmecesini böyle çözmüştü. Bir kul ibadetin zirvesine varsa, hatta Allah'ı deli gibi sevse bu mahviyyeti bulmadıkça Allah'ı anlayamaz.
Îmânın san'atlaşan sırrındaki hikmet; işte Fâtıma annemizin yakaladığı bu mahviyyeti bulmaktır.
«Aman yâ Rabbî! beni bana, göz kırpması ânı kadar bile bırakma.»
Allah, annemizin bu duasını kesin olarak kabul ettiğini bildirmek için onu normal kadın eylemlerinin dışında bir hikmetle süsledi. Namazı hiç kesiksizdi.
Mâna bilimlerinde kavranması en zor hikmet, Fâtıma annemizde ilâhi sevdanın iç içe raksıdır. Hem ilâhi tecelli, hem de Muhammedi tecelli Fâtıma annemizin gönlünde iç içe semâ etmiş, akıl almaz rakslar doğurmuştur. Veysel Karanî hazretleri geldiği zaman, Fâtıma annemizin gönlünde Sırr-ı Muhammedî'yi seyretti..
Fahr-i Kâinat Efendimiz, o gönülde, çoğu kez kendi sırrını, bazan da Cemâl-i İlâhiyi seyrederdi. Aslında Efendimizin akıl almaz nûr'u bu çift fazlı ilâhi sevda raksından âlemlere intikal etmiştir. Tüm varlıkların âhengindeki kimya, bu sırrın ta kendisidir. Çünkü böylesine coşkulu bir sevdanın semâ sahnesi olan Fâtıma annemizin madde çatısı altında kulluğunu sürdürmesi, hayat ekranında kalabilmesi de bir ilâhi mûcizedir. Böyle bir sevdanın zerresine uğrasa, galaksiler bile dağılırdı. Onu hayat ekranında tutan en büyük güç; şüphesiz, Efendimizin hayat veren nazarlarıydı.
Nitekim Efendimiz sonsuz boyutlara yansıyınca tahammülü tükeniverdi. Bizzat kendisi bunu ifade için:
«Onun Cemâle intikaliyle üzerime öyle bir ızdırap çöktü ki; karanlığın üstüne çökse, onun rengi değişirdi» mısralarını söyleyiverdi.
Buradaki inceliğe dikkat etmek lâzım, çünkü Fâtıma annemiz mânâdaki emsalsiz mevkii ile her an Efendimizi hissedebilir, bulabilirdi. Fakat gönlündeki iç içe rakseden ilâhi ve Muhammedî tecellîlere, O'nun nazarları ve sıcak nefesi olmadan dayanamazdı.
«Karanlığın rengi değişirdi» tanımı, yalnız, şiirin mâverasında, ufkunda en güzel söz olmaktan ötede bir mânâ tanımıdır.
Gönül raksındaki sevdanın ne denli bir ateş fırtınası olduğunu ifade etmektedir.
Ve sonra evrenin bu en korkunç fırkatından Fâtıma annemiz tüm evrenin bitmez boyutlarına yansıdı. Efendimizi hissettiği her noktada semâ ederek sonsuzluğu mekân tuttu. Âşıkların gönlüne bir seher rüzgârı gibi esti de mecalsizlere güç verdi. Şekilleri âhenkleştirdi.
Fâtıma annemiz gönül semâsının müthiş ateşinde böylece en büyük aşk şehidi sırrına erdi. Tüm şehidlerin mânâ âleminde lideri Fâtıma annemiz oldu. Çünkü Efendimizin hasret ateşinde yanıp boyut değiştirdi.
Dünyadaki hikâyesini, altın bir halka gibi mahviyyetinin sonsuzluğunda Efendimizin ayakucunda noktaladı (Mescid-i Nebevî'deki makamı.)
Sanki Evrenlerin incisine altın bir halka niyazı oluverdi.
Şimdi artık onun sırrı, şefkat ve merhametinin sonsuzluğunda mahviyeti bulan gönüllerde bir hayat iksir gibi akıp durmakta ve Efendimizin izini aramaktadır.
Allah yüce kitabında tüm bu gerçekleri net bir şekilde açıklamıştır. Efendîmize «Sana Kevseri verdik» âyeti doğrudan doğruya Fâtıma annemizin tanımıdır.
Şimdi Sûre-i Kevser sırrı içinde Fâtıma annemizi görmeğe çalışalım:
Kevser, çokluk âlemine yansıyan güzellikler demektir.
Evrenlerin incisi Efendimizin, Allah'a sevgili olmasa O'nun Vahdet’teki çok özel bir hikmetidir. Onun sonsuz boyutlara yansıyan Nûr-u Muhammedi yansıması ise kevser sırrıdır.
Allah, yaratılması imkânsız diye tanımladığımız, seyrine tahammül edilemeyen Nûr-u -Muhammedî'yi halketmiş; onu evrenin sonsuz boyutlarına yansıtmıştır. Bu yan¬sıma dünya hayatında Hz. Fâtıma annemizin gönlünden tüm kalplere aksettiği gibi; mânâda da tüm boyutlara ışık ışık nur saçmıştır. Kevserin tanımı budur.
Allah, önce Efendimizi halketmiş, sonra da O'nun tahammülsüz güzelliğini Nûr-u Muhammedî ışığıyla evrenlere saçmıştır. İşte bu intikal, dünya hayatında sembolize edildiği gibi, Hz. Fâtıma gönlünden yansıtılmıştır. Bu yüzden Allah Hz. Fâtıma annemize hilkat katında verdiği «Kevser» ismini âyetleştirmiştir.
Hilkatın ilâhi güzelliği yansıtan sırrında: Mahviyyet temeldir. Bir varlık kendini ne kadar benlikten arıtırsa o kadar güzelleşir. Bunu, madde dünyasında bile hissederiz.
Bir güzel, tevazu eşiğine bastı mı, bambaşka bir güzel olur. Mânâ güzelliği de böyledir; varlık evhamından kurtulan her nefs, Allah'ı hissetmeye başlar. Varlık evhamı ise, var olan şeyin etrafındaki bir sis perdesi gibidir. Güzelliği ve gerçeği gizler.
İşte Hz. Fâtıma annemizden yansıyan Nûr-u Muhammedî, taşıdığı mahviyyet iksirini yansıtarak bu sis perdesini siler. Evrendeki her güzellik, melekler dâhil, güzellik sırrını Nûr-u Muhammedî'den alır. Bu yüzden Fâtıma sırrı bir Kevser'dir. Hz. Fâtıma sırrı, çokluklara güzellik veren, onları varlık evhamından kurtaran nurdur.
Kevser Sûresi; Kurban ve Namaz emirleri ile sürmektedir. Hz. Fâtıma annemiz nefsini kurban etmiş ve namazda eksiksiz bir vecd âleminin sembolü olmuşdur. Fâtıma sırrının yansımasında Cenâb-ı Hak, nefsin kurban edilmesini ve namazı şart koşmaktadır. Eğer gönlünüzde semâ sevdasına talipseniz; bu semâ kevserde (Hz, Fâtıma sırrında) gizlidir. Kevser Sûresi'nin gönüllere verdiği talimat : Nefsinizi kurban edin, mahviyyet içinde namaz kılın, gönlünüzde raks başlasın talimatıdır.
Efendimizi incitenler ise, Ebter'dir; madde ve mânâsı yokluğa mahkûmdur. Efendimizi incitme eylemi benliğin çirkin suratıdır.
Mânâ ilimlerinde eğitimin temeli Kevser Sûresi'dir. Aslında İslâm dünyasının içine düştüğü, özellikle son dört asırdır geçirdiği bunalım, mânâya karşı düştüğü yanılgıdır. Ne yazık ki bir çoklan mânâ sırrını hep yanlış senaryolarda oynamaya kalkmış, bu yüzden Efendimizle arasındaki cereyan kesilmiştir. Öyle olunca da; ne mânâ, ne maddede motoru çalıştırabilmiş; teklemiş durmuştur.
Şimdi Kevser Sûresi'nin ışığı altında Hz. Fâtıma annemizin nûruna nasıl yaklaşabileceğimizi özetlemek istiyorum:
Elbette ilk şart nûr'a muhtaç olduğunu farkedip talep niyaz etmektir. İkinci şartı ise, Kevser Sûresi'nin son âyeti koymuştur: Fahr-i Kâinat Efendimizi incitecek davranışlardan şiddetle kaçmaktır. Hz. Fâtıma annemize yaklaşım için yıllarca emek çekseniz, bir an Efendimizi incitseniz, tüm teller bir anda yeniden onarılmamak üzere ya¬nar. Efendimizi incitme gafleti her zaman zahirde kaba hatlarıyla zuhur etmez. O'nun davasına soğuk bakmak, O'nun gönlünde yer tutan nazlılara karşı ufacık bir hürmetsizlik Efendimizi incitir.
Bu yüce sırra yakin olup, O'nun şefkatine ve himayesine girmenin üçüncü şartı: Ruhundaki yaraları Hz. Ha¬san hikmetiyle, nefsindeki fırtınaları Hz. Muhsin sırrı ile tedavi etmek, sonra da gönlünü özellikle Hz. Hüseyin Efendimize dökeceğimiz gözyaşları ile yıkamaktır.
Bu amaçla yola çıktığımızda, zor gibi görünen yolun o yücelerce kolaylaştırılacağını hiç hatırdan çıkarmadan güvenle sebat etmeliyiz. Sonra nefsimizi Hz. Fâtıma annemizin mahviyyet kimyasında erite erite benlik putunu yıkıp kurban etmeliyiz. Savaşın en zoru olan bu noktada, ihlâs dolu gayretimiz yine o yücelerce tesbit edilir. Ve kurban vekâletimizi Hz Fâtıma annemiz hallederler.
Kevser Sûresi'nde verilen en kesin bir reçetenin namaz olduğunu, hiçbir bahane ile bu konuda nefse taviz vermemek gerektiğini unutmayınız.
Namazda ihlâs sırrı Hz. Ali Efendimizin himmetiyle bizi arıtıp gerçek ve yakin namaza ulaştıracak ve gönlümüzde sevda ışığı yanmaya başlayacaktır.
Ve gönüllerde semânın mânâ ilminde motifi budur. O semâ noktasına varamazsak bile; ömrümüz bu yolda gayret içinde iken hayat sona erse ne gam…


Gönüllerde Sema kitabından alınmıştır. Damla Yayınevi
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »


SEVGİLİ ANNELERİMİZ

Hz. Âişe Sırrı

DR. HALUK NURBAKİ


Elest'de Efendimizin niyazı ile hayat bulup hamd niyazına hemen katılan bir avuç mübarek zat, Allah'ın birer esmalarıyla şereflendirilerek Asr-ı saadet'e ışınlandı.
Allah'ın sevgilisi güzeller güzeli Efendimize hizmet yarışına girdiler. Onların kimi Efendimizin kanından takdir oldu, kimi seçkin dostlar (Ashâb-ı Güzin). Onlardan her biri sevgililer sevgilisi Efendimizin ayakları altına başlarını koymakdan bir an tereddüt etmediler. Ve hepsi de Efendimizi kendi canlarından çok sevdiler.


Hepsi de gönül semasında raksettiler, o muhteşem sevda bestesinin birer nağmesini temsil ettiler.
Hz. Aişe annemizin gönlüne ilâhi sır, onun yedi yaşında diyet oluşuyla başlar. Hz. Sıddık Efendimizin bölümünde anlatacağım borçlanma nedeni ile, Yahudi gelip parasını istedi. Hz. Sıddıyk Efendimiz parası olmadığını beyanla mühlet istedi. Yahudi:«paran yoksa evlâtların var, köle olarak ver» dedi ve olayı dehşet içinde dinleyen Hz. Aişe'yi gösterdi.
Hz. Aişe acının teslimiyetle yoğurduğu gönlüne sığınıp kalkdı ve yürüdü. İslâm davası adına ilk köle oluş tecelli etmişdi. Ve de gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
O anda, o yaşlar birer pırlanta oluverdi. Yahudi, Hz. Aişe'nin boynundan düşürdüğünü sandığı pırlantaları alıp borcuna sayarak sıvıştı.
Altı yıl sonra Efendimizle nişanlanacağını duyduğu an sevinçten yüreği duruyordu ve sonra Efendimizin hizmetine girip eşi olduğunda taze yüreğinin derinlerine öyle bir aşk-ı Muhammedi doğdu ki, Efendimiz bunu seyretmek için sık sık onunla konuşur, yüreğinin yorgunluğunu dinlendirirdi. İncelerin incesi hikmete bakın ki, Efendimiz mânânın sonsuzluğuna dalıp beşeriyetten kopacak hale gelince :
«Konuş ya Hümeyra (pembe yüzlü)» diye buyurdu Acaba bir beşerin sesi, Kâinatın İncisini nasıl olur da mânâ denizinden çekip alırdı?
Bu hikmet Aişe annemizin gönlünde tecelli eden aşk-i Muhammedî'nin ilâhi gücünde gizlidir.
Gönlün özünde titreşip semâ eden ilâhi sevda öyle bir güçtür ki, mânâ denizine bile kementler atar.
İnsanların anlaması çağımızda pek güçtür. Amma Hz. Aişe annemiz Efendimizin her yeni evliliğinde, zahirde fark edilmese bile, gönülden pek mutlu olurdu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz de, Aişe Annemizin bu engin sevgisine mükâfat olarak onu yeryüzünün en büyük hukukçusu yaptı.
Yeryüzünde hukuk usûlünü ilk kez Hz. Aişe getirmiştir. Onun hadislere dayalı yorumları koskoca İslâm hukukunu doğurmuştur.
Efendimiz, cemâle teşrif etmeden önce :
«Benden sonra İslâm hukukunu size Aişe öğretecek» buyurmuş ve öyle olmuşdur. Uzun süre ashaba hukuk sohbetleri yapmıştır. Hz. Aişe annemizin gönül sevdası bu dünyadan göçene kadar eksiksiz devam etmiş, Efendimizden sonra, O'nun sevdiği lokmaları yiyemez, sevdiği şekilleri seyredemez olmuştur. Hattâ haftada bir kez koşu yaptığı Medine'nin kenar mahallesinden bir daha geçememiştir. Ömür boyu gözü yaşlı, gönlü yanık gezmişdir.
Efendimizin sevgisi nedeniyle tüm siyasi entrikaları, Emeviler'in ısrarlı ricalarını reddederek onlara zerrece rağbet etmemiş, Hz. Hasan'a biat sırasında onu desteklemiş halife yapmıştır. Ayrıca Şam'a haber gönderip «Eğer Hasan'a bir şey olursa atıma atlar, bütün Arab dünyasını ayağa kaldırırım» demiştir.
Aişe annemiz kendi gönlündeki sevdayı çok iyi bildiğinden, o meş'um dedikodular yapıldığı zaman öylesine yüreğinden yandı ki, dedikodulara Allah bizzat yüce kitabında cevab verdi. Aslında sözün uzaması, sırf Aişe annemizin gönlündeki semânın ne denli Allah'a ulaştığını göstermesi için bir vesile idi.
Aişe annemiz Efendimizin bal şerbetini sevdiğini fark etti; öyle bir bal şerbeti yapardı ki, her defasında Efendimiz:
«Yâ Aişe bu bambaşka bir şey» derdi.
Gönüllerdeki sevda maddeye de yansır, onda akıl almaz güzellik sırları yaratır.




