BİR DAHA TAŞLAMA!..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

BİR DAHA TAŞLAMA!..

Mesaj gönderen aNKa »

TAŞLAMA...

Altın iken “pulum!” diyen
İpek değil “çulum!” diyen
“Ben kendime kulum!” diyen
Ahmağa taş atma İhvâni...

*

Atılan taş sana döner
Nefret; hayrı, şerre yöner
Aklı olana aşkı öner
Halka dalıp batma İhvâni...

*

Tevhid siler sîne pasın
Kemâlât hikmetin Has’ın
Cehâlet ibret aynasın
Hoş gör gitsin çatma İhvâni...

*

Üzme – Üzülüp de kırma
Sev – sevil kendin kayırma
Gübre – Gül’ü bil, ayırma
Zehre zemzem katma İhvâni...

*

Aşk ırak aktan-karadan
Hükmün yürütür Yaradan
HAKK’tan Halka! Çık aradan!
Aşkı alıp - satma İhvâni...

*

HAKK her an bazar açıyor
Seven sevdiğin seçiyor
Gün değil ömür geçiyor
Yan gelip yatma İhvâni...

*

Ele değil sana sözüm
Elinde esir mi özüm?
Uyan gayrı iki gözüm
Eyleme - etme İhvâni...

*

İtiraz var rızan hiç yok
Şükrün az, şikayet pek çok
İster aç gez, istersen tok
Haramı yutma İhvâni...

*

Gündüz bulup gece yeme
Bir de oruçluyum deme
Almadınsa nefsi geme
Yolunu tutma İhvâni...

*

Bir dağ başı bul-git otur
HAKK’a HAKK’ı HAKK’la götür
“Heplik”le git, “Hiçlik” getir
Karga gibi ötme İhvâni...

*

Fark eyle esiri-hürü
Özünde Hak bul özgürü
Gün be gün ileri yürü
Geriye gitme İhvâni...

*

HAKK’la aşkın atağında
Aşk uyutmaz yatağında
Eşya – Olay batağında
Kaybolup yitme İhvâni...

*

Hemen Tevhid kisb ü kârın
“Ben Bilyesi” elde varın
Sekiz köşe değil zarın
Ütülme – ütme İhvâni...

*

Cihanın cennet canısın
Bu âlemin yabanısın
Sen ki Hikmet Çobanısın
Cehlini gütme İhvâni...

*

Her hâlde aşk varsa serde
Tevhid her zaman-her yerde
Korun- közün- külün nerde?
Yanmadan tütme İhvâni...


28.06.1995 13:58

Çul : Değersiz giysi.
Kisb ü kâr : Kazanç, iş güç.
Zar : Tavla oyununda atılan âlet.
Cehl : Câhillik, bilmemezlik, ilimden mahrum olmaklık, nâdanlık, tecrübesizlik, gençlik..

Odun – Kor – Kül – Duman...
Buz – Su – buhar – Bulut...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Bugün alış veriş merkezinde hanım ve çocuklar ile gezinirken, baktım ki herkes bir şeyden şikayet ve ayıplama içerisinde, bu böyle olurmu, bu niye böyle, düşündüm taşındım en çok taşlanan kim bu hayatta diye. İki damla gözyaşımın içime akmasına sebep veren bir dille, özümden bir ses şöyle dedi : ALLAH C.C yaptığı işlerle kendisine en çok taş atılandır bu hayatta. İnsanoğluna aldığı havadan içtiği suya kadar hizmet eden ve yaptığıyla en haksızca kınanan ve kabahatlenen Aziz ul Hakim ALLAH C.C 'dur.

Melamet yolunun bir güzelliğide bu olsa gerek, bol bol taşlanmaktasınız, bir bakıyorsunuz ki iki gün önce sevgili kardeşim dedikleriniz bugün başınızı yarmaya çalışmakta, ve kendince hakli bir nedeni var, siz alttan aldıkça o dahada irisini seçmekte taşın, Resulullah SAV'de taşlanmadı mı Taifte, hele Ayşe annemizin gerdanlık meselesi yüzünden çıkan dedikoduların taşları yüzünden ayet inmişti, bunu anladığım da atılan her taşı kucaklamak geldi içimden, bu da bu yolun bir cilvesi ALLAH ahlakıyla ahlaklanan taşıda yemeyi göze alsın...

