AHMED KUDDUSİ (ks) DİVANI ŞERHİ
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDUSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
Erenler-veş giyer bir tâc
Henüz bilmez nedür minhâc
İşi gücüdür istidrâc
Hemîn dir kâr-güzâr Mevlâ
Gerçek Erenler gibi tarikat tacı giyer,
Henüz daha meslek-mezheb bilmez ve seyr ü süluk yolunun ilim edeb irfanından habersizken,
İşi gücü ise istidrac; hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen tarikat nimetlerine mazhar oldum zannetmesi ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşım içinde,
Gerçek hali bu iken, bir de der ki “kâr üstüne kâr vermekte Mevlâ celle celâluhu..”
Be-sûret ehl-i Haklar var
Ki dünyâ ehlidür anlar
'Azâbı anlara ey yâr
İdiser bî-şümâr Mevlâ
İnsan sûretinde Hakkın nice kulları vardır ki,
Onlar dünyaya tapıcıdırlar.
Ey dost, işte bu gibi yanlış tercih kullanan kullarına sayısız, pek çok azabını çektirecektir Mevlâ celle celâluhu...
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ Obur kimselerin yemeğe üşüştükleri gibi, üstelik çoğunlukta olunduğu bir zamanda, ölüm korkusu ve dünyâ sevgisi gibi hastalıklar yüzünden, birtakım milletler, Müslümanların ellerindeki imkânları almak için üzerlerine üşüşecekler. ” buyurdu
(Ebu Davud, Melahim, 5)
Kanı bir sâlik-i sâdık
Kanı bu yola bir lâyık
Kanı zikr ile mest 'âşık
Ki dir leyi ü nehâr Mevlâ
Nerede doğru, hakikatli, sadakatlı, dürüst bir Tarikat yolcusu,
Nerede bu yüce lâzım-lâyık dsufî derviş,
Nerede zikrullah ile mest olmuş âşık,
Ki gece ve gündüz durmadan deyip dursun “Yâ Mevlâ celle celâluhu!..”
Sebebler halk idiib Rezzâk
Virir mahlûkına erzâk
Teşebbüs itmeyen fakfâk
Ma'âşında sıkar Mevlâ
Sebebler zinciri halkeden er Rezzak ALLAH celle celâluhu halkettiği yaratıklarına ihtiyaçlarının tümünü erzakını verir durur.
Sebeb sarılmaya teşebbüs edip işe girişmeyen ve aklını kullanmayan ahmağı hayat geçiminde sıkar da sıkar Mevlâ celle celâluhu..
Katî çok sûret uğrusı
Bilinmez özi toğrısı
Zamânın balsız arusı
Yaratmış sad-hezâr Mevlâ
Bu hayatta kuzu postu giymiş kurtlar kesinlikle pek çok,
İnsanın alası içine içten ÖZü doğrular dıştan anlaşılmaz ki,
Bunlar zamanımızın bal yapmaz arı kılıklı karasineklerdirler ve yüzbinlerce yaratmıştır Mevlâ celle celâluhu..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDUSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
Çalış sen zikr-i tevhîde
Dem-â-dem dîni tecdîde
Gönülden mâ-sivâ gide
Ana ol dem sığar Mevlâ
Ey Talib sen durmadan Tevhidi Zikretmeye çalış,
Hiç durmadan sık sık dinini tazele yenile,
Ki gönlündeki HAKK’tan gayrıya olan sevgi yok olup gide,
Ki o haldeyken pırıl pırıl olunca Mevlâ celle celâluhu mü’min kulun kalbine sığar…
Lisânın ile zikr eyle
Dahi kalbinle fıkr eyle
Ganî Vehhâba şükr eyle
Sever ol Kird-gâr Mevlâ
Dilin ile ZİKR eyle, kalbinle durmadan FİKR eyle, El Ganîyyu’l- Vehhâba ŞÜKR eyle ki seni SEVsin,
Mutlak Sâni, doğrudan doğruya, hiç bir şeye muhtaç olmadan her şeyin aslını, esasını ve teferruatını yapan, yaratan, yapan Allah Mevlâ celle celâluhu..
Dilinde virdi olmayan
İçinde derdi olmayan
Ki 'ışk oduna yanmayan
Han nâra yakar Mevlâ
Dilinde-lisanında sık sık ve devamlı okunan duası olmayan,
Yüreğinde muhabbetullah derdi olmayan,
Ki sonuçta AŞK Ateşine burada yanmayanları
Hani sözü varya, orada kesinlikle cehenneminde yakar Mevlâ celle celâluhu..
Şu kez zikr eyle dün ü gün
Diyeler tâ sana Mecnûn
Sakın olmayasın mahzûn
Seni kılmaz nâ-çâr Mevlâ
Şu şekilde dünn-bugün demeden ve durmadan öyle çokça zikret ki;
İnsanların Sana “Bu delidir!” demelerine kadar.
İşte o zaman sakın hüzünlenip derdlenme ki,
Sen gibi bir Veliyullah dostunu çâresiz koymaz Mevlâ celle celâluhu..
Tevekkül eyle her işde
Koma gönlüni teşvîşde
Koyubdur kalb-i dervîşde
Bu 'ışkı yâdigâr Mevlâ
Her işinde HaKK Teâlâyı vekil edin teslim ol,
Kalbini bulandırma, karıştırma ve unutma ki kalbindeki AŞKullah, Yaratanın yâdigârı, emaneti, hatırası dır Mevlâ celle celâluhudan..
Bu nazmı sanma yâbânî
Çün ol ilhâm-ı Rabbânî
Okuyub pendi tutanı
Erenlere katar Mevlâ
Sakın bu şiirimi rastgele yabanî söz sanmayasın,
Çünkü o RaBBanî bir ilhamdır, iç doğuş ve ledun pınarıdır.
Benim bu nasihatlerımı okuyup tutan-yerine getireni,
ERENler HALKasına katar bir gün Mevlâ celle celâluhu..
İdersen zikr-i Kuddûsî
Siler kalbindeki pâsı
Komaz hîç dilde vesvâsı
Hem eyler pây-dâr Mevlâ
Ey Âşık Kuddûsî BaBa,
Sen de edersen durmadan tevhid zikrini,
Kalbindeki yalıtkanlık sebebi biriken pası-pisi siler atar,
Ve hâliyle dilinde de pas nedeniye olup duran vesvas;
Vesveseye sürükleyen şeytan işleri, nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitnenin dile dökülüşü kalmaz yok olur.
Ve hemide sonuçta sürekli daimi kemalli kılar Mevlâ celle celâluhu..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDUSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
3
Eğer Hak ise maksûdun karışma sû'-yı akrana
Bu vaktin ehlinin meyli hemân ağyâr-ı Yezdâna
Ey Hak yol dileyen maksadın HAKK teâlâ ise,
Sakın aynı asırda yaşadığın kötü arkadaşlara karışıp içlerine girme!
Bu vaktimizde yaşayanların arzusu meyili-gidiş yönü Yezdan ALLAH celle celâluhu’nun Yâri olmayan kişi ve işleri tercih etmektir.
Gürûh-ı evliyâullah bilinmez oldılar şimdi
Gezerler nâsın içinde hakîrâne fakîrâne
Bu devrin ALLAH Dostları şimdilerde insanlar içinde artık tanınmaz bilinmez oldular ve gizlendiler!
İnsanlar içinde perişan, pejmürde ve horlanmış olarak gerçek yüzleriyle ortaya çıkmadan gezerler..
Zuhûr güni değil bu gün sakın şöhretden ey sâlik
Tezellül it tesettür it tevâzu' eyle ihvâna
Ey Tasavvuf Yolcusu Derviş!
Bu gün bâtın sırların açığa döküleceği gün değil ki şöhret getirir sen sakın ha sakın!
Halka ve Târikat arkadaşların ihvanlara karşı kendini alçak tut, gizlen ve alçakgönüllü ol!
Özini cümleden alçak bilüb da'vâyı terk eyle
Tekessürden temâcüdden hazer kıl uyma şeytâna
Kendi nefsini herkesten alçak bilerek onlara karşı “Benlik Davası”ndan vazgeç terk et!
Benlik derdini çoğalmaktan ve kibrini büyütüp durmaktan çekin!
Seni Hak yoldan çeldirici Şeytana uyma!
Hudâ'nın kubbeler altında gizlü evliyâsı çok
Di her kimi görürsen bu velîdir dime bîgâne
El-Hüda ALLAH celle celâluhunun kubbesi altında gizlenmiş ALLAH Dostları vardır ve çoktur.
Onun için her gördüğün kişiyi onlardan birisi gör sakın demeyesin “Bu kimse onlarla alâkalı değil ve yabancı birisi!”
Sıfatlanurlar imiş evliyâ nâsın sıfâtıyla
Bize lâyık olan itmek mahabbet ehl-i îmâna
Bu devrin mânevî görevli Evliyâları halkın giydiğini giyerek ve onların sıfatlarını taşıyormuş gibi yaparak gizlenmekteler.
Bize düşen iş ise İman Ehlinini hepsine dâimâ muhaBBet etmektir.
Oların ba'zı ef’âli muhâlif görinür şer'e
Anın sim olur ma'lûm güruh-ı ehl-i 'irfana
Ve bu tür ALLAH Dostlarının fiillerinden ba'zıları halkın kendi şeriat ölçülerince dîne uymaz görünür.
Halbuki İrfan Ehli toplumunca onların bu gizli halleri çok iyi bilinir.
Kaçub Mecnûn gibi anlar 'avamdan vahşet iderler
Görişmezler kavuşmazlar karışmazlar her insana
Bu tür ALLAH Dostları, sanki çöllerdeki Mecnun gibi halktan ilmi irfanı kıt olan kimselerden vahşetle kaçarlar.
Rastgele her insanla kavuşup görüşmezler karışmazlar içlerine..
Eğer anın biri itse zuhûr işbu vakitlerde
Gelür halk yedi iklîmdeıı kılarlar 'âsî Rahmâna
Eğer bu ALLAH Dostlarından birisi bugün ortaya çıksa,
Yedi yönden, yerden, ülkelerden halk gelir başına çullanır da: “Sen Rahmân’a âsîsin!” derler.
Kimisi tâlib-i dünyâ kimisi tâlib-i 'ukbâ
Gönüller uğnlan heb görinürler sadîkâne
Bu insanları görünürde kimisi dünyâ derdinde ve istemekte, kimisi de ahret dilemekte..
Gönüller karma karışık amma hepsi de sâdıkça görünürler..
Kalîldür 'âşık-ı Mevlâ benim gibi yalancı çok
Alışmış dillerimiz gıybet ü bühtân ü yalana
Gerçek ALLAH Dostları Âşık-ı Mevlâ çok azdır.
Benim gibi yalandan sevdiğini söyleyen yalancı ise pek çoktur.
Çünkü dillerimiz huy edindi alıştı yasak olan gıybete iftira etmeye maalesef!..
Nasîhat itse bir nâsıh muhibbi yâr-ı garına
îder 'isyân olur düşman gazûbâne 'abûsâne
Gerçek ALLAH Dostu bir Nasihatçı, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem in Dostlarını sevmeye nasihat etse,
Hemence isyan ederler de onlara yüz ekşitip öfkeyle kükrerler ve düşmanlar olurlar..
Hudânın oldığı içün nişânı bilmesi âsân
Ki cümle halk nişân ana bil(in)sün 'aklı olana
Bu âlemde Hüdâ'nın nişânın bilmek çok kolaydır.
Çünkü AKLı olanlar bilebilsin diye cümle halk O’nun nişânıdır.
Velînin yok nişânı hîç Hudânın gayrisi bilmez
Anı bildirmemiş Mevlâ ne dânâya ne nâdâna
ALLAH Dostu Velînin halkça bilinir nişânı yoktur ve ALLAH celle celâluhu'dan gayrısı bilemez.
Mevlâ onu ne âlime ne de câhile bildirmemiştir.
---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı ALLAH buyuruyor: “Evliyai tahte kubabi la ya'rifuhum ğayri :Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”
Niyâzi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.
---Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "ALLAHu Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim Benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü''min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38.)
Sorarsan hikmetin anın bizi hıfz u himâyetdür
'Abes mi zann idersin yohsa sen bu işi dîvâne
Bunun böyle olmasının hikmetini sorarsan bizleri onları tanıyınca yapacağımız taşkınlık ve azgınlık sonucu uğrayacağımız zarardan saklamak ve korumaktır.
Ey akılsız yoksa sen bunun böyle olmasını oyuncak kâbilinden faydasız ve boş amel, lüzumsuz ve gâyesiz iş mi sandın!
Ki inşân biri birine cefâ vü cevre mecbûldür
İderler lâ-cerem cevr ü cefâ düşmana yârâna
Ki insanın birbirine cevr u cefâ etmesi sıkıntı vermesi yaratılışından fıtrî bir hâl veya sıfat bulunmasındandır.
Şüphesiz dost düşman demeden durmadan dert keder çektirirler birbirlerine..
Bilürken evliyâyı cevr iden olur helâk ol dem
Eğer bilmez ise kalur cezâsı ulu dîvâna
Bir kimse ki ALLAH Dostu olduğunu bile bile cefâ, eziyet, sıkıntı, üzüntü, zulüm ederse hemence o anda helâk olur belâsını buluverir.
Bilmeden tanımadağından ederse bu yaramaz işleri yaptığının karşılığı mahşerdeki hesab dîvânına kalır.
Anınçün gizlemiş Hak evliyâsın dâr-ı dünyâda
Diyen bu sözi ehlullah-durur zann itme efsâne
“Onun için bu dünyâ yurdunda HAKK DOSTları gizlenmiştirler.”
Bu sözü söyleyen EHLULLAHtır, sakın uydurma efsâne sanmayın!
Sene bin iki yüz elli dahi altıdır ey kardaş
Yaşım yitmiş ikiye irdi muhtâc oldum ihsâna
Şimdi sene Rumi 1256 (Miladî 1840) ey kardeşim.
Yaşım 72 ye ulaştı ihsana muhtaç haldeyim..
Du'â matlûbum ancak sanmanız kim cîfe-i dünyâ
Karışdırsun beni fazlıyla Mevlâ hizb-i merdâna
Duâlarınız istediğim tek şeydir bu, bu dünyâ leşinden bize kalacak en güzel şey.
Mevlâ kerem ve ihsanıyla merdâneler cemaatına beni de karıştırsın!.
Selâmet bulayım dirsen eğer dâreynde Kuddûsî
Firâr eyle kamu nâsdan devam it zikr-i Mennâna
Ey Kuddûsî!
Her iki âlemde de selâmet bulayım dersen eğer,
Halkın içinden uzaklaş, uzlete ve durmadan zikr-i dâimle ihsânı bol, çok çok ihsan eden en çok ni'met veren El-MeNNân ALLAH celle celâluhu’yu zikret!..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
4
Hikâyet eyleyim ahvâlimi fı'l-cümle yârâna
Sabâvetden berü başa geleni diyem ihvâna
Bütün eş-dostuma hallerimin hikayesini anlatayım.
Süt emdiğim bebeklik-sabiliğimden beri başıma gelenleri söyleyeyim mensublarıma can dostlarıma..
Sabî iken gelürdi gönlüme âsân 'ışkın pes
Yanar idi yüreğim gice gündüz nâr-ı sûzâna
Daha çocuk iken çabasız, kolayca İlahî AŞK gelirdi gönlüme.
Yüreğim gece-gündüz alevli ateşlerde yanardı..
Peder merhûm icâzet virdi zikrullaha pes bana
Didi çalış hemân ben sağ iken tevhîd-i Yezdâna
Rahmetli Babam tarikat için yeterlilik izini verip, ZİKRULLAHı çekmeme müsaade etti.
“ben sağ iken TEVHİDULLAH- ZİKRULLAHa çalış hiç durmadan!” dedi.
Şu kez çok eyle kim zikri olasın mest-i lâ-ya'kıl
Münâfıklar disünler yâ mürâ'îdür yâ dîvâne
“O kadar çokça ZİKRet ki akılsız-mestler gibi kendinden geçesin ZİKRULLAH ile.
Öyle ki münafıklar sana: “Bu ya halka gösteriş yapmakta-mürayi ya da aklını kaybetmiş deli-divâne desinler!” dedi.
Vefât itdi peder ben on sekiz yaşında iken bil
Karârım kalmadı hîç başladım pes âh u efgâne
Bil ki, ben 18 yaşımdayken Babam öldü-HAKK’a yürüdü.
Bende öyle boşluk bıraktı ki ah çekmelere feryadlara başladım dengem-düzenim karar tutmaz oldu..
Resûlin 'ışkı düşüb gönlüme Hakka niyâz itdim
Didim aç yâ İlâhî yol varam ol fahr-ı ekvâne
Bu haldeyken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin AŞKı gönlüme düşünce HAKK Teâlâ’ya niyaz edip yalvardım,
Dedim ki: “Yâ İlahî yol aç ki gidebileyim Âlemlerin-Kâinâtın övünç kaynağı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme..
Kabûl itdi du'âmı bir sene oldum mücâvir hem
Gelüb Rûma yine gitdim o şâhlar şâhı sultâna
ALLAH celle celâluhu duamı kabul etti de gidebildim ve 1 yıl boyunca Medine’de Mescid-i Nebeviyyede oturup sâkin kaldım.
Tekrar Anadoluya geldim ama yine gittim o şâhlar şâhı Sultân Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e..
Mecazî 'ışka oldum mübtelâ kalmadı hîç sabrım
Hevâlandı düşüb dîvâne gönlüm hubb-ı nisvâna
Haddi hududu çiğneten zâhiri aşka tutuldum bende hiç sabır bırakmadı.
Kendinden geçen deli gönlüm kadınların sevgisine düşüp havalara uçtu..
Beni rüsvâ-yı 'âlem eyledi 'ışk-ı mecâzî pes
Atardım kendimi pervâne-âsâ şem'-i hûbâna
Beni mecazi aşk öylesine herkese rüsva’-rezil, kepaze, maskara, ayıpları meydana çıkarılmış birisi eyledi ki,
Sanki kendimi Aşk ateşine dalan pervaneler gibi Güzellerin sevgisine atardım.
Tezevvüc eyledim çok zen toğırdılar nice evlâd
Kimisi oldı yâr bana kimisi oldı bîgâne
Çok kadınla evlendim ve nice evlad doğurdular,
Onlardan kimisi yar oldu bana kimisi de kayıtsız-yabancı gibi oldular..
Kimisi gitdi 'ukbâya kimisi kaldı anların
Kalanlar oldılar fitne giden düşürdi ahzâna
Onların kimisi öldü öbür dünyaya gitti kimisi yaşadı.
Kalanlar başıma imtihan aracım fitnem oldu, gidenlerse beni nice hüzünlere grk ettiler ardlarından ağladım..
Sene bin iki yüz kırk altıda yazdım bu ebyâtı
İrişdirdi Hudâ fazlıyla nısf-ı mâh-ı Şa'bâna
Sene (hicrî) 1246 da (miladî 1830) bu beyitleri yazdım.
Hüdâ Teâlâ fazlı, cömertliği, ihsanve keremiyle Şa'bân Ayının yarısına iriştirdi-getirdi.
Peder târîhimi yazmış ki bin yüz seksen üç deyü
Ana Hak eylesün rahmet ve cümle ehl-i îmâna
Babam doğum tarihimi yazmış ki: Hicrî 11 Rebiulevvel 1183 (miladî 15 Temmuz 1769) diye,
Babama ve bütün iman ehline HaKK Teâlâ rahmet eylesin!.
Rebî'ü'l-evvelin pes on biri isneyn gicesinde
Dimiş kim toğdı oğlum çok şükür Vehhâb u Rahmâna
Rebî'ü'l-evvelin 11 inci Pazartesi günü gecesinde,
Demiş ki: “ OĞLum doğdu çok şükür olsun hibe eden Vehhâb ve Rahmân olan ALLAH celle celâluhu ya!”
Komuş hem ismimi Ahmed teyemmün idüben dimiş
Adaş olsun bu oğlan fahr-ı 'âlem kân-ı 'irfâna
Bana abdest yerine teyemmüm ederek İsmimi AHMED koyup komuş ve: “bu Oğlum İrfan kaynağı âlemlerin Övüncü AHMED Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e adaş olsun!” demiş.
Anın bî-had salât-ıla selâm it rûhına yâ Rab
Bu Kuddûsî güneh-kân bağışla hem o hâkâna
O AHMED aleyhi's-selâm’ın Ruhuna sınırsız-hududsuz salât ve selâm et Ya RABB!
Bu-ben Kuddûsî ise günah kaynağıyım,
Sen O Yüce Hakanın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bağışla beni!..
Hikâyet eyleyim ahvâlimi fı'l-cümle yârâna
Sabâvetden berü başa geleni diyem ihvâna
Bütün eş-dostuma hallerimin hikayesini anlatayım.
Süt emdiğim bebeklik-sabiliğimden beri başıma gelenleri söyleyeyim mensublarıma can dostlarıma..
Sabî iken gelürdi gönlüme âsân 'ışkın pes
Yanar idi yüreğim gice gündüz nâr-ı sûzâna
Daha çocuk iken çabasız, kolayca İlahî AŞK gelirdi gönlüme.
Yüreğim gece-gündüz alevli ateşlerde yanardı..
Peder merhûm icâzet virdi zikrullaha pes bana
Didi çalış hemân ben sağ iken tevhîd-i Yezdâna
Rahmetli Babam tarikat için yeterlilik izini verip, ZİKRULLAHı çekmeme müsaade etti.
“ben sağ iken TEVHİDULLAH- ZİKRULLAHa çalış hiç durmadan!” dedi.
Şu kez çok eyle kim zikri olasın mest-i lâ-ya'kıl
Münâfıklar disünler yâ mürâ'îdür yâ dîvâne
“O kadar çokça ZİKRet ki akılsız-mestler gibi kendinden geçesin ZİKRULLAH ile.
Öyle ki münafıklar sana: “Bu ya halka gösteriş yapmakta-mürayi ya da aklını kaybetmiş deli-divâne desinler!” dedi.
Vefât itdi peder ben on sekiz yaşında iken bil
Karârım kalmadı hîç başladım pes âh u efgâne
Bil ki, ben 18 yaşımdayken Babam öldü-HAKK’a yürüdü.
Bende öyle boşluk bıraktı ki ah çekmelere feryadlara başladım dengem-düzenim karar tutmaz oldu..
Resûlin 'ışkı düşüb gönlüme Hakka niyâz itdim
Didim aç yâ İlâhî yol varam ol fahr-ı ekvâne
Bu haldeyken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin AŞKı gönlüme düşünce HAKK Teâlâ’ya niyaz edip yalvardım,
Dedim ki: “Yâ İlahî yol aç ki gidebileyim Âlemlerin-Kâinâtın övünç kaynağı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme..
Kabûl itdi du'âmı bir sene oldum mücâvir hem
Gelüb Rûma yine gitdim o şâhlar şâhı sultâna
ALLAH celle celâluhu duamı kabul etti de gidebildim ve 1 yıl boyunca Medine’de Mescid-i Nebeviyyede oturup sâkin kaldım.
Tekrar Anadoluya geldim ama yine gittim o şâhlar şâhı Sultân Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e..
Mecazî 'ışka oldum mübtelâ kalmadı hîç sabrım
Hevâlandı düşüb dîvâne gönlüm hubb-ı nisvâna
Haddi hududu çiğneten zâhiri aşka tutuldum bende hiç sabır bırakmadı.
Kendinden geçen deli gönlüm kadınların sevgisine düşüp havalara uçtu..
Beni rüsvâ-yı 'âlem eyledi 'ışk-ı mecâzî pes
Atardım kendimi pervâne-âsâ şem'-i hûbâna
Beni mecazi aşk öylesine herkese rüsva’-rezil, kepaze, maskara, ayıpları meydana çıkarılmış birisi eyledi ki,
Sanki kendimi Aşk ateşine dalan pervaneler gibi Güzellerin sevgisine atardım.
Tezevvüc eyledim çok zen toğırdılar nice evlâd
Kimisi oldı yâr bana kimisi oldı bîgâne
Çok kadınla evlendim ve nice evlad doğurdular,
Onlardan kimisi yar oldu bana kimisi de kayıtsız-yabancı gibi oldular..
Kimisi gitdi 'ukbâya kimisi kaldı anların
Kalanlar oldılar fitne giden düşürdi ahzâna
Onların kimisi öldü öbür dünyaya gitti kimisi yaşadı.
Kalanlar başıma imtihan aracım fitnem oldu, gidenlerse beni nice hüzünlere grk ettiler ardlarından ağladım..
Sene bin iki yüz kırk altıda yazdım bu ebyâtı
İrişdirdi Hudâ fazlıyla nısf-ı mâh-ı Şa'bâna
Sene (hicrî) 1246 da (miladî 1830) bu beyitleri yazdım.
Hüdâ Teâlâ fazlı, cömertliği, ihsanve keremiyle Şa'bân Ayının yarısına iriştirdi-getirdi.
Peder târîhimi yazmış ki bin yüz seksen üç deyü
Ana Hak eylesün rahmet ve cümle ehl-i îmâna
Babam doğum tarihimi yazmış ki: Hicrî 11 Rebiulevvel 1183 (miladî 15 Temmuz 1769) diye,
Babama ve bütün iman ehline HaKK Teâlâ rahmet eylesin!.
Rebî'ü'l-evvelin pes on biri isneyn gicesinde
Dimiş kim toğdı oğlum çok şükür Vehhâb u Rahmâna
Rebî'ü'l-evvelin 11 inci Pazartesi günü gecesinde,
Demiş ki: “ OĞLum doğdu çok şükür olsun hibe eden Vehhâb ve Rahmân olan ALLAH celle celâluhu ya!”
Komuş hem ismimi Ahmed teyemmün idüben dimiş
Adaş olsun bu oğlan fahr-ı 'âlem kân-ı 'irfâna
Bana abdest yerine teyemmüm ederek İsmimi AHMED koyup komuş ve: “bu Oğlum İrfan kaynağı âlemlerin Övüncü AHMED Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e adaş olsun!” demiş.
Anın bî-had salât-ıla selâm it rûhına yâ Rab
Bu Kuddûsî güneh-kân bağışla hem o hâkâna
O AHMED aleyhi's-selâm’ın Ruhuna sınırsız-hududsuz salât ve selâm et Ya RABB!
Bu-ben Kuddûsî ise günah kaynağıyım,
Sen O Yüce Hakanın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bağışla beni!..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
5
Oğlum efendi
Gûş eyle pendi
Yi bal ü kandi
Şükr it Hudâya...
Efendi Oğlum!
Nasihatımı, vaazımı, öğüdümü işit-tut!
Deki “bal yedim, şeker yedim!” de şükret Hüdâmıza!..
Gezme yabanda
Bul Hakkı sende
Sıdk-ıla bende
Ol pîşivâya...
Haksızlık yabanlarında HAKK’ı arama!
Hakk Sende, sen de bul!.
Bulunca da sadakatla KULu ol El Hakîm ALLAH celle celâluhu’ya..
İt istikâmet
Bulgıl selâmet
Çekme vahâmet
Uyub hevâya...
ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e teslimiyetle İstikamet et ki SELÂMet bulasın!
Nefsinin Hevasını ilah sanıp-uyup da zorlukları yaşayarak felakete koşma!
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
---"Eraeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen) :Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 25/43)
Bir ferdi yirme
Kendini görme
Dînârı dirme
Tapma sivâya..
Kendini yükseklerde görüp de bir kimseyi sakın yerme-kötüleme!
Parayı pulu toplayıp durup da mâsivâya-HAKK Teâlâdan gayrısına hele hele Para Putuna tapma!..
Sözimi işit
Gel hoşça iş it
Turma hemân git
Râh-ı Rızâya...
Gel sen benim sözümü işit de bir güzelce iş eyle!
Ve böylece acele olarak-hiç durmadan Rızaullah YOLUna git!
Câha kıvanma
İlme tayanma
Nefse inanma
Sa'y it likâya..
Makama Mevkiye kanıp da övünme aracı yapma!
Sakın Nefs-i emmârene de inanma durmadan çalış sonuçta kavuşacağın hedefe-RABBa rücu’ya!..
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
---"Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun) :"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (yûsuf 12/53)
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---"Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!” (Fecr 89/27)
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---" İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.”
(Fecr 89/28)
Zen olma merd ol
Hem ehl-i derd ol
Asrında ferd ol
Bul yüce pâya...
Kadın gibi olma yiğit ol-mert ol! Hem de derdli hâlinden anlayan ol!
Yaşadığın yüzyülda parmakla gösterilen tek ol da yüksek derecelere-payelere ulaş!
Zikre meşgul ol
deryâ gibi tol
Işk-ıla mest ol
Gel râh-ı bâba..
Zikrullahı o kadar çok yürekten Anlayarak çek ki deryalar dolsun içine!
AŞKullah ile kendinden geç ki HaKK Teâlâ kapısının yolunu-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve seleme GEL!.
Korkma günâhdan
Ayrılma râhdan
Afv iste şâhdan
Yüz tut recâya..
İnsan hâli bu, sakın günahım çok deyip de Hakk YOLdan ayrılma!
Yüce Şah ALLAH celle celâluhudan affını dilemak için yalvarıp ricâ etmeye yüz tut ve gereğini yap!..
Çün bâb-ı rahmet
Boldur be-gâyet
Yok hîç nihâyet
Yemm-i 'atâya..
Çünkü RABBu’l-âleminin rahmet kapıları pek çokçadır!
İhsan Denizini kıyısı kenarı nihayeti yokturki!..
Kesme ümîdi
Yâd it Mecîdi
Anın va'îdi
Ehl-i şekâya..
Sakın ümit kesme ve El Mecîd olan ALLAH celle celâluhu yu zikret dur!
Çünkü onun va’idi-sözü vardır hayatta eşkiyâlık- rezalet, rezillik, alçaklık, bedbahtlık yapanlara..
El Mecîdü : Şerefli, şanlı ve azametli olan. Keremi bol olan... Mutlak şerefli, asîl ve zâten ve câvidane cömert olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…
"Cûd" un kaynağı ve sahibi oluşuyla Mâcid, Halkına ikramı yönüyle de Mecîd olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” Buyurmaktadır.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
Ol ana 'âşık
Hem vasla lâyık
Kapusı açık
Şâh u gedâya..
ALLAH celle celâluhu ya candan seven sayan ÂŞIK ol!
Hemde bu Hâlini uygulayarak SILAna dönüş vASLına uygun ol!
O Yüce ALLAH celle celâluhu nun aff ve kerem kapısı krala da köleyede hep açıktır!.
Zâhidleyin sen
Dime aslâ ben
Ol râha reh-zen
Katlan cefâya...
Asla-sakın ola ki: “Ben Hak Yolun Yol keseni haydutu eşkiyasıyım!” deme ve Hak yolcusu olup yolun cefasına, kulluk imtihanı sıkıntılarına katlan!
Kıl 'ışkı rehber
Ki olasın er
Işk-ıla irer
İren 'alâya..
AŞkullahı ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemdir o, kendine Rehber kıl ki ERENlerden ER Olasın!
Ve unutma ki AŞK ile erer ERENler HaKK teÂLÂ-ya!..
Her dem di Allah
Şevk-ıla it âh
Kalb eyler ol
Şâh derdi devâya..
Öylesine “ALLAH!” de ki aşkla, şevkle, neşeyle, çok sitekle “Ah!” eyleyerek!.
O Yüce ALLAH celle celâluhu derdini çâreye değiştirir!
Koy bu sıfâtı
Bulgıl necâtı
Çok it salâtı
Dost Mustafâya..
Kendi aklınca uydurduğun KULluk sıfatlarını soyun da kurtuluşu, selâmeti bul!
Bunun için de hepsinden önce elenmişlerin üstte kalanı MUSTAFA Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle SALL et, teslimiyet ve istikamet SILAsına İsall ol! Ak git!..
Eyle diyânet
Dînde metânet
Olgıl emânet
Rabbü'l-verâya..
Dinine sahib çık sıkı sarıl ve metin, sağlam, kavi ol!
Böylece de mahlukatın RABBu’l-âleminine en emin güvencede emânet ol!
Kuddûsîyi bil bir
Şahs-ı câhil
Gümrâh-ı gâfil
Meşgul du'âya...
Sen yine de BaBa Kuddûsî’yi câhil,
Gafleti, vurdumduymazlığı çokça bol-gür, bu yüzden de hep duayla meşgul bir kimse bil!
Oğlum efendi
Gûş eyle pendi
Yi bal ü kandi
Şükr it Hudâya...
Efendi Oğlum!
Nasihatımı, vaazımı, öğüdümü işit-tut!
Deki “bal yedim, şeker yedim!” de şükret Hüdâmıza!..
Gezme yabanda
Bul Hakkı sende
Sıdk-ıla bende
Ol pîşivâya...
Haksızlık yabanlarında HAKK’ı arama!
Hakk Sende, sen de bul!.
Bulunca da sadakatla KULu ol El Hakîm ALLAH celle celâluhu’ya..
İt istikâmet
Bulgıl selâmet
Çekme vahâmet
Uyub hevâya...
ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e teslimiyetle İstikamet et ki SELÂMet bulasın!
Nefsinin Hevasını ilah sanıp-uyup da zorlukları yaşayarak felakete koşma!
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
---"Eraeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen) :Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 25/43)
Bir ferdi yirme
Kendini görme
Dînârı dirme
Tapma sivâya..
Kendini yükseklerde görüp de bir kimseyi sakın yerme-kötüleme!
Parayı pulu toplayıp durup da mâsivâya-HAKK Teâlâdan gayrısına hele hele Para Putuna tapma!..
Sözimi işit
Gel hoşça iş it
Turma hemân git
Râh-ı Rızâya...
Gel sen benim sözümü işit de bir güzelce iş eyle!
Ve böylece acele olarak-hiç durmadan Rızaullah YOLUna git!
Câha kıvanma
İlme tayanma
Nefse inanma
Sa'y it likâya..
Makama Mevkiye kanıp da övünme aracı yapma!
Sakın Nefs-i emmârene de inanma durmadan çalış sonuçta kavuşacağın hedefe-RABBa rücu’ya!..
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
---"Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun) :"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (yûsuf 12/53)
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---"Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!” (Fecr 89/27)
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---" İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.”
(Fecr 89/28)
Zen olma merd ol
Hem ehl-i derd ol
Asrında ferd ol
Bul yüce pâya...
Kadın gibi olma yiğit ol-mert ol! Hem de derdli hâlinden anlayan ol!
Yaşadığın yüzyülda parmakla gösterilen tek ol da yüksek derecelere-payelere ulaş!
Zikre meşgul ol
deryâ gibi tol
Işk-ıla mest ol
Gel râh-ı bâba..
Zikrullahı o kadar çok yürekten Anlayarak çek ki deryalar dolsun içine!
AŞKullah ile kendinden geç ki HaKK Teâlâ kapısının yolunu-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve seleme GEL!.
Korkma günâhdan
Ayrılma râhdan
Afv iste şâhdan
Yüz tut recâya..
İnsan hâli bu, sakın günahım çok deyip de Hakk YOLdan ayrılma!
Yüce Şah ALLAH celle celâluhudan affını dilemak için yalvarıp ricâ etmeye yüz tut ve gereğini yap!..
Çün bâb-ı rahmet
Boldur be-gâyet
Yok hîç nihâyet
Yemm-i 'atâya..
Çünkü RABBu’l-âleminin rahmet kapıları pek çokçadır!
İhsan Denizini kıyısı kenarı nihayeti yokturki!..
Kesme ümîdi
Yâd it Mecîdi
Anın va'îdi
Ehl-i şekâya..
Sakın ümit kesme ve El Mecîd olan ALLAH celle celâluhu yu zikret dur!
Çünkü onun va’idi-sözü vardır hayatta eşkiyâlık- rezalet, rezillik, alçaklık, bedbahtlık yapanlara..
El Mecîdü : Şerefli, şanlı ve azametli olan. Keremi bol olan... Mutlak şerefli, asîl ve zâten ve câvidane cömert olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…
"Cûd" un kaynağı ve sahibi oluşuyla Mâcid, Halkına ikramı yönüyle de Mecîd olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” Buyurmaktadır.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
Ol ana 'âşık
Hem vasla lâyık
Kapusı açık
Şâh u gedâya..
ALLAH celle celâluhu ya candan seven sayan ÂŞIK ol!
Hemde bu Hâlini uygulayarak SILAna dönüş vASLına uygun ol!
O Yüce ALLAH celle celâluhu nun aff ve kerem kapısı krala da köleyede hep açıktır!.
Zâhidleyin sen
Dime aslâ ben
Ol râha reh-zen
Katlan cefâya...
Asla-sakın ola ki: “Ben Hak Yolun Yol keseni haydutu eşkiyasıyım!” deme ve Hak yolcusu olup yolun cefasına, kulluk imtihanı sıkıntılarına katlan!
Kıl 'ışkı rehber
Ki olasın er
Işk-ıla irer
İren 'alâya..
AŞkullahı ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemdir o, kendine Rehber kıl ki ERENlerden ER Olasın!
Ve unutma ki AŞK ile erer ERENler HaKK teÂLÂ-ya!..
Her dem di Allah
Şevk-ıla it âh
Kalb eyler ol
Şâh derdi devâya..
Öylesine “ALLAH!” de ki aşkla, şevkle, neşeyle, çok sitekle “Ah!” eyleyerek!.
O Yüce ALLAH celle celâluhu derdini çâreye değiştirir!
Koy bu sıfâtı
Bulgıl necâtı
Çok it salâtı
Dost Mustafâya..
Kendi aklınca uydurduğun KULluk sıfatlarını soyun da kurtuluşu, selâmeti bul!
Bunun için de hepsinden önce elenmişlerin üstte kalanı MUSTAFA Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle SALL et, teslimiyet ve istikamet SILAsına İsall ol! Ak git!..
Eyle diyânet
Dînde metânet
Olgıl emânet
Rabbü'l-verâya..
Dinine sahib çık sıkı sarıl ve metin, sağlam, kavi ol!
Böylece de mahlukatın RABBu’l-âleminine en emin güvencede emânet ol!
Kuddûsîyi bil bir
Şahs-ı câhil
Gümrâh-ı gâfil
Meşgul du'âya...
