ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

ÖLÜM BİR “MİHRİBAN”
ALPEREN GÜRBÜZER

Sarı saçlarını deli gönlüme
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Sevdiğim Mihriban

Yar değince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Sevdiğim Mihriban
Evet, aşka hudut çizilmiyor. O öyle bir aşk ki; Mecnun 'Leyla Leyla' diye çöle düştüğünde Leyla’sında ilahi aşkı bulduran, Necip Fazıl'a aynaya baktığında Abdülhakim Arvasi'yi hatırlatan, Muhsin Yazıcıoğlu'na Yusufiyede 'Üşüyorum' dedirten, Abdurrahim Karakoç'a; Mihriban’a olan duyduğu tutku selinin lambada titreyen alevin bile üşüdüğünü hissettiren bir aşktır.
Üşümeden söz ederken ister istemez iki gönül insanı hatırlarız. Bunlardan biri Muhsin Yazıcıoğlu, diğeri Abdurrahim Karakoçtur. Malumunuz vefatının 80 yıl öncesin de Abdurrahim Karakoç'u bağrından çıkaran Maraş, 2009 Martın o en soğuk kışında ise karla kaplı Keş dağlarında Muhsin Yazıcıoğlu'nu sinesine almıştır. Böylece Kahramanmaraş Karakoç’a doğum toprağı, Muhsin Başkana vuslata ermek istediği beyaz gelinlik olmuş. Anlaşılan Maraş, daha nice yıllar Abdurrahim Karakoç ve Muhsin Başkan gibi gönül insanlarına hem doğum muştusu, hem de vuslat mekânı olarak adından daha çok söz ettirecek gibi.
İyi ki de Karakoç; Muhsin Başkan'ın ellerini açıp “Üşüyorum! Sana ulaşmak istiyorum” diyerek ruhunu teslim ettiği lambada titreyen alevin üşüdüğü bu topraklarda doğmuş. Böylece onun doğuşuyla sevdiğine bir çift sözü olan her delikanlı aşkını Mihriban’ca nasıl dile getirilebileceğini gönlüne işlemiş oldu. Bu yüzden gönlünü Mihriban'la diri tutanların sevgisi bir bambaşkadır bu topraklarda. Her şeyden öte sevgi iksiri delikanlıcadır buralarda. Anadolu insanı hele bir sevmeye dursun, sevdiğinde; Görmeyince sezilmeyen bir aşka tutulur. Kelimenin tam anlamıyla sevdi mi tam sever. Şayet söz konusu seven kişi, gözü kara Abdurrahim Karakoç ise elinden kalemi düşürüp kâğıda yazamayacak kadar aklı şaşar hal alır bu aşkta. Derken her nesnenin sonu olduğu, sadece aşkın hudut tanımayan ahirete uzanan halkasında Mihriban’ımsın aşkın varlığını anlarız. Bu aşk kimi zaman Mecnunda olduğu gibi çöle düşürür, kimi zaman Ferhat'a dağı deldirir, kimi zaman Muhsin Başkana fırıldak dünyadan soğutup alınan nefesin son anına kadar Allah'a ulaşmak arzusunu yaşatır, kimi zaman da Karakoç’a geçmişinde ki Mihriban’ı hatırlatıp olgunluk döneminde “Koç burcuna, yay burcuna Hak yol İslam yazacağız” hissini verir. Kelimenin tam anlamıyla Tabiplerin bile çare bulamadığı her gönülde yatan aşk kilimi ile karşılaşırız.
Şurası muhakkak nerede bir dava adamından, bir fikir adamından ve bilge insandan bahsediliyorsa biliniz ki böyle şahsiyetlerin hamurunda aşk mayası vardır. Aşk olmayınca gerçek manada ne dava adamı, ne fikir adamı, ne bilge insan, ne de siyaset adamı çıkar. Dolayısıyla yüreği aşkla yoğrulanların hayatları çile ile yoğrulur. Aynı zamanda büyük dava adamları, fikir adamları, büyük deha şahsiyetler gönlünü Mihriban aşkıyla sulamadan yola revan olmazlar. Karakoç'ta bunlardan biri olup “Kuşların göz bebeğine Hak yol İslam yazacağız” diyecek kadar yola revan olabilmiştir. Hatta bu yola kendini öyle vermiş ki aşk kâğıda dökülemez deyip kendinden geçebilmiştir.