Sen şimdi buna dersin ki biz bunları okumuştuk, duymuştuk biliyoruz zaten bir yığın bu konuda şey okuduk, sen yenimi duydun. Evet ben de okumuştuk çok ve zahir kulağıyla işitmiş ve gözüyle okumuştum, ama yaşanmayan yalandır.

Birine parmak uzattığınız zaman bir de size dönük olan alttaki 3 parmağınıza bakmayı unutmayın...

Selam ve sevgiyle
Gariban


En-Nahl [16/4]:

خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Halekal insane min nutfetin fe iza hüve hasiymün mübiyn

İnsanı bir nutfeden yarattı, bir de bakarsın o, natûk bir muhasım kesilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allâhumme salli ve sellim ve bârik 'alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin 'abdike ve nebiyyike ve rasûlike ve nebiyyi'l-ummiyyi ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi...

" Yâ RABB onları affet, bilmiyorlar, bilseler yaparlar mı?"

Resuller... Seçilmişler... Hayatları insanların felâhına adanmış ERler...

Dünyâ, hikâyesi Âdem aleyhi's-selâm ile eşinin "yasak ağac" ın meyvesinden yemeleri ile başlayan süreç... "Sonsuzluk" aldanışının sonUCu...

RAHMAN ve RAHÎM olan RABBİ'L-'ÂLEMÎN muhabbeti ile yarattığı Kâmil İnsân, meleklere secde emrini verdiği İnsân Esfel-i Sâfilîne inen İnsân için Kemâli yakalama ve hak etme aşamasında resuller göndermiş... hamd u senâ Yüce SULTANA...

Elçilerin görevi: Tebşîr etmek, çetin bir gün ile uyarmak, tebliğ etmek...

Seçtiği bu hak elçileri insanların anlaması ne zor oldu... Eşleri, evlatları, akrabaları, yakınları geride kaldı da gâbirûn oldu. Onlara biat edenler, canları ve malları ile yanlarında olanlar en yakîn olanlar oldu.

Elçiler görevlerini, kendilerine sunulan bu kutlu mubârek emânetleri en güzel şekilde yerine getirdiler. Aleykum es-Selâm her birine...

Seçip elçi eylediklerinin yaşantılarına baktığımızda; ayrılık, hastalık, zorluk, darlık, fakirlik, kınanma, taşlanma, küfür, hakâret, iftira, ihânet ve bunlar gibi nice zorluklara dûçar olmuşlar. Târihî metinler ve kutsal kitaplar bir dilde dillendirmekte bu gerçeği...

Seçilmişler, bizim gibi insandılar. İnanmak istemeyenlerin "senin gibi biri yerine melek göndermeli değil miydi?" dedikleri veya gönderilenin "önde gelenlerden, soylu, zengin, ekâbirlerden" olması daha doğru değil miydi? dedikleri... o akıl sahiplerine göre...

Burada karşımıza inancın inkârında ALLAH Celle Celâluhu'nun varlığına inanmamanın ötesinde gönderilenin kimliğini inkâr gelmekteydi. Kendilerine gönderilen değil! kendileri gönderilen olmalıydılar ki "elçi hak ola!"

İlk saplantı aklın bu bakışındaydı. Akıl bu bakışla YARATAN'ı yanlış iş yapmakla, yanlış seçmekle ithâm ediyor, inkâr ediyordu, ardından da "yanlış seçim" netîcesi olarak "seçen" de tebliğ ettikleri de inanılmaya deymiyordu... İnkârın çifte kavrulmuşu mevzu bahis olarak cahîm azâbına dûçâr olunuyordu...

Aklın bu bakışı grip virüsünün kendisini alt etmeye hazırlanmış anti virüslere karşı şekil değiştirmesi gibi şekil değiştiriyor, her birimizde başka başka kanallarda ne acıdır ki zuhûr ediyor. Kara karıncanın gecenin karanlığında yol alışı misâli bize göre "en kavî mü'min" olarak ayağımızı tökezletiyor alnımız ak âhiret yurduna güle oynaya yürürken "ellerimiz ile yaptıklarımız" yüzünden şaşırıp kalıyoruz ER Meydanında...

