Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Hz Ali Keremeallahu Veche İle ilgili konular
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim

Mü’minlerin Emiri
Hz.ALİ (aleyhi’s-selâm)


Yazan: Profesör Abdulbaki GÖLPINARLI (kaddesallahu sırrahu)

YAYINA HAZIRLAYANIN ÖNSÖZÜ:

ResimBütün hamdler âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur. Salât ve selâm yaratıkların en hayırlısı Hz. Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem ) ve Allah Teâlâ’nın kendilerinden her türlü kötülüğü giderdiği ve tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt'ine olsun.
Elinizdeki bu kitab merhum Profesör Abdulbaki Gölpınarlı'nın 1978 yılında baskıya sunulmuş bir eseri olup aradan uzun bir süre geçmesi dolayısıyla nüshaları tükenmişti.
Merhum Gölpınarlı, ömrünü İslam ve Ehl-i Beyt kültürüne hizmete adamış, İslam'ın gerçek akaid ve inançlarını sağlam ve güvenilir kaynaklardan yararlanarak edebi kâlemiyle müslümanlara aktarmaya çalışmıştır.
Niyeti Allah kullarına ihlasla hizmet etmek olduğu için Allah’ın lütfu, Resulullah ve Ehl-i Beyt alayhimusselâmın teveccühleri neticesinde Türkiye toplumunu Ehl-i Beyt mektebiyle tanıştırmak yolunda eşsiz başarılar elde etmiştir.
Hz. Peygamber'in ilminin kapısı olan ve Peygamber'in, hakkında: "Benim etim senin etin, kanım senin kanındır", "Ali'yi seven beni sever, onu inciten beni incitir" buyurduğu mü’minlerin emiri, Allah’ın galib arslanı, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem ) hak vâsisi olan Ali aleyhisselâmın hayatı hakkında yazdığı bu eser de Merhum Gölpınarlı'nın değerli eserleri arasındadır.
Toplumsal ilişkilerin kolaylaşması ve baskının basitleşmesi neticesinde tebliğ işleri de kolaylaşmış ve yeni boyutlar kazanmıştır. Ama ne yazık ki, meydana gelen yeni ortamdan daha çok bâtıl ehli yararlanmakta ve hakka susamış insanlar bir çıkmazdan diğer çıkmaza doğru götürülmekte ve su adına kâlem pınarından kirli akıntılar insanlara sunulmaktadırlar.

Bu ise kültür alarıında çalışan müslümanların mesuliyetini artırmaktadır. Bizlerin arzusu şudur ki, insanlar Hz. Ali (aleyhi’s-selâm)'ın şahsiyetini ve onun sözlerinden oluşan Nehc-ül Belağa kitabını ve diğer Ehl-i Beyt İmamlarını hakkıyla tanısınlar. Sonra bu mektebi diğer mekteblerle mukayese edip doğru olanı seçsinler. Çeşitli mezheblere mensup olan kardeşlerimize de Ehl-i Beyt İmamlarını, Ehl-i Beyt'in düşmanları olan Emevî, Abbasî ve benzerlerine bağlı muhaddis ve tarihçilerden değil, Ehl-i Beyt'e hakkıyla bağlı olan yazarlardan öğrenip daha sonra bunları diğer sahabe ve tabiinle karşılaştırmalarını tavsiye ediyoruz.

İşte o zaman Ehl-i Beyt'in yüceliği ve Peygamber'in onlara tanıdığı ayrıcalığın sebebi anlaşılmış olacaktır.
Bizce bu yol, Ehl-i Beyt mektebini tanımak için en kısa ve en verimli yoldur. Elinizdeki bu kitab da bu nitelikteki bir yazarın güçlü kâleminin mahsulü olduğu için okuyucuların güvenle okuyabilecekleri değerli bir eserdir. Biz, bu kitabın ihyâsını bize nasib ettiği için Allah'a şükür ederken bu eserin basım ve yazımını üstlenen ve özellikle Merhum Gölpınarlı'nın çeşitli eserlerinin ihyâsına öncelik vereceğini vaad eden Ensariyan Yayınevinin sahibi sayın Muhammed Taki Ensariyan'a da teşekkür etmek istiyoruz..

Muhammed MUCAHİDİ
1417 H.K. 1996Miladi


ÂYETULLAH SUBHANİ'NİN ÖNSÖZÜ:

İnsanlar iki kısımdır. Bir grubu kendi zamanlarına aittir. Zirâ, sadece kendi zamanlarında dalga oluşturmuş, zaman ve şartlar değiştiğinde veya hayatları son bulunca onlardan hiç bir haber ve eser kalmamış veya çok az bir eser kalmıştır; şöyle ki, bir süre sonra onların isimlerine ancak kitablarda rastlanabilir.
Ama bir grup insan da vardır ki, kendi zamanlarına değil de, bütün dünyaya aittirler. Dolayısıyla zaman geçtikçe onların şahsiyetleri de bir o kadar parlar. Öyle ki, onların bilgeliği, siyasetleri, hizmetleri gelecek nesillere örnek olur.
İslam'da Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) 'den sonra bütün dünyaya ait olan ilk şahsiyet Hz. Ali'dir. İşte bu yüzden, Hz. Ali'nin (aleyhi’s-selâm) hakkında yüzlerce kitab, binlerce makale yazılmış ve sürekli hatipler minberlerde sıfatlarını saymışlardır; ama buna rağmen yine de onun hayatının çeşitli boyutlarında ulaşılmamış bir çok gizli yönler vardır. Günümüzün araştırmacıları ve yazarları bu yönleri aydınlığa kavuşturmak için ellerine kâlem almışlardır.

Evet, Ali'nin hayatının çeşitli boyutları vardır. Birinci yönü Ali'nin hakkında âyetler inmiş, onun makam ve mevkisini bildirmiştir.
İkinci yönü, Hz. Peygamber çeşitli münasebetlerde ve çeşitli yerlerde Ali’nin makam ve mevkisini beyân buyurmuştur.
Üçüncü yönü ise, uzun bir süre Hz. Ali'yle haşır-neşir olup onun içini ve dışını bilen Ali dostlarının onun hakkındaki görüşleridir.
Elbette ki bu üç yön çok önemlidir. Müslümanlar az-çok bunları duymuşlardır. Fakat bunlardan daha önemlisi müslüman olmayan ve yine Ali ile hiç bir irtibatı bulunmayan şahısların onu tanıtmasıdır. Biz burada gerçek Ali âşığı olup, Ali'ye gönül bağlayan ve onun hakkında kitab yazan iki örneğe işaret ediyoruz:

1- Lübnan'ın büyük hıristiyan yazarlarından olan Core CORDAK, Hz. Ali (aleyhi’s-selâm) hakkında "İnsanlığın Adalet Sesi" adında beş cilt kitab yazmış, Ali'nin sîret ve metodunu beyân ettikten sonra onu kamil ve varlık âleminde benzerine çok az rastlanan bir insan olarak tanıtmıştır. Kalbi Ali muhabbeti ve aşkıyla dolan bu yazar şöyle der:
"Ne olurdu ey dünya! Tüm güç ve kudretini seferber ederek her dönemde insanlık toplumuna akıl, fikir, ruh, beyân, güç ve yiğitlik açısından Ali gibi bir şahsı verseydin."
(İnsanlığın Adalet Sesi, c.l, s.49. El-Gadir, c.6, s.308, Necef basımı.)

2- Darvin mektebinin en belirgin öğrencilerinden olup, üstadının aksine tabiat dışındaki her şeyi inkar edip ölünceye dek metaryalizm düşüncesini izleyen "Şibuli Şumeyyil" Hz. Ali'nin (aleyhi's-selâm) şahsiyeti karşısında tazim etmekten başka çaresi kalmamış ve muvahhidlerin önderi Hz. Ali'nin (aleyhi’s-selâm) azametini ondört asırdan sonra tarih sayfalarından öğrenmiş, onun fikrî ve ilmî eserlerini hissetmiştir.
O, Hz. Ali (aleyhi’s-selâm) hakkında şöyle der: "İnsanların imam ve önderi Ali b. Ebu Talib, yücelerin yücesi, aslına (Resulullah'a) mutabık olan yegâne ferttir. Doğu ve batı, geçmişte ve gelecekte hiç bir zaman onun benzerine rastlamamış ve rastlamayacaktır da." (Savt-ul Adalet-il İnsaniyye, c.l, s.37.)

Ama o bu sonuca ulaşan ilk kişi değildir, ondan önce İkinci hâlife de, Hz. Ali hâlifenin ilmî ve sosyal sorunların hallettiğinde elinde olmaksızın şöyle diyordu:
"Analar artık Ali gibi bir şahsiyet doğamazlar." (El-Gadir, c.6, s.308. Necef basımı.)

İbn-i Abbas ise şöyle der: “Ali hakkında üçyüzden fazla âyet nazil olmuştur. Biz burada Hz. Ali'nin öğrencilerinden olup her halinde huzurunda bulunan Zirâr b. Hamza'dan bir cümleyi zikretmekle yetiniyoruz:.........
Günümüz insanları maddî mekteblerden doymuş olup, kendisine örnek edecek ve kendisini doyuracak ilahî bir mekteb aramaktadır.
Ali'yi tanımak ve tanıttırmak büyük bir hizmettir. Bu konuda büyük ve değerli yazarımız Merhum Prof. Abdulbaki GÖLPINARLI Türk toplumuna büyük hizmet etmiş ve yirmi yıl önce Ali'nin hayatını muteber ve güvenilir kaynaklardan çok güzel bir şekilde toplamış ve topluma sunmuştur. Şimdi o Merhum'un vefâtından bir süre geçmesine rağmen bu kitab yeniliğini korumuştur.
Muhterem araştırmacımız Hüccet-ül İslam Muhammed MUCAHİDİ bu kitabı yeniden gözden geçirip şimdiki haline getirmiştir. Biz Allah'tan hem müellifin ruhunun şâd olmasını diliyor ve araştırmacımızın tevfıkini istiyor, yayına hazırladığı yirmiye yakın kitabı gençlerimizin, mutâlâa edeceklerini ümit ediyorum. Bu kitabın mutâlâa edilmesiyle gençlerimizin Hz. Ali'nin yolunun izleyicileri olmaları ümidiyle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim

ResimMÜ'MİNlerin EMİRi Hz.ALİ aleyhi’s-selâm..


İmam Ali Ali kerremullahi veche: “Şu gönülleri zaman zaman dinlendirerek kuvvetlendiriniz. Zira bedenin yorulduğu gibi, gönüller de yorulur.”
(Münavî, Muhammed Abdurrauf, Feyzu’l-Kadir Şerhu’l-Camiı’s-Sağîr, Beyrut, ts.,IV, 41.)

SUNUŞ:

Yıllarca önce, Emîrü’l-Mü’minin Ali b. Ebu-Talib'in (aleyhi’s-selâm) doğumundan ebedîlik âlemine göçüşüne dek, hayatlarını, kısa, fakat özlü bir halde yazmıştım; bu yazı, "Vatan" gazetesinde tefrika edilmişti. Ali kerremullahi veche dostları, bu kısa, fakat toplu, az, fakat öz tefrikanın bir kitab halinde yayınlanmasını istediler. Bu diziyi, yeniden, baştan sona kadar gözden geçirdim; gereken eklemeleri, düzeltmeleri yaptım; eser, yeniden yazıldı, yepyeni bir kitab oldu; Ali kerremullahi veche dostlarına, Ehl-i Beyt aleyhi's-selâm dostlarına sunmak üzere hazırlandı.
Dileğim, bu kitabtan sonra, Hz. Fâtıma (aleyha’s-selâm) ile İmam Hasan ve Huseyn'in (aleyhumu’s-selâm) ve Huseyn soyundan gelen İmamların (aleyhumu’s-selâm) hâl tercümelerini, seçme sözleriyle ayrı bir kitab halinde sunmaktır; ömrüm yeter mi, bilmem.
Niyyet ve gayret kuldan, tevfık Allah'tan, lütuf ve şefâat, Hz. Resûl-i Ekrem'den (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beytindendir (aleyhumu’s-selâm).


Bu yolda sa'yedelim, sa'yimiz ola me'cûr,
Bu yolda can verelim, cânımız ola meşkûr..


Abdulbâkıy GÖLPINARLI
1 Sefer 1398
10 Ocak l978


YAZARIN ÖNSÖZÜ:

İnsanlar vardır; doğarlar, yaşarlar, ölürler, yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz, zaman alarıında bir sözleri bile söylenmez. Sanki doğmamışlardır, sanki yaşamamışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur, halbuki bunlardan ne bir ses kalır, ne bir nefes. Dünyâ'ya gelmeselerdi hiçbir şey eksilmezdi, gelmişlerdir, yeryüzünde, hiçbir fazlalık olmamıştır.
Halbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp bitirirler, fakat zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onlara bağlanır, düşmanlık onlara saldırır.
Vakit olur Tanrılaşırlar; zekâca çocuk insanoğlu, bunlar için masallar uydurur, kanar, kandırır. Kafaca zekî insanoğlu, bunlar için ordular toplar, ölür, öldürür. Fikirce olgun insanoğlu, bunlar için incelemelere dalar, över övdürür, yerer, yerdirir.
Bunların adları toplumu sürükler, hâtıraları devletler kurar. Bunlar için kan dökülür, şan alınır. Bunlar için zulme göğüs gerilir, zulmedilir.
Bir muhitte sevilmezken bir muhitte bunlara tapılır. Bunları birisi yererken öbürü ölesiye sever. Tarih, sanki bunların öz mallandır, övülüş, yeriliş öz hakları.
Bunlar, gerçekten yaşamışlarsa, insanın çocukluk devrindeki yalanından doğmamışlarsa şüphe yok ki normalin üstündeki insanlardır; peygamberlerdir, erenlerdir, âşıklardır, sevgililerdir.
İşte İslâm tarihinde Ali (aleyhi’s-selâm) bunların biridir, hattâ birincisidir. Daha Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) sağken o, ölesiyle sevilen, öldürülesiye yerilen bir ER olmuştu. Daha kendisi hayattayken mâbûduna candan inanan bu ERe Tanrı demek cesaretini bulanlar çıkmıştı. Adına yıllarca minberlerde lânet edilirken o ad için can verenler vardı. "Yâ Ali meded!" sözü, ümitsize ümit veriyor, hastaya şifâ sunuyor, kuvvet, kudret kaynağı oluyordu.
Ümeyyeoğullarını bu ad yıktı, onların zulmünü, bu ad sahibinin oğlu Mazlum İmam Huseyn'in (aleyhi’s-selâm) kanı boğdu. Abbasoğulları saltanatını bu ad kurdu ve o İmparatorluğu, içten içe, gene bu ad çürüttü. Âl-i Büveyh'le Fâtımîler bu adla kuruldu, Safavîler bu adla belirdi, gelişti. mezheblerden bahseden kitablar bu adla doldu, İslâm tarihi bu adla yazıldı, tasavvuf bu ada dayandı, İslâm felsefesi bu addan hız aldı, tasavvufî şiir bu adı andı. İsyanları bu ad kopardı, ölümü bu ad hiçe saydı, kalkan, "Yâ Ali meded!" dedi, düşen "Yâ Ali meded!" duydu
Efsâneler, Ali'nin Zü'l-fekâr'ını gökten indirdi. Düldülünü göğe çıkardı. Bir taraflı ve tek görüşlü tarihler, onu olasıya yerdi, ölesiye sevdi. Fakat bugün Ali, artık tamamiyle tarafsız incelemenin, doğru görüşün konusu olmalıdır. Olmalıdır ama, doğrusunu söylemek gerekirse açıkça diyeceğiz ki bu iş, hâlâ yapılmadı. Ciddî geçinen yazarlar bile Ali'yi ya yalnız kahramanlık bakımından övmede, yahut siyasette bir âciz timsali hâlinde görmede.

Hâlbuki Ali (aleyhi’s-selâm) kahraman olduğu kadar fedâkârdı. Ferâgat sâhibi olduğu kadar doğruydu. Mücessem bir inanç olduğu kadar mütefekkirdi. Alev gibi yakan bu er, sırasında seher yeli gibi okşar, açar, akar su gibi yıkar, arıtırdı.
Şiddeti kadar merhameti, gönül alçaklığı kadar vekarı vardı. Ona bağlananlardan biri der ki:
Hepimizden alçak gönüllüydü, öyleyken gene de yanında, başımızda yalın kılınç var sanırdık, ürkerek otururduk.
Düşmanları bile üstünlüğünü inkâr edemezlerdi. Bilgisi sınırsızdı. Sözleriyse fesahate, belâgate örnekti. O güzelim sözleri övenler, Tanrı sözünden aşağı, mahluk sözünden yukarı demek zorunda kalmışlardı.
Zulme baş eğmeyi şeref bilenler, bükemedikleri eli öpüp, başlarına koyanlar ne "Savaşın üstünü, zâlim pâdişaha karşı doğruyu söylemektir!" diyen İslâm Peygamberinin sözünü anlarlar, ne Huseyn'in can verişindeki şerefi duyarlar. Tıpkı bunun gibi siyaseti dalavereden, yalandan, düzenden, zulümden ibâret sayanlar da elbette Ali'yi siyaset bilmemekle, âcizle töhmet altına almak istiyeceklerdir. Zamanına kadar bozulan topluma düzene sokamamışsa, bu, ancak onun hîleye, düzene tenezzül etmemesinden meydana gelmişti. Halbuki Hz. Ali'nin Mâlik Eşter'e yazdığı emirnâme, onun tedbirde, idarede ne kadar olgun ve bilgin olduğunu gösteren en mühim bir vesîkadır.
İşte biz, bu yazımızda önce Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber'in zamanındaki ve sonraki hayatını, tam tarafsız bir görüşle belirteceğiz. Ondan sonra da onun bir çok cephelerini gerçek vesîkalara ve kendi sözlerine dayanarak inceliyeceğiz. Herhalde okuyucularımıza, şimdiyedek bildiklerinden, duyduklarından fazla bir şeyler sunacağımızı sanıyoruz. Yazımız, bir gerçeğin tarafsız hikâyesi, hâdiselerin gerçek aksi olacak. Yazılarımız, târihî roman değil, ancak târihi tefrikadir. Sayfa sayfa Hz. Ali'nin (aleyhi’s-selâm) hayatı gözlere görünecek, yazı şekline bürünecektir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

BİRİNCİ BÖLÜM:

HZ. ALİ (aleyhi's-selâm) HİCRETTEN ÖNCE:

Ebû-Tâlib oğlu Emîrü’l-Mü’minin Ali (aleyhi’s-selâm), on iki İmâm'ın birincisidir. Babası, Hâşim oğlu Abdülmuttalib'in, yâni Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in (sallallahu aleyhi ve sellem ) ceddinin oğlu Ebû-Tâlib, annesi, Hâşim oğlu Esed'in kızı Fâtıma'dır.
Ebû-Tâlib'in asıl adı, bâzılarınca İmran'dır. Fakat bu rivâyet, zayıftır. Adı, künyesidir diyenler de vardır.
(Cemâleddin Ahmed ibn-i Aliyy ibn-il-Huseyn ibn-i Aliyy - ibn-i Müherınâ: "Umdetüt-tâlib fi esnabı Âl-i Ebî-Tâlib," Necef baskısı, 1918- 1337, s. 4-5.)
İmâm Ali (aleyhi’s-selâm) kardeşleri Tâlib, Akıyl ve Ca'fer'den küçüktür. Ebû-Tâlib'in bu dört oğlunun her biri, öbüründen on yaş, böylece de ilk oğlu olan Tâlib, Ali'den otuz yaş büyüktür. Hepsinin de anneleri, Esed kızı Fâtıma'dır.
Fâtıma, Hâşim oğullarından olup kendi soyundan birine varan ilk kadındır. Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) onu çok severdi, ana derdi ona. Vefât ettiği zaman, kendi gömleğiyle sardırmış ve kabre bızzat kendisi yerleştirmiştir. Tâlib, müşrikler tarafından Bedir savaşına katılmaya zorlanmış, fakat kabûl etmeyip şehirden çıkmış, bir daha da ondan bir haber alınmamıştır. Ebû-Tâlib'in soyu, diğer evlâdından yürümüştür.
Ali (aleyhi’s-selâm) Fil yılının otuzuncu senesi Recebinin on ücüncü Cuma günü Mekke'de, bir çok tarihçilerin rivâyetine göre, Kâ’be'nin içinde doğmuştur (29.07.599).
Hz. İmam, doğduktan sonra anneleri Fâtıma, kendi babasının adı olan ve anlam bakımından arslan demek olan "Esed", bir rivâyete göre de aynı mânaya gelen "Hayder" adını verdi.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ), Ali'nin doğumunu duyunca Ebû-Tâlib'in evine geldi, Ali'yi kocağına aldı, dilini, ağzına verip emzirdi. Adını sordu. Fâtıma, Esed koymak istiyorum deyince Hazret-i MuhaMMed, hayır buyurdu, onun adı “Ali”dir. Fâtıma da bu adı, hâtiften duymuştu. İsmini Ali koydular.
Lâkapları, arslan mânâsına gelen "Hayder", Allah’ı n üstün arslanı anlamına gelen "Esedullâhi’l- gaalib" ve Tarın rızasını kazanmış demek olan "Murtazâ"dır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ) Tebük savaşına gidecekleri vakit, Ali'yi Medîne'de hâlife bırakmışlardı. Hz. Ali: “ Ey Allah elçisi, beni kadınlarla çocuklara mı hâlife bırakıyorsun?” diye savaşa katılmak istediğini imâ edince Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) "Râzı değil misin yâ Ali, sen, bana, Hâııın, Mûsâ'ya ne menziledeyse o menziledesin, ancak benden sonra peygamber yok" buyurunca, Ali: “Râzı oldum” demişti. "Murtazâ" lâkabı, buyüzden kaldı.
Künyeleri, "Ebü-Hasan" ve "Ebü-Türâb" dır Araplarda âdet olduğu veçhile ilk oğulları olan İmam Hasan'ın adına nisbetle Hasan'ın babası anlamına gelen "Ebü-Hasan" künyesiyle tanınmıştı. "Ebû-Türâb", toprak babası demektir. Bu künyeyi, kendilerine, Hz. Peygamber vermişti. Bu yüzden, bu künyeyi çok severlerdi.
Buhârî'nin tahriç ettiği bir hadîse göre bir gün Hz. Peygamber, kızı fâtıma'nın evine gelmiş, Ali'yi görememiş, Amcanın oğlu nerde diye sormuştu. Hz. Fâtıma, birbirimize biraz kızdık, kalkıp gitti buyurmuş. Hz. Peygamber, birisine, git, bak bakalım nerde demiş; o adam gelip Mescitte yatıyor diye haber vermişti. Hz. Peygamber, kalkıp mescide gidince görmüş ki yatmış, uyuyor; ridâsı sırtından düşmüş, vücudu toza toprağa bulanmış. Bunun üzerine eliyle tozu toprağı silkip "Kalk ey Ebâ-Türâb, kalk ey Ebâ-Türâb" buyurarak iltifât etmişler. Bu Künye, bu yüzden kalmış.
(al-Necrîd-üs-Sarîh il AMdis-il-Câmi'is-Sahih; Mısır 1323, c.l, s. 43.)

Fakat Tabarî târihine, Ahmed-ibn-i Hanabel'in "Müsned" ine, Halebî'nin "Siyer" ine, "Târîh-ül-Hamîs "e ve "Er-Riyâz'u-Nadıra" ya göre Hz. Peygamber, Hi cretin ikinci yılında Uşeyre savaşında Ali'yi toprağa uzanmış, tozlara bulanmış yatıyor görmüş, "Kalk otur, ey Ebâ- Türâb" buyurmuştur. Bu hadîs, Yâsir oğlu Ammâr'dan tahrîç edilmiştir. (Umdetüt-Tâlib, s. 44; Seyyid MuhaMMed Sâdık Âlü Bahr-il Ulûm'urınotu, 1.)
Bir kıtlık yılında, Hz. Peygamber, diğer amcası Abbâs'a: "Gidelim de, Ebû-Tâlib'in yükünü hafifletelim" buyurmuş, beraberce gidip oğullarından birer tanesini almayı teklif etmişlerdi. Ebû-Tâlib, oğullarından Akıyl'i çok severdi: “onu bana bırakın da ne yaparsanız yapın!” demiş, bunun üzerine Abbas, Ca'fer'i, Hz. Peygamber de Ali'yi almıştı. Ca'fer, Müslüman oluncayadek, Abbâs'ın evinde kaldı. Ali de Hicrete kadar Hz. Peygamber'in evinden ayrılmadı. Bu Sûretle Ali, beş yaşından itibâren tam on sekiz yıl, Hazret-i Peygamber'in terbiyesi altında kalmıştı.

Hz. Peygamber'in, halkı, Müslümanlığa dâvet etmeye me’mur olduğu gün, akşam üstü, ilk olarak zevceleri Hz. Hadîce Müslüman olmuş, ertesi sabah da Ali, İslâmını izhâr etmişti. (açıklamıştı.)
Hz. Peygamber'e,:"Mensup olduğun soydan, sana en yakın olanları korkut!"


وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
Resim---Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne): (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.” (Şuarâ 26/214)

Meâlindeki âyet inince Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Hâşim oğullarını çağırdı. Gelenler, kırk kişi kadardı. Onları ağırladı, hazırlanan yemeği onar onar yediler.
Yemekten sonra: "Ben, bütün insanlara, Tanrı elçisi olarak gönderildim. Ulu ve Yüce Allah, mensup olduğum soydan, bana en yakın olanları korkutmamı buyurdu. “Lâ ilâhe illâ ALLAH-Allah'tan başka yoktur tapacak” demezseniz sizi azabından kurtaramam" buyurdu.
Amcası Ebu-Leheb: “Bizi bunun için mi çağırdın!” dedi ve yakışmıyacak sözler söyledi. Gelenler de dağılıp gittiler. Bu vak'a üzerine, Ebû-Leheb'in düşmanlığı büsbütün arttı. Hattâ karısı Ümmü Cemil, dikenleri toplar, demet yapar, hurma lifınden bir iple bağlayıp sırtına alır, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in geçeceği yollara döşerdi. Buyüzden, 111.nci Tebbet Sûresi indi.:


تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ
Resim---Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe).: Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da.” (Tebbet 111/1)

مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ
Resim---Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb(kesebe).: Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi.” (Tebbet 111/2)

سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ
Resim---Se yaslâ nâren zâte leheb(lehebin).: O, alevli bir ateşte yanacak.” (Tebbet 111/3)

وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ
Resim---Vemreetuh(vemreetuhu), hammâletel hatab(hatabi).: Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).” (Tebbet 111/4)

فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ
Resim---Fî cîdihâ hablun min mesed(mesedin).: Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.” (Tebbet 111/5)


Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Hâşim oğullarını bir kere daha çağırdı. Yedirdi, içirdi. Sonra: "Ey Abdül-Muttalib oğulları" dedi, "Bana itâat edin, yeryüzüne hâkim olun. İçinizden kim bana yardım eder, bu işte beni kuvvetlendirirse kardeşim, vasîm, vezîrim, vârisim ve benden sonra hâlifem olur!" buyurdu. İçlerinden hiç biri cevap vermedi. En küçükleri olan Ali, ayağa kalkıp, dedi: "Ey Tanrı elçisi" dedi, "bu işte ben sana yardım edeceğim." Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ) "Otur" buyurdu ve sözünü bir kere daha tekrarladı. Gene Ali'den başka cevap veren çıkmadı. Üçüncü def asında Hz. Rasulullah, Ali'ye: "Otur" buyurdu; "Artık kardeşim, vâsim, vezîrim, vârisim ve benden sonra hâlifem sensin!"
Gelenler, dönerlerken Ebû-Tâlib'e, “kardeşinin oğlunun dinine girersen oğlun, sana emîr olacak!” diyerek onunla alay ettiler.
Rivâyet edilmiştir ki: Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) onları çağırmıştı. Kırk beş kişi gelmişti. Ebû-Leheb de içlerindeydi; dedi ki: “Yâ MuhaMMed, bunlar, amcaların, amca oğulların, bir araya geldiler, ne söyliyeceksen söyle!”
Hz. Peygamber aleyhi's-selâm , ayağa kalkıp Allah’ı övdü, sonra: "Korkutan, yakınlarına yalan söylemez. Kendisinden başka tapacak bulunmayan Allah'a andolsun ki ben, bilhassa size Allah elçisi olarak gönderildim, umumî olarak da bütün insanlara. And olsun Allah'a, nasıl uyuyorsanız öylece de öleceksiniz, nasıl uyanıp kalkıyorsanız öylece de tekrar diriltileceksiniz; nasıl, türlü türlü işlerde bulunuyosanız öylece de soruya çekileceksiniz. İyiliğe karşılık iyilik bulacaksınız, kötülüğe karşılık kötülük. Cennet de ebedîdir, cehennem de. Siz, ilk korkuttuğum kişilersiniz!" buyurdu. Oların bir kısmı inandı, Müslüman oldu.
İmânını ilk izhâr eden, Ali'ydi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , pazartesi günü, halkı dâvete me’mur oldu, Ali, Salı günü, îmânını izhâr etti.
İbnü Abdül-Birr, "al-îstîâb" da, Afîfü'l-Kindî'den rivâyet ederek demiştir ki: “Ben ticaretle uğraşırdım. Hacca gittim, bazı şeyler almak için Abdülmuttalib oğlu Abbâs'ın yanına gittim. Bu sırada birisi çıktı, namaza durdu. Onun geldiği taraftan bir kadın geldi, onun arkasına geçti, o da namaza durdu. Derken aynı taraftan, ergenlik çağına gelmek üzere bulunan bir genç çocuk geldi, yanına geçti, namaza durdu. Abbas'a: “bu nedir?” dedim, “ne yapıyorlar?” Abbâs dedi ki: “bu, Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ın oğlu MuhaMMed'dir ve kardeşimin oğludur, namaz kılıyor. Peygamber olduğunu sanıyor. Peygamberliğini kabûl eden de ancak arkasında duran zevcesiyle yanında duran, amcasının oğlu.”
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Müslümanlığı yaydıkça ve Müslümanlık yayıldıkça müşrikler, geleneklerinin yok olacağını düşündüler, Abdü-Menâf oğlu Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe, Ümeyye oğlu Harb'in oğlu Ebû-Süfyan. Ebü'l-Buhterî, Mugıyra oğlu Hişâm'ın oğlu Ebû-Cehl ve amcası Velîd, Vâil oğlu Âs ve diğer Kureyş uluları, Ebû-Tâlib'e başvurdular, “MuhaMMed'in önüne geç, bizim putlarımızın aleyninde bulunmasın!” dediler. Ebû-Tâlib onları tatlı sözlerle yatıştırdı.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , din uğruna çalışmasına devam ederken tekrar Ebû-Tâlib'e müracaatla bu işin kötüye gideceğini, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'i, bu işten vazgeçirmesini söylediler. Ebû Tâlib, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e, bu hususta bir kaç söz söyledi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm): “Amca dedi, ben me’murum, istersen sen de beni koruma, ben, gene de işime devam edeceğim.”
Ebû-Tâlib, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in, dolu dolu olan gözlerine baktı, sözlerini duydu, pek müteessir oldu. Yarı ağlamalı bir sesle: “Kardeş oğlu” dedi, “Sen işine bak. Ben sag oldukça onlar, hiçbir şey yapamazlar sana.”

Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in peygamberliğinin yedinci yılı. "Dârü'n-Nedve" dedikleri topluluk yerine toplarııp görüşen Kureyş büyükleri, Hâşim oğullarıyle, Abdülmuttalib oğullarıyle konuşmamaya, selâmlaşmamaya, alım-satımda bulunmamaya karar verdiler. MuhaMMed’i (aleyhi's-selâm) öldürülmek üzere kendilerine teslim ederlerse onlarla görüşüp konuşacaklarını, aksi takdirde verdikleri kararda sebat edeceklerini bir kâğıda yazıp bu kâğıdı, Kâ’be'ye astılar. Bütün Hâşim oğullarını, Şa'bu Ebî'Tâlib (Ebû Tâlib mahallesi) denen mahallede, âdeta muhasara altına aldılar, başka yerlerdeki Müslümanlar da, olağanüstü bir sıkıntıya, bir hakarete, bir baskıya uğradıklarından evlerinden çıkıp bu mahalleye göçtüler. Bu Sûretle Ebû-Leheb'le Abdülmuttalib oğlu Hâris'in oğlu Ebû-Süfyan'dan başka, mü'min, kâfır, bütün Hâşim ve Abdülmuttalib oğulları o mahallede toplandı.
Bu muhasara, üç yıl sürdü. Hac mevsimlerinde, Hâşim oğullarının alış-verişine bile mâni oluyorlardı. Sonucu, müşriklerden bazı kimseler: “onlarla akrabalığımız var” dediler. “Bu yaptığımız şey zulümdür” diye söylenmeye başladılar. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) de, Kâ’be'ye asılan kâğıdın, güve tarafından tamamiyle yendiğini söyledi. Gidip baktılar, gerçekten de kâğıtta yalnız "Bismike Âllâhümme" sözü kalmıştı. Bunun üzerine bu kuşatmayı kaldırdılar.

Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in, Peygamberliğinin ilânının onuncu yılı, Ebû-Tâlib vefât etti. Vefâtından önce, oğullarına, ve bütün Hâşim oğullarına, Hz. MuhaMMed’e (aleyhi’s-selâm) yardım etmelerini, onu korumalarını, ona uymalarını vasiyet etti ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in gerçek peygamber olduğunu açıkça bildiren şiirler okudu. Ebû-Tâlib'in vefâtı Şa'ban'ın onuncu, yahut Ramazan ayının yedinci günüydü. Ondan bir ay, yahut üç gün sonra da Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in sevgili zevcesi ve Hz. Fâtıma'nın anası mü'minler anası Hadîcetü’l- Kübrâ aleyha's-selâm , vefât etti. Ebû-Tâlib gibi bir amcadan ve Hadîce gibi bir eşten ayrılan Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , pek müteessir oldu. Bir yandan da müşriklerin, inananlara revâ gördükleri ezâ ve cefâ çoğaldıkça çoğaldı.
Bu yüzden bu yıla, gam-gussa yılı anlamına gelen "Senetü'l- Hüzün" denildi
Hz. Ebû-Tâlib'in, Cenâb-ı Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem), ihlâs ile inandığında hiçbir şüphe yoktur. Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi ve sellem) canla-başla koruduğu, bu muhâsara sırasında oğlu Ali'yi, Hz. Peygamber'in yatağında yatırdığı, kendisinin, yalın kılıç, evin çevresinde dolaşıp herhangi bir sû-i kasdı önlemeye çalıştığı, îmânını apaçık belirten şiirler söylediği meşhûrdur. İmâm Hasan soyundan Abdü'1-Azîm, sekizinci imâm Aliyyü'r-Rızâ'ya (aleyhi's-selâm), Ebû-Tâlib'in îmân edip etmediğini sormuş, İmâm, mü'min olduğunu bildirmiştir. Altıncı İmâm, Hz. Ca'fer'us-Sâdık (aleyhi’s-selâm): "Ashâb-ı Kehf, imanlarını gizlediler; Allah onlara iki kat ecir verdi; Ebû-Tâlib de onlar gibidir" buyurmuştur. İbn-i Abbâs, Ebû-Tâlib'in, vefât ederken şehâdet getirdiğini, babasından rivâyet eder.
(Bihârü'l-Envâr; El-Gadir v.d.)

Kur'ân-ı Mecîd'in 28. Sûresinin (El-Kasas), "Şüphe yok ki sen, sevdiğini doğru yola sevkedemezsin; fakat Allah, dilediğini doğru yola sevkeder ve O'dur hidâyete erecekleri daha iyi bilen" meâlindeki 56. âyet-i kerîmesinin Ebû-Tâlib hakkında indiğini söyleyenler varsa da bu âyet-i kerîme Medîne'de, Abdimenâf oğlu Nu'mân'ın oğlu hars hakkında inmiştir. Ebû-Tâlib ise mekke'de vefât etmiştir.
(Mecma'ul-Beyân, c.7, s. 250-260, Sefînetü'l-Bıhâr, c.2, s. 87-90.)

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Resim---“İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).: (Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas 28/56)


Hz. Peygamber'in, O'nu yıkamaları, defnetmeleri, bilhâssa zevceleri Esed kızı Fâtıma'nın, yânı Ali'nin (aleyhi’s-selâm) annelerinin, vefâtına dek O'nun nikâhı altında ve evinde kalmaları, imânına şüphe getirmez delîllerdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

İKİNCİ BÖLÜM:

HZ. ALİ (aleyhi's-selâm) HİCRET VE HİCRETTEN SONRA:

Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbının çektiği ezâyı görüp onlara, Habeş diyârına göçmek üzere izin verdi. Ebû-Tâlib oğlu Ca'fer'le yetmiş kişi, Habeş ülkesine sığındı. Bu yüzden Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke'de pek yalnız kaldı. Bu arada, hac mevsiminde, Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem), Medîne'lilerle görüştü. Onların bey'atlerini aldı. Medîne'ye göçmeyi kararlaştırdı. Ashabına da, Medîne'ye göçmek için izin verdi.
Sahâbe, birer-ikişer Medîne'ye göçmeye başladı. Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem), bu sûretle büsbütün yalnız bir duruma düştü. Tam bu sırada, müşrikler, bu işi kökünden halletmek için "Dârü'n- Nedve" de toplandılar. Kureyş ulularından Ebû-Cehl, Âs oğlu hakem, Ebû-Leheb, Halef oğlu Ümeyye, Halef oğlu Übeyy, bu toplantıda bulunanlardandı. Hz. Muahhamed'i öldürme hususunda her biri bir söz söyledi. Nihâyet Ebû-Cehl, her kabîleden bir yiğit seçelim, gece karanlığı basınca hep birden evine girip üstüne saldırsınlar. Öldürülünce Hâşim oğulları: “kim öldürdü?” diye sordukları vakit hepsi birden, “biz!” derler. Kanı, bütün boyların boynunda kalır, bütün boylarla savaşamazlar, diyet'e râzı olurlar dedi. Bu re'yi kabûl ettiler. Kimseye söylememeyi kararlaştırdılar. Öldürecek adamları seçtiler, geceyi ta’yin ettiler, dağılıp evlerine gittiler.
Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) o gece Ali'yi çağırdı: "Bu gece Rabbimin emriyle Mekke'den göçeceğim ve Sevr Mağrasında gizleneceğim, sen de benim yatağımda yatacaksın, ne dersin?" buyurdu. Ali, bu sözü duyunca gülmüseyerek, yere kapandı, şükür secdesini yerine getirdi. Secdeden kalkınca memnûniyetle: "Gözüm, kulağım, yüreğimin başı sana fedâ olsıın, dilediğini yap, başarım, ancak Allah'tandır" dedi.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm): "Yatağıma yat, hırkamla örtün; sana haber vereyim ki yâ Ali, Ulu Allah, dostlarını, îmanları derecesince sınar. İnsanlar içinde, uğradığı belâlar, en çetin olanlar, peygamberlerdir, sonra onların vasîleridir, sonra onlara uyanlar ve uyanlara benziyenler derde uğrar. Ey amcamın oğlu, Allah, İbrahim peygamberi nasıl İsmâil'i kesmeye me’mur ederek sınadıysa, beni de seninle sınamakta. Sabret, sabret, çünkü şüphe yok ki Allah’ı n rahmeti, iyilik edenlere pek yakındır!" buyurdu. Onu kucakladı, göğsüne bastı, ağlamaya başladı. Hz. Ali de, peygamber'den ayrılacağından dolayı ağlıyordu.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , emânetlerinin sahiblerine verilmesini emredip: "Kızım Fâtıma'yı sana, seni de Rabbime emânet ediyorum, yazımı bekle, yazım gelince burada kalanlarla beraber, sen de göç, bana ulaş!" buyurdu.
Daha önce Ebû Bekr'le Ebû Hâle oğlu Hind'e, mağara yolunda, muayyen bir yerde beklemelerini emretmişti. Yatsı namazını kıldı Hazreti öldürmeye me’mur olanlar da gelip evi kuşatmışlardı. Fakat gece yarısını beklerlerken uyuyakaldılar. Hz. Peygamber, evden çıkıp 36. sûrenin 9. âyeti olan ve "Biz, onların önlerine de bir sed çektik, arkalarına da, artık onları kapladık, kavradık da bu yüzden görmezler" meâline gelen âyeti okuyup ve yerden bir avuç toprak alıp üstlerine serperek yürüdü. Ebû Bekr'le Hind'in bulunduğu yere geldi. Beraberce mağaraya vardılar. Kendisi, arkadaşiyle mağaraya girdi. Hind döndü.


وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
Resim---Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn(yubsırûne): Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. (YâSîn 36/9)


Uyuyanlar, gece yarısından sonra uyandılar, kendilerine gelip eve saldırdılar. Tanyeri, ağarmak üzereydi, Saldıranların başında Mugıyra oğlu Velîd'in oğlu Hâlid vardı. Hâlid, Ali'ye, dal kılıç saldırınca Ali, kalkıp onun elini tuttu, büküp kılıcını aldı, gelenleri önüne katıp evden çıkardı.
Üstüne saldırdıkları zâtın Ali olduğunu görünce Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'i sordular, “nerede o?” dediler. “Bilmiyorum!” dedi. Kendisini bir müddet hapsettiler, sonra Hz. Peygamber'i arama kaydına düştüler, Ali'yi bıraktılar.
Hz. Ali, Cenâb-ı Peygamber'in emânetlerini sahiblerine verdi. Hazretin mektubunu beklemiye koyuldu. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) ise üç gün mağarada kaldıktan sonra Ebû Bekr ile Medîne yoluna yöneldi. Kubâ'ya varınca Avf oğlu Benî-Amr'ın arsasında konakladı. Oradan Ali'ye bir mektup yazdırıp Ebû-Vâkıd'ül-Leysî ile gönderdi.
Hz. Ali, mektubu alınca hazırlandı, Mekke'de bulunan Hz. Fâtıma'yı, anası Esed kızı Fâtıma'yı ve Abdülmuttalib oğlu Zübeyr'in kızı Fâtıma'yı aldı, Rasûlullah’ı n kölesi Ümmü Eymen'in oğlu Eymen'le mektubu getiren Ebû-Vâkıd da onlara uydu. Ebû-Vâkıd, katarı hızlı sürüyordu. Ali: “Katarı yavaş sür ey Ebû-Vâkıd, kadınlar zayıf!” buyurdu. Ebû-Vâkıd: “Arkamızdan gelirler diye korkuyorum!” dedi. Hazret: “korkma!” buyurdu. “Rasûlullah, onlar sana birşey yapamazlar!” dedi bana.
Katar, Mekke'yle Medine arasındaki Dacnan denilen yere gelince Mekke'den, yüzleri nikaplı sekiz atlı, koşa koşa gelip çattı. Ali, Ebû-Vâkıd'a, develeri ıhtırmayı emretti. Sonra gelenlerle katarın arasına geçip kılıcına dayanarak durdu. Gelenler: “Kadınlarla beraber göçüp kurtulacağını sandın ha, dön geri!” dediler. Hazret: “Dönmezsem ne yaparsınız?!” buyurdu. “Zorla döndürürüz ve seni helâk ederiz!” dediler. Gelenlerin arasında bulunan Ümeyye oğlu Harb'in kölesi, kılıcını çekip Ali'ye saldırdı. Ali, onun vuruşunu çekip kılıçla öylesine bir vurdu ki Cenah'ın başına inen kılıç, atının eğerine kadar işledi. Gelenler, bunu görünce dağılıp döndüler. Ali: "Kanını döktürmek istiyen gelsin; ben, kardeşime, amcamın oğlu Rasûlullah'a gidiyorum!" buyurdu ve Ebû Vâkıd'a, develeri sürmesini emretti.
Dacnan'da bir gün bir gece kalmışlardı. Bu sırada Mekke'deki yoksul Müslümanlar da göçüp katara ulaştılar. Aralarında Hz. Peygamber'in câriyesi Ümmü Eymen de vardı.
Ali, yanındakilerle beraber Kubâ'da, Hz. Rasulullah'a ulaştı. Oradan beraberce Medîne'ye göçtüler. Yolda Hz. Rasulullah, Ali ve Hârise oğlu Zeyd, nöbetle bir deveye biniyorlardı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

ALİ (aleyhi's-selâm) HZ. RASÜL'ün (sallallahu aleyhi ve sellem) KARDEŞİ:

Hz. Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem ) Medîne-i Münevvere'ye hicretlerinden sonra, Ansar,(Yardımcılar) denen, artık bu adla anılmaya başlanan Medîne Müslümanlarıyla Muhâcirîn (Göçmenler), Mekke'den Medine'ye göcen Müslümanlar arasındaki yakınlığı pekiştirmek, sevgiyi güçlendirmek için, kardeşlik kurmayı tensîb ettiler. Her işleri, vahy'e, Allah’ı n emrine uygun olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) soy-boy ve ırk kökenine değil, inanç temeline dayanan bu kardeşliği, sahâbe arasında düzenlemiş, fakat Ali (aleyhi’s-selâm) kimseye kardeş edilmemişti. "Yâ Rasûlallah, ashâbını birbirine kardeş ettin, beni ise yalnız bıraktın" diyen Ali'ye, Hz. Rasûl (sallallahu aleyhi ve sellem ): "Sen Mûsâ'ya Hârun ne menziledeyse, bana o menziledesin; ancak benden sonra peygamber yok; sen dünyâda da benim kardeşimsin, âhırette de." buyurdular.
(Müsned, Kenzü'l-Ummâl, Siyer-i Halebî, İstîâb, Tirmizi, Müstedrik, E'r-Riyâdun-Nadıra, Savâık v.s.)
Bu Lûtfa mazhar olan Ali, sevincinden ağlamaya başlamıştı, Kendileri de: "Ben Allah'ın kuluyum, Rasûlullah'ın kardeşiyim, Sıddıyk-i Ekber'im, Fâruku'l- A'zam'ım ben!" buyururlar.
Bu kardeşlik, hicretten beş ay sonra olmuştu; daha önce de, Abdülmuttalib oğullarının topluluğunda beyân buyurulmuş, Hz. Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem ). Ali'nin (aleyhi’s-selâm), kendilerinin kardeşi, vezîri ve vasîsi olduğunu bildirmişler, bir kere de gene Mekke'de: "Yâ Ali, sen bana ilk imân edensin; bana, Mûsâ'ya Hârun ne menziledeyse o menziledesin, ancak benden sonra peygamber yok" buyurmuşlardır.


BEDİR'DE ALİ (aleyhi's-selâm):

Medîne'ye hicretten sonra, hicretin ikinci yılı Ramazan ayında vuku bulan ve Ebû-Cehl ile diğer müşrik ulularının ölümleriyle sonuçlanan Bedir savaşında Ali, Müslümanlığı koruyanların başındaydı. Bu savaşta yaşı, yirmi beş, bir rivâyete göre yirmi yediydi. Müşrikler, bin kişi kadardı, iki yüz tanesi atlıydı. Müslümanlarsa üçyüz on üç kişiden ibâretti, orduda seksen deve ve bir at vardı.
Vâdîdeki kuyular, daha önce gelen müşrikler tarafından zaptedilmişti. İslâm ordusu, son kuyunun yanına kondu. Oraya büyük bir havuz kazıldı; kenarda, kıyıda bulunan çukurlar dolduruldu. Ashabda, geceleyin susuzluk başgösterince Hz. Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), "Bize kim su getirir" buyurdular. Ali (aleyhi’s-selâm), bir kırba alıp hayli uzakta olan su dolu kuyuya vardılar; suyla doldurup sahâbeye ulaştırdılar.

"Kenzü'l-Ummâl" de (c.5, s.273), Muhıbbü't-Tabari'nin "Zehair"de tahrîc ettikleri hadislerde, Ali'nin (aleyhi’s-selâm) bu sırada, meleklerin selâmlarım duyduğu zikredilmektedir (s.68)

Ali, böylece, Bedir savaşında, Kevser sâkıylığının bir örneğini göstermiş oldu.
Müşriklerden, o zamanın âdetince savaştan önce meydana girip savaş erlerini kızıştıran ilk kişi, Rabia oğlu Utbe'ydi. Onunla beraber kardeşi Şeybe ve oğlu Velid de kendisiyle beraber çıkmıştı. Müslümanlardan mübâriz istediler. Karşılarına ansardan üç kişi çıktı. Onlara: “Dönün, sizinle işimiz yok !”dediler,. “Yâ MuhaMMed! Bize kavmimizden eşit erler gönder!” diye bağırdılar. Hz. Peygamber,:"Ey Hâşinıoğulları, kalkın Peygamberinizi gerçek olarak gönderen Allah hakkı için savaşın!" buyurdu. Abdülmuttalib oğlu Hamza, Ebû-Tâlib oğlu Ali ve Abdülmuttalib oğlu Hâris'in oğlu Ubeyde, kalktılar, meydana girdiler. Utbe: “Kimlersiniz?” diye sordu. Mübârizler, kendilerini bildirdiler, “Tamam!” dedi, “Siz, bizim eşitlerimizsiniz!”
Hamza Utbe'yle savaştı ve onu öldürdü. İçlerinde, yaş bakımından en küçük olan Ali, Velid'le savaştı ve onu katletti. En ihtiyarları olan Ubeyde, Şeybe'yle karşılaştı, onu yaraladı, fakat Şeybe de, onu ayağından mecruh etti. Hamza ve Ali Şeybe'ye hücum edip öldürdüler. Ubeyde'yi alıp Hz. Peygamber'in huzûruna getirdiler. Ubeyde: "Yâ Rasülallah, ben şehîdmiyim?" diye sordu, evet cevâbını aldı. Ubeyde'yi Medine'ye götürürlerken Safrâ denen yerde vefât etti.
Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüş, yetmiş kişi kadar da esir edilmişti. Müşriklerin otuz beşini, bir rivâyete göre otuz altısını Ali öldürmüştü, Ümeyye oğlu As oğlu Said'in oğlu As, Adiyy oğlu Tuayme, Huveyeld oğlu Nevfel, Ebû-Süfyan oğlu Hanzale, Ali tarafından öldürülenlerdendi.


HZ. FATIMA ve ALİ (aleyhumu’s-selâm):

Bu yılın son ayi olan Zilhicce'de Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , sevgili kızı Fâtımatü'z-Zehrâ'yı, Ali'ye vererek onu, kendisine dâmad etti.
Hacc Sûresinin 19. âyeti kerimesindeki,
"Şu iki hasim olan ve Rablerinin dini hakkında birbirleriyle çekişen zümreden kâflr olanlara, ateşten libaslar biçilmiştir..."

هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِّن نَّارٍ يُصَبُّ مِن فَوْقِ رُؤُوسِهِمُ الْحَمِيمُ
Resim---Hâzâni hasmânihtesamû fî rabbihim fellezîne keferû kuttıat lehum siyâbun min nâr(nârin), yusabbu min fevkı ruûsihumul hamîm(hamîmu).: İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hacc 22 /19)


Buhâri, Muslim ve İbn Mâce'nin rivâyetlerine göre, bu iki bölük hakkında nâzil olmuştur, Taberi, Târihinde "Zü’l-Fekar'dan başka kılıç yok, Ali'den de başka er yok" meâlindeki cümle de o gün duyulmuştur. Gene Taberi, o gün, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem ), Ali hakkında: "O, bendendir, ben Ondanım" buyurduğunu, Cebrâil'in, bu beyâna karşı: "Ben de sizdenim" dediğini tahric eder (c.2, s.197). "Kenzü'l-Ummâl" de, "Zü’l-Fekar'dan başka kılıç yok, Ali'den de başka er yok" diyenin Cebrâil olduğu ve Ali'nin, bunu, Ömer'den sonraki Şûrâ'da bulunanlara söylediği bildirlir. [/color](c.3, s.154).

Rivâyet ederler ki: Ansardan bazıları, Hz. Ali'yi, Fâtıma'yı istemek hususunda teşvik ettiler. O da, Hz. Peygamber'in huzuruna gidip Fâtıma'yı istedi. Hazret râzı oldu ve: "Yâ Ali, düğünde bir ziyâfet gerek" buyurdu. Ubade oğlu Sa'd, bir koç kesti. Pişirdiler. Zifâf gecesi Hz. Peygamber, bir kabda abdest aldı, sonra bir avuç su alıp Ali'nin ve Fâtıma'nın üstüne serpti ve buyurdu: "Allah’ı m Sen kutlu et onları ve soylarını."
Enes der ki: “Ben, Hz. Peygamber'in yanındaydım. Kendisine vahiy geldi. Kendine gelinc: "Yâ Enes" dedi, "Biliyor musun, Cebrâil, Arş sahibinden hangi emirle geldi?" Ben: "Babam, anam fedâ olsun sana, ne emir getirdi" dedim. Buyurdu ki: "Cebrâil geldi, Allah, Fâtıma'yı Ali'ye vermemi emrediyor." Sonra bana, Sahâbeden bazılarını çağırmamı emretti. Çağırdım, geldiler. Hz. Peygamber, bir nikâh hutbesi okudu, sonunda:"Allah aralarında dirlik-düzenlik versin, soylarını arıtsın, rahmet anahtarları, hikmet mâdenleri kılsın!" buyurdu. Sonra Ali'yi çağırdı. Ali, gelince Hz. Peygamber, gülümsiyerek,:"Yâ Ali, Allah kızını Fâtıma'yı sana vermemi emrediyor, ben de dört yüz miskal gümüş karşıhğında verdim!" buyurdu. Hz. Ali "Râzı oldum yâ Rasülallah!" dedi, şükür secdesine kapandı. Başını kaldırınca Hz. Peygamber: "Allah ikinizi de kutlu etsin, sizden birçok tertemiz kişiler türetsin!" dedi.

Hz. Ali'den önce Ebû Bekr'le Ömer'in de Fâtıma'yı istediği, fakat Peygamber'in: "Allah emrini bekliyorum!" dediğini, Hz. Ali isteyince Ali'ye verdiği de rivâyet edilmiştir. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Ali'ye: "Bir şeyin var mı?" buyurmuş. Ali: "Bir atim, bir de zırhım var!" demişti. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) : "At sana lâzım, fakat zırhını sat, parasım getir!" buyurmuştu. Ali der ki: “Zırhı dört yüz seksen dirheme sattım, parayı getirdim, Hz. Peygamber'in kucağına koydum. İçinden bir kabza aldı, Bilâl nerde buyurdu. Bilâl gelince, "Git" buyurdu. "Biraz güzel koku al" ve bir miktar para verdi. Sonra hurma lifinden bir döşek, deriden bir yastık yapmalarını emretti. Evi de kumla döşetti. Ümmü Eymen'e:"Fâtıma'yı getir!" dedi. Fâtıma gelince Hz. Peygamber su istedi. Bir kapla su getirdiler. Bir avuç alıp Fâtima'nın başına ve göğsüne serpti ve buyurdu: "Allah’ı m bunu ve soyunu şeytan şerrinden sana emânet ediyorum.!" Sonra benim başıma ve omuzuma serpip buyurdu: "Bunu da Şeytan'ın şerrinden sana emânet ediyorum."

(Kenzü'l-Ummâlde (c.5, s.273), Muhıbbü't-Tabari'nin "Zehair"de tahrîc ettikleri hadislerde, Ali'nin (aleyhi’s-selâm) bu sirada, meleklerin selâmlarım duyduğu zikredilmektedir (s.68)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Ali, böylece, Bedir savaşında, Kevser sâkıylığının bir örneğini göstermiş oldu.
Müşriklerden, o zamanın âdetince savaştan önce meydana girip savaş erlerini kızıştıran ilk kişi, Rabia oğlu Utbe'ydi. Onunla beraber kardeşi Şeybe ve oğlu Velid de kendisiyle beraber çıkmıştı. Müslümanlardan mübâriz istediler. Karşılarına ansardan üç kişi çıktı. Onlara: “Dönün, sizinle işimiz yok !”dediler,. “Yâ MuhaMMed! Bize kavmimizden eşit erler gönder!” diye bağırdılar. Hz. Peygamber,:"Ey Hâşinıoğulları, kalkın Peygamberinizi gerçek olarak gönderen Allah hakkı için savaşın!" buyurdu. Abdülmuttalib oğlu Hamza, Ebû-Tâlib oğlu Ali ve Abdülmuttalib oğlu Hâris'in oğlu Ubeyde, kalktılar, meydana girdiler. Utbe: “Kimlersiniz?” diye sordu. Mübârizler, kendilerini bildirdiler, “Tamam!” dedi, “Siz, bizim eşitlerimizsiniz!”
Hamza Utbe'yle savaştı ve onu öldürdü. İçlerinde, yaş bakımından en küçük olan Ali, Velid'le savaştı ve onu katletti. En ihtiyarları olan Ubeyde, Şeybe'yle karşılaştı, onu yaraladı, fakat Şeybe de, onu ayağından mecruh etti. Hamza ve Ali Şeybe'ye hücum edip öldürdüler. Ubeyde'yi alıp Hz. Peygamber'in huzûruna getirdiler. Ubeyde: "Yâ Rasülallah, ben şehîdmiyim?" diye sordu, evet cevâbını aldı. Ubeyde'yi Medine'ye götürürlerken Safrâ denen yerde vefât etti.
Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüş, yetmiş kişi kadar da esir edilmişti. Müşriklerin otuz beşini, bir rivâyete göre otuz altısını Ali öldürmüştü, Ümeyye oğlu As oğlu Said'in oğlu As, Adiyy oğlu Tuayme, Huveyeld oğlu Nevfel, Ebû-Süfyan oğlu Hanzale, Ali tarafından öldürülenlerdendi.


HZ. FATIMA VE ALİ (aleyha's-selâm):

Bu yılın son ayi olan Zilhicce'de Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , sevgili kızı Fâtımatü'z-Zehrâ'yı, Ali'ye vererek onu, kendisine dâmad etti.
Hacc Sûresinin 19. âyeti kerimesindeki,
"Şu iki hasim olan ve Rablerinin dini hakkında birbirleriyle çekişen zümreden kâflr olanlara, ateşten libaslar biçilmiştir..."

هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِّن نَّارٍ يُصَبُّ مِن فَوْقِ رُؤُوسِهِمُ الْحَمِيمُ
Resim---Hâzâni hasmânihtesamû fî rabbihim fellezîne keferû kuttıat lehum siyâbun min nâr(nârin), yusabbu min fevkı ruûsihumul hamîm(hamîmu).: İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. (Hacc 22 /19)


Buhâri, Muslim ve İbn Mâce'nin rivâyetlerine göre, bu iki bölük hakkında nâzil olmuştur, Taberi, Târihinde "Zü’l-Fekar'dan başka kılıç yok, Ali'den de başka er yok" meâlindeki cümle de o gün duyulmuştur. Gene Taberi, o gün, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem ), Ali hakkında: "O, bendendir, ben Ondanım" buyurduğunu, Cebrâil'in, bu beyâna karşı: "Ben de sizdenim" dediğini tahric eder
(c.2, s.197). "Kenzü'l-Ummâl" de, "Zü’l-Fekar'dan başka kılıç yok, Ali'den de başka er yok" diyenin Cebrâil olduğu ve Ali'nin, bunu, Ömer'den sonraki Şûrâ'da bulunanlara söylediği bildirlir. (c.3, s.154).

Rivâyet ederler ki: Ansardan bazıları, Hz. Ali'yi, Fâtıma'yı istemek hususunda teşvik ettiler. O da, Hz. Peygamber'in huzuruna gidip Fâtıma'yı istedi. Hazret râzı oldu ve: "Yâ Ali, düğünde bir ziyâfet gerek" buyurdu. Ubade oğlu Sa'd, bir koç kesti. Pişirdiler. Zifâf gecesi Hz. Peygamber, bir kabda abdest aldı, sonra bir avuç su alıp Ali'nin ve Fâtıma'nın üstüne serpti ve buyurdu: "Allah’ı m Sen kutlu et onları ve soylarını."
Enes der ki: “Ben, Hz. Peygamber'in yanındaydım. Kendisine vahiy geldi. Kendine gelinc: "Yâ Enes" dedi, "Biliyor musun, Cebrâil, Arş sahibinden hangi emirle geldi?" Ben: "Babam, anam fedâ olsun sana, ne emir getirdi" dedim. Buyurdu ki: "Cebrâil geldi, Allah, Fâtıma'yı Ali'ye vermemi emrediyor." Sonra bana, Sahâbeden bazılarını çağırmamı emretti. Çağırdım, geldiler. Hz. Peygamber, bir nikâh hutbesi okudu, sonunda:"Allah aralarında dirlik-düzenlik versin, soylarını arıtsın, rahmet anahtarları, hikmet mâdenleri kılsın!" buyurdu. Sonra Ali'yi çağırdı. Ali, gelince Hz. Peygamber, gülümsiyerek,:"Yâ Ali, Allah kızını Fâtıma'yı sana vermemi emrediyor, ben de dört yüz miskal gümüş karşıhğında verdim!" buyurdu. Hz. Ali "Râzı oldum yâ Rasülallah!" dedi, şükür secdesine kapandı. Başını kaldırınca Hz. Peygamber: "Allah ikinizi de kutlu etsin, sizden birçok tertemiz kişiler türetsin!" dedi.

Hz. Ali'den önce Ebû Bekr'le Ömer'in de Fâtıma'yı istediği, fakat Peygamber'in: "Allah emrini bekliyorum!" dediğini, Hz. Ali isteyince Ali'ye verdiği de rivâyet edilmiştir. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Ali'ye: "Bir şeyin var mı?" buyurmuş. Ali: "Bir atim, bir de zırhım var!" demişti. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) : "At sana lâzım, fakat zırhını sat, parasım getir!" buyurmuştu. Ali der ki: “Zırhı dört yüz seksen dirheme sattım, parayı getirdim, Hz. Peygamber'in kucağına koydum. İçinden bir kabza aldı, Bilâl nerde buyurdu. Bilâl gelince, "Git" buyurdu. "Biraz güzel koku al" ve bir miktar para verdi. Sonra hurma lifinden bir döşek, deriden bir yastık yapmalarını emretti. Evi de kumla döşetti. Ümmü Eymen'e:"Fâtıma'yı getir!" dedi. Fâtıma gelince Hz. Peygamber su istedi. Bir kapla su getirdiler. Bir avuç alıp Fâtima'nın başına ve göğsüne serpti ve buyurdu: "Allah’ı m bunu ve soyunu şeytan şerrinden sana emânet ediyorum.!" Sonra benim başıma ve omuzuma serpip buyurdu: "Bunu da Şeytan'ın şerrinden sana emânet ediyorum."

(Kenzü'1-Ummâlde (c.5, s.273), Muhıbbü't-Tabari'nin "Zehair"de tahrîc ettikleri hadislerde, Ali'nin (aleyhi’s-selâm) bu sirada, meleklerin selâmlarım duyduğu zikredilmektedir (s.68)

UHUD SAVAŞINDA ALİ (aleyhi’s-selâm):

Hicretin üçüncü yılı Şevval ayında üç bin kişilik Kureyş ordusu Medine civarındaki Uhud dağının yanındaki Ayneyn tepesinin kenarına kondu. Geldikleri gün Çarşambaydı. Perşembe ve Cuma günü orda kaldılar. Def, davul ve dümbelek çalıp şiirler okumak Sûretiyle erkekleri savaşa teşvik etmek için kadınlar da gelmişlerdi. Ebû-Süfyan'ın karısı Hind de aralarındaydı. Müşriklerin iki yüzü atlıydı, yedi yüz tanesinde de zırh vardı.
Hz. Peygamber, Medine'de bir savunma harbi yapmak istediği halde sahabeden olan ve hele Bedir savaşında bulunamıyan gençler, düşmanın üstüne gitmek istediler. Hz. Peygamber zırhını kuşanarak çıktıktan sonra pişman oldular: “sana tâbiyiz!” dedilerse de Hz. Peygamber: “Bir Peygambere, zırhını giyip silâhını kuşandıktan sonra geri dönmek yakışmaz, bâri, bundan sonra beni dinleyin!” buyurup yürüdü.
Müslümanlar, bin kişiydi, içlerinde yüz tanesinin zırhı vardı, pek azı da atlıydı. Hz. Peygamber, Cubeyr oğlu Abdullah'ı, elli okçuyla bir gediğe dikmiş ve galib de gelsek, mağlûb da olsak siz yerinizden kımıldamayın, diye emir vermişti.
Savaş başlayınca, Hz. Ali, düşmanın bayraktan Ebû-Talha oğlu Talha'yı öldürdü. Bu adama topluluğun koçu derlerdi. Ondan sonra bayrağı alan oğlu Ebû-Said'i, ondan sonra kardeşini, ondan sonra da bayrağı alan köleleri Sevvâb'ı öldürdü. Müşrikler, bozguna uğradılar. Müslümanlar, müşriklerin karargâhına kadar girip ağırlıklarını yağmaya, koyuldular. Bunu gören okçular, Abdullah’ı dinlemeyip yerlerini terkettiler. Abdullah'la pek azı kaldı. Bunu fırsat bilen Velid oğlu Hâlid, yanındakilerle beraber şiddetle okçulara saldırdı, hepsini şehîd edip ordunun arkasına geçti, Müslümanlar, pek fenâ bozuldular. Hattâ parolayı bile unutup birbirlerini kıranlar oldu.
Hz Peygamber, âdeta yalnız kaldı ve bizzat savaşmaya koyuldu. Yaralandı, zırh, sağ yanağına battı ve yandişleri kırıldı. Bu sırada, üstüne bir bölük müşrik hücum etti. Hz. Ali, başbuğları olan Abdullah’ı Cumaî oğlu Amr'ı öldürdü, dağıldılar. Bunlardan sonra bir bölük daha geldi. Hz. Ali, onların da başbuğu olan Mâlik-i Âmirî oğlu Beşr'i öldürdü, onlar da dağıldılar.
Sahabenin birçoğu, İbn-i Kamie'nin: “MuhaMMed'i öldürdüm!” demesi üzerine tamamıyle savaştan el çekmişti. Hâlbuki bu adam, Peygamber'e benzeyen Umayr oğlu Mıs'ab'ı şehîd etmiş, MuhaMMed'i öldürdüğünü sanmıştı. Mâlikü'l-Hazreci oğlu Kâ'b'ın, Peygamberi görüp sahabeye haber vermesinden sonra dağılanların bir kısmı, hazretin yanına gelmişler, Hz. Ali (aleyhi’s-selâm), su getirip yüzünü yıkamış, Ebû-Ubeyde yanağına batan zırh halkasını, dışleriyle çıkarmış, yerinden boşanan kanı, Ebû-Said'il- Hudri'nin babası Mâlik emmiş, sonra Hz. Peygamber, abdest almış, öğle namazını kılmışlardı.
İmam Hasan, Uhud savaşından sonra dünyaya geldi.
Hicretin dördüncü yılı Rebiulevvel ayında, Beni-Nadir üzerine gidilirken sancak, Hz. Ali'deydi. Bu yil imam Huseyn doğdu. Aynı yılın Zilka'desinde, Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ), Uhud'da, müşriklere verdiği sözü tutup Bedir'e gitti, fakat müşrikler, döndüler, savaş olmadı. Bu yürüyüşte sancak, Hz. Ali'deydi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HENDEK SAVAŞINDA ALİ (aleyhi’s-selâm):

Bütün boylar, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in aleyhinde birleşmiş olduğu için Bölükler anlamına gelen Ahzâb savaşı diye de anılan Handek savaşında, Ali'nin büyük fedâkârlığı göründü. Bu savaşta, Tehâme boylarıyle Kinâne, Gatfan ve sair boylar, Kureyş'le birleşmişler, Yahudiler de onlara uymuşlardı. Ebû-Süfyan'ın kumandası altında harekete geçtiler.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Selmân'ı Fârisi'nin re'yini kabûl ederek Medine'nin açık olan tarafına hendek kazdırmaya başladı. Peygamber de bizzat çalışmakta, Ali, toprak çekmekteydi. Müşrikler gelmeden üç gün önce hendek kazıldı. Müşrikler on bin kişiydi, mü'minler üç bin.
Müşriklerden olup Bedir'de yaralanan, yaya olarak kaçıp kurtulan Abdüvedd oğlu Amr, hendeğin geçit yerine gelip karşısına çıkacak bir mübâriz istedi. Hz. Peygamber, "kimdir şuna karşı çıkacak, o kişiye cenneti zâminim" buyurdu. Ali, ayağa kalkıp: "Ben yâ Resûlallah!" dedi. Hz. Resûlullah: “Otur!” dedi. Bu sözü üç kere tekrarladı. Her defâsında ayağa kalkan Ali'ydi. Amr, sabırsızlanmıştı: “Ey kavim!” diye bağırdı, “Sizin tarafınızdan ölenlerin cennette olduğunu, bizden öldürülenlerin cehennemde bulunduğunu sanıyorsunuz; içinizde cennete gitmeyi, yahut bir düşmanı cehenneme yollamayı isteyen, seven yok mu?”
Ali: “Yâ Rasûlallah, izin ver de gideyim!” dedi. Hz. Peygamber: "Yâ Ali, bu Abdüved oğlu Amr'dir" buyurdu. Bu sırada Amr: "Karşıma çıkacak er yok mu?" diye "bağırmaktan boğazım kısıldı, fakat karşıma çıkan yok. Durup beklemekten usandım, meydanıma gelen bulunmuyor.!.." meâlinde bir recez okumaktaydı.

Mübâriz: Kavga. Cidal. Döğüşmek isteyen.
Recez: Vezni altı defa müstef'ilün'den ibaret olan bir nevi şiir veya bahire denir. Kaside tarzında yazılan manzume.
Ali (aleyhi’s-selâm) ayağa kalkıp: “İzin ver yâ Rasülallah da şuna karşı çıkayım!” dedi. Hz. Peygamber, izin verdi, sonra,:"Yaklaş yâ Ali" buyurdu. Ali yaklaşınca kendi sarığını çözüp Ali'ye sardı. Bir rivâyette Zü’l-fekâr adlı kılıcını o gün verdi: "Allah'ım" dedi, "O'nu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından, sen koru!"
Ali meydana gidince de ellerini kaldırıp: "Yârabbi, Bedir günü benden Ubeyde'yi? Uhud günü Hamza'yı aldın, bııgün Ali'yi sen koru!." "Rabbim, beni tek bırakma ve sensin mirasçıların hayırlısı!"


وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Resim---Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne): Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın. (Enbiyâ 21/89)

Diye duâya koyuldu. Sonra ashâbına dönüp: "Mücessem iman, mücessem şirke karşı çıktı!" buyurdu.

Mücessem: Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
Ali, meydana girip dönmede, dolaşmada ve: "Acele etme, âciz olmamak şartiyle sesine ses verdim, meydanına geldim. Hâlis niyetim var, can gözüm açık, kurtulup murâda ermeyi umuyorum, umuyorum ki ölülere ağlayanlar, sana da ağlarlar; umuyorum, öyle bir vuruş vururum sana ki dillere destan olur!" meâlinde bir recez okudu.
Amr: “Sen kimsin?” dedi. Ali: "Ebû-Tâlib oğlu Ali'yim!" buyurdu. Amr: “Baban dostumdu, seni öldürmek istemem!” dedi. Ali:"Fakat" dedi, "Sen gerçeğe uymadıkça ben, seni öldürmeyi istiyorum!" Amr: "Kardeş oğlu" dedi, "Senin gibi bir kerem sâhibini öldürmek istemem, geriye dönersen hayırlı olur sana."
Bu sözleri, Ali'yi öldürmek istemediğinden değil, korkusundan söylüyordu. Çünkü Bedir'de, Uhud'da, Ali'nin kılıcını görmüştü, duymuştu. Bir rivâyette: "Amcanın oğlu korkmadı mı seni bana yollarken? Seni mızrağıma takar, kaldırırım da yerle gök arasında kalakalırsın; ne ölürsün, ne dirilirsin!" dedi. Ali: "Amcamın oğlu biliyor ki" buyurdu, "Sen beni öldürürsen ben, cennete giderim, sen cehenneme gidersin; gene biliyor ki ben seni öldürürsem sen cehenneme gidersin, ben cennete giderim." Amr: "Bu ne güzel pay ediş!" dedi, "İkisinde de sen kazamyorsun." Ali: "Yâ Amr" dedi, "Bırak şu sözleri de beni dinle. Sen, benden üç şey isteyenin hâcetini revâ ederim derdin; şimdi benim senden bir dileğim var: "Amr, söyle!” dedi. Ali: "Şehâdet et ki Allah birdir, yoktur ondan başka tapacak. MuhaMMed de onun elçisidir." Amr: "Birak bunu!" dedi. Ali: "Peki" buyurdu. "Öyleyse şu orduyu geri çevir. Eğer MuhaMMed doğruysa, bu hareket, sizin için daha iyidir, gerçek değilse sana ne? Halk ne yaparsa yapsin." Amr: "Bunu da yapamam, ne ben geriye dönebilirim, ne onları döndürürüm; sonra kadınlar, bana “korktu!” derler, başlarına geçtiğim kavim de beni kınar; üçüncü dileğin nedir, onu söyle!" dedi. Ali: "Ben yayayım, sen atlısın, in attan!" dedi. Amr, atından indi ve kılıcıyla zavallı hayvanın dört ayağını da kesti. Ali bunu görünce: "Bu hareket, öyle bir hareket ki artık sana yapacağım şeyden dolayı Araplardan hiçbir kimse beni yermez!" buyurdu. Birbirlerine saldırdılar. Meydan, tozdan görünmez oldu. Bir müddet sonra Ali'nin "Allahu Ekber!" diye tekbir sesi duyuldu. Herkes anladı ki Ali, Amr'ı öldürdü.
Toz açılınca Ali'nin Amr'ın göğsünde olduğunu, sakalını tutup başını kesmek üzere bulunduğunu gördüler. Başını kesti ve kılıcından kan damlaya damlaya bir elinde baş, Hz. Peygamber'in huzuruna geldi:"Ben, Abdülmuttalib oğluyum; ölüm, yiğit için korkmaktan hayırlıdır" meâlindeki beyti okudu.
Amr öldürülünce adamları dağıldı. Hendeği, ancak Nevfel adlı birisi geçti. Ali, onu da Amr'a ulaştırdı. Ali, Amr'ın başını, Hz. Peygamberin önüne koyunca, Hazret: "Bugün" buyurdular. "Biz onlarla savaşıyoruz, onlar bizimle savaşamıyor!."
Ve gene, "Ali'nin, hendek günü bir kılıc vuruşu, kıyâmete dek insanların, cinlerin ibâdetlerinden üstündür!" buyurdu.
Ali, Amr'ı öldürüp Hz. Peygamber'in huzuruna gelince birisi: “Araplar içinde öyle zırh yoktu, neden zırhını almadın?” dedi. Ali: “Amcamın oğlunun ayıbını açmaktan utandım!” buyurdu. Burada akla, Huseyn'in soyulması geliyor. Ne Tanrı'dan korktular, ne MuhaMMed'den hayâ ettiler, Aşûrâ günü, Huseyn'in zırhını, elbisesini tamamiyle soydular, onu, uryan bir halde topraklar üstünde bıraktılar.


Libâsı bâdiyenin tozları, hunûtu türâb;
Senin bu hâletine döktü ins ü cin hûnâb.

Libâs:elbise.
bâdiye: çöl.
hunûtu türâb: mumya toprağı.
Hûnâb.: kanlı göz yaşı.

Kızkardeşi, Amr'ın ölümünü duyunca kim öldürdü diye sordu. “Ebû-Tâlib oğlu Ali” dediler. "Kavminden yüce bir er tarafından öldürülmüş, bundan daha ziyâde öyünülecek birşey olur mu? Ey Amir oğulları?" dedi ve: "Amr'ı öldürenden başkası öldürseydi ona ebediyen ağlardım. Fakat öldürende hiç kınanacak nesne yok; Hâşinı oğullarından, yiğit bir er tarafından öldürülmüş. İkisi de arslan, ikisi de birbirine denk; saldırmışlar, birisi, öbürünü öldürmüş!" meâlindeki beyitleri okudu.
Emir'ül-Mü'minin Ali (aleyhi’s-selâm) Amr'la karşılaşınca Amr, Ali'nin başına bir kılıç vurmuştu ki mübârek alnının üst kısmı yarılmıştı. Ali, Amr'ı yere yıkınca da Amr, câresiz kalmış, Ali'nin yüzüne tükürmüştü. Hazret, bu harekete öfkelenmiş, fakat o anda kılıcını kınına sokup Amr'ın göğsünden kalkmış, meydanda birkaç kere dolanmış, sonra gelip Amr'in başını kesmişti. Ali'den bu hareketin sebebi sorulunca: "Amr'ın yaptığına kazdım; o anda öldürseydim, cihâdıma kızgınlığım da karışacaktı; O'nu öldürüşüm, sırf Allah râzılığı için olmayacaktı; O'nu kendi hâline bıraktım; meydanda birkaç kere dolandım; öfkem geçti; ondan sonra O'nıı, sırf Allah rızâsı, din gayreti uğruna öldürdüm!" buyurdular.

Süyûti "Ed-Dürr'ül-Mensûr" unda, 33. Süre-i celilenin, "Ve Allah, kâfîr olanları, hiçbir hayra nâil olmadan, çoşup köpüren öfkeleriyle geriye attı ve Allah, savaş için yetti inananlara ve Allah güçlüdür ve üstündür" meâlindeki 25. âyet-i kerimesinin, Ali'nin (aleyhi’s-selâm) Abdüvedd oğlu Amr'ı öldürmesi üzerine indiğini İbn-i Mes'üd'dan tahric eder; Zehebi de "Mizânü'l-İ'tidâl" de bunu kaydetmektedir. Bu takdirde âyet-i kerimedeki "Ve Allah, savaş için yetti inananlara" Ali'ye yardım ederek meâlini vermektedir.
(Fazâil'ül-Hamse'den naklen; c.2; s. 323)


وَرَدَّ اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًا وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا
Resim---Ve reddallâhullezîne keferû bi gayzıhim lem yenâlû hayrâ(hayran), ve kefallâhul mu’minînel kıtâl, ve kânallâhu kaviyyen azîzâ: Allah, inkâr edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiçbir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü'minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır. (Ahzâb 33/25)

Kurayzaoğulları denen Yahudi boyu, Hendek savaşında Kureyş'le bir olmuştu. Hz. Peygamber, savaştan dönüp Medine'ye gelir gelmez, onların üstüne gidileceğini bildirdi ve: "Hiç kimse ikindi namazını kılmasın, onların yurdunda kılacağız!" diye nidâ ettirdi. Ali, sancağı aldı ve otuz kişiyle önden yürüdü. Ali'yi görünce pek ürktüler, birbirlerine: “Amr'ı öldüren geldi!” dediler.
Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) onları yirmi beş gün kuşattı. Muâz oğlu Sa'd'in vereceği hükme râzı olmalarını istedi. Teslim oldular. Sa'd, Hendek'de yaralanmıştı: “Erkekleri öldürülecek, kadınları câriye olacak, malları üleştirilecek!” dedi.
Hz. Peygamber: “Tanrı'nın verdiği hükümle hükmettin !” buyurdu.
Sa'd, yarasının şiddetinden boyuna kan zâyi etmedeydi. Nihâyet vefât etti.
Esirler, Medine'ye getirildi. Dokuz yüz erkekti, Ali, onları öldürdü.
Hicretin altıncı yılı Şabanında Sa'd oğulları Bekr oğlu boyu, Hayber yahudileriyle birleştiler. Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) bir miktar askerle Ali'yi yolladı. Ali, Sa'd oğulları topluluğuna rastlamadı. Yalnız, bunlara ait beşyüz deveyle iki bin koyunu sürüp Medine'ye getirdi.


HUDEYBİYE BARIŞI:

Hicretin altıncı yılı Zilka'de ayında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bin beş yüz kadar ashabla umre yapmak için Mekke'ye hareket etti. Maksat ancak ziyâret olduğu için yanlarında birer kılıçları vardı. Ok, yay, mızrak vesâire almamışlardı. Medînelilerin ehrama girdikleri Zül-Huleyfe'de ehrama girdiler. Hz. Peygamber, belki Kureyş muharebeye kalkışır diye civardaki Gıfâr, Muzeyne, Cuheyne gibi bedevî boylarını da kendileriyle beraber umre yapmak üzere çağırdıysa da birer bahâne bulup gelmediler. Kureyş'in ne halde olduğunu anlayıp haber vermek üzere birini yolladı. Giden, Usfan denen yerde, gelip Kureyş'in savaşa hazırlandığını ve Velîd oğlu Hâlid'in, ikiyüz atlıyla Gamim denen yerde bulunduğunu haber verdi.
Usfan'dan harekete geçilince Hz. Peygamber, sag tarafı tutun buyurdu. Ashab, sağ taraftaki sarp yokuşa sardı. Hâlid bunu görünce döndü. Halbuki o tepenin arkası, Mekke civarındaki Hudeybiyye denen yerdi. Hz. Peygamber ve ashâbı, oraya inip susuz bir kuyunun yanına kondular.

Bu sırada Amr oğlu Süheyl, elçi olarak geldi. Tavafın gelecek yıla kalması, Müslümanlardan biri dinden döner de Mekke'ye giderse. Müslümanlar tarafından istenmemesi, fakat Mekkelilerden, yahut Kureyş'le dost olan boylardan biri, Müslüman olursa, Müslümanlara teslim edilmemesi gibi ağır şartlarla bir barış bağlandı. Ashab, bu şartları pek ağır buldular. Hele ziyârete müsaade edilmemesi, pek canlarını sıktı. Halbuki Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , “mutlaka Kâ’be'yi tavaf edecekler”ini onlara haber vermiş, ru'yâsında gördüğünü söylemişti. Bunun için itiraz edenler bile oldu da Peygamber: “Bu yıl demedim ki!” buyurdu. Sahâbenin çoğu, bu barışın ehemmiyetini anlamıyordu. Halbuki böyle yazılı bir barışla Kureyş, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in, bir kudret olduğunu tasdik zorunda kalıyordu. Nitekim sonradan birbiri ardınca bir çok olaylar, görünüşte aleyhte gibi olan bu barışın ne kadar doğru ve yerinde olduğunu gösterdi.