Sen yine de BaBa Kuddûsî’yi câhil,
Gafleti, vurdumduymazlığı çokça bol-gür, bu yüzden de hep duayla meşgul bir kimse bil!
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
* 6 *
Sakın aldanma kardaş u 'azîzim gel bu dünyâya
Ki ol mekkâredir zîrâ salar başını gavgâya
Aziz kardeşim sakın haa aldanma gel bu dünyaya
O çok hilekâr-düzenbaz-mekir yapandır ki aldanırsan başını sürekli süren kavgalara sokar.
Ana dil virüben cem' eyleyen oldı cüdâ Hakdan
Kulak tut nutkumı dinle gider dîn yohsa yağmaya
Ona gönül verip de ele geçeni toplayanlar, HAKK Teâlâ’dan ayrı kaldılar.
Kulak ver de sözümü iyi dinle yoksa Dinin gider yağmaya..
Resûlullah hadîsinde buyurmış cîfedir dünyâ
Kilâbdır dahi tullâbı virir Hak anı a'dâya
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hadisinde:
“Dünya leştir, Talibi köpeklerdir” ki onu-dünyayı Hüdâ Teâlâ düşman olana verir..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ed-dünya ci'fetün, tâlibühâ kilâbün: Dünya leştir, talipleri de köpeklerdir” buyurmuştur.
(Sağânî, el-Mevzûât, sh., 96, thk., M. Abdulkadir Ahmed, Mektebetü'n-Nahdiyyeti'l- Mısriyye, Kahire, 1991. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ ve Müzîlü'l-İlbâs Ammâ İştehera mine'l-Ehâdisî alâ elsineti'n-Nâs, I, 409.)
Ve buyurmış ki dünyâ hubbıdır başı kamu zenbin
Hudâ-yı Lem-Yezel virmez anı hizb-i ehibbâya
Ne buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “bütün günahların başı dünya sevgisidir.”
Onun için Dâim Bâki Hudâ celle celâluhu onu-dünya sevgisini Habibler Hizbine, Dostları topluluğuna vermez.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya Sevgisi Bütün Hataların Başıdır.”
(İmam Ali kerremullahi vecheden; Deylemî, Müsned’inde ; Tarih-i İbn Asakir’de tâbiînden Sa’d b. Mesud es-Sedefî’den)
Anı dostlarına dahi virir Mevlâ dir isen bil
Gönül virmezler anlar hîç ne dünyâya ne 'ukbâya
Eğer: “Bazı dostlarına da vermekte Mevlâ!” der isen,
Şunu bil ki onlar bu dünyaya ne de öteki dünyaya gönül vermezler..
Kişi bir dilber-i ra'nâyı sevse cân u gönülden
Yanar 'ışkı ile anın düşer mi gayrı sevdâya
Bir kişi çok güzel gönülleri çekip çıkaran alıp giden bir DİLBERi her şeyiyle sevmişse,
Tıpkı bir ateş gibi yanar o kişide sadece YÂRin esamesi okunur.. başkasını sevmek şöyle dursun bakmakamaz bile AŞKın ateş kuyusunadüşenler
Kifâf mikdârına üç nesnenin râzî vü kâni' ol
Biri mesken biri melbes dahi bir kas'a çorbaya
Şu üç nesne-şey vardır ki onların mikdarı, ihtiyacına yetecek azık kadar olmasına razı ol, kanaatkâr ol!
Bunların biri mesken-iskan olacağın ev, biri elbisen, biri ise bir kâse çorban-rızkındır…
Buhulden ihtirâz eyle bahîlı çünki Hak sevmez
Sever cömerdi hem idhâl ider cennât-ı 'ulyâya
Cimriden çekin-uzakdur-hazer et, çünkü cimriyi HaKK Teâlâ sevmez.
Cömerdi sever hem de Yüce Cennetlerine sokar..
Elinde var iken fursat hemân sa'y-i belîg eyle
Sa'âdet bulayım dirsen işini koyma ferdâya
Daha elinde hayat fırsatın var iken, can tenden çıkmamış aklın yerindeyken yapmangereken çalışmaları yap!
İki âlemde saadet-huzur bulayım dersen sakın işini yarına koyma!
Kamudan nefsini alçak tutub eyle tevâzu' sen
Bu râhın ehline çünki tevâzu' oldı sermâye
Nefsini herkesten alçak gönüllü tut, tenezzül ve tevazu’ eyle!
Bu Rahmet Ehli Hakk ERENlerin tek sermayeleri alaçak gönüllük-kibirsizlikleri oldu..
Hudânın ni'metini hem suçunı i'tirâf eyle
Güvenme zerre mikdân kemâl ü zühd ü takvâya
Halkeden Hudâ’nın celle celâluhu sana lutfettiği ni’metlerien karşılık işlediğin günahları itiraf et-ortayadök!
Bunu çözmeden sakın kemâlatına, dıştan dünyadan kaçar gözükmelerine ve hatta Allahtan korkarım dediklerine asla güvenme..
Günâhım çok deyü kesme ümîdi bahr-ı rahmetden
Ki 'afv olunsa heb gümrâh nakıs gelmez o deryâya
Çok günah işledim diye Rahmet Denizinden ümidini kesme!
Ki ALLAH celle celâluhu bütün çekinmeden günah işleyenleri affetse o Rahmet Denizinden bir damla eksilmez ve noksanlık olmaz.
Bulub bir şeyh-i kâmil gir erenler gitdiği râha
Olur kalbinde hâsıl 'ışk ki oldur vuslata mâya
Sen de Kâmil bir Şeyh-Mürşid bul da Erenlerin gittidiği YOLa gir!
Böylece kalbinde Aşkullah meydena gelir ki aşktır kavuşmanın ÖZü-Mayası!.
Şerî'atsız tarîkat işi bitmek mümteni' zîrâ
O bir kapu ki andan irilür maksûd-ı aksâya
Şeriat-ı Garrayı BİLip İşlemeden Tarikattan sonuç almak imkansız zira.
Şerî'at Kapısı ki ancak ondan girilirse Uzak maksada-RABBa Rucu’ya ERilir..
Ana kim ki ider ta'zîm odur mü'min velî Hakka
Dahi mülhid münâfık şol ki uymaz şer'-i zîbâya
Kim ki Şeriat-ı Garraya hürmet ve riayet ederse o kimsedir HAKK Teâlâ’nın gerçek Mü’min kulu..
Muhteşem Şeriat-ı Garraya uymayanlarsa; dinden çıkmışlar, münafıklar gibi olanlardır..
Buyurmışdur Resûlullah kaçın siz ehl-i ilhâddan
Uyuz gibi sirayet eyler ol lâ-büd esihhâya
kendi menfaatları için insanların akıllarını çelerek dinsizliğe sürükleyenlerden, uyuzdan kaçar gibi kaçın çünkü dinsizlik bulaşıcıdır sıhhatli-dinli insanları kesinlikle mahveder buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
Tefekkür eyle âyâtında hem Hallâk-ı ekvânın
Dilinden zikrini kesme irersin câh-ı bâlâya
Kâinatı-âlemleri halkeden ALLAH celle celâluhunun âyetlerini oku-düşün ki göreceksin;
Dilinden zikrini kesmezsen yüksek-Yüce makamlara mutlaka erersin..
Hudâdan iste gel 'ışk-ı hakîkî geç mecâzîden
Nedâmet eyledi Mecnûn sonunda 'ışk-ı Leylâya
Maddî-gerçeği olmayan aşklardan vazgeç, Hakiki AŞKı Sahibi Hudâdan iste,
Çöllerin Mecnûnu bie en sonunda Leylâsını aşkından pişman oldu da MEVLÂ’sına koştu…
Nasîhat itdi Kuddûsî sana bu on tokuz beytde
Tutarsan vâsıl olursın anı bî-şübhe Mevlâya
Kuddusî BaBa sana bu 19 beyitte öğütler verdi,
Eğer onları tutar gereğini yaparsan şüphesiz sen de MEVLÂ’ya ulaşırsın..
Sakın aldanma kardaş u 'azîzim gel bu dünyâya
Ki ol mekkâredir zîrâ salar başını gavgâya
Aziz kardeşim sakın haa aldanma gel bu dünyaya
O çok hilekâr-düzenbaz-mekir yapandır ki aldanırsan başını sürekli süren kavgalara sokar.
Ana dil virüben cem' eyleyen oldı cüdâ Hakdan
Kulak tut nutkumı dinle gider dîn yohsa yağmaya
Ona gönül verip de ele geçeni toplayanlar, HAKK Teâlâ’dan ayrı kaldılar.
Kulak ver de sözümü iyi dinle yoksa Dinin gider yağmaya..
Resûlullah hadîsinde buyurmış cîfedir dünyâ
Kilâbdır dahi tullâbı virir Hak anı a'dâya
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hadisinde:
“Dünya leştir, Talibi köpeklerdir” ki onu-dünyayı Hüdâ Teâlâ düşman olana verir..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ed-dünya ci'fetün, tâlibühâ kilâbün: Dünya leştir, talipleri de köpeklerdir” buyurmuştur.
(Sağânî, el-Mevzûât, sh., 96, thk., M. Abdulkadir Ahmed, Mektebetü'n-Nahdiyyeti'l- Mısriyye, Kahire, 1991. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ ve Müzîlü'l-İlbâs Ammâ İştehera mine'l-Ehâdisî alâ elsineti'n-Nâs, I, 409.)
Ve buyurmış ki dünyâ hubbıdır başı kamu zenbin
Hudâ-yı Lem-Yezel virmez anı hizb-i ehibbâya
Ne buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “bütün günahların başı dünya sevgisidir.”
Onun için Dâim Bâki Hudâ celle celâluhu onu-dünya sevgisini Habibler Hizbine, Dostları topluluğuna vermez.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya Sevgisi Bütün Hataların Başıdır.”
(İmam Ali kerremullahi vecheden; Deylemî, Müsned’inde ; Tarih-i İbn Asakir’de tâbiînden Sa’d b. Mesud es-Sedefî’den)
Anı dostlarına dahi virir Mevlâ dir isen bil
Gönül virmezler anlar hîç ne dünyâya ne 'ukbâya
Eğer: “Bazı dostlarına da vermekte Mevlâ!” der isen,
Şunu bil ki onlar bu dünyaya ne de öteki dünyaya gönül vermezler..
Kişi bir dilber-i ra'nâyı sevse cân u gönülden
Yanar 'ışkı ile anın düşer mi gayrı sevdâya
Bir kişi çok güzel gönülleri çekip çıkaran alıp giden bir DİLBERi her şeyiyle sevmişse,
Tıpkı bir ateş gibi yanar o kişide sadece YÂRin esamesi okunur.. başkasını sevmek şöyle dursun bakmakamaz bile AŞKın ateş kuyusunadüşenler
Kifâf mikdârına üç nesnenin râzî vü kâni' ol
Biri mesken biri melbes dahi bir kas'a çorbaya
Şu üç nesne-şey vardır ki onların mikdarı, ihtiyacına yetecek azık kadar olmasına razı ol, kanaatkâr ol!
Bunların biri mesken-iskan olacağın ev, biri elbisen, biri ise bir kâse çorban-rızkındır…
Buhulden ihtirâz eyle bahîlı çünki Hak sevmez
Sever cömerdi hem idhâl ider cennât-ı 'ulyâya
Cimriden çekin-uzakdur-hazer et, çünkü cimriyi HaKK Teâlâ sevmez.
Cömerdi sever hem de Yüce Cennetlerine sokar..
Elinde var iken fursat hemân sa'y-i belîg eyle
Sa'âdet bulayım dirsen işini koyma ferdâya
Daha elinde hayat fırsatın var iken, can tenden çıkmamış aklın yerindeyken yapmangereken çalışmaları yap!
İki âlemde saadet-huzur bulayım dersen sakın işini yarına koyma!
Kamudan nefsini alçak tutub eyle tevâzu' sen
Bu râhın ehline çünki tevâzu' oldı sermâye
Nefsini herkesten alçak gönüllü tut, tenezzül ve tevazu’ eyle!
Bu Rahmet Ehli Hakk ERENlerin tek sermayeleri alaçak gönüllük-kibirsizlikleri oldu..
Hudânın ni'metini hem suçunı i'tirâf eyle
Güvenme zerre mikdân kemâl ü zühd ü takvâya
Halkeden Hudâ’nın celle celâluhu sana lutfettiği ni’metlerien karşılık işlediğin günahları itiraf et-ortayadök!
Bunu çözmeden sakın kemâlatına, dıştan dünyadan kaçar gözükmelerine ve hatta Allahtan korkarım dediklerine asla güvenme..
Günâhım çok deyü kesme ümîdi bahr-ı rahmetden
Ki 'afv olunsa heb gümrâh nakıs gelmez o deryâya
Çok günah işledim diye Rahmet Denizinden ümidini kesme!
Ki ALLAH celle celâluhu bütün çekinmeden günah işleyenleri affetse o Rahmet Denizinden bir damla eksilmez ve noksanlık olmaz.
Bulub bir şeyh-i kâmil gir erenler gitdiği râha
Olur kalbinde hâsıl 'ışk ki oldur vuslata mâya
Sen de Kâmil bir Şeyh-Mürşid bul da Erenlerin gittidiği YOLa gir!
Böylece kalbinde Aşkullah meydena gelir ki aşktır kavuşmanın ÖZü-Mayası!.
Şerî'atsız tarîkat işi bitmek mümteni' zîrâ
O bir kapu ki andan irilür maksûd-ı aksâya
Şeriat-ı Garrayı BİLip İşlemeden Tarikattan sonuç almak imkansız zira.
Şerî'at Kapısı ki ancak ondan girilirse Uzak maksada-RABBa Rucu’ya ERilir..
Ana kim ki ider ta'zîm odur mü'min velî Hakka
Dahi mülhid münâfık şol ki uymaz şer'-i zîbâya
Kim ki Şeriat-ı Garraya hürmet ve riayet ederse o kimsedir HAKK Teâlâ’nın gerçek Mü’min kulu..
Muhteşem Şeriat-ı Garraya uymayanlarsa; dinden çıkmışlar, münafıklar gibi olanlardır..
Buyurmışdur Resûlullah kaçın siz ehl-i ilhâddan
Uyuz gibi sirayet eyler ol lâ-büd esihhâya
kendi menfaatları için insanların akıllarını çelerek dinsizliğe sürükleyenlerden, uyuzdan kaçar gibi kaçın çünkü dinsizlik bulaşıcıdır sıhhatli-dinli insanları kesinlikle mahveder buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
Tefekkür eyle âyâtında hem Hallâk-ı ekvânın
Dilinden zikrini kesme irersin câh-ı bâlâya
Kâinatı-âlemleri halkeden ALLAH celle celâluhunun âyetlerini oku-düşün ki göreceksin;
Dilinden zikrini kesmezsen yüksek-Yüce makamlara mutlaka erersin..
Hudâdan iste gel 'ışk-ı hakîkî geç mecâzîden
Nedâmet eyledi Mecnûn sonunda 'ışk-ı Leylâya
Maddî-gerçeği olmayan aşklardan vazgeç, Hakiki AŞKı Sahibi Hudâdan iste,
Çöllerin Mecnûnu bie en sonunda Leylâsını aşkından pişman oldu da MEVLÂ’sına koştu…
Nasîhat itdi Kuddûsî sana bu on tokuz beytde
Tutarsan vâsıl olursın anı bî-şübhe Mevlâya
Kuddusî BaBa sana bu 19 beyitte öğütler verdi,
Eğer onları tutar gereğini yaparsan şüphesiz sen de MEVLÂ’ya ulaşırsın..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
7
Hudâ her şeyi halk idüb komış yirlü yirince
İderler cümlesi ana 'ibâdet rütbesince
ALLAH celle celâluhu yarattığı bu kâinâtta insan emrine musahharkıldığı her şeyi terli yerine koymuştur.
Her şey yaratıldığı hal üzere gaye gereğince İşine devam eder.
Kuş kuşça taş taşça ve insan da insanca ibaedette-kulluktadırlar.
Abes bir nesne yokdur kim ola bî-fâ'ide hâşâ
Büyük küçük duruşur hıdmetine cüssesince
Bu Âlemde lüzumsuz, tesadüfi ve gayesiz bir şey yoktur ki hâşâ yaratının gözünden kaçmış olsun..
Zerre-atomlar, Kürre-Kâinât her şey kendi kadarınca kaderince Hasbî Hizmettedir.
Hemân bir sen misin kulluk iden ey ibn-i Adem
Hudâya cümle mevcûdât ider tesbîh dilince
Ey âdemoğlu sen sadece sen misin sanmaktasın Rabbısına ibadet edeni.
ALLAH celle celâluhuya buÂlemde var gözüken her şey “sebbaha” tesbihindedir..
“SeBBaha”:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
---"“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) :Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” ” (Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüşRAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratışlara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz inşae ALLAH..
Beher nev'in cihanda var-durur bir hıdmeti kim
Anı bir nev'-i âhâr göremez teklîf olunca
Her bir tür şeyin bu cihanda var olmasına sebeb bir hizmeti elbette vardır.
O türün bu hizmet gayesini bir başka türe-cinse teklif etseniz asla yerine getiremez. Su dan ateşlik istenemez.
Dahi bunlarda vardur çok menafi' çok mesâlih
Sana ma'lûm olısar sıdk-ıla idrâk idince
Ve yine bunlarda menfaata yönelik nice işler vardır.
Sen sadakatla ilm u edeb edersen hepsini bilebilirsin.
Deve at har dahi sâ'irleri yük götürürler
Koyun keçi inek süd viriserler sağılınca
Görmektesin ki develer atlar ve benzerleri yükler taşımakatalar.
Ve koyun keçi inek gibiler de sağıldığında süt verirler.
Tolaşub tağ u bâğı bal arusı emr-i Hakla
Alur dürlü çiçekden balı sen yirsin toyunca
Bal Arısı ise Hakkın emriyle dağı taşı dolaşıp,
Türlü çieklerin özlerinden bal yapar da sen doyarsın yediğinde..
Köpek avlar dahi bekler tolanur gice gündüz
Kedi fâre tutar dahi mazarratı bulunca
AV köpekleri Avcısına av bulmak için gece gündüz dolaşır durur.
Kediyse insanlara zararlar veren fareleri bulunca yakalar yer ve yok eder..
Dahi fâre yılanı yir bulub vakt-i şitâda
Yılan da fâreyi tutub yudısar yaz olınca
Fârelerse kış aylarında uykuya yatan-uyuşuk yılanları yer bulduklarında.
Yaz ayları gelendeyse yılanlar fârelere göz açtırmazlar yutarlar.
Yılanın yarası olursa vay ana ki zîrâ
Biriküb 'akıbet ihlâk ider anı karınca
Eğer yılan yaralanırsa vah ona ki karıncaların elinde oyuncak olur.
Karıncalar yılanı helak edip öldürürler.
Nazar kıl Hak Te'âlânın kemâl-i kudretine
Ki filden intikâm alır o asgar bili ince
ALLAH celle celâluhunun kudret kemâline bakar mısın bir,
Ki o beli ince karıncacıklar fil gibi dev yaratıklardan intikam alabilmekteler.
Dahi çok nefi koymaz devşirir yirden hubûbı
Kapub etmek ufacıklarını alur görünce
Bu karıncalar öylesine çok çaluşkandırlar ki,
Yerde bir menfaat sağlayacak daneyi dahi bırakmazlar.
En ufacıklarını dahi kaparak alır götürürler.
Eğer kim olmasa fâre yılan dünyâyı zabt eyler
Ve fâre zabt ider dünyâyı yılan olmayınca
Fâre ile yılan arasındaki sayı dengesine bakarsan,
Fâre olmasa yılan, yılan olmasa fâre dunyayı kaplar ve zabdeder..
Tonızlan böceğinde var menâfi' dürlü dürlü
Biri bu kim tutub yir 'akrebi tâ dükenince
Toonızlan böceğinin bile yaratılışında çeşit çeşit menfaatlar vardır.
Birisi şudur ki akrepleri bitirinceye kada tutup avlayarak yerler.
Kıyâs it bunlara var on sekiz bin dürlü halkı
Nefi'siz nesne yok filden karıncaya varınca
On sekiz bin çeşitte halk edilen varlıkları mukayese et karşılaştır bakalım,
Filden karıncaya kada bu Âlemde Âdeme menfaatı olmayan bir yaratık yoktur..
Bi-küllî ferd-i mahlûkât melek hem cin cemâdât
Çalışub hıdmet i derler kamu hâllü hâlince
Her ne halkedilenler âlemindekilerin her birisin bilmektesin; Meleki cin, cansız cisimlerde dahil,
Her birisi Sünnatullah içinde yaratılış maksadlarına uygunca çalışraka insana hizmet ederler.
Hevâda dahi yirde suda taş ağacda Mevlâ
Yaratmış dürlü hayvânât semâvâta varınca
ALLAH celle celâluhu, Havada, yer yüzünde, suda, taşta, ağaçtaçeşitli hayvanlar yaratmış gök yüzüne varıncaya kadar.
Nola şu şöyle olsaydı diyecek yir komamış
Bilürsin anı Kuddûsî tefekkür eyleyince
Ne olurdu şu da şöyle olsaydı diyecek bir hal koymamış,
Ey Kuddûsî sen de aklınla fikredince iyice bilirsin böyle olduğunu…
Hudâ her şeyi halk idüb komış yirlü yirince
İderler cümlesi ana 'ibâdet rütbesince
ALLAH celle celâluhu yarattığı bu kâinâtta insan emrine musahharkıldığı her şeyi terli yerine koymuştur.
Her şey yaratıldığı hal üzere gaye gereğince İşine devam eder.
Kuş kuşça taş taşça ve insan da insanca ibaedette-kulluktadırlar.
Abes bir nesne yokdur kim ola bî-fâ'ide hâşâ
Büyük küçük duruşur hıdmetine cüssesince
Bu Âlemde lüzumsuz, tesadüfi ve gayesiz bir şey yoktur ki hâşâ yaratının gözünden kaçmış olsun..
Zerre-atomlar, Kürre-Kâinât her şey kendi kadarınca kaderince Hasbî Hizmettedir.
Hemân bir sen misin kulluk iden ey ibn-i Adem
Hudâya cümle mevcûdât ider tesbîh dilince
Ey âdemoğlu sen sadece sen misin sanmaktasın Rabbısına ibadet edeni.
ALLAH celle celâluhuya buÂlemde var gözüken her şey “sebbaha” tesbihindedir..
“SeBBaha”:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
---"“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) :Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” ” (Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüşRAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratışlara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz inşae ALLAH..
Beher nev'in cihanda var-durur bir hıdmeti kim
Anı bir nev'-i âhâr göremez teklîf olunca
Her bir tür şeyin bu cihanda var olmasına sebeb bir hizmeti elbette vardır.
O türün bu hizmet gayesini bir başka türe-cinse teklif etseniz asla yerine getiremez. Su dan ateşlik istenemez.
Dahi bunlarda vardur çok menafi' çok mesâlih
Sana ma'lûm olısar sıdk-ıla idrâk idince
Ve yine bunlarda menfaata yönelik nice işler vardır.
Sen sadakatla ilm u edeb edersen hepsini bilebilirsin.
Deve at har dahi sâ'irleri yük götürürler
Koyun keçi inek süd viriserler sağılınca
Görmektesin ki develer atlar ve benzerleri yükler taşımakatalar.
Ve koyun keçi inek gibiler de sağıldığında süt verirler.
Tolaşub tağ u bâğı bal arusı emr-i Hakla
Alur dürlü çiçekden balı sen yirsin toyunca
Bal Arısı ise Hakkın emriyle dağı taşı dolaşıp,
Türlü çieklerin özlerinden bal yapar da sen doyarsın yediğinde..
Köpek avlar dahi bekler tolanur gice gündüz
Kedi fâre tutar dahi mazarratı bulunca
AV köpekleri Avcısına av bulmak için gece gündüz dolaşır durur.
Kediyse insanlara zararlar veren fareleri bulunca yakalar yer ve yok eder..
Dahi fâre yılanı yir bulub vakt-i şitâda
Yılan da fâreyi tutub yudısar yaz olınca
Fârelerse kış aylarında uykuya yatan-uyuşuk yılanları yer bulduklarında.
Yaz ayları gelendeyse yılanlar fârelere göz açtırmazlar yutarlar.
Yılanın yarası olursa vay ana ki zîrâ
Biriküb 'akıbet ihlâk ider anı karınca
Eğer yılan yaralanırsa vah ona ki karıncaların elinde oyuncak olur.
Karıncalar yılanı helak edip öldürürler.
Nazar kıl Hak Te'âlânın kemâl-i kudretine
Ki filden intikâm alır o asgar bili ince
ALLAH celle celâluhunun kudret kemâline bakar mısın bir,
Ki o beli ince karıncacıklar fil gibi dev yaratıklardan intikam alabilmekteler.
Dahi çok nefi koymaz devşirir yirden hubûbı
Kapub etmek ufacıklarını alur görünce
Bu karıncalar öylesine çok çaluşkandırlar ki,
Yerde bir menfaat sağlayacak daneyi dahi bırakmazlar.
En ufacıklarını dahi kaparak alır götürürler.
Eğer kim olmasa fâre yılan dünyâyı zabt eyler
Ve fâre zabt ider dünyâyı yılan olmayınca
Fâre ile yılan arasındaki sayı dengesine bakarsan,
Fâre olmasa yılan, yılan olmasa fâre dunyayı kaplar ve zabdeder..
Tonızlan böceğinde var menâfi' dürlü dürlü
Biri bu kim tutub yir 'akrebi tâ dükenince
Toonızlan böceğinin bile yaratılışında çeşit çeşit menfaatlar vardır.
Birisi şudur ki akrepleri bitirinceye kada tutup avlayarak yerler.
Kıyâs it bunlara var on sekiz bin dürlü halkı
Nefi'siz nesne yok filden karıncaya varınca
On sekiz bin çeşitte halk edilen varlıkları mukayese et karşılaştır bakalım,
Filden karıncaya kada bu Âlemde Âdeme menfaatı olmayan bir yaratık yoktur..
Bi-küllî ferd-i mahlûkât melek hem cin cemâdât
Çalışub hıdmet i derler kamu hâllü hâlince
Her ne halkedilenler âlemindekilerin her birisin bilmektesin; Meleki cin, cansız cisimlerde dahil,
Her birisi Sünnatullah içinde yaratılış maksadlarına uygunca çalışraka insana hizmet ederler.
Hevâda dahi yirde suda taş ağacda Mevlâ
Yaratmış dürlü hayvânât semâvâta varınca
ALLAH celle celâluhu, Havada, yer yüzünde, suda, taşta, ağaçtaçeşitli hayvanlar yaratmış gök yüzüne varıncaya kadar.
Nola şu şöyle olsaydı diyecek yir komamış
Bilürsin anı Kuddûsî tefekkür eyleyince
Ne olurdu şu da şöyle olsaydı diyecek bir hal koymamış,
Ey Kuddûsî sen de aklınla fikredince iyice bilirsin böyle olduğunu…
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
8
Re'is-i 'âlimân u fâzılândır
Hamza Beg-zâde..
Habîb-i 'ârifân u kâmilândır
Hamza Beg-zâde..
Hamza Beyzâde-Beyoğlu, faziletlilerin ve âlimlerin başıdır.
Hamza Beyzâde, Kâmillerin ve Âriflerin sevgilisidir.
Tonuk gönülleri açar
Olur 'âşıkâr-ıla yâr
Marîzin zahmına tîmâr
Kılandır Hamza Beg-zâde..
Dönmuş gönülleri eritir-açar, Yâriyle BİLE kılar açıkça.
Hasta, illetli, dertlinin yarasına merhem eyler Hamza Beyzâde.
Sevişir ehl-i 'ışk-ıla
Sever 'uşşâkı sıdk-ıla
Derûnı derd-i şevk-ıla
Tolandır Hamza Beg-zâde..
Aşk Ehlini sever-sevilir ve sevişir onlarla.
Âşıkları candan gönülden sadakatla sever,
İçi-kalbi-gönlü, çok istekli-şiddetli aşk derdiyle dolandır Hamza Beyzâde..
Ezelden nûş idüb câmı
Olub mest cümle endâmı
Bu yolda 'âr ile nâmı
Atandır Hamza Beg-zâde..
İlahî AŞK Bâdesini içip bütün varlığı mest olup kendinden geçmiştir.
Ar ve Namus şişesini kırıp atanlardandır Hamza Beyzâde..
Seviben cân u dil yârin
Unutmış fikr-i ağyârın
Yoluna yârinin varın
Koyandır Hamza Beg-zâde
Yârini-HAKK Teâlâ’yı candan gönülden severek, bakarlının varlığı fikrini unutmuş,
Yârinin yoluna tüm varlığını koyandır Hamza Beyzâde..
Bakub gayretle eflâke
döker gözyaşı pek hâke
Beher hâl şâh-ı levlâke
uyandır Hamza Beg-zâde..
Feleklerdeki sayısız gök cisimlerine hayretle bakarak,
Göz yaşlarını topraklara dökerek,
“Sen olmasaydın!” buyurulan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Her halde her zaman her yerde uyandır Hamza Beyzâde..
Hadis-i Kudsî:
---ALLAH celle celâluhu: “Levlâke levlâke lema halaktü’l eflâk – Eğer Sen olmasaydın varlığı yaratmazdım.”
(Aclunî, Keşfu’l–Hafâ: 2/232)
Düşüb bir özge sevdâya
İdüb ikbâli Mevlâya
Gönül fülkini deryâya
Salandır Hamza Beg-zâde
Şahsına mahsus bir kara sevdâya düşerek, Mevlâ Teâlâya yönelip,
Gönül Gemisini AŞK Denizine salıp kaybolandır Hamza Beyzâde..
'Alî anda güzel ismi
Unutmış 'âdeti resmi
Hemân 'ışk odına cismi
Yanandır Hamza Beg-zâde
Aynı zaman ALİ ismi de var,
aşka yolunda âdeti, resmiyeti bir tarafa bırakarak, cisim içindeki canını da AŞK ATEŞİne atıp yanandır Hamza Beyzâde..
Kanı bir oldı ol selver
Sülük ehline hem rehber
Bu yolda terk-i cân u ser
Urandır Hamza Beg-zâde
O Âşık başkan BİRlik kaynağı oldu, hemde seyr ve sülük ehline yol gösterici oldu.
Erenler Yolunda canını başını terk edendir Hamza Beyzâde..
Ayık sanur gören anı
Ol ise cür'a sekrânı
Erenler ile devrânı
Sürendir Hamza Beg-zâde
Dışarıdan görenler onu aklı başında-ayık sıradan birisi sanır, o ise bir tek yudumla sarhoş olanlardandır.
Erenler Meclisinde DEVRANı “Sebbaha” ZİKRİ her AN sürenlerdendir Hamza Beyzâde..
Nasîhat dâ'imâ işi
Bulunmaz böyle er kişi
Dîn içün gözinin yaşı
Akandır Hamza Beg-zâde
Halka her zaman nasihattir onun işi-gücü, böylesi ER bir bu devirde zor bulunur.
Diama DİNiçin dünyadaki Müslümanlar için ve manevi dünyası için göz yaşı dökenedir Hamza Beyzâde..
'Ulûmda râsihü'l-fâzıl
Fünûnda mâhir ü kâmil
Hakîkat sırrına nâ'il
Olandır Hamza Beg-zâde
İLİmde fazilet sahibi, temeli kuvvetli, sağlam, bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan,
Fennî İlimlerdeyse olgun, becerikli ve hünerli kimsedir Hamza Beyzâde..
Bulur nâs feyzi pendinde
Celîs ol sen de 'indinde
Arayub Hakkı kendinde
Bulandır Hamza Beg-zâde
Yaptığı öğütlerden insanlar berketli bol feyzler alırlar.
Sende O’nun yanına gir de meclisinde birlikte oturanlardan ol.
Halk içinde aradığı HAKK Teâlâ’yı kendi Özünde bualandır Hamza Beyzâde..
Berâber medh ü zem ana
Sivâya meyli yok aslâ
Koyub gayrı Hakdan yana
Varandır Hamza Beg-zâde
Kendisini övmek veya ayıplamak kendisi için aynı seviydedir, hoş görür.
Mâsivâ’ya-ALLAH celle celâluhu’dan başkasına eğilim-yönelimi kesinlikle yoktur.
Halkı burada bırakarak HAKK Teâlâ’danyana çekip gidendir Hamza Beyzâde..
Oluban şem'e pervâne
Yanarsın nâr-ı sûzâne
Gözinin yaşını kane
Katandır Hamza Beg-zâde
Yanan Muma-Ateşe, canını atan pervâne gibi şiddetli yakıcı korda yanıp,
Göz yaşını kanına katan-kanlı göz yaşı döknedir Hamza Beyzâde..
Girüben râh-ı merdâne
Viren varını cânâne
Dem-â-dem bahr-ı 'irfâne
Talandır Hamza Beg-zâde
Merdler Yoluna girerek, varını ÖZündeki CÂNÂNına verip, he an durmadan İrfan Denizine dalandır Hamza Beyzâde..
Görür her şeyde Yezdânı
Muhîtdür çün bilür anı
Mahabbet hamrına câmı
Katandır Hamza Beg-zâde
Bu ÂLEMde külli ŞEY’in ALLAH celle celâluhunun NÛRU olduğunu bilir ve her şeyde YEZDÂN Teâlâ’yı görür.
ALLAH celle celâluhu külli şeye muhit olduğunu çok iyi bilir.
Muhabbet Şarabına Kalb Kadehini daldırandır Hamza Beyzâde..
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
MUHiT-te O ALLAH celle celâluhu..
وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)
Sözimi eyler ol ısgâ
Bilürsiz kadrini zîrâ
Dimeyüb Hak söze hîç lâ
Tutandır Hamza Beg-zâde
Sözlerimi dinler-kulak verir-uygular o,
Sözlerimin kadr ve kıymetini iyibilir çünkü,
Hak Söze asla “Hayır!” demeden yerine getirip-söz tutandır Hamza Beyzâde..
Hilâfet virdi Kuddûsî
Uyandırsın deyü nâsı
Gönüllerde olan pası
Yuyandır Hamza Beg-zâde
Ben Kuddûsî, ona insanları ayıktırp uyandırsın diye Tarikat Yolumda Halifelik verdim,
Gönüllerde oluşup RabBB’a Rücu’u engelleyen, kalbi yalıtkan eden Kulluk Paslarını yıkayıp-yuyan-temizleyendir Hamza Beyzâde...
Re'is-i 'âlimân u fâzılândır
Hamza Beg-zâde..
Habîb-i 'ârifân u kâmilândır
Hamza Beg-zâde..
Hamza Beyzâde-Beyoğlu, faziletlilerin ve âlimlerin başıdır.
Hamza Beyzâde, Kâmillerin ve Âriflerin sevgilisidir.
Tonuk gönülleri açar
Olur 'âşıkâr-ıla yâr
Marîzin zahmına tîmâr
Kılandır Hamza Beg-zâde..
Dönmuş gönülleri eritir-açar, Yâriyle BİLE kılar açıkça.
Hasta, illetli, dertlinin yarasına merhem eyler Hamza Beyzâde.
Sevişir ehl-i 'ışk-ıla
Sever 'uşşâkı sıdk-ıla
Derûnı derd-i şevk-ıla
Tolandır Hamza Beg-zâde..
Aşk Ehlini sever-sevilir ve sevişir onlarla.
Âşıkları candan gönülden sadakatla sever,
İçi-kalbi-gönlü, çok istekli-şiddetli aşk derdiyle dolandır Hamza Beyzâde..
Ezelden nûş idüb câmı
Olub mest cümle endâmı
Bu yolda 'âr ile nâmı
Atandır Hamza Beg-zâde..
İlahî AŞK Bâdesini içip bütün varlığı mest olup kendinden geçmiştir.
Ar ve Namus şişesini kırıp atanlardandır Hamza Beyzâde..
Seviben cân u dil yârin
Unutmış fikr-i ağyârın
Yoluna yârinin varın
Koyandır Hamza Beg-zâde
Yârini-HAKK Teâlâ’yı candan gönülden severek, bakarlının varlığı fikrini unutmuş,
Yârinin yoluna tüm varlığını koyandır Hamza Beyzâde..
Bakub gayretle eflâke
döker gözyaşı pek hâke
Beher hâl şâh-ı levlâke
uyandır Hamza Beg-zâde..
Feleklerdeki sayısız gök cisimlerine hayretle bakarak,
Göz yaşlarını topraklara dökerek,
“Sen olmasaydın!” buyurulan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Her halde her zaman her yerde uyandır Hamza Beyzâde..
Hadis-i Kudsî:
---ALLAH celle celâluhu: “Levlâke levlâke lema halaktü’l eflâk – Eğer Sen olmasaydın varlığı yaratmazdım.”
(Aclunî, Keşfu’l–Hafâ: 2/232)
Düşüb bir özge sevdâya
İdüb ikbâli Mevlâya
Gönül fülkini deryâya
Salandır Hamza Beg-zâde
Şahsına mahsus bir kara sevdâya düşerek, Mevlâ Teâlâya yönelip,
Gönül Gemisini AŞK Denizine salıp kaybolandır Hamza Beyzâde..
'Alî anda güzel ismi
Unutmış 'âdeti resmi
Hemân 'ışk odına cismi
Yanandır Hamza Beg-zâde
Aynı zaman ALİ ismi de var,
aşka yolunda âdeti, resmiyeti bir tarafa bırakarak, cisim içindeki canını da AŞK ATEŞİne atıp yanandır Hamza Beyzâde..
Kanı bir oldı ol selver
Sülük ehline hem rehber
Bu yolda terk-i cân u ser
Urandır Hamza Beg-zâde
O Âşık başkan BİRlik kaynağı oldu, hemde seyr ve sülük ehline yol gösterici oldu.
Erenler Yolunda canını başını terk edendir Hamza Beyzâde..
Ayık sanur gören anı
Ol ise cür'a sekrânı
Erenler ile devrânı
Sürendir Hamza Beg-zâde
Dışarıdan görenler onu aklı başında-ayık sıradan birisi sanır, o ise bir tek yudumla sarhoş olanlardandır.
Erenler Meclisinde DEVRANı “Sebbaha” ZİKRİ her AN sürenlerdendir Hamza Beyzâde..