Gönüllerde Sema kitabından alınmıştır. Damla Yayınevi
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

SEVGİLİ ANNELERİMİZ

HZ. ŞEYMA SIRR-I


ONK. DR. HALUK NURBAKİ



Efendimizin çocukluk çağının bir süsü olarak seyrettiğimiz sütkardeşi Şeyma, Efendimizin oyun arkadaşı idi. Mânâ sırrında ise Şeyma elestte iki hamd niyazı yapan yıldızlardan biri idi. Nitekim Efendimize tebliğ görevi gelince ilk îman edenlerden biri oldu. Arap Yarımadası'nın en güzel sesli bu hârika kadını Efendimize kendi gönül sevdasından bestelediği Muhammed kasîdesiyle hizmete başladı. Bütün çevreye Fahr-i Kâinat Efendimizin yüceliğini yayıyor; gönüller, fark etmeden o nur halkasına akıyordu.
Hele Müslümanlar müşriklerin ekonomik boykotunda açlığa düştüğünde Hz. Şeyma, köy köy, çadır çadır, kaside söyleyerek topladığı paraları, onlarla aldığı erzakı Müslümanlara gönderince Efendimiz pek mütehassis oldu.
Hz. Şeyma'nın, Efendimiz için bestesini kendi yaptığı ünlü Muhammed kasidesini aynen veriyorum:
Asil gün doğ ve parla,
Bütün dünyayı cennet parlaklığı ile doldur,
Biz Peygamberlerin en sonuncusu ile takdis olduk,
Onun bereketi dünyaya kucaklayacak,
En asil dinin mesajı olacak,
Ey Allah'ın elçisi ve gerçeğin taşıyıcısı
Ey Abdullah'ın oğlu, inananların en güzeli ve yücesi,
En sonunda birlik yıldızı parladı,
Tüm karanlığı dağıttı,
Şaşkınlara ve yanılanlara yol gösterdi.
Tüm yetimlere nur getirdi.
Asillerin asili,
Yoksulların gururu,
Sen Ümmîlik sırrı içinde
Bütün milletlere ilmi öğrettin.
Senin sözlerin bütün yazılanları aşıyor,
Muhammed gözün zevki,
Muhammed kalbin sevgisi,
Sütkardeşini takdis et,
Günler parladı,
Ve her an yeniden onun yüceliklerini okudu.
Hey Halime şans sana güldü.
Bak etrafındaki her şey buna nasıl şahit,
Bütün kutsallık sana sütkardeş.
İslâm tarihinin mânâ açısından en esrarlı bir olayını Hz. Şeyma bize tanıttı. Kronolojik sırayı hiç düşünmeden bu hârika olayı anlatmak istiyorum.
Mekke'nin fethinden sonra içinde Hz. Şeyma'nın kavminin de bulunduğu çok kalabalık bir Arap ordusu ile Hüneyn'de zorlu bir savaş oldu. Savaşın sonunda yedibin esir alındı. Mekke'nin fethinden sonra Arapların hâlâ kanlı savaşlar vermesini İslâm komutanları büyük bir öfke ile karşıladılar. Bu yüzden esirler paniğe ve dehşete düştüler. Ve Hz. Şeyma'ya gelerek Efendimiz yanında ricacı olmasını yalvardılar.
Hz. Şeyma, Efendimizin çadırına geldiği zaman Efendimiz onu ayakta karşıladı ve büyük iltifatlarda bulundu. Şa¬şıran ashaba dönerek:
— O Mekke'nin en zor günlerinde bizim için çadır çadır dolaştı ve bize para ve erzak gönderdi, buyurdu.
— Ne istersin, kardeşim Şeyma.
— Ya Resûlallah, senin merhametin sonsuzdur, esirlere biraz kolaylık gösterilsin.
Efendimiz emir verdi:
— Esirlerin hepsini serbest bırakın. Yiyecek ve su verin, buyurdu. Bu kez Hz. Şeyma:
— Ya Resûlallah, onları madde esaretinden kurtardınız, fakat onlar şimdi gerçek esirlerdir, nefislerinin esiridirler. Onları asıl bu esaretten kurtar, sen rahmet denizisin, diye yalvardı.
Ve birden mânânın en ulvi sahnelerinden biri cereyan etti. Efendimiz, eliyle kendinden bin metre kadar uzak esirleri işaret ederek:
— Ya Rabbî, onları nefislerinin esaretinden de bağışla, diye niyâz etti.
O anda tüm bunlardan habersiz yedi bin müşrik secdeye varıp hep bir ağızdan Kelime-i Şahadet getirdiler.
Bu sahne, daha önce emsali görülmeyen bir sırr-ı Muhammedi hikmetidir. Âşıkların kavrayabildiği muhteşem bir sevgi sahnesidir.
Şimdi tekrar Efendimizin ilk yıllarına dönüyoruz. Hz. Âmine annemizin ebedi âleme göçmesinden sonra, Fahr-i Kâinat Efendimiz sevgili dedelerinin himayelerine verildi. Bu süre yedi sekiz yaşlarına kadar, zevkli, mutlu bir çağ hâlinde devam etti.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »

Hazreti ESMA r.a konferansı

ONK. DR. HALUK NURBAKİ

Hz. Esma (r.anha.) annemizin İslama olan hizmeti ve Efendimize (s.a.v.) olan hizmeti ve bunun yanı da çok enterasan olarak bir çok İslami yasaya katkısı vardır. Bazı ayetler Hz. Esma'nın bir hadise üzerindeki intizarına, bekleyişine cevap verecek şekilde gelmiştir.
Çok değişik bir takım olaylarda Hz. Esma'nın vasıtasıyla intikal etmiştir. Hz. Esma annemiz Hz. Ebu Bekir'in kızıdır. İslamiyet intişar ettiği zaman on altı yaşındaydı. Biliyorsunuz Hz. Ebubekir'in bir ikinci kızı da Hz. Aişe'dir. Esma annemiz Hz. Aişe'nin ablasıdır, ama anaları aynıdır. Tarihi malumatlar pek yerli yerinde değil. Hz. Ebubekir İslamiyeti kabul ettikten sonra Hz. Aişe'nin de annesinin İslamiyeti kabul ettiği bilinmektedir. Fakat Hz. Esma'nın annesi İslamiyeti kabul etmemiştir.

İSLAM MÜZİĞİNE MÜSADE

Hz. Esma ışığını ilk bu olayda sergileyecek. Hz. Esma onsekizinci Müslüman olmak şerefine erişmiş, onsekizinci Müslüman olarak İslamiyeti kabul etmiştir. Demin söylediğim gibi mânâda hiç bir tesadüfün yeri yoktur. Onsekiz sayısı biliyorsunuz. Mevlevilerin özel saydıkları kutsal bir sayıdır. İşin bir hikmeti de İslamiyetteki müziğe izini Hz. Esma almıştır. Bakın burada büyük bir hikmet vardır. İslam müziğinin doğmasına ve İslam müziğinin bir birinden güzel eserler vermesine Hz. Esma'nın gönlündeki bir ceryan vesile oluyor.Bu ceryanı biraz sonra anlatacağım.
Hz. Esma onsekizinci Müslüman olarak yerini aldığı andan itibaren Fahr-i Kainat Efendimizin (s.a.v.) etrafında pervane olmuştur. Yani O'nun (s.a.v.) hem şahsı hizmetlerini yapmada, hem de İslamiyeti yaymada büyük bir girişimci olmuştur.
Fevkalade zeki, yüksek seviyede hafızalı, çok üst seviyede ahlaklı bir hanımefendi olduğu için Rasûlullahın ağzından çıkan her ayeti kerimeyi, her hadis-i şerifi kapıp, kapı kapı dolaşarak Müslüman arayıp, Müslüman yetiştirmek için bir asker oldu. Müslüman ceryanı taşımak için adeta Fahr-i Kainat ordusunun ilk manevi neferi 'olmuştur. Bu vasfı yanında özellikle Efendimizin (s.a.v.) günlük hayatında çok önemli hizmetlere vesile olmuştur. Şöyle ki, Hz. Ebubekir Hz. Esma'nın annesinin Müslüman olmamasından dolayı rahatsız olmuştur. Çünkü, Efendimiz (s.a.v.) Müslüman olmayan eşlerle birlikte olmayı kaldırmıştır prensip itibariyle… Nitekim Hz. Şeyma'nın kocası Bigât Müslüman olmadığı için ilgisini kesmiştir. Aynı evde oturmaya cevaz olsa bile hanımlık ilgisini, erkekse erkeklik ilgisini kesmek zorundadır.
İşte bu hadise içerisinde acaba aynı evde otursa da mı ilgisini kesse, yoksa bir başka çare mi bulsam düşüncesindeydi Hz. Ebubekir… Ne olacak diye düşünceli dururken bir gün Hz. Esma babasına sordu:
- Baba senin canın bir şeye sıkılıyor, nedir bizde bilelim?
Hz. Ebubekir (r.a.)'de Hz. Esma'ya:
- Kızım annenin Müslüman olmayışı beni çok rahatsız ediyor diye cevap verdi. Bunun üzerine babasına Hz. Esma şu teklifte bulundu.
- Gönder gitsin annemi baba!.. Gönder gitsin… Allah demeyenin bu evde işi yok.

17.jpgBİR GÖNLE İMAN DÜŞERSE

Şimdi bu söz söylendiği zaman insanlar "annesine karşı bu tavrı nasıl yapar" diye düşünebilir… İşte bir gönle iman düştüğü zaman o bir zevk alemidir ki, Allah'tan gayrısını tanıması mümkün değildir. O cümle söylendiği zaman başlayan ışık Efendimize yansıdıktan sonra Hz. Esma, Fahr-i Kainat Efendimizin çok sevdiği bir evladı mahiyetine girdi. Ve Efendimiz bütün ufak tefek işlerini Hz. Esma'ya yaptırmaya başladı.

EFENDİMİZE HİZMET ETMEK

Fahr-i Kainat Efendimize ait, ona dair en ufak bir işi yapmak, katkıda bulunabilmek büyük bir şeref unsurudur, bahşişdir. Bunu her hangi birisine teveccüh ettirmek o insandaki çok büyük değerin emsalidir.
Hz. Esma (r. anha) fevkalade marifet sahibi bir hanımefendiydi. Fahr-i Kainat Efendimizin gömleklerini dikmeye başladı. Bundan itibaren Efendimizin giyinmekteki zevk-i selimini anlamaya başladı. Daha ewel gömlekler sıfır yaka şeklinde dikilirdi. Bir defasında Fahr-i Kainat Efendimiz Esma annemize "bu yakalan biraz şöyle kaldırmak mümkün değil mi?" demişti. Bugünkü tabiriyle hakim yakayı ta'rif etmişti Efendimiz.
- Hay hay ya Rasûlallah diye cevap verdi annemiz.
Ondan sonraki bir zamanda Efendimiz "hep önde oluyor düğmeler, acaba şöyle yana doğru alsak düğmeyi daha şık olmaz mı?" dedi. Hz. Esma yine Efendimize hay hay dedi ve o tarz gömlek dikti. Rasûlullahın sevdiği renkteki kumaş parçalarını ele geçirdiği zaman yalvarırdı. "Ya Rasûlallah bir gömlek dikeyim" diye. İşte Efendimize hizmetleri bu tarzda başladı.

EFENDİMİZİN GİYİMİNDEKİ ŞIKLIK

Burada dikkat ederseniz Hz. Esma (r. anha) bize hizmetleri vasıtasıyla bir mesaj veriyor. Efendimiz fevkalade şık giyinen bir insan. Hz. Ali'ye soruyorlar. Rasûlullah nasıl giyinirdi diye… "Devrinin en şık giyinen insanıydı." diyor Hz. Ali. Bir takım insanların sandığı gibi, taklit ettiği gibi değildir.
Herkes Hz. Esma'ya enva-i çeşit model yaptırdığını biliyor. O günün ölçüleri içerisinde yakasını değiştirerek, düğmesini sağa alarak en güzelini bulmak için bir araştırma yapmak, giyimde zevk-i selimi bağdaştırmak demektir ki, bunun da mimarı Hz. Esma'dır.
Hz. Esma (r. anha) annemizin ilk on yıllık Mekke devri içerisindeki hizmetleri İslamiyeti ev ev yaymakla oldu. O zaman bu hizmeti yapanlar Hz. Ömer'in kardeşi Hz. Fâtıma (r. anha), yine bu hizmetleri yapan Ümmül Fadl (r. anha) [Hz. Abbas'ın eşi], ve Hz. Esma idiler. Bu üçü kapı kapı dolaşırlardı. Sokaktaki insanın isyanına rağmen İslamiyeti perde perde evlere naklederlerdi. Bu fevkalade önemli bir şeydi. İşte bu ilk yüzelli mü'minin kuruluş seramonisini yapan üç dört kişiden bir tanesi Hz. Esma'dır.

ASR-I SAADETTE ÜÇ ESMA'LAR

Bu vesile ile bir şey daha söylemek istiyorum. Onları da rahmetle anmak üzere İslam tarihinde, asr-ı saadette ki üç Esma'yı söyleyeceğim. Bunlardan iki tanesi Mekke'li bir tanesi Medine'lidir. Medine'li Hz. Esma savaşcılığıyla meşhur… Her savaşa Rasûlullahın özel iziniyle girerdi Medine'li Esma vurduğu kılıçla kMirin kellesini bir saniyede düşüren müthiş bir hanımefendi idi.
İkinci Esma diyeceğimiz diğer Esma'da Hz. Cafer-i Tayyar Efendimizin eşi sonradan Hz. Fatıma annemizin dünyasını değiştirmesiyle Hz. Ali ile evlenen hatta bir aralık Hz. Ebubekir'le evlenen çok yüce bir annemizdir.
Üçüncü Esma'da şimdi konuştuğumuz Hz. Ebubekir kızı, aşere-i mübeşşereden [yaşarken cennetle müjdelenen on kişi] Hz. Zübeyir'in eşi, Hz. Aişe'nin ablası olması dolayısıyla Peygamber Efendimizin baldızıdır.
Bu maddi sıhriyyet, sıradan bir sıhriyyet değil. Çünkü elest meclisinde Efendimizin nuru parladıktan sonra, nuru Muhammedi intikal ettikten sonra iki tarz halka yayıldı.