Barış kâğıdını Hz. Ali yazıyordu. Besmeleyle başlıyacaktı. Amr oğlu Süheyl, buna itiraz etti, eskiden olduğu gibi “Allah’ı m, senin adınla anlamına gelen "Bismikellâhümme" yazdırdı. Ali, muahedenin sonuna Allah elçisi MuhaMMed yazdı. Süheyl, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e:” Senin Allah elçisi olduğunu tasdik etseydik bunlara lüzum kalır mıydı?” diye itiraz etti. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) : “Yâ Ali!” buyurdu, “Allah elçisi! sözünü sil de “Abdullah oğlu” yaz!” dedi. Ali: “Yâ Rasûlallah!.Sana Allah’ı n verdiği sıfâtı ben silemem dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kendisi sildi ve Ali'ye "Abdullah oğlu" diye yazdırdı.

Nesei, "Hasâis"inde Hz. Rasûl-i Ekrem'in, bu sırada Ali'ye, "Bu, senin de başına gelecek; sen de ileride zorda kalacaksın, bu zora düşeceksin" buyurduklarını da bildirir ki Hakemeyn olayında Emir'ül-Mü'minin sözünü, Ali'nin adından sildirmişlerdir.

Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »


HAYBER'DE ALİ (aleyhi’s-selâm):


Hayber, Medine'nin Şam tarafından, şehre dört konaklık bir yerde büyük bir şehirdi. Hurmalıkları çoktu. Kalesi pek sağlam olan bu şehirde, Yahudiler oturmada, Kureyş'le birlik olarak Müslümanlara zarar vermedeydi.
Hicretin yedinci yılında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , dört yüz yaya, iki yüz athyla Hayber'e gitti. Kaleyi o gün kuşattı. Fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ), sancağı Ömer'e verip göndermiş, ertesi günü Ebu Bekr'e verip yollamış, fakat bir sonuç elde edilememişti. Ali, kuru göz ağrısından muzdaribdi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ) dedi: "Yarın Sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah’ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu sever, döne-döne saldırır, hiicum eder de kaçmaz. Tanrı, kaleyi onun elleriyle açmadıkça geri dönmez."
Ertesi sabah, herkes, huzurda toplandı. Hz. Peygamber "Ali'yi çağırın" buyurdu. Ali gelince, "Nen var" dedi Gözlerim ağrıyor, başımda bir ağrı var dedi. Hz. Peygamber, Ali'nin başını dizine koydu, ağzının yârıyla gözlerini sıvazladı buyurdu: "Allah'ım onu sıcaktan da koru, soğuktan da" Sonra sancağı verdi.
Ali, sancağı alıp meydana girerek hünerler göstermeye başlayınca karşısına Merhab çıktı. "Hayberi bildiğin gibi beni de bil ki, ben, tecrübe görmüş bir silâh eriyim, kahraman bir yiğidim. Vuruşum öyle bir vuruştur ki karşıma arslanlar çıksa onlar bile tutuşur, yanar" meâlinde bir recez okudu. Ali, onun recezine karşı buyurdu ki:
Benem ol merd-i meydân-ı şecâat kudret-i Bâri Anani ilhâm-ı Hak'la kıldı ismim Hayder-i Saf-der. Elimde seyf-i sârım şöyle saldırdım mı a'dâya, Kıyâmetler kopar, saflar sinar, yer yer eser sarsar.
Mekânım bişe-i kahr-ı Hudâ şir-i Jiyanım ben, Göründüm mü cihan lerzân olur gökler bile titrer.
Çalınca Zül-Fekâr'ı kelle-i a'dâye berk-âsâ, Kazâ ahsentü der, şâpâşımı takdir eder ezber.
Derken birbirlerine saldırdılar. Emirü'l-Mü'minin, Merhab'ın başına öyle bir kılıç vurdu ki miğfer yarıldı, kılıç başına değdi, baş yarıldı, dişlerine kadar kafasını ikiye böldü. Merhab şiddetle bir bağırdı ve atından yere yıkıldı. Bağrışını duyanlar, ürküp kaleye sağındılar, kapıyı örttüler.
Ali, kaleye yaklaştığı sıralarda bir Yahudi, Ali'nin kalkanına vurdu, kalkan elinden yere düştü. Bunun üzerine kalenin hendiğini atlayıp kapıya sarıldı. Yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı. Hz. Peygamber'in kölesi Ebû-Râfı' der ki: Ben, yedi kişiyle beraber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık, fakat yerinden bile kıpırdatamadık.
Hayber'den dönüşte Vâdi-i Kurâ savaşında da âlem, Ali'nin elindeydi.


ZATÜ'S-SELÂSİL SAVAŞINDA ALİ (ALEYHİ’S-SELÂM):

Has'am boyundan Hâris, beş yüz atlı toplamış, başka boylardan uyanlarla Medine'ye yönelmişti. Bunlar, savaştan dönmemek, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'i (sallallahu aleyhi ve sellem ) ve Ali'yi (aleyhi’s-selâm) öldürmek, Medine'yi ele geçirmek ve İslâmı yok etmek üzere Lât ve Uzzâ putları adına and içmişlerdi. Hz. Peygamber, bunlara karşı Ali'yi (aleyhi’s-selâm) gönderdi. Maiyetinde ki orduyla gece yol alıp gündüz dinlenen Ali (aleyhi’s-selâm), bunları karşılayıp savaşa girişti. Savaşta Hâris'i, onun amcasının oğlunu, kölesini ve kölesinin kardeşini öldürdü. Tutsaklar, iplerle bağlanıp elde edilen mallar ve silâhlarla Medine'ye dönüldü. Tutsaklar, aynı zamanda, birbirlerine de bağlanmış bir kaafıle hâlinde getirildiği için bu savaşa, zincirlerle, iplerle bağlanmışlar anlamına "Zât'üs Selâsü" dendi. Kur'ân'ı Mecid'in 100. Süresi olan ve 11 âyet bulunan "Adiyât" (Soluya soluya koşanlar) sûresi, bu savaş dolayisiyle inmiştir Hayber savaşından başka hiçbir savaşta, bu savaştaki kadar ganimet elde edilmemiştir.

MEKKE'NİN FETHİNDE ALİ (ALEYHİ’S-SELÂM):

Hicretin sekizinci yılı, Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) Mekke'yi fethetmeyi kararlaştırdı. Ancak hazırlığına ait Kureyş'in hiçbir şey bilmemesini istiyordu. Ebû-Belta oğlu Hâtib, o sırada Medine'ye gelmiş olan, fakat henüz Müslümanlığı kabul etmemiş bulunan bir kadına bir miktar para ile bir mektup verdi, bilinmeyen yoldan Mekke'ye giderek bu mektubu, Mekkelilere vermesini söyledi.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bunu duyunca, Ali'yi çağırdı ve dedi: "Yâ Ali sahâbemden biri, hazırlığımızı Mekklilere bildirmek için bir mektup yazdı, o kara kadınla gönderdi, mâruf yoldan gayri bir yolla Mekke'ye gitmekte. Kılıcını al, ona ulaş, mektubu ele geçir, bana getir." Sonra Avvâm oğlu Zübeyr'i çağırdı, onu da gönderdi.
İkisi de kadına ulaştılar. Önce Zübeyr sordu. Kadın inkâr etti, yanında bir şey olmadığına dair yemin etti, ağlamaya başladı. Zübeyr, Yâ Ebel-Hasan, bu kadında bir şey yok, dönelim dedi. Hz. Ali, Rasûlullah, bunda mektup olduğunu söyledi ve alıp getirmemi emretti, sen ise bunda bir şey yok diyorsun deyip kılıcını çekti, kadının üstüne yürüdü; mektubu çıkarmazsan üstünü arayacağım, sonra da boynunu vuracağım dedi. Kadın, bunun üzerine saçlarını çözdü, örgünün arasından mektubu çıkardı. Ali, kadını bıraktı, mektupla Medine'ye geldi, mektubu Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e teslim etti.
Hz. Peygamber, halkı mescide çağırttı. Herkes gelince namazdan sonra minbere çıktı, mektubu eline aldı ve dedi: "Ey insanlar, ben, Ulu Allah'tan bize ait haberlerin Mekkeliler tarafından duyulmamasını diledim. İçinizden biri, bizim hazırlığımızı Mekkelilere bildirmek için mektup yazdı; mektubu yazan kimse ayağa kalksın."
Kimse ayağa kalkmadı. Hz. Peygamber, tekrar, "Mektubu yazan ayağa kalksın, yoksa vahiy, onun aybını açar" buyurdu. Ebû-Belta oğlu Hâtıb ayağa kalktı, şiddetli yelde titreyen saman çöpü gibi titreyip sallanarak, dedi: "Ey Allah elçisi, yazan benim; ancak Müslümanlıktan sonra münâfıklık etmedim, inandiktan sonra şüpheye düşmedim" Hz. Peygamber, buyurdu: "Peki, öyleyse ne yüzden bu mektubu yazdın?" Hâtıb dedi: "Ey Allah’ı n elçisi, Mekke'de ehlim var, soyu sopu yok; başına bir musibet gelir diye korktum, bu yüzden yazdım, dinde şüphe ettiğimden değil," Ömer, Yâ Rasûlallah dedi, emret, şunu öldüreyim, çünkü bu, münâfıkın biri. Hz. Peygamber, "Hayır" buyurdu. "Bedir savaşında bulunanlardandır, Allah, onları belki bağışlar, yalnız mescitten çıkarın." Sahâbe arkasından iterek mescitten çıkarırlarken Hz. Peygamber'e recada bulundu Hazret, "Ben affettim, Rabbine istiğfâr et ve bir daha böyle bir şey yapma" dedi.

Hz. Peygamber Hudeybiyye'de Kureyş'le on yıllık bir barış anlaşması bağlamıştı. Huzâa kabilesi, Hz. Peygamber'in, Beni-Bekr boyu da Kureyş'in amanına girmişti. Câhiliyye devrinde, bu iki boy arasında geçmiş vardı. Beni-Bekr'den bazı kimseler, Vetir, denen bir yerde pusu kurmuşlar, Huzâa erlerini kırmışlardı, Kureyş de onlara yardımda bulunmuştu. Huzâalılar, Hz. Peygamber'e gelip şikâyet etmişler, Hz. Peygamber de gazebe gelip kalkmış, ridâları yerde sürünerek, "Huzâa'ya yardım etmezsem yardım görmüyeyim" buyurmuştu.
Kureyş, yaptığına nâdim olmuş, Hz. Peygamber'le barışı tazelemek için Ebû-Süfyan'ı Medine'ye göndermişti.
Ebû-Süfyan, Hz. Peygamber'le görüşüp barışı tazeleme teklifınde bulununca Hz. Peygamber, siz bir şey yaptınız mı diye sormuştu. Ebû-Süfyân, hayır deyince Hazret, biz barışı ne değiştirdik, ne de değiştiririz buyurmuştu. Ebû-Süfyan, kızı ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in zevcesi Ümmü Habibe'nin evine gitmiş, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in yatağına oturmak üzereyken Ümmü Habîbe, yatağı toplamıştı. Ebû-Süfyan, oturmıyayım mı diye mi topluyorsun demiş. Hz. Ümmü Habibe, "Evet" buyurmuştu "O, Rasûlullah’ı n yatağı, sen ise müşriksin, pissin." Ebû-Süfyân, benden sonra sen şerre uğramışsın demiş, hayır, bilâkis Allah beni Müslümanlığa hidâyet etti cevâbını almıştı.
Ebû-Süfyan, kızından da yüz bulamayınca şaşkın bir halde Mekke'ye dönmüştü. Hz. Peygamber, hazırlığını tamamlamış, on bin kişiyle Medîne'den çıkmıştı. Yolda Necid'e gitmiş olan Ebû-Katâde de iki bin kişiyle gelip orduya katılmış, böylece İslâm ordusu, on iki bin kişi olmuştu.

Bu sırada Hz. Peygamber'in amcaları Abbas, Mekke'den çıkıp yolda orduya ulaştı ve muhacirlerin sonuncusu oldu. Ordu Mekke'ye yaklaşınca tepelere yayılarılar, Hz. Peygamber'in emriyle ateşler yaktılar. On binden fazla ateş, Mekkelileri fenâ halde ürküttü. Ebû-Süfyan, ne oluyor diye Mekke'den çıkmıştı. Abbas'a rastladı. Abbas, gel dedi, seni Rasûlullah'a götüreyim de aman alayım. Yürüyüp beraberce Hz. Peygamber'in huzuruna girdiler. Abbas, Ebû-Süfyan için aman dileyince Hazret, "Tanrıdan başka bir tapacak mâbudun olmadığını bilir, tasdik edersen amandansin buyurdu." Ebû-Süfyan, babam anam fedâ olsun sana, eğer ondan başka bir tapacak olsaydı iş böyle mi olurdu dedi. Hazret, benim Tarın elçisi olduğumu hâlâ anlamadın mı dedi. Ebû-Süfyan, bu hususta henüz şüphem var dedi. Abbas, ne yapıyorsun dedi, öldürülmeden tasdıyk et. Ebû-Süfyan, bunun üzerine şehâdet getirdi. Hz. Peygamber, Abbas'a, Ebû-Süfyan'la vâdînin dar yerine git de Allah ordusunu seyretsin buyurdu. Abbas, yâ Rasûlâllah dedi, övünmeyi sever, ona bir imtiyaz ver. Hazret, "Ebû-Süfyan'ın evine sığınan amandadır, kapısını kapayıp evinde oturan amandadır, hareme sığınan amandadır" buyurdu.
Abbas, Ebû-Süfyan'ı, emredilen yere götürdü. Boylar, kendilerine mahsus bayraklarla tekbir getirerek geçtikçe Ebû-Süfyan, Abbâs'a, bunlar kimler diye soruyor, aldığı cevap üzerine ya, onlarla işimiz yok diyor, yahut hayıflarııyordu. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , muhacirlerle, ansarla geçerken Abbâs'a dönüp gerçekten de dedi, and olsun ki kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyük. Abbas, yazıklar olsun sana dedi, bu, peygamberliktir. Ebû-Süfyan, evet evet dedi.
Hz. Peygamber, sancağı Ubâde oğlu Sa'd'e vermişti. O, "Bugün savaş günü; bugün kadınlar esir olacak" meâlinde bir beyit okumaya başlayınca abbas duyup Hz. Peygamber'e haber verdi. Hz. Peygamber, bunun üzerine Ali'ye emretti, Ali, Sa'd'den bayrağı aldı, Mekke'ye girdi. Kâ’be'ye giren Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm), duvarlardaki resimleri, bizzat elleriyle sildi, putları yere atıp kırdı. Kâ’be üstündeki putları da, Hz. Ali'yi omuzuna çıkararak söktürdü, kırdırdı.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Mekklileri, gidin, sizi âzâd ettim buyurarak affetti. Ancak bazı kişileri, adlarını bildirerek nerede bulunurlarsa öldürülmelerini buyurmuştu. Bunlardan Nukayd oğlu Huvayrıs'le Sâre'yi, Ali öldürdü.
Sekizinci yılın Şevvalinde Velid oğlu Hâlid, Cuzeyme boyunu imana dâvet etmek için gönderilmişti. Cuzeyme câhiliye devrinde Avf oğlu Abdurrahman'ın babasiyle Hâlid'in amcasını öldürmüştü. Hâlid, bu boyu, Müslümanlığı kabûl ettikleri halde tamamiyle teslim alıp silâhlarından tecrid ettikten sonra erkeklerin ellerini bağlatarak askere dağıttı ve herkes, esirini öldürsün diye emir verdi. Hâlid'in boyu, esirlerini öldürdüler. Fakat muhâcirlerle ansar, bu kötü işi yapmadılar.
Hz. Peygamber, bunu duyunca pek müteessir oldu ve Yârabbi buyurdu, "ben, Hâlid'in işlediği işten beriyim." Sonra Hz. Ali'ye bir çok mal verip gönderdi. Ali, malları dağıttı, "râzı oldunuz mu, bir hakkınız kaldı mi" diye sordu. "Râzı olduk, hiç bir hakkımız kalmadı" dediler. Belki bilmediğiniz bir ziyânınız vardır, bu da ona karşılık
diyerek yanında kalan mail da, zerresine, habbesine kadar onlara dağıttı, gönüllerini hoşnud ederek Medine'ye döndü.
Resim
Kullanıcı avatarı
YA HAY
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 70
Kayıt: 18 Eyl 2011, 08:15

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen YA HAY »

Allah Resulünü gerçek manada anlayan idrak eden ashabın nadir isimlerinden biri ALİ....

Allah Resülü bir hadis-i şeriflerinde: “Ben ilmin/ hikmetin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlim isteyen kimse bu kapıdan gelsin” buyurmuştur...

Elbet bir hikmet ve anlatımı vardı Hz Ali nin...

Be nin altındaki Noktayım diyen bir Zat-ı doğru anlamak; sanırım yaradılanın sorgulaması gereken en büyük yer Hz ALi...

zeki mürenden bir ilahi dinlemiştim....

sabahın seher vaktinde
ali’yi gördüm ali’yi
yüzümü dizine sürdüm
ali’yi gördüm ali’yi

amberi gördüm çağında
güller açar dost bağında
musa ile tur dağında
ali’yi gördüm ali’yi

aliyi gördüm meşede
kırk mum yanar bir şişede
yedi iklim dört köşede
ali’yi gördüm ali’yi...
Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HUNEYN VE ALİ (aleyhi's-selâm):

Mekke fethinden sonra Huneyn savaşı oldu. Bu savaşa Hz. Peygamber on bin kişiyle çıkmıştı, on iki bin diye de rivâyet edilmiştir. Huneyn'e, fecirden önce varıldı. Fakat müşrikler, daha önce varmışlar, pusu kurmuşlardı. Birden Müslümanlara saldırıp bozdular. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in yanında yalniz on kişi kaldı. Bunların dokuzu Hâşim oğullarındandı, onuncuları Ümmü Eymen'in oğlu Eymen'di. Eymen şehîddüştü, dokuzu sebât ettiler. Bunlardan Abdülmuttalib oğlu Abbas Hz. Rasûlullah’ı n sağındaydı, oğlu Fazl solundaydı. Hars oğlu Ebû-Süfyan (malûm Ebu-Süfyan değil) Hz. Peygamber'in devesinin yularını tutmuştu. Ali, önünde savaşmadaydı, diğerleri de çevresindeydi. Abbâs'ın sesi yüceydi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , sahâbeyi çağırmasını emretti. Abbas, "Ey Akabe'de bey'at eden sahâbe, ey Râzılık ağacı altında bey'at eden sahâbe" diye bağırdı. Bu bağrışı duyanlar, 'Lebbeyke lebbeyk" diye ses verdiler. Gece basmıştı, ortalık kapkaranlıktı. Abbas, tekrar, ne oldu, Allah'la ettiğiniz ahd diye seslendi. Birer birer, Hz. Peygamber'in yanına toplarımaya başladılar.
Tam bu sırada Hevâzin boyundan Cervel adh birisi, Müslümanlara saldırdı. Bir deveye binmişti, elinde, uzun bir mızrağa bağlanmış siyah bir bayrak vardı. Halkın önünde yürümekte, önüne geleni öldürmekteydi. Müşrikler de arkasından geliyordu. Hz. Ali, Cervel'in önüne geçti, kılıcıyla devesinin sağrısına vurdu, deveyi yıktı, Cervel'i öldürdü. Bunu gören müşrikler, bozguna uğradılar. Bu sırada Hudayr oğlu Üseyd, Yâ Evs diye bağırarak mensup olduğu boyu çağırdı, Ubâde oğlu Sa'd de Yâ Hazrec diye bağırdı, her iki boy mensupları da toplandılar, savaş şiddetlendi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu hâli görünce devesinin özengilerine basıp ayağa kalktı, kendisini Müslümanlara gösterdi ve "Şimdi tandır kızdı" buyurup "Ben Peygamberim, yalancı değil, ben Abdülmüttalib oğluyum" meâlindeki beyti inşâd buyurdu ve bir avuç taş alıp düşmanın üstüne attı. Ali, bu savaşta, müşriklerden kırk kişiyi öldürdü.
Hicretin dokuzuncu yılında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) . Ali'yi Tâif e gönderdi, ordaki meşhur puthâneyi yıktırdı ve putu kırdırdı.
Aynı yılda 9. Sûre olan "Berâe" (Tevbe) sûresi inmiştir. Hz. Peygamber, Ebû-Bekir'i Mekke'ye göndermiş, arkadan Hz. Ali'yi yollamıştı. Ali, Hz. Peygamber'in devesine binmiş, bu yıldan sonra müşriklerin hac etmemesini, çıplak tavaf edilmemesini, Kâ’be'ye, mü'minlerden başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'le muâhedesi olanlara, muâhede müddeti bitinceyedek dokunulmıyacağını, şartlara riâyet edileceğini, aralarında böyle bir muâhede bulunmayanların, dört ay sonra tebliğ edilen şartlara riâyet etmeleri gerektiğini bildirmiş ve sürenin başından on, yahut on üç âyet okumuştur.
Hz. Ali, Cenâb-ı Peygamber'in son gazvesi olan Tebük gazvesinde bulunmamıştır. Bunun sebebi de Hz. Peygamber tarafından Medine'de Hâlife olarak bırakılmasıdır.
Bizans İmparatoru Hırakl'ın Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) aleyhine bir ordu topladığı, hristiyan Arapların da ona yardım ettikleri haber alınmıştı. Müslümanlar sıkıntıdaydı. Bu yüzden hazırlanan orduya, sıkıntı ordusu anlamına gelen "Ceyşü'1-Usra" denildi. Ashab, kadınlar bile ziynet eşyalarını vermek Sûretiyle büyük feragatte ve fedâkârlıkta bulundu. Yirmi beş bin kişilik bir ordu hazırlandı, harekete geçildi. Bu seferde savaş olmadı, Hristiyanların bir kısmı, vergiye bağlandı, geriye dönüldü.
Hz. Peygamber, savaşa çıkarken Allah'a hamdü senâ etmiş ve halka şu hutbeyi okumuştu:
"Ey insanlar, şüphe yok ki sözün en doğrusu, Allah’ı n kitabıdır, lâfın en iyisi, Tanrı'dan çekinme kelimesidir, şeriatlerin en hayırlısı İbrahim'in şeriatıdır, sünnetlerin en hayırlısı, MuhaMMed'in sünnetidir, sözün ey yücesi, Tanrı'yı anıştır, kıssaların en güzeli şu Kur'an'dır. İşleıin hayırlısı, ifrat ve tefrite sığmayan ortalama iştir, İşleıin en kötüsü, bir asla dayanmadan icâd edilenidir. Hidâyetin en güzeli, Peygamber'in hidâyetidir. Ölümün en hayırlısı şehid olarak ölmektir. Sapıklığın en körü, hidâyetten sonra sapmaktır. İşlerin en hayırlısı, faydalı olanıdır, hidâyetin en hayırlısı, uyulan hidâyettir. Körlüğün en fazlası gönül körlüğüdür. Veren el, vermeyen elden hayırlıdır. Az da olsa, yeter de olsa verilen şey çok verilen, fakat insanı oyalayıp hevâ ve hevesine uyduran, kibire, gurura sevkedenden hayırlıdır. Mâzeretin en kötüsü, ölüm gelip çatınca getirilen mâzerettir. Nedâmetin kötüsü, kıyamet günü nâdim olmaktır. Dilin en büyük hatâsı yalandır, zenginliğin en hayırlısı gönül zenginliğidir. Azığın en hayırlısı, Tanrı'dan çekinmektir. Hikmetin başı, Tanrı korkusudur, câhiliyye devrindeki işlerden uzaklaşmaktır. Sarhoşluk, ateşin kucağına düşmektir. İçki, günahla kucaklaşmak, buluşmaktır. Kadınlar, şeytanın ipleridir, gençlik, delilikten bir kısımdır. Kazancın en kötüsü, fâizle kazançtır. Yenen şeylerin en fenâsı, yetim malını yemektir. Kutlu, o kişidir ki başkalarının halinden öğüt alır, kutsuz o kişidir ki ana karnında kutsuzluk kazanır. Biriniz, alabildiği ne mala sahib olsa gene de iş, sonunda belli olıır ve amelde bulunanların, sonuna bakılır; her gelecek, yakındır. İnanç sâhibine sövmek kötülüktür, mü'minle savaş küfürdür, onun etini yemek (gıyabında aleyhinde bulunmak), Allah'a isyan etmektir; malı, kanı gibi haramdır. Allah'a dayanana bu inanç yeter, dayanan üst olur, bağışlayanı Allah bağışlar, hiddetini yenene Allah ecir (sevab) verir, musîbete uğrayan sabrederse, Tanrı, ona karşılığını verir."
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu savaşa çıkarken münâfıkların şerrini gidermek üzere Hz. Ali'yi, Medine'de, yerine hâlife bıraktı. Münâfıklar, Ali'yi istemediğinden götürmedi gibi sözler söylediler. Ali, bu söylentileri duyunca silâhını aldı, Hz. Peygamber'le buluştu, sözlerini anlattı. Hazret, "Yalan söylemişler" buyurdu; "Don, benim hâlifeni ol, ehlimin ve ehlinin arasinda beni temsîl et, ciinkii Medine ancak benimle ve seninle düzene girer; sen, Ehl-i beytim içinde ve hicret yurdumda benim hâlifemsin; Mûsâ'ya Hârun ne menziledeyse sen de bana o menziledesin, râzı değil misin? Ancak, benden sonra peygamber yok." Hz. Ali, râzı oldum, râzı oldum dedi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HAYBER'DE ALİ (aleyhi’s-selâm):

Hayber, Medine'nin Şam tarafından, şehre dört konaklık bir yerde büyük bir şehirdi. Hurmalıkları çoktu. Kalesi pek sağlam olan bu şehirde, Yahudiler oturmada, Kureyş'le birlik olarak Müslümanlara zarar vermedeydi.
Hicretin yedinci yılında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , dört yüz yaya, iki yüz athyla Hayber'e gitti. Kaleyi o gün kuşattı. Fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ), sancağı Ömer'e verip göndermiş, ertesi günü Ebu Bekr'e verip yollamış, fakat bir sonuç elde edilememişti. Ali, kuru göz ağrısından muztaripti. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem ) dedi: "Yarın Sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah’ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu sever, döne-döne saldırır, hiicum eder de kaçmaz. Tanrı, kaleyi onun elleriyle açmadıkça geri dönmez."
Ertesi sabah, herkes, huzurda toplandı. Hz. Peygamber "Ali'yi çağırın!" buyurdu. Ali gelince, "Nen var?" dedi Gözlerim ağrıyor, başımda bir ağrı var dedi. Hz. Peygamber, Ali'nin başını dizine koydu, ağzının yârıyla gözlerini sıvazladı buyurdu: "Allah'ım onu sıcaktan da koru, soğuktan da!" Sonra sancağı verdi.

Ali, sancağı alıp meydana girerek hünerler göstermeye başlayınca karşısına Merhab çıktı. "Hayberi bildiğin gibi beni de bil ki, ben, tecrübe görmüş bir silâh eriyim, kahraman bir yiğidim. Vuruşum öyle bir vuruştur ki karşıma arslanlar çıksa onlar bile tutuşur, yanar" meâlinde bir recez okudu. Ali, onun recezine karşı buyurduki:
“Benem ol merd-i meydân'ı şecâat kudret-i Bâri Ananı ilhâm-ı Hak'la kıldı ismim Hayder-i Saf-der. Elimde seyf-i sârım şöyle saldırdım mı a'dâya, Kıyâmetler kopar, saflar sinar, yer yer eser sarsar.Mekânım bişe-i kahr-ı Hudâ şir-i Jiyanım ben, Göründüm mü cihan lerzân olur gökler bile titrer. Çalınca Zül-Fekâr'ı kelle-i a'dâye berk-âsâ, Kazâ ahsentü der, şâpâşımı takdir eder ezber."
Derken birbirlerine saldırdılar. Emirü'l-Mü'minin, Merhab'ın başına öyle bir kılıç vurdu ki miğfer yarıldı, kılıç başına değdi, baş yarıldı, dişlerine kadar kafasını ikiye böldü. Merhab şiddetle bir bağırdı ve atından yere yıkıldı. Bağrışını duyanlar, ürküp kaleye sağındılar, kapıyı örttüler.
Ali, kaleye yaklaştığı sıralarda bir Yahudi, Ali'nin kalkanına vurdu, kalkan elinden yere düştü. Bunun üzerine kalenin hendiğini atlayıp kapıya sarıldı. Yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı.
Hz. Peygamber'in kölesi Ebû-Râfı' der ki: Ben, yedi kişiyle beraber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık, fakat yerinden bile kıpırdatamadık.
Hayber'den dönüşte Vâdi-i Kurâ savaşında da âlem, Ali'nin elindeydi.


ZATÜ's-SELÂSİL SAVAŞINDA ALİ (aleyhi’s-selâm):

Has'am boyundan Hâris, beş yüz atlı toplamış, başka boylardan uyanlarla Medine'ye yönelmişti. Bunlar, savaştan dönmemek, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'i (sallallahu aleyhi ve sellem ) ve Ali'yi (aleyhi’s-selâm) öldürmek, Medine'yi ele geçirmek ve İslâmı yok etmek üzere Lât ve Uzzâ putları adına and içmişlerdi. Hz. Peygamber, bunlara karşı Ali'yi (aleyhi’s-selâm) gönderdi. Maiyetinde ki orduyla gece yol alıp gündüz dinlenen Ali (aleyhi’s-selâm), bunları karşılayıp savaşa girişti. Savaşta Hâris'i, onun amcasının oğlunu, kölesini ve kölesinin kardeşini öldürdü. Tutsaklar, iplerle bağlanıp elde edilen mallar ve silâhlarla Medine'ye dönüldü. Tutsaklar, aynı zamanda, birbirlerine de bağlanmış bir kaafile hâlinde getirildiği için bu savaşa, zincirlerle, iplerle bağlanmışlar anlamina "Zât'üs Selâsü" dendi. Kur'ân'ı Mecid'in 100. Süresi olan ve 11 âyet bulunan "Adiyât" (Soluya soluya koşanlar) sûresi, bu savaş dolayisiyle inmiştir Hayber savaşından başka hiçbir savaşta, bu savaştaki kadar ganimet elde edilmemiştir.

MEKKE'NİN FETHİNDE ALİ (aleyhi’s-selâm):

Hicretin sekizinci yılı, Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ) Mekke'yi fethetmeyi kararlaştırdı. Ancak hazırlığına ait Kureyş'in hiçbir şey bilmemesini istiyordu. Ebû-Belta oğlu Hâtib, o sırada Medine'ye gelmiş olan, fakat henüz Müslümanlığı kabûl etmemiş bulunan bir kadına bir miktar para ile bir mektup verdi, bilinmeyen yoldan Mekke'ye giderek bu mektubu, Mekkelilere vermesini söyledi.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bunu duyunca, Ali'yi çağırdı ve dedi: "Yâ Ali sahâbemden biri, hazırlığımızı Mekklilere bildirmek için bir mektup yazdı, o kara kadınla gönderdi, mâruf yoldan gayri bir yolla Mekke'ye gitmekte. Kılıcını al, ona ulaş, mektubu ele geçir, bana getir." Sonra Avvâm oğlu Zübeyr'i çağırdı, onu da gönderdi.
İkisi de kadına ulaştılar. Önce Zübeyr sordu. Kadın inkâr etti, yanında bir şey olmadığına dair yemin etti, ağlamaya başladı. Zübeyr, Yâ Ebel-Hasan, bu kadında bir şey yok, dönelim dedi. Hz. Ali, Rasûlullah, bunda mektup olduğunu söyledi ve alıp getirmemi emretti, sen ise bunda bir şey yok diyorsun deyip kılıcını çekti, kadının üstüne yürüdü; mektubu çıkarmazsan üstünü arayacağım, sonra da boynunu vuracağım dedi. Kadın, bunun üzerine saçlarını çözdü, örgünün arasından mektubu çıkardı. Ali, kadını bıraktı, mektupla Medine'ye geldi, mektubu Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'e teslim etti.
Hz. Peygamber, halkı mescide çağırttı. Herkes gelince namazdan sonra minbere çıktı, mektubu eline aldı ve dedi: "Ey insanlar, ben, Ulu Allah'tan bize ait haberlerin Mekkeliler tarafindan duyulmamasim diledim. İçinizden biri, bizim hazırlığımızı Mekkelilere bildirmek için mektup yazdı; mektubu yazan kimse ayağa kalksın."
Kimse ayağa kalkmadı. Hz. Peygamber, tekrar: "Mektubu yazan ayağa kalksın, yoksa vahiy, onun aybını açar" buyurdu. Ebû-Belta oğlu Hâtıb ayağa kalktı, şiddetli yelde titreyen saman çöpü gibi titreyip sallarıarak, dedi: "Ey Allah elçisi, yazan benim; ancak Müslümanlıktan sonra münâfıklık etmedim, inandıktan sonra şüpheye düşmedim" Hz. Peygamber, buyurdu: "Peki, öyleyse ne yüzden bu mektubu yazdın?" Hâtıb dedi: "Ey Allah’ı n elçisi, Mekke'de ehlim var, soyu sopu yok; başına bir musibet gelir diye korktum, bu yüzden yazdım, dinde şüphe ettiğimden değil," Ömer, Yâ Rasûlallah dedi, emret, şunu öldüreyim, çünkü bu, münâfıkın biri. Hz. Peygamber, "Hayır" buyurdu. "Bedir savaşında bulunanlardandır, Allah, onları belki bağışlar, yalnız mescidden çıkarın." Sahâbe arkasından iterek mescidden çıkarırlarken Hz. Peygamber'e recada bulundu Hazret, "Ben affettim, Rabbine istiğfâr et ve bir daha böyle bir şey yapma" dedi.

Hz. Peygamber Hudeybiyye'de Kureyş'le on yıllık bir barış anlaşması bağlamıştı. Huzâa kabilesi, Hz. Peygamber'in, Beni-Bekr boyu da Kureyş'in amanına girmişti. Câhiliyye devrinde, bu iki boy arasında geçmiş vardı. Beni-Bekr'den bazı kimseler, Vetir, denen bir yerde pusu kurmuşlar, Huzâa erlerini kırmışlardı, Kureyş de onlara yardımda bulunmuştu. Huzâalılar, Hz. Peygamber'e gelip şikâyet etmişler, Hz. Peygamber de gazebe gelip kalkmış, ridâları yerde sürünerek: "Huzâa'ya yardım etmezsem yardım görmüyeyim" buyurmuştu.
Kureyş, yaptığına nâdim olmuş, Hz. Peygamber'le barışı tazelemek için Ebû-Süfyan'ı Medine'ye göndermişti.
Ebû-Süfyan, Hz. Peygamber'le görüşüp barışı tazeleme teklifınde bulununca Hz. Peygamber: “siz bir şey yaptınız mı?” diye sormuştu. Ebû-Süfyân: “hayır” deyince Hazret: “biz barışı ne değiştirdik, ne de değiştiririz” buyurmuştu. Ebû-Süfyan, kızı ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in zevcesi Ümmü Habibe'nin evine gitmiş, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'ın yatağına oturmak üzereyken Ümmü Habîbe, yatağı toplamıştı. Ebû-Süfyan, oturmıyayım mı diye mi topluyorsun demiş. Hz. Ümmü Habibe: "Evet" buyurmuştu. "O, Rasûlullah’ı n yatağı, sen ise müşriksin, pissin." Ebû-Süfyân: “benden sonra sen şerre uğramışsın” demiş,. “hayır, bilâkis Allah beni Müslümanlığa hidâyet etti” cevâbını almıştı.
Ebû-Süfyan, kızından da yüz bulamayınca şaşkın bir halde Mekke'ye dönmüştü. Hz. Peygamber, hazırlığını tamamlamış, on bin kişiyle Medîne'den çıkmıştı. Yolda Necid'e gitmiş olan Ebû-Katâde de iki bin kişiyle gelip orduya katılmış, böylece İslâm ordusu, on iki bin kişi olmuştu.
Bu sırada Hz. Peygamber'in amcaları Abbas, Mekke'den çıkıp yolda orduya ulaştı ve muhacirlerin sonuncusu oldu. Ordu Mekke'ye yaklaşınca tepelere yayılanlar, Hz. Peygamber'in emriyle ateşler yaktılar. On binden fazla ateş, Mekkelileri fenâ halde ürküttü. Ebû-Süfyan, ne oluyor diye Mekke'den çıkmıştı. Abbas'a rastladı. Abbas: “gel dedi, seni Rasûlullah'a götüreyim de aman alayım.”. Yürüyüp beraberce Hz. Peygamber'in huzuruna girdiler. Abbas, Ebû-Süfyan için aman dileyince Hazret: "Tanrıdan başka bir tapacak mâbudun olmadığını bilir, tasdik edersen amandansın buyurdu." Ebû-Süfyan: “babam anam fedâ olsun sana, eğer ondan başka bir tapacak olsaydı iş böyle mi olurdu” dedi. Hazret: “benim Tarın elçisi olduğumu hâlâ anlamadın mı?” dedi. Ebû-Süfyan: “bu hususta henüz şüphem var” dedi. Abbas: “ne yapıyorsun?” dedi, “öldürülmeden tasdıyk et!”
Ebû-Süfyan, bunun üzerine şehâdet getirdi. Hz. Peygamber, Abbas'a: “Ebû-Süfyan'la vâdînin dar yerine git de Allah ordusunu seyretsin” buyurdu. Abbas: “yâ Rasûlâllah dedi, övünmeyi sever, ona bir imtiyaz ver!.”
Hazret: "Ebû-Süfyan'ın evine sığınan amandadır, kapısını kapayıp evinde oturan amandadır, hareme sığınan amandadır" buyurdu.
Abbas, Ebû-Süfyan'ı, emredilen yere götürdü. Boylar, kendilerine mahsus bayraklarla tekbir getirerek geçtikçe Ebû-Süfyan, Abbâs'a, bunlar kimler diye soruyor, aldığı cevap üzerine ya, “onlarla işimiz yok” diyor, yahut hayıflanıyordu. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , muhacirlerle, ansarla geçerken Abbâs'a dönüp: “gerçekten de dedi, and olsun ki kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyük.”
Abbas: “yazıklar olsun sana dedi, bu, peygamberliktir” Ebû-Süfyan: “evet evet” dedi.
Hz. Peygamber, sancağı Ubâde oğlu Sa'd'e vermişti. O, "Bugün savaş günü; bugün kadınlar esir olacak" meâlinde bir beyit okumaya başlayınca Abbas duyup Hz. Peygamber'e haber verdi. Hz. Peygamber, bunun üzerine Ali'ye emretti, Ali, Sa'd'den bayrağı aldı, Mekke'ye girdi. Kâ’be'ye giren Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , duvarlardaki resimleri, bizzat elleriyle sildi, putları yere atıp kırdı. Kâ’be üstündeki putları da, Hz. Ali'yi omuzuna çıkararak söktürdü, kırdırdı.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Mekklileri: “gidin, sizi âzâd ettim” buyurarak affetti. Ancak bazı kişileri, adlarını bildirerek nerede bulunurlarsa öldürülmelerini buyurmuştu. Bunlardan Nukayd oğlu Huvayrıs'le Sâre'yi, Ali öldürdü.
Sekizinci yılın Şevvalinde Velid oğlu Hâlid, Cuzeyme boyunu imana dâvet etmek için gönderilmişti. Cuzeyme câhiliye devrinde Avf oğlu Abdurrahman'ın babasiyle Hâlid'in amcasını öldürmüştü. Hâlid, bu boyu, Müslümanlığı kabûl ettikleri halde tamamiyle teslim alıp silâhlarından tecrid ettikten sonra erkeklerin ellerini bağlatarak askere dağıttı ve herkes, esirini öldürsün diye emir verdi. Hâlid'in boyu, esirlerini öldürdüler. Fakat muhâcirlerle ansar, bu kötü işi yapmadılar.
Hz. Peygamber, bunu duyunca pek müteessir oldu ve: “Yârabbi” buyurdu, "ben, Hâlid'in işlediği işten beriyim." Sonra Hz. Ali'ye bir çok mal verip gönderdi. Ali, malları dağıttı, "râzı oldunuz mu, bir hakkınız kaldı mı?" diye sordu. "Râzı olduk, hiç bir hakkımız kalmadı" dediler. “Belki bilmediğiniz bir ziyânınız vardır, bu da ona karşılık” diyerek yanında kaları malı da, zerresine, habbesine kadar onlara dağıttı, gönüllerini hoşnud ederek Medine'ye döndü.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HUNEYN VE ALİ (aleyhi’s-selâm):

Mekke fethinden sonra Huneyn savaşı oldu. Bu savaşa Hz. Peygamber on bin kişiyle çıkmıştı, on iki bin diye de rivâyet edilmiştir. Huneyn'e, fecirden önce varıldı. Fakat müşrikler, daha önce varmışlar, pusu kurmuşlardı. Birden Müslümanlara saldırıp bozdular. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in yanında yalnız on kişi kaldı. Bunların dokuzu Hâşim oğullarındandı, onuncuları Ümmü Eymen'in oğlu Eymen'di. Eymen şehîddüştü, dokuzu sebât ettiler. Bunlardan Abdülmuttalib oğlu Abbas Hz. Rasûlullah’ı n sağındaydı, oğlu Fazl solundaydı. Hars oğlu Ebû-Süfyan (malûm Ebu-Süfyan değil) Hz. Peygamber'in devesinin yularını tutmuştu. Ali, önünde savaşmadaydı, diğerleri de çevresindeydi. Abbâs'ın sesi yüceydi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , sahâbeyi çağırmasını emretti. Abbas: "Ey Akabe'de bey'at eden sahâbe, ey Râzılık ağacı altında bey'at eden sahâbe" diye bağırdı. Bu bağrışı duyanlar: 'Lebbeyke lebbeyk" diye ses verdiler. Gece basmıştı, ortalık kapkaranlıktı. Abbas, tekrar, ne oldu, Allah'la ettiğiniz ahd diye seslendi. Birer birer, Hz. Peygamber'in yanına toplanmaya başladılar.