Nasîhat dâ'imâ işi
Bulunmaz böyle er kişi
Dîn içün gözinin yaşı
Akandır Hamza Beg-zâde
Halka her zaman nasihattir onun işi-gücü, böylesi ER bir bu devirde zor bulunur.
Diama DİNiçin dünyadaki Müslümanlar için ve manevi dünyası için göz yaşı dökenedir Hamza Beyzâde..
'Ulûmda râsihü'l-fâzıl
Fünûnda mâhir ü kâmil
Hakîkat sırrına nâ'il
Olandır Hamza Beg-zâde
İLİmde fazilet sahibi, temeli kuvvetli, sağlam, bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan,
Fennî İlimlerdeyse olgun, becerikli ve hünerli kimsedir Hamza Beyzâde..
Bulur nâs feyzi pendinde
Celîs ol sen de 'indinde
Arayub Hakkı kendinde
Bulandır Hamza Beg-zâde
Yaptığı öğütlerden insanlar berketli bol feyzler alırlar.
Sende O’nun yanına gir de meclisinde birlikte oturanlardan ol.
Halk içinde aradığı HAKK Teâlâ’yı kendi Özünde bualandır Hamza Beyzâde..
Berâber medh ü zem ana
Sivâya meyli yok aslâ
Koyub gayrı Hakdan yana
Varandır Hamza Beg-zâde
Kendisini övmek veya ayıplamak kendisi için aynı seviydedir, hoş görür.
Mâsivâ’ya-ALLAH celle celâluhu’dan başkasına eğilim-yönelimi kesinlikle yoktur.
Halkı burada bırakarak HAKK Teâlâ’danyana çekip gidendir Hamza Beyzâde..
Oluban şem'e pervâne
Yanarsın nâr-ı sûzâne
Gözinin yaşını kane
Katandır Hamza Beg-zâde
Yanan Muma-Ateşe, canını atan pervâne gibi şiddetli yakıcı korda yanıp,
Göz yaşını kanına katan-kanlı göz yaşı döknedir Hamza Beyzâde..
Girüben râh-ı merdâne
Viren varını cânâne
Dem-â-dem bahr-ı 'irfâne
Talandır Hamza Beg-zâde
Merdler Yoluna girerek, varını ÖZündeki CÂNÂNına verip, he an durmadan İrfan Denizine dalandır Hamza Beyzâde..
Görür her şeyde Yezdânı
Muhîtdür çün bilür anı
Mahabbet hamrına câmı
Katandır Hamza Beg-zâde
Bu ÂLEMde külli ŞEY’in ALLAH celle celâluhunun NÛRU olduğunu bilir ve her şeyde YEZDÂN Teâlâ’yı görür.
ALLAH celle celâluhu külli şeye muhit olduğunu çok iyi bilir.
Muhabbet Şarabına Kalb Kadehini daldırandır Hamza Beyzâde..
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
MUHiT-te O ALLAH celle celâluhu..
وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)
Sözimi eyler ol ısgâ
Bilürsiz kadrini zîrâ
Dimeyüb Hak söze hîç lâ
Tutandır Hamza Beg-zâde
Sözlerimi dinler-kulak verir-uygular o,
Sözlerimin kadr ve kıymetini iyibilir çünkü,
Hak Söze asla “Hayır!” demeden yerine getirip-söz tutandır Hamza Beyzâde..
Hilâfet virdi Kuddûsî
Uyandırsın deyü nâsı
Gönüllerde olan pası
Yuyandır Hamza Beg-zâde
Ben Kuddûsî, ona insanları ayıktırp uyandırsın diye Tarikat Yolumda Halifelik verdim,
Gönüllerde oluşup RabBB’a Rücu’u engelleyen, kalbi yalıtkan eden Kulluk Paslarını yıkayıp-yuyan-temizleyendir Hamza Beyzâde...
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
9
Cihânın halkına bir ni'met-i 'uzmâ halîfe
'İbâd-ı Müslimîne rahmet-i Mevlâ halîfe
Bu Halkına en büyük nimettir Halîfe-Osmanlı Sultanı Abdülmecîd Han..
Müslüman kullara Mevlânın bir rahmetidir Halîfe..
Anınladır bekâ-yı dîn ilâ yevmi'l-kıyâme
Ki bu dîn-i 'azîzi eyleyen ibkâ halîfe
Halîfe iledir kıyamet gününe kadar dinin bekâsı-devamlılıgı, evvelki hâl üzere kalması, dâim ve sâbit olması,
Ki Aziz Dini ebedi-devamlı kılandır Halîfe..
Sebeb kılmış hayâtına çü dînin anı Yezdân
Anınla hayy olur bu dîn ider ihyâ halîfe
Bu Dinin hayatta var olmasına sebeb kılmıştır Halîfeyi Yezdân ALLAH celle celâluhu..
İslam Dini, Halîfe ile hayatta olur ve dini geçerli kılar..
Halîfe olmasa bir gün ider tuğyân kamu nâs
Anın-çün eksik olmaz ez-kadîm aslâ halîfe
Eğer Halîfe olmasaydı tüm insanlar gün gelir azğınlık yaparlardı.
Onun için yeryüzünde eskiden beri Halîfe eksik olmamıştır.
Nizâm-ı mülk olur ancak anınla bu cihânda
Hudânın bir ulu nu'mâsıdur hakkâ halîfe
Mülkullah olan Yeryüzünün nizamı-düzeni ancak Halîfe ile olur.
Hudâ Teâlânın yüce sürur, neşe, sevinç kaynağıdır Halîfe..
Dahi ol olmasa yer nâs etin ba'zısı ba'zın
Cemî'-i nâsa şefkat idici baba halîfe
Eğer Halîfe olmasa insanların bazısı bazısının etin yerler.
Cümle insanlara şefkat-yardım-sevgi gösteren babadır Halîfe..
Ne dîn kalur ne 'ırz ne cân ne mâl olmasa ol zât
Za'îfe ümmete bil hâris ü bînâ halîfe
O zât ki Halîfe olmasaydı halkın dini, ırzı, canı ve malı emniyette kalmazdı ve olamazdı.
Zayıf olan Ümmet-i MuhaMMede hırsla gözeticidir-koruyucudur Halîfe..
Anın esrârının bilür şümârın Hak Te'âlâ
Ne mümkin eylemek idrâk 'akıl deryâ halîfe
Halîfenin sırlarını ve değerini Hakk Teâlâ bilir.
Derya gibi sırlı olan Halîfeliği akıl ile anlamak idrak etmek mümkün mü?.
Anınla terbiye eyler 'usâtı Mâlikü'l- Mülk
'Adûyı seyf-i şevketle ider ifnâ halîfe
Mâlikü'l- Mülk olan ALLAH celle celâluhu; a’sileri, zorbaları, itaat etmeyenleri, günahkârları Halîfeyle terbiye eder.
Düşmanları ise Halîfe nin padişaha mahsus heybet ve saltanat kılıcıyla mahveder..
Görüb zâhid anın ba'zı umûnnı ider ta'n
Dimez kim emr-i Hakk-ıla kılar mahzâ halîfe
Aşırı dine düşkün bazıları Halîfenin halka üzerinde bazı genel uygulamalarını taşkınlık görüp,
Demez ki, Halîfe her ne ederse sadece Hakk Teâlâ’nın emriyle yapmaktadır.
Ki me'mûr 'abdidür Hakkın anın emrini işler
Mutî'i eyler idhâk 'âsîyi ibkâ halîfe
Halîfe ki Hakk Teâlâ’nın emrine uymak zorunda olan bir kulu olup O’nun emerini uygulamaktadır.
İtaat edenleri güldürür de isyan edeneleri ağlatır Halîfe..
Bu vaktin halkının pes ekseri mâ'il fesâda
İder müfsidleri ta'zîbde istikzâ halîfe
Şimdi içinde olduğumuz zamanda insanların pek çoğu, bozgunculuğa meyilli-yöneliktirler..
Bozguncuları azaba uğratarak-yasaklayarak berbat hale getirir Halîfe ..
Sanur câhil ki râ'îsiz ganem bulur selâmet
Ra'iyye heb ganem râ'îsi müstesnâ halîfe
Câhil kimse sanır ki çobansız koyun sürüsü kendi başına selâmet bulur da hayat sürebilir.
Koyunlara daima çoban olan ve kendi çobanı müstesna Hakk Teâlâ olandır Halîfe..
Ana her kim ki eyler i'tirâz 'ârif değil ol
Bilüben kadrini medh itmeye ahrâ halîfe
Her kim ki Halîfeye itiraz ediyorsa ârif değildir o kimse.
Kadir kıymeti bilinip övülmeye daha lâyık, daha münasib, en elverişli olan zâttır Halîfe..
Resûl sultânı medh itmiş hadîsinde katî çok
Dimiş mazlûmlara hoş melce'-i me'vâ halîfe
Sultânımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hadis-i Şeriflerinde, kesinlile-çokça övmüştür Halîfeyi.
Buyurmuş: “Mazlumlara en güzel-hoş sığınak-meskendir Halîfe”
Buyurmuş hem ki Sultân sâye-i Hallâk-ı halkdur
Muhakkak şübhesiz bil sâye-i kübrâ halîfe
Yine buyurmuş: “Kesinlikle Sultân, halkı halk eden el Hallâk ALLAH celle celâluhunun en büyük gölgesidir Halîfe”
Dimiş hem ana ikrâm idene ikrâm ider
Hak Dahi mubgızlara buğz-ı 'azîz zîrâ halîfe
Buyurmuş hem ki: “Halîfeye hürmet gösterene- ikrâm edene Hakk Teâlâ da ikrâm eder.”
“Halîfeye buğz edenlere-hakkında gizli ve kalbi düşmanlıkla kin güdenlere en büyük buğzeden yine Hakk Teâlâdır.”
Dahi ana ihânet idene eyler ihânet
'Ulüvv-i kadrini fehm it şeh-i zîbâ halîfe
Ve Halîfeye ihânet edene Hakk Teâlâ da ihânet cezasını aynen verir.
Yüce kadir kıymetini iyi anla ki Hakk Teâlâ kaftanı giyenlerin Şahıdır Halîfe..
Hudânın sevdiğin çünki sever imiş kamu halk
Bilür Hak dostı oldığın kamu eşyâ halîfe
Çünkü Hakk Teâlânın sevdiğini tüm mahlukat da severmiş.
Halîfenin Hakk Teâlâ Dostu olduğunu herşey-herkes bilir..
Yazılur defterine cümle halkın ecr-i misli
İder pes cümlesinin hakkını îfâ halîfe
Bütün insanların ecri-hayrının karşılığı bir o kadarıyla Halîfenin defterine de yazılır.
Çünkü cümle herkesin hakkını öder-yerine getirir Halîfe..
Hadîs çok medhi hakkında selâtînin velâkin
Bulunmaz böyle kılan 'âlemi ahlâ halîfe
“Sultanların övügüsü” hakkında Hadîsler pek çoktur.
Velâkin bizim Halîfemiz gibi ÂLEMi yaşanmaya en tatlı kılan sultan bulunamaz.
Dimişler sırr-ı levhi keşf idenler bu nesilden
Gelenler heb olurlar gün gibi rahşâ halîfe
Dimişler: “Levha-yı mahfuzun sırrını keşfedenler Osmanlı sülalesinden gelenler olacak ve güneş gibi doğduklarında parlayacaklar Halîfe olarak”
Yedi iklîme şâmil nûn bu nesl-i 'azîzin
İder dîn düşmenin diz üstine icsâ halîfe
Yedi iklime-ülkeleri kaplayan eğemen kılıç bu aziz neslindir.
Din düşmanlarını diz üstüne çökertir Halîfe..
Dimiş ihyâ kitâbında Ebû Hâmid ki sultân
İderse zulmi seksen yıl dimem ednâ halîfe
İmam Gazali Ebû Hâmid İhyâ-yı Ulumu’d-Din kitabında:
“Seksen sene zulmetse de “en alçaktır” demem Halîfeye” demektedir.
Eşedd andan ki bir demde ra'iyye itdiği şer
Güneş-tek nef'i şâyi' 'âleme bil hâ halîfe
Onun için çobanın, bir anda sürüsüne edeceği şer en şiddetli şerdir.
Bir tek GÜNEŞin faydası nasıl âleme bir anda herkese-herşeye ulaşırsa, Halîfeyi de böyle bil sen..
Husûsâ bu halîfe kim adı 'Abdülmecîddür
Yedi ceddinden artık ekrem ü eshâ halîfe
Özellikle bu Halîfemizin adı Abdülmecîd Handır.
Yedi ceddinden daha da ikram edici-sahi- çok cömert bir Halîfedir..
Sever sâlihleri eyler hemîn ihsân telattuf
Virir muhtâclara dînâr ider iğnâ halîfe
Sulh ehli olan, işe yarar, elverişli, iyi, haklı, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyanları sever hemde onarla ihsan ve lütuflarda bulunur.
İhtiyacı olanalara paralar vererek zengin kılar Halîfe..
Özi pâk gıll u gışdan kendü pâk bir pâdişâhdur
Bulunmaz bu zemânda böyle bî-hem-tâ halîfe
İçi-özü; düşmanlık, garaz, gizli kin ve haset gibi kötülüklerden tertemiz bir pâdişâhdır.
Böylesi Halîfenin eşi, dengi ve benzeri bu devirde bulunamaz.
Yapar her işini Mevlâ güzel sen sonına bak
Olur bir gün ki dirler cümle halk a'lâ halîfe
Hakk Mevlâ Teâlâ onun her işini en güzelinden yapar sen sonunda görürsün.
Gün gelecek ki tüm halk: “Engüzel halîfe bizim Halîfemizdir.” diyecekler.
Cehûl insân cehâletle lisânın eyler ıtlâk
Dimez ahkâm-ı takdiri ider icrâ halîfe
Câhil olan insanlar, dilini başı boş salarda rastgele konuşur.
Demez ki: “Takdir edilen Hükümleri uygulamaktadır Halîfe..”
Murâdım bu halîfe hazretin medh ü senâdan
Cemî'-i halk disünler Bâyezîd-âsâ halîfe
Benim Halîfemiz Abdülmecîd Han Hazretlerini övüp yüceltmekten maksadım,
Bütün halk ona desin ki: “Bâyezîd gibi bir Halîfe..”
Yaşım yitmiş dahi dörtdür beni zann itmeniz kim
Garaz ancak ide câh u zeheb i'tâ halîfe
Ben 74 yşındayım sakın benim bu sözlerimden maksadımı:
“Halîfe bana biraz altın ve makam versin” zannetmeyiniz.
Bana virmez mi şu sinnimde rızkı Râzıku'l-halk
Hulâsa göremezsin böyle bir ra'nâ halîfe
Cümle halkının rızkını veren ALLAH celle celâluhu bu yaşta benim rızkımı vermez mi?
Netice olarak sen, hiçbir zaman böylesi bir rânâ-iyi, güzel, hoş, lutfeden bir Halîfe göremezsin..
Olalım rûz u şeb meşgûl du'âya anın içün
Ki bulsun dü cihânda rütbe-y i bâlâ halîfe
Halîfemiz için gece gündüz durmadan dua edelim,
Ki, iki âlemde yüce rütbelere ulaşsın Halîfemiz..
Yalan dimen bu Kuddûsî fakîrin sözine kim
Yakında gelmemiş böyle melek-sîmâ halîfe
Sakın sakın siz bu Kuddûsî Fakîrin sözlerine: “Yalan!” demeyin,
Çünkü, yakın zaman içinde, böylesi bir melek yüzlü Halîfe bu âleme gelmemiştir..
Cihânın halkına bir ni'met-i 'uzmâ halîfe
'İbâd-ı Müslimîne rahmet-i Mevlâ halîfe
Bu Halkına en büyük nimettir Halîfe-Osmanlı Sultanı Abdülmecîd Han..
Müslüman kullara Mevlânın bir rahmetidir Halîfe..
Anınladır bekâ-yı dîn ilâ yevmi'l-kıyâme
Ki bu dîn-i 'azîzi eyleyen ibkâ halîfe
Halîfe iledir kıyamet gününe kadar dinin bekâsı-devamlılıgı, evvelki hâl üzere kalması, dâim ve sâbit olması,
Ki Aziz Dini ebedi-devamlı kılandır Halîfe..
Sebeb kılmış hayâtına çü dînin anı Yezdân
Anınla hayy olur bu dîn ider ihyâ halîfe
Bu Dinin hayatta var olmasına sebeb kılmıştır Halîfeyi Yezdân ALLAH celle celâluhu..
İslam Dini, Halîfe ile hayatta olur ve dini geçerli kılar..
Halîfe olmasa bir gün ider tuğyân kamu nâs
Anın-çün eksik olmaz ez-kadîm aslâ halîfe
Eğer Halîfe olmasaydı tüm insanlar gün gelir azğınlık yaparlardı.
Onun için yeryüzünde eskiden beri Halîfe eksik olmamıştır.
Nizâm-ı mülk olur ancak anınla bu cihânda
Hudânın bir ulu nu'mâsıdur hakkâ halîfe
Mülkullah olan Yeryüzünün nizamı-düzeni ancak Halîfe ile olur.
Hudâ Teâlânın yüce sürur, neşe, sevinç kaynağıdır Halîfe..
Dahi ol olmasa yer nâs etin ba'zısı ba'zın
Cemî'-i nâsa şefkat idici baba halîfe
Eğer Halîfe olmasa insanların bazısı bazısının etin yerler.
Cümle insanlara şefkat-yardım-sevgi gösteren babadır Halîfe..
Ne dîn kalur ne 'ırz ne cân ne mâl olmasa ol zât
Za'îfe ümmete bil hâris ü bînâ halîfe
O zât ki Halîfe olmasaydı halkın dini, ırzı, canı ve malı emniyette kalmazdı ve olamazdı.
Zayıf olan Ümmet-i MuhaMMede hırsla gözeticidir-koruyucudur Halîfe..
Anın esrârının bilür şümârın Hak Te'âlâ
Ne mümkin eylemek idrâk 'akıl deryâ halîfe
Halîfenin sırlarını ve değerini Hakk Teâlâ bilir.
Derya gibi sırlı olan Halîfeliği akıl ile anlamak idrak etmek mümkün mü?.
Anınla terbiye eyler 'usâtı Mâlikü'l- Mülk
'Adûyı seyf-i şevketle ider ifnâ halîfe
Mâlikü'l- Mülk olan ALLAH celle celâluhu; a’sileri, zorbaları, itaat etmeyenleri, günahkârları Halîfeyle terbiye eder.
Düşmanları ise Halîfe nin padişaha mahsus heybet ve saltanat kılıcıyla mahveder..
Görüb zâhid anın ba'zı umûnnı ider ta'n
Dimez kim emr-i Hakk-ıla kılar mahzâ halîfe
Aşırı dine düşkün bazıları Halîfenin halka üzerinde bazı genel uygulamalarını taşkınlık görüp,
Demez ki, Halîfe her ne ederse sadece Hakk Teâlâ’nın emriyle yapmaktadır.
Ki me'mûr 'abdidür Hakkın anın emrini işler
Mutî'i eyler idhâk 'âsîyi ibkâ halîfe
Halîfe ki Hakk Teâlâ’nın emrine uymak zorunda olan bir kulu olup O’nun emerini uygulamaktadır.
İtaat edenleri güldürür de isyan edeneleri ağlatır Halîfe..
Bu vaktin halkının pes ekseri mâ'il fesâda
İder müfsidleri ta'zîbde istikzâ halîfe
Şimdi içinde olduğumuz zamanda insanların pek çoğu, bozgunculuğa meyilli-yöneliktirler..
Bozguncuları azaba uğratarak-yasaklayarak berbat hale getirir Halîfe ..
Sanur câhil ki râ'îsiz ganem bulur selâmet
Ra'iyye heb ganem râ'îsi müstesnâ halîfe
Câhil kimse sanır ki çobansız koyun sürüsü kendi başına selâmet bulur da hayat sürebilir.
Koyunlara daima çoban olan ve kendi çobanı müstesna Hakk Teâlâ olandır Halîfe..
Ana her kim ki eyler i'tirâz 'ârif değil ol
Bilüben kadrini medh itmeye ahrâ halîfe
Her kim ki Halîfeye itiraz ediyorsa ârif değildir o kimse.
Kadir kıymeti bilinip övülmeye daha lâyık, daha münasib, en elverişli olan zâttır Halîfe..
Resûl sultânı medh itmiş hadîsinde katî çok
Dimiş mazlûmlara hoş melce'-i me'vâ halîfe
Sultânımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hadis-i Şeriflerinde, kesinlile-çokça övmüştür Halîfeyi.
Buyurmuş: “Mazlumlara en güzel-hoş sığınak-meskendir Halîfe”
Buyurmuş hem ki Sultân sâye-i Hallâk-ı halkdur
Muhakkak şübhesiz bil sâye-i kübrâ halîfe
Yine buyurmuş: “Kesinlikle Sultân, halkı halk eden el Hallâk ALLAH celle celâluhunun en büyük gölgesidir Halîfe”
Dimiş hem ana ikrâm idene ikrâm ider
Hak Dahi mubgızlara buğz-ı 'azîz zîrâ halîfe
Buyurmuş hem ki: “Halîfeye hürmet gösterene- ikrâm edene Hakk Teâlâ da ikrâm eder.”
“Halîfeye buğz edenlere-hakkında gizli ve kalbi düşmanlıkla kin güdenlere en büyük buğzeden yine Hakk Teâlâdır.”
Dahi ana ihânet idene eyler ihânet
'Ulüvv-i kadrini fehm it şeh-i zîbâ halîfe
Ve Halîfeye ihânet edene Hakk Teâlâ da ihânet cezasını aynen verir.
Yüce kadir kıymetini iyi anla ki Hakk Teâlâ kaftanı giyenlerin Şahıdır Halîfe..
Hudânın sevdiğin çünki sever imiş kamu halk
Bilür Hak dostı oldığın kamu eşyâ halîfe
Çünkü Hakk Teâlânın sevdiğini tüm mahlukat da severmiş.
Halîfenin Hakk Teâlâ Dostu olduğunu herşey-herkes bilir..
Yazılur defterine cümle halkın ecr-i misli
İder pes cümlesinin hakkını îfâ halîfe
Bütün insanların ecri-hayrının karşılığı bir o kadarıyla Halîfenin defterine de yazılır.
Çünkü cümle herkesin hakkını öder-yerine getirir Halîfe..
Hadîs çok medhi hakkında selâtînin velâkin
Bulunmaz böyle kılan 'âlemi ahlâ halîfe
“Sultanların övügüsü” hakkında Hadîsler pek çoktur.
Velâkin bizim Halîfemiz gibi ÂLEMi yaşanmaya en tatlı kılan sultan bulunamaz.
Dimişler sırr-ı levhi keşf idenler bu nesilden
Gelenler heb olurlar gün gibi rahşâ halîfe
Dimişler: “Levha-yı mahfuzun sırrını keşfedenler Osmanlı sülalesinden gelenler olacak ve güneş gibi doğduklarında parlayacaklar Halîfe olarak”
Yedi iklîme şâmil nûn bu nesl-i 'azîzin
İder dîn düşmenin diz üstine icsâ halîfe
Yedi iklime-ülkeleri kaplayan eğemen kılıç bu aziz neslindir.
Din düşmanlarını diz üstüne çökertir Halîfe..
Dimiş ihyâ kitâbında Ebû Hâmid ki sultân
İderse zulmi seksen yıl dimem ednâ halîfe
İmam Gazali Ebû Hâmid İhyâ-yı Ulumu’d-Din kitabında:
“Seksen sene zulmetse de “en alçaktır” demem Halîfeye” demektedir.
Eşedd andan ki bir demde ra'iyye itdiği şer
Güneş-tek nef'i şâyi' 'âleme bil hâ halîfe
Onun için çobanın, bir anda sürüsüne edeceği şer en şiddetli şerdir.
Bir tek GÜNEŞin faydası nasıl âleme bir anda herkese-herşeye ulaşırsa, Halîfeyi de böyle bil sen..
Husûsâ bu halîfe kim adı 'Abdülmecîddür
Yedi ceddinden artık ekrem ü eshâ halîfe
Özellikle bu Halîfemizin adı Abdülmecîd Handır.
Yedi ceddinden daha da ikram edici-sahi- çok cömert bir Halîfedir..
Sever sâlihleri eyler hemîn ihsân telattuf
Virir muhtâclara dînâr ider iğnâ halîfe
Sulh ehli olan, işe yarar, elverişli, iyi, haklı, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyanları sever hemde onarla ihsan ve lütuflarda bulunur.
İhtiyacı olanalara paralar vererek zengin kılar Halîfe..
Özi pâk gıll u gışdan kendü pâk bir pâdişâhdur
Bulunmaz bu zemânda böyle bî-hem-tâ halîfe
İçi-özü; düşmanlık, garaz, gizli kin ve haset gibi kötülüklerden tertemiz bir pâdişâhdır.
Böylesi Halîfenin eşi, dengi ve benzeri bu devirde bulunamaz.
Yapar her işini Mevlâ güzel sen sonına bak
Olur bir gün ki dirler cümle halk a'lâ halîfe
Hakk Mevlâ Teâlâ onun her işini en güzelinden yapar sen sonunda görürsün.
Gün gelecek ki tüm halk: “Engüzel halîfe bizim Halîfemizdir.” diyecekler.
Cehûl insân cehâletle lisânın eyler ıtlâk
Dimez ahkâm-ı takdiri ider icrâ halîfe
Câhil olan insanlar, dilini başı boş salarda rastgele konuşur.
Demez ki: “Takdir edilen Hükümleri uygulamaktadır Halîfe..”
Murâdım bu halîfe hazretin medh ü senâdan
Cemî'-i halk disünler Bâyezîd-âsâ halîfe
Benim Halîfemiz Abdülmecîd Han Hazretlerini övüp yüceltmekten maksadım,
Bütün halk ona desin ki: “Bâyezîd gibi bir Halîfe..”
Yaşım yitmiş dahi dörtdür beni zann itmeniz kim
Garaz ancak ide câh u zeheb i'tâ halîfe
Ben 74 yşındayım sakın benim bu sözlerimden maksadımı:
“Halîfe bana biraz altın ve makam versin” zannetmeyiniz.
Bana virmez mi şu sinnimde rızkı Râzıku'l-halk
Hulâsa göremezsin böyle bir ra'nâ halîfe
Cümle halkının rızkını veren ALLAH celle celâluhu bu yaşta benim rızkımı vermez mi?
Netice olarak sen, hiçbir zaman böylesi bir rânâ-iyi, güzel, hoş, lutfeden bir Halîfe göremezsin..
Olalım rûz u şeb meşgûl du'âya anın içün
Ki bulsun dü cihânda rütbe-y i bâlâ halîfe
Halîfemiz için gece gündüz durmadan dua edelim,
Ki, iki âlemde yüce rütbelere ulaşsın Halîfemiz..
Yalan dimen bu Kuddûsî fakîrin sözine kim
Yakında gelmemiş böyle melek-sîmâ halîfe
Sakın sakın siz bu Kuddûsî Fakîrin sözlerine: “Yalan!” demeyin,
Çünkü, yakın zaman içinde, böylesi bir melek yüzlü Halîfe bu âleme gelmemiştir..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
10
Hak size gönderdi bizi hıdmet-i irşâd ile
Güç imiş dünyâda 'işret eylemek ezdâd ile
HaKK Teâlâ BİZi size İrşad Hizmeti ile gönderdi.
Hamm akıllarınızı kendini bildirip Rabbini Bildirmek EDEBi ile Nakle ulaştırmak RÜŞDü Mürşidiyim..
Ne zor işmiş meğer ZIDlar âleminde ezdâd-zıdlar, mukabil ve muhalif olan şeyler, birbirinin tersi veya zıddı olan düşünce ve inançtaki BUZ Akıllı insanları ER-iterek ER Ederek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Kevser Havuzuna akıtmak..
Çekdiğim zahmet meşakkat içinizde bî-hisâb
Yanınızda çün berâberdir sitem imdâd ile
Size MuhaMmedî Hasbi Hizmeti Allah Rızasına karşılıksız sunmak HiMMetime karşılık, sizden çektiğim zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluklar hesapsız-sayısız..
Çünkü sizin yanınızda sitem etsemde aynı meded etsem de aynı ve siz aynı anlayışsızklıktasınız..
Eylik iden kimseye kemlik iden imiş habîs
Noldığınız oldı ma'lûm işbu memkûtât ile
Habîs- Fesadcı, Hilekâr, Alçak tabiatlı, Kötü, Pis İçli kimse odur ki;
“İyilik eden kimseye mutlaka kötülük eder..”
Sizlerin ne olduğuysa şu yaptığınız hased düşmanlığıyla bilinip anlaşıldı..
Başsız 'asker gibi herkes kendi cinsiyle gezer
Ülfet itmezler hemîn 'ubbâd ile zühhâd ile
Sanki başı bozuk askerler gibi herkes kendine benzeyenlerle gezip tozmakta bir de:
“Ahmedî kuDDusî Erenlerindenim” diyerek.
BİZim, kullukta zühd ü takvâda coşkun-aşkın ve muazzam toluluğumuza katılıp ünsiyet-ahbablık, yoldaşlık ve dostluk etmemekteler ne yazık ki..
Kaçdım arslandan kaçar gibi Hudâ tevfîk idüb
Ayağımda dürlü dürlü bend ü bağ asfâd ile
Bu sebebden Hüdâ Teâlânın yardımıyla, yırtıcı aslandan kaçar gibi kaçtım içlerinden.
Suçlu gibi el ve ayaklarıma takılan türlü türlü kelepçeler, bağlar ve fitne düğümlerine rağmen uzaklaştım..
Aldanub erkek nisâ cümle cihânın nakşına
Eylemişler erler ünsiyyet zen-i bî-dâd ile
Erkeği kadını hepisi dünya hayatının-cihanın bütün nakışlarına aldanıp dururken,
Bir taraftanda aynı zamanda erkekeğim diyenler kadın ve uydurma dinî adetlerin tuzağında onlarla dostluklar kurmuşlar..
İçinizde ehl-i dünyâ çokdur ahret ehli az
Ehl-i Mevlâ gizlü bilinmezler aslâ ad ile
Sizin içinizde dünya ehli çokça ama ahret ehli o kadar az ki..
Oysa Mevlâ Ehli olanlar gizlidir ve halkın bilip söyleyeceği adla isimle asla bilinemezler..
Kimi bilüb evliyâdan oldığın âgâh olur
Kimi bilmez hîç makamın üns ider enkâd ile
Öyle ALLAH Dostları vardır ki, Evliyâullahtan olduğunu bilir ve Hâlinden haberdârdır gizler ve korur sırrını..
Kimisi de vardır ki, kendi makamını hiç bilemez hüsnü heybet yıkıklığı içinde DOSTluk arar Rabbısı kapısında..
Ehl-i dünyâ sûretinde var nice Hak dostları
Saklamış anları halkdan sûret-i berbâd ile
Nice Hak Dostları halkın içinde herhangi-sıradan bir dünya adamı şeklinde gezer durur,
ALLAH celle celâluhu onları, Berbad- Harap, Kötü, Virâne, Bozuk, Pejmürde, Perişan, Telef ve Helâk olmuş görüntüleriyle halktan saklamıştır..
---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı ALLAH buyuruyor: “Evliyai tahte kubabi la ya'rifuhum ğayri: Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”Niyâzi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.
--- Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "ALLAHu Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim Benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü''min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38.)
Gayret itdim ben sizi îkâz u irşâd itmeğe
Kaçdınız benden nice dem kalb ile ecsâd ile
Ben sizleri MuhaMMedî Gayretle İkaz- edip, Uyandırıp ayıktırıp Gafletten kurtarıp, Tenbihle irşâd etmeğe çokçalıştım..
Sizler ise çok zamanlardan beri kalbinizle cesedlerinizle hep benden kaçtınız..
Ben öğüt virdikce size itdiniz buğz u cefâ
Dün ü gün itdim nidâ toldı cihân feryâd ile
Ben size öğütler verdikçe sizler de bana, hakkımda gizli ve kalbî düşmanlıkla buğz, kin ve husûmet besleyerek ezâ-cefâlar yaptınız..
Dündür bu gündür "ah ve vah!" bağırışlarımla-feryadımla cihan doldu…
Cîfe-i dünyâya her kim ki mahabbet eyler ol
Kopısar Kârûn ile Nemrûd ile Şeddâd ile
Kim ki şu Dünya leşini çok sevdi muhabbet gösterdiyse bilsin ki,
Kârûn ile Nemrûd ile Şeddâd ile koşmaktadır cehenneme doğru..
Kârûn: (A, uzun okunur) Peygamber Musâ aleyhi's-selâm devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın aleyhi's-selâm duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur.
Nemrûd: Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâbil'in müessisi ve hükümdarı olup, en evvel hükümranlık ve tecebbür eden bu olduğu mervidir
Şeddâd: Kâfir. Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
Dahi ahmak kuldur ol kim cennet içün çalışır
Dûr olub ol Bânîden kalur hemân bünyâd ile
Dahası da var ve Ahmak kimse odur ki;
CeNnet için çalışıp dururken bu ÂLEMi binâ eden-yapan El Bâni ALLAH celle celâluhudan vaz geçer de halkın yaptığı dünya binalarına dalar gider..
Hakkın Hükümlerini esasa almayı terk eder de halkın uydurduğu yollara döne kaybolur dünya hayatı içinde ölünceye kadar ayıkamaz..
Olmayınca 'ışk u ihlâs ehl-i Hak olmaz mürîd
Hâsıl olur kalbde 'ışk ism-i Hudâyı yâd ile
Eğer bir mürîdde, AŞK ve İhlas yoksa o HaKk Ehli değildir.
Halbuki Hüdânın İsmini yâd etmekle-zikriyle kalblerde AŞK hasıl olur-meydana çıkar ve gelişir meyve verir..
İtmek-ile zikri girer cennete paşa vü mîr
Kavl-i Peygamber-durur bu bil sahîh isnâd ile
İster Paşa olsun ister Bey olsun cennete ancak Zikrullahı çekmekle girebilir.
Bu dosdoğru sahîh mesnedle-senedle sabittir ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in sözüdür..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu Cennetine koyar.” Buyurmuştur.
(Buharî, Müslim, Tirmizî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır. ” Buyurmuştur.
(Müslim)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhlas ile Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer.”” Buyurmuştur.
(Taberanî, Deylemî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhlasla La ilahe illallah diyen Cennete girer” buyurunca: “İhlasla ne demektir?” diye sual ettiler. Cevaben: “Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır” buyurdu.
(Taberanî)
Hem buyurmuş cümle zikrin efdali tevhîd-durur
Hak celîs olur kulına ismini çok yâd ile
Hem de buyurmuş ki “Bütün zikirlerin en faziletlisi TEVHİddir”
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Efdalü’z-zikri lâ ilâhe illallah: Zikrin en faziletlisi, lâ ilâhe illallah’ zikridir.” buyurulmuştur.
(İbn Mâce, Sünen, Edeb, 55.)
ALLAH celle celâluhu ismini çokça zikreden kullarıyla muhaBBet Meclisinde daimdir.
MuhaMMedî melâmette BİZ BİR-İZ..
Enfüste-MERKEZ-de O..
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
Âfâkta-MUHiT-te O..
وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)
Ve de her şey ALLAH celle celâluhu nun Nurudur ayrı gayrı yok..
Tek mesele ALLAH celle celâluhu ZİKRi ki Unutmamak-unutursan hatırlamak..
Zâtullah Nurundan Eşya Nûrunun zuhuru kademelerini-aşamalarını iyi ANlamalıyız..
En dış-ZÂHİR-HaYYat-Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:
ALLAH celle celâluhu, ez Zâhir ve el HaYY OL-AN ALLAH celle celâluhudur..
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ
فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
Nefsimi 'add eyledim ehl-i kubûrdan ben bugün
Ülfeti yok gönlümün ezvâc ile evlâd ile
Ben bu gün bunca çektiklerimden dolayı nefsimi kabir ehlinden saydım.
Artık gönlümün, hanımlarımla çocuklarımla ve saire ile bir ülfeti-yakınlığı birliği-dirliği kalmadı..
Pîr ü 'âciz olmışam mevtim yakındur şöyle kim
Zikr ü istiğfârdır işim mevte isti'dâd ile
Öylesine yaşlanmış, çökmüş ve aciz kalmışım ki, ölümüm çok yakınımda..
Bu nedenle benim artık işim-gücüm tevbe istiğfar ederek ölüme alışıp gerğine çalışmak oldu..
Müsta'id mevte bu Kuddûsî fakîr râzî-dunır
Hâlikı alırsa nolur cânını is'âd ile
Bu Kuddûsî Fakîr ölümü, çok iyi anladı, razı oldu ve inandı ki gelecek diye beklemekte artık her an,
Hâlikı Teâlâsı, hayr ile göklere çekerek CANını alsa ne olur artık!..
Hak size gönderdi bizi hıdmet-i irşâd ile
Güç imiş dünyâda 'işret eylemek ezdâd ile
HaKK Teâlâ BİZi size İrşad Hizmeti ile gönderdi.
Hamm akıllarınızı kendini bildirip Rabbini Bildirmek EDEBi ile Nakle ulaştırmak RÜŞDü Mürşidiyim..
Ne zor işmiş meğer ZIDlar âleminde ezdâd-zıdlar, mukabil ve muhalif olan şeyler, birbirinin tersi veya zıddı olan düşünce ve inançtaki BUZ Akıllı insanları ER-iterek ER Ederek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Kevser Havuzuna akıtmak..
Çekdiğim zahmet meşakkat içinizde bî-hisâb
Yanınızda çün berâberdir sitem imdâd ile
Size MuhaMmedî Hasbi Hizmeti Allah Rızasına karşılıksız sunmak HiMMetime karşılık, sizden çektiğim zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluklar hesapsız-sayısız..
Çünkü sizin yanınızda sitem etsemde aynı meded etsem de aynı ve siz aynı anlayışsızklıktasınız..
Eylik iden kimseye kemlik iden imiş habîs
Noldığınız oldı ma'lûm işbu memkûtât ile
Habîs- Fesadcı, Hilekâr, Alçak tabiatlı, Kötü, Pis İçli kimse odur ki;
“İyilik eden kimseye mutlaka kötülük eder..”