ELEST'TEN GELEN İKİ TARZ TECELLİ

Bunlardan bir tanesi Efendimize maddi sıhriyyet şeklinde tecelli etti. Yani akrabalık şeklinde… Daha özünde de ehl-i beyt ve al-i aba şeklinde tecelli etti. Bir tanesi de dostluklar şeklinde, ashab-ı güzin dediğimiz yakınları şeklinde tecelli etti.
İşte bu sıhriyyetle dostluklar arasında bir köprüydü Hz. Esma. Onsekizinci Müslüman olarak hem ashap, hem de akrabalık yakınlığı dolayasıyle iki halkanın elestteki, güçlü kadronun sanki arasında bir ihtizaz gibidir. Bu ihtizazı, yani titreşimi adeta Efendimizin etrafındaki coşkusuna karşı Cenab-ı Hakkın verdiği bir lütuftur. Onu Efendimize baldız olarak mükafatlandırması, onu Ebubekir'in (r.a.) kerimesi olarak intikal ettirmesi, elestin lehv-i mahfuzda nakşolmuş özel sırlarıdır. Hz. Esma'nın Efendimize hizmetlerindeki sonsuz başarısı, sonsuz sevimliliği özellikle hicrette çok enteresan bir şekilde zuhur etmiştir.

HİCRETTEKİ ROLÜ

Fahr-i Kainat Efendimiz aniden Hz. Ebubekir'in (r.a) evine gelerek "hadi bakalım Medine'ye gidiyoruz" diye emrettiği ve hâneyi büyük neş'eye boğduğu zaman, "bütün iş sana düşüyor Esma" dedi. Gerçekten onların gidişlerini saklamak, onlara lazım gelen yiyeceği, içeceği mağaraya taşımak Hz. Esma'ya kalıyordu.
Hz. Esma hem sevinçle, hem telaşla, hem de büyük bir rikkat ve dikkatle vazifesini eksik yapmamak için yiyecekleri hazırladı, suyu hazırladı. Bunların her ikisini biri kırba biri bohça tarzında hazırladı. O kadar telaş ediyordu ki, o sırada bunları bağlayacak bir şey bulamadı. Arap hanımlarının, özellikle asil Arap hanımlarının belinde, bir ucu dizden aşağı inen süs kuşağı olurdu. Bu süs kuşağını kesti, yarısıyla suyu yarısıyla yiyecekleri bağladı. Bunları mağaraya götürdüğü zaman Efendimiz çok enterasan bir iltifatta bulundu. Hz. Ebubekir'e "Cennette bu iki kuşağın karşılığı iki ayrı sır vereceğim. Esma'ya" dedi. Bu sırlardan bir tanesi dünyada tecelli etmiştir. Yeryüzünde de inşaallah İslam hanımefendileri onun sırrıyla feyiz alacaklardır..

20.jpgEBU CEHİLE KORKUSUZCA CEVAP

Hz. Esma'da mağarada olan Fahr-i Kainat Efendimize karşı hizmetlerdeki sıddıkıyet o kadar ileride idi ki, bunu kafirlere korkusuzca tavrında görüyoruz. Kafir sınıfı ve onların temsilcisi olarak Ebu Cehil, Hz. Ebubekir ortada görülmediği için "bunlar bir şeyler yapıyorlar telaşı içerisinde idi. Hz. Ebubekir'le Fahr-i Kainat Efendimiz. mağarada iken Ebu Cehil telaş içinde kapıya geldi. Hz. Ebubekir'i sordu. Hz. Esma'dan yok cevabını aldı.
Ebu Cehil:
- Nerede diye sordu. Hz. Esma (r.anha)
- Bilmiyorum cevabını verdi.
Bunun üzerine Ebu Cehil, Hz. Esma'ya çok şiddetli bir tokat indirdi. Sonra da bir kaç tekme vurdu, gırtlağına çöktü ve elinde kılıcıyla, "söylemezsen seni öldüreceğim" dedi. Hz. Esma'da:
- Bilmediğim şeyi söyleyemem dedi.
Yani ölümle ağız ağıza geldiği halde o büyük sırrı, ilahi sırrı onlara intikal ettirmedi. Buda Efendimiz tarafından hoş karşılanmış ve şöyle medh-ü sena görmüştür:
Hiç kimse, hiçbir asker bu kadar cesur görev göremez. Boynunda ölüm korkusuyla yerlerimizi söylemedi Ya Ebubekir. Dikkat ediyor musunuz bu inceliği dedi. Nitekim böylesine artan muhabbet bir gün İslam dünyasında büyük bir önerinin yahutta tezahürün vesilesi oldu.

HZ. ESMA VE MÜZİK

Hz. Esma çok güzel def çalardı. Bir gün evde Hz. Aişe ve bir kaç arkadaşıyla beraber def çalıyorlardı. Hz. Ebubekir, Efendimizle beraber camiden gelirken def seslerini işitti. Hz. Ebubekir büyük bir telaşla önden fırladı içeri girdi ve "Ne yapıyorsunuz siz" dedi. Rasûlullah geliyor diye defi yatağın altına sakladı. inşaallah duymamıştır diye gönlünden geçiriyordu. Hz. Esma o zaman otuz yaşında falandı.
Resûlullah Efendimiz "Burada çok. güzel bir def çalıyordu. Kim kestirdi onu" dedi. Herkes yere baktı. Hz. Ebubekir'de yere bakınca "Ya Esma çıkar o sakladığın defi çal," buyurdu.
İslamiyette müzik böylece Hz. Esma'nın Efendimizin gönlüne karşı duyduğu büyük muhabbetin bir iltimasnamesidir. Bu karar, bu ferman Hz. Esma (r. anha) vasıtasıyla gelmiştir. işte hikmetlerin incesi de bunu geniş bir şekilde yaygınlaştıran Mevlevilik adeta 18. Müslüman olan Esma'nın esrannda gizlenmiş bir tarikattir.

HZ. ESMA'DA SEHA

Şimdi Hz. Esma'nın ahlakına ait hususiyetleri anlatacağım. Hz. Esma'nın bütün ömrü fakir geçmiştir. Eşi Zubeyir ise bir savaşçı olarak, asr-ı saadetteki bütün savaşlara girmiş bir kahraman olarak, en azından ganimetlerden düşen hisseler dolayısıyla hali vakti yerinde olması lazım gelen bir kimse olduğu halde Hz. Esma'nın dağıtmasına serveti dayanmamıştır. Böylece Hz. Zübeyir fakir olmaya mecbur olmuştur.
Hz. Esma, Zübeyir nereden ne ganimet getirdi ise hepsini dağıtmış ve böylece neredeyse yiyeceğe, içeceğe muhtaç hale geldikleri zaman Efendimiz bir hurma bahçesi hediye etmiştir Hz. Esma'ya.
O hurma bahçesine gidip gelmek de bayağı güç bir işti. Üç saatlik bir yoldu. Oranın bakımını yapmak, ardan hurma getirmek zor geliyordu Hz. Esma'ya. Her rastladığında Efendimiz devesini çöktürür, "Bin ya Hz. Esma" derdi.
Hz. Esma taaccüp eder binmezdi deveye… Ama bu olay asr-ı saadette, Efendimizin Hz. Esma'ya karşı sıcak sevgisinin bir sembolü olarak anılmıştır. Bu ne büyük iltifattır, seni gördüğü zaman devesini çöktürüp seni devesine almak istiyor derlerdi.

AKŞAMDAN GELENİ, SABAHA DAĞITIRDI

Hz. Esma'nın bu seha hususiyeti o kadar Efendimizin emrine mutlak uymak hadisesiydi ki, akşamdan geleni sabaha bırakmazdı. İslamiyetin yardım tarzları, cömertlik, ita, ittika, infak sonradan gelen insanlar tarafından dar çerçevelere sokulmaya çalışılmıştır. Halbuki Efendimizin ita'da ve infakta sınırı yoktur. Nitekim bir gün Efendimiz Medine'de sohbeti sırasında, sohbeti keserek caminin bitişiğindeki hane-i saadetlerine kadar gitti ve bir müddet sonra döndüler.
Ashap Efendimizin hiç yapmadığı bu işe şaşırmış, sohbeti kesecek kadar önemli olan bu aciliyeti merak etmişlerdi. Efendimiz sabah ezanından evvel tasadduk etmeye niyetlendiğim bir kaç kuruş "Vardı. Akşam o akçeleri unuttuğum için huzursuz oldum, sohbet edemedim" buyurdu.
Bunu işiten Hz. Esma (r.anha) bir kuruş bekletmezdi. İşte onun için bütün ömrü gerçekten fakirlik içerisinde geçti derken, akşamdan geleni sabah namazından evvel dağıtma alışkanlığındandı.Hz. Ebubekir'in kızları çok cömert idiler. Hem Hz. Aişe hem Hz. Esma.
Ancak Esma ile Aişe arasında bir fark vardır. Hz. Aişe evinde duran parayı icabında biraz daha üstüne gelsinde ondan sonra bir fakirin işini görebileyim diye huy edinmişti. Hz. Esma ise olduğu anda mutlaka dağıtırdı. Hz. Esma'nn hususiyeti o anda o parayı mutlaka dağıtmaktı. Sabah namazından evvel mutlaka fakire tasadduk etmekti ve bu yüzden bu dünya ile irtibatı yoktu.
Ama buna karşılık çok çalışkandı, o bir avuç hurma bahçesi'nin mahsülünü alıp evi geçindirebilmek için akla karayı seçerdi. Çünkü beş oğlundan sonra üç kızı vardı. Onları besleyebilmek için, onlara annelik yapabilmek için ve ömrünün çoğu savaşta geçen eşi Zübeyir'i aratmamak için fevkalade çalışırdı. Ama buna rağmen fakirdi. İşte İslam sembolünü temsil eden Esma (r.anha) sırrı budur.
Meskenetin ve tembelliğin dışında anormal bir çalışma ama buna rağmen.dünyaya bağlanmama. Dünyadan gelen her şeyi başkalarıyla paylaşma. Çünkü İslamiyetin özündeki iki yasanın sırrı namaz ve infaktır, infakda her nimeti paylaşmaktır. İşte Hz. Esma'nın bu hususiyetleri ahlakındaki geniş seha onun gönlünde öyle bir hamur açtı ki, bu sefer ayetleri ezberlemekte, Kur'anı yorumlamakta hadisleri ezberlemekte, özellikle büyük bir İslam hukukcusu olan Hz: Aişe'nin hukuk kurallarını ezberleyip yaygınlaştırmakta büyük bir görevalmış oldu.

HOCALIĞI VE KUR'AN YORUMCULUĞU

Hz. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve bu ömrü içersinde devamlı suretle İslam cemaatlerini eğitmiş bir insandı. Hac zamanında özel çadırını açar bütün gelen müminlere ayet. Okutur, Kur'an okutur, İslam hukukunu okuturdu, O tam manasıyla bir hocaydı.

RÜYA YORUMCULUĞU

Bu hocalığının yanında Kur'an ayetlerinin yorumu konusunda da çok ustaydı, hatla o çağın içersinde çok güzel rüya yorumlamasıyla meşhurdu. Asr-ı Saadetle Efendimizden sonra en iyi rüya yoran Hz. Esma idi. Kendisine bu üstün kabiliyetinin hikmetini, sırrı soranlara, "hamd olsun Rabbıma Efendimiz bana lütfediyor, manadan rüya yorumunu öğretiyor” derdi.
Bu yorma sanatı ilmin anahtarıdır. Eğer bir bilgiler demetini yorumluyabiliyorsanız o ilimdir. Çağımızda dikkat ederseniz yorum sıfıra inmiştir. Bilgiler demeti çoğalmıştır. Bire beşyüz artmıştır, bin sene evvelinde bir bilgi varsa bu günkü çağda bin bilgi vardır, beşyüz bilgi vardır ama yorum yoktur.
Çünkü bilgiler demetiyle bir şeyler çıkar sanıyor insanoğlu. Birçok şeyleri bilirsek bir şeyler çıkar sanıyor, halbuki yorum olmadan bilgiler demeti insanı Allah'tan koparmaktan, dünyaya biraz daha hilekar yapmaktan daha öteye geçemez. Hz. Esma'nın en - büyük hususiyetlerinden bir tanesi Kur'an yorumlamaktaki ustalığıdır. Hatta .Hz. Aişe ile kıyasladığımız zaman Hz. Aişe daha çok İslamiyetin hukuk mimarıdır. Çünkü Efendimiz (s.a.v) Kur'anda hukuka ait ayetlerin nasıl yorumlanması gerektiğini Hz. Aişe'ye öğretmiştir. Eshabın ısrarla hukuka ait bilgi istemelerine karşılık "ben İslam hukukunu Aişe'ye öğretiyorum benden sonra o size bunları daha net açıklar" demiştir. Ve koskoca bir İslam hukuku Aişe'nin lisanından doğmuştur. Sanmayın ki yalnız İslam hukuku muhakemat hukuku dediğimiz hukukun temel ilkeleri Hz. Aişe'nin yorumlarından gelişmiştir. Eski Osmanlı mecelle sistemi Hz. Aişe'nin yorumlarından ibarettir. Ve bugün dünya hukukunda mecelle'den daha üstün bir hukuk usulü yoktur. Hukukun temel ilkelerini Hz. Aişe anlatmıştır. Hz. Esma, Hz. Aişe'nin İslam hukuku üzerindeki geniş bilgilerin yanında Kur'anın diğer yönden özellikle bilimsel yönden, ilmi, yönden, içtimai yönden yorumlarını Hz. Esma yapardı yani bu iki kardeş Kur'an yorumu hususundan çok ustaydı. Ancak burada size çok önemli bir ilahi hikmeti anlatmak istiyorum.

HZ. ESMA NEREDE OKUDU?

Hz. Esma Allah okulunda okumuş, Efendimizin yakıni olmuştur. Ama beşeri gözle baktığınızda bir an için düşünün… Hz. Esma hangi okulda okudu, hangi üniversiteden mezun oldu da Kur'an'ı yorumlayabildi? Hangi kitapları okudu da, onların ışığı altında Kur'an'ı yorumladı?
Yorumlayabiliyor çünkü Kur'anı yorumlayabilmek bir gönül meselesidir.
Bir hadis-i kudside "Kur'anla insan ikiz kardeştir" buyuruyor Cenab-ı Hak. Bu ne demektir? İnsan gönlünde Kur'an'ın bir tarz motifi, kopyası vardır. Hem de öz manasıyla, bütün mana derinlikleriyle mevcuttur. İşte bunu yakalayabilmek ayetin yorumunu yapabilmek gönlündeki Kur'an kopyasının yazılı şifresini bilmek demektir. Bunun için de ne lazımdır? Bunun birinci anahtarı muhabbet-i Muhammedidir. Efendimize karşı duyulan sevdadır. Kim ki, Efendimize karşı ciddi bir sevda duyarsa açsın Kur'an'ın istediği ayetini yorumlasın. Tabii bunu gaflet gözüyle görmemek lazım. Kuru kuruya ben muhabbet ediyorum demek caiz değildir, mümkün değildir.