Tam bu sırada Hevâzin boyundan Cervel adlı birisi, Müslümanlara saldırdı. Bir deveye binmişti, elinde, uzun bir mızrağa bağlanmış siyah bir bayrak vardı. Halkın önünde yürümekte, önüne geleni öldürmekteydi. Müşrikler de arkasından geliyordu. Hz. Ali, Cervel'in önüne geçti, kılıcıyla devesinin sağrısına vurdu, deveyi yıktı, Cervel'i öldürdü. Bunu gören müşrikler, bozguna uğradılar. Bu sırada Hudayr oğlu Üseyd, Yâ Evs diye bağırarak mensup olduğu boyu çağırdı, Ubâde oğlu Sa'd de Yâ Hazrec diye bağırdı, her iki boy mensupları da toplandılar, savaş şiddetlendi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu hâli görünce devesinin özengilerine basıp ayağa kalktı, kendisini Müslümanlara gösterdi ve: "Şimdi tandır kızdı" buyurup "Ben Peygamberim, yalancı değil, ben Abdülmüttalib oğluyum!" meâlindeki beyti inşâd buyurdu ve bir avuç taş alıp düşmanın üstüne attı. Ali, bu savaşta, müşriklerden kırk kişiyi öldürdü.
Hicretin dokuzuncu yılında Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) . Ali'yi Tâif e gönderdi, ordaki meşhur puthâneyi yıktırdı ve putu kırdırdı.
Aynı yılda 9. Sûre olan "Berâe" (Tevbe) sûresi inmiştir. Hz. Peygamber, Ebû-Bekir'i Mekke'ye göndermiş, arkadan Hz. Ali'yi yollamıştı. Ali, Hz. Peygamber'in devesine binmiş, bu yıldan sonra müşriklerin hac etmemesini, çıplak tavaf edilmemesini, Kâ’be'ye, mü'minlerden başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'le muâhedesi olanlara, muâhede müddeti bitinceyedek dokunulmıyacağını, şartlara riâyet edileceğini, aralarında böyle bir muâhede bulunmayanların, dört ay sonra tebliğ edilen şartlara riâyet etmeleri gerektiğini bildirmiş ve sürenin başından on, yahut on üç âyet okumuştur.
Hz. Ali, Cenâb-ı Peygamber'in son gazvesi olan Tebük Gazvesinde bulunmamıştır. Bunun sebebi de Hz. Peygamber tarafından Medine'de Hâlife olarak bırakılmasıdır.
Bizans İmparatoru Hırakl'ın Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) aleyhine bir ordu topladığı, hristiyan Arapların da ona yardım ettikleri haber alınmıştı. Müslümanlar sıkıntıdaydı. Bu yüzden hazırlanan orduya, sıkıntı ordusu anlamına gelen "Ceyşü'1-Usra" denildi. Ashab, kadınlar bile ziynet eşyalarını vermek Sûretiyle büyük feragatte ve fedâkârlıkta bulundu. Yirmi beş bin kişilik bir ordu hazırlandı, harekete geçildi. Bu seferde savaş olmadı, Hristiyanların bir kısmı, vergiye bağlandı, geriye dönüldü.
Hz. Peygamber, savaşa çıkarken Allah'a hamdü senâ etmiş ve halka şu hutbeyi okumuştu: "Ey insanlar, şüphe yok ki sözün en doğrusu, Allah’ı n kitabıdır, lâfın en iyisi, Tanrı'dan çekinme kelimesidir, şeriatlerin en hayırlısı İbrahim'in şeriatıdır, sünnetlerin en hayırlısı, MuhaMMed'in sünnetidir, sözün ey yücesi, Tanrı'yı anıştır, kıssaların en güzeli şu Kur'an'dır. İşlerin hayırlısı, ifrat ve tefrite sığmayan ortalama iştir, İşleıin en kötüsü, bir asla dayanmadan icâd edilenidir. Hidâyetin en güzeli, Peygamber'in hidâyetidir. Ölümün en hayırlısı şehid olarak ölmektir. Sapıklığın en körü, hidâyetten sonra sapmaktır. İşlerin en hayırlısı, faydalı olanıdır, hidâyetin en hayırlısı, uyuları hidâyettir. Körlüğün en fazlası gönül körlüğüdür. Veren el, vermeyen elden hayırlıdır. Az da olsa, yeter de olsa verilen şey çok verilen, fakat insanı oyalayıp hevâ ve hevesine uyduran, kibire, gurura sevkedenden hayırlıdır. Mâzeretin en kötüsü, ölüm gelip çatınca getirilen mâzerettir. Nedâmetin kötüsü, kıyamet günü nâdim olmaktır. Dilin en büyük hatâsı yalandır, zenginliğin en hayırlısı gönül zenginliğidir. Azığın en hayırlısı, Tanrı'dan çekinmektir. Hikmetin başı, Tanrı korkusudur, câhiliyye devrindeki işlerden uzaklaşmaktır. Sarhoşluk, ateşin kucağına düşmektir. İçki, günahla kucaklaşmak, buluşmaktır. Kadınlar, şeytanın ipleridir, gençlik, delilikten bir kısımdır. Kazancın en kötüsü, fâizle kazançtır. Yenen şeylerin en fenâsı, yetim malını yemektir. Kııtlu, o kişidir ki başkalarının halinden öğüt alır, kutsuz o kişidir ki ana karnında kutsuzluk kazanır. Biriniz, alabildiği ne mala sahib olsa gene de iş, sonunda belli olur ve amelde bulunanların, sonuna bakılır; her gelecek, yakındır. İnanç sâhibine sövmek kötülüktür, mü'minle savaş küfürdür, onun etini yemek (gıyabında aleyhinde bulunmak), Allah'a isyan etmektir; malı, kanı gibi haramdır. Allah'a dayanana bu inanç yeter, dayanan üst olur, bağışlayanı Allah bağışlar, hiddetini yenene Allah ecir (sevab) verir, musîbete uğrayan sabrederse, Tanrı, ona karşılığını verir!."
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu savaşa çıkarken münâfıkların şerrini gidermek üzere Hz. Ali'yi, Medine'de, yerine hâlife bıraktı. Münâfıklar, Ali'yi istemediğinden götürmedi gibi sözler söylediler. Ali, bu söylentileri duyunca silâhını aldı, Hz. Peygamber'le buluştu, sözlerini anlattı. Hazret: "Yalan söylemişler" buyurdu; "Dön, benim hâlifeni ol, ehlimin ve ehlinin arasında beni temsîl et, çünkü Medine ancak benimle ve seninle düzene girer; sen, Ehl-i beytim içinde ve hicret yurdumda benim hâlifemsin; Mûsâ'ya Hârun ne menziledeyse sen de bana o menziledesin, ıâzı değil misin? Ancak, benden sonra peygamber yok." Hz. Ali: "Râzı oldum, râzı oldum!" dedi.


VEDÂ HACCI:

Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , hicretin onuncu yılında hacca niyyet etti. Bu hac, Hz. Peygamber'in son haccı olduğu için Vidâ' Haccı anlamına "Haccü'l- Vidâ" diye anılır. Bu hacca yetmiş bin kişi katılmıştı. Doksan bin, hattâ yüz bin, yüz yirmi dört bin diyenler de olmuştur. İhtimâl, Medine'den yetmiş bin kişiyle çıkmışlar, yolda ve Mekke'de bu topluluğu katılanlarla bu kadar olmuşlardır. Bunlar arasında Ali ile gelenler de vardır. Çünkü Hz. Ali, zekât ve saire cibâyeti için Yemen'e gitmişti, yolda, hac kafilesine kavuştu.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , arafe günü, bir hutbe okuyup hac törenini ashâbına bildirdi ve buyurdu: "Ey insanlar, ben ancak beşerim, Rabbimin elçisinin geleceğini ve benim de onun dâvetine icâbet edeceğimi umuyorum. Ben, sizin içinizde iki büyük şey, iki paha biçilmez, iki ağır şey bırakıyorum, bu iki şeyin birincisi Allah’ı n kitabıdır, onda hidâyet vardır. Allah’ı n kitabiyle amel edin ve ona yapışın; ikincisi Ehl-i Beytim'dir; Ehl-i Beytim hakkında Allah adına öğüt veriyorum size." Bu son cümleyi, üç kere tekrarladılar. Bu hadis, Müslüm ve Müsned'de Arkam oğlu Zeyd'den tahric edilir. Yine Ahmed ibn-i Hanbel'in: "Ben sizin aramzda iki büyük ve ağır şey bırakıyorum. Onları tutar, onlara sarılırsanız benden sonra ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz. Onların bin, öbüründen daha büyüktür; ulu ve yüce Allah kitabi ki gökten yeryüzüne uzatılmış bir iptir ve soyum, Ehl-i Beytim; gerçekten de lûtuf sâhibi ve herşeyi bilen Tanrı, bana haber verdi ki onlar, havuz kıyısında bana kavuşuncayadek birbirlerinden ayrılmazlar, artık bakın, onlar, bana nasıl halef ve hâlife olurlar" buyurduğunu tahric etmiştir.

(Bu hadisi, Tirmizi ve Nesei. Cabir'den, Tirmizi, Arkam oglu Zeyd'den, Ahmed, iki yolla Sâbıt oğlu Zeyd'den, Taberâni. Kebir'inde, gene Sabit oğlu Zeyd'den tahric ettiği gibi Hakim'in Müstedrek'inde de vardır. Kur'an'la Ehl-i Beyt'e temessük hususundaki hadis'in yirmi küsur yolla birçok sahâbiden tahriç edildiği ve Hz. Peygamber'in, bu hadisi bir kere Gadıru Hum'da, bir kere arafe hutbesinde, bir kere Tâiften dönüşünde, bir kere Medine'de, minberinde (Savâık-al-Muhrıka'da Bab. 9, 2. faslın sonları, s. 57. Bab: 11. s.89)ve hastalığı esnasında odasında îrâd buyurmuşlardır (Seyyid Abdülhuseyn Şerefeddin: alMürâcaât, 2. basım, Bağdad - 1946 - 1365, s. 20-23)
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in Vidâ' Haccında arafe günü, 632 yılı Mart ayının 7. Cuma gününe rastlamıştı. Hacdan dönerlerken, "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, tebliğ hizmetini yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun..." meâlindeki âyet inmişti.

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Resim---Yâ eyyuhâr resûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbike ve in lem tef’al fe mâ bellagte risâletehu vallâhu ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn: Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez. (Mâide 5/67)

Bunun üzerine, Mekke'yle Medine arasında Cuhfe denilen yerde Hum denilen Kuyunun yanına kondular. Bu kuyuya Hum Kuyusu anlamına gelen "Gadîr-u Hum" denirdi. Oraya, Zilhiccenin onsekizinci günü (16. 3. 632). Öğleye yakın bir çağda kondular. Kuyunun yanında ağaçlar vardı. Yükleri, ağaçların altına koydurdular, deve semerlerinden minberimsi bir şey yaptırdılar. Namaz için nidâ ettirdiler. İleri gidenler geriye döndü, geride kalarılar ileriye geldi, herkes toplandı.
Hz. Peygamber, minberin üstüne çıktı, Ali'yi de beraber çıkardı. Halka öğütler verdi, sonra buyurdu ki:
"Ey insanlar, ben size Allah’ın kitabiyle Ehl-i Beytimi bırakıyorum, onlara yapışırsanız benden sonra ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz; bu ikisi, havuz kıyısında bana ulaşıncaya, benimle buluşuncaya dek birbirinden ayrılmaz."
Sonra yüksek sesle buyurdu: "Ey insanlar, bilmez misiniz ki ben, inananlara, nefislerinden evlâyım ve bilmez misiniz ki her erkek mü’minin ve her kadın mü'minin nefsinden evlâyım?"

(Bu hadis, Kur'ân-ı Kerim'in,:"Peygamber, inananlara, nefislerinden evlâdır, onların veliyy-i emridir" meâlindeki âyetine dayanır:

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl kitâbi mestûra: Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır.” (Ahzâb 33/6)

Ashâbın hepsi birden: “Evet ey Tarın elçisi!” dedi. Bunun üzerine sağ elinin şehâdet parmağını göğe kaldırıp üç kere: "Allah’ı m şâhid ol! Allah’ı m şâhid ol! Allah’ı m şâhid ol!." dediler. Sonra Ali'nin sağ elini, sağ eliyle tutup, her ikisinin koltuklarının beyazlığı görününceye kadar kaldırarak: "Ben, kimin mevlâsıysam bu Ali, onun mevlâsıdır. Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu horlayanı horla, nereye yönelirse hakkı onunla bile kil!" buyurdular. Sonra inip iki rik'at namaz kıldılar.
Güneş, zevâle gelmişti. Öğle namazı kılındı. Bir müddet çadırlarında dinlendiler. Bu sırada sahâbe Ali'yi tebrik etti, hattâ Ömer: "Kutlu olsun sana ey Ebu-Tâlib oğlu, bugün benim ve kadın, erkek, her inananın mevlâsı oldun!" dedi.


MEVLÂ NE DEMEKTİR?:

Arapça olan ve hadîs-i şerîfte geçen "Mevlâ" sözünün Türkçedeki karşılığı: "Rab, yâni besleyip yetiştiren, tebiye edip geliştiren, varabileceği olgunluğa eriştiren, amıca, amıcaoğlu, oğul, kızkardeş oğlu, sâhip ve mâlik, köle, birinin izini izleyen, ona uyup izinden giden, ortak, ahidleşilen kişi, arkadaş, komşu, bir yere gelip konaklayan, ihsân eden, nimet veren, efendi, dost, yardımcı, bir işte tedbir ve tasarruf, vilâyet sâhibi" dir.
Kur'ân-ı Mecid'de;

2. Sûre-i celilenin (Bakara) 286. âyet-i Kerîmesinde, tebdir ve tasarruf sâhibi, yardımcı:

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn: Allah hiç kimseye kaldırabileceğinin üstünde bir yük yüklemez. Her canın kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği fenalıklar da kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bundan dolayı bizi sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilerin üzerine yüklemiş olduğun gibi bizim üzerimize de ağır bir yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bizi güç yetiremiyeceğimiz bir şeyle yükümlü tutma! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize rahmet et! Sen bizim mevlamızsın (yar ve yardımcımızsın) kâfirler topluluğuna karşı bize yardımcı ol! (Bakara 2/286)

3. Sûre-i celîlenin (Âl-i İmrân) 150. âyet-i kerîmesinde, yardımcı ve dost:

بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ
Resim---Belillâhu mevlâkum, ve huve hayrun nâsırîn: Hayır, sizin mevlanız Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. (Âl-i İmrân 3/150)

6. Sûre-i celilenin (En'âm) 62. âyet-i kerimesinde tasarruf sâhibi:

ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ
Resim---Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakk(hakkı), e lâ lehul hukmu ve huve esraul hâsibîn: Sonra gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülürler. Haberiniz olsun; hüküm yalnızca O'nundur. Ve O, hesap görenlerin en süratli olanıdır.(En'âm 6/62)

8. Sûre-i celîlenin (Enfâl) 40. âyet-i kerîmesinde, dost ve yardımcı:

وَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَوْلاَكُمْ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim---Ve in tevellev fa'lemû ennallâhe mevlâkum, ni'mel mevlâ ve ni'men nasîr: Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlanızdır. O, ne güzel mevladır ve ne güzel yardımcıdır.(Enfâl 8/ 40)

9. Sûre-i celilenin (Tevbe) 51. âyet-i kerimesinde, yardımcı:

قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---Kul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ, huve mevlânâ, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn: De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe 9/51)

10. Sûre-i celilenin (Yûnus) 30. âyet-i kerimesinde tedbir ve tasarruf sâhibi:

هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَّا أَسْلَفَتْ وَرُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
Resim---Hunâlike teblû kullu nefsin mâ eslefet ve ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakkı ve dalle anhum mâ kânû yefterûn: İşte orada, her nefis önceden yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacak ve onlar asıl, gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar.(Yûnus 10/30)

22. Sûre-i celilenin (Hacc) 78. âyet-i kerimesinde dost:

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim---Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr: Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hacc 22/78)

47. sûre-i celilenin (MuhaMMed ) 11. âyet-i kerimesinde yardımcı:

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ
Resim---Zâlike bi ennallâhe mevlellezîne âmenû ve ennel kâfirîne lâ mevlâ lehum: İşte böyle; çünkü Allah, iman edenlerin velisidir; kafirlerin ise, velisi (gerçek dostu-mevlâsı) yoktur. (MuhaMMed 47/11)

66. Sûre-i celilenin (Tahrim) 2. ve 4. âyet-i kerimelerinde dost ve yardımcı anlamlarınadır; 4. âyet-i kerimede, Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem ), Allah’ın, Cebrâil'in ve mü'minlerin en temizinin yardımcı olduğu bildirilmededir ki bu da, Süyûti'nin "E'd-Dürr'ül- Mensûr" undaki, "Kenzü'l- Ummâl"deki, "Mecma'uz- Zevâid" deki hadislere nazaran Ebû-Tâlib oğlu Ali'dir. (Fazâilü'l- Hamse; 1, s. 271-272):

قَدْ فَرَضَ اللَّهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ أَيْمَانِكُمْ وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Kad faradallâhu lekum tehillete eymânikum, vallâhu mevlâkum, ve huvel alîmul hakîm: Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kıldı. Allah, sizin mevlanız (sahibiniz, yardımcınız)dır. O, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tahrim 66/2)

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
Resim---İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihul mû’minîn(mû’minîne), vel melâiketu ba’de zâlike zahîr: Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.(Tahrim 66/4)

4. Sûre-i celilenin (Nisâ) 33. âyet-i kerimesiyle:

وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا
Resim---Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terakel vâlidâni vel akrabûn(akrabûne). Vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum. İnnallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ: Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, her şeye şahid olandır. (Nisâ 4/33)

19. Sûre-i celilenin (Meryem ) 5. âyet-i kerimesinde, mirasçılar anlamına ve cerri sıygasıyla "mevâli" diye geçer.:

وَإِنِّي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِن وَرَائِي وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا
Resim---Ve innî hıftul mevâliye min verâî ve kânetimreetî âkıran feheb lî min ledunke veliyyâ: "Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et." (Meryem 19/5)

16. sûre-i celilenin (Nahl) 76. âyet-i kerimesinde, köle sâhibi anlamına "mevlâ".:

وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لاَ يَقْدِرُ عَلَىَ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لاَ يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayr(hayrin), hel yestevî huve ve men ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustakîm: Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?(Nahl 16/76)

22. sûre-i celilenin (Hacc) 13. âyet-i kerimesinde, müşriklerin, kendilerine sâhip sandıkları mevhum mâbudlar:

يَدْعُو لَمَن ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَّفْعِهِ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ
Resim---Yed’û le men darruhû akrabu min nef’ıh(nef’ıhî), le bi’sel mevlâ ve le bi’sel aşîr: (Ya da) Zararı, yararından daha yakın olana tapar; ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır. (Hacc 22/13)

33. Sûre-i celilenin (Ahzâb) 5. âyet-i kerimesinde gene cem' sıygasıyla ve köleler anlamına "mevali":

ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ: Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzâb 33/5)

44. Sûre-i celilenin (Duhan) 41. âyet-i kerimesinde dost anlamına "mevlâ" olarak geçmektedir:

يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَن مَّوْلًى شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ
Resim---Yevme lâ yugnî mevlen an mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn: O gün, bir dost dosttan herhangi bir şeyle yarar sağlayamaz. Ve onlara yardım edilmez. (Duhan 44/41)

Hadis-i şerifteki "mevlâ" yı, Rab anlamına almamıza imkân yoktur; İslâm dininde Rab, âlemlerin rabbi olan, şerîki, nazîri bulunmayan, noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Allahu Taâlâ'dır. Amıca, Amıca oğlu, oğul, kızkardeş oğlu, köle sâhibi, köle, ortak, komşu, arkadaş, ahiddaş, bir yere konaklayan, ihsân sâhibi, mirasçı gibi anlamlara alamayız. Efendi, seven, dost, yardımcı gibi anlamları iblâğ için, yâni, herhangi bir münâsebetle - ki bu münâsebet de hadisin vurüdunda yoktur - bir veyâ birkaç kişiye, rast-gele bir yerde söylenebilecek bir söz için o kadar kalabalıkta, o sıcakta, ileri gidenleri geriye döndürüp, geri kalanları çağırıp, minber kurdurup Ali'yi yanlarına alarak bütün sahâbeye göstermelerine hiç de lüzum yoktur; hele sahâbenin kutlaması, büsbütün anlamsızdır.
Hadîs-i Şerîf, 33. sûre-i celilenin (Ahzâb) 6. âyet-i kerimesinin meâlini:

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl kitâbi mestûra: Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır. (Ahzâb 33/6)

Yâni, Hz. Peygamber'in bütün inananlar üzerindeki vilâyetlerini, aynı sürenin 36. âyet-i kerimesinde beyân buyurulduğu gibi:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا
Resim---Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ: Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.(Ahzâb 33/36)

Allah ve Rasülü, bir işe hükmedince, erkek, kadın, hiçbir inananın, o işi dilediği gibi yapamayacağını hatırlatmaktadır ve 5. sûre-i celilenin Maide, 67. âyet-i kerimesinde emir buyurulanı, Ali'nin (aleyhi’s-selâm), mü'minlerin veliyy-i emri, emiri, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem ) vasıy ve hâlifesi olduğunu i'lân ve iblâğdır ancak. Nitekim bu olaydan sonra 5. sûre-i celilenin (Mâide), 3. âyet-i kerimesi "Bugün dininizi ikmâl ettim sizin; nimetimi tamamladım size; din olarak İslâm'ı seçip hoşnûd oldum, râzı oldum" nâzil olmuştur. (El-Murâcaât'a bk. 206-214):

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Resim---Yâ eyyuhâr resûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbike ve in lem tef’al fe mâ bellagte risâletehu vallâhu ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn: Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez. (Mâide 5/67)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

ÜÇÜNCÜBÖLÜM:

HZ. MUHAMMMED’in (sallallahu aleyhi ve sellem ) VEFÂTINDAN ALİ’nin(aleyhi’s-selâm) HİLAFETiNE KADAR:

Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem ), Vidâ' Haccından dönünce rahatsızlandı. Rebiulevvel ayının on ikinci Cumua (5.6.632), yahut Safer ayının yirmi sekizinci Pazartesi günü (25.5.632) vefât ettiler.
( Rebiulevvelin on ikinci günü. Pazartesi olarak da rivâyet edilmiştir.)
Hz. Peygamber'in vefâti duyulunca ashab perişan bir hâle düştü. Fakat yerine, din ve dünya hükümlerini, Kurân ve hadise göre icra ve ümmetin işlerini tedbir edecek olan zâtın geçmesi düşüncesi de derhal fıkirlere hâkim oldu. Peygamber'in hâlifeliği hususunda üç reiy belirdi:

Hâşimoğulları, Hz. Peygamber'in, kendilerinden olduğunu düşünerek, hâlifeliğin, ancak kendilerine ait bulunduğu fıkrini güttüler. Onlarca hâlifeliğe tabii namzet, Peygamber'in kardeşliği, amcasının oğlu, dâmadı ve torunlarının babası olan Hz. Ali'ydi. Ve esâsen Gadır-u Hum'da bu, Hz. Peygamber tarafından da bildirilmişti.

İkinci re'y, muhâcirlerin re'yi idi. Onlarca Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , Kureyş boyundan olduğu için Arap, hâlifesinin de o boydan olmasını ister, başka bir boyun hükmüne girmezdi.
Üçüncü re'y ise Ansarın re'yiydi. Onlarca Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) Medine'ye göçmüş ve Medineliler sâyesinde müslümanlık kurulmuştu. Hâlifelik de onların tabii hakkıydı.

Re'ylerdeki bu ihtilâf, Ansarın, Beni-Sâide sofasında toplarımaları üzerine çıkmıştı. Medineliler, bilhassa iki büyük boya mensuptu: Evs ve Hazrec. Bu iki boy arasında, Câhiliyye devrinde kavgalar olmuş, fakat Müslümanlıktan sonra bütün bunlar, unutulmuştu. Ancak şimdi, Ansar, gene ikiye bölünmüştü. Evs boyuna mensup olanlar, başları olan Hudayr oğlu Üseyd'in hâlife olmasını istiyorlar, buna karşılık hazrec boyuna mensup olanlar, Abâde oğlu Sa'd'in hâlifeliğini diliyorlardı. Sa'd, o sıralarda hastaydı. Sofaya yatak içinde getirmişlerdi. Gürültü, büyümek istidâdını gösteriyordu. Bu sırada Hz. Ebu-Bekr, Peygamber'in vefâtını duymuş. Yolda Ömerin, heyecanından kılıcını çekerek, kim MuhaMMed öldü derse onu öldürürüm. O ölmedi, Rabbinin yanına gitti, tekrar gelecek ve bütün müşrikleri kırmadıkça ölmeyecek dediğini duymuş, "Sen de öleceksin, onlar da ölecekler" meâlindeki âyeti okuyup hem onu, hem onun sözlerine kapılarıları teskin etmişti. Sonra da Hz. Peygamber'in evine gitmişti.


إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
Resim---İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.
(Zümer 39/30)

Mugıyra, Ansarın topluluğunu görünce önce Ömer'e koşup haber vermiş, Ömer, Hz. Peygamber'in evine gidip Ebû-Bekir'i alarak sofaya yönelmişlerdi. Yolda Ebu Ubeyde'yi de alarak Beni-Sâide sofasına geldiler. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in Kureyş boyundan olduğunu, Arab'ın, ancak bu boydan seçilecek birisinin hükmü altına gireceğini söyliyerek Ansan teskine çalıştılar. Ansardan Münzir oğlu Hubâb, bizden bir emir olsun, sizden bir emir dedi. Ömer, iki kılıç bir kına sığmaz dedi. Hubâb, ey Ansar, Arap kavmi sizin kılıçlarınızla Müslüman oldu, hakkınızı başkasına kaptırmayın diye bağırdı. Ömer, onu tekdir etti, o, sert cevap verdi. Ebu-Ubeyde, Ey Ansar dedi, ilk olarak bu dine siz yardım ettiniz, sakın ilk bozgunculuk eden de siz olmayasınız, dedi.

Zübeyr, Hz. Ali'nin hâlifeliğini istiyenlerdendi. Kılıcını çekmiş: “Ali'ye bey'at edilmedikçe kılıcımı kınına sokmam!” diye bağırıyordu. Ömer'in işâretiyle üstüne hücum ettiler, kılıcını alıp kırdılar. Hazrec boyundan Nu'man oğlu Sa'd'in oğlu Beşir: “Ey müslümanlar dedi, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) Kureş'tendir, kendi boyunun hâlife olması daha lâyıktır!” Hubâb: “Ey Beşir dedi, sen amcanın oğluna hased ediyorsun!” Beşir: “Vallahi değil dedi, yalnız bu kavmin hakkına tecavüz etmeyi câiz görmüyorum!”
Ebû-Bekr, bu gürültünün önünü almak için Ömer'le Ebu-Ubeyde'nin elini tutarak bu ikisinden birine bey'at edin dedi. Ömer, daha önce davranarak Ebu-Bekr'e bey'at etti, arkasından Ebû-Ubeyde de koştu, Sa'd'in oğlu Beşir'le Evs boyunun reisi Üseyd de bey'at edince bilhassa muhâcirlerle Evsliler koşa koşa bey'at ettiler, hattâ Ubâde oğlu Sa'd, az kalsın ezilecekti.

Ebû-Bekir'in hâlifeliğini kabûl etmiyenler olmuştu. Sa'd ibn-i Ubâde bunlardandı. Ömer, mutlaka Sa'dden bey'at alınmasını istemiş, fakat kays b. Sa'd: “O ölür de bey'at etmez, fakat oğulları, çoluğu çocuğu, soyu sopu da ölür, sonucu, Hazrec boyuyla Evs boyu arasında savaş kopar, elinize geçen şeyi bozmayın. O, bir kişiden ibâret, bırakın onu!”demiş, Ebû-Bekir, onun öğütünü kabûl etmişti. Sa'd, Şam ülkesindeki Havran'a gitmiş, orada öldürülmüştü. Cinler öldürdü diye bir rivâyet çıkmış, iş bu suretle kapanmıştı.
Zübeyr, Selmân, Mikdâd, Ammâr, Ebû-Zer gibi bâzı sahâbe, Hz. Ali'nin hâlife olmasını istiyorlardı; Gadîru Hum'da Hz. Peygamber'in, Allah’ı n emriyle Ali'nin vilâyetini iblâğı, onlarca reddedilemeyecek bir huccetti. Hâşimoğulları, Ali'nin hâlifeliğinde ısrâr ediyordu. Abbas da bu fıkirdeydi. Ebu-Süfyan'sa fırsatı ganımet biliyor, Medine'yi adamla doldurur, hakkını zorla alırım diye Ali'yi isyâna teşvik ediyordu. Ali, metanetini hiç bozmamış, yer yer dinden dönenlere ve türeyen yalancı peygamberlere karşı durmak ve Müslümanlığı yıkımdan kurtarmak icabettiğini anlamış, Ebû-Süfyan'ın teklifıni şiddetle reddetmişti.
Biz, müslümanların arasını açan, gönüller kıran, ayrılıklar yaratan, sonradan siyâsete de âlet olup dallanan, budaklanan bu hâdiseler hakkında tafsilât vermiyeceğiz. Tafsilât istiyenler, Taberi, İbn-i Kesir gibi tarih kitablarına, Nehcü'l-Belâga şerhine, Hadis kitablarına, İbn-i Kuteybe'nin "el-İmâmetü ve’s- Siyâse"sine baksınlar.
Sevdiğim, yanıp yakıldığım ulu Mevlânâ'm.


Mâ berây-ı vasl kerden âmedim
Ney berâ-yi fasl kerden âmedim,


Yâni;
"Biz birleştirmek, uzlaştırmak için geldik,
Ayırmak, araya ayrılık sokmak için değil"
buyurur; geçelim.


Ali, Hz. Fâtıma'nın vefâtına kadar, yâni Hz. Peygamber'in vefâtlarından yetmiş beş gün, yahut altı ay geçinceye dek Ebu-Bekr'e bey'at etmemiş, Hz. Fâtima'dan sonra bey'at ederek aradaki ayrılığı gidermiştir.
Ali'nin bu hareketi, Müslümanlığa bağlılığının ne derece üstün olduğunu gösterir.

Ali, üç hâlife zamanında savaşlara katılmamakla ve bir memüriyet kabul etmeyip tam bir inzivâ hayatı yaşamakla beraber iktizâ ettikçe fıkir yürütmüş, öğütler vermişti. Onlar da sırası geldikçe Ali'ye müracaat etmişlerdi. Nitekim Ömer, İran harbine gidip gitmemek hususunda Ali ile danışmıştı. Ali, Hz. Peygamber'in bütün savaşlara katıldığını, orduyu bizzat sevk ve idare ettiğini biliyordu. Fakat o vakit merkez çok yakındı, orduda Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in bulunması, büyük bir mânevi kuvvet sağlıyordu. Ordu bozulsa bile çeşitli ayrılıkların, aykınlıkların çıkması, nihâyet boy rekabetlerine dayanabilirdi, halbuki inanç, bu rekabetleri yıkmıştı. Şimdiyse merkez, savaş yerinden çok uzaktı. Mümessilinin merkezden ayrılması ortaya çeşitli reylerin çıkmasına sebep olabilirdi. Para ve dünyâ, artık gözlere tatlı görünmeye başlamıştı. Müslümanlığın ilk sadeliği, kaybolmak üzereydi.

Ali, bütün bu düşüncelerle Ömer'e dedi ki: "Müslümanlığa yardım etmek, yahut onu aşağılatmak, ne sayıca çoklukladır, ne azlıkla. İslâm, Allah’ı n meydana getirdiği bir dindir; Müslümanlar, Allah’ın hazırladığı ve yardım ettiği bir ordudur. Sonucu, nereye vardıysa vardı, nasıl meydana gelmesi gerekse geldi. Allah, vadini yerine getirir, ordusuna yardımcıdır, biz de onun vadini beklemekteyiz. Hükünı sâhibi ve emir, boncuk dizilen ipe benzer, boncukları toplar, bir araya getirir. İp koptu mu boncuklar dağılır, bir daha onları bir araya getirmeye imkân yoktur. Arap, bugün, görünüşte azlıktır ama Müslümanlık sâyesinde çokluktur, onlar, aynı inançta birleştiklerinden üstündür. Sen, değirmen taşının mili ol, savaş değirmenini onlarla döndür. Kendin gitmeden savaş ateşini onlarla alevlendir. Çünkü sen, bizzat burdan gittin mi, civardaki Araplar işi bozarlar, buyruktan çıkarlar, buraları korumak, ordaki savaştan daha çetin olur. Yarın, karşıdaki düşman, seni görünce der ki: “İşte Arapların kökü bu; onu yok ettiniz mi rahat edersiniz!”
Bu düşünce, seni yok etme hususunda hırslarım arttırır, tamahlarını ziyâdeleştirir.
O çoğunluğun Müslümanlarla savaşa geleceklerini söylüyorsun ya, hiç şüphe yok ki noksan, sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları aşağılatır, onun, dilemediğini gidermiye gücü yeter, Sayılarının çokluğunu söylüyorsun, biz, bundan önce sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık, ancak Allah yardımıyla savaştık da üst olduk"
(Nehc'ül-Belâga, Tehran, 1302, 1, s. 493-494. 22- Nehc'ül-Belâga, 1, s. 474-475)

Gene Ömer, Romalılarla harbe gitmek husûsünda Hz. Ali ile müşâverede bulunmuştu. Hz. Ali (aleyhi’s-selâm) demişti ki: "Bu din ehlinin sınırlarını korumayı va'd eden, düşmana görünmemesi gereken zayıflıklarını göstermemeyi tekeffül eyleyen Allah'a dayan; öyle bir mâbuddur o ki onlar sayıca azdı, üst olmalarına imkân yoktu; onlara yardım etti. Karşı durmaları mümkün değildi. Pek az kişiydi Müslümanlar, kâfirleri men'etti. Diridir Allah, ölümden münezzehtir. Düşmana bizzat gidersen alt oldun mu, Müslümanlara, o sınırlarda sığınacak yer kalmaz, senden başka dönüp gelecekleri makam yoktur, hâlbuki sen de bulunmazsan, sığınakları bulunmaz. Düşmana, tecrübeli bir kumandan gönder, onun maiyetinde savaş güçlüklerine katlanan ve buyruk tutan kişileri yolla. Allah onları üst ederse dilek yerine gelir; fakat iş aksı olursa sen, Müslümanların sığınacakları makam olursun; bir daha ordu toplayabilir, mağlûbiyetin acısını çıkarabilirsin." (Nehc'ül Belâga, 1, s. 523-524.)

Osman'ın hâlifeliği zamanında da ona öğütlerde bulunmuştu. Meselâ halkın şikâyeti üzerine Osman'ın yanına gitmiş, demişti ki: "Halk ardımda, beni, onlarla senin aranda elçi olarak gönderdiler. Fakat and olsun Allah'a, sana ne söyliyeceğimi bilmiyorum. Senin bilmediğini ben de bilmem, sana göstereceğim yoluysa sen de bilirsin, bilmediğimizi bilirsin, senden ileri bir makamda değiliz ki sana haber verelim, hiçbir hükümde yalnız değildik ki onu tutalım da sana bildirelim. Gördüğümüzü sen de gördün, ne duyduysak sen de duydun. Allah elçisiyle biz nasıl konuşup görüştüysek sen de konuşup görüştün. Ebû-Kuhâfe oğluyla (Ebû-Bekr) Hattâb oğlu (Ömer) doğrulukla harekete senden daha haklı değillerdi, çünkü sen yakınlık bakımından Rasûlullah'a onlardan da yakınsın, hattâ onların nâil olmadıkları bir şerefe nâil oldun, onun dâmâdısın. Kendine aci da Allah'tan kork. Allah'tan kork, çünkü kör değilsin ki gözünü açayım, bilgisiz değilsin ki öğreteyim. Zâten yollar apaçık, din alâmetleri besbelli meydanda. Bil ki Allah indinde kulların en üstünü, doğru yolu bulan ve halkı doğru yola hidâyet eden adâlet sâhibi imam (Emir)dir; bilinen güzel âdetleri yayar, bilinmeyen, sonradan çıkma kötülükleri yok eder. İyilikler apâşikârdır, alâmetleri var. Kötülükler de apâşikârdır, onların da nişâneleri var. Allah indinde halkın en kötüsü, sapıklığa düşen ve halkı doğru void an saptıran imamdır; kabûl edilmiş iyilikleri yok eder de terkedilmiş kötülükleri diriltir. Gerçekten de Tanrı Elçisinden duydum, Tanrı ona ve soyuna rahmetler etsin, diyordu ki: “Cevreden İmam, kıyâmet günü gelir, fakat yanında ne yardımcısı bulunur, ne bir özür getireni. Cehenneme atılır, değirmen gibi döner durur orda, sonra da tâ dibinde hapsedilir. “Allah'a and vererek söylüyorum, bu ümmetin öldürülecek imâmı olma. Çünkü demiştir ki: “Bu ümmette bir imam öldürülür de ondan sonra öldürülmek ve öldürmek işi kıyâmete dek sürer gider. Artık halka, işler şüpheli görünür, sınanmalar yapılır, doğruyla eğriyi görüp ayırd edemezler, dalgalanır dururlar, sıkıntılara uğrarlar. Bu kadar yaş yaşadıktan, gün gördükten sonra yağma edilerek ele geçirilmiş ve Mervan'ın elinde, düşmandan yağnıa edilen ve dilenen yere sürülüp götürülen deveye dönme".
Osman, bu öğütlere karşı, halka söyle de demişti, Onların gördükleri zulümleri bertaraf edinceyedek bana mühlet versinler.
Hz. Ali (aleyhi’s-selâm): “Medine'de olanlar için mühlet istemeğe hâcet yok; dışardakilere gelince onların mühleti oralara emrin varıncayadektir” buyurmuştu.
(Nehc'ül Belâga, 1, s. 523-524.)

Görülüyor ki Hz. Ali'nin nazarında hâlifelikten üstün tek bir şey vardı: "Müslümanlığın dağılmaması, Müslümanların ayrılığa düşmemesi."
O, bilhâssa buna çalışıyordu. Bunun için ne yapmak gerekse yapıyordu. İnandığı dinin yıkılmaması için elinden gelen ferâgatı, elinden gelen fedâkârlığı gösteriyordu.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in: "Ey insanlar, ben sizin aranizda iki şey bırakıyorum, onlara yapışırsanız benden sonra kesin olarak sapıklığa düşmezsiniz. Allah’ı n kitabı ki gökten yere uzatılmış bir iptir ve Soyum, Ehl-i Beytim. Bu ikisi, kıyâmete dek birbirinden ayrılmaz"

(Tirmizi ve Nesei, Hz. Câbir'den tahric etmişlerdir. Tirmizi biraz değişik olarak Arkam oğlu Zeyd'den de tahric eder. Kenz-ül-Ummâl'in 874. Hadisidir. Ahmed ibn-i Hanbel, iki yolla Sâbıt oğlu Zeyd'den tahric eder. Tabarâni'de ve diğer hadis kitablarmda da vardır.)