Malum olduğu üzere Karakoç; 12 Eylül öncesi Türkiye'nin üzerinde leş kargaların üşüştüğü hengâmede milletin bağrından çıkan gençliğin ruhuna şiirleriyle tercüman olan bir ağabeyimizdi. Bir zamanlar O, ülkü yolu gençliğinin meydanlarda “ Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” çağrısına karşılık “Kefenin heykeline Hak yol İslam yazacağız” diyebilen yüreğimizdi.
O soyadına yakışır bir yandan dağ, taş, âlemde her ne varsa “ Hak yol İslam yazacağız” deyip Karakoç olabilirken, öte yandan Allah’ın rahim sıfatının tecellisi Abdurrahim adıyla da merhamet abidesine bürünüp Mihribanlaşabiliyordu. Hatta bu manada oğluna ‘Türk İslam’ ismini veren bir babadır. Zaten onun şiirlerini okuyan hem Yavuz, hem de Yunus yönünü fark ediverir bir anda. Hele onu bir görseniz normal halk insanından biri sanırsınız. Sakın ola ki şiirleriyle kitleleri coşturan böyle bir insan nasıl vasat bir kişiliğe bürünüyor demeyin. Oysa o oğluna “Ben nerede ölürsem orada defnedin, memleketimin dört bir yanı Müslüman’dır” diyebilen ruh iklimine sahip Türkiye sevdası bir insandır. Bu yüzden o yaşadığımız coğrafyada hep Anadolu ruhuyla yaşadı. Hatta yaşamakla kalmayıp dünyanın o aldatıcı şaşaasını elinin tersiyle itip Anadoluca kalmayı bilen bizden biridir. Onun için ön planda görünmeyip, arka planda halk gibi kalmayı yeğledi. Ona da o yakışırdı zaten. Şöhretin afet olduğunu düşünmüş olsa gerek ki sade bir hayat yaşamaktan yüksünmemiştir. Zira ekranlara çıkıp boy göstermek tabiatına hep aykırı bulurdu. Ancak bir iki rica minnet, hatıra binaen birkaç programda onu görmek mümkün olabiliyordu. Tıpkı aşkın kâğıda dökülemeyeceği gibi, sansarların sanatçı, şebeklerin dahi ilan edildiği günümüzün o aldatıcı övgü dolu, riya kokan medyatik ortamlardan uzak kalıp, ünlü bir şiir dehası olarak kendini ifşa etmemiştir. Nitekim çoğu insan Musa Eroğlu'nun besteleyip ve diğer sanatçıların da seslendirdiği Mihriban’ı yazan şairin Abdurrahim Karakoç olduğundan bihaberdi. Sadece bestelenen Mihriban mı? Elbette ki hayır. Ayrıca Hasan Sağındık'ın bestelediği Abdurrahim Karakoç'a ait şiirler vardır. İşte bestelenen şiirlerden bazıları şunlardır:“Beşinci Mevsim, İsmailce, Geç anladım, Kimin Dünyası, Kıyas, Sevgi yetmiyor, Hazır ol, Siyah Ağıt, Canımız Kurban, Otuz Yıl Önce, Bebeğe İhtar, Bağışla Beni, Soylu Bir Destan, Seni Düşünürüm, Dosta Doğru, Seni Aradım, Aynaların Ötesi, Gönlümdeki Gurbet, İsyanlı Sükût, Anadolu Gezisi, Dün Gece vs.”
Gördüğünüz gibi yukarıda sıraladığımız her bir şiirin başlıkları bile Karakoç ağabeyimizin ruh dünyasını yansıtmaya yetiyor. Böylece Hasan Sağındık'ın besteleyip kliplerini çıkarmasıyla fikri hür, gönlü sevgi dolu olan insanların yüreğine nefes vermiştir.
Normal halk adamından farkı olmadığını bizatihi şahit olduğum birkaç örnek verdiğimde Karakoç’un nasıl bir mizaca sahip olduğunu daha da anlayacağınızı düşünüyorum. Şöyle ki;