Sizlerin ne olduğuysa şu yaptığınız hased düşmanlığıyla bilinip anlaşıldı..
Başsız 'asker gibi herkes kendi cinsiyle gezer
Ülfet itmezler hemîn 'ubbâd ile zühhâd ile
Sanki başı bozuk askerler gibi herkes kendine benzeyenlerle gezip tozmakta bir de:
“Ahmedî kuDDusî Erenlerindenim” diyerek.
BİZim, kullukta zühd ü takvâda coşkun-aşkın ve muazzam toluluğumuza katılıp ünsiyet-ahbablık, yoldaşlık ve dostluk etmemekteler ne yazık ki..
Kaçdım arslandan kaçar gibi Hudâ tevfîk idüb
Ayağımda dürlü dürlü bend ü bağ asfâd ile
Bu sebebden Hüdâ Teâlânın yardımıyla, yırtıcı aslandan kaçar gibi kaçtım içlerinden.
Suçlu gibi el ve ayaklarıma takılan türlü türlü kelepçeler, bağlar ve fitne düğümlerine rağmen uzaklaştım..
Aldanub erkek nisâ cümle cihânın nakşına
Eylemişler erler ünsiyyet zen-i bî-dâd ile
Erkeği kadını hepisi dünya hayatının-cihanın bütün nakışlarına aldanıp dururken,
Bir taraftanda aynı zamanda erkekeğim diyenler kadın ve uydurma dinî adetlerin tuzağında onlarla dostluklar kurmuşlar..
İçinizde ehl-i dünyâ çokdur ahret ehli az
Ehl-i Mevlâ gizlü bilinmezler aslâ ad ile
Sizin içinizde dünya ehli çokça ama ahret ehli o kadar az ki..
Oysa Mevlâ Ehli olanlar gizlidir ve halkın bilip söyleyeceği adla isimle asla bilinemezler..
Kimi bilüb evliyâdan oldığın âgâh olur
Kimi bilmez hîç makamın üns ider enkâd ile
Öyle ALLAH Dostları vardır ki, Evliyâullahtan olduğunu bilir ve Hâlinden haberdârdır gizler ve korur sırrını..
Kimisi de vardır ki, kendi makamını hiç bilemez hüsnü heybet yıkıklığı içinde DOSTluk arar Rabbısı kapısında..
Ehl-i dünyâ sûretinde var nice Hak dostları
Saklamış anları halkdan sûret-i berbâd ile
Nice Hak Dostları halkın içinde herhangi-sıradan bir dünya adamı şeklinde gezer durur,
ALLAH celle celâluhu onları, Berbad- Harap, Kötü, Virâne, Bozuk, Pejmürde, Perişan, Telef ve Helâk olmuş görüntüleriyle halktan saklamıştır..
---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı ALLAH buyuruyor: “Evliyai tahte kubabi la ya'rifuhum ğayri: Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”Niyâzi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.
--- Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "ALLAHu Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim Benim velî kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü''min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38.)
Gayret itdim ben sizi îkâz u irşâd itmeğe
Kaçdınız benden nice dem kalb ile ecsâd ile
Ben sizleri MuhaMMedî Gayretle İkaz- edip, Uyandırıp ayıktırıp Gafletten kurtarıp, Tenbihle irşâd etmeğe çokçalıştım..
Sizler ise çok zamanlardan beri kalbinizle cesedlerinizle hep benden kaçtınız..
Ben öğüt virdikce size itdiniz buğz u cefâ
Dün ü gün itdim nidâ toldı cihân feryâd ile
Ben size öğütler verdikçe sizler de bana, hakkımda gizli ve kalbî düşmanlıkla buğz, kin ve husûmet besleyerek ezâ-cefâlar yaptınız..
Dündür bu gündür "ah ve vah!" bağırışlarımla-feryadımla cihan doldu…
Cîfe-i dünyâya her kim ki mahabbet eyler ol
Kopısar Kârûn ile Nemrûd ile Şeddâd ile
Kim ki şu Dünya leşini çok sevdi muhabbet gösterdiyse bilsin ki,
Kârûn ile Nemrûd ile Şeddâd ile koşmaktadır cehenneme doğru..
Kârûn: (A, uzun okunur) Peygamber Musâ aleyhi's-selâm devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın aleyhi's-selâm duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur.
Nemrûd: Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâbil'in müessisi ve hükümdarı olup, en evvel hükümranlık ve tecebbür eden bu olduğu mervidir
Şeddâd: Kâfir. Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
Dahi ahmak kuldur ol kim cennet içün çalışır
Dûr olub ol Bânîden kalur hemân bünyâd ile
Dahası da var ve Ahmak kimse odur ki;
CeNnet için çalışıp dururken bu ÂLEMi binâ eden-yapan El Bâni ALLAH celle celâluhudan vaz geçer de halkın yaptığı dünya binalarına dalar gider..
Hakkın Hükümlerini esasa almayı terk eder de halkın uydurduğu yollara döne kaybolur dünya hayatı içinde ölünceye kadar ayıkamaz..
Olmayınca 'ışk u ihlâs ehl-i Hak olmaz mürîd
Hâsıl olur kalbde 'ışk ism-i Hudâyı yâd ile
Eğer bir mürîdde, AŞK ve İhlas yoksa o HaKk Ehli değildir.
Halbuki Hüdânın İsmini yâd etmekle-zikriyle kalblerde AŞK hasıl olur-meydana çıkar ve gelişir meyve verir..
İtmek-ile zikri girer cennete paşa vü mîr
Kavl-i Peygamber-durur bu bil sahîh isnâd ile
İster Paşa olsun ister Bey olsun cennete ancak Zikrullahı çekmekle girebilir.
Bu dosdoğru sahîh mesnedle-senedle sabittir ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in sözüdür..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu Cennetine koyar.” Buyurmuştur.
(Buharî, Müslim, Tirmizî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır. ” Buyurmuştur.
(Müslim)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhlas ile Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer.”” Buyurmuştur.
(Taberanî, Deylemî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhlasla La ilahe illallah diyen Cennete girer” buyurunca: “İhlasla ne demektir?” diye sual ettiler. Cevaben: “Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır” buyurdu.
(Taberanî)
Hem buyurmuş cümle zikrin efdali tevhîd-durur
Hak celîs olur kulına ismini çok yâd ile
Hem de buyurmuş ki “Bütün zikirlerin en faziletlisi TEVHİddir”
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Efdalü’z-zikri lâ ilâhe illallah: Zikrin en faziletlisi, lâ ilâhe illallah’ zikridir.” buyurulmuştur.
(İbn Mâce, Sünen, Edeb, 55.)
ALLAH celle celâluhu ismini çokça zikreden kullarıyla muhaBBet Meclisinde daimdir.
MuhaMMedî melâmette BİZ BİR-İZ..
Enfüste-MERKEZ-de O..
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min hablil verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
Âfâkta-MUHiT-te O..
وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.” (Nisâ 4/126)
Ve de her şey ALLAH celle celâluhu nun Nurudur ayrı gayrı yok..
Tek mesele ALLAH celle celâluhu ZİKRi ki Unutmamak-unutursan hatırlamak..
Zâtullah Nurundan Eşya Nûrunun zuhuru kademelerini-aşamalarını iyi ANlamalıyız..
En dış-ZÂHİR-HaYYat-Şehadet Âlemindeki EŞYâ-ŞEYler Bazarındakileri kendi başlarına buyruk nesneler sanmamalıyız:
ALLAH celle celâluhu, ez Zâhir ve el HaYY OL-AN ALLAH celle celâluhudur..
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ
فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
Nefsimi 'add eyledim ehl-i kubûrdan ben bugün
Ülfeti yok gönlümün ezvâc ile evlâd ile
Ben bu gün bunca çektiklerimden dolayı nefsimi kabir ehlinden saydım.
Artık gönlümün, hanımlarımla çocuklarımla ve saire ile bir ülfeti-yakınlığı birliği-dirliği kalmadı..
Pîr ü 'âciz olmışam mevtim yakındur şöyle kim
Zikr ü istiğfârdır işim mevte isti'dâd ile
Öylesine yaşlanmış, çökmüş ve aciz kalmışım ki, ölümüm çok yakınımda..
Bu nedenle benim artık işim-gücüm tevbe istiğfar ederek ölüme alışıp gerğine çalışmak oldu..
Müsta'id mevte bu Kuddûsî fakîr râzî-dunır
Hâlikı alırsa nolur cânını is'âd ile
Bu Kuddûsî Fakîr ölümü, çok iyi anladı, razı oldu ve inandı ki gelecek diye beklemekte artık her an,
Hâlikı Teâlâsı, hayr ile göklere çekerek CANını alsa ne olur artık!..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
11
Sakla gönlün derdini sen söyleme hîç derdsize
Derdi kazan sa'y idegör kat giceyi gündize
Ey gönlüm derdini sakın derdsizlere açıp dökme!
Aşk Yolunun sermayesi derdini-çilleni gece-gündüz çalışıp kazanmaya bak vakit geçmeden!
Derdi olmayan behâ' imdendir ol inşân değil
Varmayalım yanına biz gelmesiin yanımıza
ÂDEMoğlunun imkanla İmtihan sahasında KULluk derdi olmayanlar İnsan olmayıp hayvanlardandır.
Ne biz onun yanına avaralım ne de o bizim yanımıza gelsin!
Derd-i 'ışkdur pes murâdım zikr ile kalbe tolar
Ol kadar zikr eyle kim 'ışk tola deryâ-veş öze
Benim bu âlemde tek derdim AŞK Derdidir o ise ancak Zikrullah ile kalbe dolar!
O kadar çokça ve Anlayarak Zikr et ki Özüne-can evine denzi-deryalar gibi AŞK dola!
Cümle zikrin efdali tevhîd buyurmışdur Resûl
Ol kadar çalış ana kim kalbinin bendin çöze
Bütün zikirlerin efdali-çokçası-ikramlısı TEVHİD buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!
Zikrullaha o kadar çokça ve ciddi çalış ki kalb bağlarını çözsün-barajlarını patlatsın ve RAHMetler fışkırsın yüreğinden!
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ZİKRin efdali TEVHİD-Lâ İlâhe İllâ ALLAH tır” buyurmuştur.
(Riyazu’s- Sâlihîn)
Zikr ile toğar gönülde şems ü 'irfan nûr-ı zât
Mâsivâ görünmez olur zerre mikdârı göze
Zikrullah ile doğar Âşık Kalbine İrfÂN Güneşi Nur-u MîM ki, onun ASLı OL-AN Nûr-u ZÂTuLLaH..
Ol Enfusî-Kalb Gözüne Bâsîret Güneşi Doğduğunda, artık Âfakî-Kafa Gözü Basarı ALLAH’tan gAYRısın- Mâsivâsın zerre mikdârı dahi göremez!
Umma düşmândan vefâ nâdâna sır keşf eyleme
Sanma sâdık her sana dostum deyü gülen yüze
Düşmanlıkları sana bilidirilenlerden sakın Vefâ Bekleme!
Haddini bilmez câhillere SıRRını Açma!
Her yüzüne güleni sakın Sâdık Dostun belleme!
Hem sadîkından hazer eyle emîn olma ki ol
'Aybını düşmândan artuk bilüben katar söze
Sana Sâdık Dostun olanlardan daha da çokça sakın ve asla emin olma ki onlar, senin içli-dışlın oldukları için ayıplarını daha çokça görürlerde dedikodunu yapanlardan daha beter söz ederler aleyhinde..
Varma nâmerd kapusına bitmez işin hem sana
Göricek hışm-ıla bakar yüzine eyler meze
İnsaniyetsiz, sözünde durmayan, alçak yapılı, insanlık hislerinden habersiz nâ-merdlerin kapısına sakın varma!
Eğer varırsan seni görünce hışam-öfke, hiddet, gazap, kızgınlıkla sana bakar da yüzüyün aldığı kızarıklığı alay-eğlence mezesi yapar!
Şerre bin altun virir hayra viremez birini
İstesen bir nesne andan pes kıyamaz bir koza
Şeytan uşağı olduğu için şeRRe bin altınını verir de HaYra bir altın vermez-özü bağlı..
Hayr için ondan bir şey istesen bir tek Cevize bile kıyamaz ve de veremez..
Mâlını itlâf ider Mevlâ kalur müflis melûl
Gider elden cümle varı kıyamaz iken aza
Bu iç pisliğinden dolayı gün gelir malım dediklerini Mevlâ Teâlâ telef-ziyan-yok eder de bu adam hüzünler içinde iflas etmiş hale gelir..
Azıcık bir kısmını bile vermeye kıyamazken neyi var neyi yoksa hepsi elinden çıkar gider..
Ağniyânın meyli şimdi fâsık u bî-dînlere
Ehi-i Hak açlıkdan ölse dir ana gelme bize
Zenginler, ganilerin gönül akışı şimdi-devrimizde nerde ne idiği belirsiz fâsık ile dinsizler varsa onlara..
Hak Ehli olan açlıktan ölse de kapısına yönelse zengin ona: “Sakın kapımıza gelme!” der.
İsteme hîç kimseden rızkı virir Rezzâk-ı halk
Her ne istersen dimez yok tâ ki varınca tuza
Sakın kimselerden dilenme bir şey ve seni yaratan Halkettiklerinin rızkını da Yaratmaktadır.
Her ne istersen verir RABBımız hatta “TUZ istiyorum!” diye kapısına varsan da..
Di ne lâzım ise yâ Rab vir bana şu nesneyi
Sensin ancak rızkı viren çün bizim cümlemize
Söyle neye ihtiyacın varsa lâzımsa: “yâ RaBB bana şu Şeyi ver! Sadece tek SENsin rızıklarımızı veren cümlemize!” de!..
Ol Semî'dür hem Mücîbdür hem Ganîdür hem Cevâd
Viriser matlûbını atmaz seni yaza güze
O ALLAH celle celâluhu; el Semî', el Mücîb, el Ganîyy, el Cevâddır.
Taleb ettiğini hemence verceketir ve sanma ki yaza güze bekletir seni..
Gice iste gündüz iste kapusı dâ'im açık
İder ihsân cümle ins ü vahş u baykuş u kaza
İster gece ister gündüz iste kapaısı daima açıktır..
Yarattıklarına insanolsun vahşi hayvan olsun, baykuş olsun kaz olsun!
Çün virir dostlarına düşmânlarına ni'meti
Gussalanma rızk içün Hâlik virir bize size
Adaletullah gereği Sünnetullahta ZÂTına dost olana da düşman olanada rıkzkını verir sürekli..
Rızk için sakın kederlenip gamm etme el Hâlik size de bize de rızkımızı verir..
Zâhiri ta'mîre meşgûl olmagıl zâhidleyin
İtme tezyîn kalıbı var kalbi 'ışk-ıla beze
Boş laflarla dünyadan kaçmış gözüken ham sofu zâhidliğiyle dünyayı onarmakla uğraşıp durma!
Dışardaki bu kalıbını süsleyip durma, biraz içerdeki KALBini AŞKullah ile beze-donat-süsle!..
İt tesebbüb yâ tevekkül besleyen Perverdigâr
Ko riyâyı kıl gönül kapusına 'ışkı reze
seBeBe sarıl elden gelence çalış-çabala da sonra RABBımıza tevekküle dip vekil edin ki, göreceksin her canlıyı besleyen nimetler verici-veli-yi nimetimiz besler..
içindeki halka gösterişi soyunda AŞKullahı Gönül kapısına bekçi- bağ kütüğü, asma gibi dik!
Ergen isen itme rağbet şu zemân hatunına
Hak didi ezvâca fitne dahi oğlana kıza
Rüşdüne ermiş sien şu zamane kadınlarına düşkünlük gösterme!
Hakk Teâlâ; “Hanımlarınız, uğullarınız kızlarınız fitnedir!” buyurdu.
وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
---“Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm(azîmun): Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Enfâl 8/28)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
---“Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun): Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Tegâbun 64/14)
إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
---“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun) : Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.” (Tegâbun 64/15)
Dinle Kuddûsî kelâmın tut bulam dirsen felâh
Münkirin sağır kulağı kalbi hem benzer buza
Âşık Kuddûsî SÖZlerini Duy ve uygula eğer “iki âlemde kurtuluş bulayım!” dersen.
SÖZlerimi inkar edenlerin ise zâten kulakları sağır beni duyamazlar ve kalbleri donmuştur buzdur söz işlemez içeri..
Sakla gönlün derdini sen söyleme hîç derdsize
Derdi kazan sa'y idegör kat giceyi gündize
Ey gönlüm derdini sakın derdsizlere açıp dökme!
Aşk Yolunun sermayesi derdini-çilleni gece-gündüz çalışıp kazanmaya bak vakit geçmeden!
Derdi olmayan behâ' imdendir ol inşân değil
Varmayalım yanına biz gelmesiin yanımıza
ÂDEMoğlunun imkanla İmtihan sahasında KULluk derdi olmayanlar İnsan olmayıp hayvanlardandır.
Ne biz onun yanına avaralım ne de o bizim yanımıza gelsin!
Derd-i 'ışkdur pes murâdım zikr ile kalbe tolar
Ol kadar zikr eyle kim 'ışk tola deryâ-veş öze
Benim bu âlemde tek derdim AŞK Derdidir o ise ancak Zikrullah ile kalbe dolar!
O kadar çokça ve Anlayarak Zikr et ki Özüne-can evine denzi-deryalar gibi AŞK dola!
Cümle zikrin efdali tevhîd buyurmışdur Resûl
Ol kadar çalış ana kim kalbinin bendin çöze
Bütün zikirlerin efdali-çokçası-ikramlısı TEVHİD buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!
Zikrullaha o kadar çokça ve ciddi çalış ki kalb bağlarını çözsün-barajlarını patlatsın ve RAHMetler fışkırsın yüreğinden!
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ZİKRin efdali TEVHİD-Lâ İlâhe İllâ ALLAH tır” buyurmuştur.
(Riyazu’s- Sâlihîn)
Zikr ile toğar gönülde şems ü 'irfan nûr-ı zât
Mâsivâ görünmez olur zerre mikdârı göze
Zikrullah ile doğar Âşık Kalbine İrfÂN Güneşi Nur-u MîM ki, onun ASLı OL-AN Nûr-u ZÂTuLLaH..
Ol Enfusî-Kalb Gözüne Bâsîret Güneşi Doğduğunda, artık Âfakî-Kafa Gözü Basarı ALLAH’tan gAYRısın- Mâsivâsın zerre mikdârı dahi göremez!
Umma düşmândan vefâ nâdâna sır keşf eyleme
Sanma sâdık her sana dostum deyü gülen yüze
Düşmanlıkları sana bilidirilenlerden sakın Vefâ Bekleme!
Haddini bilmez câhillere SıRRını Açma!
Her yüzüne güleni sakın Sâdık Dostun belleme!
Hem sadîkından hazer eyle emîn olma ki ol
'Aybını düşmândan artuk bilüben katar söze
Sana Sâdık Dostun olanlardan daha da çokça sakın ve asla emin olma ki onlar, senin içli-dışlın oldukları için ayıplarını daha çokça görürlerde dedikodunu yapanlardan daha beter söz ederler aleyhinde..
Varma nâmerd kapusına bitmez işin hem sana
Göricek hışm-ıla bakar yüzine eyler meze
İnsaniyetsiz, sözünde durmayan, alçak yapılı, insanlık hislerinden habersiz nâ-merdlerin kapısına sakın varma!
Eğer varırsan seni görünce hışam-öfke, hiddet, gazap, kızgınlıkla sana bakar da yüzüyün aldığı kızarıklığı alay-eğlence mezesi yapar!
Şerre bin altun virir hayra viremez birini
İstesen bir nesne andan pes kıyamaz bir koza
Şeytan uşağı olduğu için şeRRe bin altınını verir de HaYra bir altın vermez-özü bağlı..
Hayr için ondan bir şey istesen bir tek Cevize bile kıyamaz ve de veremez..
Mâlını itlâf ider Mevlâ kalur müflis melûl
Gider elden cümle varı kıyamaz iken aza
Bu iç pisliğinden dolayı gün gelir malım dediklerini Mevlâ Teâlâ telef-ziyan-yok eder de bu adam hüzünler içinde iflas etmiş hale gelir..
Azıcık bir kısmını bile vermeye kıyamazken neyi var neyi yoksa hepsi elinden çıkar gider..
Ağniyânın meyli şimdi fâsık u bî-dînlere
Ehi-i Hak açlıkdan ölse dir ana gelme bize
Zenginler, ganilerin gönül akışı şimdi-devrimizde nerde ne idiği belirsiz fâsık ile dinsizler varsa onlara..
Hak Ehli olan açlıktan ölse de kapısına yönelse zengin ona: “Sakın kapımıza gelme!” der.
İsteme hîç kimseden rızkı virir Rezzâk-ı halk
Her ne istersen dimez yok tâ ki varınca tuza
Sakın kimselerden dilenme bir şey ve seni yaratan Halkettiklerinin rızkını da Yaratmaktadır.
Her ne istersen verir RABBımız hatta “TUZ istiyorum!” diye kapısına varsan da..
Di ne lâzım ise yâ Rab vir bana şu nesneyi
Sensin ancak rızkı viren çün bizim cümlemize
Söyle neye ihtiyacın varsa lâzımsa: “yâ RaBB bana şu Şeyi ver! Sadece tek SENsin rızıklarımızı veren cümlemize!” de!..
Ol Semî'dür hem Mücîbdür hem Ganîdür hem Cevâd
Viriser matlûbını atmaz seni yaza güze
O ALLAH celle celâluhu; el Semî', el Mücîb, el Ganîyy, el Cevâddır.
Taleb ettiğini hemence verceketir ve sanma ki yaza güze bekletir seni..
Gice iste gündüz iste kapusı dâ'im açık
İder ihsân cümle ins ü vahş u baykuş u kaza
İster gece ister gündüz iste kapaısı daima açıktır..
Yarattıklarına insanolsun vahşi hayvan olsun, baykuş olsun kaz olsun!
Çün virir dostlarına düşmânlarına ni'meti
Gussalanma rızk içün Hâlik virir bize size
Adaletullah gereği Sünnetullahta ZÂTına dost olana da düşman olanada rıkzkını verir sürekli..
Rızk için sakın kederlenip gamm etme el Hâlik size de bize de rızkımızı verir..
Zâhiri ta'mîre meşgûl olmagıl zâhidleyin
İtme tezyîn kalıbı var kalbi 'ışk-ıla beze
Boş laflarla dünyadan kaçmış gözüken ham sofu zâhidliğiyle dünyayı onarmakla uğraşıp durma!
Dışardaki bu kalıbını süsleyip durma, biraz içerdeki KALBini AŞKullah ile beze-donat-süsle!..
İt tesebbüb yâ tevekkül besleyen Perverdigâr
Ko riyâyı kıl gönül kapusına 'ışkı reze
seBeBe sarıl elden gelence çalış-çabala da sonra RABBımıza tevekküle dip vekil edin ki, göreceksin her canlıyı besleyen nimetler verici-veli-yi nimetimiz besler..
içindeki halka gösterişi soyunda AŞKullahı Gönül kapısına bekçi- bağ kütüğü, asma gibi dik!
Ergen isen itme rağbet şu zemân hatunına
Hak didi ezvâca fitne dahi oğlana kıza
Rüşdüne ermiş sien şu zamane kadınlarına düşkünlük gösterme!
Hakk Teâlâ; “Hanımlarınız, uğullarınız kızlarınız fitnedir!” buyurdu.
وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
---“Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm(azîmun): Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Enfâl 8/28)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
---“Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun): Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Tegâbun 64/14)
إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
---“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun) : Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.” (Tegâbun 64/15)
Dinle Kuddûsî kelâmın tut bulam dirsen felâh
Münkirin sağır kulağı kalbi hem benzer buza
Âşık Kuddûsî SÖZlerini Duy ve uygula eğer “iki âlemde kurtuluş bulayım!” dersen.
SÖZlerimi inkar edenlerin ise zâten kulakları sağır beni duyamazlar ve kalbleri donmuştur buzdur söz işlemez içeri..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
12
Nâr-ı 'ışk-ıla yanub kül olmayan nâdâna yuf
Ölmeden evvel ölüb dirilmeyen bî-câna yuf
AŞKın Narıyla yanarak kül olmayan haddini bilmez câhile Yuhh Olsun!.
Ölmeden evvel ölüp de dirilemeyen canlı ölü cansızlara Yuhh Olsun!.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Mutü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
Kadrini 'uşşâk-ı Hakkın bilmeyüb ta'n eyleyen
Bed kelâm u bed likâ vü bed nefis hayvâna yuf
HaKK Teâlâ’nın ÂŞıKlarının kadir ve kıymetini takdir edip bilemeyen, ta’n edip kötüleyenlere,
Yaramaz-çirkin sözlü, kötü-şerli karşılayıcı ve berbat nefisli hayvan gibilere Yuhh Olsun!.
Zu'm ider ki özi yahşi tâğiyândır ehl-i 'ışk
Yuf o tâgînin özine itdiği tuğyâna yuf
Kasıldı kötü zannıyla AŞK Ehlini azgın-kibirliler sanır bir de!
İşte böylesi azgınların, özlerindeki pis düşüncelerine de ettikleri iftiralarına da Yuhh Olsun!.
Mü'minin budur nişânı ki seve mü'minleri
Ehl-i îmâna 'adâvet eyleyen düşmâna yuf
MuhaMMedî Mü’minin İzi-İşareti o dur ki, mü’minleri her yerde her zaman ve her halde sever.
İman Ehline düşmanlık eyleyen dümanlara Yuhh Olsun!.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” Buyurdu.
(Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)
Zemm ü istihzâ vü gıybet itmek anın 'âdeti
Ana insân deyü rağbet eyleyen insâna yuf
Bu kötü huydakinin âdeti-alışkanlığı durmadan kötülemek, alay etmek ve arkadan çekiştirip aleyhinde konuşmak.
Onun görüntüsüne bakıp da insan gibi muamele eden insana da Yuhh Olsun!.
Söyleyüb elfâz-ı küfri güldürür nâsı müdâm
Dinleyüb anın kelâmın gülüşen yârâna yuf
İşi gücü daima küfür sözleriyle hokkabazlık edip insanları güldürür güyâ!
Onun sözlerini dinleyip gülüşen ve bize de dost olduğunu söyleyen yârâna da Yuhh Olsun!.
Ger gazab eylerse kalmaz anda aslâ 'akl u dîn
Bî-vefâ vü 'akl u hem bî-dîn ü bî-îmâna yuf
Eğer öfkelenirse onda asla akıl din vs. kalmaz!
Böylesi vefâsız, akılsız, dinsiz ve imansıza Yuhh Olsun!.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?" diye sordu Ashab: "Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!" dediler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır," dedi, "gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir "
( Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3, (4779)
---Bir adam: "Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Bana kısa bir nasihatta bulun, uzun yapma! Ta ki nasihatini unutmayayım" demişti (ve birkaç kere tekrar etmişti), Aleyhissalatu vesselam: "Öfkelenme!" cevabını verdi
(Buhari, Edeb 76; Tirmizi, Birr 73 (2021); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 11, (2, 906)
Kândır gamz u nemîme kizb ü sebb ü ifk ü zem
Halk içinde fitneyi îkâz iden fettâna yuf
Kândır- İdraksiz, düşüncesiz, ebleh, câhil bir Ahmaktır, ayıp arayıcı gammaz, laf taşıyıcı, yalancı, küfredici, iftiracı ve kötülecidir.
Halk içinde fitne uynadırıcı bu kurnaz bozguncu fitnecilere Yuhh Olsun!.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!” buyurmuştur.
(İmam Rafî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.” buyurmuştur.
(Buharî)
Öğredirler anı hussâd şeyhe dahl eyle deyü
Öğreden hussâda hem şeyhine taş atana yuf
Bizi kıskanan aşırı hasidler, ŞEYHe i’tiraz et töhmet et diye önüne düşüp öğretirler.
Hem o öğreten hasidlere hem de kendi Şeyhine taş atana Yuhh Olsun!.
î'tirâz eyler Cenâb-ı Hakka hem Cebrâ'île
Şeyhine itmez mi yâ ol 'âsî-yi Rahmâna yuf
Bu tür insanlar ki Kur'ân-ı Kerime, Cebrâîl aleyhi's-selâma ve dahi Cenâb-ı Hakk’a çekinmeden söz atıp î'tirâz edip duruken,
Bu Rahmâna isyan edenâsî adam şeyhine mi etmeyecek Yuhh Olsun!.
وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
---“Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâran hâliden fîhâ.Ve lehu azâbun muhîn(muhînun) : Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14)
Asdikâyı fırka fırka eyleyüb İblîs gibi
Ara yirde ceng ü gavgâ buğz u kîn koyana yuf
Sabık ve sadık dostlarımızı İblîs gibi parça parça edip,
Aralarımıza savaş, kavga, gizli düşmanlık ve kin tohumları ekenlere Yuhh Olsun!.
Nân-ı ni'met 'îş u sohbet hakkını nisyân idüb
Şol kuduz hayvân gibi her gördiğin kapana yuf
Yeyip içtiğimiz nimet, hoşça geçen sohbet zamanları haklarını unutarak,
Sanki kudurmuş hayvan gibi gördüğünü kapan-dalayan kudurtanlara da Yuhh Olsun!.
Çün 'ayân oldı bu yüzden dostımız düşmânımız
Bize dostluk gösterüb gizlü 'adû olana yuf
O kadar açıkça belli oldu ki dostumuz düşmanımız,
Yüzümüze dost gözüküp de gizliden gizliye dolaplar çeviren içi düşmanlarımıza da Yuhh Olsun!.
İsteyen bizim rızâmız varmasun hîç yanına
Bize rağmen ol sefîhin yanına varana yuf
Kim ki BİZim rızamızı almayı ummaktaysa, sakın bu adamların yanına varmasın!
BİZim bu sözümüze rağmen yinede böylesi kötülük eğlencesi peşindeki yasaklara koşucuya gidenlerde de Yuhh Olsun!.
İtmeniz anınla ülfet ey bizim ahbâbımız
Pes didik ol münkire yuf hem ana uyana yuf
Ey BİZi seven BİZim sevdiklerimiz AhBaBlarımız!
Bununla dostluk kurmayınız sakın sakın!
Artık açıkça bildirdik anlattık-dedik bu inkarcıya yuhh! Ona uyana da Yuhh Olsun!.
Hâsılı anda vefâ yok bilüriz lâkin ana
Taş virüb Kuddûsîye ur diyüben salana yuf
İşin son ucunda onda vefadan eser olmayan nakör olduğunu BİZ biliriz zâten,
Ancak onun eline taşlar verip de: “Kuddûsîye vur!” diyenlere de Yuhh Olsun!.
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
13
Ey Cevâd u Lem-Yezel eyle bana 'ışkı semâh
Bula sadrım 'ışkın ile inşirâh ü infısâh
Ey Cevâd olan-çok çok ihsan eden-çok cömert ve de ebedî-devamlı-bâki-zeval bulmayan RaBBım!
AŞKını bana el açıklığın cömertliğin eyle!
Öyleki su zavallı sadrım-bağrım-kalbim AŞKın ile inşirâh bulsun- ferahlanıp mesrur olsun, infısâha kavuşup bolluk-bereketine ulaşsın!!.
Komagıl bu zulmet içre gönlümi yâ Rab meded
Âfitâb-ı 'ışkı gönder giceler olsun sabâh
Yâ RaBB, şu yangın gönlümü bu umutsuz karanlıklık içinde koma meded kıl, imdad eyle yardım et!
AŞKuLLaHın Güneşini gönder ki gecelerim sabah olsun tezelden!.!.
Nefs-i emmârem fesâda meyl ider turmaz hemân
Nâr-ı 'ışkınla anı yak ki ola işi salâh
Hevâ hevesine uyup emreden Nefs-i Emmârem durmadan, bütün fesâda- bozukluğa, fenalığa, karışıklığa, haddi tecavüz edip zulmetmeye meyilli-istekli maalesef!
AŞKuLLaH Ateşinle onu iyice yak ki Nefsimin işi salâha- iyi hâle, rahatlığa, sulha, iyileşmeye, düzelmeye, iyiliğe, Sana bağlılığa ulaşsın!.!.
Düşmenim yanımdadır pes fursatım gözler müdâm
'Işkını virgil Hudâyâ urayım ana rimâh
Bu ağzın nefsim sürekli yanımda bekleyen, kötülük yapmak için hiç durmadan fırsatımı gözleyen düşmanımdır.
Ey Hüdâ celle celâluhu!
Bana AŞKuLLaHını ver de ona bir mızrak vurup süngü sokayım!..!.
Enbiyâ vü evliyâ vü sâlik ü mürşid kamu
Eylediler 'ışkını nefs-i 'Azâzîle silâh
Cümle Peygamberler, Evliyâlar, Hakk Dostları, Müridler, Müğrşidler, şu Nefs-i Emmâre ki;
Şerlerin temsilci Şeytan-İblise karşı AŞKuLLaHını silah olarak kullandılar..!.
'Işk-ıla itdi tekarrüb heb mukarrebler sana
'Işk-ıla buldı firakından kamu 'âşık felâh
Tüm mukarrebler-Sana yakınlık bulanlar AŞK ile Yaklaşabildiler!
Sana olan ayrılık acılarına kurtuluşu AŞK ile buldular..!.
'Işk-ıla irdi yüce menzillere ehl-i visâl
'Işk-ıla hûrî iderler cennet ehli pes nikâh
SEVdiğine ulaşanlar bu yüce menzile-hedef durağa AŞK ile ERdiler..
Cennet EHLi olanlar HÜRİlerle nikahlarını AŞK ile kıydılar..!.
'Işk-ıla bozdı Nebî Mûsâ 'âdânın sihrini
'Işk-ıla esdi Nebî Ya'kûba Yûsufdan riyâh
Peygamber Musâ aleyhi's-selâm düşmanlarının sihrini AŞK ,le bozdu!
Ve AŞK ile esti, Peygamber Ya'kûb aleyhi's-selâma, Yûsuf aleyhi's-selâmın hasret kokusunu getiren rüzgâr! !.
'Işk-ıla sabr itdi Eyyûb derdine âh itmedi
'Işk-ıla buldı yine derde şifâ oldı sıhah
Eyyûb aleyhi's-selâm AŞK ile sabretti derdine bir kere “ah!” etmeden!
Ve yine AŞK ile buldu dertlerine şifâyıda sıhhatine kavuştu!!.
'Işk-ıla dostun Halîle nâr-ı Nemrûd oldı nûr
'Işk-ıla 'îsâ Nebî itdi semâvâta tamâh
AŞK ile Dostun Halîl İbrahim aleyhi's-selâma Nemrüd’un NÂRı, Nûr oldu!
Peygamber İsâ aleyhi's-selâm AŞK ile göklere gözlerini dikip baktı durdu ve de göklere çekildi..!.
'Işk-ıla server Muhammed Sidreye itdi 'urûc
'Işk-ıla cümle nebîler içre pes oldı hicâh
Seyyidimiz MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem AŞK ile Sidre-yi müntehaya yüceldi-yükseldi!
Bütün Peygamberler içinde AŞK ile; Makam, Mansıb. Kadr u kıymet, İ’tibar buldu..
Sidre-yi münteh: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.!.
'Işk-ıla 'âşıkların nâlân olurlar rûz u şeb
'Işk-ıla her dem mecâzib iniler bî-irtiyâh
Yâ RaBBenâ!
Âşıkların gece-gündüz AŞK ile İnleyip, sızlayıp, figân etmekteler..
Her daim meczubların-cezbene tutlanların-kenidne çektiklerin, asla ferhalık bulamadan AŞK ile inler dururlar!..!.
'Işk-ıla sell-i süyûf eyler 'adûya gâziyân
'Işk-ıla tuymaz şehîdler hergiz âlâm-ı cirâh
Gâziler AŞK ile kılıç çekip saldırırlar düşmanlara!
Şehîdler savaş yaralarının elem ve acısını
aslâ-kat'iyyen-hiçbir suretle, ancak AŞK ile duymazlar!..!.
'Işk-ıla kat'-l mesâfe eyler ebdâlin senin
'Işk-ıla uçar melâ'ik anlara 'ışkdur cenâh
Senin EBDÂLLerin AŞK ile alırlar mesafeleri- tayy-i mekan eylerler..
Melekler AŞK ile uçarlar ve onların kanatlarıdır AŞK!..!.
Sırr-ı 'ışkı gizlemek müşkil katî 'âşıklara
Kim ki oldıysa giriftâr oldı anın 'aklı zâh
Onun için Hakk Âşıklar AŞK SıRRını gizlemek geçekten pek çok zordur-çetindir..
Kim ki AŞKa yakalanıp tutulduysa onun aklı uçtu gitti!..!.
Her kimin gönli evine dâhil oldıysa bu 'ışk
İşleri olur dem-â-dem âh u efgân u nibâh
Her kimin ki gönül evine girdiyse bu AŞK,
O kişini cümle işleri durmadan-sürekli feryad ü figan ve kıtmir gibi havlamak olur!..!.
Şol kişi kim nâr-ı 'ışkınla yanub kül olmadı
Ol denî nâkes görür mahşerde yarın iftizâh
Bir kimse ki Senin AŞKIyın Ateşiyle yanıp da kül olmadıysa,
O zelil, insaniyetsiz, alçak adamın yarın mahşer günü göreceği maskara ve rezil olmaklığıdır..!.
Dâr-ı dünyâda eğer 'ışkınla rüsvâ olsa merd
Cennet içre yapılur ana nice 'âlî serâh
Bir Merd kimse ki, bu Dünya Yurdunda Senin AŞKınla rezil-kepaze olsa,
Yarın CeNNet içinde ona nice yüce Saraylar yapılır..!.
Yâ ilâhî vir bu Kuddûsî gedâna 'ışkını
Ol cemâl-i bî-misâlin göre fazlınla kefâh
Ey İlahî ALLAH celle celâluhu!
Bu gedâ- fakir, kimsesiz, dilenci kulun Kuddûsî’ne AŞKını ver ki;
Benzersiz CEMÂLini görsün, lutf ü fazlınla, yeterince-gönlünce..