MUHABBETİN İSBATI

Ben size bir misal vereyim. Hz. Esma (r.anha) Efendimize karşı duyduğu muhabbeti hayatının pek çok safhasında ispat etmiştir. Bunlardan bir tanesi İslamiyetin ilk yayılmasındaki teşebbüsleri ve sonu gelmez gayretleri, boynu sıkılmasına rağmen Efendimizin yerini söylememesi gibi sadakatı olurken, daha önemlisi ahlakına Fahr-i Kainat Efendimizin sevdasını nakşedebilmektir.

AŞIKIN İSBATI İNfÂK

Bakınız, dikkat ediniz eğer bir kimse çıkarda "Ben Fahr-i Kainat Efendimize aşığım derse, " Ne kadar infak ediyorsun neyini verdin. Allah yoluna, insanlara neyini verdin?" diye soracaksınız. Hz. Esma sırrını anlatmaya geçiyorum. Hz.Esma gibi sevmek lazım. O evinde parayı bekletmezdi. Ben sabaha kadar tasadduk ederim diyen bir sevdaya "sahipti. Onun için Kur'an'ı tevil edebiliyordu. Zahiri bilgilerimiz itibariyle hiçbir tahsili olmadığı, kesbi bir ilmi olmadığı halde ilimde her türlü inceliği biliyordu. Neden?
Çünkü gönül kapısı açıktı. Gönül kapısını açmadan ilmi yakalayabilmek, hele yorumu yakalayabilmek çok zor bir iştir. Bir insan 60 yıl tedris ederek, öğrenerek, kesbederek öğrenecekleri şeyler, gönülden gelen ceryanın her ana vereceği yorumun bir zerresine ulaştıramaz.

HZ. ŞEMS’TEN NE ÖGRENDİ MEVLANA?

Müteaddit defalar söyledim, çok hoşuma gittiği için bu konferansımda da tekrar etmek istiyorum.
Hz. Mevlana'ya sordular. Siz şemste ne buldunuz? Şems'ten ne öğrendiniz? Biz sizi tanıyoruz, siz Selçuk Üniversitesinin rektörü idiniz, hadis hocasıydınız*, ilimde zirvedeydin iz dediler. Bu soruyu sormalarının sebebi Hz. Mevlana "Biz Şemse rastlamasaydık ne dinimiz, ne gönlümüz olurdu" demesiydi. Nasıl bir laftı bu… Kesbettiği bilimle zirveye ulaşmış bir insan bu sözü söyleyince herkese bir şaşkınlık gelmişti.
O zaman biz yandık dediler ve ne öğrendiğini merakla sordular. Hz.Mevlana bakın dedi?
- Ben Şemse rastlamadan evvel üşüyüp geldiğim zaman evde ocağın başında ısınabiliyordum. Şems'ten sonra ısınamıyorum. Çünkü Şems bana "yeryüzünde bir tek mü'min yaşıyorsa ısınmak “yetkin yoktur" diyordu.

SEVGİDE AMAÇ NEDİR?

Hepiniz seversiniz eşinizi, çocuğunuzu, ananızı babanızı veya başkalarını… Peki amaç nedir? Sevdiğini mutlu etmek değil midir? Fahr-i Kainat Efendimizi sevdiğini iddia eden insan O'nu mutlu etmek, razı etmek ister. Bu rıza da mutlaka infaktan geçiyor.
Fahr-i Kainat Efendimiz nasıl her şeyini dağıtmışsa, sizde her şeyinizi dağıtacaksınız. Hiç çaresi yok. Ama bu demek değil ki, herkes çulsuz kalsın da geçsin bir tarafta otursun. Hayır, ama, infakı yakalamadığımız için Efendimize karşı sevgimiz sahte oluyor.
Allah inşaallah bugünden bu sırrını bize vermiş olsun. Hz. Esma'yı anma fırsatı verdiği bu günden itibaren İslamların gönüllerinden Esma (r.anha) geçsin ve insanlar başkalarına bir şeyler vermedikçe sevday-ı Muhammediyeyi yakalayamayacaklarını öğrensinler. Dostun olmaz dediği, düşmanın korktuğu şu güzel İstanbul bu sırla mutlaka ve mutlaka İslamiyetin merkezi olsun. Şu andan itibaren bu sırra erebilmek için Hz. Esma'nın cereyanını bütün mü'min ve mü'minelerin gönüllerine inşaallah soksun. Onun sevgisini gönüllerimize intikal etlirsin. İnşaallah konuşmamın sonunda hep beraber niyaz edeceğiz Hz. Esma'ya.

SEVDA-Yİ MUHAMMEDİYE TUTULMAK

O zaman görsünler Ulubatlı Hasan'ın kuleden düşerken niçin güldüğünü? Millet o sırrı yakaladığı zaman anlayacak mukavva heykellerden boşu boşuna korktuğunu. Rus ne der, komünistler yeniden gelir gibi heyûla laflar çıkarmanın ne kadar süprüntü olduğunu anlayacak, milletçe sevdayı Muhammediye tutulduk mu?
Her mü'minin gönlünde asr-ı saadetin sırları, cesaretlin ışıkları, infaklar, fedakarlıklar doğupta sevdayı Muhammediye bir. bir tutulduk mu İstanbul'ca tutulalım. Toptan tutulalım inşaallah. Dışımızda kimse kalmasın.

YORUMUNUZU ONDAN ALIN

Güzel bir rüya gördüğünüz zaman özellikle rüyanızın içersinde Allah'a (c.c) Efendimize, İslam velilerine ve Ashaba ait bir silüet varsa ve böyle bir rüyanın yorumunu istiyorsanız sabahleyin kalkınca üç ihlasla bir fatiha okuyarak Hz. Esma'nın ruhuna hediye edin. O size yorumunu verecektir. Hz. Esma (r.anha) ondört asır evvel ışık tutmuş, İslamiyeti köşe köşe dolaştırmış, şimdi perdenin arkasına geçmiş değil. Mümin haşa ölmez dediklerinde siz şakamı sanıyorsunuz? Her an hazırdır.
İş ona iltica etmek, .ona sokulmasını bilmektir. Siz eğer Hz. Esma'dan sır almak istiyorsanız elinizi biraz cebinize atın, sehanızı gösterin. En azından ona muhabbetle, ona hayranlıkta bir noktaya gelin.

ONLARI BAŞKALARIYLA KIYAS ETMEYİN

Allah (c. c) aşkına sıradan bir takım maymun insanlarla İslam büyüklerini mukayese etmeyin. Bu mümkün değildir. Onların bir tanesi trilyon kere trilyon olur. Bugün yeryüzündeki kadronun akıllı saydığı, büyük saydığı insanlar nihayet rakamlarla yüze kadar sıralanabilir. Ama onların basit rakkamlarının yanında bu asr-ı saadet kadrosu trilyon kere trilyondur.
Onların ruhaniyetlerinin mânâlarından bahsettiğinizde "nerde canım, sende hayhal görüyorsun" der gibi bakarlar. Ben size şimdi dünyadan bir misal versem ve desem ki, şu anda Boenes Aireste bir opera oynuyor, televizyonda naklen veriyor. Seyretmek ister misiniz desem, iyi bir aletim varsa, anten gibi sistemlerini de ayarlarsam seyrettiremez miyim?
Peki ya gönül? Cereyanını bağlarsanız nasıl seyredemezsiniz? Bu mümkün müdür? Mümkün değildir. Binaenaleyh onların varlıkları, onların ölmezlikleri her an seyredilebilir Gönüldeki bu seyirler sırası gelir murad-ı İlahi tahakkuk ettiği zaman beşeri seyre de intikal edebilir. Bu intikal beşeri seyre intikalde kat kattır. Bir tanesi biraz evvel bahsettiğim gibi Ulubatlı Hasan'ın İstanbul surlarında Rasûlüllahı görmesidir. Tamamen beşeri seyre intikal etmiştir.

EFENDİMiZ (S.A.V.)'İN BEŞERİ SEYRE İNTİKALİ…

Efendimiz beşeri seyre her an intikal edebilir .Yalnız gönülde muhabbeti Muhammediyi gittikçe derinleştirecek şekilde tutmak lazım. Şimdi bakınız. Hz. Esma'nın (Lanha) muhabbet-i Muhammediyi yalnız hayatının belll bir safhasında tutmadığını göreceğiz ve hemen taklid edeceğiz.

EMEVİ FELAKETİNE KARŞI ÇIKIŞI…

Hz. Esma'nın hayat şeridi içersinde İslam politikasını nasıl anladığını, insanı, dünyayı ve ölümü nasıl anladığını dile getirmek istiyorum.
Aradan yıllar geçtikten dört Halife devri de nihayetlendikten sonra İslamiyet biliyorsunuz bir Emevi felaketi ile karşılaştı. Gerçekten bütün dini bilgiler, bütün güzellikler inkar edildi. Mana zorbalığa, saraydaki masraflara dönüştü ve bir yezid belası çıktı. Kerbela fadasına kadar, dünyanın talihsiz bir ihanetini işleyecek alçaklığa kadar götüren bir sistem doğdu. Böyle bir sistem karşısında kim sustu, ki\n konuştu. Bu çok önemlidir. Fahr-i Kainat Efendimizi kutu kuruya sevmek mümkün değil. Hz. Esma (Lanha) Mekkede isyanı başlattı "zülme itaat küfürdür" dedi. İsyan Medine'ye yayıldı Mekke ve Medine Emevilere isyan etti.
Bu isyan o kadar şiddetli ceryan etti ki, onbinlerce şehide sebep oldu. Mekke ve Medine'de büyük reaksiyon Fahr-i Kainata bağlılığını vurgulayabilmesinin en büyük fırsatıydı. Hz. Esma'nın oğlu, dolayısıyla bir dedesi Zübeyr, bir dedesi Hz. Ebubekir, anneannesi Hz. Safiye olan Abdullah ismindeki oğlu da isyanın başına geçti ve halifeliğini ilan etti. Çok enterasandır, onun halifeliğini çevredeki iller Mekke ve Medine tanıdı. Birde uzaktan bir yer olan Horasan tanıdı.
Çünkü Türk'ler neyin nerede doğru olduğunu bilen bir kavimdir.
Hz. Esma'nın mücadeledeki askeri gücü, imkanları fevkalade zayıftı düşmanınkine karşılık.. Yezid kopup gittikten sonra, yerine geçen Mervan, tarihin meşhur Haccac-ı Zalim'i bütün şirretliği ile Mekke ve Medine'nin üzerine yürüdü. Medine'de bugünkü Ravzayı Mutahhara'nın yani mescid-i Nebevi'nin duvarlarını bile yıktılar.
Taş taş üstünde bırakmadılar. Mekke'de Kabeyi taşladılar. O zamanın mancınığı şimdilerin toplarına tekabül ediyordu. Hz. Esma'nın oğlu Hz. Abdullah'da bu mücadelenin en önde gelen kumandanıydı.

İMANLA KORKU AYNI YÜREĞE GİRMEZ OĞLUM!..

Haccac-ı zalimin ordusu ikiyüzbin kişilikti. O zaman ikiyüzbin kişilik ordu demek, dünyanın bir ucundan çık öbür ucundan gel demekti. Bu kadar büyük bir ordu ile gelmişlerdi Mekke'nin üzerine…
Hz. Esma (r .anha) arada bir oğlu Abdullah'ı çağırtıyordu. Abdullah acaba annem bu savaşı durdurmak mı istiyor kabilinden düşünerek geldiği zaman şöyle diyordu.
- Oğlum, sakın yüreğinde titreklik hasıl olmasın. İmanla korku aynı yüreğe girmez. Sebat edecek ya muzaffer olacaksın ya şehit olacaksın.
Bu tarz emirlerini devamlı surette Abdullah'a veriyordu. Savaş devam ederken Hz. Esma ve Abdullah arasında çok enterasan ölümle dünya üzerinde konuşmalar geçti.
Hz. Esma, bir gün oğlu geldiğinde biraz yılgın olduğunu gördü. Bunun sebebi de o anda Hz. Abdullah'ın etrafındaki askerlerin bir çoğu korkmuş, düşmanın gücü karşısında dayanamayıp Haccac-ı Zalimin ordusuna atılmış olmalarıydı. Ondörtbin askeri vardı. O ondörtbin askerin Haccac-ı Zalim'in ordusuna katıldığını haber aldı. İşin garibi de oğullarının bir kısmı da gitmişti.

BAŞINI KESİP İBRET YAPACAĞIM!..

Hz. Abdullah tam Kabe'de namaz kıldığı sırada bir büyük mancınık taşı geldi ve çok ağır şekilde yaralandı. Onun yaralandığını hisseden Haccac'ın askerleri Mekke'ye girdiler… Nerede ise Mekke yağma oluyordu.
Bi insaf avcıya hizmet eden, zaten köpektir derler. Haccac o kadar haysiyetsiz bir adamdı ki, Hz. Abdullah'ın yaralı olmasına aldırmadan, koma vaziyetinde "bu isyankardır ben bunu asacağım diyerek ipe çekti. İpe çektikden sonra da başını kesti, ibret yapacağım bunu dedi. Bize isyan nasılmış diyerek başını aldı Şam'a götürdü bir de haber bırakarak.
O Esma'ya söyleyin, gelsin bize biat etsin diyorlardı. Yoksa oğlu daha böyle başsız bir şekilde ipte asılı kalacak, akbabalar tarafından parçalanacak haberini Hz. Esma'ya ilettiler.
Hz. Esma buna hiç aldırmadı.
Aradan üç gün geçti, dört-beş gün geçti. Haccac ve Mervan çıldırıyor niye gelip bize biat etmiyor diye. Çünkü onun'''biatıyla halkı iyice sindirmiş olacaklardı. Hz. Esma idi baş kaldıran Emevi zulmüne. Onu biat ettirirlerse halkı iyece susturmuş olacaklardı.

EY HUTBESİ SONSUZLAŞAN HATİP!

Hz. Esma altıncı gün Mekke sokaklarına çıktı. Bütün ihtişamıyla geziyordu. Herkes elini yüzüne tutuyordu. Hz. Esma (Lanha) oğlunun yaralı param parça olmuş cesedinin, başı olmayan cesedinin karşısında bu günkü tabirle baygınlıklar geçireceğini sanıyorlardı. Hz. Esma oğlunun cesedinin karşısına geldi ve "Ey hutbesi bitmeyen hatip sen hutbeden ne zaman ineceksin. Zulüm bitmez sen hutbene devam et" dedi.