Gündüz gazetesinde araştırma ve inceleme yazılarını amatör ruhla yazmaya başladığımda Abdurrahim Karakoç ağabeyimi yakından tanıma fırsatı da elde etmiş bulunuyordum. Ara sıra Gündüz gazetesine yazılarımı vermek için gittiğim mekânda kendisiyle karşılaştığımda bana birçok tavsiyeleri olmuştur. İlk yazmaya başladığımda kendi adımla yazmaya başlamıştım. Karakoç ağabeyimin bana ilk tavsiyesi kamu hizmeti vermem hasebiyle müstear isimle yazmak olmuştu. Tabiî ki onun tavsiyesine başımın tacı yapıp oğlumun adıyla çalışmalarıma hız verdim. Her karşılaştığımda sürekli bana yılmadan usanmadan yazma noktasında teşvikleri olmuştur. Tıpkı William Forrester gibi yazı yazmaya başlamanın ilk kuralı düşünmek değil yazmak olduğu noktasına dikkatlerimi çekmiştir. Böylece ilk yazma kuralının düşünmeksizin kalp basamağıyla yazmak olduğunu, beynin ise ikinci basamak olduğunu idrak etmiş oldum. Bundan öte bizim gibi ilk defa eli kalem tutan insanları muhatap alıp adam yerine koyması onun ne kadar ince bir ruha sahip olmasını izah etmeye yeterde artar da. Bu anlamda Gündüz gazetesi benim için Abdurrahim ağabeyimi yakından tanımama vesile olan bilgi dağarcığımı geliştiren bir ocak olmuştur. O, gençlerle genç, akranlarıyla akran, ihtiyarla ihtiyar olabilen son derece mütevazı bir mizaca sahip ağabeyimizdi. Bir gün gelip şiirleriyle hissiyatıma tercüman olan ağabeyimizle aynı gazetede beraber yazı yazacağımı bilemezdim. Bu lutfu bahşeden Yüce Allah’a sonsuz hamd-u senalar olsun.
Abdurrahim ağabeyimle gazetenin dışında karşılaştığım bir hatıra var ki bir ömre bedel dersem yeridir. Günlerden bir gün eve gitmek üzere Beşevler durağında Sincan/Fatih 520 no'lu halk otobüsüne bindiğimde Abdurrahim ağabeyimle göz göze geldiğimde çok sevinmiştim. Nasıl sevinmeyim ki, karşımda halkla iç içe ağabeyim vardı. Üstelik her ikimizinde ineceği noktanın yaklaşık 40 dakika sürmesi benim için asla unutamayacağım hikâye olacaktı. Gerçekten halk otobüsünde 40 dakikalık hasbıhal kayda değer bir hatıradır. Düşünebiliyor musunuz? Ankara’nın o alışık randevu sisteminin dışında kendi tabi mecrasında halk otobüsünde Karakoç ağabeyimle hasbıhal etmek, herkese nasip olmayacak bir duygu olsa gerektir.
Ayrıca kutsal topraklara Hac farizasını yerine getirmek için gidip Türkiye’ye dönüşünde bir türlü fırsat bulup zemzemini içememem içimde hep ukde olarak kalmıştır. Keza hastalığında ziyaret edemem de öyledir. Neyse ki Konya Selçuk hastanesinde taburcu olup Ankara'ya döndüğünde telefonla geçmiş olsun dileklerimi bildirmek için aradığımda o güzel ses tonunu işitmem içimde kalan ukdeyi bir nebze olsun almaya yetmiştir. Aynı zamanda o ses tonu benim için son sözlü buluşmanın yanı sıra ardından kalan en son hatıram olarak kalacaktır. Zira Gazi Hastanesine yoğun bakıma alındığında ziyarete gitmek için aradığımda bu sefer telefonda oğlu vardı. Artık karşımda Abdurrahim ağabeyimin sesi yoktu, duyduğum ses oğlu Enderhan’ın sesiydi. Ziyaret etmek istediğimi bildirdiğimde yoğun bakımda olduğunu, ziyarete açık olmadığı cevabını almıştım. İşte o an içime düşen his; Abdurrahim ağabeyimin üç aylarda vuslata kavuşacağı hissidir. O; üç aylara üç tuğ ve üç hilal gözüyle bakardı. Bilirdi ki üç hilal Recep, Şaban ve Ramazan demekti. Derken o kutsal bildiği üç ayların başlangıcı Recep ayı ile birlikte cuma vakti sevenlerin omzunda son yolculuğuna uğurlanıp, Allah'a kavuşur.
Velhasıl; O dış dünyamızda Yavuz’umuz, ruh âlemimizde yaprak, yaprak, çiçek çiçek Mihriban’ımızdı.
Ruhu şad olsun.
En son dedekorkut1 tarafından 01 Şub 2015, 18:05 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen simurg »

