PİS DÜNYA!

Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Beşincisi: Kur'anı dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatı ve nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır. Yâni, insana der ve isbat eder ki: "Dünya, bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil al, nukuşunu bırak git...

Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrafatını at, ehemmiyet verme...

Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes...

Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil; belki Cemîl-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme...

Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir Sûrette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma..." gibi zâhir hakikatlarla dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gâyet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir. İşte Kur'an şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'aniye işaret ediyor.





KALBE FÂRİSÎ OLARAK TAHATTUR EDEN BİR MÜNÂCÂT

هَذِهِ الْمُنَاجَاةُ تَخَطَّرَتْ فِى الْقَلْبِ هَكَذَا بِالْبَيَانِ الْفَارِسِى

[Yâni bu münacât, kalbe Farisî olarak tahattur ettiğinden Fârisî yazılmıştır. Evvelce matbu olan "Hubab Risalesi"nde dercedilmişti.]

يَارَبْ بَشَشْ جِهَتْ نَظَرْ مِيكَرْدَمْ دَرْدِ خُودْرَا دَرْمَانْ نَمِى دِيدَمْ

Ya Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: "Yetmez mi derd, derman sana."

دَرْرَاسْت مِى دِيدَمْ كِه دِى رُوزْ مَزَارِ َدَرِ مَنَسْت

Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki: Dünkü gün, pederimin kabri ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi Sûretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi:(Hâşiye-3)

(Hâşiye-3) (İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbab gösterir.)

وَ رَاهِ اَبَدْ بَدُورِ دِرَازْ بَدِيدَا رَسْتْ وَدَرْحَندِيدَمْكِفَرْدَاقَبْرمَتَسْت

Sonra soldaki istikbale baktım. Derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi Sûretinde görünüp ünsiyyet değil, belki vahşet verdi.(Hâşiye-4)

(Hâşiye-4) (Îman ve huzur-u îmân, o dehşetli kabr-i ekberi sevimli saadet saraylarında bir dâvet-i Rahmâniye gösterir.)

و اِيمْرُوزْ تَابُوتِ جِسْمِ ُرْ اِضْطِرَابِ مَنَسْت

Soldan dahi hayır görünmediği için, hâzır güne baktım. Gördüm ki: Şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhanede olan cismimin cenazesini taşıyor.(Hâşþiye -5)

(Hâşþiye -5)(İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.)

(Orjinal Sayfa:217)


بَرْسَرِ عُمُزِ جَنَازَهءِ مَنْ ايسْتَادَه اسْت

İşbu cihetten dahi deva bulamadım. Sonra başımı kaldırıp, şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki: O ağacın tek meyvesi, benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor.(Hâşiye- 6)

(Hâşiye-6) (İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzed olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.)

دَز قَدَمْ آبِ خَاكِ خِلْقَتِ منْ و خَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنَسْت

O cihetten dahi me'yus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki: Aşağıda ayak altında kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı.(Hâşiye-7)

(Hâşiye-7) (İman, o toprağı rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.)

نْ دَرْ سَسْ مِينِكَرَمْ بِينَمْ اِينْ دُنْيَاءِ بِى بُنْيَادْ هِيحْ ْ دَرْ هِيحَسْتحُو

Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki: Esâssız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehirini ilâve etti.(Hâşiye-8)

(Hâşiye-8) (İman o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, manâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış mektûbat-ı Samedâniyye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.)

وَ دَرْ ِييشْ اَنْدَازَهءِ نَظَرْ مِيكُنَمْ دَرِقَبِرْ كُشَادَه اَسْت

وَرَاهِ اَبَدْبَدُورِوِزازْبَدِيدَاارَسْت


Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki: Kabir kapısı yolumun başında açık görünüp; onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor.(Hâşiye-9)

(Hâşiye-9)(İman, o kabir kapısını, âlem-i nur kapısı ve o yol dahi, saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden dertlerime hem derman, hem merhem olur.)


(Orjinal Sayfa:218)


مَرَا جُزْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى حِيزِى نِيسْت دَرْدَسْت

İşte şu altı cihette ünsiyyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil benim elimde bir cüz'-i ihtiyârîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim.(Hâşiye-10)

(Hâşiye-10) (İman, o cüz'-i lâyetecezza hükmündeki cüz'-i ihtiyârî yerine, ayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir; ve belki îmân bir vesikadır.)