ÖLÜMSÜZLÜĞÜN TEMSİL EDİLMESİ…

Bu muhteşem mesaj karşısında, Hz. Esma'nın bu konuşması neticesinde herkes imanını tazeledi. Hz. Esma buradan dönerken şöyle dedi.
- Biliyor musunuz Abdullah ölümsüzlüğü temsil ediyor. Siz bakıyorsunuz başı kopuktur. Ama o zülme karşı mücadelenin faziletini ve ölümsüzlüğü temsil ediyor. Zulme karşı susmanın küfür olduğunu temsil ediyor. Bu çok büyük bir hutbedir. Bu hutbeyi her yerde dinleyemezsiniz. Gelin geçin bu hutbeyi dinleyin.

SÜPER BİR GALAKSİ HZ. ESMA

Bir kaç gün geçtikten sonra Emeviler paniğe düştüler. Herkes hutbe dinlemeye gidiyoruz diye Hz. Abdullah'ın asılmış, bedeninin karşısına geldiler. İşte Hz. Esma böyle bir süper yıldız, böyle bir süper galaksidir. Sözleri değil tarihe 'geçmek, insanın gönlünde, insanın gönlünün arkasında imanın sembolleşmesi, imanın canlı kalması için birer işarettir. Hz. Esma için hep beraber bir araya geldik. Hz. Esma'nın şu anda bizlerin gönlünün açılıp da bir noktadan nüfuz edeyim diye bekleyen heyecanını boşa çıkarmayalım. Hz. Peygamberi nasıl sevmek lazım geldiğini ondan öğrenelim.
Hz. Esma annemizin ışığında zulümden korkmayarak, sevginin her an hizmet olduğunu bilerek ve nesi var nesi yok dağıtıp yalnız Allah ve Râsulünün uğrunda yaşamanın mutluluk olduğunu sezerek yaşama anahtarını kendi ölçümüzün içersinde kendi nefsimizin şirretliği içersinde bir nebze olsun aşmamız lazım. Bir nebze aşmadan iman tahakkuk etmez. ,Bundan sonraki annelerimizin sohbetlerinde göreceksiniz her birisi imanımızı ayrı bir noktadan diriltecektir. Yaralı olan, nefsimizin esareti altına girmiş olan imanımızı her birisi ayrı bir noktadan diriltecektir. Hz. Esma şimdi gönlünüzü diriltti. Ben size teminat vereyim. Sehânız değişecek, zalime karşı içinizde muhabbet varsa silinecek, geleceğe karşı şüphe varsa neş'eye dönecek. Bunu siz sezeceksiniz. İşte Hz. Esma'nın (r.anha) canlılığı budur. Şimdi hep beraber bir fatiha okuyalım ve tekrar gönlünün kanatlarının altına girelim.

• İslamiyette ilmin en zor kısmı hadis hocalığıdır. Müfessirlik daha kolaydır. Müfessir pek çok tefsir kitaplarından alır, bağdaştırır, bir şeyler yapmak ister. Fakat hadis hocalığı daha zordur. Bir defa hadislerin sahih olup olmadıklarını seçebilmek, bunları ayetlerle bağdaştırmak için çok iyi tefsir bilmeyi gerektiriyor. Bunları bilerek ancak hadis hocalığı yapabilirsiniz. Hz. Mevlana'nın o anki ilmi en son noktaydı
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen NuruM »


Onk. Dr. Haluk Nurbaki


Hz. Safiye annemiz

Medine'deki yahudilerden Nadiroğulları kabilesi reisi Huyevy b. Ahtab'ın kızıydı. Asıl ismi Zeynep idi. Arabistan'Da reislere veye hükümdarlara düşen ganimet hissesine "Safiyye" denildiği ve bu sebeple, Zeymnep'de Hayber savaşında esir olarak Resulullah'ın hissesine düştüğü için bu isimle adlandırılmıştı. Babası Hz.Peygambere karşı müşriklerle işbirliği görüşmeleri yapmış, bundan dolayı Medine'den uzaklaştırılmış, kabilesinin bir kısmıyla birlikte Hayber tarafına gitmiş, Ahzab savaşı sırasında Kureyzoğullarını müslümanların aleyhine kışkırtmak için onların kalelerine gitmiş, akibetide onlar gibi olmuş ve orda öldürülmüştü. Hz.Safiyye'nin annesinin ismi Durra idi.

İlk evliliği

İlk önce Sellam İbn-i Mişkem el-Kuradi ile evlenmişti.. bu zat meşhur bir şair, aynı zamanda ileri gelen bir kumandan idi. Bir süre sonra boşanarak, daha sonra Kinane İbn-i Ebi Hukayk ile evlenmişti. Bu zat Hayber'in en meşhur kalesi bulunan Şemmus kalesinin kumandanıydı. Hayber'in müğslümanlar tarafından fethi sırasında öldürülür. Safiye bu savaşta babası ve kardeşinide kaybeder. O da artık savaş esirleri arasındaydı. Acınacak durumu vardı.

Zatı Saadetleriyle Evliliği

Ganimet malları taksm edilir. Esirlerde bölüşülmek için toplanılır. O sırada Sahabilerden Vahye el-Kelbi huzuru saadete arz edip:
– Bana bir cariye lazımdır, der.
Resulullah, esir kadınlar arasından istediğini seçmesini buyurur. O da Safiyeyi seçer. Safiye, imtiyaz sahibi bir hatun olduğundan diğer sahabiler bu seçime itiraz ederek:
– Safiye Beni Nudeyr bir kavmin başkanının kızıdır. böyle bir cariye ancak Zatı Risaletpenahilerine yakışır, derler.
Zatı Saadetleri de sahbilerin bu fikrini kabul buyurdular. Vahye'ye de bir başka cariye verdiler, hem onu razı ettiler, hem de itirazlara meydan kalmadı.
Resulullah, Yahudiler ile bir anlaşma imzaladıktan sonra Safiye'ye İslam ve Yahudilik hakkında görüşlerini sordu.
"Ey Allah'ın Resulü ! İslam'ı arzu etmiş ve sen davet etmeden önce seni tasdik etmiştim. Babam da senin davanın doğruluğu itiraf ederdi. Fakat ırkçılık onu götürdü. Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resulü olduğuna kesinlikle inanıyorum." cevabını alınca Hz.Safiye'yi azad edip, onunda isteği üzerine kendilerine nikahladılar.
Hz.Peygamber (s.a.v.) yeni hanımını yakından tanımaya fırsat bulabildiği ilk gece onun yanağında yeşil bir benek gördü. Sorması üzerine Hz.Safiyye'nin cevabı şu olmuştu:
-Bir süre önce rüyamda, gökteki ayın yerinden ayrılıpgöğsümün üzerine düştüğünü gördüm: bunu kocama anlattığımda o "Sen şu Medine Kralı ile evlenmek istiyorsun" dedi. suratıma şiddetli bir şamar indirdi, işte bu onun izidir.

Hayberden ayrılışlarında Resulullah O'nu kendi develerine bindirirler ve kendi hırkalarını onun başına örterler. Bunda maksat halkın Hz.Safiyenin artık Ezvac-ı Mutahherattan olduğunu bilmesidir. Medineye geldiklerinde kendilerine büyük bir ziyafet çektiler.

Hz.Safiye'nin güzelliğini duyan ensar kadınları görmeğe gelirler. Hz.Ayşe de örtünüp gelir. Kadınlar görüp gittikten sonra Zatı Saadetleri Hz.ayşe'ye yanaşıp yavaşcacık buyurdular:
– Nasıl, Ayşe?
Hz.Ayşe arz eder:
– Bir yahudi kızı.
Zatı Risaletpenahileri buyururlar:
– Hayır Ayşe, böyle deme, müslüman oldu ve iyi müslüman.

Ahlak ve Adetleri

Hayber'in el-Kammus kalewsi feth edilmiş. Hayber üzerinde İslam bayrağı dalgalanmaya başlamıştı. Hz.Safiye amcazadesi ile birlikte Hz.Bilal r.a. maiyetinde huzuru saadete götürülüyordu. Yoldan geçerken, Yahudilerin cesetlerinin bulunduğu yerden geçmek zorunda idiler. Gayet nazik bir durum idi. Yanında bulunan hatun feryd ü figanı kopardı. Toprakları başına savurmağa başladı. Fakat o metanetini muhafaza etti, hatta kocasının cesedinin yanından geçerkende çıtını çıkarmadı.

Bir ara cariyelerinden biri Hz.Safiye'yi Hz.Ömer'e şikayet ederek:
-Safiye'den Yahudilik kokusu geliyor. Şimdi bile "Cumartesi" gününe hürmet gösteriyor. Yahudilerle münasebetini kesmiyor.
Hz.Ömer de meseleyi Hz.Safiye'ye sorar. Hz.Safiye buyurur:
– Hak Teala bana Cumartesi yerine Cumayı inayet kıldıktan sonra Cumartesi'ne hürmet göstermeme ne lüzum vardır. Buy bir tarafa dursun. Yahudilerle münasebetim olduğuna gelince, onlar benim akrabalarımdırlar, ben sılayı rahmi nasıl keserim, dedi. Hz.Safiye bu olaydan sonra cariyesini azad eder.

Bir yolculuk esnasında, Hz.Safiye'nin devesi hastalanır, yürüyemez olur. Canı sıkılır, gayri ihtiyari ağlamağa başlar. Zatı Saadetleri durumu haber alır, gelir mübarek elleriyle gözyaşlarını siler. Hz.Safiye r.a. bu muhabetten daha fazla ağlamağ başlar. Resulullah, kafilenin hep inmesini emir buyururlar. akşam olunca Hz.ZEynep bint-i Cuhuş'a:
– Zeynep sen safiye'ye bir deve ver.
Hz.Zeynep:
– Nasıl? Ben kendi devemi bu Yahudi kızına mı vereceğim?
Hz.Zeyneb'in bu sözünden Zatı Saadetlerinin canı sıkılır. bunun içinde iki üç ay onunla konuşmazlar. Sonunda Hz.Ayşe'nin araya girmesiyle affederler.

Hz.Safiyer İslam halkasına girdikten sonra kendisine "Yahudi" denmesine çok üzülürdü. Bir gün Resulullah evine teşrif eder, onu ağlarken bulur. Sebebini sorduklarında, Hz.Ayşe ve Hz.Zeyneb'in şöyle dediğini öğrenir:
-Bütün Ezvacı- Mutahherat arasında biz hepsinden daha imtiyazlıyız daha üstünüz. Biz Zatı Saadetlerinin yalnız karısı değil aynı zamanda amca çocuklarıyız.
Zatı Saadetleri buyurdular:
-Niçin sen demedin ki, benim dedem Harun a.s., amcam Musa a.s., kocam da Muhammed (s.a.v.) dır. böyle olunca siz benden nasıl da üstün olabilirsiniz.

Vefatı

Hz.Safiyye r.a. Hicri 50 yılında vefat etmiştir. Ölüm döşeğinde iken, sahip olduğu malların üçte birini, Yahudi dininde ısrar edip kalmış olan bir yeğenine vasiyet etmiş, geri kalanını sadaka vermişti. Bazı müslümanlar buna karşı çıktı. Hz.Ayşe r.a. araya girerek vasiyetin yerine getirilmesinin İslam hukukuna uygun olacağını ifade etti. Vasiyet ettiği gibi yaptılar.


KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Re: HALUK NURBAKİ: SEVGİ SIRR-I(İslam Anneleri)

Mesaj gönderen NuruM »

Hz.Nesibe (r.a)

Haluk Nurbaki



Yaratılışın bir tarz senfonisi olan kaderle, aşk ve sevgi bir takım hilkat şaheseri yapar. İşte bu hilkat şaheseri içerisinde Hz. Nesibe'nin sevgisine bütün insanlık, İslam ve İslamiyet ve bizler çok şey borçluyuz.

Hz. Nesibe'nin sevgisi ve İslamiyetin coşan sırrı ile, takdirin İslamiyetin zaferine verdiği çoşku çok ilginç değişmeler göstermiştir. Burada Hz. Nesibe'nin sevdası gönülde bir marş olmuştur.


NERDE BİR AŞK VARSA


Çünkü; Hz. Nesibe'nin gönüllerden ve İslam davasından çekilmesi mümkün değildir. Öylesine bir sevdayı Muhammediye sahiptir ki; nerde Muhammed'e (s.a.v.) karşı bir sevda, bir aşk vardır. Orda mutlaka Hz. Nesibe'nin bir ışığı bulunur.

O ışık sizin yüreğinizi sızlatacak, sizi gerçek sevgiye çekecek bir mesaj verecektir.

GÖNÜLDE BELİREN DUA

Hz. Nesibe tam kırk yaşındaydı Fahr-i Kainat Efendimizi tanıyıp iman ettiği zaman. O tanıyıp iman ettiği zaman, akebe biatına gelen o büyük kahramanlardan bir tanesiydi. Bu geniş sırrı içerisinde Fahr-i Kainat Efendimizi gördüğü an, Fahr-i Kainat Efendimiz onlara, tenezzülen akabeye gelerek, hitap ettiği an, gönlünde bir dua belirdi.

"Yarabbi... Şu yarattığın, mahlukatın tümünün, alemlerin tümünün şah'ıdır. Padişahı, sultanıdır. Bunun aşkını gönlümden çıkartına".

Bu aşk bütün ömrü boyunca devam ettiği gibi aynısı evlatlarına da yansıdı. Hz. Nesibe, bu sevda öyküsünü kurarken gönlünden o kadar sıcaktı ki; günlerden bir gün Fahr-i kainat Efendimiz Hz. Hatice'yi kaybetmenin, Hz. Ebu Talip'i kaybetmenin elemiyle hüzün yılı dediği yılda Cenab-ı Hakka gönlünden ricada bulunuyordu. İslamların en ağır şartlarda eza gördüğü yıllardı.

Niyazı müslümanların biraz daha feraha çıkması, bu hüznün manevi bir neş'eye dönmesi içindi. Nihayet gönlüne gelen bu niyazın etkisiyle Taiften bir davet geldi.

TAİF'TEN GELEN DAVET

Hz. Nesibe'ye özel Sevday-ı Muhammediyi tanımak için, Taif'teki olayı çok iyi bilmek lazım. Taiften bir davet geldi. Ve bu davet Efendimizin Mekke zalimleri karşısında duyduğu hüznü hafifletecek bir ışıktı. Mekke'nin sıcağı, o kafirlerin vahşeti taşa toprağa sinmiş... O ağır çılgınlıklar ve çölde Müslümanların yıllarca aç susuz, tahammülü imkansız meşakketlere katlanmaları, bir anda Taif davetiyle beraber Efendimizin gönlüne bir serinlik verdi.

Öyle bir serinlik ki; bir kurtuluş ümidi... Çünkü, Taif Mekke'ye nazaran iklim itibariyle de latif bir yer. Bir tarz mesire yeri, bir tarz Mekke'nin sayfiyesi gibi. Oraya Efendimizin gelmesiyle ve bir konuşma yaptıktan sonra bütün Taif'lilerin Müslüman olacağını ve dolayısıyla Müslümanların tümünü kabul ederek, O Mekke çölünden eza çeken, susuz, aç kalmış kardeşlerimizin de bir selamete çıkacağını, Efendimize müjdelediler. Halbuki bu oyunun arkasında büyük bir tertip, büyük bir hiyanet vardır.