Ey Cevâd u Lem-Yezel eyle bana 'ışkı semâh
Bula sadrım 'ışkın ile inşirâh ü infısâh
Ey Cevâd olan-çok çok ihsan eden-çok cömert ve de ebedî-devamlı-bâki-zeval bulmayan RaBBım!
AŞKını bana el açıklığın cömertliğin eyle!
Öyleki su zavallı sadrım-bağrım-kalbim AŞKın ile inşirâh bulsun- ferahlanıp mesrur olsun, infısâha kavuşup bolluk-bereketine ulaşsın!!.
Komagıl bu zulmet içre gönlümi yâ Rab meded
Âfitâb-ı 'ışkı gönder giceler olsun sabâh
Yâ RaBB, şu yangın gönlümü bu umutsuz karanlıklık içinde koma meded kıl, imdad eyle yardım et!
AŞKuLLaHın Güneşini gönder ki gecelerim sabah olsun tezelden!.!.
Nefs-i emmârem fesâda meyl ider turmaz hemân
Nâr-ı 'ışkınla anı yak ki ola işi salâh
Hevâ hevesine uyup emreden Nefs-i Emmârem durmadan, bütün fesâda- bozukluğa, fenalığa, karışıklığa, haddi tecavüz edip zulmetmeye meyilli-istekli maalesef!
AŞKuLLaH Ateşinle onu iyice yak ki Nefsimin işi salâha- iyi hâle, rahatlığa, sulha, iyileşmeye, düzelmeye, iyiliğe, Sana bağlılığa ulaşsın!.!.
Düşmenim yanımdadır pes fursatım gözler müdâm
'Işkını virgil Hudâyâ urayım ana rimâh
Bu ağzın nefsim sürekli yanımda bekleyen, kötülük yapmak için hiç durmadan fırsatımı gözleyen düşmanımdır.
Ey Hüdâ celle celâluhu!
Bana AŞKuLLaHını ver de ona bir mızrak vurup süngü sokayım!..!.
Enbiyâ vü evliyâ vü sâlik ü mürşid kamu
Eylediler 'ışkını nefs-i 'Azâzîle silâh
Cümle Peygamberler, Evliyâlar, Hakk Dostları, Müridler, Müğrşidler, şu Nefs-i Emmâre ki;
Şerlerin temsilci Şeytan-İblise karşı AŞKuLLaHını silah olarak kullandılar..!.
'Işk-ıla itdi tekarrüb heb mukarrebler sana
'Işk-ıla buldı firakından kamu 'âşık felâh
Tüm mukarrebler-Sana yakınlık bulanlar AŞK ile Yaklaşabildiler!
Sana olan ayrılık acılarına kurtuluşu AŞK ile buldular..!.
'Işk-ıla irdi yüce menzillere ehl-i visâl
'Işk-ıla hûrî iderler cennet ehli pes nikâh
SEVdiğine ulaşanlar bu yüce menzile-hedef durağa AŞK ile ERdiler..
Cennet EHLi olanlar HÜRİlerle nikahlarını AŞK ile kıydılar..!.
'Işk-ıla bozdı Nebî Mûsâ 'âdânın sihrini
'Işk-ıla esdi Nebî Ya'kûba Yûsufdan riyâh
Peygamber Musâ aleyhi's-selâm düşmanlarının sihrini AŞK ,le bozdu!
Ve AŞK ile esti, Peygamber Ya'kûb aleyhi's-selâma, Yûsuf aleyhi's-selâmın hasret kokusunu getiren rüzgâr! !.
'Işk-ıla sabr itdi Eyyûb derdine âh itmedi
'Işk-ıla buldı yine derde şifâ oldı sıhah
Eyyûb aleyhi's-selâm AŞK ile sabretti derdine bir kere “ah!” etmeden!
Ve yine AŞK ile buldu dertlerine şifâyıda sıhhatine kavuştu!!.
'Işk-ıla dostun Halîle nâr-ı Nemrûd oldı nûr
'Işk-ıla 'îsâ Nebî itdi semâvâta tamâh
AŞK ile Dostun Halîl İbrahim aleyhi's-selâma Nemrüd’un NÂRı, Nûr oldu!
Peygamber İsâ aleyhi's-selâm AŞK ile göklere gözlerini dikip baktı durdu ve de göklere çekildi..!.
'Işk-ıla server Muhammed Sidreye itdi 'urûc
'Işk-ıla cümle nebîler içre pes oldı hicâh
Seyyidimiz MuhaMMed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem AŞK ile Sidre-yi müntehaya yüceldi-yükseldi!
Bütün Peygamberler içinde AŞK ile; Makam, Mansıb. Kadr u kıymet, İ’tibar buldu..
Sidre-yi münteh: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.!.
'Işk-ıla 'âşıkların nâlân olurlar rûz u şeb
'Işk-ıla her dem mecâzib iniler bî-irtiyâh
Yâ RaBBenâ!
Âşıkların gece-gündüz AŞK ile İnleyip, sızlayıp, figân etmekteler..
Her daim meczubların-cezbene tutlanların-kenidne çektiklerin, asla ferhalık bulamadan AŞK ile inler dururlar!..!.
'Işk-ıla sell-i süyûf eyler 'adûya gâziyân
'Işk-ıla tuymaz şehîdler hergiz âlâm-ı cirâh
Gâziler AŞK ile kılıç çekip saldırırlar düşmanlara!
Şehîdler savaş yaralarının elem ve acısını
aslâ-kat'iyyen-hiçbir suretle, ancak AŞK ile duymazlar!..!.
'Işk-ıla kat'-l mesâfe eyler ebdâlin senin
'Işk-ıla uçar melâ'ik anlara 'ışkdur cenâh
Senin EBDÂLLerin AŞK ile alırlar mesafeleri- tayy-i mekan eylerler..
Melekler AŞK ile uçarlar ve onların kanatlarıdır AŞK!..!.
Sırr-ı 'ışkı gizlemek müşkil katî 'âşıklara
Kim ki oldıysa giriftâr oldı anın 'aklı zâh
Onun için Hakk Âşıklar AŞK SıRRını gizlemek geçekten pek çok zordur-çetindir..
Kim ki AŞKa yakalanıp tutulduysa onun aklı uçtu gitti!..!.
Her kimin gönli evine dâhil oldıysa bu 'ışk
İşleri olur dem-â-dem âh u efgân u nibâh
Her kimin ki gönül evine girdiyse bu AŞK,
O kişini cümle işleri durmadan-sürekli feryad ü figan ve kıtmir gibi havlamak olur!..!.
Şol kişi kim nâr-ı 'ışkınla yanub kül olmadı
Ol denî nâkes görür mahşerde yarın iftizâh
Bir kimse ki Senin AŞKIyın Ateşiyle yanıp da kül olmadıysa,
O zelil, insaniyetsiz, alçak adamın yarın mahşer günü göreceği maskara ve rezil olmaklığıdır..!.
Dâr-ı dünyâda eğer 'ışkınla rüsvâ olsa merd
Cennet içre yapılur ana nice 'âlî serâh
Bir Merd kimse ki, bu Dünya Yurdunda Senin AŞKınla rezil-kepaze olsa,
Yarın CeNNet içinde ona nice yüce Saraylar yapılır..!.
Yâ ilâhî vir bu Kuddûsî gedâna 'ışkını
Ol cemâl-i bî-misâlin göre fazlınla kefâh
Ey İlahî ALLAH celle celâluhu!
Bu gedâ- fakir, kimsesiz, dilenci kulun Kuddûsî’ne AŞKını ver ki;
Benzersiz CEMÂLini görsün, lutf ü fazlınla, yeterince-gönlünce..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
14
Tesmiye kıldı erenler Bor iken Nûr adını
İtdi çok zîrâ Hudâ 'uşşâkını 'ubbâdını
Yaşadığım şehir BOR iken Hakk Erenler “NûR” adıyla isimlendirdiler.
Hudâ Teâlâ da hamdolsun âşıklarını, ibâdet ehli olanları çokça eyledi..
Ekserî halk-ı mesâkin ü 'avâciz ise de
Gönderir Rezzâk-ı 'âlem cümlesinin zâdını
Halkının pek çoğu malı mülkü az beceriksiz-zavallı kimseler ise de,
Âlemelerin Rızk vericisi er Rezzâk ALLAH celle celâluhu, hepsinin de azığını gönderir..
'Alimi çok tâlibi çok ez-kadîm hem sâlihi
Zâkiri çok eylemez terk rûz u şeb evzânnı
İlim öğreten Âlimleri çok, ilim isteyen Tâlibleri de çok eskidenberi,
Hem de Sâlih ve Zikir ehli olanları da çoktur.
Asla gece-gündüz zikir ve namaz ölçüsünü terk etmezler.
Kâdirî sâliklerinden oluban uyandılar
Heb severler kendini Geylânını Bağdâdını
Kadirî Tarikatı seyr ü sülukuyla- yoluyla AŞKa uyandılar.
Bundandır ki Abdulkadir kaddesallahu sırrahuyu da Geylân Şehrini de Bağdâdını da daima çok severler.
Çoğı çulha rencberi çok ağniyâsı borçlu hem
Kesmesün Mevla o kavmin 'avnini imdâdını
Haşkın çoğu çulha- el tezgâhında Bor Bezi dokuyan kimse ise de çiftçisi de çoktur. Zenginleriyse borçlu insanlar hem de.
Onun için yüce Mevlâ Teâlâ Bor Halkına yardımını imdadını kesmesin..
Bid'ati az zîneti az sâ'ire nisbet ile
Nâsihin pendin tutarlar mürşidin irşâdını
Diğer yerlerin halkına oranla Bor Halkının bidata- sonradan meydana çıkan şeylere ve gösterişe merakları yoktur.
Nasihat eden Kâmilin öğüdünü ve Mürşidlerinin irşâd emirlerini tutup yerine getirirler.
'Afvı gâlib kezmi gâlib kîn 'adâvet tutmayub
Biri birinin temennî eylemez berbâdını
Kin ve düşmanlık gütmeden, öfkelerini yenerek affetmeleri genellikledir.
Ve asla birbirlerinin berbâd-kötü hallere düşmelerini istemezler..
Çün peder merhûm iderdi anı tercih Mar'aşa
Görüben kurrâsını huffâzını zühhâdını
Zira, Babam rahmetli, kurralarını- Kur'ân-ı Kerimi usul ve tecvidine göre okuyanlarını, hafızlarını, zâhidlerini görerek Bor’u Maraş’a tercih ederdi.
Görmedim hîç böyle bir kavm ki zekâtların virir
Hak Teâlâ eylemiş çok anların hussâdını
Ben hayatımda böylesine zekatlarını tam veren bir halk görmedim.
Bu nedenle diğer bir-çok yerlerin insanları onlara gıptayla hased ederler..
Köyleri çok imiş evvel cümlesi olmuş harâb
Eyleyüb vîrân harâmîler kamu bünyâdını
Eskilerde köyleri çokçaymış ancak, haydutlar eşkiyalığın yaygın olduğu savaş yıllarında binaların çoğunu viraneye çevirmişler..
Eylesün rahmet Hudâ 'Abdülmecîd sultâna kim
Kahrı ihlâk eyledi yer yüzinin bî-dâdını
Hudâ Teâlâ Abdülmecîd Sultâna rahmetler eylesin ki,
Osmanlı ülkesini saran bu zülmü-haksızlığı kahr gücüyle helak edip yok etti-kaldırdı..
Oğlu Mahmûd Hânı da mansûr muzaffer eylesün
Hem muvaffak eylesün anı dahi evlâdını
Oğlu Mahmûd Hânı da yardım edip zaferlere ulaştırsın,
Onu da evladlarını da gâyesine erişmiş, muradına ulaşmış, başarılı kılsın..
Rahmet itsün hem kamu ecdâdına eslâfına
Dû cihânda saklasun Mevlâ anın ecdâdını
Bütün atalarına ve geçenlerine de rahmet etsin!
Mevlâ iki cihanda onun neslini-ceddini korusun!
Hoş tecellî eylemiş ol nesl-i pâke zü'l-Celâl
Hem zahîr itmiş kamu aktâbını evtâdını
O temiz nesilden gelen Sultana ALLAHu zü'l-Celâlne güzel tecellî eylemiş- zamanında aktâb- Tarikat Kutuplarını ve evtâd- Ricâlullah direklerini ortaya çıkarmış onun devrinde..
Sâhibi yokdur Hudâdan gayrı işbu beldenin
Katır u ihlâk eylesün Mevlâ anın hussâdını
Bu garip Bor şehrinin sahibi Hudâ’dan başkası değildir.
Mevlâ, bu beldenin hased düşmanlarını yere geçirip helâk etsin-yok etsin!
İçlerine bir garîb gelse unudur beldesin
Gezdirüb seyr itdirirler bakce-i âbâdını
Bu Bor şehrine bir garib gelse sahib çıkarlar ve kendi sılasını unutur.
O garibi bakımlı-gül Gülşen bağa-bahçeye götürüp gezdirirler seyrettiriler ağırlarlar..
Eyledi Türkmânca medhini Kuddûsî anın
Medh ider her kim görürse bâg u mâ' ü bâdını
Ben Kuddûsî de Bor’un mehdini Türkmence şivesiyle yaptım ki,
Zâten kim görse Bor’un bağ-bahçe-su ve havasını hâliyle över-medheder..
Tesmiye kıldı erenler Bor iken Nûr adını
İtdi çok zîrâ Hudâ 'uşşâkını 'ubbâdını
Yaşadığım şehir BOR iken Hakk Erenler “NûR” adıyla isimlendirdiler.
Hudâ Teâlâ da hamdolsun âşıklarını, ibâdet ehli olanları çokça eyledi..
Ekserî halk-ı mesâkin ü 'avâciz ise de
Gönderir Rezzâk-ı 'âlem cümlesinin zâdını
Halkının pek çoğu malı mülkü az beceriksiz-zavallı kimseler ise de,
Âlemelerin Rızk vericisi er Rezzâk ALLAH celle celâluhu, hepsinin de azığını gönderir..
'Alimi çok tâlibi çok ez-kadîm hem sâlihi
Zâkiri çok eylemez terk rûz u şeb evzânnı
İlim öğreten Âlimleri çok, ilim isteyen Tâlibleri de çok eskidenberi,
Hem de Sâlih ve Zikir ehli olanları da çoktur.
Asla gece-gündüz zikir ve namaz ölçüsünü terk etmezler.
Kâdirî sâliklerinden oluban uyandılar
Heb severler kendini Geylânını Bağdâdını
Kadirî Tarikatı seyr ü sülukuyla- yoluyla AŞKa uyandılar.
Bundandır ki Abdulkadir kaddesallahu sırrahuyu da Geylân Şehrini de Bağdâdını da daima çok severler.
Çoğı çulha rencberi çok ağniyâsı borçlu hem
Kesmesün Mevla o kavmin 'avnini imdâdını
Haşkın çoğu çulha- el tezgâhında Bor Bezi dokuyan kimse ise de çiftçisi de çoktur. Zenginleriyse borçlu insanlar hem de.
Onun için yüce Mevlâ Teâlâ Bor Halkına yardımını imdadını kesmesin..
Bid'ati az zîneti az sâ'ire nisbet ile
Nâsihin pendin tutarlar mürşidin irşâdını
Diğer yerlerin halkına oranla Bor Halkının bidata- sonradan meydana çıkan şeylere ve gösterişe merakları yoktur.
Nasihat eden Kâmilin öğüdünü ve Mürşidlerinin irşâd emirlerini tutup yerine getirirler.
'Afvı gâlib kezmi gâlib kîn 'adâvet tutmayub
Biri birinin temennî eylemez berbâdını
Kin ve düşmanlık gütmeden, öfkelerini yenerek affetmeleri genellikledir.
Ve asla birbirlerinin berbâd-kötü hallere düşmelerini istemezler..
Çün peder merhûm iderdi anı tercih Mar'aşa
Görüben kurrâsını huffâzını zühhâdını
Zira, Babam rahmetli, kurralarını- Kur'ân-ı Kerimi usul ve tecvidine göre okuyanlarını, hafızlarını, zâhidlerini görerek Bor’u Maraş’a tercih ederdi.
Görmedim hîç böyle bir kavm ki zekâtların virir
Hak Teâlâ eylemiş çok anların hussâdını
Ben hayatımda böylesine zekatlarını tam veren bir halk görmedim.
Bu nedenle diğer bir-çok yerlerin insanları onlara gıptayla hased ederler..
Köyleri çok imiş evvel cümlesi olmuş harâb
Eyleyüb vîrân harâmîler kamu bünyâdını
Eskilerde köyleri çokçaymış ancak, haydutlar eşkiyalığın yaygın olduğu savaş yıllarında binaların çoğunu viraneye çevirmişler..
Eylesün rahmet Hudâ 'Abdülmecîd sultâna kim
Kahrı ihlâk eyledi yer yüzinin bî-dâdını
Hudâ Teâlâ Abdülmecîd Sultâna rahmetler eylesin ki,
Osmanlı ülkesini saran bu zülmü-haksızlığı kahr gücüyle helak edip yok etti-kaldırdı..
Oğlu Mahmûd Hânı da mansûr muzaffer eylesün
Hem muvaffak eylesün anı dahi evlâdını
Oğlu Mahmûd Hânı da yardım edip zaferlere ulaştırsın,
Onu da evladlarını da gâyesine erişmiş, muradına ulaşmış, başarılı kılsın..
Rahmet itsün hem kamu ecdâdına eslâfına
Dû cihânda saklasun Mevlâ anın ecdâdını
Bütün atalarına ve geçenlerine de rahmet etsin!
Mevlâ iki cihanda onun neslini-ceddini korusun!
Hoş tecellî eylemiş ol nesl-i pâke zü'l-Celâl
Hem zahîr itmiş kamu aktâbını evtâdını
O temiz nesilden gelen Sultana ALLAHu zü'l-Celâlne güzel tecellî eylemiş- zamanında aktâb- Tarikat Kutuplarını ve evtâd- Ricâlullah direklerini ortaya çıkarmış onun devrinde..
Sâhibi yokdur Hudâdan gayrı işbu beldenin
Katır u ihlâk eylesün Mevlâ anın hussâdını
Bu garip Bor şehrinin sahibi Hudâ’dan başkası değildir.
Mevlâ, bu beldenin hased düşmanlarını yere geçirip helâk etsin-yok etsin!
İçlerine bir garîb gelse unudur beldesin
Gezdirüb seyr itdirirler bakce-i âbâdını
Bu Bor şehrine bir garib gelse sahib çıkarlar ve kendi sılasını unutur.
O garibi bakımlı-gül Gülşen bağa-bahçeye götürüp gezdirirler seyrettiriler ağırlarlar..
Eyledi Türkmânca medhini Kuddûsî anın
Medh ider her kim görürse bâg u mâ' ü bâdını
Ben Kuddûsî de Bor’un mehdini Türkmence şivesiyle yaptım ki,
Zâten kim görse Bor’un bağ-bahçe-su ve havasını hâliyle över-medheder..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
15
Dimiş Hakkın Resûl-i bâ-safâsı
Beher derdin cihânda var devâsı
El HaKK ALLAH celle celâluhunun Safâ-Saff Emniyetle inanç ve Sürur BAĞı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: "Her derdin bir devâsı, her hastalığın bir ilacı vardır. Hastalığın ilacı bulunduğu zaman azız ve celîl olan ALLAH'ın izniyle iyileşir"
(Müslim, Selâm, 69)
Üsame b. Şerîk'den nakledildiğine göre bedevîler Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e gelip: "Ya Rasûlullah! Tedâvi olalım mı?” diye sorduklarında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Tedâvi olunuz. Çünkü ALLAH yaratmış olduğu her derdin devâsını da yaratmıştır. Ancak bir dert hariç. O da ihtiyarlıktır." buyurmuştur.
(Ebû Davûd, Tıb, 1)
Günâh derdine istiğfâr devâdur
Ki Mevlânın bize ulu 'atâsı
Günah derdlerimize ise Yüce MEVLÂmız Teâlâ’nın büyük atâsı-lutf u ihsanı olarak tevbe istiğfârdır.
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestağfir li zenbike ve li'l-mu’minîne ve'l-mu’minât(mû’minâti), vallâhu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Bil ki, ALLAH'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! ALLAH, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.”
(MuhaMMed 47/19)
Devâm iden ana mağfûr olur çün
Çün eyler mağfiret anı Hudâsı
Çünkü, Tevbe istiğfâra devam Cenâb-ı HAKK'ın bağışlamasına kavuşur.
Çünkü Hudâsı aff dileyen kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfunu ihsan etmesi va’didir.
Beher gün it yüz istiğfârı zîrâ
İderdi böyle Hakkın Mustafâsı
Her gün sen devamlı 100 istiğfar et şu sebebden ki,
HaKK teâlâ’nın Mustafası aleyhi's-selâm böyle eder
De bize de emrederdi..
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bâzen kalbimin perdelendiği olur. Bu yüzden ben ALLAH'a günde yüz defa istiğfâr ederim."
(Müslim, Zikir, 41)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ey insanlar! ALLAH’a tevbe ediniz ve O'ndan mağfiret dileyiniz. ALLAHa andolsun ki, hakîkat ben de günde yüz defa tevbe etmekteyim.” buyurmuştur.
(Buharî, Müslim)
Bu nedenle Ebû Hureyre: "Peygamberden daha çok istiğfâr edeni görmedim" demiştir.
(el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, l V, 210)
Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfâr etmek vâcibtir:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "İstiğfâr eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda ısrar etmiş sayılmaz" buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 107).
Gelürse başına dünyâda sıklet
Yidi yüz kerredir bil müntehâsı
İmkânla İmtihan dünyâsında başına bir dert-belâ-mânevî sıkıntı gelirse istiğfara devam et ki,
Bunun en çoğu, sonucu 700 adet getirmektir.
Murâd hâsıl olıcak yüze indir
Anı terk itme artsun kalb cilâsı
Sıkıntın geçip muradın olunca 700 den 100 e indir.
Bu 100 adet istiğfarı bırakma ki kalbini cilâlasın dursun..
Günâh-kârâne istiğfâr emândur
Anınla def olur cümle belâsı
Günah işleyip duranın emanı-eminlik kapısı, istiğfârdır.
Ve o kimsenin bütün baş belâları istiğfârla kaybolur gider..
Günâh-kârdur bu ümmet Hak Gafurdur
Dimiş hem ol Hudânın âşinâsı
“Bu ümmet günah işeyebilir ancak HAKK Teâlâ da gafûrdur-çok mağfiret ve merhâmet eden, suçları en çok afveden, bağışlayandır” demiş Hüdâ Teâlâ’nı âşinâsı…
Günâh işlenmede var dürlü hikmet
Diyendir asfiyânın pîşvâsı
“Günah işlemekte de çeşitli hikmet vardır” diyen de,
Asfiyâ-sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme vâris olup, onun meslek ve gâyelerini ihyâya ve tatbike çalışan muhakkik zatların başı-imamı olan zâttır..
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9-11)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 30)
Yimese dâneyi cennetde Âdem
Olur mıydı bize Hakkın hüdâsı
Eğer Âdem aleyhi's-selâm Babamız cennetti o meşhur ağacın meyvesini ya da buğdayın dânesini yemeseydi,
cennetten Havva aleyha's-selâm Anamızla ve şeytanlarıyla berâber Dünyâya indirilmeslerdi biz çocukları bu âleme gelir miydik?
İkili ZIDlığında şaşırıp el Hakk ALLAH celle celâluhunun hidâyetini dileyip de bulabilir miydik?
Kur'an-ı Kerîm’imize göre Âdem aleyhi's-selâm ve Hz Havva aleyha's-selâm cennete yerleştikten sonra orada ALLAH'ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanıyorlardı ALLAH celle celâluhu, onları ağaca yaklaşmamaları husûsunda uyardı:
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ
“Ve kulnâ yâ âdemu'skun ente ve zevcuke'l-cennete ve kulâ minhâ rağaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihi'ş-şecerete fe tekûnâ mine'z-zâlimîn(zâlimîne): Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) berâberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sâdece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.”
(Bakara 2/35)
Bu ağacın mâhiyeti hakkında bilgi verilmemiştir Sâdece şeytanın, Âdem aleyhi's-selâm ve Hz Havva aleyha's-selâm'a üreme yerlerini göstermek için:
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
“Fe vesvese lehumu'ş-şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihi'ş-şecerati illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ mine'l-hâlidîn(hâlidîne): Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "RABBinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
(A'raf 7/20)
Ve yine:
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Fe vesvese ileyhi'ş-şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şecereti'l-huldi ve mulkin lâ yeblâ: Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: "Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?"
(TâHâ 20/120)
Şeytanın onları yanılttığı belirtilmektedir.
Bu konuda sahih hadislerde de başka bilgi yoktur.
Önemli olan sonuçtur..
Bâzı İslâmi kaynaklarda bu ağaç hakkında hayrı ve şerri bilme ağacı veya üzüm asması, buğday, incir ağacı gibi bitki türlerinden biri olduğunu bildiren rivâyetler olmakla berâber bunlar sahih kabul edilmemiştir.
(Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, s256-257)
Cihân toldı anın zürriyyetiyle
Ki hadsiz enbiyâ vü evliyâsı
Yer yüzüne inmeleriyle Âdem aleyhi's-selâmın ZAHRından Zâhire çıkan ZÜRRiyyetiyle koskoca cihÂN doldu taştı..
Ki sayısız peygamberleri ve ALLAH dostları da bunlar içindedirler..
Tolar cennet dahi evlâdı ile
Değil beyhûde anın ibtilâsı
Ve sonuçta cennet dahi Âdemoğullarıyla dolacaktır.
Âdem aleyhi's-selâmın ilk başta cennette BeLÂya uğraması bizce anlaşılamayan musibete düşmesi boşuna değil ki bu sonuçları doğurdu Takdirullahta..
Terakkî buldı ol suç-ıla Âdem
Bu hikmetler içündür ictirâsı
İşlediği o suçtan dolayı RABBısına tevbe istiğfârla yükseldi, kemâlâta kavuştu.
Bu hikmetler içindir sanki emre rağmen yasaklananı işlemeye cesâret etmesi, yeltenmesi, işlemesi.
İder Hak mağfiret suçın bileni
Günâhı olsa da yir gök arası
Onun için ALLAH celle celâluhu suçunu bilip itiraf eden kullarını bağışlar ki,
Yerle gökler arası dolusu kada olsa bile günahı affeder.
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiru'z-zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huve'l-ğafûru'r-rahîm(rahîmu): De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
(Zümer 39/53)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:"Tevbe eden, günâh işlememiş gibi olur." buyurmuştur.
(İbni Mâce)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "HAKK teâlâ buyurdu ki, kulumun, günâhı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim." buyurmuştur.
(Tirmizî)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Günâhınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, ALLAHu teâlâ tevbenizi kabûl eder." buyurmuştur.
(İbni Mâce)
Musirr olma günâha çünki Şeytân
O yüzden oldı la'net mübtelâsı
Günah işlemekte Musırr- ayak direyen, vaz geçmeyen olma,
Çünkü Şeytân bu yüzden lânete düştü, başı derde girdi çıkamadı..
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
“Ve iz kulnâ li'l-melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne mine'l-kâfirîn(kâfirîne): Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”
(Bakara 2/34)
Ana uyan cehennem ehlidir pes
Musırr olanların nârdır cezâsı
Şeytana uyanın sonu cehennem ehli olmaktır.
Bâtılı duyup şerre uymada ısrar edenlerin yaptıklarının karşılığı-cezâsı Ateştir..
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu'ş-şeytânu kemâ ahrece ebeveykum mine'l-cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealne'ş-şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne): Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.”
(A’râf 7/27)
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ
“İnne'ş-şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbi's-saîr(saîri): Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.”
(Fâtır 35/6)
Bu Kuddûsî fakîrin pendini tut
Dime kardaş anın sözi nolası
Bu ÂŞIK Kuddûsî BaBamızın öğütlerini tut!
Kardeşim sakın ha: “Onun sözleri de ne oluyormuş, ben bildiğimi yaparım!” demeyesin kafa tasına toprak dolmadan!..
Dimiş Hakkın Resûl-i bâ-safâsı
Beher derdin cihânda var devâsı
El HaKK ALLAH celle celâluhunun Safâ-Saff Emniyetle inanç ve Sürur BAĞı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: "Her derdin bir devâsı, her hastalığın bir ilacı vardır. Hastalığın ilacı bulunduğu zaman azız ve celîl olan ALLAH'ın izniyle iyileşir"
(Müslim, Selâm, 69)
Üsame b. Şerîk'den nakledildiğine göre bedevîler Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e gelip: "Ya Rasûlullah! Tedâvi olalım mı?” diye sorduklarında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Tedâvi olunuz. Çünkü ALLAH yaratmış olduğu her derdin devâsını da yaratmıştır. Ancak bir dert hariç. O da ihtiyarlıktır." buyurmuştur.
(Ebû Davûd, Tıb, 1)
Günâh derdine istiğfâr devâdur
Ki Mevlânın bize ulu 'atâsı
Günah derdlerimize ise Yüce MEVLÂmız Teâlâ’nın büyük atâsı-lutf u ihsanı olarak tevbe istiğfârdır.
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestağfir li zenbike ve li'l-mu’minîne ve'l-mu’minât(mû’minâti), vallâhu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Bil ki, ALLAH'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! ALLAH, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.”
(MuhaMMed 47/19)
Devâm iden ana mağfûr olur çün
Çün eyler mağfiret anı Hudâsı
Çünkü, Tevbe istiğfâra devam Cenâb-ı HAKK'ın bağışlamasına kavuşur.
Çünkü Hudâsı aff dileyen kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfunu ihsan etmesi va’didir.
Beher gün it yüz istiğfârı zîrâ
İderdi böyle Hakkın Mustafâsı
Her gün sen devamlı 100 istiğfar et şu sebebden ki,
HaKK teâlâ’nın Mustafası aleyhi's-selâm böyle eder
De bize de emrederdi..
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bâzen kalbimin perdelendiği olur. Bu yüzden ben ALLAH'a günde yüz defa istiğfâr ederim."
(Müslim, Zikir, 41)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ey insanlar! ALLAH’a tevbe ediniz ve O'ndan mağfiret dileyiniz. ALLAHa andolsun ki, hakîkat ben de günde yüz defa tevbe etmekteyim.” buyurmuştur.
(Buharî, Müslim)
Bu nedenle Ebû Hureyre: "Peygamberden daha çok istiğfâr edeni görmedim" demiştir.
(el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, l V, 210)
Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfâr etmek vâcibtir:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "İstiğfâr eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda ısrar etmiş sayılmaz" buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 107).
Gelürse başına dünyâda sıklet
Yidi yüz kerredir bil müntehâsı
İmkânla İmtihan dünyâsında başına bir dert-belâ-mânevî sıkıntı gelirse istiğfara devam et ki,
Bunun en çoğu, sonucu 700 adet getirmektir.
Murâd hâsıl olıcak yüze indir
Anı terk itme artsun kalb cilâsı
Sıkıntın geçip muradın olunca 700 den 100 e indir.
Bu 100 adet istiğfarı bırakma ki kalbini cilâlasın dursun..
Günâh-kârâne istiğfâr emândur
Anınla def olur cümle belâsı
Günah işleyip duranın emanı-eminlik kapısı, istiğfârdır.
Ve o kimsenin bütün baş belâları istiğfârla kaybolur gider..
Günâh-kârdur bu ümmet Hak Gafurdur
Dimiş hem ol Hudânın âşinâsı
“Bu ümmet günah işeyebilir ancak HAKK Teâlâ da gafûrdur-çok mağfiret ve merhâmet eden, suçları en çok afveden, bağışlayandır” demiş Hüdâ Teâlâ’nı âşinâsı…
Günâh işlenmede var dürlü hikmet
Diyendir asfiyânın pîşvâsı
“Günah işlemekte de çeşitli hikmet vardır” diyen de,
Asfiyâ-sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme vâris olup, onun meslek ve gâyelerini ihyâya ve tatbike çalışan muhakkik zatların başı-imamı olan zâttır..
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9-11)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 30)
Yimese dâneyi cennetde Âdem
Olur mıydı bize Hakkın hüdâsı
Eğer Âdem aleyhi's-selâm Babamız cennetti o meşhur ağacın meyvesini ya da buğdayın dânesini yemeseydi,
cennetten Havva aleyha's-selâm Anamızla ve şeytanlarıyla berâber Dünyâya indirilmeslerdi biz çocukları bu âleme gelir miydik?
İkili ZIDlığında şaşırıp el Hakk ALLAH celle celâluhunun hidâyetini dileyip de bulabilir miydik?
Kur'an-ı Kerîm’imize göre Âdem aleyhi's-selâm ve Hz Havva aleyha's-selâm cennete yerleştikten sonra orada ALLAH'ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanıyorlardı ALLAH celle celâluhu, onları ağaca yaklaşmamaları husûsunda uyardı:
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ
“Ve kulnâ yâ âdemu'skun ente ve zevcuke'l-cennete ve kulâ minhâ rağaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihi'ş-şecerete fe tekûnâ mine'z-zâlimîn(zâlimîne): Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) berâberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sâdece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.”
(Bakara 2/35)
Bu ağacın mâhiyeti hakkında bilgi verilmemiştir Sâdece şeytanın, Âdem aleyhi's-selâm ve Hz Havva aleyha's-selâm'a üreme yerlerini göstermek için:
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
“Fe vesvese lehumu'ş-şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihi'ş-şecerati illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ mine'l-hâlidîn(hâlidîne): Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "RABBinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
(A'raf 7/20)
Ve yine:
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Fe vesvese ileyhi'ş-şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şecereti'l-huldi ve mulkin lâ yeblâ: Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: "Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?"
(TâHâ 20/120)
Şeytanın onları yanılttığı belirtilmektedir.
Bu konuda sahih hadislerde de başka bilgi yoktur.
Önemli olan sonuçtur..
Bâzı İslâmi kaynaklarda bu ağaç hakkında hayrı ve şerri bilme ağacı veya üzüm asması, buğday, incir ağacı gibi bitki türlerinden biri olduğunu bildiren rivâyetler olmakla berâber bunlar sahih kabul edilmemiştir.
(Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, s256-257)
Cihân toldı anın zürriyyetiyle
Ki hadsiz enbiyâ vü evliyâsı
Yer yüzüne inmeleriyle Âdem aleyhi's-selâmın ZAHRından Zâhire çıkan ZÜRRiyyetiyle koskoca cihÂN doldu taştı..
Ki sayısız peygamberleri ve ALLAH dostları da bunlar içindedirler..
Tolar cennet dahi evlâdı ile
Değil beyhûde anın ibtilâsı
Ve sonuçta cennet dahi Âdemoğullarıyla dolacaktır.
Âdem aleyhi's-selâmın ilk başta cennette BeLÂya uğraması bizce anlaşılamayan musibete düşmesi boşuna değil ki bu sonuçları doğurdu Takdirullahta..
Terakkî buldı ol suç-ıla Âdem
Bu hikmetler içündür ictirâsı
İşlediği o suçtan dolayı RABBısına tevbe istiğfârla yükseldi, kemâlâta kavuştu.
Bu hikmetler içindir sanki emre rağmen yasaklananı işlemeye cesâret etmesi, yeltenmesi, işlemesi.
İder Hak mağfiret suçın bileni
Günâhı olsa da yir gök arası
Onun için ALLAH celle celâluhu suçunu bilip itiraf eden kullarını bağışlar ki,
Yerle gökler arası dolusu kada olsa bile günahı affeder.
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiru'z-zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huve'l-ğafûru'r-rahîm(rahîmu): De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
(Zümer 39/53)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:"Tevbe eden, günâh işlememiş gibi olur." buyurmuştur.
(İbni Mâce)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "HAKK teâlâ buyurdu ki, kulumun, günâhı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim." buyurmuştur.
(Tirmizî)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Günâhınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, ALLAHu teâlâ tevbenizi kabûl eder." buyurmuştur.
(İbni Mâce)
Musirr olma günâha çünki Şeytân
O yüzden oldı la'net mübtelâsı
Günah işlemekte Musırr- ayak direyen, vaz geçmeyen olma,
Çünkü Şeytân bu yüzden lânete düştü, başı derde girdi çıkamadı..
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
“Ve iz kulnâ li'l-melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne mine'l-kâfirîn(kâfirîne): Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hâriç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”
(Bakara 2/34)
Ana uyan cehennem ehlidir pes
Musırr olanların nârdır cezâsı
Şeytana uyanın sonu cehennem ehli olmaktır.
Bâtılı duyup şerre uymada ısrar edenlerin yaptıklarının karşılığı-cezâsı Ateştir..
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu'ş-şeytânu kemâ ahrece ebeveykum mine'l-cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealne'ş-şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne): Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.”
(A’râf 7/27)
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ
“İnne'ş-şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbi's-saîr(saîri): Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.”
(Fâtır 35/6)
Bu Kuddûsî fakîrin pendini tut
Dime kardaş anın sözi nolası
Bu ÂŞIK Kuddûsî BaBamızın öğütlerini tut!
Kardeşim sakın ha: “Onun sözleri de ne oluyormuş, ben bildiğimi yaparım!” demeyesin kafa tasına toprak dolmadan!..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
16
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Bismike’l- Fettâhi kad bâşertu yâ Ze’l- Kibriyâ
Nazme şi’irin misle dürrin tâliben minke’r-ridâ
El-Fettâh celle celâlihu İSMinle SENin RIZÂnı dileyerek;
Kâfiyeli, vezinli, nazm sözleri şiir olarak inciler gibi sevinçle dizmek istedim Ey Kibriyâ Sâhibi.
Zâhirde Azâmet ve Bâtında Kudret Sâhibi ALLAH celle celâluhu!.
Hâmiden Yâ Rabbi hamden şâkiren şükren leke
Mil’e ekvânin alâ mâ sâre min cinsi’l-elâ
Ey RABBim! Âlemleri dolduran çeşitli ni’met ve yaratıklarıyın dolusunca,
Sana gönülden hamdeden ve candan ŞÜKReden kulun olarak..
Ellezî en’amtehu lutfen aleynâ mevhiben
Kad aceztu an edâ-i şukrihi hakke’l-edâ
O RABBim ki,
O ni’metleri lutfen, hîbe, hediye, ihsan olarak verendir.