كِه اُو جُزْءْ هَمْ عَجِزْ هَمْ كُوتَاهْ هَمْ كَمْ عَيَارَسْت

Halbuki o cüz'-i ihtiyârî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez, kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez.(Hâşiye-11)

(Hâşiye-11) (İman, o cüz'-i ihtiyârîyi, Allah namına istimal ettirip, her şey'e karşı kâfi getirir. Bir askerin cüz'î kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi.)

نَه دَرْ مَاضِى مَجَالِ حُلُولْ نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذَاسْت

Ne geçmiş zamânâ hulûl edebilir, ne de gelecek zamânâ nüfuz edebilir. Mâzi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur.(Hâşiye-12)

(Hâşiye-12)(İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için; mâziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünki kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.)

مَيْدَانِ اُواِينْ زَمَانِ حَالْ وَ يَكْآنِ سَيَّالَسْت

O cüz'-i ihtiyârînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hâzır ve bir ân-ı seyyaldir.

بَا اِينْ هَمَه فَقْرَهَا وَ ضَعْفَهَا قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه

نُوِشْتَه اَسْت , دَرْفِطْرَتِ مَا مَيْلِ اَبَدْ وَ اَمَلِ سَرْمَدْ

İşte şu bütün ihtiyaçlarımla ve zaîfliğimle ve fakr ve aczimle beraber altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir hal-


(Orjinal Sayfa:219)

de iken; Kalem-i Kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller aşikâre bir Sûrette yazılmıştır, mahiyetimde dercedilmiştir.

بَلْكِه هَرْ حِم هَسْتْ , هَسْتْ

Belki dünyada ne varsa, nümûneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.

دَآئِرَهءِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَائِرَهءِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْ كَىِ دَارَسْتْ


İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.

خَيَالْ كُدَامْ رَسَدْ اِحْتِيَاجْ نِيزْرَسَدْ

دَرْ دَسْت هَرحِي نِيسْتْ دَرْاِحْتِيَاجْ هَسْتْ

Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hâcet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsizdir.

دَآئِرَهءِ اِقْتِدَارْ هَمْ حُو دَآئِرَهءِ دَسْتِ كُوتَاهِ كُوتَاهَسْت

Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.

َينْ فَقْرُ و حَاجَاتِ مَا بَقَدَرِ جِهَانَسْت

Demek fakr ve ihtiyaçlarım, dünya kadardır.

سَرْمَايَهءِ مَا هَمْ ُحو جُزْءِ لاَيَتَجَزَّا اَسْت

Sermayem ise, cüz'-i lâyetecezza gibi cüz'î bir şeydir.

اِينْ جُزْءِ كُدَامْ وَ اِينْ كَآئِنَاتِ حَاجَاتِ كُدَامَسْت

İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede...


Ve bu beş paralık cüz'-i ihtiyârî nerede... Bununla onların mübayaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.

َيسْ دَرْرَاهِ تُوَازْ اِينْجُزُءْ نِيزْنَازْمِىَكُذَشْتَنْ َحارَهءِ مَنْ اَسْت

O çare ise şudur ki: O cüz'-i ihtiyârîden dahi vazgeçip, İrade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Ce


(S:220)

nâb-ı Hakk'ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. ''Ya Rab! Mâdem çare-î necat budur. Senin yolunda o cüz'-i ihtiyârîden vazgeçiyorum ve enaniyyetimden teberri diyorum.

تَا عِنَايَتِ تُودَسْتْ ِكير مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُو َينَاهِ مَنْ اَسْت

Tâ senin inâyetin, acz ve za'fıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.

آنْ كََسْ كِه بَحْرِ بِى نِهَايَتْ رَحْمَتْ يَافْتَ اسْتْ تَكْيَه نَه كُنَدْ بَرْ اِينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَا بَسْت

Evet, herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz'-i ihtiyarına îtimad etmez; rahmeti bırakıp ona müracaat etmez...

اَيْوَاهْ اِيْنْ زِنْدِ كَانِى هَمْ ُحوخَابَسْت

وِينْ عُمْرِ بِى بُنْيَادْ هَمْ ُحوبَادَسْت

Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sâbit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi' ettik. Evet şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rü'ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider...