TAİFLİLERE ŞEFKAT DUASI

Efendimiz sevgili kölesi Zeyd'i alarak Taife ayak bastıktan sonra grup grup vahşi hainler tarafından çocuklarına taşlattılar.

Kendileri çocukların ellerine büyük büyük çocukların kaldıramayacağı taşları verdiler. Efendimizi taşlatıp;'adeta orada yok etme savaşına girdiler. Hz. Zeyd'in Efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, Efendimize o taşlardan bir tanesini dahi isabet ettirmemek için gösterdiği büyük gayret sonunda Taifin sokaklarından zor kaçıp bir bağın kenarına geldiler. Bu bağın kenarına geldikleri zaman Efendimiz de ayaklarından yaralanmış, Zeyd'in bütün gayretlerine rağmen, onun da kanı akmaktaydı. Zeyd ise, yüz iki yerinden yaralandı. Perişandı... Öyle bir vaziyette geldiler bağın gölgeliğine bir an soluk almak için ve o anda Efendimiz, aniden ellerini kaldırarak: Cenab-ı Hakka;

"Aman Ya Rabbi!. Sakın bu kavmi kahretme... Bilmiyorlar. Onlara azabını verme..." diye duaya başladı.

Hz. Zeyd, bu duanın içerisinde büyük bağışlayıcı halini, engin merhametini gördü Efendimizin... Zeyd'in hayretle dinlediği ve tahammül edemediği duanın sonunda şöyle diyordu Efendimiz:

"Ya Rabbi!.. Sen çarelerin hazinesisin... Elbet bir çare sıcaklığıyla gelmiştim buraya. Bu çare sıcaklığını kendi iç dünyamda ve alem-i İslam üzerindeki hüznün kaldırılması ümidiyle gelmiştim. Ama sen çarelerin hazinesisin. Çare tükenmez. Sen yeni bir çare halk edersin... Ya Rabbi."

İşte bu duanın ani bir neticesi oldu. Ve Medine hicreti Hz. Nesi'be'nin gönlündeki Sevday-ı Muhammedınin ışık ışık yanmasıyla coştu. Ve o andan sonraki bildiğimiz tarihi hadise zuhur etti. Ama unutmayınız Taif'te Resûlullah'ın sende çare tükenmez Ya Rabbi, dediği duanın mukabilindeki çare; Cenab-ı Hakkın, gönüllerinde Fahr-i Kainata ait en sıcak sevdayı aradı. Mekke dışındaki en sıcak sevdayı aradı. Mekke dışındaki en sıcak sevdayı Hz. Nesibe'nin gönlünde buldu. Ve onu ışık ışık Efendimizin' gönlün e yansıttı. Fahr-i Kainat Efendimiz Medine'ye geldiği' zaman, Hz. Nesibe'yi akabe biatından sonra Medine devletinin oniki kişilik yönetim kadrosuna üye olarak aldı. Bu İslam tarihinde de ayrıca çok önemli bir şeydir. Fahr-i Kainat Efendimiz Medine yönetimini kurmak üzere Medine'ye teşrif ettikleri zaman oniki kişi seçerek bu yönetimin bir tarz encümenini kurdu. Bu encümende iki tane hanım vardır.

Bir tanesinin ismi Esma'ydı. Bildiğimiz geçen konferansta anlattığım Esma değil, başka bir Esma annemizdi. Biriside Hz. Nesibe'ydi. 12 kişilik kurulun iki tanesi kadındı. İslamiyette kadını ikinci plana itme k isteyen, bunu böyle göstermek isteyen hainleri Allah kahretsin... Tarih, 14 asır evvel 12 kişilik kurulda iki tane hanım kaydetmiştir. İşte bunlardan bir tanesi Hz. Nesibe idi. Hz. Nesibe İslami intişarların, Medine'den sonra özellikle yoğunlaşan İslami siyaseti, İslami içtimayı yapıp, İslami tutum ve yayılmasındaki raksların içinde her an yoğrularak yaşamış bir insandı.

CANINI RESÛLÜLLAHA VERMEK

Özündeki hikmet ise Hz. Nesibe�nin Resülullaha canını niçin veremediğinin telaşıydı. Hz. Nesibe annemiz Uhud savaşına yaralıları tedavi etmek amacıyla gitmişti. Ama içerisindeki çok güzel bir duygu, savaşa gireceğini de söylüyordu. Bu yüzden kılıcını alarak gitti Uhudda. Uhud'un birinci safhasını biliyorsunuz. Müslümanların çok şiddetli ve görüntüye yansımış bir zaferleri vardı. Bu zaferin çoşkusu içerisinde, yaralıları tedavi etme, askerlere su verme zevki ve hasretiyle yanarken birden, Uhud'un ikinci sahifesine geçildi

UHUD'UN İKİNCİ SAHİFESİ

Uhud'u anlamadan, hiç bir şey anlayamayız. Çünkü, Uhud savaşında bir önemli sır vardır. Uhud'da Fahr-i Kainat Efendimizin Allah'tan çok özel talep ettiği bir hikmet vardı. Biliyorsunuz ayet-i kerimelerle bildirildiği şekilde; Bedir savaşında melekler ve mana'da pek çok bilmediğimiz güçler iştirak etmişlerdir. Cenab-ı Hak bunu yüce kitabında bunu açık açık söylüyor.

Peki, Bedir savaşında melekler ve mana güçleri iştirak etti de Uhud savaşında neredelerdi? Bu çok önemli bir şeydir... Yani Cenab-ı Hak Bedir savaşında meleklerden takviye gönderdi de, Uhud'da vaz mı geçti? Haşa!..


FAHR-İ KAİNAT SALTANATINI YANSITMAK


Allah'ın bütün kaderindeki dizaynı, Fahr-i Kainat saltanatını yansıtmaktadır. Yalnız arş'a, insanlara değil, bütün kainata... Çünkü; Fahr-i Kainat sırrı ile melekler zikredebilir. Fahr-i Kainat sırrı ile bütün alemlerdeki fizik, metafizik coşkular meydana gelebilir.

Onun için; Fahr-i Kainat Efendimizin değil bir büyük savaşta dara düşme hadisesi, Fahr-i Kainat Efendimizin aldığı her soluğun özel bir rafinerisini yapar Cenab-ı Hak. Bunun için özel molekülleri var.. Bu kadar sıcaktır Allah'ın Fahr-i Kainat Efendimize sevdası...

Nerde bir sevday-ı Muhammedi vardır. Cenab-ı Hakkın ceryanı oradadır. İşte Uhud'taki hikmetlerin en büyüğü Fahr-i Kainat Efendimizin Cenab-ı Hakk'a sunduğu bir taleb; "Ya Rabbi�ben burada hiçbir müdahele istemiyorum. Bu savaşta ben mü'minlerin kudretini Sana göstermek istiyorum. Mü'minlerin nasıl Senin için savaştıklarını, Sana göstermek istiyorum".

Ve inanınız Uhud savaşını seyreden, melekler ve mana güçleri sanki bir enerji duvarına çarpmış gibi, bir cam fanusa takılmış gibi kaldılar koştukları halde.. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz müsaade etmedi.

Kendi kulluğunu sonuna kadar yaşayan mü'minlerin cesaretlerini ve fedakarlıklarını Cenab-ı Hakka sonuna kadar arz etmiştir. İşte Uhud'un ikinci sahifesi çok önemlidir. Öyle bir an zuhur etti ki; Efendimizin etrafındaki (10 ila 12 kişi) Efendimizi korumakla mükellef bütün mücahitler, bizzat üç adım ötedeki kafirin üzerine gitmek için, herkes büyük yakın bir savaşın içine girmişlerdi. İşte o sırada bir şey oldu. Fahr-i Kainat Efendimiz yalnız kaldı. Bir tek Nesibe vardı. Bunu çok iyi öğrenin, çok muhterem hanımlar. Hepimiz ona borçluyuz.

KIRK SANİYENİN BORCU

Hz. Nesibe o sırada Efendimize direkt olarak saldıran ilk kafiri yok ettikten sonra, ikinci kafirle öyle bir mücadeleye girişti ki, belki de o vahşi kafirlerin içerisinde en büyük savaşçıydı, karşısına düşen. Ama Hz. Nesibe vurmakla yere düşen kılıcını tekrar alıp tekrar vurarak kafirin karşısına çıktı. Kafirin çift zırhı vardı. Vuruyor... vuruyor bir türlü zırhından içeri giremiyordu. İşte o sırada kafir, Hz. Nesibe'ye yukardan aşağıya, sağ omuzundan beline kadar yaran şiddetli bir darbe indirdi. Fahr-i Kainat Efendimizin savaşta yalnız kalması 40 saniye sürmüştü. Tüm mü'min mücahitler, bu işle görevli mücahitler hemen yetişmişler etrafında Fahr-i Kainat Efendimizi yok etmeye çalışan o ahmak zümreyi tasfiye etmişler.

�CENNETTE BENİMLE OLACAKSIN!�

Hz. Nesibe'nin vücudu, yarıya kadar indirilen kılıç darbesi karşısında Fahr-i. Kainat Efendimizin gözleri yaşlandı , gözyaşlarını tutamayarak "aman ya Nesibe" diye omuzunu sıvazladı. Ve yarasının görüntü sayfasını kapattı.

O zaman Hz. Nesibe ne dedi biliyor musunuz?

- "Ya RasulallahL. Senin uğruna şehid olmak şerefini bana niye mahrum ettin."

Bu söz üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz:

- "Sen ve soyun cennette benimle olacaksınız. Ben seni mahrum etmedim" buyurdu.

Bu savaşta sırf Fahr-i Kainat Efendimizi korumak için vücudunu ortaya atan Hz. Nesibe tam 11 tane yara aldı. Bunlardan 4 tanesi ok yarası 6 tanesi kılıç yarası, bir tanesi mızrak yarası. Bu yaralarıyla Hz. Nesibe bir taraftan da biraz evvel arz ettiğim; oğlunun paramparça olmuş, kolunun kanlar içerisindeki halini seyrederek; onu yeni savaşa teşvik ederken, kendisi de aynı o yaralarla savaşa devam etti. Hatta biliyorsunuz. Uhud savaşının üçüncü sahifesinde kafirler büyük bir zafer kazandık hissiyatiyle, bir araya toplanıp da Mekke gerilerine dönmek üzereyken, Fahr-i Kainat Efendimiz onlar yeni bir saldırı yapmasın diye, bir strateji ustası olarak onları takip için bütün yaralıları topladılar. O yaralı mücahitler onları en az bir 20-30 km. takip etti.

İşte bu takip grubu içerisinde Hz. Nesibe'de 11 yarasıyla, oğlu Abdullah'ında kolu paramparça olarak bu takip grubu içerisindeydi. Ve bu takip grubunda kalması için, Fahr-i Kainat Efendimizin bütün ricalarına rağmen" sonuna kadar senin sırrının ötesinde olamam ben" diyerek, bu takip hadisesine katılmıştır. Böylece Uhud savaşı tamamladıktan sonra Hz. Nesibe'nin yaraları bir yıl içerisinde iyi olabildi. Hz. Nesibe'nin bu bir yıl yaralarının tedavi olması yahud da işte biraz daha az faal olması zorunlu olan devrede, bir kaç defa Fahr-i Kainat Efendimiz bizzat hanesine giderek, ziyaretiyle müşerref oldu. Fahr-i Kainat Efendimiz Hz. Nesibe'yi ziyaret ederek ona verdiği şerefi biraz daha altunlaştırdı. Biraz daha billûrlaştırdı. Böyle bir ziyareti sırasında, Hz. ,Nesibe, Efendimiz geldiği zaman bir yemek yaptı. Çorba ile birkaç hurma ikram etti Efendimiz,

- Sende buyur, ye diye emrettiği zaman Hz. Nesibe,

- Eğer müsaade ederseniz ben oruçluyum diye cevap verdi.

NESİ VAR,NESİ YOKSA

O yaralarının en ağrılı en acılı zamanlarında ibadetini ve orucunu sırf Fahr-i Kainatı mutlu etmek için onun emirlerinin içerisindeki sıcaklığı kendi gönlündeki sevday-ı Muhammedi ile hamur etmek için kullanan gerçekten emsalsiz bir annemizdi. Zenginleşen Kur'an ayetlerini ezberleyip onları çevre¬sinde anlatan, kendisine her ziyarete gelene bir büyük muallim olan tabiatına sahibti. Medine'nin oldukça zenginlerinden olmasına rağmen, o da bütün islam anneleri gibi, nesi var, nesi yoksa hepsini infak ile dağıtırdı.

GÖNÜLDE BİR FANTAZİ Mİ?

Ne kadar büyük bir inceliğe sahip olduğuna bakınız... . Fahr-i Kainat Efendimize bu kadar yakın olmuş, sevgisi Allah tarafından makbul olmuş bir annemiz hala elinde bir şey tutamıyor.

Emr-i ilahiyi, rızayı Muhammedi'yi kazanabilmek için nesi var nesi yok, mutlaka elinden çıkarmanın o sevdanın bir parçası olduğunu düşünüyor. Bütün mesele buradadır. Bir çokları zannediyorlar ki sevday-ı Muhammedi görüldükten sonra, gönülde bir fantazi olarak, bir kartvizit olarak kalır. Hayır!. .

Evladını feda etmenin, onun uğrunda kanını, canını vermenin sınırı yok! Bunlarla da bitmiyor. Bunları yapmış olmak. da bir şey ifade etmiyor. illa söylemişse onu yapmak O�nun infak et dediği şeyi infak ediyor. ibadet et dediği için ibadet ediyor. Sonuna kadar o sevdanın hamuru içerisinde yaşıyor. Allah, inşaallah bütün buraya teşrif eden kardeşlerimize nasip etsin.

Fahr-i Kainat Efendimizi cennette ziyaret nasip olursa; mutlaka Hz. Nesibe'yi göreceğiz. Çünkü yakınımdasın diyor.

Fahr-i Kainat Efendimizi, o ışığı sıcak olarak fark edeceğiz. Nasıl ki havanın sıcaklığını, havanın elektriğini, manyetiğini fark edebiliyorsa, insanoğlu asıl sevdanın sıcaklığını fark eder

SEVDANIN SICAKLIĞINI HİSSETMEK

Bu sevdanın sıcaklığı içerisinde Hz. Nesibe ondan sonraki savaşlarda da hemen hepsinde eski niteliğiyle yalnız hasta, susuz ve yaralılara, hizmet etmek isterken bu sefer, bundan sonraki savaşlarda da mücahit olarak iki evladı ile beraber, (birisi Halid bin Zeyd, birisi Abdullah hazretleri) devamlı Efendimizin etrafında savaşmayı adet edindi ki; hem Huneyn savaşında, hem Haremeyn savaşında yine kahramanlıklar gösterdi.