Resim---"Bu Ali Kur'an'ladır, Kur'an Ali ile, kıyâmete dek ikisi birbirinden ayrilmaz"
(İbn-i Hacer: Savâık'ül-Muhrika, bab. 9, fasıl 2, s. 57.)

Resim---"Ali bendendir, ben Ali'denim. Hakkımi ancak ben edâ edebilirim, yahut Ali edâ edebilir"
(İbn-i Mâce: Sünen, Bâbu Fazâil'üs-Sahâbe, cüz 1, 92. Tirmizi, Nesei ve Müsned'de de vardır.)

Bu gibi hadîsleri, hele evvelce arzettiğimiz Gadıru Hum'daki hadisi, hâlifeliğine bir nass telâkki ediyordu. Nitekim hâlifeliği zamanında, "Rasûlullah’ı n Gadîru Hum'da ne dediğini, onu gözüyle gören, kulağıyla duyan kalksın, Allah için söylesin", demişti. Aradan yirmibeş yıl geçmiş olduğu hâlde, içlerinde Bedir savaşında bulunan on iki kişi bulunduğu halde o mecliste bulunanlardan otuz sahabi ayağa kalkıp gadır hadisini söylemişlerdi. Yalnız Mâlik oğlu Enes'le iki kişi Vidâ haccında bulundukları ve dönüşte bu hadisi duydukları halde şehâdet etmemişler, halk da sonradan bunların âkıbetlerini, bu şehâdette bulunmayışlarına vermişlerdir.
(Bu hadis Müsned'de Alkam oğlu Zeyd'den tahric edilmiştir.)

Görülüyor ki bu bir inançtır. Ali, hâlifeliğin kendisine ait olduğunu iddiâ etmekle beraber Müslümanlığını tehlikeli durumunu görünce kanaatinde ancak Hz. Fâtima'nın vefâtına kadar ısrâr etmiş, onun hâtırını kırmamış, fakat Hz. Fâtima'nın vefâtından sonra Müslüman birliğini sağlamıştır.
Ebû-Bekr, hâlifeliği Ömer'e bırakmış, sahâbenin ileri gelenlerine bu yolda vasiyette bulunarak vefât etmişti.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

Ebû-Bekr'in hâlifeliğinde olduğu gibi Ömer'in hâlifeliğinde de ilk zamanlarda, bey'at etmiyenler olmuştu, Hz. Ali de bunların arasındaydı. Fakat pek az bir müddet sonra gene birlik te'min edilmişti.
Ömer vurulup hayattan ümidini kesince hâlifelik işini Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd ve Avf oğlu Abdürrahman'dan ibâret olan ve bu süretle altı kişiden meydana gelen bir şûraya bırakmıştı. Ebû-Talhat-al-Ansâri'yi çağırıp, ben gömülünce bunları bir eve topla, ansardan elli silâhlıyla kapıda dur bu işi acele bitirmelerini söyle; beşi birleşir, biri ayrı kalırsa boynunu vur; dördü birleşir, ikisi muhâlefet ederse ikisinin de kafasını kes; üçü birleşir, üçünün re'yi aykırı olursa Abdurrahman hangi taraftaysa o tarafa yardım et; diğer üçü, re'ylerinde ısrâr ederlerse onları öldür; üç gün içinde hiçbir iş yapmazlarsa altısını da kes; işi Müslümanlara bırak, kendilerine içlerinden birini emir tâyin etsinler demişti.

Gene bu sıralarda, bu altı kişilik şûrayı tâyin etmeden önce Ali'ye, yâ Ali demişti, hâlife olursan Hâşim oğullarını ümmetin başına musallat etme. Sonra Osman'a dönüp: “Yâ Osman demişti, hâlife olursan Ümeyye oğullarını halkın başına getirme. Getirirsen onlar halka zulmederler, halk da ayaklanır, seni öldürür. Emin ol, sen onlara bu işi yaparsan onlar da sana bu işi yaparlar.”
Bir rivâyete göre şûraya tâyin edilen Talha, Medine'de değildi. Hakem olarak tâyin edilen Avf oğlu Abdürrahman'ın Osman'la yakınlığı vardı. Kanrısı, Osman’ın ana tarafından kız kardeşiydi. Ebû-Vakkas oğlu Sa'd da Osman ile akraba idi, anası, Abdi Şems oğlu Ümeyye oğlu Süfyân'ın kızıydı. Aynı zamanda bu zat, Zühre oğulları boyuna mensuptu. Ali, savaşlarda bu boya mensup bir çok büyük kişileri öldürmüştü. Bu bakımdan Ali'ye taraftar değildi. Zübeyr, bir yandan, Ali'ye taraftarlık etmekle beraber bir yandan da aleyhinde bulunur ve hâlifeliğe kendisinin tâyinini isterdi.

Bütün bu sebeplerle Abbas, Ali'ye Şûraya girmemesini söylemişti. Fakat girmemek, muhâlefette bulunmak olacaktı, Ömer'in emriyse kesindi.
Hâsılı Ömer'in defninden sonra Ebû-Talha, Şürâ erkânını topladı. Kendisi de silâhlı erlerle kapıyı çevirdi. Abdurrahman: “içinizden hanginiz, kendisini hâlifelikten azleder, hâlife olmak istemeyeniniz var mı?” dedi. Kimse bu soruyu cevaplandırmadı. Kendisi: “Önce ben, kendimi hâlifelikten azlediyorum” dedi. Ondan sonra Ali'ye dönüp: “yâ Ali dedi, hâlife olunca Allah’ı n buyruğuna uyup Rasûlullah’ı n sünnetine tâbi olarak senden önceki iki hâlifenin tuttuğu yolu tutacak mısın?”
Ali: "Allah’ın emrine, Peygamber'in sünnetine uyacağım!" dedi. Abdurrahman, üç kere bu soruyu sordu, üçünde de aynı cevâbı aldı. Bundan sonra Osman'a dönüp aynı soruyu üç kere sordu, üçünde de: “evet, Allah emrine, Peygamber sünnetine uyup ilk iki hâlifenin yolunu tutacağım!” cevâbını aldı. Bunun üzerine Abdurrahman: “Boynumdaki yükü Osman'ın boynuna yüklüyorum!” deyip ona bey'at etti.
Abdurrahman, sonradan Osman zamanındaki kargaşalıklar yüzünden ona gücenmiş, hattâ bir defâsında, yanına bir adam göndererek ona şu sözleri söylemesini emretmişti: "Ne diye halkın başına seni getirdim, bilmem ki? Bende öyle meziyetler vardı ki sende yoktu. Ben Bedir savaşında bulundum, sen bulunmadın. Ben Rıdvan bey'atinde bulundum, sen yoktun. Ben Uhud savaşında sabrettim, sen kaçtın."
Osman, bu sözlere cevâben adama: “Ona söyle demişti, Rasûlullah’ın kızı hastaydı, kendisi beni gönderdi, onun için Bedir savaşında yoktum. Fakat Peygamber, beni de o savaşta bulunanlarla beraber saydı, sizi ne gibi ecirlerle müjdelediyse beni de müjdeledi. Size ganîmetlerden ne kadar pay ayırıp verdiyse, bana da ayınp verdi. Râzılık bey'atinde bulunmayışımın sebebi, beni, Haccetmeye izin almak için Mekke'ye göndermişti. Orda hapsettiler beni. Rıdvan bey'atinde Rasûlullah, “sol elim, Osman'ın sağ elinden hayırlıdır” deyip sol elini sağ elinin üstüne koydu, “bu da Osman'ın adına bey'attir” buyurdu. Rasûlullah’ın eli mi hayırlıdır acaba, yoksa onun eli mi? Uhud'daki hareketime gelince, Allah beni ve emsâlimi affetti, bu hususta âyetler indi. Acaba Abdurrahman, günahlarının affedildiğini biliyor mu?”
Osman, bir yapı yaptırıp halka yemek verdiği sırada Abdürrahman'ı da dâvet etmişti. Abdurrahman orda da ileri-geri söylenmiş, hattâ senin bey'atinden Allah'a sığınırım demişti. Abdürrahman'ın hastalığında Osman, hâl-hâtır sormaya gitmişti, fakat Abdurrahman onunla konuşmadı.
(Şerhu Nehc'ül-Belâga, 1, 39. Al-Tecrid'us-Sarih'a da bakmız, Mısır, 1323,2, s. 58.)

Osman, Hicretin yirmi üçüncü yılı sonlarında hâlifelik makamına gelmişti. Ömer'in dediği gibi bütün vâlilikleri akrabasından ve boyundan adamlara vermeye başladı. Otuzuncu yılda, Ömer'in zamanından beri Şam vâliliğinde bulunmuş ve orda büyük bir nüfuz elde etmiş olan Muâviye, Hz. Peygamber'in pek sevdiği Ebû-Zer'den şikâyet etmiş ve Medine'ye alınmasını reca eylemişti. Muâviye'ye göre Ebû-Zerr, halkı Osman'ın aleyhine teşvik ediyordu.
Ebû-Zerr, Hz. Peygamber'in vefâtından sonra Selmân, Mikdâd, Ammâr ve diğer bâzı kişilerle berâber Ali'nin hâlife olmasını istiyenlerdendi. Bu yüzden Ümeyye oğullarının düşmanlığını kazanmıştı.
Hz. Peygamber, bu zâtın karakterini anlatırken "Gök yüzünde de, yer yüzünde de Ebû-Zerr'den daha doğru sözlü kimse yoktur" buyurmuştu.
(Al-Câmi'üs-Sağıyr, 2, s.121. "Mâ azallat...")

Ebû-Zerr, Muâviye'nin hazine yapmasının, mal toplarımasının aleyhinde bulunuyordu. Muâviye, onu ilzâm etmek için adamıyla bin altın göndermişti. Ebû-Zerr, o gece uykusunu terkederek altınları, yoksullara dağıtmıştı. Muâviye'nin adamı, ertesi sabah gelip ben yanlışlıkla sana vermişim, paraları geri ver deyince Ebu-Zerr: “Ben onların hepsini dağıttım, efendine söyle, bana üç gün mühlet versin de tedâriki çâresine bakayım!” diye haber göndermişti. Muâviye, bu tecrübeden sonra Ebû-Zerr'in sözüyle özünün bir olduğunu görerek sürülmesinden başka çâre bulamamış, Osman'a yazmıştı.
Osman, Ebû-Zerr'in Medine'ye gönderilmesini emretmiş, onun üzerine Muâviye, O'nu, bir deveye bindirerek beş sürücüyle medine'ye göndermişti. Ebû-Zerr, Medine'de de idârenin aleyhinde bulunması üzerine Medine'ye üç mil mesâfede bulunan Rebeze Karyesine sürüldü.
Hz. Ali, Hasan ve Huseyn'le beraber kendisini uğurlarken buyurdu ki: "Ey Ebâ-Zerr, sen onlara Allah için kızdın, Allah'tan ümidini kesme. Şüphe yok ki kavim, dünyâları için senden korktu, sense dinin için onlardan korktun. Senin yüzünden korkup çekindikleri şeyi bırak onlara; onlardan korkup esirgediğin şeyle kanâat et. Senin onlardan men'ettiğin şeye onlar ne kadar muhtaçsa sen de onların men'ettiklerine karşı o kadar müstağnisin. Yakında kârlı kimdir, hangi taraf daha üstündür, o hasedçilerce belli olur; anlarlar, bilirler. Allah çekinen kula yerler, gökler kapalı olsa, gene bir halâs çâresi ihsân eder. Sen, ancak Allâh'a güven, doğrulukta bulun, bâtıldan başka hiçbir şeyden nefret etme. Eğer dünyâlarını kabûl etseydin elbette seni severlerdi; dünyâlarından pay almayı isteseydin elbette senden emin olurlardı."
(Nehc'ül-Belâga, 1, 467 - 468, MuhaMMed Abduh şerhi, 3. basım, s.266.)

Bu hâl, Osman hakkında epeyce dedikoduya sebep oldu. Otuz üçüncü yılda, Kûfe vâlisi bulunan Said İbn'il-As, Kûfe'nin ileri gelenlerine karşı, “Irak, Kureyş'in tarlasıdır” diye bir söz sarfetti. Mecliste bulunan Mâlik'ül-Eşter, bu söze gücenip,: “kılıçlarımızla aldığımız Irak ülkesini, kendinin ve kaviminin tarlası mı sanıyorsun!” diyerek sert sözler söyledi. Araya giren Abdürrahman'ı dövdü.
Kûfe eşrafı ile Vâli'nin arası tamamıyla açılmıştı. As oğlu Said, bunun üzerine içlerinde Mâlik'in de bulunduğu kûfe eşrâfını Şam'a sürmesi için hâlifelik makamından emir aldı.
Eşraf Şam'a gelince Muâviye, bunları ağırladı, ihsanlarda bulundu.: “Müslümanlık, Kureyş boyunun kuvvetiyle kuruldu, Araplar, bu sâyede diğer milletlerden üst oldular; onları hor görmeyin, bu doğru değildir. Kureyş, size demir bir sınırdır, bundan dolayı ona uymanız, muhâlefete kalkışıp belâya uğramamanız gerektir” dedi.
İçlerinden Sa'saa: “bu boy, hiçbir zaman bizden üstün değildi ki onunla bizi korkutuyorsun. Söylediğin sınır ortadan kalktı mı iş bize düşer” dedi. İş bir dereceye geldi ki günün birinde Sa'saa, Muâviye'ye: “Müslümanlıkta senden kıdemlisi var, senden liyâkatlisi var. Önce haksız olarak sâhip olduğun makamı bırak da sonra bize öğüt ver!” dedi ve Kûfelilerin birkaçı Muâviye'ye hücûm edip sakalından tuttu. Bunun üzerine Muâviye, mes'eleyi Osman'a yazdı ve emriyle onları Humus'a sürdü.
Vâlilerin zulmü çoğalmakta, halkın sabrı tükenmekteydi. Hele bir yerin emiri, yoldan geçerken çavuşların halka: "Savulun" diye hakaret ederek yol açmaları pek ağır geliyor, bilhâssa Medineliler, bundan pek güceniyorlardı.
Otuz dördüncü yılda Şam'dan Muâviye, Mısır'dan Ebi-Serh oğlu Sa'd oğlu Abdullah, Kûfe'den As oğlu Said, Basra'dan Amir oğlu Abdullah, Medine'ye geldiler. Medine'de bir vâliler toplarıtısı oldu. Bu toplarıtıya As oğlu Amr'ı da aldılar.
Amir oğlu Abdullah: “halkı savaşa sürmeli; bu sûretle dedikodunun önü alınır, kimse birşey düşünemez, birşey söyleyemez!” dedi. Sa'd oğlu Abdullah: “mal-mülk vererek halkı susturmalı” diye re'yini bildirdi. Muâviye: “ileri gelenleri, vâlilerin mes'üliyet ve kefâleti altında bulundurmak sûretiyle işin önüne geçmenin mümkün olabileceğini” söyledi. Yalnız As oğlu Amr, vâliler azledilmedikçe isyanın önüne geçilemiyeceğini bildirdi.

Osman, halkı savaşa sürmek hakkında verilen re'yi kabûl etti, halkı bölük bölük savaşa sürmelerini emrederek, vâlileri, bulundukları yere yolladı. Fakat Kûfe'de isyan, başlamak üzereydi. As oğlu Said'in vâliliğini istemediler. Said geriye döndü ve Medine'ye geldi. İllerin ahvâlini teftiş etmek üzere bâzı kimseler gönderildi. Bunlar ahvâli anlayıp geri gelince umumi hoşnutsuzluk olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine vâlilerin, Hac mevsiminde Mekke'de toplanması emredildi.
Bu sıralarda Medineliler, Hz. Ali'ye gelip yolsuzlukları bir bir anlattılar. Hz. Ali, kalkıp Osman'ın yanına gitti. Ahvâli anlattı, işin sonunun kötü olacağını söyledi. Osman: “Yâ Ali dedi, halk da, biliyorum, senin dediğini diyor. Fakat sen benim yerimde olsaydın ben seni kınamazdım. Biliyorsun ki Ömer, yakınlığı yüzünden Mugıyra'yı vâli yapmıştı. Ben de meselâ Amir oğlunu, akrabam olduğundan vâli yaptım, niçin beni kınıyorsun?”
Ali: “Ömer vâli yaptığının kulağını iyice burar, aleyhinde bir şey söylenirse çağırır, soruşturur, doğruysa cezalandırırdı. Sen bunu yapmıyorsun, akrabana karşı zayıfsın!” dedi. Osman: “Bilmiyor musun ki dedi, Muâviye'yi Ömer vâli yaptı.”
Ali: “Evet dedi, biliyorum; fakat Muâviye, Ömer'den öylesine korkardı ki kölesi bile ondan öyle korkmazdı. Şimdiyse Muâviye, Osman'ın buyruğuyla diye birçok yolsuz işler yapıyor, sen de onları düzeltmiyorsun!”
Ali, bu sözleri söyleyip gittikten sonra Osman, Mescide geldi, Minbere çıktı: “Ey insanlar dedi, herşeyin bir derdi, bir âfeti vardır, bu ümmetin âfeti de kınayan, ayıplayan kişilerdir. Ömer'in yaptıklarını kabûl ediyorsunuz, beni ayıplıyorsunuz. Fakat o başınıza bastı, ona itâat ettiniz. Ben mülâyim davrandım, sizi omuzuma aldım, size karşı, elimi dilimi korudum, siz de cür'et buldunuz. And olsun Tanrı'ya, topluluğum daha üstündür, yardımcılarım daha çoktur; geliniz dedim mi gelirler, benimle uğraşmayın, vâlilerimi kınamayın!”
Mervan, aşağıdan kalkıp şiddetli bir lisanla söze karıştı. Osman: “Sus, söyleme demedim mi sana!” diye onu tekdir edip susturdu, minberden inip evine gitti. Osman’ın bu sözleri, hele Mervan'ın hareketi, halkı büsbütün gücendirdi.

Osman, her tarafa mektuplar göndererek: “Medinelilerden haber aldım, vâliler, halka zulüm ediyorlarmış, Hac mevsiminde hepsini çağırdım. Kimin dâvası varsa gelsin. Benden ve me’murlarımdan hakkını alsın!” dedi.
Hac mevsiminde vâliler Mekke'ye geldiler. Osman da hacca gitti. Onlarla görüştü. Hepsi de söylenen sözlerin aslı olmadığını bildirdi. Fakat çâre bulmak husûsunda re'yleri birbirini tutmadı. Osman: “Sözlerinizi duydum dedi, her işin girilecek bir kapısı var. Kapalı kapı galiba açılacak, bu ümmet hakkında da korkuları şeyler meydana çıkacak. Tanrı sınırlarını aşmıyalım da o kapı açılınca kimsenin aleyhinde söyleyecek bir sözü olmasın. Fitne değirmeni dönüyor, Osman onu döndürmeden ölürse ne mutlu. Allah da bilir ki ben, halkın hakkında ne hayırlıysa onu aramada kusur etmedim. Halkı yatıştırın, halklarını verin!”
Hactan sonra vâlilerle Medine'ye dönen Osman, Ali ile Talha ve Zübeyr'i çağırdı. Muâviye de yanındaydı, Muâviye: “Siz Hz. Peygamber'in sahâbesisiniz, halkın hayırlılarısınız. Osman’ı bu makama siz getirdiniz. Görüyorsunuz ki ihtiyarladı, ömrü az kaldı. Bu işe sizden başka kimse tamah etmez, bekleyin sonunu, hem de çok beklemezsiniz!” gibi sözler söyledi. Ali, bu sözlere gücenip Muâviye'yi tekdir etti, o da karşılık vermeye kalkıştı.
Osman: “Durun dedi, size ahvâlimi anlatayım. Benden önceki iki arkadaşım, Allah uğrunda nefislerine zulmettiler, akrabalarına bir şey vermediler. Hâlbuki Hz. Peygamber, akrabasını görür gözetirdi. Ben de kavmimi, ayalleri çok, geçimleri az olduğundan korudum. Eğer bu iş hatâ ise söyleyin!” dedi. Onlar: “Evet dediler fılâna şu kadar bin, Mervan'a bu kadar bin verdin!” Osman: “Bu paraları onlardan geri alırım” dedi. Ali ve arkadaşları, bu sözden memnun olarak çıkıp gittiler.
Muâviye: “Bu işleri hoş görmüyorum, benimle berâber gel, seni Şam'a götüreyim” dediyse de Osman: “Rasûlullah'ın civârını hiçbir şeye değişmem!” deyip bunu kabûl etmedi.
Muâviye: “Öyleyse, dedi, seni korumak üzere Medine'ye asker göndereyim!.” Osman bunu da kabûl etmedi ve: “Hz. Peygamber'in komşularına baskı yapamam!” dedi.
Bunun üzerine Muâviye: “Mutlaka sana kıyarlar!” dedi. Osman da: “Tanrı'ya dayandım, O yeter bana ve O ne de güzel bir vekildir!” diye sözü kesti.
Kûfe eşrafı Humus'tan memleketlerine gitmişlerdi. Ordan Haccetmek için yola çıktılar. Mısır ve Basra halkı da Hac için hareket etmişti. Mısırlılardan, Kûfelilerden, Basralılardan yedişer, sekizer yüz kişi birleşerek Medine civârına ulaşmıştı. Mısırlılar, Hz. Ali'nin, Basralılar, Talha'nın, Kûfeliler Zübeyr'in hâlifeliğini istiyorlardı. Ancak üç bölük de Osman'ın aleyhindeydi.
İçlerinden iki kişi ayırıp Medine'ye yolladılar. Gelenler, Ali, Talha ve Zübeyr'le görüştüler: “Hacc için ve bâzı vâlileri azlettirmeyi reca etmek üzere geldik!” deyip Medine'ye girmek için izin istediler. Hz. Ali, Talha ve Zübeyr izin vermediler. Onlar da dönüp gittiler.

Hz. Ali, Medine'yi korumak için Medine dışında Ahcâr'uz-Zeyt denen yerde bir ordu tertip etmiş, kendisi de kılıcını kuşanarak oraya gitmişti.
Mısırlılar tarafından gönderilenler, bu ordugâhta Hz. Ali'yi bulmuşlar, kendisine hâlifeliği teklif etmişler, fakat Hz. Ali tarafindan şiddetle reddedilmişlerdi. Basralılar Talha'ya, Kûfeliler Zübeyr'e aynı teklifi yapmışlar, aynı sûrette reddedilmişlerdi.
Bunlar, yerlerine çekilip gidince Medineliler, topluluk dağılmıştır ümidiyle dönüp Medine'ye geldiler. Hâlbuki onlar, bir müddet sonra kol kol yürüyüp tekbir getirerek Medine'ye girdiler, Osman'ın evini kuşattılar. Bir yandan da “silâha sarılmayanlara birşey yapmıyacağız” diye tellâllar bağırttılar. Osman'ın araya koyduğu kişilerin sözlerini dinlemediler.

Cuma günü Osman, mescidde taşlandı ve bayıldı. Ebû-Vakkas oğlu Sa'd, Sâbit oğlu Zeyd ve Ebû-Hüreyre, bâzı kimselerle beraber savaşa niyetlendilerse de Osman onları men'etti ve evlerine gönderdi.
Osman, evine gidince Ali, Talha'yla Zübeyr'i alıp Osman'ın yanına gitti. Yanında Mervan vardı. Mervan, Hz. Ali'yi görünce: “Bu işi başımıza sen getirdin, bizi berbad ettin. Murâdına erersen and olsun Tanrıya, bütün dünyâ aleyhine döner!” diye söylendi. Bu sözü duyan Ali, Talha ve Zübeyr, gücenerek evden çıktılar. Ubeydullah oğlu Talha da Osman'a gidip şiddetli sözler söyledi ve vâlilerin azlini istedi. Aişe de, Osman'a bu hususta haber göndermişti.
Gene bu sıralarda Mervan, kapı önünde toplananlar tahkir ederek halkı büsbütün galeyana getirmişti. Bâzıları gene Ali'ye başvurunca: “Ne yapayım, bilmem buyurmuştu, evime kapansam beni terkettin, Hakka riâyet etmedin der, gidip söylesem kabûl eder, fakat Mervan gelir, benim sözümü tutturmaz, onu başka yere sevkeder!”
Sonra kalkıp Osman’ın yanına gitmiş, gene öğütler vermişti. Hattâ zevcesi Nâile bile, halk arasında Mervan'ın nüfûzu yoktur, Ali'yi râzı et, bu gaaileden seni ancak o kurtarır demişti.
Halk, artık Osman’ı namaz kıldırmak için Mescide de çıkarmamaya başlamıştı. Halka kim namaz kıldıracak diye Ali'ye başvurmuşlar, Hz. Ali, Hâlid ibn-i Zeyd'e söyleyin, o namaz kıldırsın buyurmuştu. Bu sûretle birkaç gün Hz. Ebû-Eyyûb'ül-Ansâri namaz kıldırmıştı. Bir rivâyette bayram namazına kadar Hz. Ali'nin emriyle Huneyf oğlu Sehl'ül-Ansarı namaz kıldırmış, bayram namazını Hz. Ali kılmıştı. Bayramdan sonra da gene Hz. Ali namaz kıldırmaktaydı.

Nihâyet gene halk Hz. Ali'ye başvurmuş, Osman da ona haber göndermişti. Hz. Ali, muhâcirlerle ansardan otuz kişi alıp gelenlerle görüştü. Onlar da vâliler azledildiği takdirde dağılıp gideceklerini söylediler. Osman da bunu kabûl etti. Mısır'a Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'i tâyin etti. Halk dağılıp yola düştü.
Mısırlılar, Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'le beraber memleketlerine giderlerken siyahî bir adamın ayrı yoldan aceleyle Mısır'a doğru gitmekte olduğunu gördüler. Şüphelenip bu adamı durdurdular. nereye gittiğini ve kim olduğunu sordular. Adam Mısır'a gitmekte olduğunu söyledi. Gâh “Mervan'ın kölesiyim” dedi, gâh “Osman’ın kölesiyim” dedi. Mısırlılardan biri, Osman’ın kölesi olduğunu tanıdı. Üstünü aradılar. Birşey bulamadılar. Hâlbuki “Mısır vâlisine mektup götürüyorum” demiş. MuhaMMed: “Vâli benim!” deyince de: “Sana değil, eski vâliye götürüyorum!” gibi lâflar etmişti. Nihâyet yanındaki matraya baktılar. İçi bomboştu. Matarayı yarınca içinden bir kâğıt çıktı. Mühürünü açtılar. İçinde: “Vâli gelince hemen öldürün!” meâlinde bir yazı vardı.
Bunu gören halk ve MuhaMMed, fenâ halde kızıp gerisin geri Medine'ye döndüler. Medineliler de bunu duyunca hiddetlendiler. Osman, yeminle te'min ederek kendisinin bu işten haberi olmadığını bildirdi. Bu kâğıdı, Mervan'ın yazdığı anlaşıldı. Hz. Ali, Mervan'ı azlederek halka teslim etmesini Osman'a tavsiye etti. Fakat Osman, ne Hz. Ali'nin sözünü tutup Mervan'ı teslim etti, ne de halkın istediği gibi hâlifelik makamından çekildi.

Halk Osman'ın sarayını kuşatmıştı. Talha oğlu MuhaMMed, Zübeyr oğlu Abdullah, sahâbeden bâzı kimseler, halkın içeriye girmemesi için kapıyı korumaktaydılar.
Osman, dama çıkarak öğütler vermiş, Hz. Ali de ayaklanan halkı tekdir etmişse de bunların hiçbir faydası görülmemişti. Asiler, içeri su taşıyanlara bile mâni olmaya başlamışlardı. Yalnız Hz. Peygamber'in bâzı zevceleriyle Hz. Ali ve ashabtan birkaç kişi, içeriye üç kırba su götürebilmişlerdi.
Bu sırada Talha'nın, Mısır eşrafından biriyle görüşmesi âsilere, onun da kendileriyle aynı fikirde bulunduğu düşüncesini vermiş, saraya saldırmışlardı. O sırada kapıda bulunan Mervan yaralanmıştı.

Evi kuşatanlar, işi bir an önce bitirmek için bitişik eve girip evin duvarını delmeye koyulmuşlardı. Onlar bu işle uğraşırken bir kısmı da kapıyı zorluyor, bu sûretle kapıda bulunanları oyalıyordu.
Nihâyet duvar delinmişti. İçeriye girenlerden Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'e Kur’ân okumakta olan Osman: “Baban bu hâlini görseydi ne derdi?” demiş, bu söz üzerine MuhaMMed, dışarı çıkmıştı. Fakat içeri girenlerden Gafıkıy, başına bir demir vurarak yere düşürmüş, Kinâne de hançerle şehid etmişti. Bu sırada zevcesi Nâile, zevcine çekilen bir kılıcı eliyle kavramış, iki parmağı kesilip düşmüştü.
Osman, Hicretin otuz beşinci yılı zilhıccesinin on sekizinci ve muhasaranın dokuzuncu pazar günü öldürmüştür. (17-6-656).

Hz. Ali, olayı duyar duymaz saraya koşmuş, sarayı kuşatanlarla kapıyı koruyanları şiddetle tekdir etmişti. Fakat âsiler, artık gemi azıya almışlardı. Osman'ın defnine bile müsâade etmiyorlardı.
Ölümünün tam yedinci Cumartesi günü yatsı vakti İmâm Hasan, Mut'im oğlu Cübeyr, Huzeyfe oğlu Ebû Cihm, Zübeyr oğlu Abdurrahman, Hazzam oğlu Hakim gizlice cenâzeyi alıp evvelce satın alarak Bâki Mezarlığına kattığı yere gömdüler..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ'NİN (aleyhi’s-selâm) HALİFELİĞİ:

Hâlifelik makamı yedi gün boş kaldı. Söz ayağa düştü. Mısırlılar Hz. Ali'yi, Basralılar Talha'yı, Kûfeliler ise Zubeyr'i istiyorlardı. Her bölük, istediği kişiye ısrarla mürâcaat ediyor, fakat her üçü de hâlifeliği kabûl etmiyordu.

Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'le Ömer oğlu Abdullah'a da mürâcaat etmişler, fakat hâlifeliği kabûl ettirememişlerdi. Ümeyye oğulları ve Mervan ise ortada görünmüyorlardı, hepsi de Şam'a kaçmışlardı.
Muhâcirlerle Ansardan bir bölük halk Hz. Ali'nin yanına gittiler. İçlerinde Talha'yla Zübeyr de vardı. Halka mutlaka bir imâm lâzım dediler. Hz. Ali, size ben imâm olmayı istemiyorum, kimi seçerseniz râzıyım dedi. Senden başka hiçbir kimseyi istemeyiz diye ısrâr ettiler. Birkaç kere gelip gittiler.
Son gelişlerinde: "bugün dediler, bu işe senden daha lâyık ve müstahak hiçbir kimse yok. Müslümanlıkta en eski ve Rasûlullah'a en yakın olan sensin!"
Hz. Ali: “bırakın beni!” buyurdu, “benim vezir olmam, emir olmamdan hayırlıdır!”
“Hayır, imkânı yok!.” dediler.
Bunun üzerine: “iyi amma, ben ancak Müslümanların râzılığıyla bunu kabûl ederim; bey'atin Mescidde olması gerek!.” dedi.

Bir rivâyette halk, Ali'ye başvurup: “Müslümanlığın başına gelenleri görüyorsun, elini uzat, sana bey'at edelim” dediler. Ali: "beni bırakın, başkasını arayın. Önümüze öylesine bir iş çıkacak ki akıllar almaz, gönüller dayanmaz renkleri var!" buyurdu. “Allah aşkına yâ Ali, düştüğümüz derdi görmüyor musun? Müslümanlık ne hâlde, görmüyor musun? Fitne nasıl dalgalandı, görmüyor musun?” dediler.
Hz. Ali, bu daimi ısrar karşısında zorla hâlifeliği kabûl etti, ertesi günü Mescidde bey'at edilmesi kararlaştırıldı.
Talha'yla Zübeyr ortada yoktu. Onlar olmadıkça da bey'at tamam sayılmayabilirdi. Bu bakımdan bir miktar askerle Hakim ibn-i Cebele'yi Zübeyr'e, Eşter'i de Talha'ya gönderip her ikisini de getirttiler.
Zilhıccenin yirmi beşinci günü (24-6-656) sahâbe Mescidde toplandı. Hz Ali minbere çıkıp dedi ki:"Dün bir kararla ayrılmıştık, ben de istemiyerek söz vermiştim. Siz bana bey'atte ısrar etmiştiniz. Bu iş sizin hakkınızdır, kimsenin onda hakkı yoktur."
Mesciddekiler: “Biz, dünkü kararımızda sâbitiz!” deyince Hz. Ali: "Yâ Rabbi, şâhid ol!" buyurdu. İlk bey'at eden Talha idi. Ondan sonra Ansâr, onlardan sonra da halk bey'at etti. Talha'nın, Uhud savaşında aldığı yara yüzünden eli çolak kalmıştı. Ebû-Zübeyb oğlu Habib, önce onun bey'at ettiğini görünce bunu hayra yormamış: “İlk bey'at eden el çolak, bu iş tamamlanmaz!” demişti.
Talha'yla Zübeyr'den sonra Mâlik'ül-Eşter bey'at etmişti. Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'e, Hz. Ali: “Bey'at et!” demiş, o da: “Halk bey'at etsin, ben de ederim!” demişti. Hz. Ali: “Peki buyurmuştu, “bu hususta seni zorlamam.”
Ömer'in oğlu Abdullah'a bey'at teklif edildiği zaman o da aynı sözü söylemiş, Ali: “Buna dair bir kefil göster” deyince de “gösteremem” demişti. Eşter: “Bırak beni ey inananların emiri de şunun boynunu vurayım!” deyince Hz. Ali: “Dokunma, ona ben kefilim!” buyurmuştu.

Hz. Ali'ye Bey'at Etmiyenler Şunlardı:
Sâbit oğlu Hassan, Mâlik oğlu Kâ'b, Muhalled oğlu Mesleme, Ebû-Said'ül -Hudri, Mesleme oğlu Muhammed, Beşir oğlu Nu'mân, Sâbit oğlu Zeyd, Ebû-Vakkas oğlu Sa'd, Ömer oğlu Abdullah, Sinan oğlu Suhayb, Hadic oğlu Râfı Vakş oğlu Seleme, Ubeyd oğlu Fudâle, Urve oğlu Kâ'b, Zeyd oğlu Üsâme, Selâm oğlu Abdullah, Maz'ûn oğlu kudâme, Mugıyra, Vehbân, Ebû-Mes'ûd'ül-Ansâri.

Bunların bey'at etmemelerinin sebebi, Ali'yi hâlifeliğe lâyık görmemeleri değildi. Ancak öyle karışık bir zamanda hiçbir tarafa uymayıp tarafsız kalmayı daha doğru bulmalarıydı. Zâten bunların bir kısmı, sonradan bey'at etmiş, etmeyenler arasında yaptığına nâdim olup eseflenenler çıkmıştı. Hz. Ali, bunlar hakkında: "Hakka katılmadılar, bâtıla da yardım etmediler!" buyurmuştu.
Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra Mâlik'ül-Eşter, ayağa kalkmış, yüksek bir sesle: "Ey insanlar demişti, bu, vâsilerin vâsisi, peygamberlere ait bilgilerin vârisi, pek büyük şeylerle sınanmış, zahmet ve meşakkatlere katlanmış bir zâttır. Tanrı kitâbı, imânına şehâdet eder, Tanrı elçisi, Rızvan cennetiyle onu müjdeler. Üstünlükler, onda olgunlaşmış, toplanmıştır; ilk Müslüman oluşunda ve bilgisinde sonra gelenlerin de bir şüphesi yoktur, evvel gelenlerin de!"
(MuhaMMed Rıza-1-Hakim: Mâlık'ül-Eşter, Tehran, 1365-1946, s. 52.)

Bey'at tamam olduktan sonra Hz. Ali, kalkıp Tanrı'yı övmüş, şu hutbeyi okumuştu:
"Gerçekten ulu ve üstün Allah, doğru yolu gösteren bir kitab indirmiştir; o kitabta hayrı, şerri apaçık bildirmiştir. Hayrı yapın, şerri bırakın. Noksan sıfatlardan ari olan Allah’ın farzlarını yerine getirin de cennete müstahak olun. Şüphe yok ki Allah, harâm olan şeyleri, kötü olduğundan harâm etmiş, bu süretle bütün Müslümanlara, bir üstünlük vermiş, Müslümanların haklarını doğru özlü, doğru sözlü olmak ve Allah'ı bir bilmekle kuvvetlendirmiştir. Bil ki Müslüman; elinden, dilinden, öbür Müslümanların emin oldukları kişidir; ancak haklı oldıığu taktirde bir Müslümana, başka bir Müslümanın kanı helâldir. Şüphe yok, cehennem önünüzde, kıyâmet de yakın. Allah'a ulaşacaksınız. Çekinin Allah'tan, şehirlerinde kötülük etmeyin, kullarına fenâhkta bulunmayın ey Allah kulları. Gerçekten de siz yeryüzündeki alanlardan, hattâ hayvanlardan bile sorumlusunuz. Allah'a itâat edin, ona isyan etmeyin. Hayrı gördünüz mü, kabûl edin, şerri gördünüz mü, terkedin. Anın hâlinizi, yeryüzünde bir vakitler zayıf bir haldeydiniz, azlıktınız, Allah size bu yüceliği, bu çoğunluğu verdi."
(Seyyid Muhsin Eminü'd-din'ül-Huseyni: A'yâriüş-Şia, 3, 2. kısım, 1366 - 1974, Damaşk, s. 141.)

Hz. Ali, hâlifeliğinin ikinci günü bir hutbe okuyup buyurduki:
"Bilin, duyun, Osman’ın şuna-buna bağışladığı topraklarla şuna-buna verdiği malların hepsi de beyt'ül-mâle (devlet hazinesi) âittir; çünkü hakkı hiçbir şey bozamaz. Hattâ aldığı kadınlarla temellük ettiği câriyelerden bulduğumu ehillerine veririm; zirâ adâletle iş yapamayan kişi zulümle hiç yapamaz."
(Nehc'ül-Belâga, 1, s. 51 - 52, A'yân'üş-Şia, s. 103.)