اِنْسَانْ بَزَوَالْ دُنْيَا بَفَنَا اَسْتْ آمَالْ بِى بَقَا آلاَمْ بَبَقَااَسْتْ

Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur. Sür'atle gidiyor. Hâne-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.


بِيَا اَىْ نَفْسِ نَافَرْجَامْ وُجُودِ فَانِى خُودْرَا فَدَا كُنْ

خَالِقِ خُدْرَا كِه اِينْ هَستِى وَدِيعَه هَسْتْ


(Orjinal Sayfa:221)

Mâdem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtelâ bedbaht nefsim! Uyan aklını başına al! Nasılki yıldız böceği, kendi ışıkçığına îtimad eder. Gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı, kendine güvenmediği için, gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, Güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de: Kendine, vücuduna ve enâniyetine dayansan; yıldız böceği gibi olursun. Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda fedâ etsen, bal arısı gibi olursun. Hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem fedâ et. Çünki Şu vücud, sende vedia ve emanettir.

وَ مُلْكِ اُو وَ اُودَادَهِ فَنَاكُنْ تَا بَقَايَابَدْ

اَزْآنْ سِرِّى كِه ; نَفْىِ نَفْىْ اِثْبَاتَسْتْ

Hem Onun mülküdür. Hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, fedâ et; tâ beka bulsun. Çünki: Nefy-i nefy, isbattır. Yâni: Yok, yok ise; o vardır. Yok, yok olsa; var olur.

خُدَاىِ ُيرْكَرَمْ خُودْ مُلْكِ خُودْرَا مِى خَرَدْ اَزْتُو

بَهَاىِ نِىِ كَرَانْ دَادَه بَرَاىِ تُو نِكَاَهْ دَارَسْتْ

Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor. Cennet gibi büyük bir fiatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir Sûrette verecektir. Öyle ise, ey nefsim! Hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Tâ beş hasâretten kurtulup, beş rıbhi birden kazanasın.

* * *


(Orjinal Sayfa:222)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَلَمَّآاَفَلَ قَالَ لآَاُحِبُّ اْلآفِلِينَ

لَقَدْ اَبْكَانِى نَعْىُ ( لآَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ ) مِنْ خَلِيلِ اللَّهِ

İbrahim Aleyhisselâm'dan sudûr ile, kâinatın zeval ve ölümünü ilân eden na'y-i لآَاُحِبُّ اْلاَفِلِينَ beni ağlattırdı.

فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَطَرَاتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُئُونِ اللَّهِ

Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da, o kadar hazîndir. Ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek fârisî fıkralardır.

لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمِ اَىْ نَبِىِّ فِى كَلامِ اللَّهِ

İşte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir Hakîm-i İlâhî'nin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.

نَمِى زِيبَاسْتْ اُفُولْدَ هَ كُمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ

Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki: Zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı Ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.

نَمِى اَرْزَدْ غُرُوبْدَه غَيْبْ شُدَنْ مَطْلُوبْ

Bir matlub ki, gurubda gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin


(Orjinal Sayfa:223)

alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın.

نَمِى خَوَاهَمْ فَنَادَهَ مَحْوْ شُدَنْ مَقْصُودْ

Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünki, fâniyim, fâni olanı istemem; neyleyeyim?..

نَمِى خَوَانَمْ زَوَالْدَه دَفْنْ شُدَنْ مَعْبُودْ

Bir Mâbud ki, zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünki nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük derdlerime deva bulamaz. Ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim


Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O halde dünyadan sakının…”
(Müslim, Zikr 99)



Resim
SEVgili NURye miz
Seni, seni sevenleri ve senin sevdiklerini can-ı gönülden
seviyorum. Sende beni SEV emi canım...Esselamü Aleyküm ...
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

Resim
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
sessizdua
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 16
Kayıt: 03 Kas 2009, 02:00

Mesaj gönderen sessizdua »

dünya cennete benzer olarak yaratıldı
amma nefsler onu cehenneme çevirdi
yarattıkları bu kadar güzelse kimbilir O ne kadar güzeldir diyenler cennetini öte dünyaya da götürdü
güzelliğin O'na ait olduğunu bilmeyenler, O'na değil güzelliğe aşık olanlar o güzellikler için ne ateşler yaktılar da cehennemlerini de buradan öte dünyaya götürdü.
Cevapla

“Şiirler” sayfasına dön