MEDİNENİN MİMARİSİNDEKİ ROL

Ondan sonraki planda ise; Hz. Nesibe ibadetlerin, irfanın, ilmin ve Sevday-ı Muhammedi'nin ilk temsilcisi olarak Medine'de İslamiyeti hanımlara en iyi anlatan annelerimizden biri olarak çok büyük bir mesafe aldı. Şimdi bakınız. Bize kadar gelecek himmeti, mutlaka almanız için (Himmetini lûtfedecek İnşallah..) o himmetler içerisinde olun. Birde O bizzat yaşadığı zaman platformunda, o zaman diliminden, Medine'deki pek çok mü'minlere Sevday-ı Muhammedi tarzını yansıttı, intikal ettirdi. Ve böylece Medine'nin manevi mimarisinde ayrı bir rol oynamış oldu.

MÜTHiŞ DUA

Hz. Nesibe'nin dudağından, ağzından düşürmediği duası: "Gönlümü Resulullah'ın sevdasıyla yak! Yarabbi.." diye yaptığı duayı evlatlarına da ezberletti. Sizde hep bu duanın içerisinde yuğrulacaksınız dedi.

OĞLUNA YAPILAN iŞKENCELER

Yetişmiş iyi bir mücahit olmuş olan oğlu Halid bin Zeyd hazretleri Yemende çıkan sahte peygamber üzerine giden ordunun mücahitlerindendi. Ve nasılsa; bazı rivayetlere göre elçi olarak, bazı rivayetlere göre esir düştü. Halid bin Zeyd hazretleri çok yüce bir İslam kahramanı. Kendisine bu yalancı peygamber çeşitli eziyetler yaptı. Bu eziyetlerin içerisinde Rasûlullah'ın sevdalısı olmaktan, mü'min olmaktan vazgeçmesi telkininde bulunuldu. Bunların hepsini terk ettikçe, reddettikçe bir tarafı kesiliyordu. Evvela sağ sonra sol kolunu kesti. Gözlerini oydu. Tırnaklarını kesti, dilini kesti. Bu feci muamele sırasında, Cenab-ı Hak Halid bin Zeyd Hazretlerine annesinin sevdiği duayı hüküm kıldı. "Yarabbi! Levlakın şahının sevdasını gönlüme ver." diyerek. Hem bu cümleyi tekrar ediyordu ve hem Salavat-ı Şerife okuyordu. İşte Hz. Halid bin Zeyd Salavat-ı Şerife okumalarıyla gönlünde Rasulullah aşkını niyaz etmenin gücü içerisinde şehid oldu. Hz. Nesibe o sıralarda 58-59 yaşlarındaydı. Halid bin Zeyd'den, savaş haberi bekliyordu. Ama herkes susuyordu. Nihayet anladı ve "Halid bin Zeyd'den haber vermiyor musunuz? Herhalde şehid oldu. Ama niçin saklıyorsunuz? Bu bir müjdedir. Bu müjde nasıl saklanır? diyor. Etrafına sorduklarında nihayet suskunluklarını giderdiler' ve dediler ki;

- Şehid oldu. Ya Hz. Nesibe...

- Peki niçin söylemediniz?

- Biraz tarzı bizi üzdü de. Onun için, söylemedik.

- Neymiş tarzı... dedi.

- Aynen anlattılar.

- Rabbım! Benim gönlümdeki sevday-ı Muhammedinin böyle bir meyvasını verdiğin için sana hamd ederim dedi. Elbette böyle bir şehadetin sırrıyla ancak Rasulullah'a komşu olabilir dedi.

Hz. Nesibe yanındakilere "Benim gönlüm şimdi büsbütün rahat etti" dedi ve Evlat acısı denilen acının gönlündeki ha.1i ne oldu diye düşünürseniz, gönüldeki acının tek devası Resûlullah'tır dedi. Hz. Nesibe zevkle konuşuyordu.

Gönüldeki acının tek devasısın sen ya Resûlalıah. Sen bütün hastalıkların tek devasısın. Sen gönlümdeki acıyı zevk'e gark ettin. Çünkü ben senin sevdanı, yalnız senin sevdanı

düşündüm, buyurdu.

YALANCIVA KARŞI SAVAŞ

Aradan bir gün. geçtikten. sonra Müseylemetü'l-Kezzab�a bir sefer düzenlendi. Hz. Nesibe bende gideceğim bu sefere dedi. 59-60 yaşlarında bu savaşa iştirak etti. Hz. Nesibe bu sefere bir savaşçı olarak iştirak etti. Nitekim; savaşçı olarak iştirak etmesinin bir büyük sırrı sonradan anlaşıldı.

Çünkü; bu savaş sırasında Kezzab'ın .15-20 bin kişilik kalabalık ordusu kendisini tehdide gelen uslandırmaya, yok etmeğe gelen 5-6 bin kişilik İslam ordusuna karşı ilk anda büyük bir zafer kazandı. İslam ordusu dağılmaya, geri çekilmeye başladığı bir sırada Hz. Nesibe atının üzerinde elinde kılıcıyla seslendi!..

- Nasıl mü'minlik bu?! Bir haini telef etmekten niçin kaçıyorsunuz? Canınızı dişinize niçin takmıyorsunuz?

Hz. Nesibe bunları haykırarak ordunun önüne geçti. Bir baktılar ki Halit bin Zeyd'in ordusunun başında bir hanımefendi var.. Bu hanımefendi malûm Hz. Nesibe idi.

Kılıcıyla beraber savaşın içine daldı. Ve o savaşta da bir kolunu savaşarak kaybetti. Ama Cenab-ı Hakkın güzel tecellisi aynı zamanda da gözünün önünde o hainin, diğer oğlu Abdullah tarafından parçalanmasını seyretti. Hz. Nesibe'nin diğer oğlu, Kezzabı tepeledi öldürdü. Onu da seyretmiş oldu.Cenab-ı Hak ilkin anne şefkatinin gönle verdiği çok özel ince bir noktadaki Hz. Halid bin Zeyd'e karşı olan ufacık bir duygusunu dahi yeryüzünde boş bırakmamak için gözleri önünde Hz. Nesibe'nin o hainin yok edilmesini seyrettirdi, gösterdi. Hz. Nesibe annemizin bu sevdasını, bu yansımasını alem-i' İslamın üzerindeki çok özel bir kaç noktasını çok iyi ezberlememiz lazım. Fahr-i Kainat Efendimiz madem ki insanlara lûtfedilmiş, madem ki alemlere rahmet olarak intikal ettirilmiştir. Elbette Onun Medine'ye hicret etmesi, yani Onun Mekke'nin bunalımından, vahşetinden kurtulması elbette Cenab-ı Hakkın takdirinin bir çizgisidir. Elbette Uhud savaşında Cenab-ı Hakka "mutlaka ben kulluğumu göstereceğim. Mü'minler mü'minliğini gösterecek. Biz manevi yardım istemiyoruz" sırrı içerisindeki ricasından sonraki elbetteki Fahr-i Kainat Efendimize bir kimsenin kötülük yapması, hele hele onu şehadete kadar bir noktaya gelmeleri mümkün değil. Bunların hepsini biliyoruz. Ama bütün bunlar Hz. Nesibe'nin gönlündeki sevday-ı Muhammedi ile çakışmıştır. Onun Mekke çölünün vahşetinden kurtulup Medine'ye intikalinde, Hz. Nesibe'nin gönlündeki davetiyle gizlidir. İkincisi o kırk saniyeyi hiç unutmayın. Kırk saniye Hz. Nesibe'nin kalkan olduğu Fahr-i Kainatın bayrağıyız.

Onun sevdalısıyız. O (s.a.v.) şehid olmasın diye göğsünü siper eden Hz. Nesibe'nin hepimizin iman platformunda bu güne kadar gelmemizde çok özel yeri var. Biz onun sevdasına medyun-u şükranız.

Hâşâ bu günkü dilde basit kelimeler kullanmak istemiyorum. Hz. Nesibe olmasaydı her şeyden mahrum olacaktık bir anlamda. Ama yanlış anlamayın. Cenab-ı Hak Fahr-i, Kainatı elbette ziyan ettirmezdi. Elbette Mekke'de halka azap çektirmezdi. Ama Nesibe olmasaydı sorusunu gönlümüzde devamlı yaşatıp, Hz. Nesibe'nin varlığıyla bir mücahit mana kahramanının varlığıyla hepimiz Fahr-i Kainat sevgisinin mutlak olduğuna Fahr-i Kainat Efendimize yürekten inandım. Eşhedü enne Muhammeden Rasulullah demekle bitmiyor. Mutlaka ona bir sevda duymamız gerekiyor ki; onu bize öğreten Hz. Nesibe'dir.

Bu sevdayı bulduğumuz takdirde, gönlümüzde her türlü fedakarlık. Mutlaka Hz. Nesibe'nin yaptığı fedakarlıkları elimizde kılıçla tekrar etmemiz gibi düşünmeyiniz! Peki neyi düşününüz?

NEFİSLE BÜYÜK SAVAŞ

Nefsinize karşı savaşı düşününüz. Fahr-i Kainat adına nefsinizle savaşınız. Çünkü; nefsinizle yaptığınız savaş bizzat Fahr-i Kainat Efendimizin ifadesiyle o devrin en büyük, en sert Mute savaşından bile daha önemliydi. Çünkü Mute savaşından dönerken (en sert bir savaştır.) Efendimiz "asıl şimdi büyük savaşa dönüyoruz." dedi. İşte Hz. Nesibe'nin mücahitliğin i nefsimize karşı savaşta kullanacağız. Fahr-i Kainat sevgisi uğrunda hiçbir nefsaniyete girmeyeceğiz. Eğer nefsaniyete gidersek eğer nefislerimizin esiri olursak yazık olur. Hz. Nesibe böyle öğretmedi bize. Hz. Nesibe evladının kanayan, ölmek üzere olan, kan kaybından ölmek üzere olan evladının kolunu sararak savaşın nasıl olacağını gösterdi bize.


EVLAT SEVGİSİNDEN ÖTE


Demek ki, evlat sevgisinin de ötesine geçerek nefislerimizle savaş etme sırrını Hz. Nesibe'den öğrenmiş oluyoruz. Büyük bir kayba dahi uğrasa yine Resûlüllah'ın savunmasından, Rasûlüllah'ın emirlerinden ayrılmamak sırrını Hz. Nesibe'den öğreniriz. Binaenaleyh her mü'min veya mü'mine Hz. Nesibe'den sonra (çok sıcak bilin ki) Hz. Nesibe ve diğer İslam anneleri için, hatta bizzat Efendimizin tanımlarıyla bir mü'mine için dişilik-erkeklik kavramları yoktur. O bir er'dir. Er kişidir. Tıpkı Habib-i Neccarı Yasin'in ismen olmasada şeklen tarif ettiği bir vücut, birer kişidir. Binaenaleyh Hz. Nesibe bir er kişidir. Annemizdir.


İSLAM HANIMLARININ ŞEREFİ


Annemiz olması bütün İslam hanımları için bir şereftir. Ama onun bize öğrettiği Sevday-ı Muhammedi'ye karşı rikkat, riayet ve nefsimizle bu uğurdaki savaşımız sürmelidir. Asr-ı saadetteki savaşlar devam etmektedir. Zira nefsimizin de bir Bedir savaşı vardır. Nefsimizin de Uhud savaşı vardır. Hayatımızda bunları hep tekrar ederiz.


MADDİ MENFAATLER VE SAVAŞ


Maddi menfaatler nefsimizin önüne serilmeye başladı mı, savaş önümüze çıkar. Bakınız size nefisle çok önemli bir şeyi anlatmak istiyorum. Hz. Ali'nin hilafeti sırasında, biliyorsunuz bir takım kargaşalıklar oldu. Hatta hatta bazı densizler, Hz. Ali'yi dirayetsizlikle yahutta otoritesizlikle. itham etmeye kalktılar. "Diğer halifelerde bu otorite vardı. Hz. Ali bu otoriteyi iyi kullanamadı" Anlamına gelen şaşkın sözleri söylediler. Ama Hz. Ali bize öyle bir cümle bırakmıştır ki, bütün böyle şaşkınların yanlış nazarlarını, yanlış teşhislerini kökünden deviriyor.

"BEN DÜNYAYI BOŞADIM"

Hz. Ali Efendimizi dünyaya, otoriteye çağıranlara:

- "Beni dünyaya çağırmayın! Ben dünyayı üç talak ile boşadım... Yeniden nikahlamam! Dünyaya dönüş benim için mümkün değil" diyor.

Sıradaki cümle işte nefsin arkasından gitmek. Çünkü insanı o kadar yaklaştırır ki, hilafetin ihyası için, alem-i İslamı toparlayabilmek için, dünyaya biraz taviz vermek, insanlara biraz maddi taviz vermek ister.

KARTON FİLMİN SİYAH BEYAZI

İşte nefsin taa derinliğine kadar gelen aldatıcılığına karşı gönlünüzde Hz. Nesibe'nin kılıcını unutmayın. Evladının akan kanına, kendisinin parçalanmış vücuduna rağmen, Fahr-i Kainata ait bir sevda yaşatmak istiyorsak, nefsimizle mücadelede Hz. Nesibe'nin sırrını yaşamalıyız. Dünya çok basit bir görüntüdür. inanınız buna.. Karton filimin siyah beyazıdır. Asıl gerçek büyük sahne, ilahi sahne olan cennettir. Eğer bir benzetme lazım gelirse, büyük senaryo canlı senaryo orada dururken, dünya dediğimiz şey, siyah beyaz kartondur, filimdir. Bu karton filimin içerisinde nefislerimizin oyuncağı olmak, nefsin rağbet ettiği korkaklıklara düşmek,. nefsin rağbet ettiği sevday-ı Muhammedi'ye karşı çıkmaya rağbet etme, ne kadar elim bir şeydir.

AŞKTA TEREDDÜT

İslam olduğunu söylerken, Fahr-i Kainat aşığı olduğunu söylerken, "acaba bazılarına batar mı?" diye tereddütle gaflete düşmek, alem-i islamı ne hale getirmiştir?!..

Allah hepimizin gönlüne nasip etsin Fahr-i Kainat aşkını�

Medine sırrını taşıyarak, Sevday-ı Muhammedi uğruna feda edilmeyecek hiç bir duygu yoktur. Bütün duygularımızı, nefsimizin bütün hainliklerini Sevday-ı Muhammedi uğruna feda edeceğiz. Allah onların, himmetinden, tasarrufundan, onların öğrettiği, sevday-ı Muhammedınin bir nebzesi bile de olsa gönlümüzdeki zevklerinden mahrum etmesin.

Şimdi, hep beraber Hz. Nesibe annemiz için bir Fatiha okuyacağız. Hepimiz gönlümüzden ayrıca niyaz edeceğiz inşaallah! Eşlerimize, dostlarımıza, bu ayda doğacak yavrularımıza Allah Nesibe ismini nasip etsin.