Çok teşekkürler ederim kıymetli dedekorkut1,
şiirlerini çok sevdiğim, ne kadar güzel bir insan olduğunu ise ancak vefatından sonra öğrenip anlayabildiğim (kendim kadar)
Abdürrahim Karakoç Üstadı anlatmanıza çok sevindim.
Zira böylesi hatıralar ve hakkındaki incelikler, bu güzel insanları gönüllerimize yerleştirmekte,
dualarımızın baş kahramanları yapmakta,
onlara benzemek çabaları ile bizlerinde hayatlarının daha anlamlı hale gelmesine vesile olmakta.

Siz ve sizin gibi, böylesi kıymetli büyüklerimizle hatıraları olacak derecede yakınlaşmış insanlara hayranlık duymaktayım.
Bizim ancak resimlerden ve yazılardan tanıyabildiğimiz güzelliklerle sizler bu hayatın bazı zaman parçalarında Bir ve Beraber yaşamışsınız.
Ne bahtiyarlık, ne büyük sevinç sebebi.

Hayatın, bu günlerde özellikle çok tuhafıma giden,
yuvarlanan ıssızlık döngüsü içerisinde, yazılarınız tesellimize sebep olmakta.

Ve mihriban.
Ondan söz etmeden kim geçebilir ki,
ilk duyduğumdan itibaren hiç unutmadığım bir şarkı,
hayatımın mihenk taşı denebilecek derece de incelmiş bir ruha sahib olma özlemimin ilk ifadesidir neredeyse.

Kavuşmanın olduğu hiç bir duruma AŞK diyemeyeceğimizi,
AŞK'ın mutlak yalnızlıkta,ve ancak sırılsıklam bir boşlukta yaşanabilen bir Tanrısal nefes olduğunu,
İnsanı ancak ve ancak,, elleri bağlı, gözleri kör, kulakları sağır
ve bütün duyuları da geçersiz kaldığı bir AN’ında,
gönül toprağını kuşatarak ele geçirdiğini anlayabiliyoruz.

Her aşk’dan söz eden yalnızca hikaye etmiş, ve ancak
ondan sözedemeyeceği bir noktaya geldiğindeyse ancak AŞK'ın kendisi olmuş olacaktır..
Ve bütün bunları Mihriban’dan duyabiliyoruz.
Hiç bir kavuşma insana şiirler yazdırmaz, şarkılar söyletmez.