Bugün için, kendimiz için, ÂN'ımız için konuşabiliriz gerçek ile, zîra dün geçti yârın belirsiz şimdi ise gün gibi ortada iken... ALLAH Celle Celâluhu'ya, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe, kadere inanan, kulluk vazîfelerini yerine getiren, üstelik bir de yüreğinde ALLAH aşkı olan bizler için için sadece ömür boyu değil öldükten sonrası içinde garantili bir geleceğe sâhipmişiz gibi rahat, sermest olarak yiyip içmekte, gezip tozmakta, iyiye davet edip kötüden menetmekte, hamd edip "birilerini" kınamakta ve kendimizi cennete mâlik diğerlerini ise cehennem yakıtları olarak görmekteyiz.

Kendini iyi diğerini kötü olarak tanımlayabilmek için ne ile ölçüp biçmekteyiz? Resulleri ne ile ölçüp biçmişlerdi? Hesap ve kitabın sahibinin, ölçü ve tartının sahibinin ALLAH Celle Celâluhu olduğunu unuttuk mu? Kur'an-ı Kerîm'de " hesap günü " , " defterleri sağdan verilenler " , " tartıları hafif gelenler " gibi uyarıcı âyetleri okuyup, ne ile ölçüp tarttık ta kendimizin tartısının hafif, başkasının tartısının ağır olduğuna hükmettik? Kimi ne ile ayıpladık? Kimi hangi hüküm ile infâz ettik?


" Vallâhi âhirette ALLAH'ın bana ne yapacağını bilmiyorum " diyen Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemden daha öngörülü nasıl olabildik?
" İçinizde cehenneme uğramayacak yoktur " âyetinden ne anladık?

Yûnus Emremiz


Benim bunda karârım yok ben bunda gitmeğe geldim
Bazirgânım metâım çok alana satmağa geldim

Ben gelmedim da’vî için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldim

Dost esriği deliliğim âşıklar bilir neliğim
Dervişiben ikiliğim birliğe bitmeğe geldim

O hocamdır ben kuluyum dost bahçesi bülbülüyüm
Ol hocamın bahçesinde şâd olup ötmeğe geldim

Bunda biliş olan canlar anda bilişirler imiş
Bilişiben hocam ile hâlim arzetmeğe geldim

YÛNUS EMRE âşık olmuş ma’şûka derdinden ölmüş
Gerçek eren kapısında hâlim arzetmeğe geldim



derken ne anlattığını anladık mı?

Bu durumda pusulamız ne olmalı ki iyi ile kötü'yü, doğru ile yanlış'ı helâl ile haram'ı ayırabilelim? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz " ummetî, ummetî " niyâzında ne dilemişti? Biz birbirimizi insan olmamız hasebiyle yiyiş içişimizden mi hırpalayacaktık ?

Ölüler iken dirilere veyl etmemiz acı gülümseme getirmekte. Dirileri DUYup UYmak dururken, ölüler iken attığımız taşlar dönüp bizim başımızı yarmakta.


Erenlerin gönlünde ol sultan dükkân açtı
Nice bizim gibiler anda konuban geçti

Cümle erenler uçtu dağlar yazılar geçti
Aşk kanına düştü kaynayıbanı pişti

Bu dünyânın meseli benzer murdar gövdeye
İtler murdara düştü Hak dostu kodu geçti

Âşık mı diyem ona can terkini urmadı
Âşık ona diyeler kim melâmete düştü

Yine esridi YÛNUS Taptuk yüzünden görelden
Meğer onun gönlünden bir cur’a şerbet içti
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Sabrın da en güzeli vardır.
Ve “Sabru’n Cemil”dir. (Yûsuf 12/18 bkz.) Yûsuf’un kanlı gömleğine bakan ve koklayan Yakub (Aleyhi’s-Selâm):
“Bu ne de akıllı bir kurt imiş ki yavrumu yemiş de gömleğini yırtmamış!”deyip olanı, Hükm-ü Hakk bilip:
“Artık bana düşen: “Halkına, Hakk’ı şikâyet etmeden rıza içinde şükürle sabır olan Sabr-ı Cemil!” buyurur gibi...

*

TEVHİD ve TASDİK
Latif YILDIZ
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“Şiirler” sayfasına dön