Kesinlikle onun şükrünü hakkınca ödemekten ve yerine getirmekten âciz kaldım.
Ve’s- salâtu ve’s-selâmu adde mahlûkin alâ
Men huve hayru’l-berâyâ ma’cemîi’l- enbiyâ
Es-Salat ve Es-Selâm;
Mahlûkatın sayısınca O ZÂTa ki, Haşmet, metânet, ilim, şecaat, güzel vasıflarda misli olmayan,
Hüsn u Cemâlde tamm ve en hayırlısı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve O’nunla birlikte bütün peygamberlere olsun.
Summe âli’l- muctebâ ve’s-sahbi ve’z- zurriyeti
Hum ulu’l-kadri’l- celîyi ve’l- vefâ-i ve’l- 'alâ
Sonra, Seçilmiş ve Kıymetli Âilesine, Zor günlerde O’na Sâhib çıkan ve Sâhib çıkılan Sahâbe-i Güzîne, ve Aziz Zürrriyetine-Necib Nesline ki,
Onların Kadir ve kıymetleri, vefâları ve yüce şerefleri aşikâr, açık, alenî, meydandadır.
Yâ amîme’l- lutfi amme’l- âlemîne lutfuke
Ci’tü ercü katreten yâ Rabbi min yevmi’l- atâ
Ey lütfu, herkese ve her şeye mahsus-umuma ait olan.
Tüm âlemlere olan Senin lutfundan, Senin Bağış olan Atâ Gününde bir Lütuf-İhsan Damlası ricâ etmeye, niyaz edip yalvarmaya geldim.
Lâ tu’ahiznî bi cürmin iktesebtü muhtien
Ente Settârü’l- uyubî gattı aybî bi’l-gıtâ
Hatalara düşerek kazanıp elde ettiğim kabahat, kusur, hatâ, isyan, Günahlarım yüzünden beni yakalama!
Sen gizli ayıbları El Settâr celle celâlihu isminle örtersin.
Ente Rahmânun Rahîmun ente Hallâku’l- Verâ
Ente Hayyun ente Hakkun ente Rabbun Zü’n- Nevâ
Sen Esirgeyen Başışlayansın! Sen tüm mahlukatını halk eden El Hallâku celle celâlihusun.
Sen Hayy olansın. Sen Hakk olansın. Sen Rububiyyet ahengini koruma sahibi er RABBsın.
Ente Gaffârun ve innî müznibün müstagfirun
Ente Ma’bûdun ve innî küntü abden kad elâ
Sen günahları daha çok bağışlayan El Gaffârsın ve Bense şüphesiz günah sahibi-suçlu ve bağışlanmamı dileyenim.
Sen ibadet edilensin, Bense şüphesiz varedilmiş kul olanım.
Tüb aleyye va’fu annî v’ehdinî v’erham ve cûd
Rabbi v’agfirli zünûbî elletî eznebtuhâ
Tevbem Sana; beni affet, ve bana hidayet eyle ve bana merhamet et cömertlik et!
RABBım, işlemiş olduğum günahlarımı, kabahatlarımı ve suçlarımı bağışla!
Rabbî v’ağfir lillezîne minhumâ ebda’tenî
İz hümâ kad Rabbeyânî münzü eyyâmi’s- sabâ
RABBim,
Onları ki ikisini El Bedîu Esmana mazharkılıp eşsiz-örneksiz yarattın ve yartma yedi gününden beri terbiyendeler, buâleme getirdin büyüttün yaşattın ve rücu’et buyurdun.. Nefsim ve Ruhum..
Rabbenâ v’erham cemî’a ümmet-i Hayru’l- Verâ
Va’fu-annâ Rabbenâ v’eltuf bihâ v’agfir lehâ
RABBımız,
Yaratılmışların hayırlısı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in bütün üMMetine rAHMET et!
AFFet RABBımız ÜMMet-i MuHaMMEDe lutfet ve bağışla!
V’eskı yâ Kuddûsu Kuddûsiyyike’l- hamre’llezî
Mâ-sahâ men zâkahu cüdden ilâ vakti’l-likâ
Ey Kuddûsu ALLAH celle celâlihu!
Kuddûsi’ne öyle bir Aşk şarabı sun ki, kavuşma vaktinde cümle cemolup toplandığında o şarabdab tadanın aklı kalmasın ve Sen ile olsun...
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Bismike’l- Fettâhi kad bâşertu yâ Ze’l- Kibriyâ
Nazme şi’irin misle dürrin tâliben minke’r-ridâ
El-Fettâh celle celâlihu İSMinle SENin RIZÂnı dileyerek;
Kâfiyeli, vezinli, nazm sözleri şiir olarak inciler gibi sevinçle dizmek istedim Ey Kibriyâ Sâhibi.
Zâhirde Azâmet ve Bâtında Kudret Sâhibi ALLAH celle celâluhu!.
Hâmiden Yâ Rabbi hamden şâkiren şükren leke
Mil’e ekvânin alâ mâ sâre min cinsi’l-elâ
Ey RABBim! Âlemleri dolduran çeşitli ni’met ve yaratıklarıyın dolusunca,
Sana gönülden hamdeden ve candan ŞÜKReden kulun olarak..
Ellezî en’amtehu lutfen aleynâ mevhiben
Kad aceztu an edâ-i şukrihi hakke’l-edâ
O RABBim ki,
O ni’metleri lutfen, hîbe, hediye, ihsan olarak verendir.
Kesinlikle onun şükrünü hakkınca ödemekten ve yerine getirmekten âciz kaldım.
Ve’s- salâtu ve’s-selâmu adde mahlûkin alâ
Men huve hayru’l-berâyâ ma’cemîi’l- enbiyâ
Es-Salat ve Es-Selâm;
Mahlûkatın sayısınca O ZÂTa ki, Haşmet, metânet, ilim, şecaat, güzel vasıflarda misli olmayan,
Hüsn u Cemâlde tamm ve en hayırlısı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve O’nunla birlikte bütün peygamberlere olsun.
Summe âli’l- muctebâ ve’s-sahbi ve’z- zurriyeti
Hum ulu’l-kadri’l- celîyi ve’l- vefâ-i ve’l- 'alâ
Sonra, Seçilmiş ve Kıymetli Âilesine, Zor günlerde O’na Sâhib çıkan ve Sâhib çıkılan Sahâbe-i Güzîne, ve Aziz Zürrriyetine-Necib Nesline ki,
Onların Kadir ve kıymetleri, vefâları ve yüce şerefleri aşikâr, açık, alenî, meydandadır.
Yâ amîme’l- lutfi amme’l- âlemîne lutfuke
Ci’tü ercü katreten yâ Rabbi min yevmi’l- atâ
Ey lütfu, herkese ve her şeye mahsus-umuma ait olan.
Tüm âlemlere olan Senin lutfundan, Senin Bağış olan Atâ Gününde bir Lütuf-İhsan Damlası ricâ etmeye, niyaz edip yalvarmaya geldim.
Lâ tu’ahiznî bi cürmin iktesebtü muhtien
Ente Settârü’l- uyubî gattı aybî bi’l-gıtâ
Hatalara düşerek kazanıp elde ettiğim kabahat, kusur, hatâ, isyan, Günahlarım yüzünden beni yakalama!
Sen gizli ayıbları El Settâr celle celâlihu isminle örtersin.
Ente Rahmânun Rahîmun ente Hallâku’l- Verâ
Ente Hayyun ente Hakkun ente Rabbun Zü’n- Nevâ
Sen Esirgeyen Başışlayansın! Sen tüm mahlukatını halk eden El Hallâku celle celâlihusun.
Sen Hayy olansın. Sen Hakk olansın. Sen Rububiyyet ahengini koruma sahibi er RABBsın.
Ente Gaffârun ve innî müznibün müstagfirun
Ente Ma’bûdun ve innî küntü abden kad elâ
Sen günahları daha çok bağışlayan El Gaffârsın ve Bense şüphesiz günah sahibi-suçlu ve bağışlanmamı dileyenim.
Sen ibadet edilensin, Bense şüphesiz varedilmiş kul olanım.
Tüb aleyye va’fu annî v’ehdinî v’erham ve cûd
Rabbi v’agfirli zünûbî elletî eznebtuhâ
Tevbem Sana; beni affet, ve bana hidayet eyle ve bana merhamet et cömertlik et!
RABBım, işlemiş olduğum günahlarımı, kabahatlarımı ve suçlarımı bağışla!
Rabbî v’ağfir lillezîne minhumâ ebda’tenî
İz hümâ kad Rabbeyânî münzü eyyâmi’s- sabâ
RABBim,
Onları ki ikisini El Bedîu Esmana mazharkılıp eşsiz-örneksiz yarattın ve yartma yedi gününden beri terbiyendeler, buâleme getirdin büyüttün yaşattın ve rücu’et buyurdun.. Nefsim ve Ruhum..
Rabbenâ v’erham cemî’a ümmet-i Hayru’l- Verâ
Va’fu-annâ Rabbenâ v’eltuf bihâ v’agfir lehâ
RABBımız,
Yaratılmışların hayırlısı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in bütün üMMetine rAHMET et!
AFFet RABBımız ÜMMet-i MuHaMMEDe lutfet ve bağışla!
V’eskı yâ Kuddûsu Kuddûsiyyike’l- hamre’llezî
Mâ-sahâ men zâkahu cüdden ilâ vakti’l-likâ
Ey Kuddûsu ALLAH celle celâlihu!
Kuddûsi’ne öyle bir Aşk şarabı sun ki, kavuşma vaktinde cümle cemolup toplandığında o şarabdab tadanın aklı kalmasın ve Sen ile olsun...
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
17
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Yâ Men yücîbu du’ae’l- mü’minini’l- herimi
Ercûke’l- âfiyete Yâ vâhibe’n- ni’amî
Çok yaşlanmış bu ihtiyar mü’minin duâlarına icâbet eden Ey gerçek ve tek “BEN” olan RABBım!
Ey ni’metleri hîbe eden, SENden sağlık-selâmet niyaz edip yalvarıyorum.
Ente’l- Alîmü bi-hâlî küntü mürteciyen
Minke’s- selâmete fi’d- dâreyni min sedemi
Senden ümitli olan hâlimi bilen SENsin
Her iki âlemdeki; hüzün, keder, tasa, nedâmet, pişmanlıklarım için sâlim selâmet SEN’den..
Yâ Rabbî es’elüke afven ve mağfireten
Eznebtü zenben kesîren mûcibe’n- nedemi
Yâ RABBî!
SENden bir afv ve mağfiret-günahlarımı örtmeni isterim.
Nedâmet-pişmanlık gerektiren pek çok zenb- suç, günah, kabahatlar işledim.
Ve’l- cismü kad da’ufe ve’l- kâlbu muztaribu
F’ağfir li-abdike yâ Ze’l- Rahmi ve’l- keremi
Ve benden-cismim çokça zayıf ve kalbim ızdırablı.
Ey Rahmet ve Kerem Sâhibi bu kulunu bağışla..
V’eltuf bi-abdike’l- Kuddûsiyyi v’erfuk bihi
V’ahfezhu fi’d- dâreyni min hevlin ve min sedemi
Bu Kuddûsi kuluna rıfk u mulâyemet lutfunla lutfet!
Her iki âlemde; korku ve hüzün, keder, tasalarımdan SEN Muhafaza buyur.
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Yâ Men yücîbu du’ae’l- mü’minini’l- herimi
Ercûke’l- âfiyete Yâ vâhibe’n- ni’amî
Çok yaşlanmış bu ihtiyar mü’minin duâlarına icâbet eden Ey gerçek ve tek “BEN” olan RABBım!
Ey ni’metleri hîbe eden, SENden sağlık-selâmet niyaz edip yalvarıyorum.
Ente’l- Alîmü bi-hâlî küntü mürteciyen
Minke’s- selâmete fi’d- dâreyni min sedemi
Senden ümitli olan hâlimi bilen SENsin
Her iki âlemdeki; hüzün, keder, tasa, nedâmet, pişmanlıklarım için sâlim selâmet SEN’den..
Yâ Rabbî es’elüke afven ve mağfireten
Eznebtü zenben kesîren mûcibe’n- nedemi
Yâ RABBî!
SENden bir afv ve mağfiret-günahlarımı örtmeni isterim.
Nedâmet-pişmanlık gerektiren pek çok zenb- suç, günah, kabahatlar işledim.
Ve’l- cismü kad da’ufe ve’l- kâlbu muztaribu
F’ağfir li-abdike yâ Ze’l- Rahmi ve’l- keremi
Ve benden-cismim çokça zayıf ve kalbim ızdırablı.
Ey Rahmet ve Kerem Sâhibi bu kulunu bağışla..
V’eltuf bi-abdike’l- Kuddûsiyyi v’erfuk bihi
V’ahfezhu fi’d- dâreyni min hevlin ve min sedemi
Bu Kuddûsi kuluna rıfk u mulâyemet lutfunla lutfet!
Her iki âlemde; korku ve hüzün, keder, tasalarımdan SEN Muhafaza buyur.
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
18
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Ey ibn-i hâlî ko kîl ü kâli
Kesb eyle hâli seyr it cemâli
Ey kendi nefsinin hevâ ve hevesinin keyfine oynayan hâlinin çocuğu- zamâne oğlu, bu “olsun! olmasın!” dedikodusunu bırak artık da, şu ANda Şe’enullahta OL-AN HÂLi ANlayıp kazanmaya azmet ki Cemâlullahı seyredebilesin!.
Cümle sivâdan kes nazarı sen
Gönlüni 'ışkdan eyleme hâlî
Kafa basar'ın ve kalb basîretini kesretteki ALLAH Celle Celâluhu'dan gAYRısı olan mâsivâdan kes.
Nazarını-mülâhazanı-düşünüp anlamanı hakka ve hayra çevir!
ALLAH celle celâluhu inancı pây-i tahtı gönlünü sâdece AŞKullaha aç ve sakın ondan bomboş eyleyip rastgele sevgiler doldırma!.
Zikre devâm it 'ışkı idâm it
Nefsini râm it çekme vebâli
Tevhîdullah zikrine sürekli devam et, AŞKın gereklerini muhakkak yerine getir.
Nefsinin hevâsını ilâh etme, el İLÂH olan ALLAH Celle Celâluhu'ya boyun eğdirip KULLuk ettir!
Unutma ki sonunda vebâl; günah, zarar, ziyan, şiddet, azab ve doğru olmayan bir hareketin mânevî mes'uliyeti vardır her nefse!..
Kur'ân-ı Kerimi duy-uy!.
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
“E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekîl olacaksın?” (Furkan 25/43)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke'l-yakîn(yakînu): Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABBine ibâdet et!”
(Hicr 25/43)
Gönlüni yorma Hakdan ayırma
Gözini ırma gözle visâli
Dünyâ şakşukasıyla gönlünü yorma, ASL işinden fASLa kaydırma!
El HAKK ALLAH Celle Celâluhu'dan katiyen ayırma!
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Şeriat-ı GARRâ Sırât-ı Mustakîm YOLundan gözünü sapıtma-bakışını kaydırma ve hızla koştuğun “ÂHİR-Son”u bekle ve gerçek VUSLÂT için MuhaMMedî SALL et SILAmıza!.
El Hakku :
Nefsine rıfk it yoluna bin git
Pendimi işit görme melâli
Nefsini horlayıp durma o senin AYNın, RıFK- yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezâketle MuhaMMedî Tâlim-Terbiye ile Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem YOLuna bin yürüt!.
Öğüdümü-vasiyyetimi DUY-UY!
Korkuya yenilip Melâle-umutsuz can sıkıntısı, usanç, gam keder zaafına ve gevşekliğine sakın düşme!.
Mâla sevinme alçağa inme
Meslek idinme râh-ı dalâli
Aslı astarı bir oyun ve eğlence olan dünyanın geçici-çeldirici malına mülküne sevinme!
Ve unutma ki Kur'ân-ı Kerîm emri:
إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
“İnneme'l-hayâtu'd-dunyâ lâibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Gerçekten dünyâ hayâtı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Eğer îman ederseniz ve sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir ve mallarınızı da istemez.”
(MuhaMMed 47/36)
Eşyâ tapıcılığıyla esfelîne inip çakılıp kalma!
Koskoca ömründe sapıkların yolunu meslek-devamlı gidiş yolu edinme!.
İlleri yirme kendini görme
Hırs-ıla dirme mâl ü menâli
Sürekli Nefsini iyi görüp de başkalarında noksan ve kusur görüp çekiştirip durma!
Hakkı ve hayrı unutup hırs ile eline geçiridiğini “malımdır” diye toplayıp durma!
Hırsın tehlikesini Rahmeten li'l-âlemîn Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den DUY-UY!
Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayâta karşı hırs".
(Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047); Tirmizî, Zühd 28. (2340), : İbnu Mâce, Zühd 27, (4234).
Ka'b İbnu Mâlik radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlulullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dîne verdiği zarardan daha fazla değildir."
(Tirmizî, Zühd, 43, (2377).
Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. ALLAH tevbe edenleri affeder."
(Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27, (2338).
Dostunu özle vechini gözle
Sırrını gizle bulma nikâli
AYNıyın ASLı Vâcibu’l- Vücûdu’l Ahadu’s- Samed mutlak DOST el Velî ALLAH celle celâluhuyu Özle!
VECHullahı küllî Şeyde gözle, gör ve ANla!
وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ve lillâhi'l-meşriku ve'l-mağribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, kuşatandır, bilendir.”
(Bakara 2/115)
SıRRını MuhaMMedî Sürurda gizle, ortaya serme, zarâra uğratma ki sonunda pişmanlıkta nikâle- ateşli kömür parçasına dönmeye NEFSin!.
Zühde tayanma 'ilme kıvanma
Özüni sanma buldı kemâli
Yaptığının Anlamını Anlamayan bilinçsiz hamm sofuların dünyâdan kaçınan ama dünyâya sarılan sahte zühdüne- dünyâya hiç değer vermeden sâdece ahret derdi çekerek, Ez Zâhir olan ALLAH Celle Celâluhu'nun ni’metlerini reddedişe dayanma!
MuhaMMedî İlim-Edeb-İrfÂN ve ErkÂNa dayanamayan sırf AKLa bağlı NAKLsiz felsefik İLMine sevinip güvenme!
Selim olmamamış MuhaMMedî NAKLe ulaşamamış Aklınla Özünün kemâl bulduğunu sakın sanıp da yanılma!.
İsteme devlet çekme meşakkat
Kor gider elbet her kişi mâlı
Sakın sen mal ve mevki devleti-hâkimiyyeti isteme ve sırtına sarıp da; faydasız zahmet, sıkıntı, güçlük ve zorluğunu bir ömür çekme!
Ve unutma ki bu ÂLEMe çırılçıplak giren her ÂDEMoğlu yine çırılçıplak gider ve “benim" dediği her şeyini yine burada soyunup bırakıp gider..
Bu değişmez bir Sünnetullahtır!..
'Ömri ziyâne virme divâne
İtme bahâne ehl ü 'ıyâli
Aklı başında olmayan veyâ Bâtıla kaymış akılla dünyâ delisi gibi ÖMRünü heder edip ziyâna salma, hüsrana düşme!
Ve bu EMrullaha aykırı davranış yaşayışına da ehlini, âileni, çoluk çocuğunu bahâne etme!..
Mürşide vir el turma çalış gel
Perde tağın del özle visâli
Mürşid-i Mutlak MuhaMmed aleyhi's-selâm'a her bakımdan kemâlle biat edip bağlı olan bir Mürşid-i Zaman ERENine el ver!
EL El'e el Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'le ve ALLAH celle celâluhu’yadır:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Şüphesiz sana biat edenler, ancak ALLAH'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir”
(Fetih 48/10)
MuhaMMedî EDEBin kapısı, Hasbî KULLuk Kemâlâtı Hizmetçisi Kâmilin SÖZünü duyup-uyarak hizmet et, sohbetince çalış ve unutma ki:
Hizmet ile dest-i KeMÂL
HiMMet ile dest-i CeMÂL..
MuhaMMedî Sadâkat-Samîmiyyet ve Sabırla Kalbiyin pas Dağını del-perdeni sil ve o zaman SeLÂmet Özle-Hakk’ın Es SeLÂM Vuslatını bekle!.
'Işkı gıdâ it derde devâ it
Terk-i sivâ it bul Müte'âli
AŞKullahı devamlı Kalbî gıdân et!
Her derdine AŞKullahı devâ-çâre et!
ALLAH Celle Celâluhu'dan başkasını terk et ki,
El-Aliyyu ve de el-Müteâli ALLAH Celle Celâluhu'nun EMRettiği Murâdullah yüceliğine ERişesin.
El-ALİYY:
El-A'LÂ:
El-MÜTEÂLÎ:
Bâb-ı şerî'at ulu be-gâyet
Girmeyen elbet buldı zevâli
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şeriat-ı GARRÂsının Tevhid Girişi Kapısı nihâyetsiz yücedir.
Şatsız şart ancak kendisi şart olan bu KULLUK Kapısından girmeyen nefisler, bir ömrü boşuna harcayıp sonuca ulaşamadan mahvolup giderler!.
Lübdür hakîkat zarf-ı tarîkat
Kışr-ı şerî'at anla me'âli
ALLAH Celle Celâluhu'ya KULLUk İŞİnin ÖZü Hakîkat-ı MuhaMMedîyye'dir.
Bunu kapsayan ZARFıysa Târikat-ı MuhaMMedîyye'dir.
En dıştaki Şehâdet Âlemindeki Şeriat-ı MuhaMMedîyye ise Kabuğu-elbisesi gibidir.
Meâli- Kısaca mânâsı ve sunucu budur..
Sırr-ı şerî'at oldı tarîkat
Şân-ı hakîkat a'le'l-e'âlî
Şeriat-ı MuhaMMediyye'nin SıRRı, Târikat-ı MuhaMMediyye'dir.
Hakîkat-ı MuhaMMediyye'nin, şânı, şerefi, şu ANda Şe’ÂNda ceryÂN edip duruşu ise yüceden yücelik,
DevrÂNı, SeyrÂNı, CevlÂNı ve de HayrÂNıdır AKL-ı SİLM içün..
'Işka gulâm ol mest-i müdâm ol
Nâvil-i câm ol hamr-ı zülâli
AŞKullaha sürekli; esir, hizmetçi, köle ol!
Öylesine zevk alıp HAZZet ki ayıkamayan sarhoş gibi her dâim bendesi ol!
Kalbin AŞKullah'ın AŞK kadehi olsun ki;
İnsanoğlunun AKLını başından Alıp, Nakl-i Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme gark eden en saf, en berrak, en tatlı, en hafif, en güzel ve de en hoş AŞK Şarabından durmadan İÇeBİlesin!..
İste Hudâyı gözle rızâyı
Olma mürâ'î görme habâli
Canla başla dâimâ hidâyetin yaratıcısı El Hadî ALLAH Celle Celâluhu'yu iste ve her işinde Rızâullahı gözet!
HAKK Teâlâ'nın her yer, her zaman ve her hâlde hazır ve nazır olduğunu unutup halkına karşı gösteriş için Müslümanlık yapma riyâkâr olma, halkın kendi kaderindeki terslikleri, düzensizlikleri, bozulmuş inanç ve amel uygulamalarını esas alıp görme!.
El-Hâdî :
Kavle inanma odlara yanma
Bâkîye sanma zili u hayâli
Kâmil olmayan câhillerin her sözüne inanma ki ceheNNem ateşlerine yanmayasın!
Bir söz ile baş kesilir bir söz ile baş kurtulur unutma!
İçinde yaşadığın bu iğreti-geçici-izâfî- gölge ve hayal ÂLEMini ebedî sürer sanma el Bâkî olan vâhidu’l kahhar olan ALLAH Celle Celâluhu'dur!.
El-Bâkî :
El-Kahhâru :
يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
“Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni'l-mulku'l-yevm(yevme), lillâhi'l-vâhidi'l-kahhâr(kahhâri): O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey ALLAH'a karşı gizli kalmaz. (ALLAH sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan ALLAH'ındır."
(Mu’min 40/16)
'Işk-ıla inle ol bu deminle
Sözümi dinle tut bu hısâli
Aşkullah ile İNledur dâimâ ve HÂL - ÂNını - DEMini kaybetme zikr-i dâim ol!
Sözmü iyi işit-duy-uy ve değşmez ahlâk-huyuna sürekli sâhib ol!
ERen eli EDEBini muhafaza et!..
Kuddûsîden al öğüdi sen bul
Çalışuban al menzil-i 'âlî
Âşık Kuddûsî Baba'ndan ömür özeti öğüdünü al, Elini ELinde bil-bul-ol ki,
Sözünün ERİ olarak fiilen bu yolda çalışıp yaşarak ALLAH Celle Celâluhu'nun ez-Zâhir'de gerçek şâhidi olmak şerefine netîce olarak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ŞEHÂdetine iştirakla onurlan ve en yüce nüzul noktasına Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in mutahhar yüreğinde ulaş inşâe ALLAH!..
Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah!..
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi...''
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Ey ibn-i hâlî ko kîl ü kâli
Kesb eyle hâli seyr it cemâli
Ey kendi nefsinin hevâ ve hevesinin keyfine oynayan hâlinin çocuğu- zamâne oğlu, bu “olsun! olmasın!” dedikodusunu bırak artık da, şu ANda Şe’enullahta OL-AN HÂLi ANlayıp kazanmaya azmet ki Cemâlullahı seyredebilesin!.
Cümle sivâdan kes nazarı sen
Gönlüni 'ışkdan eyleme hâlî
Kafa basar'ın ve kalb basîretini kesretteki ALLAH Celle Celâluhu'dan gAYRısı olan mâsivâdan kes.
Nazarını-mülâhazanı-düşünüp anlamanı hakka ve hayra çevir!
ALLAH celle celâluhu inancı pây-i tahtı gönlünü sâdece AŞKullaha aç ve sakın ondan bomboş eyleyip rastgele sevgiler doldırma!.
Zikre devâm it 'ışkı idâm it
Nefsini râm it çekme vebâli
Tevhîdullah zikrine sürekli devam et, AŞKın gereklerini muhakkak yerine getir.
Nefsinin hevâsını ilâh etme, el İLÂH olan ALLAH Celle Celâluhu'ya boyun eğdirip KULLuk ettir!
Unutma ki sonunda vebâl; günah, zarar, ziyan, şiddet, azab ve doğru olmayan bir hareketin mânevî mes'uliyeti vardır her nefse!..
Kur'ân-ı Kerimi duy-uy!.
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
“E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen): Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekîl olacaksın?” (Furkan 25/43)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke'l-yakîn(yakînu): Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABBine ibâdet et!”
(Hicr 25/43)
Gönlüni yorma Hakdan ayırma
Gözini ırma gözle visâli
Dünyâ şakşukasıyla gönlünü yorma, ASL işinden fASLa kaydırma!
El HAKK ALLAH Celle Celâluhu'dan katiyen ayırma!
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin Şeriat-ı GARRâ Sırât-ı Mustakîm YOLundan gözünü sapıtma-bakışını kaydırma ve hızla koştuğun “ÂHİR-Son”u bekle ve gerçek VUSLÂT için MuhaMMedî SALL et SILAmıza!.
El Hakku :
Nefsine rıfk it yoluna bin git
Pendimi işit görme melâli
Nefsini horlayıp durma o senin AYNın, RıFK- yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezâketle MuhaMMedî Tâlim-Terbiye ile Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem YOLuna bin yürüt!.
Öğüdümü-vasiyyetimi DUY-UY!
Korkuya yenilip Melâle-umutsuz can sıkıntısı, usanç, gam keder zaafına ve gevşekliğine sakın düşme!.
Mâla sevinme alçağa inme
Meslek idinme râh-ı dalâli
Aslı astarı bir oyun ve eğlence olan dünyanın geçici-çeldirici malına mülküne sevinme!
Ve unutma ki Kur'ân-ı Kerîm emri:
إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
“İnneme'l-hayâtu'd-dunyâ lâibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Gerçekten dünyâ hayâtı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Eğer îman ederseniz ve sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir ve mallarınızı da istemez.”
(MuhaMMed 47/36)
Eşyâ tapıcılığıyla esfelîne inip çakılıp kalma!
Koskoca ömründe sapıkların yolunu meslek-devamlı gidiş yolu edinme!.
İlleri yirme kendini görme
Hırs-ıla dirme mâl ü menâli
Sürekli Nefsini iyi görüp de başkalarında noksan ve kusur görüp çekiştirip durma!
Hakkı ve hayrı unutup hırs ile eline geçiridiğini “malımdır” diye toplayıp durma!
Hırsın tehlikesini Rahmeten li'l-âlemîn Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den DUY-UY!
Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayâta karşı hırs".
(Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047); Tirmizî, Zühd 28. (2340), : İbnu Mâce, Zühd 27, (4234).
Ka'b İbnu Mâlik radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlulullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dîne verdiği zarardan daha fazla değildir."
(Tirmizî, Zühd, 43, (2377).
Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Rasûlullah aleyhi's-salâtu ve's-selâm buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. ALLAH tevbe edenleri affeder."
(Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27, (2338).
Dostunu özle vechini gözle
Sırrını gizle bulma nikâli
AYNıyın ASLı Vâcibu’l- Vücûdu’l Ahadu’s- Samed mutlak DOST el Velî ALLAH celle celâluhuyu Özle!
VECHullahı küllî Şeyde gözle, gör ve ANla!
وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ve lillâhi'l-meşriku ve'l-mağribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun): Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, kuşatandır, bilendir.”
(Bakara 2/115)
SıRRını MuhaMMedî Sürurda gizle, ortaya serme, zarâra uğratma ki sonunda pişmanlıkta nikâle- ateşli kömür parçasına dönmeye NEFSin!.
Zühde tayanma 'ilme kıvanma
Özüni sanma buldı kemâli
Yaptığının Anlamını Anlamayan bilinçsiz hamm sofuların dünyâdan kaçınan ama dünyâya sarılan sahte zühdüne- dünyâya hiç değer vermeden sâdece ahret derdi çekerek, Ez Zâhir olan ALLAH Celle Celâluhu'nun ni’metlerini reddedişe dayanma!
MuhaMMedî İlim-Edeb-İrfÂN ve ErkÂNa dayanamayan sırf AKLa bağlı NAKLsiz felsefik İLMine sevinip güvenme!
Selim olmamamış MuhaMMedî NAKLe ulaşamamış Aklınla Özünün kemâl bulduğunu sakın sanıp da yanılma!.
İsteme devlet çekme meşakkat
Kor gider elbet her kişi mâlı
Sakın sen mal ve mevki devleti-hâkimiyyeti isteme ve sırtına sarıp da; faydasız zahmet, sıkıntı, güçlük ve zorluğunu bir ömür çekme!
Ve unutma ki bu ÂLEMe çırılçıplak giren her ÂDEMoğlu yine çırılçıplak gider ve “benim" dediği her şeyini yine burada soyunup bırakıp gider..
Bu değişmez bir Sünnetullahtır!..
'Ömri ziyâne virme divâne
İtme bahâne ehl ü 'ıyâli
Aklı başında olmayan veyâ Bâtıla kaymış akılla dünyâ delisi gibi ÖMRünü heder edip ziyâna salma, hüsrana düşme!
Ve bu EMrullaha aykırı davranış yaşayışına da ehlini, âileni, çoluk çocuğunu bahâne etme!..
Mürşide vir el turma çalış gel
Perde tağın del özle visâli
Mürşid-i Mutlak MuhaMmed aleyhi's-selâm'a her bakımdan kemâlle biat edip bağlı olan bir Mürşid-i Zaman ERENine el ver!
EL El'e el Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'le ve ALLAH celle celâluhu’yadır:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Şüphesiz sana biat edenler, ancak ALLAH'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir”
(Fetih 48/10)
MuhaMMedî EDEBin kapısı, Hasbî KULLuk Kemâlâtı Hizmetçisi Kâmilin SÖZünü duyup-uyarak hizmet et, sohbetince çalış ve unutma ki:
Hizmet ile dest-i KeMÂL
HiMMet ile dest-i CeMÂL..
MuhaMMedî Sadâkat-Samîmiyyet ve Sabırla Kalbiyin pas Dağını del-perdeni sil ve o zaman SeLÂmet Özle-Hakk’ın Es SeLÂM Vuslatını bekle!.
'Işkı gıdâ it derde devâ it
Terk-i sivâ it bul Müte'âli
AŞKullahı devamlı Kalbî gıdân et!
Her derdine AŞKullahı devâ-çâre et!
ALLAH Celle Celâluhu'dan başkasını terk et ki,
El-Aliyyu ve de el-Müteâli ALLAH Celle Celâluhu'nun EMRettiği Murâdullah yüceliğine ERişesin.
El-ALİYY:
El-A'LÂ:
El-MÜTEÂLÎ:
Bâb-ı şerî'at ulu be-gâyet
Girmeyen elbet buldı zevâli
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şeriat-ı GARRÂsının Tevhid Girişi Kapısı nihâyetsiz yücedir.
Şatsız şart ancak kendisi şart olan bu KULLUK Kapısından girmeyen nefisler, bir ömrü boşuna harcayıp sonuca ulaşamadan mahvolup giderler!.
Lübdür hakîkat zarf-ı tarîkat
Kışr-ı şerî'at anla me'âli
ALLAH Celle Celâluhu'ya KULLUk İŞİnin ÖZü Hakîkat-ı MuhaMMedîyye'dir.
Bunu kapsayan ZARFıysa Târikat-ı MuhaMMedîyye'dir.
En dıştaki Şehâdet Âlemindeki Şeriat-ı MuhaMMedîyye ise Kabuğu-elbisesi gibidir.
Meâli- Kısaca mânâsı ve sunucu budur..
Sırr-ı şerî'at oldı tarîkat
Şân-ı hakîkat a'le'l-e'âlî
Şeriat-ı MuhaMMediyye'nin SıRRı, Târikat-ı MuhaMMediyye'dir.
Hakîkat-ı MuhaMMediyye'nin, şânı, şerefi, şu ANda Şe’ÂNda ceryÂN edip duruşu ise yüceden yücelik,
DevrÂNı, SeyrÂNı, CevlÂNı ve de HayrÂNıdır AKL-ı SİLM içün..
'Işka gulâm ol mest-i müdâm ol
Nâvil-i câm ol hamr-ı zülâli
AŞKullaha sürekli; esir, hizmetçi, köle ol!
Öylesine zevk alıp HAZZet ki ayıkamayan sarhoş gibi her dâim bendesi ol!
Kalbin AŞKullah'ın AŞK kadehi olsun ki;
İnsanoğlunun AKLını başından Alıp, Nakl-i Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme gark eden en saf, en berrak, en tatlı, en hafif, en güzel ve de en hoş AŞK Şarabından durmadan İÇeBİlesin!..
İste Hudâyı gözle rızâyı
Olma mürâ'î görme habâli
Canla başla dâimâ hidâyetin yaratıcısı El Hadî ALLAH Celle Celâluhu'yu iste ve her işinde Rızâullahı gözet!
HAKK Teâlâ'nın her yer, her zaman ve her hâlde hazır ve nazır olduğunu unutup halkına karşı gösteriş için Müslümanlık yapma riyâkâr olma, halkın kendi kaderindeki terslikleri, düzensizlikleri, bozulmuş inanç ve amel uygulamalarını esas alıp görme!.
El-Hâdî :
Kavle inanma odlara yanma
Bâkîye sanma zili u hayâli
Kâmil olmayan câhillerin her sözüne inanma ki ceheNNem ateşlerine yanmayasın!
Bir söz ile baş kesilir bir söz ile baş kurtulur unutma!
İçinde yaşadığın bu iğreti-geçici-izâfî- gölge ve hayal ÂLEMini ebedî sürer sanma el Bâkî olan vâhidu’l kahhar olan ALLAH Celle Celâluhu'dur!.
El-Bâkî :
El-Kahhâru :
يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
“Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni'l-mulku'l-yevm(yevme), lillâhi'l-vâhidi'l-kahhâr(kahhâri): O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey ALLAH'a karşı gizli kalmaz. (ALLAH sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan ALLAH'ındır."
(Mu’min 40/16)
'Işk-ıla inle ol bu deminle
Sözümi dinle tut bu hısâli
Aşkullah ile İNledur dâimâ ve HÂL - ÂNını - DEMini kaybetme zikr-i dâim ol!
Sözmü iyi işit-duy-uy ve değşmez ahlâk-huyuna sürekli sâhib ol!
ERen eli EDEBini muhafaza et!..
Kuddûsîden al öğüdi sen bul
Çalışuban al menzil-i 'âlî
Âşık Kuddûsî Baba'ndan ömür özeti öğüdünü al, Elini ELinde bil-bul-ol ki,
Sözünün ERİ olarak fiilen bu yolda çalışıp yaşarak ALLAH Celle Celâluhu'nun ez-Zâhir'de gerçek şâhidi olmak şerefine netîce olarak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ŞEHÂdetine iştirakla onurlan ve en yüce nüzul noktasına Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in mutahhar yüreğinde ulaş inşâe ALLAH!..
Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah!..
''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi...''
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
19
Günâhlar'afv iden Gaffâr değil mi
'Ayıblar setr iden Settâr değil mi
İnsanoğlunun kulluk imtihanı gereği günahları olacaktır.
ALLAH celle celâluhu ise mutlak gufran sahibidir.
Yine HaKK’ın bildiği açık-gizli ayıplarını ster eden-örten es Settâr- örten, kapayan gizleyen, en çok gizleyen ve örten ALLAH celle celâluhudur.
El Gaffâru :
Günâhım çok deyü kesme ümîdi
Ki kânıt ekfer-i küffâr değil mi
Günâhım çok deyip de ümîd kesmek İslâm dîninde yasaktır:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yağfiru'z-zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huve'l-ğafûru'r-rahîm(rahîmu): De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
(Zümer 39/53)
Bunun kanıtı ise bu âyetle, Hak din olan İslâmiyeti inkâr eden kâfirlerin en büyük küfürlerinin de “Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar” hükmü içine girmekte olmasıdır.
Günâhın nef i vardır Müslimâna
Diyen Peygamber-i Muhtâr değil mi
Günah-Sevab ikilisi ve insan aklının MuhaMMedî İlim, İrâde, İdrak ve İştirakte KuLluk tercihi-yakîn gelinceye kadar ibâdet yapması hayâtın yaratılış Murâdıdır.