Abdürrahim Karakoç Üstad, Mihriban diye gönlünü bağladığı Yar'ine vuslatı ile ebediyyen mesud oldu inşaallah.
Darısı, izlerinde yürüyebilmek azim ve kabiliyetini gösterebilirsek BİZ'e olsun inşaallah.
Amin.
Tekrar çok teşekkürler, Allah Celle Celaluhu ebediyyen razı ve memnun olsun, çalışmalarınızda muvaffakiyetiniz daim olsun inşaallah. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

Değerli paylaşımın için teşekkür ederim.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen gullale »

Resim

AŞK üzerine nerede cezbeden bir ifâde görse İÇim bütün alıcılarım oraya odaklanıyor ve bir SİMYÂcı edâsıyla, iddiasıyla süzüyor, eliyor ve atak yapıyor...

AŞK anlatıla anlatıla tanımlanamaz söze sığmaz
"efrâdına câmi ağyârına mâni" yangın yeri...

PÎRim ile hemhâl olarak vefâ seferine çıkmış iken Şeyh Hamîdeddîn-i Aksarayî dedemizin fırınına seyran kılalım demiş idik... MuhaBBetle duhul ettiğimiz mekânda, bir can bıkmaz usanmaz iştiyak ile ziyâret ehline Sultânu'l-Evliyâ şehri Bursa'yı ve yüz AKlarını telkin eyliyordu... İkindi vaktimizi edâ edelim niyetiyle halvethânesinde Tekbîr aldık, SALLettik... Seyrânımızı netîcelendirirken dedemizin fırınına nazar kıldı PÎRim... İki ağızlı fırının, sağ taraftaki ağzı, yarım silindir şeklinde idi ve etrâfı kara-lanmıştı... Diğeri kare şeklinde idi ve etrâfı ak-lanmıştı...

Yek NAZAR kıldı, Yek sÖZ dedi:

-ATAŞ AĞZI...
-AŞ AĞZI...
DUYan mest oldu. Öyle idi evet ama ismini koymak ta böyle idi...

O can gözleri derine akarak içine seyrân seferi yaparak, ezber eder gibi tekrarladı...

-ataş ağzı...
-aş ağzı...

AŞK...;
ATAŞ ağzına, EDEBle közü koru hârı nârı veren EREN ELi... Yananın feryâdına bakmayan, merhâmet etmeyen, bilâkis külünü yakmaya bakan EL...
AŞ ağzından feryâd figân duman ÂHHHH devşiren EL...

SAĞdan yakan kavuran üfleyen savuran

SOLdan, söyleten.. inleten... neyleten....

AŞ KAF kudreti mâiyetinde kaynadı mı... SABRettirir, tahammül ettirir, öldürmez, HİÇletir HEPletir SIRRlatır...


[BBvideo 425,350][/BBvideo]
simurg yazdı:
Kavuşmanın olduğu hiç bir duruma AŞK diyemeyeceğimizi,
AŞK'ın mutlak yalnızlıkta,ve ancak sırılsıklam bir boşlukta yaşanabilen bir Tanrısal nefes olduğunu,
İnsanı ancak ve ancak,, elleri bağlı, gözleri kör, kulakları sağır
ve bütün duyuları da geçersiz kaldığı bir AN’ında,
gönül toprağını kuşatarak ele geçirdiğini anlayabiliyoruz.
AŞK, kavuşmakla bitiyorsa AŞK değildir ki... Kavuşmak, nihâyetsiz seyrân devrân cevlân hayrân keşifleridir... Onaltıbin Âlemde... Hele ki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz Ma'rifetiyle SUN'ULmuş ise onsekizbin âlem temâşâsıdır ER kişi HÂLidir, KeLÂMsız, MeLÂM... SeLÂM...dır...

REYHÂNı BÛYu koklanan, CAN fedâ kılınan, "ben"likten soyunulan, HİÇlikte karar kılınan, teslîm olunan, LÂ'nın İLLÂ olduğu ÂN...


ÂŞIK, AŞKının nihâyetsiz semâsında devrân eyleyen seyyâredir... BİLLÛR dânesini hâresini mâisini sâfîsini hâmildir ki BÂTINda sebbaha ile zahreder ŞECERRAsînde... ZÂHİRde kaddese ile enbete eder FECERResînde...