Osman, Ümeyye oğullarıyla kendi adamlarına haraç alınan yerlerden birçok yerler vermiş, paraca da birçok ihsanlarda bulunmuştu. Ali, bunların hepsini beyt'ül-mâle aldı ve hiç kimseyi üst tutmaksızın beyt'ül-mâlde ne varsa halka dağıttı.
Hz. Ali'ye bey'at etmiyenlerden Beşir oğlu Nu'man, Osman'ın kanlı gömleğiyle Nâile'nin kesilen iki parmağını alıp gizlice Şam'a kaçmış, bunları Muâviye'ye teslim etmişti. Muâviyye, bunları minbere astırmış, bu süretle halkı tahrike başlamıştı.
Bir rivâyete göre Nu'man'la beraber Ümmü Habibe Şam'a gitmiş, kardeşi Muâviye'ye sığınmıştı. Ümeyyeoğullarının kimisi Mekke'ye, kimisi Şam'a kaçmıştı.
Hz. Ali'ye, şehirlerden en önce Kûfe tâbi olmuş, pek az bir müddet içinde Şam'dan başka bütün Müslüman ülkesi ona uymuştu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

FİTNE BAŞLIYOR:

Hz. Ali, evine gider gitmez Talha'yla Zübeyr, yanına gelip Osman'ı öldürenler hakkında derhal kısas hükmünün yerine getirilmesini istediler. Yanlarında sahâbeden bâzıları da vardı. Hz. Ali: “Kardeşler dedi, bildiğinizi ben de biliyorum, fakat bizim, üzerlerine âmir olamadığımız, aksine onların bize hükmettiği bir kavme karşı ne yapabiliriz?”
Hz. Ali'nin bu sözünü tasdıyk etmekle beraber yanından çıkınca aleyhine sözler söylemeye koyuldular.
Gerçekten de Osman'ın kaatili hakkındaki iddiâ, mücerret sözde kalıyordu, yâni zevcesi Nâile, tek şâhitti, bu yüzden herhangi bir kimse hakkında şer'i hüküm icrâ edilemezdi. Kaatil hakkındaki rivâyetler ise muhtelifti. Kısas için hükmün istikrarı ve sükûnun avdeti şarttı.
Aişe, bu yıl hacca gitmişti. Orda Osman'ın öldürüldüğünü duyunca, Tanrı onu uzaklaştırsın, bu, kendisine, kendi eliyle hazırladığı cezadır. Tanrı, kullarına zulmetmez, dedi. Sonra acele Medine yolunu tuttu. Talha'nın hâlife olduğunu sanmıştı. Sırf denen ve mekke'den üç millik bir konak olan yere ulaşınca Ebû-Seleme oğlu Ubeyd'e rastladı. “Ne var, ne yok!” diye sordu.
Ubeyd, cevap vermiyerek ağlamaya başladı. Aişe: “Vay sana dedi, olan iş lehimizde mi, aleyhimizde mi?”
Ubeyd'in dili dolanmıştı, ancak: “Bilemeyiz!” dedi, “Osman öldürüldü, sekiz gün kaldı!” Yâni demek istiyordu ki sekiz gün sonra Ali'ye bey'at edildi.
Aişe sordu: “Sonra ne yaptılar?”
Ubeyd: “Medineliler toplandılar, hepsi de Ebû-Tâlib oğlu Ali'ye bey'at ettiler!” dedi.
Aişe göğe ve yere işaret ederek: “Keşke dedi şu, buraya düşseydi de bu iş olmasaydı. And olsun Tanrı'ya, Osman zulümle öldürüldü; vallahi kanını istiyeceğim!”
Hâlbuki Hz. Ayişe, Osman hayattayken en fazla aleyhinde bulunanlardandı, ona diğer muârızları gibi "na'sel" adını verenlerdendi.
Na’sel: Erkek sırtları anlamına geldiği gibi uzun sakallı anlamına da gelir. Osman'ın sakalı uzun olduğu için muârızları ona bu adı vermişlerdi. Kaamus tercümesinde bu maddeye bakınız.
Bu sözü duyan Ubeyd, şaşırarak şu şiiri inşâd etti:
"Bu iş senden başladı, seninle bu hale geldi. Yel de senden esti. Yağmur da senden yağdı. İmamın öldürülmesini sen emrettin; bize. Yoldan çıktı dedin. Onu öldürme hususunda biz sana uyduk..."
(Al-Kâmil, 3, s. 80)

Hz. Ayişe, derhal Mekke'ye döndü. Zübeyr'in oğlu Abdullah da Medine'den çıkıp Mekke'ye giderek ona ulaştı. Abdullah, ayni zamanda Talha'yla Zübeyr'in mektuplarını da getirmişti. Bu iki mektupta, halka, Osman’ın kanının istenmesi hususunda emir vermesi recâ ediliyordu.
Hz. Ayişe, halkı toplayıp dedi ki: “Şehirlerden bir bölük halk toplanıp Medine'ye gelmişler, Medineliler de onlara uyup Osman'ı mazlûm olarak öldürmüşler. Bu sûretle şimdiye kadar görülmemiş şeyler olmuş, harâm olan bir kan dökülmüş, hürmeti vâcib olan şehirde, hürmeti vâcib olan ayda olmuş bu iş, harâm olarak mallar alınmış. And olsun Tanrı'ya ben bu işin ardını arayacağım. Kalkın, onun kanını isteyin!”
Mekke'de Osman’ın vâlisi bulunan Amir oğlu Abdullah, bu sözleri duyunca ayağa kalkıp: “İlk olarak onun kanını ben istiyeceğim!” dedi.
Ümeyye oğullarıyla o vakit Mekke'de bulunan Mervan da bunlara uydu. As oğlu Said'le Velid ve Yemen'den gelen Munye oğlu Ya'la da bunlara katıldı.
Talha'yla Zübeyr, Hz. Ali'den Kufe ve Basra Vâliliklerini istediler, Hz. Ali, her ikisinin de bey'atteki tereddüdünü düşünüp Medine'de oturmalarını istedi. Bunun üzerine umre etmek bahânesini ortaya atarak Mekke'ye gittiler.
Her ikisi de Mekke'de Hz. Ayişe'yle buluştular. Diğerleri de toplandı. Nereye gidip nasıl işe girişeceklerini konuşmaya başladılar. Bâzıları “Şam'a gidelim!” dediler. Amir oğlu Abdullah, orada Muâviye'nin nüfuzlu bulunduğunu, hâlbuki Basra'da kendinin etbâ'ı olduğu gibi
113
Basralılardan Talha'ya bir çok taraftar toplıyabileceğini söyledi.
As oğlu Said: “Bu adam sizi Basra'ya çağırıyor ama kendisi oradan, kaçak bir kul gibi kaçıp buraya sığındı. Hâlbuki Basralılar, Ali'ye bey'at ettiler. Öyle olduğu halde size mal ve adam bulacağını vaadediyor. Mal bulabilir belki, fakat adam bulacağını aklım kesmiyor!” dedi.
Mervan, Talha'yla Zübeyr'e: “Ne diye Ali nasıl halktan bey'at istediyse siz de istemiyorsunuz? Eğer size uyarlarsa, o vakit işe girişirsiniz, uymazlarsa ne yapacağınızı düşünürsünüz!” dedi. Talha, halk Ali'ye bey'at etti ve bu bey'at umumî oldu, biz nasıl bozabiliriz dedi. Zübeyr de buna benzer sözler söyledi. Mervan: “Siz Basra'ya gitmek istiyorsunuz, bense Şam'a gitmek isterim. Yalnız, bir tehlike ânında sizinle berâberim!” dedi.
“Peki!” dediler, askeri nasıl hazırlıyacağız?”
Ya'lâ: “Bende altı yüz bin dirhem ve altı yüz deve var; bunları bu yolda sarf ederim!” dedi. Amir oğlu, kendisinde de bir hayli mal olduğunu bildirdi.
Ayişe, ordu hazırlanırken Hz. Peygamber'in zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme'yi de kandırıp kendisine eş etmek fıkrine düştü. Yanına gidip: “Ey Ebâ Ümeyye kızı dedi, sen, Hz. Peygamber'in zevcelerinden ilk hicret edensin, mü'minler analarının en büyüğüsün, Cebrâil, senin evine çok inmiştir!”
Ümmü Seleme: “Bu sözlerden maksadın ne?” diye sordu. Ayişe: “Zübeyr oğlu Abdullah'tan duydum, kavim, Osman'a tevbe teklif etmiş. Tevbe ettikten sonra da hürmeti vâcib olan bir ayda, oruçlu olduğu halde onu öldürmüş. Şimdi ben bu yüzden Talha ve Zübeyr'le beraber Basra'ya gitmeyi kararlaştırdım, onun kanını dileyeceğim. Umarım ki Allah, bu işi bizim vâsıtamızla düzgün bir hâle koyar!” dedi.
Hz. Ümmü Seleme, bu sözleri duyunca şaşırdı: “Daha dün dedi, Osman hakkında en kötü sözleri söyleyen, ona erkek sırtları adını takan, bu addan başka bir adla adını anmayan, halkı, onu öldürmeye teşvik eden sen değil miydin? Şüphe yok ki sen de Rasûlullah indinde Ebû-Tâlib Oğlu'nun derecesini bilirsin. Fakat gene de ben sana bâzı şeyler hatırlatayım.”
Hz. Ayişe: “Peki buyur!” dedi, Hz. Ümmü Seleme: “Hatırlıyor musun, dedi, bir gün Rasûlullah, Ali ile gizli konuşmadaydı. Konuşmaları uzun sürünce sen müdâhale etmek istedin. Ben men'ettim, sen de dinlemedin; yanlarına gittin. Sonra ağlaya ağlaya çıktın. Sebebini sordum, dedin ki: “Ali'ye: “Yâ Ali, Rasûlullah ile dokuz günde ancak bir gün buluşabiliyorum. O bir güne de sen mi mâni olacaksın!” dedim. Rasûlullah, yüzü kızarıp hiddetlenerek bana: "Dön git, and olsun Allah'a, O'na Ehl-i Beytimden, yahut başkalarından kim buğzederse imandan çıkar!” buyurdu.”
Hz. Ayişe: “Evet hatırlıyorum!” dedi.
Ümmü Seleme: “Gene hatırlıyor musun dedi, seninle ben, -Tanrı ona da, soyuna da rahmet etsin,- Rasûlullah ile berâberdik. Sen Hazret-i Peygamber'in başını yıkıyordun, ben yemek pişiriyordum. Başını kaldırdı da: “Bilseydim keşke buyurdu hanginiz, saçı gür deveye binecek de Hav'eb köpekleri ona ürecek?” buyurunca Ben: “Tanrı'ya, Rasûlüne sığınırım!” dedim. O, eliyle senin sırtına vurdu da: "Sakın sen olma!" buyurdu. Sonra bana döndü: “Ey Ebâ-Ümeyye kızı! Sakın sen olma." buyurdu. Sonra gene sana döndü: " Hümeyrâ-Ey kırmızı benizli kadıncık! Ben sana söyledim, korkuttum, tebliğ ettim." Buyurdu.
Hz. Ayişe: “Evet, bunu da hatırlıyorum!” dedi.
Hav'eb: Basra'ya yakın bir kaynaktır.

Hz. Ümmü Seleme, Ayişe'ye daha bâzı şeyler hatırlattıktan sonra: “Artık bunları bildikten sonra gene de ona karşı çıkacak mısın?” buyurdu.
Hz. Ayişe: “Ben, bu hareketimle ancak insanların arasını bulmak ve Tanri izniyle ecre nâil olmak istiyorum!” dedi.
Ümmü Seleme: “Kadınlar bu işe me’mur olamazlar. Tanrı, senden, benden bu işi almıştır !” buyurdu.
Ayişe, onun yanından çıktıktan sonra bir aralık yaptığına pişman oldu, böyle bir işe girişmiyeceğini halka bildirdi. Fakat Zübeyr oğlu Abdullah, hemen yanına gidip: “Ne yapıyorsun ona dedi, bu iş, ancak seninle düzene girer!”
Bunun üzerine tekrar döndü, Basra'ya gitmeye karar verdi. Hattâ Ömer'in kızı Hz. Hafsa'ya da müracaat ederek kandırdı, fakat kardeşi Abdullah, onun gitmesine mâni oldu.
Halka tellâllarla: “Mü'minler anası, Talha ve Zübeyr, Basra'ya hareket ediyorlar; Müslümanlığı yüceltmek isteyen onlarla gelsin!” diye hareketlerini bildirdiler. Muneyye oğlu Ya'la Hz. Ayişe'yi, seksen dinâra satın aldığı Asker adlı bir deveye bindirdi. Yola çıktılar, onlara üç bin kişi katılmıştı. Osman’ın oğulları Eban'la Velid de içlerindeydi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ, İLK İŞ OLARAK VÂLİLERİ DEGİŞTİRİYOR:

Hz. Ali, Hicretin otuz altıncı yılında her yere vâliler tâyin etti. Huneyf oğlu Osman'ı Basra'ya, Şihâb oğlu Ammâre'yi Küfe'ye, Abbas oğlu Übeydullah’ı Yemen'e, Sa'd ibn-i Ebû-Ubâde oğlu Kays'ı Mısır'a, Huneyf oğlu Sehl'i Şam'a, Mıhnef oğlu Süleym'i Isfahan ve Hemedân'a vâli yapıp gönderdi.
Sehl, Tebük'e varınca bir orduyla karşılaştı. “Sen kimsin?” dediler. “Vâliyim!” dedi. “Nerenin vâlisisin?” diye sordular. “Şam Ülkesinin” dedi. “Eğer dediler, Osman yolladıysa ne âlâ, buyur; fakat başkası gönderdiyse dön geri!.”
Sehl, ordan geri dönüp Medine'ye geldi, bu işi Ali'ye haber verdi. Sa'd oğlu Kays da Mısır'a varınca Mısırlıların bir kısmı ona tâbi oldu, bir kısmı olmadı. Kays, bunu bir mektupla Hz. Ali'ye bildirdi. Huneyf oğlu Osman, Basra'ya girdi. Basralıların bir kısmı, Vâliliğini kabul etti, bir kısmı “Medineliler ne yaparlarsa biz de onu yaparız; hele biraz bekleyelim” dedi. Ammâre, yolda, Osman'ın kanını almak için ayaklanmış olan Tulayha'ya rastladı, geri döndürdü. O da dönüp Medine'ye geldi, olayı Hz. Ali'ye bildirdi. Abbasoğlu Übeydullah, Yemen'e girince Osman'ın vâlisi olan Munye oğlu Ya'lâ, hazinede ne kadar mal varsa toplayıp Mekke'ye gitti.
Hz. Ali Sebret'ül-Cüheni ile Müâviye'ye bir mektup gönderdi, mektup şuydu:
"Allah kulu Mü'minler Emiri Ali'den Ebû-Süf yân oğlu Muâviye'ye.
Gerçekten sen de bilirsin ki Osman'ın öldürülmesinde benim hiç bir ilişkim olmadığı gibi ona karşı hiçbir kötülükte de bulunmadım; nihâyet olan oldu, biten bitti. Söz uzun, bahsedildikçe de uzar. Geçen geçti, olacak oldu. Sen de sana uyanlarla beraber bana bey'at et!"

(Vakıdî, Nehc-ül-Belâga, 2, s. 370.)


Sebre, bu mektubu Şam'a götürüp Muâviye'ye verdi. Muâviye, mektuba cevâb vermedikten başka Sebre'yi gâh vaadlerle oyalamaya, gâh tehditlerle korkutmaya başlamış, üç ay bu sûretle vakit kazanmıştı. Üç ay sonra Kubaysa(*) adlı birisiyle üstünde: "Tanrı kulu Muâviye'den Ali'ye" yazılı bir tomar göndermiş, bu zâta söyliyeceği sözleri de belletmişti.
Kubaysa, Medine'ye gelip Hz. Ali'nin huzuruna çıkmış, tomarı ters tutarak vermişti. Tomar açılınca içinde hiçbir yazı olmadığı görüldü.
“Şam ne halde?” diye sorulunca: “Bana aman veriyor musun?” dedi. Hz. Ali: "Elçiye zevâl yoktur!" buyurunca dedi ki: “Şamlılardan altmış bin kişi, Osman'ın kanlı gömleği altında kısas istemek için yemin ettiler!”
Hz. Ali: “Osman’ın kanını benden mi istiyorlar?” diye sorunca, “evet” dedi. Hz. Ali: "Tanrım dedi, sen de bilirsin ki benim Osman’ın kanıyla hiçbir ilişkim yok."
Gerçekten de Şamlılar, Osman'ı öldürenlerle savaşıp onun öcünü almadıkça yataklarında yatmamaya, hattâ şer'i zaruret olmadıkça suya dokunmamaya yemin etmişlerdi.
(Üsd'ül-Gaabe, 3, 110.)

(*) Kubaysa, sonradan Hz. Ali tarafına geçmiş, Basra'da Ziyâd tarafından tutularak Şam'a gönderilmişti. Muaviye'ye buna ve iki arkadaşına, Hz. Ali'ye sövmelerini, hakkında kötü sözler söylemelerini, ancak bu suretle kurtulabileceklerini söylemiş, fakat bunlar, Ali'nin sevgisinde sebât ettikleri ve hakkında kötü sözler söylemedikleri için şehid edilmişlerdi.
(İbn-i Haldun’dan).

Muâviye, bu zâtla beraber Hz. Ali'nin gönderdiği Sebre'yi de Medine'ye yollamıştı. Şam Vâlisinin hilesi anlaşıldı, Hz. Ali, Kubaysa'ya Şam'a gitmek için izin verdi. Bâzı kimseler elçiyi dövmek istedilerse de mâni oldu.
Muâviye, Talha'yla Zübeyr'in, Osman’ın kanını almak için ayaklandıklarını duyup Zübeyr'e bir mektup göndererek üst olmalar, temennisinde bulunmuş ve “her hususta ben de sizinle beraberim” demişti. Zübeyr, mektubu alınca pek sevinmiş, Talhay'a da göstermişti.
Hz. Ali hâlife olunca Mugiyra, kendisine gelerek: “Muâviye'yi ve diğer vâlileri hemen azletme; onları me’muriyetlerinde bırak. Sana bey'at etsinler, ortalık yatışsın, ondan sonra dilersen azledersin” demiş, fakat Hz. Ali, onun sözünü dinlememişti. Abbâs oğlu Abdullah, Mugıyra'nın Hz. Ali ile konuştuğunu görünce Mugıyra gittikten sonra: “Ne diyor bu adam?” diye Hz. Ali'ye sormuştu. Hz. Ali: “Dün geldi, Osman’ın tâyin ettiği vâlileri azletme, bey'at etsinler, sonra dilersen azledersin” dedi. Ben kabûl etmedim; Bugün gelmiş, bana hak veriyor !”dedi.
Abbas oğlu: “Mugıyra'nın dünkü sözü doğru” dedi, “bugünkü sözü hiyle ve nifâk. Muâviye ve diğer Ümeyye oğulları, dünyâ ehlidir. Onları yerlerinde bırakırsan memnun olurlar, azledersen Şam ve Irak halkını aleyhine kışkırtırlar. Hattâ ben Talha'yla Zübeyr'den de emin değilim. Muâviye'yi yerinde bırak, bey'at etsin, sonra onu ordan söküp atmayı ben taahhüd ediyorum” dedi.
Hz. Ali, bir an düşündükten sonra: “Zamanımda, zulmeden birisinin, ümmetin başında bir an bile bulunmasına râzı olamam." Buyurdu.
Hz. Ali doğruydu, doğruluğun tâ kendisiydi, ancak böyle hareket edebilirdi. Eğer o da öbürleri gibi desiseye, hileye sapsaydı faziletle reziletin, doğrulukla hilenin, adâletle zulmün ne farkı kalırdı?
Hicretin otuz beşinci yılı sonlarında, yahut otuz altıncı yılı başlarında, Ali'nin çok sevdiği Selmân'ül-Fârisi vefât etmişti.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , "cennet, Ali'ye, Ammâr'a ve Selmân'a müştaktır" demiş, "Selmân bizden, Ehl-i Beyttendir" diye kadrini yüceltmişti. Gene "Rabbim Ali'yi? Ebû-Zerr'i, Mikdâd'ı ve Selmân'ı sevmemi emretti, aynı zamanda kendisinin de bunları sevdiğini haber verdi" buyurmuştu.

Kendisi İran'da yetişmiş, Zerdüşt dinindeyken Hristiyan olmuş, bir râhibe hizmet etmiş, ahir zaman Peygamberinin dinini yaymaya başladığını o râhibden duymuş, köleyim diye kendisini sattırmış, Medine'ye bu sûretle gelebilmişti.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) onu satın alıp âzâd etmişti. Osman zamanında Medâyin vâlisi olmuştu. Orada vefât etti.

(İbnu Abd'ül-Birr: Al-İstiâb fi Ma'rifef il-Ashâb, Haydarâbâd, 1319, 2, s. 571 -573.)
Otuz altıncı yılda, Peygamber'in sır sâhibi diye anıları Yemân oğlu Huzeyfe de vefât etti. Ansardan olan Huzeyfe, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in kendisine münafıkları ve ilerde olacak fitneleri haber verdiğini söylerdi. Ömer, Huzeyfe, birisinin namazını kılmazsa kılmazdı.
Uhud savaşında bulunmuştu. İran'da ordu kumandanı olan Mukarrin oğlu Nu'man şehid olunca sancağı Huzeyfe almış, Hemedân, Rey ve Dinever şehirleri, onun tarafından fethedilmişti.
Ömer, bir gün Huzeyfe'ye: “Tâyin ettiğim vâliler içinde münâfık var mı?” diye sormuş, o da: “Bir adam var!” demişti.
Hz. Huzeyfe, Osman'ın şehâdetinden kırk gün sonra vefât etmiş, oğullarına, Hz. Ali'den ayrılmamalarını vasiyyet etmişti. Oğulları Safvan ve Said, Hz. Ali'ye tâbi olmuşlar, Sıffın savaşında şehid düşmüşlerdir.

(Al-İstiâb, 2, s. 105-106)

NOt:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cennet üç kişiye müştaktır-hasretini çeker; Aliyyül-Murtâza, Ammâr bin Yâser ve Selmân-ı Fârisî.” buyurmuştur.
(İbni Sa'd, Tabakât, 4/85)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Selmân minnâ, ve min ehli beytin - Selmân bizdendir, ehli beyttendir.” Buyurmuştur.
(İbni Sad, Tabakat, 4/83; İbni Hişam, Siyret, 3/78)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

KÜÇÜK CEMEL SAVAŞI:

Hz. Ayişe'yle Talha ve Zübeyr, kendilerine uyanlarla beraber Mekke'den çıkmışlardı. Fakat içlerinden hiç biri, kumandan mevkiinde değildi. Bu topluluk, âdeta bir başıbozuk alayıydı.
Mekke'den çıktıkları zaman Mervan ezan okumuş, sonra Talha'yla Zübeyr'in yanına gidip “imamlığı hanginiz yapacak?” demişti. Zübeyr'in oğlu Abdullah “Babam!” demişti. Talha'nın oğlu MuhaMMed: “Hayır, benim babam!” demişti.
Hz. Ayişe bunu duyunca: “Aramıza ayrılık mı düşüreceksin? Namazı, kız kardeşimin oğlu, yâni Zübeyr oğlu Abdullah kıldırsın!” diyerek nifâkın önünü almıştı. Bu hâli gören Abdullah oğlu Muâz: “Vallâhi, biz üst olsak bile birbirimizle savaşa kalkarız. Çünkü emirliği ne Talha, ne Zübeyr'e verir, ne de Zübeyr onu bırakır!” demişti.

Yolda As oğlu Said, Mervan'la görüştükten sonra ona ve Ümeyye oğullarına: “Öcünüzü bırakıp nereye gidiyorsunuz, önce Ayişe'yi, Talha'yı, Zübeyr'i öldürün, ondan sonra ne yapacaksanız yapınız!” demişti. Onlar da: “Umarız, Osman'ın bütün kaatillerini öldürürüz!” demişlerdi.
As oğlu Said, bundan sonra Talha ve Zübeyr'le konuştu: “Üst olunca hanginiz başa geçecek?” dedi. Onlar: “Halk hangimizi isterse o!” dediler. Said: “Siz , Osman’ın kanını dâva ediyorsunuz, bunun için ortaya çıktınız; bu bakımdan başa da Osman’ın oğullarından birini geçirmelisiniz!” dedi.
Talha ve Zübeyr, bu sözü duyunca: “Muhacirlerin ihtiyarlarını bırakıp yetimleri mi başa geçireceğiz?” dediler. Mugıyra: “Yapılacak iş, Said'in dediğidir!” dedi. Söz uzadı, Said ve Mugıyra kızıp topluluktan ayrıldılar.

Hz. Ali, bu sıralarda doğrudan doğruya Muâviye'nin üzerine gitmek için hazırlanıyordu. Ordusunun sağ koluna Abbas oğlu Abdullah'ı, sol koluna Ebû-Seleme oğlu Amr'ı tâyin etmiş, Ebû-Ubeydet-ibn'il-Cerrâh'in erkek kardeşinin oğlu Ebû Leylâ'yı öncü yapmış, sancağı da oğlu MuhaMMed ibn Hânefıyye'ye vermişti. Medine'de Abbas oğlu Kusem'i bırakıyordu. Mekke'ye de Abbas oğlu Tammam'ı tâyin etmişti. Aynı zamanda halkı Şam seferine dâvet etmek üzere Mısır vâlisi Sa'd oğlu Kays'a ve Basra vâlisi Huneyf oğlu Osman'la Küfe Emiri Ebû-Müsa'l-Eş'ari'ye de mektub gönderdi.
Medine'de, halkı mescide dâvet etmiş, şu hutbeyi okumuştu: "Şüphe yok ki yüce ve Ulu Allah, halkı doğru yola götürmek için söyleyen bir kitabla, açık ve bozulmaz bir emirlerle Peygamber göndermiştir. Bundan dolayı helâk olan, ancak helâke müstahak olandır. Sonradan çıkan, dine aykırı olan, yahut şüpheli bulunan şeyler, insanı helâk eden şeylerdir; ancak Allah'ın koruduğu kişiler bunlardan korunur, kurtulur. Allah’ı n hüküm ve kudretindedir işinizin doğruluğu, düzenliği. Gönül rızâsıyla, zorla değil, dileyerek o hükme itâat edin.
Yoksa Allah hüküm ve kudretini sizden alırsa, Müslümanlığın hâkimiyetini kaybederseniz, artık bu kudret ve hükünı, ebediyyen elinize geçmez. Topluluğunuzu bozup ayırmak isteyen bu kavme yürüyün, umulur ki Allah ülkelerdeki bozukluğu sizinle düzene sokar!."
(Tabarî Tarihi).

Medinelilerin bir kısmı, Müslümanlarla savaştan çekiniyordu. Onlarca, kıble ehliyle savaşmak câiz değildi.
Mâlik'ül-Eşter bunu duyunca Hz. Ali'nin yanına gitti ve: “Ey Mü'minler Emiri dedi, biz Mühâcirlerden ve Ansardan değiliz ama iyilikte, imanda onlara tâbi olanlardanız. Sana edilen bey'at, umumîdir. Bundan dönen kınanır, kötü bir iş işlemiş sayılır. Senin maiyyetinde savaşa gitmek, bizden ziyâde onlara düşer. Böyle olduğu halde sana karşı duracak bir durum yarattılar. Savaşa gitmezlerse onları hapsederek te’dib et!"dedi.
Hz. Ali: “Yâ Mâlik! Bu, onların re'yi, bununla beraber gene de onları çağır, bir görüşeyim!” dedi.
Mâlik, savaşa katılmak istemeyenleri çağırdı. Hepsi, Hz. Ali'nin huzurunda toplandı. Hz. Ali, Ayişe, Talha ve Zübeyr'in isyanlarını duymuş, onların üzerine gitmeye karar vermişti. Gelenlere sordu: “Ebû-Bekr'e, yahut Ömer'e, yahut Osman'a bey'at ettikten sonra bu bey'atten dönenlerle savaşmak helâl midir?”
“Evet!” dediler. “Pekâlâ, o halde nasıl oluyor da bana bey'at ettiğiniz halde emrime uymuyor, dönenlerle savaşa gitmiyorsunuz?” dedi.
“Ey Mü'minler Emiri! Biz: “sen yanlış hareket ettin!” demiyoruz. Sana bey'at ettikten sonra onu bozanlarla savaşmak helâl değildir fikrini de gütmüyoruz. Biz ancak namaz kılanlarla savaşmanın câiz olup olmadığında şüpheliyiz!” dediler.
Mâlik, bu söz üzerine kızdı, onlara ağır sözler söyledi. Hz. Ali'nin evinden çıkıp gitti.
Bir müddet sonra Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays, Mâlik'i bulup: “Ey Mâlik, çok acelecisin, tez kızıyorsun. Sabretmek edebe riâyet şartlarındandır!.” Dedi. Onu bu çeşit sözlerle teskin edip Muhacirlerle Ansardan bir toplulukla Hz. Ali'nin yanına geldi.
Hz. Ali ordusuyla Medine'den yola çıktı. Ayişe'ye, Basra'ya varmadan yetişmek, geri çevirmek, bu sûretle büyük bir savaşın önüne geçmek istiyordu. Rebeze'ye varılınca Ayişe'nin Basra'ya vardığını haber aldı. Ali, orda kaldı, Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'le Ca'fer oğlu MuhaMMed'i Kûfe'ye gönderdi.
Kûfe'de vâli, Osman zamanındaki vâli Ebû-Müsa'l-Eş'ari'ydi. Ona, Hz. Ayişe'nin isyanın bildiren, üzerine bir ordu gönderilmesini emreden bir mektub da göndermişti.
Ebû-Mûsâ, bu emri alınca mescide gitti, halkı topladı, minbere çıktı, Müslümanlarla savaşmanın doğru olmadığına dâir bir hutbe okudu. İki MuhaMMed, bu hâl karşısında dondular. Basra'yla Medine arasında bir kavşak olan Zikaar'da Hz. Ali'ye ulaştılar, işi bildirdiler.
Hz. Ali, uzun bir hutbe okudu, yanındakilere öğütlerde bulundu. O cümleden olarak dedi ki:
"Benim bay'atimde toplandınız. Talha'yla Zübeyr de bana bey'at etti. Hallerinden özlerindekini anladım, fakat seslenmedim. Sonra umre etmek için izin istediler. Maksatları umre değildi, bey'atten dönmekti. Mekke'ye gittiler, Ayişe'yi kandırdılar. Mekke fethinde esir olmuşken âzâd edilenlerin oğullarını başlarına toplayıp Basra'ya gittiler, orda Müslümanları öldürdüler, kötü işlerde bulundular. Şaşılır onların Ebû-Bekr ile Ömer'e itâatlerine, bana isyanlarına, Onlar da bilirler ki ben, bu ikisinden aşağı değilim. Söyliyecek sözlerim var ki dilersem söylerim. Muâviye onlara Şam'dan mektub yazdı, onları kandırdı, benden gizlediler. Sonucu benden, Osman'ın kanını istemek üzere isyan ettiler."
Bu hutbe üzerine Mâlik'ül-Eşter ayağa kalkıp dedi ki: "Hamdolsun Allah'a ki sana uymayı bize nasib etti de üstünlük bulduk. Bunu bize ihsân etti de lûtuf bulduk. Ey Mü’minler Emiri, and olsun ki sözünü duyduk. Re'yinde isâbet var. Sen, Peygamberimizin amcası oğlusun, dâmâdısın, vasisisin; onu ilk tasdiyk edensin, onunla namaz kılansın. Bütün savaşlarında onunla beraberdin. Bu hususlarda bütün ümmete üstünlüğün var. Sana uyan, Hakka uymuştur, uymayan cehennemi bulmuştur. Ey Mü’minler Emiri, Ayişe'nin, Talha’nın, Zübeyr'in işi umulmayacak iş değil. Hiçbir kötülükte bulunmadığın hâlde senden ayrıldılar. Sandılar ki Osman'ın kanını istiyorlar. Hâlbuki ona itirazda bulunanların başındaydı onlar, halkı aleyhine kışkırtanlardandı onlar, itâat etmezlerse şâhid olsun Allah, onlar da Osman'a ulaşırlar. Çünkü kılıçlarımız yanımızda, yüreklerimiz korkusuz. Biz dün nasılsak sana karşı bugün de öyleyiz!."

Hz. Ali, oğlu Hasan'la Yâsır oğlu Ammâr'ı Kûfe'ye gönderdi. Ebû-Mûsâ'ya da onlarla bir mektub yolladı, vâlilikten azledildiğini bildirdi.
Hz. Hasan, Ebû-Mûsâ ile buluşunca ona şiddetli sözler söyledi. Ebû-Mûsâ: “Doğru söylüyorsun, anam-babam sana fedâ olsun, fakat ben, Allah ona rahmet etsin, Rasûlullah'tan duydum, buyurdu ki: "Fitneler olacak; o zaman, oturan, ayakta durandan, ayakta duıan yaya yürüyenden, yaya yürüyen ata binenden hayırlıdır."
Sonra mescide gidip halka: “Evinize girin, fıtneye karışmayın. Biz Rasûlullah’ı n sahâbesiyiz. Ondan duyduğumuzu daha iyi biliriz!” diye öğütlerde bulundu.
Hz. Ali, Hasan'la Ammâr'dan sonra Kûfe'ye Mâlik'ül-Eşter'i gönderdi. Mâlik, Kûfe civârında hangi kabileye uğradıysa o kabile halkı, kendisine uydu, böylece büyük bir kalabalıkla Kûfe'ye girdi. Doğruca hükûmet konağına girdi. Ebû-Müsâ'nın kölelerini dışarıya attı.
Mescidde Ebû-Mûsâ, halkı savaşa gitmekten alıkoymak için öğütler verirken köleler koşarak, bağırarak geldiler, Mâlik'in kendilerini konaktan çıkardığını bildirdiler. Ebû-Mûsâ, minberden inip konağa gidince Mâlik: “Çık bizim konağımızdan!” diye bağırdı. Ebû-Mûsâ, Mâlik'in şiddetini biliyordu. Korkup: “Bana bu gece mühlet ver!” dedi. Mâlik: “Pek âlâ! Fakat hükûmet konağında kalamazsın!” dedi.
Ebû-Mûsâ konağı bıraktı. Halk, konaktaki mallarını yağma etmek istediyse de Mâlik, mâni oldu: “O, bir me’murdu, azlettik, mes'ele bundan ibâret!” dedi. Sonra mescide gitti, uzun bir hutbe okuyup halkı savaşa teşvik etti. Dokuz bin kişi, İmâm Hasan'la beraber yola çıkıp Zikaar'da Hz. Aliye ulaştı.

Hz. Ayişe, Talha ve Zübeyr, Basra'ya giderlerken bir su başına gelmişlerdi. Ordaki köpekler, hep birden Hz. Ayişe'nin bindiği deveye saldırıp ürmeye, havlamaya başladı. Hz. Ayişe: “Bu suya ne suyu derler?” diye sordu. “Kılavuz, Hav'eb Suyu!” deyince Hz. Peygammber'in sözünü hatırlayıp ağlamaya koyuldu: “Beni geri çevirin, burdan ileriye bir adım bile atmam!” dedi. Orda bir gün bir gece kaldılar. Hz. Ayişe, elleriyle dizlerine vurmaya başlamıştı.
Zübeyr oğlu Abdullah, yanına gelerek: “Kılavuz yalan söylemiş, bu suyun adı Hav'eb değil!” diye teselliye çalıştı. Hattâ kırk ve bir rivâyette elli kişi getirdi, onlar: “Bu su Hav'eb Suyu değil!” diye şehâdette bulundular. Bu şehâdet, Müslümanlıktaki ilk yalan şehâdetti. Hz. Ayişe, bu adamların şehâdetini duymakla beraber gene de geri dönmek istiyordu. Bu sefer Zübeyr oğlu Abdullah başka bir hileye başvurdu. Bâzı kimseler koşarak: “Ali, ordusuyla yetişmek üzere!” diye bağırdılar. Bunun üzerine ordu kalkıp Basra'ya hareket etti.


Resim

Nifâk: Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek.
Bey'at: Biat. Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Maiyet: Beraberlik. Arkadaşlık. * Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et. * Yan. Nezd.
Te’dib: Edeblendirme. Terbiye verme. Haddini bildirme.
Re'y: Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.

Resim

Resim---Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.”
(Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.)

Resim---Hz Aişe radiyallahu anha, Amiroğulları Yurduna vardığında Haveb suyu başında oturanların köpekleri kendine havlamıştı. Bunun üzerine Hz Aişe: “Bu hangi su?” dedi. “El-Haveb suyu.” dediler. Hz Aişe de: “Sanıyorum mutlaka geri dönmem gerek. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin: “Ona El-Haveb’in köpekleri havladığı zaman (kadınları kasdederek ) içinizden birinin hali nasıl olacak!” buyurduğunu işittim!"
Bunun üzerine Zübeyr radiyallahu anha ona: “İleri git. dönme! Belki ALLAH celle celâluhu senin vesilenle insanların arasını sulh edecektir!” dedi.
(İ. Ahmed, Müsned 6/52, 97; Beyhakî, Dela 6/410; Ibn Ebi Şeybe 15/260; İbni Hibban S/258; Hakim 3/120; Ibni Âdiy 4/1627; İmam Zehebi, Tarihü’l-İslam,2/94-95)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

BASRA'daki OLAYLAR:

Hz. Ayişe, Talha ve Zübeyr, Basra'ya yaklaşınca Hz. Ali tarafından Basra'da vâli olan Huneyf oğlu Osman'a haber gönderdiler. Basralıların bir kısmı Osman'a itâat etmekte ve Hz. Ali'nin tarafını tutmaktaydı. Bir kısmıysa gelenlere taraftarlık etmekteydi. Basralıların ileri gelenlerinden bâzıları Talha ve Zübeyr'le görüşüp: “siz Ali'ye beyat etmemiş miydiniz?” diye sordular. Onlar: “evet, fakat o vakit kılıç başımızın üstündeydi.” dediler.

Vâli Huneyf oğlu Osman, onlarla görüşmek üzere Ebü'l-Esved'ad-Dueli'yi gönderdi. Ebü'l-Esved, önce Hz. Ayişe'ye gidip: “Ey Mü'minler Anası dedi, ne diye evinden çıktın da buralara geldin?” Ayişe: “Osman'ın kanını istemek için geldim” dedi. Ebü'l-Esved: “Basra'da Osman’ın kaatillerinden kimse yok ki” deyince Ayişe: “Evet, biliyorum ama Osman’ın kanını istemek için Basralılardan yardım istiyeceğim.” dedi. Ebü'l-Esved: “Osman’ın kanını istemek senden ziyâde Ali'ye düşer; çünkü her ikisi de Abdu Menâf oğullandır. Aynı zamanda sen kadınsın, savaş kadınlara câiz değildir, onlar kan da istiyemezler” dedi. Ayişe: “Yâ Eb'el-Esved dedi, sanıyor musun ki benimle savaşacak biri çıksın!.” Ebü'l-Esved: Vallahi, seninle öyle bir savaşırım ki en hafıfı, şiddetli bir savaş diye anılır!” dedi.
Eb'ül-Esved, Ayişe'den sonra Zübeyr'e gidip: “Ey Ebâ Abdillâh, sen değil miydin Ebû-Bekr hâlife olunca kılıcını çekerek: “Bu işte Ebû-Tâlib oğlundan başkasının hakkı yoktur!” diye bar bar bağıran? O sözün ne, bu hareketin ne?” dedi.
Zübeyr: “Osman'ın kanını istiyorum!” dedi. Eb'ül-Esved, Talha'yla da konuştu, onu da bu fikirde sâbit buldu, geldi, Huneyf oğlu Osman'a haber verdi.
Huneyf oğlu Osman, bir ordu kurup karşılarına vardı. Talha, Zübeyr ve Ayişe ayrı ayrı hitâbelerde bulunarak halkı, Osman'ın kanını istemeye teşvik ettiler. Basralıların bir kısmı onlara hak vererek ordularına katıldı.

Bu sırada Kudâme oğlu Câriye: “Ey Mü'minler Anası!” diye bağırdı, “Osman'ın öldürülmesi, senin bu mel'un deveye binerek evinden çıkmandan daha ehvendir... Tanrı, senin evinde oturmanı emretmiştir. Öyle olduğu hâlde sen perdeni yırttın, hürmetini giderdin. Seninle savaşı göze alan, seni öldürmeyi de göze alır. Kendi dileğinle geldiysen dön, evine git, cebren seni getirdilerse getirenler aleyhine bizden yardım iste!” dedi.
Sa'd oğullarından bir delikanlı da Talha'yla Zübeyr'e: “Görüyorum, ananız da yanınızda, bize kadınlarınızla beraber mi geldiniz!” dedi. Talha ve Zübeyr: “Hayır!” deyince: “Sizinle bu işte hiçbir ilişiğim yok deyip helâllerinizi korudunuz da ananızı beraber getirip tehlikeye attınız. Bu, insafsızlığın ta kendisidir. Onu çekerek getirdiniz, hürmetini giderdiniz!” meâlinde dört beyitlik bir şiir okudu.
O gün ve ertesi gün, her iki taraf birbirine saldırdı, şiddetli bir savaş oldu, bir çok adam öldü, bir çokları yaralandı. Sonucu Talha'yla Zübeyr'in ne sûretle bey'at ettiklerini Medinelilerden öğrenip gelmek üzere Suvr oğlu Kâ'b'ı Medine'ye göndermeyi kararlaştırdılar. Eğer cebren bey'at etmişlerse Huneyf oğlu Osman, hükûmeti onlara teslim edecekti. Rızâlarıyle bey'at etmişlerse onlar, Basra'dan çekilip gideceklerdi.