Melekler gibi nötr bir kulluk olmaz.. Mutfak ve tuvalet her can içindir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurur.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ve kul li'l-mu’minâti yağdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, ve'l-yadribne bi humûrihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi't-tâbiîne gayri uli'l-irbeti mine'r-ricâli evi't-tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe'l-mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne): Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte ALLAH'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."
(Nur 24/31)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gi bidir.” buyurur.
(İbn Mace, Zühd 30)
Günâh eyler kulı ehl-i temellük
Tevâzu' inkisâr hoş kâr değil mi
İşlenen günahları anlayış, özür dileyiş tevbe edişler;
İnsan oğlunu RABBına rücu’-dönüşte edeb sâhibi kılar mânevî değerlere sâhib çıkıp Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İzinde yürümeyi sağlar,.
Alçak gönüllü, kibirsiz, mahviyet hâli kılar, hayâta karşı aşırı düşkünlük şehvetini kırması gerçekten geçici hayâtın en güzel kazancı değil mi?.
Günâh-kâr kurtılur ucb u kibirden
Tekebbür ekber-i evzâr değil mi
Günahkar hatasını anlar, tevbe eder ve Hakka döner ucbdan-kibirden, gururdan, kendini beğenmişlikten, ameline, yaptıkları işe güvenmek hastalığından kurtulur.
Nefsinin şuhhasına kapılmış kibir kafalılar ise, en büyük günah yüklerini ahretlerine taşıyan eşşekler gibidirler.
'Azâzîli sezâ-yı la'net iden
Gurûr u 'ucb u istikbâr değil mi
Şerlerin ilk temsilcisi İblisi la'nete- ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyete düşüren lâyık kılan;
Hasedi, gururu, kendini beğenmişlik kibiri değil midir?
Kur'ân-ı Kerîmimiz;
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
“Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ li'l-melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mine's-sâcidîn(sâcidîne): Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.
(A’raf 7/11)
قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
“Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin): ALLAH buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.”
(A’raf 7/12)
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mine's-sâğirîn(sâğirîne): ALLAH: «Hemen in oradan, orada büyüklük taslamak ne haddine, haydi çık; çünkü sen alçaklardansın!» buyurdu.”
(A’raf 7/13)
Özini ahkar-ı mahlûk tutanlar
Ulu'l-elbâb ulu'l-ebsâr değil mi
Kulluk Sıfatlarımız olan Fakriyyet, Acziyyet, Zillet ve İlleti anlamını; Eren elinden edeble alıp her birisi sâdece kendisine yüklenen köpeklik, incirlik, taşlık vs yapan mahluklardan her yöne kayıcı aklıyla en güvenilmezi ve itibarsızı olduğunu bilip anlayanlar;
Ulu'l-elbâb olanlar, MuhaMMedî lübbü’l-lüb, habli’l-verid hülâsası yakınlığına Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de erenler;
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
“İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı): Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”
(Âl-i İmrân 3/190)
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِي الأَلْبَابِ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûli'l-elbâb(elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne): Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sâhibleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir.”
(Yûsuf 12/111)
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ
“Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûli'l-elbâb(elbâbi): Bizden bir rahmet ve olgun akıl sâhibleri için de bir ibret olmak üzere ona hem âilesini hem de onlarla berâber bir mislini bağışladık”
(Sâd 38/43)
Bir de kafa Gözü basarıyla berâber Kalb göz Basîretiyle bakıp-görenler değil mi halkın en altında toprak gibi olanlar..
يُقَلِّبُ اللَّهُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّأُوْلِي الْأَبْصَارِ
“Yukallibullâhul leyle ven nehâr(nehâre), inne fî zâlike le ibreten li ulil ebsâr(ebsâri): ALLAH, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sâhibleri için mutlak bir ibret vardır.”
(Nur 24/44)
Günâh işlenmese kim ola mağfûr
Gönül rencine ol tîmâr değil mi
Yüce bağışlama sıfatını, El Gâfuru, El Gâfiru, El Gaffâru esmâlarıyla bildirip, kullarına günahı ve bağışlanmasını yaşatan ALLAH celle celâluhu, kulların gönül rencine-ağrısına, sıkıntısına bu işlem bir timar- kulluğun devam ve inkişafı-kemâlâtı için yapılan tedâvi-hizmet değil midir?
El Gaffâru :
El Gâfiru :
El Gâfûru:
Günâhını bilen bulur selâmet
Günâhım yok diyen bî-'âr değil mi
Bu nedenle hatâ noksan günahını bilenler çâresini de bulur ve selâmete ererken,
Her şeye şâhid ALLAH celle celâluhu karşısında “Günahsızım!” diyenler ârsız-utanmazlar değil mi?
Günâhın i'tirâf itmekle mü'min
Terakkî idiser her bâr değil mi
Günahını kabul eden mü’minler tevbe istiğfarla düzen-denge kurup her bir ömür mevsimlerinde kemâlâtla ilerlerler.. tohumdan tohuma meyve verirler dünyâ, din ve ahretlerinde..
Günâhda hikmeti bî-had Hakîmin
Günâhda bî-şümâr esrâr değil mi
El Hakîm ALLAH celle celâluhunun insan nefsinde-aklında günah işleyebilme özelliği yaratmasında sınırsız hikmetleri vardır.
Kulun hayâtında günahın varlığında sayısız sırların olduğu açık değil mi?
El Hakîmu :
Günah-ile iden çokdur tekarrüb
Ki tevvâblar kamu dostlar değil mi
Günahları yüzünden RABBlarına yakınlık kazananlar pek çoktur,
Bütün HAKK Dostları, Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden et Tevvâb ALLAH celle celâluhu dostlarıdırlar.
Et Tevvâbu :
Günâh itmez zarar yârân-ı
Hakka Ehibbâsı anın anlar değil mi
Hakk ALLAH celle celâluhu nun yâranlarına-gerçek yandaşlarına günah bir zarar veremez çünkü, ALLAH celle celâluhunun Ehibbâsı-Habibleri, dostları, en sevgilileri sevgililer onlardır..
Günâh nebbâş velî olmağa bâ'is
Ki tâ'ib yâr-ı Hakka yâr değil mi
Günâh, veli olmağa sebeb olan bir nebbâş- bir mezar soyucu, kefen soyucu ki,
Tâ'ib- Tövbe eden, günahlarına pişman olan HaKK Teâlâ’nın yâri Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin YÂRleridirler..
Günâhı nefsine isnâd idenler
Hudânın sevdiği ahyâr değil mi
Kulluk tercihi sonucu işlenen hayr ve şerri yaratan ALLAH celle celâluhu iken hayrı işlemeye emri şerri işlemeye yasağı vardır ve Hüdâ Teâlâ'nın sevdikleri de ahyârlar-en hayr işleyen hayr ehlidirler.
مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
“Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden): Sana iyilikten her ne gelirse ALLAH'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak ALLAH yeter.”
(Nisâ 4/79)
Günâh takdîr ile oldı diyenler
Re'îs-i zümre-i eşrâr değil mi
Yukardaki ve benzeri âyet-i celîlere kulak tıkayıp şerleri işleyip “ALLAH celle celâluhu takdiri tecellî etti adam öldürdüm!” suçu yaratana atanlar gerçekten şerr şeytanları zümresinin başkanlarıdırlar..
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
“Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fi'l-ardı fe ke ennemâ katele'n-nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahye'n-nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fi'l-ardı le musrifûn(musrifûne): İşte bu yüzdendir ki İsrâiloğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.”
(Mâide 5/32)
Günâh-kânn var ise havf u zilli
Mutî'ifi 'ucb u kibri var değil mi
Günahkân- günah menbaı, kaynağı var ise;
Mutî'if-tavaf edenin, ucbuna-kendin beğenmişliğine karşı HaKK korkusu, kibrine karşı zilletini anlamak hazînesi de vardır..
Aziz Kuddûsî Babamız burada hârika bir konuya deyinmektedir.
Tâfe tavaf etmek-dönmektir. Ve her kulu şahdamarından yakın Mutlak merkez RABBu’l-Âlemin etrafındaki Habli’l-verid Nûr-u MİM çenberinde tavaf döngüsü sırrına ermiş ALLAH Dostları olarak sunmakta..
Ama Ulaşılamayan MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMîn celle celâluhu..
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.”
(Kaf 50/16)
“SeBBaha”: sonsuz yüzüş-döngüsü..
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.”
(Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz in şâe ALLAH..
Günâh-kâr mu'terif cürm ü günâhın
Benim diyen muti' berdâr değil mi
Günahkârken yaptığı cürm-kabahat, kusur, hatâ, isyan, günah yaramazlıklarını kabul edip îtiraf edip: “bunlar benim!” diyen Hakk’a itaat edici kula günahları itaat etmesinde sebeb değil mi? asıldığı- tutunduğu ip değil mi?
Mutî'ifi nâz u istiğnâdur işi
Günâh-kâr müftekır zinhâr değil mi
Mutî'if-ilahî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan ERenler ki onların işi gücü dâima naz ehli oluş ve halkın elindekilerden ganî gönülle uzak duruştur.
Günahını bilenler ise, kesinlikle kalender, muhtaç, fakir, züğürttürler bu hayatta.
Mutî'ifi matlabı 'izz ü teraffu'
'Usâtıfi hâli istihkâr değil mi
Mutî'if-ilahî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan, mûti olan Erenlerin tek isteği İzzetulah ve kemâlat yükseliş-RABBa rücu’ setr u sülûkudur.
يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Yekûlûne le in reca’nâ ile'l-medîneti le yuhricenne'l-eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhi'l-izzetu ve li rasûlihî ve li'l-mû’minîne ve lâkinne'l-munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne): Onlar: Andolsun, eğer Medîne'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak ALLAH'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler.”
(Münâfikun 63/8)
'Usâtıf- Asiler, zorbalar, itaat etmeyenler, günahkârların her zamanki hâli ise istihkâr- hakâret etmek Küçük görmek, hakir görülmek, hor bakılmak değil midir?.
Mutî'ifi maksad-ı aksâsı cennet
O miskîn tâlib-i ağyâr değil mi
Mutî'if-ilâhî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan Erenlerin en son en uzak maksadı sonuçta cennet,
Bu hayâta bel bağlamış miskininse ağyâre yâr olmaya uğraşmak değil midir?.
Günâh-kâr tevbe-kâr olub sonunda
Hudâsın zikr ider ağlar değil mi
Aklı silme kavuşan Günâhkâr-günahçı sonunda tevbekâr-günahdan dönücü tevbeci olup da sonunda Hüdâsı ALLAH celle celâluhuyu zikrederek göz yaşı döken değil midir?.
Gice gündüz hemân dir Allah Allah
O zâkir 'âşık-ı dil-dâr değil mi
Gece gündüz durmadan Zikrullahla: “ALLAH! ALLAH!” diyen zâkir-zikr-i dâim ehli gerçek gönül alıcı ÂŞIK değil midir?.
Gurura düşdi İblîs oldı merdûd
Ki mağrûr efcer-i füccâr değil mi
İblis hevâsının üstünlüğü gurûruna kapıldı ve merdûd- reddolunmuş, kabul edilmemiş, geri döndürülmüş, kovulmuş oldu.
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mine's-sâğirîn(sâgirîne): ALLAH: «Hemen in oradan, orada büyüklük taslamak ne haddine, haydi çık; çünkü sen alçaklardansın!» buyurdu.”
(A’raf 7/13)
Ki haktan ayrılan o gurur sâhiblerinin sâhibi fücur işleyen âcizlerin şeddelisi füccârları en azılısı değil midir?.
Kıvanma 'ilm ü a'mâl kesretine
Kıvanmak mûcib-i idbâr değil mi
Kıvanma-sevinme, neşelenme ilmim amelim çokça diyerek,
Bunlara sevinmek ahmak işi ve işlerin dübüre-geriye dönmesini îcab ettiren sebeb değil midir?.
Hudânın kullarını yirme aslâ
İli dîn-dâr bilen dîn-dâr değil mi
Hudâ ALLAH celle celâluhu kullarını yerme, eksik görme kötüleme,
Gerçek dindâr kendi gibi herkesi dindâr bilen değil midir?.
Nasîhat eylemek ihvân-ı dîne
Güzel haslet güzel güftâr değil mi
Din kardeşlerine Hakkı DUY Hayra UY nasihati etmek,
Çok temiz ahlâk iyi bir huy ve de güzel söz değil midir?.
Nasîhat dutmayan mağrûr le'îmin
Cehennemde cezâsı nâr değil mi
Ancak ısrarla nasihatı duyup-uymayan, tutmayan kibirli alçağın-levm edilenin cehennemdeki karşılığı ateş değil midir?.
Bu Kuddûsî günâhda bî-nazîr hem
Rahîmin rahmetin umar değil mi
Bu Âşık Kuddûsî Baba'ya gelince günahta bir eşi daha yok bir günahkârken,
Er Rahîm ALLAH celle celâluhu rahmetini umar değil midir?.
er RahîM:
Günâhlar'afv iden Gaffâr değil mi
'Ayıblar setr iden Settâr değil mi
İnsanoğlunun kulluk imtihanı gereği günahları olacaktır.
ALLAH celle celâluhu ise mutlak gufran sahibidir.
Yine HaKK’ın bildiği açık-gizli ayıplarını ster eden-örten es Settâr- örten, kapayan gizleyen, en çok gizleyen ve örten ALLAH celle celâluhudur.
El Gaffâru :
Günâhım çok deyü kesme ümîdi
Ki kânıt ekfer-i küffâr değil mi
Günâhım çok deyip de ümîd kesmek İslâm dîninde yasaktır:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yağfiru'z-zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huve'l-ğafûru'r-rahîm(rahîmu): De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
(Zümer 39/53)
Bunun kanıtı ise bu âyetle, Hak din olan İslâmiyeti inkâr eden kâfirlerin en büyük küfürlerinin de “Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar” hükmü içine girmekte olmasıdır.
Günâhın nef i vardır Müslimâna
Diyen Peygamber-i Muhtâr değil mi
Günah-Sevab ikilisi ve insan aklının MuhaMMedî İlim, İrâde, İdrak ve İştirakte KuLluk tercihi-yakîn gelinceye kadar ibâdet yapması hayâtın yaratılış Murâdıdır.
Melekler gibi nötr bir kulluk olmaz.. Mutfak ve tuvalet her can içindir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, ALLAH sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” buyurur.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ve kul li'l-mu’minâti yağdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, ve'l-yadribne bi humûrihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi't-tâbiîne gayri uli'l-irbeti mine'r-ricâli evi't-tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe'l-mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne): Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte ALLAH'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."
(Nur 24/31)
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gi bidir.” buyurur.
(İbn Mace, Zühd 30)
Günâh eyler kulı ehl-i temellük
Tevâzu' inkisâr hoş kâr değil mi
İşlenen günahları anlayış, özür dileyiş tevbe edişler;
İnsan oğlunu RABBına rücu’-dönüşte edeb sâhibi kılar mânevî değerlere sâhib çıkıp Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İzinde yürümeyi sağlar,.
Alçak gönüllü, kibirsiz, mahviyet hâli kılar, hayâta karşı aşırı düşkünlük şehvetini kırması gerçekten geçici hayâtın en güzel kazancı değil mi?.
Günâh-kâr kurtılur ucb u kibirden
Tekebbür ekber-i evzâr değil mi
Günahkar hatasını anlar, tevbe eder ve Hakka döner ucbdan-kibirden, gururdan, kendini beğenmişlikten, ameline, yaptıkları işe güvenmek hastalığından kurtulur.
Nefsinin şuhhasına kapılmış kibir kafalılar ise, en büyük günah yüklerini ahretlerine taşıyan eşşekler gibidirler.
'Azâzîli sezâ-yı la'net iden
Gurûr u 'ucb u istikbâr değil mi
Şerlerin ilk temsilcisi İblisi la'nete- ALLAH'ın rahmetinden mahrumiyete düşüren lâyık kılan;
Hasedi, gururu, kendini beğenmişlik kibiri değil midir?
Kur'ân-ı Kerîmimiz;
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
“Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ li'l-melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mine's-sâcidîn(sâcidîne): Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.
(A’raf 7/11)
قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
“Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin): ALLAH buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.”
(A’raf 7/12)
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mine's-sâğirîn(sâğirîne): ALLAH: «Hemen in oradan, orada büyüklük taslamak ne haddine, haydi çık; çünkü sen alçaklardansın!» buyurdu.”
(A’raf 7/13)
Özini ahkar-ı mahlûk tutanlar
Ulu'l-elbâb ulu'l-ebsâr değil mi
Kulluk Sıfatlarımız olan Fakriyyet, Acziyyet, Zillet ve İlleti anlamını; Eren elinden edeble alıp her birisi sâdece kendisine yüklenen köpeklik, incirlik, taşlık vs yapan mahluklardan her yöne kayıcı aklıyla en güvenilmezi ve itibarsızı olduğunu bilip anlayanlar;
Ulu'l-elbâb olanlar, MuhaMMedî lübbü’l-lüb, habli’l-verid hülâsası yakınlığına Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de erenler;
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
“İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı): Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”
(Âl-i İmrân 3/190)
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِي الأَلْبَابِ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûli'l-elbâb(elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne): Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sâhibleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir.”
(Yûsuf 12/111)
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ
“Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûli'l-elbâb(elbâbi): Bizden bir rahmet ve olgun akıl sâhibleri için de bir ibret olmak üzere ona hem âilesini hem de onlarla berâber bir mislini bağışladık”
(Sâd 38/43)
Bir de kafa Gözü basarıyla berâber Kalb göz Basîretiyle bakıp-görenler değil mi halkın en altında toprak gibi olanlar..
يُقَلِّبُ اللَّهُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّأُوْلِي الْأَبْصَارِ
“Yukallibullâhul leyle ven nehâr(nehâre), inne fî zâlike le ibreten li ulil ebsâr(ebsâri): ALLAH, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sâhibleri için mutlak bir ibret vardır.”
(Nur 24/44)
Günâh işlenmese kim ola mağfûr
Gönül rencine ol tîmâr değil mi
Yüce bağışlama sıfatını, El Gâfuru, El Gâfiru, El Gaffâru esmâlarıyla bildirip, kullarına günahı ve bağışlanmasını yaşatan ALLAH celle celâluhu, kulların gönül rencine-ağrısına, sıkıntısına bu işlem bir timar- kulluğun devam ve inkişafı-kemâlâtı için yapılan tedâvi-hizmet değil midir?
El Gaffâru :
El Gâfiru :
El Gâfûru:
Günâhını bilen bulur selâmet
Günâhım yok diyen bî-'âr değil mi
Bu nedenle hatâ noksan günahını bilenler çâresini de bulur ve selâmete ererken,
Her şeye şâhid ALLAH celle celâluhu karşısında “Günahsızım!” diyenler ârsız-utanmazlar değil mi?
Günâhın i'tirâf itmekle mü'min
Terakkî idiser her bâr değil mi
Günahını kabul eden mü’minler tevbe istiğfarla düzen-denge kurup her bir ömür mevsimlerinde kemâlâtla ilerlerler.. tohumdan tohuma meyve verirler dünyâ, din ve ahretlerinde..
Günâhda hikmeti bî-had Hakîmin
Günâhda bî-şümâr esrâr değil mi
El Hakîm ALLAH celle celâluhunun insan nefsinde-aklında günah işleyebilme özelliği yaratmasında sınırsız hikmetleri vardır.
Kulun hayâtında günahın varlığında sayısız sırların olduğu açık değil mi?
El Hakîmu :
Günah-ile iden çokdur tekarrüb
Ki tevvâblar kamu dostlar değil mi
Günahları yüzünden RABBlarına yakınlık kazananlar pek çoktur,
Bütün HAKK Dostları, Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden et Tevvâb ALLAH celle celâluhu dostlarıdırlar.
Et Tevvâbu :
Günâh itmez zarar yârân-ı
Hakka Ehibbâsı anın anlar değil mi
Hakk ALLAH celle celâluhu nun yâranlarına-gerçek yandaşlarına günah bir zarar veremez çünkü, ALLAH celle celâluhunun Ehibbâsı-Habibleri, dostları, en sevgilileri sevgililer onlardır..
Günâh nebbâş velî olmağa bâ'is
Ki tâ'ib yâr-ı Hakka yâr değil mi
Günâh, veli olmağa sebeb olan bir nebbâş- bir mezar soyucu, kefen soyucu ki,
Tâ'ib- Tövbe eden, günahlarına pişman olan HaKK Teâlâ’nın yâri Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin YÂRleridirler..
Günâhı nefsine isnâd idenler
Hudânın sevdiği ahyâr değil mi
Kulluk tercihi sonucu işlenen hayr ve şerri yaratan ALLAH celle celâluhu iken hayrı işlemeye emri şerri işlemeye yasağı vardır ve Hüdâ Teâlâ'nın sevdikleri de ahyârlar-en hayr işleyen hayr ehlidirler.
مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
“Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden): Sana iyilikten her ne gelirse ALLAH'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak ALLAH yeter.”
(Nisâ 4/79)
Günâh takdîr ile oldı diyenler
Re'îs-i zümre-i eşrâr değil mi
Yukardaki ve benzeri âyet-i celîlere kulak tıkayıp şerleri işleyip “ALLAH celle celâluhu takdiri tecellî etti adam öldürdüm!” suçu yaratana atanlar gerçekten şerr şeytanları zümresinin başkanlarıdırlar..
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
“Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fi'l-ardı fe ke ennemâ katele'n-nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahye'n-nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fi'l-ardı le musrifûn(musrifûne): İşte bu yüzdendir ki İsrâiloğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.”
(Mâide 5/32)
Günâh-kânn var ise havf u zilli
Mutî'ifi 'ucb u kibri var değil mi
Günahkân- günah menbaı, kaynağı var ise;
Mutî'if-tavaf edenin, ucbuna-kendin beğenmişliğine karşı HaKK korkusu, kibrine karşı zilletini anlamak hazînesi de vardır..
Aziz Kuddûsî Babamız burada hârika bir konuya deyinmektedir.
Tâfe tavaf etmek-dönmektir. Ve her kulu şahdamarından yakın Mutlak merkez RABBu’l-Âlemin etrafındaki Habli’l-verid Nûr-u MİM çenberinde tavaf döngüsü sırrına ermiş ALLAH Dostları olarak sunmakta..
Ama Ulaşılamayan MERKEZ-de O RABBu’l-ÂLEMîn celle celâluhu..
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha YAKINız.”
(Kaf 50/16)
“SeBBaha”: sonsuz yüzüş-döngüsü..
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.”
(Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz in şâe ALLAH..
Günâh-kâr mu'terif cürm ü günâhın
Benim diyen muti' berdâr değil mi
Günahkârken yaptığı cürm-kabahat, kusur, hatâ, isyan, günah yaramazlıklarını kabul edip îtiraf edip: “bunlar benim!” diyen Hakk’a itaat edici kula günahları itaat etmesinde sebeb değil mi? asıldığı- tutunduğu ip değil mi?
Mutî'ifi nâz u istiğnâdur işi
Günâh-kâr müftekır zinhâr değil mi
Mutî'if-ilahî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan ERenler ki onların işi gücü dâima naz ehli oluş ve halkın elindekilerden ganî gönülle uzak duruştur.
Günahını bilenler ise, kesinlikle kalender, muhtaç, fakir, züğürttürler bu hayatta.
Mutî'ifi matlabı 'izz ü teraffu'
'Usâtıfi hâli istihkâr değil mi
Mutî'if-ilahî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan, mûti olan Erenlerin tek isteği İzzetulah ve kemâlat yükseliş-RABBa rücu’ setr u sülûkudur.
يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Yekûlûne le in reca’nâ ile'l-medîneti le yuhricenne'l-eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhi'l-izzetu ve li rasûlihî ve li'l-mû’minîne ve lâkinne'l-munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne): Onlar: Andolsun, eğer Medîne'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak ALLAH'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler.”
(Münâfikun 63/8)
'Usâtıf- Asiler, zorbalar, itaat etmeyenler, günahkârların her zamanki hâli ise istihkâr- hakâret etmek Küçük görmek, hakir görülmek, hor bakılmak değil midir?.
Mutî'ifi maksad-ı aksâsı cennet
O miskîn tâlib-i ağyâr değil mi
Mutî'if-ilâhî tavaf tavafta, zikr-i dâimde sürekli olan Erenlerin en son en uzak maksadı sonuçta cennet,
Bu hayâta bel bağlamış miskininse ağyâre yâr olmaya uğraşmak değil midir?.
Günâh-kâr tevbe-kâr olub sonunda
Hudâsın zikr ider ağlar değil mi
Aklı silme kavuşan Günâhkâr-günahçı sonunda tevbekâr-günahdan dönücü tevbeci olup da sonunda Hüdâsı ALLAH celle celâluhuyu zikrederek göz yaşı döken değil midir?.
Gice gündüz hemân dir Allah Allah
O zâkir 'âşık-ı dil-dâr değil mi
Gece gündüz durmadan Zikrullahla: “ALLAH! ALLAH!” diyen zâkir-zikr-i dâim ehli gerçek gönül alıcı ÂŞIK değil midir?.
Gurura düşdi İblîs oldı merdûd
Ki mağrûr efcer-i füccâr değil mi
İblis hevâsının üstünlüğü gurûruna kapıldı ve merdûd- reddolunmuş, kabul edilmemiş, geri döndürülmüş, kovulmuş oldu.
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mine's-sâğirîn(sâgirîne): ALLAH: «Hemen in oradan, orada büyüklük taslamak ne haddine, haydi çık; çünkü sen alçaklardansın!» buyurdu.”
(A’raf 7/13)
Ki haktan ayrılan o gurur sâhiblerinin sâhibi fücur işleyen âcizlerin şeddelisi füccârları en azılısı değil midir?.
Kıvanma 'ilm ü a'mâl kesretine
Kıvanmak mûcib-i idbâr değil mi
Kıvanma-sevinme, neşelenme ilmim amelim çokça diyerek,
Bunlara sevinmek ahmak işi ve işlerin dübüre-geriye dönmesini îcab ettiren sebeb değil midir?.
Hudânın kullarını yirme aslâ
İli dîn-dâr bilen dîn-dâr değil mi
Hudâ ALLAH celle celâluhu kullarını yerme, eksik görme kötüleme,
Gerçek dindâr kendi gibi herkesi dindâr bilen değil midir?.
Nasîhat eylemek ihvân-ı dîne
Güzel haslet güzel güftâr değil mi
Din kardeşlerine Hakkı DUY Hayra UY nasihati etmek,
Çok temiz ahlâk iyi bir huy ve de güzel söz değil midir?.
Nasîhat dutmayan mağrûr le'îmin
Cehennemde cezâsı nâr değil mi
Ancak ısrarla nasihatı duyup-uymayan, tutmayan kibirli alçağın-levm edilenin cehennemdeki karşılığı ateş değil midir?.
Bu Kuddûsî günâhda bî-nazîr hem
Rahîmin rahmetin umar değil mi
Bu Âşık Kuddûsî Baba'ya gelince günahta bir eşi daha yok bir günahkârken,
Er Rahîm ALLAH celle celâluhu rahmetini umar değil midir?.
er RahîM:
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
20
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdu li’l-Hakemi’l- Muheymini’l- Ahadi
Hamden alâ kullî ni’metin bilâ adedi
El-hamd, El-Hakem, El-Muheymin, El-Ahad olan ALLAH celle celâluhu'ya bütün ni’metlerine sayısız hamd ederim.
El Hakemu : Haklı-haksızı tek ayırıcı ve son hükmü verecek olan Hakem. Mutlak hükmedici ve uygulatıcı olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
El Muheyminu : Korku ve hüzünden emanda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
El Ehadu : Her türlü bilinemezlikte zâtına mahsus tek, bir ve eşsiz olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL..
Ma’a’s- salâti alâ Ahmed’e hayri’l- verâ
Ve’l-âli ve’s- sahbi ve’l-ehli zevi’r-reşedi
Mahlûkatı en hayırlısı AHMED aleyhi's-selâm’a Salât ile.
Âilesine, sahâbelerine, ve hayır, rahmet, hidâyet sâhibi EHLine Salât ile.
Bâşertu nazme kasîdetun mubâreketin
Ve kultu muttekilen fihâ ale’s- Samedi
Ölçülü-kâfiyeli Mubârek şiirler yazmaktan sevinçliyim.
Yaşlı ve Muttâki olarak İhtiyaçlarımın giderilmesi için Tek ve Mutlak Olana yönelerek Samadî sözler dedim.
Es-Samedu : Herşey kendisine muhtaç olduğu hâlde, kendisi hiçbir kimseye ve hiçbir şeye asla muhtaç olmayan; kasdedilen, yönelinen, ihtiyaçları teminde îtimad edilen; yüksek, yüce ve yeterliliği mutlak olan...Şânı yüce, dâim, ihtiyaçların temini için baş vurulan, kendisi zâten ihtiyaçsız eksiksiz olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL...
Kad ci’tu bâbeke yâ Gaffâru mu’teziren
Min kullî zenbin azîmin mûcibi’s- sa’adi
Sâidliğimi icâbettiren bütün büyük günahlarımlarımdan, özür dileyen bir kulun olarak Kapına geldim yâ Gaffâru ALLAH celle celâluhu!
El Gaffâru : Kullarının hatâ ve günâhlarını çokça örten, kapayan, bağışlayan ve affeden...
Kullarının hata, noksan ve günahını çok çok afveden, yarlıgayan ve bağışlayan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
Ğafera : Günâhını cürmünü örtüp afvetmek. Yarlıgamak. Bir şeyi örtmek. Bir işi ıslah etmek.
F’ağfirlî va’fu annî kulle seyyieti
Ve an ebî ve ummî ve’l- ehlî ve’l-veledi
Beni Bağışla, bütün kötülük, günah, suç, yaramazlık, fenâlık ve günahlarımı ört,
Babamı, anamı, ehlimi ve oğullarımı da..
Ve amen kâne lehu hakkun aleyye ve cûd
Ente’l-Cevâdu’l- Kerîmu sâhibu’l-mededi
Hakk ve Cömertliğin Onun üzerine emin ve güvenilir olsun!
SeNsin imdad eden Meded Sâhibi el-Kerîm ve El-Cevâd olan!
El Cevâd: (Cevvad) Çok çok ihsan eden. Çok cömert olan ALLAH celle celâluhu.
El Kerîmu : Her hususta; iyilik, faydalılık, fazîlet ve kerem ile sıfatlanmış. İhsân ve inâyet sâhibi. Şerefli ve izzetli, muhterem ikrâm edici, cömert, musâmahakâr, muazzez, mükerrem olan. Mutlak Kerîm olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
V’eltuf binâ v’ehdinâ ve âfinâ ve ecib
Du’âne yâ Mucîbe’s- sâili’l- Vahadi
BİZe lutfet, hidâyet eyle, âfiyet, sağlık, selâmet, sıhhat ver!
Yapayalnız dilencinin duâsına icâbet eden, lâzım ve lâyıkını yapan duâmıza icâbet et, duâmızı kabûl eyle!
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdu li’l-Hakemi’l- Muheymini’l- Ahadi
Hamden alâ kullî ni’metin bilâ adedi
El-hamd, El-Hakem, El-Muheymin, El-Ahad olan ALLAH celle celâluhu'ya bütün ni’metlerine sayısız hamd ederim.
El Hakemu : Haklı-haksızı tek ayırıcı ve son hükmü verecek olan Hakem. Mutlak hükmedici ve uygulatıcı olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
El Muheyminu : Korku ve hüzünden emanda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
El Ehadu : Her türlü bilinemezlikte zâtına mahsus tek, bir ve eşsiz olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL..
Ma’a’s- salâti alâ Ahmed’e hayri’l- verâ
Ve’l-âli ve’s- sahbi ve’l-ehli zevi’r-reşedi
Mahlûkatı en hayırlısı AHMED aleyhi's-selâm’a Salât ile.
Âilesine, sahâbelerine, ve hayır, rahmet, hidâyet sâhibi EHLine Salât ile.
Bâşertu nazme kasîdetun mubâreketin
Ve kultu muttekilen fihâ ale’s- Samedi
Ölçülü-kâfiyeli Mubârek şiirler yazmaktan sevinçliyim.
Yaşlı ve Muttâki olarak İhtiyaçlarımın giderilmesi için Tek ve Mutlak Olana yönelerek Samadî sözler dedim.
Es-Samedu : Herşey kendisine muhtaç olduğu hâlde, kendisi hiçbir kimseye ve hiçbir şeye asla muhtaç olmayan; kasdedilen, yönelinen, ihtiyaçları teminde îtimad edilen; yüksek, yüce ve yeterliliği mutlak olan...Şânı yüce, dâim, ihtiyaçların temini için baş vurulan, kendisi zâten ihtiyaçsız eksiksiz olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL...
Kad ci’tu bâbeke yâ Gaffâru mu’teziren
Min kullî zenbin azîmin mûcibi’s- sa’adi
Sâidliğimi icâbettiren bütün büyük günahlarımlarımdan, özür dileyen bir kulun olarak Kapına geldim yâ Gaffâru ALLAH celle celâluhu!
El Gaffâru : Kullarının hatâ ve günâhlarını çokça örten, kapayan, bağışlayan ve affeden...
Kullarının hata, noksan ve günahını çok çok afveden, yarlıgayan ve bağışlayan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
Ğafera : Günâhını cürmünü örtüp afvetmek. Yarlıgamak. Bir şeyi örtmek. Bir işi ıslah etmek.
F’ağfirlî va’fu annî kulle seyyieti
Ve an ebî ve ummî ve’l- ehlî ve’l-veledi
Beni Bağışla, bütün kötülük, günah, suç, yaramazlık, fenâlık ve günahlarımı ört,
Babamı, anamı, ehlimi ve oğullarımı da..
Ve amen kâne lehu hakkun aleyye ve cûd
Ente’l-Cevâdu’l- Kerîmu sâhibu’l-mededi
Hakk ve Cömertliğin Onun üzerine emin ve güvenilir olsun!
SeNsin imdad eden Meded Sâhibi el-Kerîm ve El-Cevâd olan!
El Cevâd: (Cevvad) Çok çok ihsan eden. Çok cömert olan ALLAH celle celâluhu.
El Kerîmu : Her hususta; iyilik, faydalılık, fazîlet ve kerem ile sıfatlanmış. İhsân ve inâyet sâhibi. Şerefli ve izzetli, muhterem ikrâm edici, cömert, musâmahakâr, muazzez, mükerrem olan. Mutlak Kerîm olan ALLAH-U ZU'L-CELÂL.
V’eltuf binâ v’ehdinâ ve âfinâ ve ecib
Du’âne yâ Mucîbe’s- sâili’l- Vahadi
BİZe lutfet, hidâyet eyle, âfiyet, sağlık, selâmet, sıhhat ver!
Yapayalnız dilencinin duâsına icâbet eden, lâzım ve lâyıkını yapan duâmıza icâbet et, duâmızı kabûl eyle!
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
21
Başıma geldi benim bir derd ki hîç dermânı yok
Olmışam bîmâr ü nâçâr sıhhatin imkânı yok
Başıma bir derd geldi ki dermânı bulunmaz cinsinden,
Çâresi yok hastalığa dûçar olmuşum da sıhhat umûdum yok..
îdemez Lokmân Hekîm olsa dahi ana 'ilâç
Bu sözüm gerçek-durur kardaş inan yalanı yok
Bu derdime Lokmân Hekîm olsa dahi ilâç edip merhem vuramaz.
Kardeşim gerçektir sözüm yalan değil yaşadığım..
Gülşen-i dîdârı 'âbid çün temâşâ itmemiş
Bildiği oruç namâz hac âhı yok efgânı yok
Kuru lafa tav olmuş ham sofu görmemiş ki yarin gül yüzü bahçesini,
Blip-yapageldiği durmadan namaz kıl-oruç tutmak, hacca gitmek, onda gerçek YÂRe âşıkların Âhı yok, el aman feryadları yok!.
Derd imiş dermânı derdin derdsize dirler himâr
'Ucb ile tolu içinde âteş-i sûzânı yok
Bu aşk yolunda Aşk derdinin devâsı da der imişderlerdi öyleymiş.
Ham sofu daysa ucb- kibir, gurur, kendini beğenmişlik, ameline, yaptıkları işe güvenmeklikler hayâtını doldurur da yürek yakıcı ateşi olmaz içinde..
Derd-i 'ışkdur didiğim her kişiye olmaz nasîb
Bir mübârek tuhfe kâr kim haybet ü hüsrânı yok
Aşk derdididir derd dediğim, bu hayatta her kişinin nasibinde olmaz,
Bu aşk öylesine taze-yepyeni bir kârlı iştir ki aşk, dışarıdan heybet ve yok edişi anlaşılmaz..
Mürşid-i kâmil bu 'ışk insân arar irşâd içtin
Nice bin hayvân gezer içinde bir insânı yok
Bu aşkın odağı Mürşid-i kâmil, rüşde erdirip kendisini bildirmek için insan arar bu hayatta ne var ki binlerce hayvan bulur da insan bulamaz devirdeyiz..
Ehl-i 'ışk olmağa himmet eyle sen de kendine
'Işkı olmayanların var cismi lâkin cânı yok
Âşıkların içine girip Aşk Ehlinden olmağa himmet-çabe et ki,
Aşkı olmayanlar cansız cisimler-robotlar gibidirler..
'Âşıkın artar yakîni 'ışkı oldukça mezîd
Her kimin yokdur yakîni dîni yok îmânı yok
Âşıkların aşkları ziyâdeleştikçe-arttıkça RABBî Yakınlıkları artar,
Zâten yakîn elde edemeyenin dini imanı da yoktur.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke'l-yakîn(yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar RABBine ibâdet et.”
(Hicr 15/99)
Yok imiş 'ışka nihâyet kimse bilmez haddini
Bir ulu deryâdır ol kim haddi yok pâyânı yok
AŞK denilen öylesine sınırsız, nihayetsiz varılamaz denizmiş ki, hududu yok, kenarı yok nihayeti yok..