AŞK, ÎSÂ aleyhi's-selâm gibidir ki hamelesine, "nesyen mensiyya" inletir...

ÂŞKa dûş olmamış CÂN, çekilmemiş Besmele misâlidir ki kesret âlemi kargaşasıdır... Yer yerde gök göktedir ve arasındakiler vardır... VAHDET BURCu temâşa edilemez TEVHÎDsiz kalınır, ARAFAT VAKFedilemez HACC olunamaz, Selâmun kavlen min RABBi'r-RAHÎM kavli duyulmaz CENNETe girilemez, "vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayri hisâb" tadılamaz SAVM edilemez...

AŞK, isâbet etti ise ÂŞIKa, MA'ŞUKtandır ki;
BÂTINda, gÖRÜLEMEYEN sahâda ayrışılmaz kavuşmada cemolmuştur...

ZÂHİRde gÖRÜLEN sahâda gökte şimşekler çakmış, gökkuşağı kuşatmış, gün-eş ayla kucaklaşmış dipsiz kuyuda yuvarlanmaktadır...

AŞK; rengin kokunun sesin nefesin sıcağın demlerinde... LeyLÂMın karasında... ŞEMSimin vefâsında, DERMÂNımın derdinde, ALLAH Celle Celâluhu'nun RASÛLunda... sallallâhu aleyhi ve sellem...

UYKUyu UYUTur UYUmaz AŞK... AYN ŞIN KAF... dÂHası var... dârası var... nârası var... yârası var...





Resim

فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا

Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen).
bunun için de, (Meryem) o'na gebe kaldı ve o'nunla birlikte uzak bir yere çekildi
19 / MERYEM - 22


فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا

Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).
Bir süre sonra doğum sancıları tutunca bir hurma ağacının altına sığınmak zorunda kaldı ve «Keşke, daha önce ölmüş ve hafızalardan silinmiş olsaydım» dedi.
19 / MERYEM - 23


رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ

Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmi's-salâti ve îtâi'z-zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhi'l-kulûbu ve'l-ebsâr(ebsâru).
Öyle erler ki; ne ticâret, ne alış-veriş onları ALLAH'ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar.
24 / NÛR - 37


لِيَجْزِيَهُمُ اللَّهُ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

Li yecziyehumullâhu ahsene mâ amilû ve yezîdehum min fadlih(fadlihî), vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayri hisâb(hisâbin).
ALLAH; onları işledikleri amellerin en güzeliyle mükâfatlandıracak, onlara lutfunu fazlasıyla verecektir. Ve ALLAH; dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.
24 / NÛR - 38
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen simurg »

"Vav" gemisi başka türlü nasıl yürüsündü ki,
Nuh Aleyhisselam gemiyi hazır etmişti amma "sell" lazımdı "sall" için.
o, gözden akan "AHH!" damlaları umman olmasa "Vav" gemisi nasıl yüzecekti.

İşte şimdi sebbaha sırrı gereği yüzmek vakti,
ve elbet bu "sall" ın menzili de gelecek.
Yer ve gök gözyaşını tutabilirse tutacak birgün,
ama hamuşun hikayesi sürecek devr-i zamanını o vakte kadar.
Vakit tamam olup, er'diğinde yol yine sürecek,
ama su unsuru geçilmiş,
Musa Aleyhisselam gibi Kızıldeniz aşılmış olacak,
Ak fırın ağzına geçmek te o zaman anlaşılacak.

Şimdi sabrın tahammülden farkını lokmada zevketme vakti,
"kimse" diye birşey de yokmuş zaten oda ayrı bir güzellik.

Gözyaşı selinde, susuzluk kavrulmasına nasıl sabretmişti Ehl-i Kerbela.
Biz bundan ayrı mı kalacaktık ki,
bu cüzü cüz'i gölgemizle seyretmeyecek miydi Hakk.