Kâ'b, bir Cuma günü Medine'ye gelip mescide girdi, mes'eleyi halktan sordu. Önce herkes sustu, sonra Zeyd oğlu Üsâme: “Talha ve Zübeyr, zorla bey'at etti” dedi. Halk, bu söz üzerine onun üstüne hücum edip dövmeye başladı. Suhayb'la Ebû-Eyyûb'ül-Ansârî ve Mesleme oğlu MuhaMMed, onu zorla halkın elinden kurtarıp evine ulaştırdılar.
Hz. Ali, bu hâli duyup Huneyf oğlu Osman'a: “And olsun Allah'a ki onlara topluluktan ayrılmak için cebr olunmadı, topluluğa uymaları için cebr olundu” meâlinde bir mektub gönderdi. Yâni, onlara cebredildiği doğru bile olsa topluluktan ayrılmaları gibi kötü bir iş için cebredilmedi, muhâlefette bulunmamaları için cebredildi, hâlbuki bu da olmadı, onlar dileyerek bey'at ettiler demek istiyordu.
Kâ'b Basra'ya gelip gördüklerini anlatınca Talha'yla Zübeyr, Huneyf oğlu Osman'ı çağırdılar. Fakat Osman, Hz. Ali'nin mektubuna dayanarak onlarla görüşmeye gitmedi. Bunun üzerine halkı topladılar, bir soğuk gecede yatsıdan sonra basra mescidine giderek mescidde, Hz. Ali taraftarlarından kırk kişiyi öldürdüler.
Huneyf oğlu Osman, henüz mescide gitmemişti. Hükûmet konağına asker gönderdiler. Asker, Osman'ı dövüp hapsederek hükûmeti ele aldı.
O sırada Kaysoğlu boyundan birisi: “Ey Muhâcirler dedi, siz Müslümanlığa ilk icâbet edenlerdensiniz, bu yüzden üstünlüğünüz, şerefiniz var. Hâlifeler seçtiniz, seçerken bize danışmadınız. Biz seçtiğiniz hâlifelere itâat ettik. Seçtiğiniz hâlifelerden birini öldürdünüz, Ali'yi hâlifeliğe getirdiniz. Şimdi de tutuyor, bizi onunla savaşa zorluyorsunuz. Sebebi nedir ki onunla savaşalım. Haksız bir iş mi yaptı ki sizinle birleşelim de aleyhine kalkalım?”
Bu sözü duyanlar, onun üstüne saldırdılarsa da kabilesi onu kurtardı. Fakat ertesi gün onu ve onunla berâber yetmiş kişiyi öldürdüler.
Abd'ül-Kays kabilesi şeyhi olup yiğit bir adam olan ve boyu arasında büyük bir saygıya mazhar bulunan Cebele oğlu Hakim, bu işleri duyup Huneyf oğlu Osman'a yardım etmek için yediyüz elli kişiyle geldi, Zübeyr oğlu Abdullah'la görüştü: “Osman'ı bırakın, Hz. Ali gelinceyedek iki taraf da olduğu yerde ve bulunduğu halde kalsın” dedi. “Allah'tan korkmuyor musunuz haksız yere nasıl oluyor da bu kadar kan döküyorsunuz!” diye çıkıştı.
Zübeyr oğlu Abdullah: “Biz Osman'ın kanı için kan döküyoruz!” deyince Hakim dedi ki: “Osman'ı öldürenler sizin öldürdüğünüz adamlar mıydı?”
Abdullah: “Sen Ali'yi hâlifelikten azletmedikçe Huneyf oğlunu bırakmayız” dedi. Bunun üzerine iki taraf savaşa girişti. Hakim ve adamlarından bir çoğu şehid düştü. Reislerden yalnız Züheyr oğlu Harkus kurtulup mensup olduğu Sa'd oğulları boyuna sığındı. Sa'd oğulları bir yana çekilip Talha ve Zübeyr'e muhalefete devam etti, Abd'ül-Kays ve Velîd oğlu Bekr boyları da Hz. Ali'nin yolunu gözlemeye koyuldu.
Cemel, yâni deve ashâbı (bu olaya küçük Cemel Savaşı denir. Bu savaşla bundan sonraki savaşa küçük ve büyük Cemel Savaşı denmesinin sebebi, büyük savaşta, Ayişe'nin, Ya'lâ'nm satın aldığı “Asker” adı verilen erkek deveye binerek savaşa katılmasıdır.) böylece Basra'da üst olup Ebû-Bekir'in oğlu Abdurrahman'ı mâliye işlerine me’mur ettiler. Kûfe, Medine ve Yemâme'ye mektublar yazdılar. Muâviye'ye de olup bitenleri haber verdiler. Muâviye, bu hallerden çok memnundu. Çünkü her iki taraf birbirini kırarak zayıflıyor, böylece ekmeğine yağ sürülmüş oluyordu.

Cemel ashâbı, Huneyf oğlu Osman'ı, öldürmek istiyordu. Fakat kardeşi olup Medine'de vâli bulunan Sehl'in, bu olay üzerine onlardan, Medine'de bulunanları öldüreceğinden korktular, sakalını, bıyığını, kaşlarını yolup bıraktılar. Osman, yola düşüp Zikaar'da Hz. Ali'ye ulaştı: “Ey Mü'minler Emiri dedi, senden sakallı olarak ayrıldım. Seninle genç bir delikanlı olarak buluştum!” Hz. Ali: “Ecre nâil oldun!” buyurdu.
Evvelce de yazdığımız gibi Hz. Ali, daha Medine'de iken, Medine'lileri savaşa katılmak hususunda tereddüde düşmüşlerdi. Hz. Ali: "İnsanların en cömerdi ve en cin fikirlisi olan Talha, en yiğidi olan Zübeyr, en fazla saygı göreni Ayişe ve en zengini Ya'lâ ile sınanmadaydım. And olsun Allah' a, hakkımda söyleyecek kötü birşey bulamadılar. Müslümanların malından kendim için birşey almadım, hevâ ve hevesime uymadım. Osman'a onlar, benden fazla itiraz ediyorlardı, sonra bana bey'at ettiler, adâletimi ve haksızlığımı denemeden bey'atlerinden döndüler. Ben Allah’ın hükmüne râzıyım. Gene de onları doğru yola çağıracağım. Kabul ederlerse tevbeleri makbûldür. Etmezlerse onlara kılıcın yüzünü göstereceğim. Kılıç, doğruyla eğrinin arasını ayırır!" buyurmuştu.
Sahâbeden Hanzale oğlu Ziyâd, Hz. Ali'nin yanına gelerek: “Vallahi demişti, ben senden ayrılmam, her vakit seninle birlikte asilerle savaşırım!”
Ebû-katâdet'ül-Ansari: "Ey Mü'minler Emiri" demişti, "Rasûlullah, Allah ona rahmet etsin, bu kılıcı bana kuşattı, nice zamandır kınında durmada; onu, ümmetin arasına ayrılık salan bu zâlimlere sıyıracağım."
Hz. Peygamber'in zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme gelip: "Ey Mü'minler Emiri" demişti, "kabûl etmiyeceğini biliyorum, yoksa ben de seninle beraber gelirdim. Canımdan ziyâde sevdiğim amcamın oğlunu sana getirdim, seninle beraber gitsin ve her yerde, senin uğrunda savaşsın!."
Hz. Ali, Medine'den çıkarken Seleme oğlu Abdullah: “Ey Mü'minler Emiri demişti, Medine'den çıkma, çıkarsan Vallahi buraya artık Müslümanlığın emâreti girmez, yâni burası bir daha merkez olmaz!”
Halk, bu söz üzerine onun üstüne hücûm etmişler, onu sövmeye koyulmuşlardı. Hz. Ali: “Bırakın buyurmuştu; Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in ashâbından ne de güzel adam var.”
Rebeze'de bulundukları sırada Ubeyd'üt-Tâi oğlu Said, Tay boyundan bir toplulukla gelip Hz. Aliye katıldı.
Hz. Ali, kırmızı donlu bir deveye binip yedeğinde kestane dorusu bir kısrak olduğu hâlde Rebeze'den hareket etti. Mâiyetinde dört bin kadar asker vardı. Sekiz yüzü Ansardandı. İçlerinde Bedir Savaşında bulunanlardan da mevcuttu.

Hz. Ayişe, Kûfe'de bulunan Suvhân oğlu Zeyd'e: “Rasûlullah’ı n sevgilisi, Mü'minler Anası Ayişe'den Hâlis oğlu Suvhân oğlu Zeyd'e, Mektubumu alınca kalk, bu işte bize yardım et. Bunu yapmazsan halk Ali'ye uyar da hor hakıyr olur” meâlinde bir mektub gönderdi. Zeyd, mektubu alınca ona şu cevâbı verdi: “Suvhan oğlu Zeyd'den Ayişe'ye. Bu işten vazgeçer de evine dönersen o vakit hâlis oğlun olurum. Yok, dönmez de ısrâr edersen seninle savaşacak ilk kişi benim.”
Sonra dedi ki: “Tanrı acısın Mü'minler Anasına; evinde oturması emredilmiş, o emri terkediyor da bize savaş emri veriyor. Kendisine emredilen şeyi bırakıyor, bize emredileni bize buyurmaya kalkışıyor.”
Evvelce de söylediğimiz gibi Kûfe'de vâli olan Ebû Mûsâ, halkı, bu fitneye karışmamaya dâvet ediyordu. Bu sırada Zeyd, ona: “Fırat'ı geriye çevir; eğer dönüp giderse sen de dediğini yapabilirsin. Anlamadığın işi bırak!” demiş ve: “Ey insanlar, yürüyün, Mü'minler emirinin yanına gidin, gerçeği bulmuş olursunuz!” sözleriyle halkı savaşa teşvik etmişti.
Yiğitlerden Ka'kaa da: “Âlemi düzene sokacak bir hükûmet gerekti, mazlûmun hakkı zâlimden böyle alınır. İşte Mü'minler Emiri, sizi ıslâha çağırıyor, icâbet edin ve hemen yanına gidin!” demişti.
Bu sırada Tay Boyundan Hâtem oğlu Adiyy de gelip: “Biz Ali'ye bey'at ettik, o bizi büyük bir işe çağırıyor, biz de icâbet ediyoruz” dedi.
Eşraftan Amr oğlu Hind de: “Mü'minler Emiri bizi çağırdı, bize adamlar gönderdi, hattâ Hz. Peygamber'in torunu Hasan de geldi, haydi kalkın, Emirinizin dâvetine uyun, ona yardım edin!” dedi. Adiyy oğlu Hucr de o yolda sözler söyledi. Nihâyet Mâlik'ül-Eşter'in gayretiyle Kûfeliler, Hz. Ali'ye yardımda birleştiler.
Hz. Hasan: "Ey halk, ben yarın yola çıkacağım, gelecekler benimle gelsin!" buyurdu. Ertesi günü İmâm Hasan, Hz. Ammâr ve Mâlik'le dokuz bin kişi yola çıktı. Zikaar'da Hz. Ali'ye ulaştılar.
Hz. Ali, onlara: “Ey Kufe ehli, siz İran şahlarıyla savaştınız, onların topluluklarını dağıttınız, mirasları size kaldı. Şimdi de sizi dâvet ettim, birlikte gidelim de Basra'da ki kardeşlerimizi doğru yola çağıralım!” buyurdu
.


Resim

Câiz: Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
Mel'un: Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
Ehven: Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Adi. * Zararı az olan. En zararsız.
Cebren: Zorla. Cebir ve kuvvet istimali ile. Kuvvet kullanarak.
İcâbet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
Cemel Vak’ası: Müslümanlar arasında vuku bulan elem verici ilk muharebedir. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zevcesi Hz. Aişe (R.A.) ile Aşere-i Mübeşşereden Talha ve Zübeyr'in (R.A.) Hz. Ali'ye (R.A.) karşı kıyamlarından doğmuştur. Bu harpte Hz. Aişe ile Talha ve Zübeyr'in maiyetinde otuzbin; ve Hz. Ali'nin refakatinde yirmibin kişi olduğu hâlde karşı karşıya gelinmiş ve muhârebe sonunda her iki taraftan içlerinde sahabeden birçok zatla beraber onbin kişi şehid edilmiştir. Bu muharebede Hz. Talha ve Zübeyr de şehâdete nâil olmuşlardır. Bu muhârebeye Cemel Vak'ası denilmesinin sebebi: Hz. Aişe'nin mahfelini bir deve üzerine koydurarak ve kendisi ve bu mahfelde gayet mestûre bir şekilde oturup harp yerine maiyetindeki sahabelerle beraber gittiği için ve harbin en şiddetlisi bu devenin etrafında meydana geldiği içindir. (Bak: Sahabe)(Hazret-i Ali (R.A.) zamanında başlayan muharebelerin mâhiyeti nedir? Muhariblere ve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?Elcevap: Cemel Vak'ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Aişe-i Sıddıka (Radıyallahü Teâlâ Aleyhim Ecmain) arasında olan muharebe; adâlet-i mahzâ ile, adâlet-i izâfiyenin mücadelesidir. Şöyle ki:Hazret-i Ali, adâlet-i mahzâyı esas edip, Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muârızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adâlet-i mahzâya müsaid idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaif muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye'ye girdikleri için adâlet-i mahzânın tatbikatı çok müşkil olduğundan, "ehvenüşşerri ihtiyar" denilen adâlet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münâkaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Mâdem sırf "Lillâh" için ve İslâmiyet'in menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir. İkisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hz. Ali'nin içtihadı musib ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azâba müstahak değiller. Çünki: İçtihad eden hakkı bulsa iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatâsından mâzurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki: $Yâni: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme. Çünki hem katil ve hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir.Adâlet-i mahzâ ile adâlet-i izafiyenin izâhı şudur ki: $Âyetin mâna-yı işârisiyle; bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için fedâ edilmez. Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızâsı bulunmadan hayatı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka mes'eledir.Adâlet-i izâfiye ise, küllün selâmeti için, cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehven-üş-şer diye bir nevi adâlet-i izafiyeyi yapmağa çalışır. Fakat, adâlet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adâlet-i izâfiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.İşte İmam-ı Ali Radiyallahü Anh, adâlet-i mahzâyı şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muârızları ise, "Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var." diye adâlet-i izâfiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sâir esbab ise, hakiki sebep değiller, bahanelerdir. M.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

CEMEL SAVAŞI

Cemel Savaşının başlaması hakkında uydurma bir rivâyet de var:
Sahâbeden Ka'kaa' b. Amr-ı Temimi'yi Hz. Ali, işin savaşa dönüşmeden çözümlenmesi için Ayişe'ye göndermiş. Bu adam, Ayişe'ye, neden evini-barkını bırakıp çöllere düştüğünü sormuş. Ayişe, Osman'ın kanını almak, onu öldürenlerin kısâsını sağlamak, mü'minlerin işlerini düzene sokmak için bu işe giriştiğini söylemiş. Zübeyr ile Talha da aynı ağzı kullanmışlar. Ka'kaa, Basralıların da, kendilerinden öldürülenlerin kanını isteyeceklerini, doğru hareketin, bu işi bırakıp uzlaşmak olduğunu, uzlaşılınca, Osman'ın aleyhinde bulunanların yalnız kalacaklarını, o vakit şeriat hükmünün yerine getirilebileceğini söylemiş. Ayişe'yle Talha ve Zübeyr, bu re'yi beğenip kabûl etmişler. Ka'kaa', Hz. Ali'ye gelip bunu haber vermiş. Ali, memnûn olup orduya, yarın sabah Basra'ya hareket edeceğiz, yalnız Osman'ın aleyhinde kalkınanlar, o işe karışanlar bizimle-gelmesin buyurmuş.
İş bu kerteye gelince, Osman'ın aleyhine kıyâm edenleri bir düşüncedir, almış, İçlerinde bulunan ve İbnu Emet'is-Sevdâ (Kara halayığın oğlu) denen Abdullah b. Sebâ': “Bu iş demiş, ancak savaşla düzelir, yoksa hepimiz yok oluruz!.”
Onun re'yiyle, onun teşvikıyle, Osman'ın aleyhine kıyâm edenler, geceleyin, karşıdaki orduya saldırmışlar, savaş böyle başlamış.
Bunu rivâyet eden Seyf b. Ömer, yalanlar düzen, doğmamış, yaşamamış adamlar, kurulmamış şehirler icâd eden, söylenmemiş şiirler söyleten, akla gelmeyecek efsâneler uyduran, olayları tahrif eden müdhiş bir yalancıdır. Abdullah b. Sebâ' ve Ka'kaa' da bu adamın uydurduğu adamlardandır ve bu rivâyetin ne aslı vardır, ne faslı.

(Murtazâ'l-Askeri'nin "Abdullah b. Seba" adlı kitabını, "Abdullah b. Sabâ Masalı, Bir Yalancının Düzmeleri" adıyla türkçeye çevirimize; 1st. Baha Matç 1974; ve aynı müdekkık allâmenin "Hamsûne ve mıeti Sahâbiyyu Muhtalak" (Yaşatıları, fakat olmayan yüzelli sahâbî) adlı değerli ve muhalled eserine bkz. 1. kısım; 2. basım, Bağdad 1389 H. 1969; s. 73 - 146)

Zikaar'da Hz. Ali'nin: “Kûfeden bin kişi gelip ölünceyedek düşmanla savaşmak üzere bana bey'at edecek; ne bir artık olacak, ne bir eksik!” dediği de rivâyet edilmiştir. Abbâs oğlu Abdullah,: “Âdetimdi demiş, gelenleri sayardım. Tam dokuz yüz doksan dokuz kişi geldi. Eyvah dedim, sözü çıkmazsa. Derken uzun boylu, aba giyinmiş, zayıf bir kişi geldi, onunla gelenler bin oldu. Bu gelen zât, tâbiinin en büyüğü ve yücesi Üveys'ül-Karanı idi.”
Fakat doğru rivâyet Üveys'in, bu savaşta değil, Sıffîn savaşında gelip Hz. Ali'ye bey'at ettiği ve şehid olduğudur.

(Hz. Peygamber'i görmeyen, fakat sahâbeye ulaşanlara "Tâbiin" denir.)

Hz. Ali, Basra'ya hareket etti. Yolda Abd'ül-Kays boyunun bulunduğu yere varınca onlar da orduya katıldılar. Beraberce Zâviye denen köye kondu, ordan Basra'ya yöneldi. Cemel Ashâbı da ileri vardılar, Ziyâd oğlu Ubeydullah’ı n köşkü yanında iki ordu karşılaştı.
Hz. Ali, daha önce yanındakilere şu emirleri vermişti: "Onlar savaşa başlamadan siz başlamayın. Hamdolsun Allah'a hak sizinledir, sizdedir. Savaşta yaralananları öldürmeyin. Onları bozguna uğrattınız mi, peşlerine düşüp kovalamayın. Kötülükte bulunmayın, ayıplarım öıtün. Evlere girmeyin, mallarından bir habbe bile almayın. Kadınlara dokunmayın, ırza sövmeyin. Kadınlar, sözce, özce, düşünce bakımından zayıf olurlar. Onlar müşrikken bile onlara dokunmamamız emredilirdi."
Gene bu sırada Vâil oğlu Bekr'in boyu da Abd'ül-Kays boyuyla haberleşmişti. Geldiler, Hz. Ali'nin ordusuna katıldılar.
Basra şeyhlerinden Kays oğlu Ahnef, Osman’ın öldürüldüğü yıl hacca gitmişti. Medine'ye uğrayınca Osman’ın evinin kuşatıldığını görmüş, işin sonunu düşünerek ayrı ayrı Hz. Ayişe'ye, Talha'ya, Zübeyr'e baş vurarak: “Osman'dan sonra kime bey'at edeyim?” diye sormuş, her üçünden de: “Ali'ye!” cevâbını almıştı.
Sonradan her üçü de Basra'ya gelip Ahnef i Hz. Ali'nin aleyhine kıyâma çağırınca şaşırmış, onlara söyledikleri sözü hatırlatmıştı. “Evet demişlerdi, evvelce öyle demiştik amma şimdi iş değişti, Ali, durumunu değiştirdi!”
Ahnef: “Vallahi, ben Ali'ye bey'at ettim, bey'atimden dönmem; fakat mü'minler anasıyla da savaşa girişmem. Topluluktan çıkar, bir tarafa çekilirim!” demişti. Öyle de yapmış, kendisine uyanlarla beraber Basra'ya iki saatlik bir yer olan Celcâ'ya çekilmişti.
Hz. Ali'nin geldiğini duyunca huzuruna vardı, bu olayı anlattı: “Dilersen ey Mü'minler Emiri, senin orduna katılayım, uğrunda savaşa girişeyim, dilersen gene yerime gideyim, on bin kılıcı savaştan alıkoyayım!” dedi.
Hz. Ali, ikinci teklife râzı oldu, o da Temim ve Sa'd oğulları boylarıyle gidip tarafsız kaldı. Hz. Ali'nin bu hareketi, ya ondan tamamiyle emin olmadığı içindi, yahut onun tarafsız kalmak istediğini anlamıştı, ondandı, yahut da bu kuvveti, icap edince kullarımak üzere ihtiyat kuvveti olarak korumayı münasib gördüğündendi.
Hz. Ali, ordusuna: "Ey Allah kulları" dedi, "bunlar benim bey'atimden döndüler, vâli olarak tâyin ettiğim Huneyf oğlu'nu dövdüler, hakkında pek kötü muâmelede bulundular, Cebele oğlu Hakim'i ve daha bir çok temiz kişileri öldürdüler; beni kim seviyorsa onlara ulaştırdılar. Hangi duvar dibindeyse, hangi tümsek altındaysa, beni seveni bulup şehid ettiler, boyunlarım vurdular. Gönlünüz sağlam, haklı olduğunuza emin olarak bunlarla savaşın!."

İki ordu karşılaşınca Zübeyr, bir ata binmiş olduğu halde meydana çıktı, Talha da saftan ayrılıp onun yanına geldi. Hz. Ali, bunu görünce atını mahmızladı, yanlarına vardı: “Silâhlanıp adamlar toplamış, atlar toplamış, ordu kurmuş, savaşa çıkmışsınız amma Allah'a karşı bir özür buldunuz mu? Her türlü noksan sıfâttan münezzeh olan Allah'tan çekinip, ipi iyice örüp büküp kuvvetli bir hâle getirdikten sonra çözen kişiye benzemeyin. Ben sizin din kardeşiniz değil miyim? Kanım size haram değil mi, kanınız bana haram değil mi? Benim kanımı size helâl edecek bir şey mi, bir sebep mi var?” dedi. Talha dedi ki: “Halkı Osman aleyhine kışkırttın!”
Hz. Ali: "Allah da bilir ki" buyurdu, "ben Osman'ın öldürülmesinden uzakım, Allah Osman'ı öldürenlere lânet etsin. Ey Talha, kendi haremini, evinde saklıyorsun, Rasûlullah’ı n haremini buralara sürüklüyorsun; sen bana bey'at etmedin mi?"
Talha: “Ettim ama kılıç boynumdaydı!” dedi. Hz. Ali, Zübeyr'e dönüp: "Ey Zübeyr" dedi, "Benden Osman'ın kanını istiyorsun, halbuki onu âdeta sen öldürdün. Allah, onun hakkında en fazla şiddet göstereni bana musallat etti bugün. Hatırlar mısın ey Zübeyr, bir gün Rasûlullah sana, Sen buyurmuştu Ali ile savaşacaksın, fakat zâlim olarak, ona zulmederek savaşacaksın."
Zübeyr: "Birden vallahi böyle dedi; eğer bunu evvelce hatırlasaydım buralara gelmezdim; vallahi seninle ebediyyen savaşmam!" dedi.

Hz. Ali bundan sonra ordusuna döndü. Zübeyr, adamlarının yanına varıp Hz. Ali'nin sözlerini söyleyince Ayişe: “Peki, şimdi ne yapacaksın?” dedi. Zübeyr: “Çekilip gideceğim!” dedi. Oğlu Abdullah: “İki fitneyi bir yere getirdin; tam savaşa başlanacağı sırada savuşmak istiyorsun. Onun sözünden değil, bayrakları altında toplanmış bulunan yiğitlerden korktun!” dedi. Zübeyr: “Savaşmamaya yemin ettim, ne yapabilirim!” dedi. Abdullah: “Keffâret ver de gene savaş!” dedi; hâsılı babasını kandırdı; o da kölesi Mekhûl'ü âzâd edip savaşa girişti.

(Keffâre: yapıları suça tevbeden sonra çekilen mâli yahut bedeni bir cezâdır. Yemin eden yeminini bozarsa bir köle âzâd eder, yahut on yoksulu doyurur.)

Orduda Kûfelilerin Mudar boyuna mensup olanları, Basralıların Mudar boyuna karşı, Kûfelilerin Rabia boyu mensupları, Basralıların Rabîa boyu mensuplarına karşı saf düzmüşlerdi. Ayişe'nin kardeşi MuhaMMed, Hz. Ali'nin yanındaydı, öbür kardeşi Abdurrahman kendi yanındaydı. Hz. Ali'nin ordusu yirmi bin kişiydi. Karşısındaki ordu, otuz bine varıyordu.
Savaş başlamıştı. Hz. Ayişe, Basra'da oturduğu evden çıkmış, devenin üstündeki zırhla kaplı hödüce binmiş, savaşı görebilecek bir yere gelmişti.
Zübeyr'in mânevi kuvveti tamamiyle bozulmuştu. Oğlu Abdullah'a: “Bugün ya zâlim olarak, ya mazlûm olarak mutlaka öldürüleceğim. Derdim borçlarımdan; mallarımı sat, borçlarımı ver!” demiş at sürmüştü.
Ammâr, kargıyla Zübeyr'e hücûm ediyor, fakat Zübeyr, Hz. Peygamber'in: “Ammâr'ı, gerçek İmâma isyân edecek bir topluluk öldürecek!” dediğini bildiğinden pek ihtiyâr olan Ammâr'ın kargısını reddediyor, fakat ona hücum etmiyordu.


Keffâre: yapıları suça tevbeden sonra çekilen mâli yahut bedeni bir cezâdır. Yemin eden yeminini bozarsa bir köle âzâd eder, yahut on yoksulu doyurur.
Zübeyr'in bu hareketi üzerine Süleyman-At-Temimi oğlu Abdurrahman, "Bugün olduğu gibi ne kardeşin kardeşe karşı durduğunu gördüm, ne de bu çeşit keffâret gördüm; Allah'a isyân ederek köle âzâd ediyor da yeminden kurtuluyor" meâlinde üç mısra'lık bir şiir söylemiş, diğer bir şâir de gene, "Dinini korumak, yeminine keffâre olmak üzere Mekhûl'ü âzâd eder; fakat bey'atinden dönüş, alnında görünür durur" meâlinde üç mısra'lık bir şiirle bunu tesbit etmişti.


Hattâ bir aralık: “Ey Ammâr demişti, beni öldürmek mi istiyorsun?” Ammâr: “Hayır, öldürmek istemem, hemen savuş, git buradan!” dedi.
Zübeyr, bu söz üzerine savaşı bıraktı, yanında bulunan bir köleyle Medine'ye gitmek üzere yola düştü. Vâdi's-Sıbâ' denen yere geldi. Kaysoğlu Ahnef, kendisine uyanlarla buraya çekilmiş, tarafsız kalmıştı, Zübeyr'in bu hareketini görünce: “Müslümanların iki bölüğünü birbiriyle savaşa düşürdü, sonra kendisi evinin yolunu tuttu!” dedi. ve “ne yapıyor, nereye gidiyor, birisi gidip de bir haber getirse!” dedi.
Cürmûz oğlu Amr kalkıp: “Dur dedi, ben gider, haber getiririm.” Koşarak Zübeyr'e ulaştı. Zübeyr, namaz kılmak için hayvanından inmişti. Cürmûz oğlu da namaz kılacakmış gibi arkasına geçti; derken bir kılıç vurup Zübeyr'i öldürdü. Atını, kılıcını, yüzüğünü alıp Ahnefin yanına geldi: “Onu öldürdüm!” dedi. Köle, Zübeyr'i oraya gömdü.
Ahnef: “Vallahi, bilmem iyi mi yaptın, kötü mü?” Sonra Cürmûzoğlu'yla beraber Hz. Ali'nin yanına gitti, işi haber verdi. Hz. Ali, Zübeyr'in kılıcını istedi. Cürmûzoğlu verince kılıcı alıp salladı. Bu bir kılıçtı ki buyurdu, Rasûlullah'ın uğradığı musibetleri, kederleri bu giderirdi. Sonra Cürmûzoğlu'ya dönüp: “Sen mi öldürdün?” diye sordu. O: “Evet!” deyince “Vallâhi Safıyye'nin oğlu ne korkaktı, ne kötü kişi; fakat bu onulmaz bir çıban, kötü bir savaş!” dedi.
Cürmûzoğlu: “Ey Mü'minler Emiri, câizemi ver!” dedi. Hz. Ali: “Tanrı rahmet etsin ona da, soyuna da, Tanrı elçisinden duydum: “Safıyye'nin oğlunu öldürene cehennemle müjde ver!” dedi” buyurdu.
Cürmûzoğlu, câize umarken bu sözü duyunca öfkelendi. Homurdanarak ordan ayrıldı. Bu adam, sonradan Nehrevan Savaşında Hâricilere katılmış ve Hz. Ali'ye karşı savaşmıştır.
Her yönden olduğu gibi bu yönden de Hz. Ali'nin üstünlüğü meydanda. Zübeyr ona fii'len düşmanlıkta bulunmuş olduğu hâlde onun vaktiyle ettiği hizmetleri inkâr etmiyor, büyük bir müsamahayla onun haksız olduğu hâlde, evvelce iyi işlerde bulunduğunu söylüyor, iyiliklerini anlatıyor, ölümüne acınıyor.
Hz. Ali, Cemel Günü ashâbına: "Onlar savaşa başlamadıkça siz onlara ok atmayın, mızrakla hücum etmeyin!" buyurdu.

Cemel Ashâbıysa, Hz. Ali'nin ordusuna dolu gibi ok yağdırıyordu. "Ey Mü'minler Emiri dediler, okları kökümüzü kurutacak!"
Bu sırada şehid düşen birini getirip önüne koydular: “Allah’ı m , şâhid ol!.” Sonra ordusuna: “Biraz sabredin, mâzur görün!” buyurdu. Bir başka şehidi getirip önüne yatırdılar. Gene: “Allah’ı m şâhid ol!” dedi, mâzur görün diye öğüt verdi. Derken sahâbeden Varkaa'il-Huzzâı oğlu Büdeyl'in oğlu Abdullah, kardeşi Abdürrahmân'ın naaşını getirip önüne serdi ve bu dedi, “ey Mü'minler Emiri, kardeşim, okla şehid düştü.”
Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in Zât'ül-Fuzûl adlı zırhını giyindi, sanğını yeniden sardı, uçlarını sağdan ve soldan, göğsüne doğru sarkıttı, Zü'1-Fekâr adlı kılıcını kuşandı. Hz. Peygamber'in Ukab diye anılan ve Sevdâ' adı verilen bayrağını oğlu MuhaMMed ibn'il-Hânefıyye'ye verdi, Hasan'la Huseyn'e: “Siz, Rasûlullah'a daha yakınsınız, o bakımdan tehlikeden korumak için sancağı kardeşinize verdim!” buyurdu. Sonra eline bir Mushaf alıp: “Kimdir bu Kur'ân'ı alıp onlara karşı gidecek, onları, bu kitabın içindeki hükümlere dâvet edecek? Kim bu işi yaparsa cennet onundur!” dedi.
Ordudan bir genç kalktı: “Benim ey Mü'minler Emiri!” dedi. Bu gencin adı Müslim'di, beyaz bir elbise giyinmişti. Hz. Ali: “Alırsın ama sağ elin kesilir, sol elinle tutarsın, onu da keserler, sonunda şehid olursun!” dedi. Genç: “Ben buna dayanamam!” dedi.
Hz. Ali, tekrar aynı sözü söyleyince gene o genç kalktı. Aralarında aynı sözler geçti. Nihâyet genç: “Bu söylediklerin, Allah yolunda pek ehemmiyetsizdir!” deyip candan baştan geçerek Mushafı eline aldı, meydana çıktı. “Ey kavim, bu sizinle bizim aramızdaki Allah kitabıdır!” diye bağırdı.
Hz. Ali'nin sözleri aynen çıktı. Sağ elini kestiler, Mushafı yere düşürmeden sol eline aldı. Onu da kestiler, bağrına bastı. Üstüne saldırdılar, kılıçlarıyle paramparça ettiler.

Ümmü Zurah'il-Abdiyye, bu olayı: "Yarabbi, Muslim onlara Mushaf la karşı çıktı, İmâmı göndermişti onu. Onları adâlete, imâna dâvet ediyordu. Onlar da Allah kitabını okuyorlardı, fakat korkmuyorlardı Allah'dan. Onu kanına bulayıp öldürdüler, anaları da durmuştu da bakıyordu, görüyordu bu işi ve” yapmayın!” demiyordu, isyan etmelerini buyuruyordu" meâlinde yedi mısra'lık bir şiirle tesbit etti.
Taberî, bu olayı, biraz değişik olarak nakleder ve bu mersiyeyi anasının söylediğini bildirir.

Hz. Ayişe'nin bindiği deve o gün Basralıların sanki bir bayrağı olmuştu. Hz. Ayişe, onları savaşa teşvik etmekteydi. Basra kadısı kâ'b, devenin yularını tutmakta, Hz. Ayişe mushafını kaldırıp halkı Kur’ân'a dâvet etmekteydi. Bu sırada Kâ'b öldürüldü ve deve önünde öldürülenlerin ilki oldu Kâ'b.
Oğleye kadar savaştılar, derken Hz. Ayişe'nin askeri bozguna uğradı. Bozguna uğrayanlar Basra'ya doğru kaçmaya koyuldular, fakat devenin etrafının sarıldığını görünce gene geri döndüler. O gün, sabahleyin bilhassa Talha ve Zübeyr'le savaşılmış, ondan sonra devenin çevresinde harp edilmişti.
İki taraf birbirine saldırmakta, korkunç nâralar duyulmakta, feryatlar işitilmekte, oklar, vızlaya vızlaya uçmakta, atların nallarından kıvılcımlar çıkmakta, tozdan göz gözü görmemekteydi.
O sırada Talha'ya bir ok geldi. Baldırına saplanan oktan akan kan, ayakkabısını doldurdu. Kölesine: “Aman, dedi, beni öyle bir yere götür ki kimse beni tanımasın!” Fakat kan bir türlü dinmiyordu. Nihâyet fazla kan akmasından öldü.

İbn'ül-Esir'e göre Talha'ya ok atan Mervan'dı. Hattâ onu yaraladıktan sonra Osman'ın oğlu Ebân'ı bulup: “Babanın kaatillerinden bir kısmını öldürdüm, artık öc alma sevdâsına düşmem!” diye müjdelemişti.
Gene bir rivâyete göre Talha, yaralı olduğu hâlde Basra'ya götürürlerken birine rastlamış: “Sen Mü'minlerin Emiri Ali'nin askerinden misin?” diye sormuş, asker: “evet” deyince “elini ver de onun adına sana bey'at edeyim!” deyip bey'at etmiştir.

Ayişe, Basralıların Mudar boyuna mensup olanlarını teşvik etmekde, onlar da Kûfelilerin Mudar boyu mensuplarına saldırmaktaydı.

Hz. Ali, oğlu MuhaMMed ibnil-Hânefıyye'yi savaşa sürmekteydi. Ona: “Baban ne diye seni savaşa sürüyor da Hasan'la Huseyn'i sürmüyor?” diyenler oldu. ibn'ül-Hânefıyye: “Onlar iki gözüdür, bense sağ eliyim, sağ eliyle gözlerine gelecek şeyleri def etmede!” diye cevâb verdi.
MuhaMMed-ibn'il-Hânefıyye, o gün, pek büyük yiğitlikler göstermişti. Hattâ sahâbeden sâbit oğlu Huzeyme yedi beyitlik bir şiirle onu övmüştü.

En büyük savaş devenin önünde olmadaydı. Küfe büyüklerinden Sûvhân oğlu Zeyd'le kardeşi Seylân şehid düştü, kardeşleri Sa'saa yaralandı. Askerin okları bitti, mızraklarla saldırdılar, mızrakları kırıldı, göğüs göğüse geldiler, kılıçlarını sıyırdılar, şiddetli bir kılıç savaşına giriştiler.
Devenin yularını tutan öldürülmekteydi, böylece devenin yularını tutanlardan yalnız kırk tane Kureyş boyuna mensup olan adam öldürüldü. Mervan'la Zübeyr oğlu Abdullah da yaralılar arasındaydı.
Ezd boyundan Umeyret-ibni Yesri, devenin yularını tutmuş, recez okumakta, önüne geleni öldürmekteydi. Nihâyet Mâlik'ül-Eşter onu yaraladı, yere düşürdü. Kaçmak isterken birisi üstüne çullandı, diğer birisi ayağından sürükleyerek Hz. Ali'nin yanına getirdi. O: “Ey Mü'minler Emiri dedi, senin bağışlaman meşhurdur, bağışla beni!” Hz. Ali: “Kalk dedi, dilediğin yere git!” Umeyre kalkıp adamlarının yanına gitti, fakat kan ziyâından öldü. Kızı, ona düzdüğü mersiyede: “Eşter tarafından öldürülmeseydi kıyamete dek yanardım!” gibi beyitler söyledi.
Umeyr'den sonra Basralılardan bir ihtiyar çıktı, devenin yularını tuttu, recez okumaya koyuldu. Eşter ona da bir kılıç vurdu, öldürdü. Birbiri ardınca Hz. Ali'nin ordusuna saldıran, Eşter'in kılıcından geçiyordu. Bu arada Talha'nın oğlu MuhaMMed de yaralanmıştı. Eşter, onu bağışlamış, fakat kan ziyâından vefât etmişti.

Zübeyr oğlu Abdullah'ı da yaralıyan Eşter'di. Abdullah, savaş için ortaya atılınca Eşter, ona karşı durmuş, Abdullah, Eşter'i hafıfçe başından yaralamıştı.
Yaralı aslana dönen Eşter, onun başına öyle bir kılıç vurmuştu ki Abdullah, şaşkınlıkla Eşter'e sarılmış, ikisi de beraberce yere düşmüşlerdi.
Hz. Ayişe bunu görünce: “Kimdir abdullah'a hücum eden?” diye sormuş, Eşter olduğunu öğrenince feryada başlamış, ölümden kurtulduğunu müjdeleyene on bin dirhem vereceğini vaadetmişti.
Abdullah, yerde Mâlik'ül-Eşter'le savaşırken: “Beni öldürün amma tek Mâlik'i de benimle öldürün, o da ölsün!” diye bağırmaktaydı. Fakat o kadar birbirlerine sarılmışlardı ki hangisi Mâlik, hangisi Abdullah, kimse ayırd edemiyordu.
Sonucu Eşter, onun işini bitirdiğini sanıp bırakmıştı. Ayişe, savaştan sonra Ammâr'ı görmüş, yanında birisi bulunduğunu da görerek: “Bu kim?” diye sormuştu. Ammâr: “Eşter” deyince “benim kız kardeşimin oğluna yapacağını yaptın değil mi?” diye kinaye yollu sözler söylemişti. Eşter: “İhtiyar olmasaydım ve üç gündür aç bulunmasaydım, MuhaMMed ümmetini, onun elinden rahata kavuştururdum!” demiş, Ayişe: “Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Rasûlullah bir Müslümanın kanı ancak üç halde helâldir. Müslüman olduktan sonra dönerse; kocalı bir kadınla zina ederse, yahut da haksız yere birini öldürürse!” buyurdu, bunu bilmiyor musun?” deyince de Eşter: “Ana, biz bu üç işten hangisini yapmıştık da bizimle savaştın?!” demişti.

Cemel Savaşında bir çok defâlar Hz. Ali, sol eline sancağı alıp sağ elinde Zü'1-Fekâr olduğu halde bizzât harbe girmiş, saflar yarmış, erler öldürmüştü. Sahâbe:” Sana bir şey olursa Müslümanlık bozguna uğrar!” diye recâlarla onu geri çevirebilmişlerdi. Hattâ devenin yularını tutanlardan kırk kişiyi kendisi öldürmüştü.
Halk devenin etrafında değirmen taşı gibi dönmedeydi. Nihâyet Hz. Ali: “Deveyi, ayaklarının sinirlerini keserek çökertin!” diye emir vermeye mecbur oldu. Kendisi de Muhacir ve Ansardan bir bölükle deveye doğru yürüdü. Elinde bayrak, MuhaMMed-ibn'il-Hânefıyye Hasan ve Huseyn de yanındaydı.
Büceyr adlı biri, Devenin ayaklarındaki sinirleri kesti, deve, müthiş bir sûrette bağırarak yere çöktü, yıkıldı. Bunu gören Cemel ashâbı çekirge sürüleri gibi kaçışmaya başladı.
Ebû-Bekr oğlu MuhaMMed'le Ammâr, beraberce hövdücün iplerini kestiler. Ayişe: “Kimdir o?” diye bağırdı. MuhaMMed: “Yabancı değil, benim kardeşinim!” dedi. Hövdücü çıkarıp boş bir yere götürdüler. İsâbet eden oklarla kirpiye dönmüştü. Hz. Ali, ona bir çadır kurulmasını emretmişti, kurdular, kendisini çadıra götürdüler, geceleyin de Basra'nın en büyük evi olan Halef oğlu Abdullah'a ait bulunan eve konakladılar.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

UMUMİ AF:

Savaş bitip Cemel Ashâbı kaçmaya başlayınca Hz. Ali, tellâllar çıkartıp bağırttı:
"Kaçanın ardına düşüp kovalamayın, yaralılara dokunmayın, evlere girmeyin, kimsenin silâhını, elbisesini, malını mülkünü almayın. Silâhını bırakan emindir. Evine girip kapısını kapayan emindir."
Hz. Ali, daha Ayişe, Basra'daki eve nakledilmeden yanına gitmiş, hâlini-hâtırını sormuştu. Sonradan bâzı kimseler ziyâretine varmışlar, onlara: keşke, bundan yirmi yıl önce ölseydim.” demişti
Geceleyin konak olarak gittiği evde kadınlar çığrışıp ağlaşmadaydı. Çünkü konak sahibi, Ayişe'nin tarafındaydı, kardeşi Hz. Ali tarafında savaşta öldürülmüştü.
Karanlık basınca yaralılardan yürüyebilenler kalkıp evlerine gitmişler, gidemeyecek kadar ağır yaralılar da nakledilmişlerdi.