DUA

Efendimizin mübarek mutahhar, aziz, lat1f ruh-u şeriflerine, ehl-i beyt'in kerbela şehitlerinin ve Hz. Nesibe annemizin ve oğullarının ruhuna niyaz ederiz. Lütuflarından, keremlerinden, ilgilerinden, şefkatlerinden bizleri mahrum etme. Onların kölesi olma şerefini ebediyen bizden alma. Gönlümüzde Hz. Nesibe'ye layık bir Sevday-ı Muhammedi gücü ver... Yarabbi!

Allah Selamet versin hepinize...

Allah gönüllerinizi Muhammed (s.a. v.) zevkinden ayırmasın. Amin.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Re: HALUK NURBAKİ: SEVGİ SIRR-I(İslam Anneleri)

Mesaj gönderen NuruM »

''İslam Anneleri''
-Zeynep Binti Huzeyme ve Zeynep Binti Cahs Annelerimiz

ONK. DR. HALUK NURBAKİ



ResimZeynep binti Huzeyme radiyallahu anhümaResim


Zeynep binti Huzeyme ve Zeynep binti Cahs radiyallahu anhüma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ailesine katılan bahtiyarlardan…
isimleri ve ahlâklari birbirine benzeyen, mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden rehber insanlardan…
Cömertlikleriyle tanınmış, yoksullara, fakirlere yârdım etmeleriyle meşhur olmuş merhametli, şefkatli, iyiliksever bir ahlâka sahip gönül zengini mücâhidelerden…
Zeynep binti Huzeyme radiyallahu anhâ annemize "Ümmü’l-Mesâkin= yoksulların annesi" denirdi.
Bu onun lâkabı olmuştu.
Cahiliye devrinde bile böyle tanınırdı.
O, Arabistanın en güçlü kabilelerinden olan Âmir ibni Sa’sa’ kabilesine mensuptu.
Kabilesi arasında önemli bir nüfûza sahipti.
Onun ilk evliliği Tufeyl ibni Hâris ile oldu.
Ondan bosaninca Ubeyde ibni Hâris ile evlendi.
O da Bedir’de şehit edilince Zeynep (r.anhâ) dul kaldı.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz hicrî üçüncü yılda islâm’i anlatmak için Âmir ibni Sa’sa’ kabilesine bir gurup tebliğ eri göndermişti.
Bunlar hâince pusuya düşürülüp kılıçtan geçirilince bu kabile ile Müslümanların arası bozuldu.
iki Cihan Güneşi Efendimiz bu büyük ve güçlü kabile ile düşmanlığın devam etmesini istemedi.
Aradaki ilişkilerin düzelmesine vesile olacak bir fırsat bekledi.
Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) dul kalinca evlenme teklifinde bulundu.
Zeynep; amcasi Kabîsa ibni Amr el-Hilâli’yi vekil tayin etti.
O da dört yüz dirhem gümüş mihri ile Resûlullah (s.a) Efendimize nikâhladı.
Mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) kendine tahsis edilen odasına taşındı.
Hz. Hafsa ile odaları yan yana idi.
Büyük bir mutluluk içerisinde hayatini devam ettiriyordu.
Çok ibadet yapar, çokça sadaka verirdi.
Bu mes’ud hayat dünyada üç-dört ay veya sekiz ay kadar ancak sürdü.
626 m. senede otuz yaşlarında iken âhirete göç etti.
Cenâze namazını bizzat Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz kildirdi.
Bakî kabristanına defnedildi.
Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin.
Amin.

Resim Zeynep binti Cahs radiyallahu anhâResim


Zeynep binti Cahs radiyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin diğer bir hanımı…
islâmiyeti ilk kabul eden hanim sahâbîlerden…
Efendimizin hala kızı…
ibadete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhur…
Fakirlerin, gariplerin annesi diye anılan takvâ erlerinden…
Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el isi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide…
Nikâhını Allah Teâlâ’nin kıydığı bir bahtiyar…
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç eylemesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz…
O, bi’setten yirmi sene önce Mekke’de doğdu.
ilk iman edenlerden oldu.
Asil adi Berre idi. Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak degistirdi.
Babası Beni Esad kabilesinden Burre olup annesi de Rasûlullah’in halası Ümeyye binti Abdülmuttalib’dir.
Abdullah ibni Cahs (r.a)’in kız kardeşidir.
O, ilk hicret edenler arasında yer alarak Mekke’den Medine’ye hicret etti.
ilk muhacirlerden oldu.
Bekârdi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd ibni Hârise (r.a) ile evlendirmeyi düşündü.
Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha yıkmak istedi.
Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak ve İslamiyetin insanları eşit saydığını göstermek üzere Zeyneb’e dünürcü olarak gitti.
Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler.
Hür bir kadının, azâtlı biriyle evlenmesi o günkü örfe göre imkân dahilinde değildi.
Bunu içlerine sindiremediler.
Hatta Zeynep tavrini su ifadeleriyle ortaya koydu: "Ya Rasûlallah! Ben senin halanın kızıyım.
Ona varmaya râzi degilim.
Ben Kureyşliyim." dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ Ahzab sûresinden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu.
Meâlen:
"Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) tekrar Rasûlullah (s.a)’e sordu: "Yâ Rasûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?" dedi.
Efendimiz de: "Evet!" buyurdu.
Bunun üzerine o: "Rasûlullah’a âsî olamam" dedi ve kabul etti.
Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samimi bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı.
Evlilik onlara rahat getirmedi.
Geçimsizlikleri arttı.
Bu beraberligin uzun ömürlü olamayacağını sezen Zeyd ibni Hârise (r.a) durumu Fahr-i Kâinat (s.a)’e açma zarûretini duydu ve Efendimize gelerek: "Ya Rasûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum." dedi.
iki Cihan Güneşi Efendimiz bu söze üzüldü. Kendisinin sebeb olduğu bir ailenin dağılmasına gönlü râzi olmadı.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona: "Esini tut, boşama. Allah’tan kork!.." buyurdu.
iki Cihan Güneşi Efendimiz bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu.
Fakat gönüller bir defa soğumuştu.
Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlaşmıştı.
Buna rağmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti.
Geçimsizlikleri son haddine vardı.
Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a) nikah akdini bozmak zorunda kaldı. Zeynep (r.anhâ)’yi boşadı.
Resûl-i Ekrem (s.a) bu hadiseye çok üzüldü.
Ancak cahiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmıştı.
Bir kimse evlâtlığının hanımı ile evlenemezdi.
Allah Teâlâ bu yanlış anlayışların, batıl âdetlerin kalkmasını murad etti.
Çok geçmeden vahyini indirdi.
Ahzab sûresinin; 4 ve 5. âyetleriyle bu konuyu açıklığa kavuşturdu. söyle ki: Meâlen:
"… Evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı.
Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakki söyler ve O, doğru, yolu gösterir.
Onları babalarına nispetle çağırın.
Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur. Fakat kalbilerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
"
Bu âyetler nâzil olunca azâd edilmis köleler ve evlâtlıklar, öz babalarının adıyla anılmaya başlandı.
Öz babası bilinmeyenler de eski efendilerinin dostu ve din kardeşi oldular.
Aradan bir zaman geçti.
Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izale eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu. Meâlen:
"(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdigi, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Esini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asil korkmana lâyik olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladik ki evlâtliklari karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir."
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’in Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir."
Hz. Âise (r.anhâ) annemiz bu âyetleri duyduğu zaman: "işlerin en büyüğü en faziletlisi ona nasib olmuş ve Allah onu gökte Resûlüne nikâhlamiştir.
Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir." dedi.
Zeynep binti Cahs ile iki Cihan Günesi Efendimiz, hicretin besinci senesinde evlendi. O sırada Zeynep (r.anhâ) annemiz 35 yaşlarında idi.
Mükellef bir düğün ziyafeti verildi.
Enes ibni Mâlik (r.a)’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ) o gün Medine hurmasını yağ ile karıştırarak özel bir yemek yaptı.
"Hays" adi verilen bu yemeği Enes ile birlikte Efendimize gönderdi.
Yemek iki kişiye zor yeterdi. Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.
Enes o zamana kadar hiç görmediği bir manzara ile karşılaştı.
iki Cihan Günesi Efendimiz ona: "Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır" dedi. O hayretler içerisinde gitti çağırdı.
Efendimiz tekrar Enes’e: "Mescidde kim varsa, yolda kimi görürsen davet et!" buyurdu.
Enes büsbütün şaşırdı.
Bu kadar yemek kime yetecek diye kendi kendine alıp verdi? Ama emre uyarak dışarı çıktı. Kimi gördü ise düğün yemeğine çağırdı.
Ulaşılabilen ashabın hepsi grup grup gelmeye başladı. Habib-i Kibriya (s.a) efendimiz yemek kabini ortaya koydu.
Bereketlenmesi için duâ etti ve: "Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin." buyurdular.
Çağırılan herkes o yemekten doyasıya yedi. Enes (r.a) diyor ki: "Yedikçe kaptaki yemek çoğalıyordu. Adetâ alttan kaynıyordu.
Davetlilerin hepsi yedi ve doydu.
Getirdiğim yemek aynen ortada idi.
" Resûl-i Ekrem (s.a) bana: "Yâ Enes! tabağı kaldır." buyurdu. Tabağı zevcesinin yanına koydum ve annemin yanına döndüm.
Gördüklerimi hayretler içerisinde anneme anlattım.
Annem bana "Hayret etme. Cenâb-i Hak o yemekten bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarda." diyerek bunun bir mucize olduğunu söyledi.
Ne iman!…
Ne muhabbet!…
Ne ülfet!…
Ne teslimiyet!…
Ey yüceler yücesi Allah’ım böyle bir iman, muhabbet, ülfet ve kaynaşmayı bizlere de nasib et!…
Amin.
Zeynep (r.anhâ) annemizin düğün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu.
Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti.
Üç kişi vardı ki, onlar oturmuş çene çalıyorlardı.
iki Cihan Güneşi Efendimiz onların kalkıp gitmesi için odaya girip çıkıyordu.
Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı.
Efendimiz (s.a) annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı geldi yine onlar konuşuyordu.
Can sikici bu hadise üzerine Allah Teâlâ Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu. Meâlen:
"Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama, Allah hakki söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’in Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."
O günden itibaren Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler.
Kıyamete kadar gelecek islâm hanımefendilerine örnek teşkil ettiler.
insanlık haysiyet ve şerefini böyle muhafaza ettiler.
iffet timsâli nezih bir hayat sürdüler.
Gözler ve gönüller İslam’ın bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu.
insanlık bu ölçülerle mutlu oldu.
insan kıymeti ancak bu şekilde bilindi.
insan insanlığının şerefine erdi.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) annemiz ibâdete düşkün, takva sahibiydi.
Çokça nâfile namaz kılar, nâfile oruç tutardı. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz bir gün mescitte iki direk arasında bağlı bir ip gördü.
"Bu ip nedir?" diye sordu.
Ashâb-i Kiram da: "Zeynep annemizin" dediler.
Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur diye ilâve ettiler.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu hareketten pek hoşlanmadı.
Bunun üzerine: "ibadette böyle güçlüğe girilmez.
Bu ipi çözünüz.
Sizler zinde oldukça ayakta kilin."
buyurdular.
O, vefâkâr bir hanımefendiydi.
Hakki teslim ederdi.
Dürüstlükten ayrılmazdı.
Bir gün, münâfiklar Hz. Aise annemize iftira atmışlardı.
iki Cihan Güneşi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (r.anhüm)’ün fikirlerini sordu.
Bu arada Zeynep (r.anhâ) annemizin de görüsünü almak istedi.
Bunun üzerine Zeynep annemiz bütün insanlığa örnek olacak su cevabi verdi:
"Ya Rasûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten, görmediğimi gördüm demekten kendimi korurum.
Onun hakkında vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum." dedi.
Bu cevap hem Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizi hem de Hz. Âise (r.anhâ) annemizi çok sevindirdi.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) annemizin en bâriz vasıflarından biri de cömertliği idi.
O, dünya malına önem vermezdi.
Kendi el emeği ile geçinirdi.
Dikiş ve el isi yapardı.
Deri tabaklar onları diker ve deri eşyalar üretip satardı.
Elde ettiği kazancı Allah yolunda fakir ve yoksullara dağıtırdı.
Ömrü boyunca sehavet üzere yaşadı.
infak etmek onun için büyük bir zevkti.
Hz. Âise (r.anha) onun cömertliği hakkında söyle der:
"Ben, dini yasama konusunda Zeynep’ten daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkini ondan daha çok gözeten, Allah’ın rizâsini kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadın görmedim."
Yine onun cömertliğini ortaya koyan bir örnek de sudur:
"Hz. Ömer (r.a) sahâbîlere hazineden maaş bağlamıştı.
Zeynep annemize de bağladığı maaşı gönderdi.
Zeynep annemiz bu kadar çok parayı görünce şaşırdı ve: "Allah Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?" diye sordu.
Parayı getirenler: "Hayır! Bunların hepsi senindir." dediler.
Bunun üzerine o: "Sübhanallah!" diyerek örtüsü ile yüzünü kapadı ve hizmetçisine: "Elini sok, o paradan bir avuç al, falan ogullarina götür.
Bir avuç al, filan’a ver." diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı.
Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı.
Hizmetçisi: "Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin.
Bunda bizim de payımız var." dedi. Bu söz üzerine Zeynep annemiz örtünün altında kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranın hepsini dağıttı.
Hz. Ömer (r.a) annemizin bu davranışından haberdar olunca bin dirhem getirdi.
Onun kapısında durdu, selâm verdi ve: "Gönderdiğim parayı dağıttığını duydum. Bari bunları elinde tut." dedi.
Zeynep (r.anhâ) o parayı da ihtiyaç sahiplerine dağıttı.
Üstelik ellerini açtı ve bütün samimiyetiyle söyle duâ etti.
"Allah’ım! bundan sonra beni Ömer’in ihsanını almaya eriştirme.
Çünkü bu dünya mali bir fitnedir." dedi.
Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi.
Fakiri, yoksulu sevindirmek iki Cihan Seâdetini elde etmekti.
Vermek, infak etmek dağıtmak onun en büyük zevkiydi.
Bu yüce hasletlerinden dolayı o, Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu.
"Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır." hikmetli sözünün muhatabi olarak anıldı. Kolu uzun olmak cömertlikten kinaye olarak söylenmişti.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) vâlidemizin yapmış olduğu samimi duası Allah katında kabul buyuruldu ve hicrî 20 yılında 53 yaşında iken Medine’de vefat etti.
Bir daha maaş alamadı.
Cenâze namazını Hz. Ömer (r.a) kıldırdı.
Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi.

Cenâb-i Hak şefaatlerine nail eylesin. Amin.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Cevapla

“►Haluk Nurbaki◄” sayfasına dön