Seyredilmek için yaratılmış olanlar, seyretme tecellîlerinden nasıl azade olabilir.
Hangi nefs-i kibir kendisini ayırabilir bu harften.
Ayrı sanması neye yarar,öyle olmadığı âşikâr gözünde kalbinde boy gösterip dururken.
Bâzen diken olmak güzel.
"Gül" diye el uzatılıp, derlenmek istenmek istemediğini anlıyorsun.
O zaman diken olmanın da ayrı bir lutuf olduğuna şükrediyorsun.

Hem hangi ayrılık dikene "diken" derse desin,
diken bilir ancak.
Diken gülden, gül dikenden ne zaman ayrı dalda yaşadı ki.

Mihriban bizi daha çok söyletecek,
daha çoook öğretecek.

Güllale, nasıl birisisin bilemiyorum,
merak bile edemiyorum aslında.
ama sana hem çok uzak, hem çok yakınım.
yazdıklarıyla beslendiğimsin.
Nefsim ile sevmeyi hiç başaramayan yabansam da,
Kalbim ile çook sevebiliyorum şükürler olsun.

Seni Allah için sevmekteyim.
Beni sevesin diye değil.
Zaten ve lütfen sevme de.

Sadece bil, diye.
o da, neden gerektiyse bilemedim ama demeye engel yok.
dedik işte.
Bu sıra delilerin dolduramadığı heybeyi verdiler elime,
"al sen de dene bakalım, dolacak mı bir bak!" dediler.
Sınır yok,
nefsi levm etmek ve levm edilmek adına elde ne varsa, tüm imkanlar seferber.
Gazamız mubârek ola inşaallah. Âmin!.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen gullale »

simurg yazdı:

Güllale, nasıl birisisin bilemiyorum,
merak bile edemiyorum aslında.
ama sana hem çok uzak, hem çok yakınım.
yazdıklarıyla beslendiğimsin.
Nefsim ile sevmeyi hiç başaramayan yabansam da,
Kalbim ile çook sevebiliyorum şükürler olsun.

Seni Allah için sevmekteyim.
Beni sevesin diye değil.
Zaten ve lütfen sevme de.

Sadece bil, diye.
o da, neden gerektiyse bilemedim ama demeye engel yok.
dedik işte.
Bu sıra delilerin dolduramadığı heybeyi verdiler elime,
"al sen de dene bakalım, dolacak mı bir bak!" dediler.
Sınır yok,
nefsi levm etmek ve levm edilmek adına elde ne varsa, tüm imkanlar seferber.
Gazamız mubârek ola inşaallah. Âmin!.
Resim

Bir âşıklık sekeresinde AŞKa dâir kelâm etmek belki SIRRları sebîl etmek "sevgi" kapısını kapattıysa vechimize, EDEBsizliğimden ÂR ederim. ÂŞIKların AŞKı SAÇMAlarıydı niyetim... ÂŞIKların AŞKı kim daha kavî der de PEH PEH PEH! ettirir misâli...

AKLımca ettiğim niyyet, olmuş kardeşime eziyyet. Hele ki sen olunca incittiğim Simurgum SÎNem yandı. Sen benim için YAŞAyan KÂBEydin, bu kıymet verdiğim ve gerçekten kıymetli gönülden, sevgimin reddi ve bunun alenen ikrârı, edebsizliğimden dolayı beni utandırdı bendekini yandırdı...

Es-selâm selâmetine el-EMÎN emânetine muhtâc hâlimi RABBime arzeder, her ne kelâm ile incittiysem senden de AFFımı dilerim.

Sitedeki tüm kardeşlerime SELÂMET niyâz ederim âcizâne...
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: ÖLÜM BİR MİHRİBAN

Mesaj gönderen simurg »

Estağfirullah güllale Can'ım,
anlaşıldığım şekilde bir şey değildi söylemek istediklerim,
hata benim elbette, ben özür dilerim.

sana olan hitabımı "öm" göndermeli ve daha fazla açmalıydım.
Hakkını helal et inşaallah.
Resim
Cevapla

“Şiirler” sayfasına dön