Ertesi günü Hz. Ali, savaş meydanını gezmiş, ölülerden bâzılarını kaldırtıp: “Ben, Rabbimin vaadettiğini elde ettim, sen de elde ettin mi? Bedir kuyusuna atıları müşrikleri, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) 'in sözlerini nasıl duydularsa bunlar da benim sözlerimi duydular” buyurmuştu.
Sonra da ölülerin gömülmesini emretmişti. Basralılar çıkıp ölülerini gömdüler. Hz. Ali taraftarlarıyle karşı tarafın ölüleri sayıldı, sayı, on bini buldu. Önce de üç bin kadar adam öldürüldüğüne göre öldürülenlerin tutarı on üç bine varmıştı.

Hz. Ali, askerin elindeki malları toplatti, Basra mescidine gönderdi, üstlerinde beylik damgası bulunanlardan başka hepsini sâhiplerine verdi.
Bâzı kimseler, müşriklerin evlât ve ayâlleri gibi esirlerin ve mallarının paylaşılacağını sanmışlar, bu hususta sözler söylemişlerdi. Hz. Ali: “Onlar bizim kardeşlerimizdi, bize isyân ettiler buyurup sizin sandığınız gibi olursa Ayişe kimin hissesine düşecek?” sorusunu sorup susturdu.
Cemel savaşı, Vâkıdî ve Mes'udi'ye göre Hicretin 36. yılı cümadelâhır ayının onuncu Perşembe günü olmuştu. Taberî'ye göre otuz altıncı yılın aynı ayının on beşinci günü, Basra ovasına konmuşlar, üç gün, aralarında savaş olmadan geçmiş, savaş da üç gün sürmüştür. En büyük savaşın bir günde olduğu, çeşitli savaşların, ondan iki gün önce vuku' bulduğu kabûl edilirse bu iki rivâyeti birleştirmek mümkündür.

Hz. Ali, savaştan üç gün sonra, Basra'ya girmiş, mescide gitmişti. Halk mescidde toplanmıştı. Hz. Ali, minbere çıkıp Allah'a hamdettikten, onu övdükten sonra buyurdu ki: "Şüphe yok ki Allah’ı n rahmeti, yarlıgaması pek geniştir, dâimidir, afvi boldur; fakat azâbı da çetindir. Rahmeti, yarlıgayışı, afvı, halkından itâat edenleredir ve doğru yolu bularılar, onun hidâyetiyle bulur, böyle takdir edilmiştir bu. Azâbı, ikaabı da halkından isyân edenleredir, böyle takdir edilmiştir bu. Hidâyeti bulduktan, apaçık delilleri gördükten sonra sapanlar, artık sapmaz, aklı olan doğru yolu bırakmaz.
Ey Basralılar, bey'atimden döndünüz, düşmanıma uydunuz, ona yardımda bulundunuz, size ne yapacağımı umuyorsunuz?"

Halktan biri ayağa kalkıp dedi ki: “Hayır ummadayız senden. Bize üst oldun, kudret buldun. Cezâlandırırsan bu bizim hakkımız, fakat bağışlarsan bil ki bağışlamak, Ulu Tanrı'nin en çok sevdiği şeydir.

Hz. Ali, sözüne şöyle devâm etti: "Sizi afvediyorum, fakat fîtneden sakının, Çünkü siz, bey'atten ilk dönen ve bu ümmetin arasını ilk olarak açan, bölen topluluksunuz."
Sonra minberden inip oturdu. Halk, birer birer bey'at etti. Kays oğlu Ahnef de Sa'd oğulları boyuyla gelip bey'ati yeniledi. Bu bey'atta savaşta yaralananlar bile bulundu.
Hz. Ali, sonra Ayişe'nin evine gitti. Hâris oğlu Safıyye ordaydı. Ali'yi görünce: “Ey dostları öldüren, ey topluluğu dağıtan, Abdullah'ın çocuklarını yetim bıraktığın gibi dilerim, senin çocukların da yetim kalsın!” dedi.
Hz. Ali, bu sözlere hiç cevâb vermedi. Hâl-hâtır sorup çıktı. Bâzı yaralılar, o eve sığınmışlardı. Odanın birinde, bir toplulukla Mervan, öbüründe Zübeyr oğlu Abdullah vardı. Birisi yolda, Hz. Ali'ye bunu söyleyince: "Demedim mi" buyurdu, "Evlere girmeyin, ayıpları görmeyin, kadınlara dokunmayın. Onlar müşrik oldukları zamanlarda bile onlara dokunmamamız emredilmişti."
Hz. Ali, kendisine bey'at edildikten sonra beyt'ül- mâli teftiş eti. Mevcud olanı beşer yüz, beşer yüz, bütün bu paraları kendisiyle beraber bulunanlara dağıttı. Orda bulunanlardan biri: “Ey Mü'minler Emiri, kalbimle seninle beraberdim, fakat bedenen beraber bulunamadım, bana da bir şey versene.” demişti.
Hz. Ali, bu adama da kendisine düşeni verdi ve böylece kendisi birşey almadı.
Hz. Ali, Abbâs oğlu Abdullah'ı, Hz. Ayişe'ye gönderip Basra'da fazla kalmamasını, hemen Medine'ye hareket etmesini emretti. Hz. Ayişe, Abdullah'a bâzı sözler söyledi, aralarında tartışmalar oldu. Fakat nihâyet gitmeyi kabul etti.
Yol azığını, bineğini hazırladılar, kardeşi MuhaMMed'le ve kırk tane Basralı kadınla yola çıkardılar. Recebin ilk günü olan Cumartesi günü Basra'dan hareket etti. Hz. Ali, oğullarıyla bir günlük yola kadar uğurladılar.

Hz. Ali, Basra'ya Abbâs oğlu Abdullah’ı vâli tâyin etti. Harac ve Beyt'ül-mâle de Ziyâd'ı me'mur eyledi.
Kûfe'ye şu meâlde bir fetih-nâme gönderdi:
"Rahman ve Rahim olan Allah adiyle.
Allah kulu Mu'minler Emiri Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Küfelilere:
Esenlik size. Gerçekten de sizden dolayı, kendisinden başka tapacak olmayan Allah'a hamdederim. Şüphe yok ki Allah hüküm ve hikmet sâhibidir, adâlet ıssıdır. Bir kavmin ahlâkını bozmadıkça onları yok etmez, bir kavme de cezâ vermeyi dilerse o dileği reddedecek yoktur, ondan başka sahib bulunamaz. Basralılarla aramızda geçenleri bildireyim:
Basralılar ve Kureyş boyundan bâzı kimseler Talha ve Zübeyr'le birleştiler, bey'atlerinden döndüler, Basra'ya geldiler. Orda tarafımdan vâli olan Huneyf oğlu Osman'a kötülükler yaptılar. Nihâyet Zikaar'a geldim, Hasan'la Ammâr'ı ve Sa'd oğlu Kays'ı gönderdim, öğütler verdim, Tanrı hakkına, Peygamberinin hakkına ve hakkıma riâyet etmelerini, uzlaşmalarını istedim, dinlemediler. Basra'ya yürüdüm, onlara deliller getirdim, fayda vermedi. Mutlaka benimle ve benimle beraber olanlarla savaşmakta ısrar ettiler, isyanlarında inâd edip durdular.
Sonucu savaştık, ölen öldü, Talha ve Zübeyr öldürüldü, gelen geçti, olan oldu. Sonra benden afiv dilediler. Kabul ettim, kılıcımı kınına soktum, onlara hak ve sürınet dâiresinde muâmele ettim, memleketlerine, tarafımdan Abbâs oğlu Abdullah'ı vâli yaptım. Tanrı izin verirse Kûfe'ye geleceğim. Şimdiden, tarafımızdan size ve sizden de bize haber vermesi için Kays oğlu Zecr'i gönderiyorum.
Esenlik, Tanri rahmeti ve bereketleri size."

Hz. Ali, Kûfe'ye hareket etti. O sıralarda Abbas oğlu Abdullah, kendisine bir mektub yazarak Basra'daki bâzı olayları bildirdi. Ali: "Sana bir kavimden haber vereyim ki, onlar, korkuyla ümit arasındadır. Basrahlar, senden hayır umuyorlar, gazebinden korkuyorlar. İyilerinin gönüllerini adâletle, insafla elde et, onlara ihsanda bulun, yüreklerindeki korkuyu gider; hâsılı Allah'ın izin verdiği kadar onlara iyilikte bulun" meâlinde bir mektub yazdı.

Otuz altıncı yılın Zılkadesinde gene Abbâs oğlu Abdullah'la Ebû-Râfı' oğlu Abdullah'a: "Müslümanların verdikleıi paradan yanında bulunanlara ver, onları tamamıyle doyur, zenginleştir, ondan sonra artanını bize gönder" meâlinde birer buyruk gönderdi.
Asker kumandanlarına da adâletle muâmelede bulunmalarına, çünkü kendilerinin, halktan fazla bir üstünlüğe sâhip olmadıklarına, ancak savaşta vazîfe gördükleri zaman liyâkatlerini göstereceklerine, bu bakımdan halkla aynı seviyede bulunduklarına dair bir emir gönderdi.

Haraç me’murlarına da: "Acıyın, size de acısınlar, Allah’ın halkına eziyet etmeyin, vermeye kudretleri olmıyacak tekliflerde bulunmayın. Kendi nefîslerinizle kıyaslayın da onlara insaf edin. İhtiyaçları olan şeyleri almayın. Çünkü halk, hükûmetin hazinesidir. Ancak işinizde ihmâl de göstermeyin, çünkü ihmâlin sonucu nedâmettir Kimsenin yerine bir başkasını tutmayın, ancak kefîl olmuşsa o başka" meâlinde emirnâmeler gönderdi.


Talha:
Ubeydullah oğlu Talha, Ebû-Bekir'in dâvetiyle Müslüman olan beş kişinin biridir.
Uhud savaşında kendisini Hz. Peygamber'e siper etmiş, ona çekilen bir kılıca karşı elini tutmuştu. Bu yüzden başından yaralanmıştı, eli de çolak kalmıştı.
On oğlu, dört kızı vardı. Malı-mülkü pek çoktu. Gündelik geliri bin akçaydı.
Osman'ın hareketlerine şiddetle itiraz edenlerdenken ölümünden sonra kanını istemeye kalkıştı, anlattığımız gibi Mervan'ın attığı bir okla öldürüldü. Yaşı altmışı geçmişti.


Avvâm Oğlu Zübeyr:

Babası Avvâm, Hz. Peygamber'in zevcesi Hadice'nin kardeşidir. Anası da Hz. Peygamber'in halası Abd'ül-Muttalib kızı Safıyye'dir.
Pek genç yaşında Ebû-Bekr'den sonra Müslüman olmuştu. Müslüman olanların dördüncüsü, yahut beşincisidir. Önce Habeş ülkesine, sonra da Medine'ye göçmüştü.
Müslümanlıkta ilk olarak din uğruna kılıç çekenlerdendi. Pek yiğitti. Ebû-Bekir'in kızı Esmâ'yı almıştı Ondan dört oğlu, bir kızı olmuştu.
Pek zengindi. Bin kölesi vardı. Onlar çalışırlar, ona para verirlerdi.
Mısır'da, Kûfe'de birer, Basra'da iki, Medine'de on bir tane evi, daha birçok mülkü ve arâzisi vardı. Borçlu olarak ölmüştü. Vaktiyle Medine civarında yüz yetmiş bin dirheme aldığı geniş arâzi, bir milyon altı yüz bin dirheme satılmış, parası borçlularına verilmişti.
Ölümünde yaşı yetmişi geçmişti.


Bu Yıl Ölenler:
Mısır Vâliliğinde bulunan ve Osman'ın öldürülmesinden sonra Askalân'da münzevi yaşayan, Ali'ye de, Muâviye'ye de bey'at etmeyen Ebi-Serh oğlu Sa'd oğlu Abdullah bu yıl öldü.
Râzılık bey'atinde bulunmuş olan ve Mısır'dan, Osman aleyhine gelenlerin reislerinden bulunan Udays oğlu Abdurrahman da bu yıl vefât etti.
Bedir savaşında bulunmuş olanlardan Maz'ün oğlu Kudâme'yle Dabbat-al-Fehri oğlu Ebû-Amr oğlu Amr da bu yıl vefât ettiler.

Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

HZ. ALİ (aleyhi's-selâm) KUFE'DE:

Hz. Ali, hicretin otuz altıncı yılı Receb'inin on ikinci pazartesi günü, Basra'nın ileri gelenleriyle Basra'dan Kûfe'ye hareket etti. Kûfe'nin ileri gelenleriyle halk, Hz. Ali'yi karşıladılar. Ey Mü'minlerin Emiri dediler, nereye ineceksin, hükûmet konağına mı?
Hz. Ali, hayır dedi, fesat ve zulüm yerine inmiyeceğim. Hubayrat-al-Mahzûmi oğlu Cu'de'nin evine indi. Bu zât, kız kardeşi Ümme Hâni'nin oğluydu. Ebû-Veheb oğlu Hubeyre, Ümme Hâni'yi almış, Cu'de dünyaya gelmişti.
Ruhbe adlı mahallede bir eve indiği hakkında da rivâyet vardır. Vefâtı, hükümet konağında olduğuna göre bu rivâyetleri şöylece birleştirmek mümkündür; Önce Cu'denin evine konuk olmuş, sonra Ruhbe mahallesinde bir evde oturmuş, sonra da hükûmet konağınayerleşmiştir.
Hz. Ali Kûfe'ye gelir gelmez büyük mescide gitmiş, orda iki rik'at namaz kılmış, sonra minbere çıkıp şu hutbeyi okumuştur:
"Allah'a hamdü senâlar. peygamberi MuhaMMed'e ve onun tertemiz soyuna rahmetler, esenlikler.
Ey Küfe'liler, gerçekten de Müslümanlıkta üstünlüğünüz var. Onu değiştirmediniz, bozmadınız.
Sizi gerçeğe çağırdım, icâbet ettiniz, Kötü işleri terkedip iyiliğe koştunuz. Üstünlüğünüz, Allah'la sizin aranızda. Ancak hevâ ve hevesinize uymanızdan, uzun uzun isteklere kapılmanızdan korkuyorum. Hevâ ve hevese uymak, insanı doğruluktan, gerçekten saptırır. Uzun uzun, olmayacak isteklere kapılmak, âhireti unutturur. Bilin ki dünyâ, gittikçe elden çıkmadadır, âhiret, geldikçe öne gelmektedir; her ikisinin de evlâdı var, siz âhiret evlâdı olun.
Bugün iyi işler işlemeye fırsat var, soru-suâl yok. Yarınsa soru-suâl var, iyi işler işlemeye fırsat yok.
Hamdolsun Allah'a ki dostuna yardım etti, düşmanını altetti, gerçek yardımcılarını yüceltti, sözünden dönenleri aşağılattı.
Allah'tan çekının, Peygamberinizin Ehl-i Beytinden olup Allah'a itâat edenlere itâat edin. Onlar Allah'a itâat ettikçe itâat edilmeye herkesten ziyâde lâyıktır.
Ama bâzıları, bizim şereflmizle şeref buldukları hâlde emrimize karşı geldiler. Bize karşı ayaklandılar, cezalarını gördüler, daha da gorecekler.
İçinizde, bana yardımdan çekinenlerin sözlerini dinlemeyin, onlarla görüşmeyin. Görüşürseniz gerçeğe dâvet edin de Allah bölüğüne uysunlar!."

Hutbenin burasında, Kûfe'de Enıniyet âmiri olan Habib-al-Yarbûi oğlu Mâlik ayağa kalkıp: “Ey Mü'minler Emiri, Bu çeşit adamlar zâten azlık, emredersen onları da öldürtüvereyim!.” Dedi.
Hz. Ali: “Sübhânallâh dedi, Sınırı aştın.
Mâlik, bâzı zulüm vardır ki daha fazla işe yarar meâlinde bir beyit okudu.
Hz. Ali: "Ey Mâlik" buyurdu, "Zulümle ne işim var benim. Allah, kim zulünı görerek öldürülürse vârisine, öldüreni öldürmek için hak ve kudret verdik, fakat “öldürmede aşırı varmayın” buyurmuştur. Öldürenden başkası öldürülemez, Allah bundan nehyetti bizi, bu zulmün tâ kendisidir."

Söz, buraya varınca, kendisine muhâlif olanlardan Avfül-Ezdi oğlu Ebû-Berde ayağa kalkıp: “Ey Mü'minler Emiri dedi. Ayişe, Zübeyr ve Talha'nın başına toplananlar ne diye öldürüldü?”
Hz. Ali: “Onlar, benim dostlarımı, taraftarlarımı, me’murlarımı öldürdüler. Allah rahmet etsin. Rabîat'ül-Abdî'nin kardeşini, bir bölük Müslümanla katlettiler. Onlar: “biz sizin gibi bey'atimizden dönmeyiz, hîleye sapıp gadırde bulunmayız “demişlerdi. Onlara saldırdılar, öldürdüler. Din kardeşlerimi öldürenleri istedim, kabûl etmediler. Onları Allah’ı n kitâbına dâvet ettim, aramızda o hüküm versin dedim. Yanaşmadılar. Boyunlarında bey'atim varken benimle savaşa giriştiler. Taraftarlarımdan bin kişinin kanı onların boynundaydı. Bu yüzden onları öldürdüm. Bunda şüphe var mı?” dedi.
Ebû-Bedre: “Şüphem vardı ama şimdi gerçeği anladım, şüphem kalmadı, sen, insanları doğru yola sevkeden bir imamsın, re'yin doğru!” dedi.
Sard'al-Huzâi oğlu Süleyman, Kûfe'de Hz. Ali'nin huzûruna varınca Hz. Ali, ona gücenmiş bir hâlde buyurdu ki: “Ne diye Peygamberinin Ehl-i Beytine yardım etmedin?”
Süleyman: “Ey Mü'minler Emiri dedi, geçen şeyleri anma, Önümüzde öyle zamanlar var ki dostunu, düşmanını anlarsın.”

Süleyman, Hz. Ali'nin huzûrundan çıkınca İmam Hasan'a gitti, Hz. Ali'nin sözlerini söyledi. Hz. Hasan: “O dedi, dostluğunu dilediği kişilere gücenir, o çeşit söz söyler.”
Süleyman: “Önümüzde öyle işler var ki sözü kılıca düşecek. O zaman benim gibilere ihtiyaç var” dedi.
Hz. Hasan: “Allah sana rahmet etsin dedi, senin hakkında şüphemiz yok.”

Süleym oğlu Muhnef de Hz. Ali'yi ziyârete gelmişti, yanında Mu'tem'il-Absi oğlu Abdullah, Rabîat'ül-Temîmi oğlu Hanzala, Avfül-Ezdî oğlu Ebû-Berde, Şurahbil'ül-Hemedâni oğlu Gârib de vardı.
Hz. Ali, onlara: “Siz kavminizin eşrafındansınız, ne diye bana yardım etmediniz? Eğer bu, niyetinizdeki noksandansa bir dereceye kadar bağışlarıabilir, yok, eğer üstünlüğümde şüpheniz varsa ve benim aleyhimdeyseniz o vakit düşmansınız demektir!” dedi.
Onlar: “Hâşâ ey Mü'minler Emiri!” dediler ve kimisi başka bir yerde bulunduğunu söyledi, kimisi bir başka sûrette özür diledi, kimisi hastalıktan dem vurdu. Hz. Ali: “Yalnız Muhnef müstesnâ; o ve kavmi, hiç bir vakit bana karşı gelmedi” buyurdu.

Hz. Ali, Kûfe'de yerleştikten sonra her tarafa me’murlar tâyin etti. İdâreyi tamamiyle eline aldı. Irak, Fars, Horasan, Yemen, Yemâme, Hicaz ve Mısır vilâyetleri, ona tâbi oldu, yalnız Şam Vâlisi, Hz. Ali'nin hâlifeliğini kabûl etmemekte ısrar ediyordu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

CEMEL SAVAŞI DOLAYISIYLE BİRKAÇ SÖZ:

Zübeyr, Ebû-Bekr'in hâlifeliği zamanında Hz. Ali taraftarlarındandı. Hattâ bu uğurda çektiği kılıç. Ömer'in emriyle kırılmıştı. Osman'ın öldürülmesinden sonra Talha ile ona bey'at edenlerdendi. Sonradan her ikisi de, birer vâlilik istemişler, Hz. Ali, benim yanımda kalmanız daha iyidir, sizinle dâima danışmak isterim diyerek istediklerini vermemişti. Bunun üzerine umre etmek bahânesiyle Mekke'ye gitmişler, orda Ayişe'yle buluşup Hz. Ali aleyhine kıyâm etmişlerdi.
Acaba Hz. Ali, onlara istedikleri vâlilikleri verseydi bu olay meydana gelmez miydi?
İnsanın aklına böyle bir soru geliyor. Fakat birbirine ekli olaylar da gösteriyor ki Hz. Ali, her ikisinden de emin değildi. Emin olmadığı için istediklerini yerine getirmedi. Onların dileklerini yapsaydı gittikleri yerlerde de ihtimâl aynı işi yapacaklardı. Her ikisi de Hz. Ali'nin üstünlüğünü inkâr etmiyorlar, hattâ kendi hareketlerini, sırası geldikçe kendileri de beğenmiyorlardı. Hz. Ali de onların İslâmdaki hakkim inkâr etmiyordu, fakat hareketlerini de haksiz buluyordu.

Hz. Ayişe'nin Hz. Ali'ye karşı duygusuna gelince:
Mustalakoğullarıyle savaşa gidilirken Hz. Ayişe de vardı. Savaştan Medine'ye dönülürken bir yerde konaklandı. Hz. Ayişe orda deveden indi, biraz eğlendi. Bu sırada gerdanlığını kaybetti. Ararken kafile Hz. Ayişe devesindeki hevdücün içindedir sanarak hareket etti.
Hz. Ayişe gerdanlığını bulduktan sonra kafilenin konduğu yere geldi. Orda oturdu, birisinin gelip kendini götürmesini beklerken uyuya kaldı. Kafilenin ardından gel en Safvan, Hz. Ayişe'yi görünce devesine bindirdi, kervana ulaştırdı.
Münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bu olayı firsat bilerek Hz. Ayişe'nin aleyhine kötü sözler söylemeye başladı, münâfıklara bâzı mü'minler de uydular, dedikodu büyüdü. Hz. Peygamber, isteği üzerine Hz. Ayişe'yi babası Ebû-Bekr'in evine yolladı.
Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu hususta Hz. Ali ve Üsâme'yle danıştı. Üsâme, Hz. Ayişe'nin lehinde bulundu. Hz. Ali ise: “Kadınların hepsi bir, onun üstüne düşmende sebep yok!” dedi.
Altı ay sonra Kur’ân'ın 24. sûresi olan Nûr sûresinin 11-26 âyetleriyle Ayişe'nin temizliği, böyle bir kötülükten beri olduğu bildirildi. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) , bu âyetleri Hz. Ayişe'ye müjdeledi ve onu evine aldı. Fakat Hz. Ali'nin sözünü, Ayişe hiç bir zaman unutmadı. Bu sözün yarattığı iğbirar (kırılmak. gücenmek) böyle kanlı olaylara yol açtı.

Cemel savaşından sonra Attâb oğlu Muske ve Fudayl oğlu İmran adlı iki kişi, başlarına topladıkları bâzı adamlarla isyan edip Secistan'a gittiler, birkaç şehri zaptettiler.
Hz. Ali, bunların üstüne kuvvet gönderdiyse de bozdular, kumandani öldürdüler. Bunun üzerine Hz. Ali, Basra Vâlisi Abbâs oğlu Abdullah'a, o ülkeye bir vâli göndermesini ve bu isyanı bastırmasını emretti. Abdullah, oraya birisini vâli tâyin edip dört bin askerle gönderdi. Savaşta Muske öldürüldü, adamları dağıldı, isyan bastınldı.
Nişabur'da başlayan isyan da Hz. Ali tarafından gönderilen Kurra oğlu Huleyd tarafından yatıştırıldı
.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

MISIR'DAKİ OLAYLAR:

Mısırlılar, Osman aleyhine Medine'ye yürüdükleri vakit, ashâbın ulularından olup Yemâme savaşında şehid düşen Ebû-Huzeyfe'nin oğlu MuhaMMed Mısır'da kalmış ve hükûmeti eline almıştı.
MuhaMMed, babasından pek küçük yetim kalmış, Osman tarafından büyütülmüştü.
Bir gün her nasılsa içki içmiş, Osman'ın emriyle kendisine şeriatin hükmü olan seksen sopa vurdurulmuştu. Bundan sonra MuhaMMed, bir daha böyle bir harekette bulunmamış, ibâdet yolunu tutmuştu.
Osman'dan vâlilik istedikçe senin kaabiliyetin yok cevâbını aldı. Nihâyet savaşa katılmak üzere Mısır'a gitmek için izin aldı. Mısır'a gidip vâli Ebi-Serh oğlu Abdullah'la beraber deniz savaşlarında bulundu.
Vâlinin bâzı kötülükleri halk arasında dedikodu konusu olunca MuhaMMed, Ebû-Bekr'in oğlu MuhaMMed'le birleşerek bu dedikodulara katıldı. Vâli bunlardan şikâyet edince Osman: “Ebû-Ebubekir'in oğlunu, babasına ve kız kardeşine bağışlamak gerek. Ebû-Huzeyfe'nin oğluysa benim oğlum demektir, o bir Kureyş yavrusudur!” diye mektub göndermişti.
Vâli: “evet ama, bu yavru tüylendi, bir uçması kaldı.” demişti.
Osman'ın MuhaMMed'e, kendi aleyhinde bulunmaması için otuz bin dirhemle bir yük elbise göndermişti. MuhaMMed, bunları Mescide götürüp ortaya döktü,: “Ey halk dedi, Osman, din işlerinde kayıtsızlıkta bulunmam için bana bunları rüşvet olarak yollamış!” dedi. Bu sözler halka pek fenâ te'sir etmiş, onların ayaklanmalarını hızlandırmıştı.

Hz. Ali Mısır'a Ubâda oğlu Sa'd'in oğlu Kays'ı vâli tâyin etti, mâiyetine bir de ordu verdi. Kays: “Medine'den götüreceğim askerle Mısır'a giremezsem bundan böyle giremem. Bu askeri sen, mühim işlerinde kullan” deyip vidâ' ederek yedi adamıyla yola düştü, Mısır'a vardı.
Mescidde minbere çıkıp Hz. Ali'nin emrini okudu: “Ey halk dedi, biz Peygamberimizden sonra en hayırlı bildiğimiz kişiye bey'at ettik, siz de ona, Allah'ın kitabı ve Rasûlullah’ı n sünneti üzere bey'at edin!”
Mısırlılar, hemen bu sözleri kabûl edip itâat ettiler. Kays, her tarafa me’murlar göndererek Mısır ülkesine hâkim oldu. Ancak Haribta nahiyesinde sahâbeden Hâris oğlu Yezid'le muhalled oğlu Mesleme, Osman'ın kanını istemekte ısrâr edip bey'at etmediler. Yezid, Bedir savaşında bulunmuş olan sahâbedendi. Mesleme de Mısır fethinde bulunmuş, sonradan Muâviye tarafından Mısır ve Mağrib vâlisi tâyin edilmişti.
Kays, bunları bey'ate cebredersem gidip Muâviye'ye uyarlar, o da bunların nüfûzundan faydalanır düşüncesiyle üstlerine düşmedi.

Muâviye, Hz. Ali Şam üzerine yürürse Kays da Mısır askerleriyle arkadan gelir diye korku içindeydi, mutlaka Kays'ın Mısır'dan ayrılmasına bir çâre bulmak zorundaydı. Çünkü Kays, Ansâr'ın ulularından Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu olduğu gibi, Hz. Peygamber zamanında savaşlarda Ansarın bayraktarıydı, Hz. Peygamber'in hizmetinde bulunurdu, çok akıllıydı, idareci biz zâttı, aynı zamanda cesâreti de vardı, gerçekten yiğitti.
Muâviye, ona mektublar yazdı, vaadlerde bulundu, tehdid etti. Kays, aldanır göründü, onu aldatmaya çalıştı. Hâsılı bu iki zekâ, çarpışmaya başlamıştı, fakat birisi, öbürünü alt edemiyordu.
Muâviye, onu kandıramıyacağını anlayınca başka bir yola saptı, Şamlılara, Kays bizdendir, bizimledir. Haribta'dır Osman'ın kanını istiyenleri besliyor. Ayrıca bize gizli gizli mektub göndermekte demeye başladı. Hattâ Kays'ın ağzından, Osman'ın kanını ben de istemekteyim diye bir mektub da düzdü, Şamlılara okudu.
Bu sözler dalga dalga yayıldı. Ebû-Bekir'in oğlu MuhaMMed'le Ebû-Talib oğlu Ca'fer'in oğlu MuhaMMed'in kulaklarına kadar geldi. İkisi de kalkıp Hz. Ali'ye gittiler ve bu söylentileri haber verdiler.
Hz. Ali'ye, oğulları Hasan ve Huseyn'le Ca'fer oğlu Abdullah: “Ey Mü'minler Emiri dedi, şüpheli yolu bırak, şüphesiz yola, git; Kays'i Mısır'dan azlet!.”
Hz. Ali: “böyle söylentilere inanmam!” buyurdu. Fakat o sırada Kays'ın, Haribta'da bulunup bey'at etmiyenlerin ahvâlini bildiren ve onlara şimdilik dokunmadığını belirten bir mektubu geldi.
Ca'fer oğlu Abdullah: “Bu da, korkarım Sa'd'in onlara bir müsâadesi olmasın, ey Mü'minler Emiri, Kays'e emret, onlarla savaşsın!” dedi.
Hz. Ali de bu söz üzerine Kays'e bir mektub yazıp savaşmasını emretti.
Kays, bu mektuba cevâb olarak gönderdiği mektubta: “sana zaran olmayanlarla savaşmamı emretmene şaştım. Onlarla savaşa girişirsek düşmanlarına yardım ederler. Çekilip kendi hâllerinde oturdukça onları hâllerine bırakmak en doğru harekettir” diyordu.
Hz. Ali, bu mektubu okuyunca Abdullah, gene Kays'in azlini tavsiye etti. Nihâyet Hz. Ali Kays'i azletti, yerine Ebû-Bekir'in oğlu MuhaMMed'i Mısır'a vâli tâyin etti.
MuhaMMed, Mısır'a gidince emirnâmeyi okudu. halka güzel sözler söyledi, hükûmeti ele aldı.
Kays Mısır'dan çıktı, Medine'ye gitti. Orda oturmak niyetindeydi, fakat Mervan, kendisine kötü muâmelede bulundu. Bu yüzden Huneyf oğlu Sehl'le Medine'den çıkıp Kûfe'ye gitti, Hz. Ali'ye ulaştı.
Muâviye, bunu haber alınca Mervan'a: “Ali'ye yüz bin erle yardım etseydin bence Kays'in Ali'nin yanına gitmesinden ehvendi” diye ağır bir mektub yolladı.
Kays, Hz. Ali ile görüşüp Mısır ahvâlini bir bir anlattı. Bundan sonraki olaylar da onun sözlerini, fikirlerini gerçekleştirdi. Bu yüzden Hz. Ali'nin ona güvenci arttıkça arttı.
MuhaMMed, işe başlamasından bir ay sonra Haribta'da tarafsız bir hâlde oturup duranlara, ya itâat edin, yahut burdan gidin diye haber yolladı. Onlar, hele durun, işin sonu nereye varacak, görelim dedilerse de MuhaMMed kabul etmedi. Bunun üzerine silâha sarıldılar. Böylece Mısır'da, gitgide Muâviye'ye taraftar bir topluluk meydana gelmiş oldu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: Mü’minlerin Emiri İmam ALi kv.

Mesaj gönderen Tahiri »

AS OĞLU AMR MUAVİYE'YLE BİRLEŞİYOR:

Arap dâhilerinden sayıları As oğlu Amr, Osman’ın evi kuşatılınca işin nereye varacağını anlamış, oğulları Abdullah'la MuhaMMed'i alarak Filistin'e gitmişti. Ordaki evinde, hiç kimseyle görüşmeyerek bir yalnızlık hayati sürüyordu.
Osman’ın ölümünü duyunca hüngür hüngür ağlamıştı. Talha'nın hâlifeliğini isterken Hz. Ali'nin hâlife olduğunu duyunca da pek cam sıkılmıştı, pek korkmuştu. Talha'yla Zübeyr'in isyânını duyunca sevinmişti, ümitlenmişti. Cemel savaşının sonucu, onu kederlere gark etmişti. Nihâyet Muâviye'nin Hz. Ali'ye bey'at etmediğini duyunca ne yapalım diye oğlu Abdullah'a sormuştu.
Abdullah, babasından önce Müslüman olmuş bir zâttı. Din hukuk bilgisini iyi bilirdi. Dedi ki: Ebu-Bekr ile Omer senden râzı olarak bu dünyâdan göçtüler. Halk, tek bir fikir etrafında toplanıncayadek evinden çıkma.
Öbür oğlu MuhaMMed, Arap yiğitlerindendi. Babasına:"sen dedi, bu kavmin ulularındansın, bu iş sensiz bitmez, bitmemesi de gerektir."

Amr: "Abdullah dedi, sen bana âhiretimce hayırlı olanı tavsiye ettin, MuhaMMed'se dünyamca faydalı olan yolu gösteriyor."
Fakat Abdullah da Hz. Ali'nin aleyhinde bulunanlardandı; bu tavsiyesi, zamana göre bir siyâsetten başka bir şey değildi.
Sonra Şam'a gitmeye karar verdi. Abdullah, mutlaka bir yere gideceksen Kufe'ye gidelim dediyse de o: "Ali'nin bizim gibilere ihtiyacı yok. Yiğitlikte, üstünlükte, ilk Müslüman oluşta, Hz. Peygambere yakırılıkta onun eşi bulunmaz. Bizim işimize Muâviye gelir. Oğlun babaya itâati de farzdır, haydi, kalkın, gidelim!"dedi.
İki oğluyla beraber Şam'a gelen Amr'a Muâviye büyük iltifâtlarda bulundu, ona da, oğullarına da ihsanlar da bulundu.
Amr'in Şam'a gidişi, bir rivâyette Muâviye'nin mektubu üzerinedir. Muâviye ona, Abdullah'il-Becli oğlu, Ali'den mektub getirdi, ben onu oyalamaktayım. Sen gelinceyedek bu işe bir son vermeyeceğim. Hemen gel diye mektub göndermişti.
Amr'ın Verdan adlı bir kölesi vardı. Şam'a gidip gitmemek hususunda onunla görüşmüştü. Verdan: "Ali'de âhiret var, dünyâ yok, Muâviye'de dünyâ var, âhiret yok; sense ikisinin arasında kalmışsın!" demiş ve "evinde otur, din ehli üst olursa seni bağışlarlar, dünyâ ehli üst olursa zâten onlar sana muhtaçtır, ergeç başvururlar"diye tavsiyede bulunmuştu.
Fakat Amr, bütün bunlara ehemmiyet vermeyerek Şam'a gitti ve Muâviye'nin fikir ortağı oldu, üst olduğu takdirde ölünceyedek Mısır vâliliğinde kalmasını da şart koşmuştu.
Amr, Muâviye'den hoşlanmaz, Muâviye de Amr'ı sevmezdi. Böyle olduğu hâlde menfaat, ikisini de Hz. Ali aleyhinde birleştirmişti. Amr, bir gün Muaviye'ye: "ikimizi birleştiren, ne Osman'ın yakınlığıdır, ne ona olan sevgimiz; bizi, dünyâya bağlılığımız birleştirdi"demişti.

(İbnü'l-Esir: Al-Kâmil, Kahire, 1290, c.3, s. 118.)

Muâviye, Şama gelen Amr'a iltifâtlarda bulundu ve ondan üç şeyi nasıl başarabileceğini sordu.
Bu üç işin birincisi, bundan önce Osman'ın son zamanlarında ve ondan sonra Mısır'da başına buyruk hüküm süren Huzeyfe oğlu MuhaMMed hakkında yapılması gereken işti.
MuhaMMed, bir aralık Muâviye tarafından tutturulmuş, hapsedilmişti. Fakat bir yolunu bulup kaçmıştı. Muâviye, ondan çekinmekteydi.
İkincisi, Hz. Ali ile savaşa giriştiği zaman Bizans İmparatorunun, Arap ülkesine, bilhâssa Suriye'ye saldıracağından korkuyordu.
Üçüncü ve en çetin mesele de Hz. Ali ile savaşmaktı. Amr: “birinci müşkül, pek kolay halledilir”dedi, “onun ardından adamlar yolla, tutulursa ne âlâ, fakat tutulmazsa da o bir şey yapamaz. İmparatordan da korkma. Suriye'de ne kadar Hristiyan esir varsa hepsini âzâd edip memleketlerine yollamak vaadiyle onunla bir uzlaşma yap Asıl güç olan, Ali ile savaşmaktır. Çünkü o, ilk Müslümandır. Hz. Peygamberle yakırılığı vardır. Üstünlüğü, bilgisi, temizliği, olağanüstü yiğitliği herkesçe malümdur halkın çoğu, onu senden üstün bulur. Onun için düzene baş vurarak çâreler aramak gerek.”
Muâviye:“peki, ne yapalım?”deyince Amr:“Sımt'al-Kındı oğlu Şurhabil'i buraya çağır, bu işte onu kullanırız”demişti.
Şurhabil, Hz. Peygamber'e ulaşmıştı. Muâviye, onu Humus diyârına vâli tâyin etmişti. Hz. Ali'nin elçisi Cerir'le arası açıktı.
Muâviye, Amr'ın tavsiyesine uydu. Şurhabil'i çağırdı, gene onun tavsiyesiyle muhtelif yerlere sekiz on adam dizdi. Şurhabil gelirken bunlar, birer birer karşısına çıkıyor, Hz. Ali'nin, Osman'ı öldürttüğüne dair türlü türlü sözler söylüyorlardı. Ancak birinin sözü, öbürünün sözünü tutmamakta, fakat hepsi de Osman'ın ölümünden Hz. Ali'yi suçlu bulmaktaydı.
Şurhabıl, tevatür derecesine varan bu rivâyete tamamiyle inanmıştı. Şam'a gelince Muâviye'nin huzûrunda da bir çok adam, Osman'ı Ali'nin öldürttüğüne şehâdet etti. Bunun üzerine Şurhabil: “bu hususta hiçbir şüphem kalmadı”dedi, “eminim artık, Osman'ı Ali öldürtmüş.” Sonra Muâviye'ye dönerek “eğer dedi, ona bey'at edersen seni Şam'dan çıkarız.”

(Şurhabil için Al-İstiâb'a bakınız, c.2, s. 605.)

Muâviye, nasıl olur da ben size karşı gelebilirim? Ben de sizdenim, siz benim elim, ayağımsınız dedi. Şurhabil, o halde dedi, Cerir'i Şam'dan çıkar. Muâviye, acele etme dedi, hele bir Şam ülkesini dolaş, herkes bize uysun, ondan sonra Cerir'i göndeririz.
Bunun üzerine şair bir zât olan Şurhabil, Şam ülkesindeki şehirleri, köyleri, obaları birer birer dolaştı.
Her gittiği yerde, Ali, Osman'ı mazlûm olarak öldürtmüş, bütün İslâm ülkesini zaptetmiş, şimdi de asker toplamakta, gelip bütün Şam halkim kesecekmiş. Ona Muâviye'den başka kimse karşı duramaz. "Hepiniz birleşin, ona uyun" meâlinde sözler söylüyor, şiirler okuyordu.
Evvelce de söylediğimiz gibi Beşir oğlu Nu'man Osman'ın kanlı gömleğini ve zevcesi Naile'nin kesik parmaklarını Şam'a götürmüştü. Muâviye onları ulu camiin minberi üstüne koymuştu. Cuma günleri ağlaya-ağlaya halka göstermekte, ziyâret ettirmekteydi.

Amr, bunları dâima gözönünde bulundurma, sakla. Savaş vakti halka göster de hiddetleri, heyecanları yeni baştan artsın dedi. O da Amr'ın bu husustaki tavsiyesini tuttu.
Bu sıralarda Muâviye'nin gönderdiği adamlar, Havran tarafında Huzeyfe oğlu MuhaMMed'i tutup öldürdüler. Muâviye, bir derrten kurtuldu.
Bizans İmparatorunun Şam ülkesine hücum edeceği haberini alınca da ona: "Eğer Şam'a geleceğine dair duyduğum haber doğru çıkarsa arkadaşımla (Hz. Ali ile) uzlaşırım, onun ordusuna kumandan olurum, and olsun Tanrı'ya, senin üstüne öyle bir gelirim ki, hükûmetinin merkezi olan İstanbul'u yıkıp yakar, kapkara kömür ederim. Seni de yerden havuç söker gibi tutup ülkenden çeker çıkanrım, domuz çobanı yaparım!” meâlinde bir mektub gönderip sindirdi. Savaş tedârikine koyuldu.
Resim
Cevapla

“►Hz. Ali Keremallahu Veche◄” sayfasına dön