Dürr ü mercân bahr-i a'zamda bulınur bî-gümân
Bahr-i asgardan ne hâsıl dürri yok mercânı yok
Şüphesizdir ki İnci ve Mercan Büyük-Ulu Denizlerde bulunur.
Küçük-Ufacık Denizden ne çıkacak incisi yok mercanı yok..
Bahr-i a'zam 'ilm-i bâtın dürr ü mercân ma'rifet
Bahr-i asgar 'ilm-i zâhir ehlinin 'irfânı yok
Büyük-Ulu Deniz dediğim Bâtın İlmidir, İnci ve Mercan ise Mârifettir.
Küçük-Ufacık Denizden kasdım Zâhir İlmidir ki dünyaâ ehlinin irfanı olamaz ki marifet sâhibi olabilsin..
Dir isen ki ben bu 'ışkı nice tahsîl ideyim
Ne alınur ne satılur sevki yok dükkânı yok
Eğer sen de dersen ki: “Ben bu AŞKı nası elde ederim-öğrenirim?”
Bu aşkın bazarı olmaz, alınıp satılamaz, sevkiyatı yapılmaz dükkanı mağazası da olamaz..
Benzemez zâhir işine ki ta'allüm olma
Hocası yok mektebi yok meclis ü meydânı yok
Bu zâhiri dünyâ işlerine benzemez ki dirsek çürütüp de öğrenesin âşık olasın..
Oysa aşkın hocası, okulu, meclis ü meydânı yok ve olamaz..
'İlm-i zâhir kesb-ile hâsıl olur hirfet gibi
'Işk bilinmez kesb olmmaz ismi mevcûd sânı yok
Zâhir İlmi, ancak çalışarak-kazanarak elde edilen melse gibi sanat gibi şeylerdir.
AŞK ise çalışmakla elde olmaz, denmekle bilinmez, ismini herkes konuşur-vardır amma gerçek kendisi yoktur-gözükmez iç yangınıdır..
Bu su'âlin vireyim cevâbını sana işit
Tâlib-i sâdık irer matlûbına hırmânı yok
Bu soruların cevâbını sana vereceğim iyi dinle ve duy,
Bu yolun kuralıdır ki;
gerçek aşk isteyenler muhakkak, mahrum kalmazlar ve istediklerine kavuşurlar..
Tenrisini isteyen bulur dinür dilde mesel
Sıdk-ıla 'ışk isteyen bulmaz mı hey iz'ânı yok
“Arayan belâsını da Mevlâsını da bulur” derler darb-ı meseldir halk içinde dilden dile..
Canı gönülden sadâkatla aşk isteyen istediğine ermez mi hiç? “hayır!” diyen basiretsiz..
Ol kadar iksâr-ı zikr it ki münâfıklar sana
Diyeler Mecnûn mürâ'î 'aklı yok erkânı yok
O kadar zikrullahı çoğlat ki iki yüzlü münâfıklar sana:
“Bu zır delidir, cinlenmişdir ya da gösterişçidir, bunu aklı yok, rüknü-yolu yordamı yok!” diyeler.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ı öyle çok zikredin ki, tâ -insanlar- size mecnun/deli desinler.” Buyurmuştur.
(Ebu Said el-Hudrî ‘den; Ahmed b. Hanbel, 3/68; Hâkim, 1/499; Mecmau’z-Zevaid, 10/16).
Katre katre gönlüne deryâ gibi 'ışk dola tâ
Diye nâs erbâb-ı 'ışk içre anın akrânı yok
Kâmil Hizmetçisini bulan, MuhaMMedî Fetihte olanlar,
Gönüllerine fevc fevc AŞK Rahmeti dolar dolar taa ki,
İnsanlar onun için: “Aşk önderleri içinde onun akrânı-benzeri- misâli yok!” desinler..
إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
“İzâ câe nasrullâhi ve'l-feth(fethu): ALLAH'ın yardımı ve fetih geldiği zaman,” (Nasr 110/1)
وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
“Ve reeyte'n-nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ(efvâcen): Ve insanların ALLAH'ın dînine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,”
(Nasr 110/2)
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
“Fe sebbih bi hamdi rabbike vestağfirh(vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ(tevvâben): Hemen RABBini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”
(Nasr 110/3)
Buldı taklîd ile Kuddûsî bu 'ışkı çünki ol
Bir mukallid idi ki hîç 'ilmi yok ferzânı yok
Bu Âşık Kuddûsî Babanız bu aşkı ALLAH dostlarını taklide ederek-İzleyerek-BİZleyerek buldu çünkü o,
İlimsiz hikmetsiz sıradan bir taklitçiydi?!..
Başıma geldi benim bir derd ki hîç dermânı yok
Olmışam bîmâr ü nâçâr sıhhatin imkânı yok
Başıma bir derd geldi ki dermânı bulunmaz cinsinden,
Çâresi yok hastalığa dûçar olmuşum da sıhhat umûdum yok..
îdemez Lokmân Hekîm olsa dahi ana 'ilâç
Bu sözüm gerçek-durur kardaş inan yalanı yok
Bu derdime Lokmân Hekîm olsa dahi ilâç edip merhem vuramaz.
Kardeşim gerçektir sözüm yalan değil yaşadığım..
Gülşen-i dîdârı 'âbid çün temâşâ itmemiş
Bildiği oruç namâz hac âhı yok efgânı yok
Kuru lafa tav olmuş ham sofu görmemiş ki yarin gül yüzü bahçesini,
Blip-yapageldiği durmadan namaz kıl-oruç tutmak, hacca gitmek, onda gerçek YÂRe âşıkların Âhı yok, el aman feryadları yok!.
Derd imiş dermânı derdin derdsize dirler himâr
'Ucb ile tolu içinde âteş-i sûzânı yok
Bu aşk yolunda Aşk derdinin devâsı da der imişderlerdi öyleymiş.
Ham sofu daysa ucb- kibir, gurur, kendini beğenmişlik, ameline, yaptıkları işe güvenmeklikler hayâtını doldurur da yürek yakıcı ateşi olmaz içinde..
Derd-i 'ışkdur didiğim her kişiye olmaz nasîb
Bir mübârek tuhfe kâr kim haybet ü hüsrânı yok
Aşk derdididir derd dediğim, bu hayatta her kişinin nasibinde olmaz,
Bu aşk öylesine taze-yepyeni bir kârlı iştir ki aşk, dışarıdan heybet ve yok edişi anlaşılmaz..
Mürşid-i kâmil bu 'ışk insân arar irşâd içtin
Nice bin hayvân gezer içinde bir insânı yok
Bu aşkın odağı Mürşid-i kâmil, rüşde erdirip kendisini bildirmek için insan arar bu hayatta ne var ki binlerce hayvan bulur da insan bulamaz devirdeyiz..
Ehl-i 'ışk olmağa himmet eyle sen de kendine
'Işkı olmayanların var cismi lâkin cânı yok
Âşıkların içine girip Aşk Ehlinden olmağa himmet-çabe et ki,
Aşkı olmayanlar cansız cisimler-robotlar gibidirler..
'Âşıkın artar yakîni 'ışkı oldukça mezîd
Her kimin yokdur yakîni dîni yok îmânı yok
Âşıkların aşkları ziyâdeleştikçe-arttıkça RABBî Yakınlıkları artar,
Zâten yakîn elde edemeyenin dini imanı da yoktur.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke'l-yakîn(yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar RABBine ibâdet et.”
(Hicr 15/99)
Yok imiş 'ışka nihâyet kimse bilmez haddini
Bir ulu deryâdır ol kim haddi yok pâyânı yok
AŞK denilen öylesine sınırsız, nihayetsiz varılamaz denizmiş ki, hududu yok, kenarı yok nihayeti yok..
Dürr ü mercân bahr-i a'zamda bulınur bî-gümân
Bahr-i asgardan ne hâsıl dürri yok mercânı yok
Şüphesizdir ki İnci ve Mercan Büyük-Ulu Denizlerde bulunur.
Küçük-Ufacık Denizden ne çıkacak incisi yok mercanı yok..
Bahr-i a'zam 'ilm-i bâtın dürr ü mercân ma'rifet
Bahr-i asgar 'ilm-i zâhir ehlinin 'irfânı yok
Büyük-Ulu Deniz dediğim Bâtın İlmidir, İnci ve Mercan ise Mârifettir.
Küçük-Ufacık Denizden kasdım Zâhir İlmidir ki dünyaâ ehlinin irfanı olamaz ki marifet sâhibi olabilsin..
Dir isen ki ben bu 'ışkı nice tahsîl ideyim
Ne alınur ne satılur sevki yok dükkânı yok
Eğer sen de dersen ki: “Ben bu AŞKı nası elde ederim-öğrenirim?”
Bu aşkın bazarı olmaz, alınıp satılamaz, sevkiyatı yapılmaz dükkanı mağazası da olamaz..
Benzemez zâhir işine ki ta'allüm olma
Hocası yok mektebi yok meclis ü meydânı yok
Bu zâhiri dünyâ işlerine benzemez ki dirsek çürütüp de öğrenesin âşık olasın..
Oysa aşkın hocası, okulu, meclis ü meydânı yok ve olamaz..
'İlm-i zâhir kesb-ile hâsıl olur hirfet gibi
'Işk bilinmez kesb olmmaz ismi mevcûd sânı yok
Zâhir İlmi, ancak çalışarak-kazanarak elde edilen melse gibi sanat gibi şeylerdir.
AŞK ise çalışmakla elde olmaz, denmekle bilinmez, ismini herkes konuşur-vardır amma gerçek kendisi yoktur-gözükmez iç yangınıdır..
Bu su'âlin vireyim cevâbını sana işit
Tâlib-i sâdık irer matlûbına hırmânı yok
Bu soruların cevâbını sana vereceğim iyi dinle ve duy,
Bu yolun kuralıdır ki;
gerçek aşk isteyenler muhakkak, mahrum kalmazlar ve istediklerine kavuşurlar..
Tenrisini isteyen bulur dinür dilde mesel
Sıdk-ıla 'ışk isteyen bulmaz mı hey iz'ânı yok
“Arayan belâsını da Mevlâsını da bulur” derler darb-ı meseldir halk içinde dilden dile..
Canı gönülden sadâkatla aşk isteyen istediğine ermez mi hiç? “hayır!” diyen basiretsiz..
Ol kadar iksâr-ı zikr it ki münâfıklar sana
Diyeler Mecnûn mürâ'î 'aklı yok erkânı yok
O kadar zikrullahı çoğlat ki iki yüzlü münâfıklar sana:
“Bu zır delidir, cinlenmişdir ya da gösterişçidir, bunu aklı yok, rüknü-yolu yordamı yok!” diyeler.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ı öyle çok zikredin ki, tâ -insanlar- size mecnun/deli desinler.” Buyurmuştur.
(Ebu Said el-Hudrî ‘den; Ahmed b. Hanbel, 3/68; Hâkim, 1/499; Mecmau’z-Zevaid, 10/16).
Katre katre gönlüne deryâ gibi 'ışk dola tâ
Diye nâs erbâb-ı 'ışk içre anın akrânı yok
Kâmil Hizmetçisini bulan, MuhaMMedî Fetihte olanlar,
Gönüllerine fevc fevc AŞK Rahmeti dolar dolar taa ki,
İnsanlar onun için: “Aşk önderleri içinde onun akrânı-benzeri- misâli yok!” desinler..
إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
“İzâ câe nasrullâhi ve'l-feth(fethu): ALLAH'ın yardımı ve fetih geldiği zaman,” (Nasr 110/1)
وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
“Ve reeyte'n-nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ(efvâcen): Ve insanların ALLAH'ın dînine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,”
(Nasr 110/2)
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
“Fe sebbih bi hamdi rabbike vestağfirh(vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ(tevvâben): Hemen RABBini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”
(Nasr 110/3)
Buldı taklîd ile Kuddûsî bu 'ışkı çünki ol
Bir mukallid idi ki hîç 'ilmi yok ferzânı yok
Bu Âşık Kuddûsî Babanız bu aşkı ALLAH dostlarını taklide ederek-İzleyerek-BİZleyerek buldu çünkü o,
İlimsiz hikmetsiz sıradan bir taklitçiydi?!..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
22
Şol gönül kim içine girdi bu 'ışk
Mâsivâyı çıkarub sürdi bu 'ışk
Ne zaman ki enfüsüme-gönlüme girdi Aşkullah!
ALLAH celle celâluhudan gayrısını sürdü çıkardı içimden Aşkullah!
Nice 'iffet ehli perhîz-kârların
'Ar u nâmûs şîşesin kırdı bu 'ışk
Nice ar namus derdi güdüp helâl peşinde olup harama perfiz edenlerin,
Çok kıymetlisi ve hep koruduğu değer yargılarını yok etti Aşkullah!
Çok kerâmet sahibi mürşidlerin
Dil evine küfri toldurdı bu 'ışk
Nice kerâmetiyle halk içinde meşhur olmuş zannınca yol alan ve mürşid geçinenlerin,
Perdesini delince Gönül evine küfrün dolduğunu gösterdi Aşkullah!
Şeyh-i San'ânıfi düşünde bir gice
Kâfirin kızını gösterdi bu 'ışk
Şeyh san’ÂN bir gece düşünde hayal âlemi rüyasında,
Bir kâfirin dünya güzeli kızını gösterdi bu AŞK denilen tılsım..
'Aşık oldı cân u dilden ol kıza
Gice gündüz oda yandırdı bu 'ışk
Uyandı zÂHir uykusundan amma aklı kaldı BÂTIN güzelinde esir kaldı,
İÇine düşen kıvılcım VAR/yokun yaktıkça yaktı gece/gündüz her ÂN!..
Var idi dört yüz müridi anlara
Levh-i mahfûz keşfini virdi bu 'ışk
Şeyh san’ÂN’ın açık olan kalb gözü 400 müridine Levh-i mahfûzhıfzını-Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılısını âşikâr gösterdirdi mânâda.. ancak,
Geldi anlar ile şehr-i Kaysere
Anda kızı şeyhe buldurdı bu 'ışk
Kader oku öyle fırlattı ki Şeyh san’ÂN’ı 400 yâreniyle Kayser İline ve Şeyhe ol dilBERRin gül yüzün gösterdi oltasına TAKtı AŞK!..
Bulmadı bir çâre vuslat ol kıza
'Akıbet dînine döndürdi bu 'ışk
Ne ettiyse kendi yolunca ol DİLDâReye kavuşamadı ve de Kayserin, kızına karşılık DİNini terk edip Kayser dinine girme teklifin kabul ettirdi bu AŞK!.
Mürşid-i halk-ı Yemen iken ana
Bir zemân hınzîri gütdürdi bu 'ışk
Bir zamanlar Yemen Ülkesi halkının en gözde yol gösterici-rüşde erdirici Mürşidi iken,
Kayser Kıralının Domuz Çobanlığı teklifini de kabul ettirdi bu AŞK!..
Geldi hâtifden nidâ bir gün hemân
Emr-i Hakk-ıla uyandırdı bu 'ışk
Bütün müridlarinin yalvarışları halkın ayıplamaları etki etmeden AŞKı uğruna sadakatla rezillikte yürüken,
Sesi duyulan kendi görülmeyenden bir nidâ duydu Şeyh san’ÂN,
İşte bu ÖZ SES gaflet uykusundan/taklidden-mecâzdan, tahkike-hakikate uyandırıverdi bir gün bu AŞK!.
Döndi Hak dînine ol demde hemîn
Dil sarâyın sildi süpürdi bu 'ışk
Anlatılmaz bir pişmanlık, ızdırap ve hasretle Hak dînine tAMM döndü hemence,
Gönül sarayının pasın-pisin yudu-yıkadı tertemiz etti kalayladı bu AŞKullah!.
Eyledi hak dîni kız dahi kabûl
Pes kıza hak dîni bildirdi bu 'ışk
Kayser Kıralının dünya güzeli ve eşi olan bu kız, çok sevdiği ve uğruna her cefâya katlanan Şeyh san’ÂNın İZin İzledi ona da Hak dînin bildirdi bu AŞK!.
Kız Yemen iklîmini ârzûladı
Gönline îmânı toldurdı bu 'ışk
Önceden Yemen’i hiç görmemiş kıza Yemen Ülkesiniin sevgisini arzusunu yükledi bu AŞK!. gönlüne Hakk İMANı doldurdu bu AŞkuLLAH!..
Yum gözini didi Şeyh kıza o dem
Kızı bir deryâya taldırdı bu 'ışk
San’âlı Şeyh san’ÂN, İslamı tercih eden Eşine “yum gÖZünü-bana teslim ol!” dediği ÂNda onu bir Mânâ deryasına daldırdı bu AŞK!.
Aç gözini didi açdı kız gözin
İkisin San'âya irdirdi bu 'ışk
“Aç gÖZünü!” dediğinde/RÜŞDe erdiğinde gÖZünü açan kız kendilerin Yemenin başkenti “San’â” da buldular.
Sadakatla teslimiyet İstikametin yaşattı bu AŞK!.
Nice demler ağladub Kuddûsîyâ
'Abd-i Rezzâk şeyhi güldürdi bu 'ışk
Ben ki ne zaman okusam, düşünsem, göz yaşı döksem sonunda bu tekemmül hikayesi el REZZÂK ALLAH celle celâluhu nun kulu ÂŞIK Kuddûsîyi GÜLdürdü bu AŞKullah!..
Er Rezzâku :
*
Abdülkadir Geylânî kaddesallahu sırrahu'da Şeyh san’ÂN:
Şeyh San‘ân Kimdir?
Şeyh San‘ân, Abdülkadir Geylânî kaddesallahu sırrahu hazretleri zamanında yaşamış velî bir zâttır.
Bir gün zamanın büyük velîleri, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin sohbet halkasında onun nasîhatlerini dinliyorlardı... Birden Fahr-i Kâinât Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem rûhâniyetleri tecellî ediyor ve buyuruyorlar ki:
“Söyle ey Abdülkadir; senin ayakların bütün velîlerin omuzları üzerindedir!”
Abdülkadir Geylânî hazretleri, Resûlüllâh Efendimiz’in bu sözlerini orada bulunanlara aynen naklediyor. Onların da tamamı kabul edip; “Alâ rakabetinâ ve alâ re’sinâ (Senin ayakların, bizim omuzlarımız ve başımız üstündedir)” diyerek teslimiyetlerini gösteriyorlar. Hatta o anda huzûrda bulunmayan bir çok velîye de ma’nen haber veriliyor ve onlar da, “Ale’r-re’si ve’l-ayn (Başımız-gözümüz üzerine)” diyerek, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü kabul ediyorlar.
Ve yine o anda, Ümmü Übeyde kasabasında bulunan Rufâî pîri Seyyid Ahmed Rufâi hazretleri de, başını toprağa koyarak yanındakilere, “Abdülkadir şu anda Kavsiyet’ini îlan etti; siz de onun büyüklüğünü kabul edin” diyor... Orada bulunan bütün velîler de, “Abdülkadir’in ayakları, bizim omuzlarımızın üstündedir” diyerek, bu emre inkıyâd ediyor (itâat edip boyun eğiyorlar).
Ancak, Bağdat yakınlarında bulunan meşhur Şeyh San‘ân, “Ben de onun gibi büyüğüm” diyerek boyun eğmeyeceğini söylüyor.
İşte tam o anda, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin rûhaniyetleri tecellî ederek, “Madem ki bana boyun eğmiyorsun, öyleyse senin omuzun üzerinde domuzun ayakları olsun ve kâfir kızına boyun eğesin” diye aleyhinde duâ ediyor.
Aradan fazlaca bir zaman geçmiyor; Şeyh San‘ân, Rum beldesine doğru yola çıkıyor. Bizans sınırları içerisine girdiğinde, bir kâfir kızına âşık olup evlenme teklifinde bulunuyor... Rum kızı ona, “Seninle evlenirim; ancak, benim dinime girip, babamın çiftliğinde en az bir sene domuzlarına bakmak şartıyla” diye karşılık veriyor.
Şeyh San‘an da, kıza kavuşmak için buna râzı oluyor. Rum’un çiftliğinde domuzları gütmeye başlıyor.
Gün geliyor, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin dediği oluyor. Dîninden dönen şeyh, yeni yavrulayan domuzların yavrularını omuzlarında taşıyor.
Etrafındaki müridleri de, daha dîninden ayrıldığı ilk günden itibaren onu terkedip, melûl ve mahzûn bir şekilde geri dönüyorlar... Şeyhlerinin bu hâlini her yerde dile getiriyor ve bunun, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü kabul etmediğinden dolayı başına geldiğini de gayet iyi biliyorlardı.
Şeyh San‘ân’ın Mekke’de velî bir dostu vardı... Arkadaşının başına gelen hâdiseyi duymuş ve son derece üzülmüştü... Kendisini ziyarete gelen Şeyh San‘ân’ın müridlerine, “Siz, bu hâdiseden dolayı, neden şeyhinizin etrafını terk ettiniz? Abdülkadir Geylânî hazretlerine gidip, şeyhinizin affı için yalvarsanız olmaz mı? Şimdi vakit kaybetmeden hemen gidiniz... Vaziyeti ona anlatınız... Şeyhinizin bağışlanması için yalvarınız” dedi.
Onlar da bu tavsiyeye uyarak derhal gidip, Gavs-ı A‘zâm’dan, şeyhlerinin bağışlanmasını dilediler. Ayaklarına kapanarak gözyaşı döktüler. Gavs-ı A‘zâm da, “Hz. Allah şeyhinizi, sizin yalvarmanız üzerine affetti... Gidin; şeyhinizin domuz güttiği çiftliğe varın; ona yakın bir mahalde, zikre başlayın... O sizin yanınıza gelecek” buyurdu.
Şeyh San‘ân’ın müridleri, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin dediği gibi yaptılar: Gidip şeyhin hizmet ettiği Rum’un çiftliğini buldular. Ona yakın bir yerde, “Lâ ilâhe illallâh” diyerek kelime-i tevhîd zikrine başladılar... Bunu duyan Şeyh’in hemen aklı başına geldi; ne hallere düştüğünün farkına vardı ve derhal müridlerinin yanına koştu... İstiğfar edip, kelime-i şehâdet getirdi... Söylediği sözden, yaptığı işlerden pişmanlık duyarak, “Abdülkadir Geylânî’nin ayakları benim omuzlarım üzerindedir” dedi ve onlarla birlikte zikre başladı.
San‘ân’ın gittiğini gören Rum kızının da, aklı başından gitti ve derhal peşine düşüp, “Mâdem ki bu zamana kadar sen bana hizmet ettin; şimdi ise ben senin dînine girip sana hizmet edeceğim” dedi. Ve hemen oracıkta kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu; onunla evlenmeyi de şartsız kabul etti.
**
Ferideddin-i Attar’da Şeyh san’ÂN:
Aşk ve Zillet
Şeyh-i San'an'ın Hikayesi:
Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr adlı mesnevisinde, padişahlarını aramak üzere bir araya gelen kuşların serüvenini hikâye eder. Kuşlar böyle bir heves içindeyken Hüthüt gelir ve onlara zaten bir padişahları olduğunu, fakat o padişahın "binlerce nur ve zulmet perdeleri ardında bulunduğunu ve adının Simurg olduğunu" bildirir ve: "Gelin onu arayıp bulalım" teklifinde bulunur. Uzun müzakerelerden sonra kuşlar yola çıkmaya karar verir. Yollar meşakkatlidir. Simurga ulaşabilmek için istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena adlarını taşıyan yedi vadiyi geçmeleri gerekmektedir. Bunları aştılar mı Simurg'a ulaşacaklardır. Yüzlerca kuştan ancak otuz tanesi menzile ulaşır. Yola çıkan kuşlardan kimisi bazı hicaplara takılır, kimisi yem aramak için bir yere dalar, kimi açlıktan, susuzluktan kırılır. Böylesine çetin ve meşakkatli bir yolculuktur. Yolculuğun aşk vadisinde, kuşlara bir yılgınlık düşer. Hüthüt'e: "Bizim bu uçuşumuzla bu yol biter mi?" diye sorarlar. Hüthüt onlara şu cevabı verir:
"Aşık olan canını kayırmaz, canını terket, canını attın mı yol biter. Yolun bağı candır, canını ver, sevgilinin yüzünü gör. Sana imandan çık derlerse, candan vaz geç diye hitap gelirse, imandan da, candan da vaz geç. Böyle şey caiz değil, diye itaraz edene, de ki, aşk küfürden de yücedir, imandan da, aşkın küfürle, imanla ne işi var? Aşık bütün harmanı ateşe verir, başına testereyi korlarsa, sabreder, tenini biçtirir! Aşka dert ve gönül kanı gerek, derdin yoksa bizden ödünç al! Aşka perdeleri yakan bir dert gerek! Aşkın bir zerresi bütün âlemden iyidir; derdin bir zerresi de bütün âşıklardan iyidir. Aşk, daima kâinatın içidir, ama dertsiz aşk, tam aşk değildir. Meleklerde aşk vardır, dert yok. Dert, adamdan başka mahlûkta bulunmaz. Aşkın kâfirliğe yakınlığı var, kâfirlikse yoksulluğun iç yüzü! Yola ayak basan, bu yolda ayak direyen, küfürden de geçer, İslâmdan da! Aşk sana yoksulluğa kapı açar, yoksulluk da kâfirlik yolunu gösterir. Senin küfrünle imanın kalmadı mı şu tenin de yok olur, canın da! İşte ondan sonra bu işin eri olursun. Bu çeşit sırlara sahip olmak için er gerek! Erler gibi ayağını bas, korkma! Nice bir korkacaksın? Bırak çocukluğu! Erlerin arslanı gibi yola gir, işe koyul! Bu yolda yüzlerce tehlike baş gösterse, değil mi ki, bu yolda baş gösteriyor, korku yok!"
Hüthüt'ün hitabı burada biter. Onun hitabındaki çeşitli mecazların anlaşılabilmesi için, burada, araya Şeyh-i San'an'ın hikâyesi girer. Baştan sona mecazlarla, istiarelerle yüklü olan bu hikâye, aşk yolunda düşülen zilletin harika bir anlatımıdır. Önümüzdeki yazılarda o hikâyeyi aktaracağız.
Şeyh-i San'an kimdir?
Şeyh-i San'an zamanın piriydi. Yüceliğinin dengi yoktu. Haremde kemal sahibi dörtyüz dervişiyle tam elli yıl şeyhlik etmişti.
Dervişleri de aynen kendisi gibiydi: gece gündüz riyazette bulunurlar, bir an bile dinlenmezler, istirahat etmezlerdi.
Hem ameli vardı, hem ilmi. Meydandaki şeyhleri de bilirdi, gizlileri de keşfederdi, sırlara da mahremdi. Elliye yakın haccı vardı. Bütün ömrünce umre eder dururdu. Namazının orucunun haddi hesabı yoktu. Hiç bir sünneti terketmezdi.
Huzuruna gelen yol kılavuzu erler, kendilerinden geçerler de öyle gelirlerdi. O mana eri, kılı kırk yarardı. Kerametlerde de kuvvetliydi, rütbe ve makamlarda da. Kim hastalanır, gevşekliğe düşerse nefesiyle iyileşir, kuvvetlenirdi. Hülâsa neşe çağında da, gam zamanında da halka rehberdi. Alemde bayrak gibi yücelmiş, şöhret bulmuştu.
Şeyhin Rüyası:
Şeyh, kendisini, kendisiyle sohbet edenlerin ulusu görmekle birlikte, birkaç gece biteviye bir rüya görüyordu. Rüyasında, haremden göçmüş, Rum ülkesinde yurt tutmuş, durmadan bir puta secde ediyor.
O âlemin uyanık eri, bu rüyayı görünce eyvahlar olsun, dedi, şimdi tevfik Yusuf'u kuyuya düştü, yolumuz aşılması güç bir bele çattı! Bilmem bu dertten canımı kurtarabilecek miyim? İmanımı kurtarsam canımı terkederim. Dünyada bir tek adam yoktur ki, yolda böyle sarp bir geçide rastlamasın! Yoldaki bu sarp geçidi aşarsa, yolu aydınlanacak, gideceği yeri görebilecekti. Fakat o geçidin ardında kalırsa belâlara uğrayacak, yolu uzayıp duracaktı.
Nihayet o bilgi sahibi üstad, dervişlerine dedi ki: "Bir işim düştü, Rum ülkesine hemencecik gitmem gerek, gideyim ki, şu düşün tabiri nedir, meydana çıksın."
Böylece itibar sahibi dörtyüz dervişi de ona uydu, beraberce yola düştüler. Kâbe'den Rum ülkesinin bir ucuna kadar vardılar. Bütün Rum ülkesini baştan aşağı dönüp dolaştılar. Günün birinde bir yüce yapının önünden geçiyorlardı. Üst kattaki bir pencerenin önünde bir kız oturmuştu. Ruhânî sıfatlı bir gâvur kızıydı bu. Ruhullah yolunda yüzlerce bilgiye sahip olmuştu.
Rum Kızının Güzelliği:
O, güzellik göğünün en yücesine varmış bir güneşti. Zevali olmayan bir güneş.. Güneş, onun yüzünün aksini görüp kıskanmış da sararıp kalmıştı. O dilberin zülfüne gönül veren o zülfün havasıyla zünnar bağlardı. Velhasıl o güzelliğin teferruatını anlatmak uzun sürer. Yüzünde güneş parlaklığı vardı. Siyah saçlarını bu parlak yüze peçe yapmıştı. Peçe altından yüzünü gösterince, Şeyh kemiklerine, iliklerine kadar ateşlere yandı, gönlü sevda ateşiyle dumanlar içinde kaldı.
Şeyhin aşkı:
Rum kızının güzelliği Şeyhi elden ayaktan çıkardı, ele avuca gelmez oldu. Kızın sevgisi can ülkesini yağmalamış, zülfünden imana küfürler yağdırmıştı! Şeyh imanını verdi, Hıristiyanlığı kabul etti. Takvayı sattı, rezilliği satın aldı. Dervişler onu böyle perişan görünce işi anladılar, öğüt verdiler, ama fayda etmedi. Çünkü derdinin dermanı yoktu. Perişan âşık nasıl olur da söz dinler? Dermanı bile yakıp yandıran dert, nasıl olur da dermanı kabul eder? O uzun günde, Şeyh, akşama kadar ağzı açık hayran bir halde gözlerini pencereye dikti, öylece bakıp kaldı. O gece sevgisi birken yüz oldu, tamamiyle kendinden geçip gitti. Kendinden de geçti, âlemden de. Başına topraklar saçtı, feryat ve figana koyuldu. Ne uykusu kaldı, ne kararı. Sevgiden kıvranmakta, ağlayıp inlemekteydi. "Yarabbi, bu gecenin gündüzü yok mu? Yoksa feleğin ışığı olan güneşin ziyası mı kalmadı? Aşk sevdasıyla yanmaktayım, sevginin hücumuna karşı durmaya takatım yok!" diye dövünüyordu. Ömür nerde, sabır nerde, baht nerde, akıl nerde, el nerde, ayak nerde, sevgili nerde, gün nerde bilemez oldu. Bir dostu: "Ey uluların şeyhi, kalk, bu vesveseden yıkan, arın!" dedi. Şeyh ona: "Bu gece ciğer kanıyla yüzlerce defa yıkanıp arımdım a bihaber!" diye cevap verdi. Bir başkası: "Tövbe et!" dedi. Şeyh de ona: "Namustan, halden tövbe ettim; şeyhlikten,olmayacak şeylerden tövbe ettim." diye cevap verdi. Bir başkası: "Tesbihin nerde? İşin tesbihsiz nasıl düzelir?" dedi. O da: "Belime zünnar bağlayabilmek için elimden tesbihi attım." cevabını verdi. Namazı hatırlatana: "O sevgilinin mihrap olan yüzü nerde ki? Onun yüzünü görmedikçe namazım ne işe yarar?" dedi. "Pişman olmayacak mısın?" diye sorana da: "Bundan fazla pişmanlık mı olur, neden daha önce âşık olmamışım ki? Yolumuzu vurup kesen şeytan ne de güzel vurup kesmekte, bizi ne de güzel azdırmakta, söyle vursun, durmasın!" dedi. Kendisine öğüt verenlerin herbirine bir cevap yetiştirdi, dedi ki: "Ben adtan, sandan çoktan geçtim, ar, namus şişesini çoktan taşa çaldım. Gâvur kızının rızasından başkasını istemem, ondan başkasının incinmesine aldırmam. Kâbe olmazsa, kilise hazır; ben Kâbenin akıllısı, kilisenin delisiyim. Cehennem yoldaşım olsa yedi cehennem bile bir âhımdan yanıp kül olur. Yüzü cennete benzeyen sevgili olduktan sonra, bana cennet lâzım olsa, sevgilinin yüzü yeter!" Ona Tanrı'dan utanmasını söyleyene de: "Beni bu ateşe Tanrı attı, kendimi nasıl kurtarabilirim?" dedi. Dervişler ona söz geçiremeyeceklerini anladılar. Şeyh halvete çekildi, sevgilinin civarına yerleşti, o mahallenin köpekleriyle arkadaş oldu. Bir aya yakın oralarda kaldı. Sevgilinin kapısının eşiği ona yastık olmuştu. Kız, şeyhin kendisine âşık olduğunu anladı. Feryatlar içinde ona aşkını ilân etti. Kız da ona: "A kocamış kişi, utan, sen kendine gayri kâfur ve kefen tedarikine bak!" dedi. Fakat kız da ona laf anlatamayacağını anladı ve şeyhe: "Eğer sen bu işin eriysen dört şeyden birini yapmalısın: ya puta secde edersin, ya Kur'an'ı yakarsın, ya şarap içersin, yahut da imandan geçersin." dedi.
Şeyh: "Şarap içmeyi kabul ettim, öbürleriyle işim yok benim. Güzelliğini seyrede ede şarap içerim" dedi.
Şeyh şarap içiyor:
Şeyh, şarap içmeyi kabul edince, sevgilisi ona: "Sevgilisiyle aynı renge boyanmayanın sevgisi, renkten, kokudan başka bir şey değildir, dedi, eğer gerçekten âşıksan Müslümanlıktan el yumalısın!" Şeyh sevgilisinin elinden şarap kadehini aldı, içti. İçtiği anda da, hıfzındaki Kur'an silindi, geriye ondan kuru kelimelerden başka bir şey kalmadı. Sarhoş oldu. Sevgilisini de elinde kadehiyle sarhoş görünce onun boynuna sarılmak istedi. Kız: "Takva ile aşk uyuşmaz, aşkın sonu kâfirliktir, bunu unutma! Benim gibi kâfir olursan kolunu boynuma dolar, beni kucaklarsın." dedi. Şeyh kimseden perva etmedi, Hıristiyanlığı kabul etti. Şeyhi kiliseye götürüp zünnar kuşandırdılar. Şeyh kıza: "Daha ne kaldı?" diye sordu. Kız: "Ey tutsak ihtiyar, dedi, benim mehrim ağırdır, sense yoksulsun." Şeyh, kıza: "Yalnız cennete gitmektense seninle cehenneme gitmek daha hoş." dedi. Kız: "Henüz istediğim gibi pişmeyen âşık, öyleyse mehir işini de bitirelim. Benim mehrim tam bir yıl durup dinlenmeden benim domuzlarımı gütmektir. Yıl bitti mi sana varırım." dedi. Şeyh itiraz etmedi. Kâbe pîri, uluların şeyhi tam bir yıl domuz çobanlığı yaptı. Herkesin içinde yüzlerce domuz vardır, biliyorsun. Ya domuzu yakıp yandırmalı, ya zünnarı kuşanıp kuru davadan vazgeçmeli. İçindeki domuzdan haberin yoksa mazursun, ama yol eri değilsin. Aşk ovasında domuzu öldür, putu yak! Bunları yapmazsan şeyh gibi aşka düş, rüsvay ol!
Hikâyenin Sonu:
Şeyh Hıristiyanlığı kabul edince Rum ülkesinde bir gürültüdür koptu. Dostları onu terkedip Kâbe'ye dönmeye karar verdiler. Kâbe'de onun dirayetli bir dostu vardı. Şeyhten yüz çevirenlerin halini görünce onlara dedi ki: "Mademki şeyh eline zünnar aldı, hepinizin zünnar kuşanması gerekti, hepinizin Hıristiyan olması gerekti. Yaptığınız münafıklıktan başka bir şey değil. Dostuna dost olan, dostu gâvur olsa beraberce gâvur olması lâzım. Aşk, zaten kötü ad san üstüne kurulmuş bir yapıdır. Kim bu yolda baş çekerse bu çekilişi, hamlıktandır. Hadi şeyhinizden çekindiniz, Tanrıya niyazdan niçin çekindiniz?" Böylece hepsi feryada koyuldu, kırk gün kırk gece ne uyudular, ne dinlendiler, ne yediler, ne içtiler. Dua ettiler. Kırkbirinci gün o temiz derviş rüyasında ay gibi Mustafa'yı gördü. Mustafa dedi ki: "Ey himmeti yüce derviş yürü, var.. Şeyhini bağdan kurtardım, himmetin tesir etti, şeyhini affettirdi." Dervişler ağlaya ağlaya koşup domuz çobanı olan Şeyh'in bulunduğu yere vardılar. Şeyh, uzaktan dervişleri görünce kendisini onların yanında nursuz, pirsiz gördü, utancından elbisesini yırttı, başına toprak saçtı. Tövbe etti. Tanrı tövbe ateşini parlattı mı, o ateş neyi bulursa yakar, arındırır. Şeyh gusletti, hikmet, esrar, Kur'an, Hadis bilgileri yeniden canlandı. Dervişlerle beraber Hicaz'a doğru yola düştüler. Şeyh bundan sonra o Hıristiyan kızın, rüyasında, güneşin kucağına düştüğünü gördü. Güneş dile gelip: "Hemen Şeyhin ardından koş, onun dinine gir, ey onu kirleten, yürü, onun yüzünden temizlen!" dedi. Şeyhe, kızın Hıristiyanlıktan vazgeçtiği âyan oldu. Dönüp kıza ulaştılar. Gördüler ki, kızın yüzü altın gibi sararmış, saçları yolun tozlarına bulanmış, ölü gibi yeryüzüne serilmiş. Kız Şeyhi görünce: "Senden utanıyorum. Artık perde ardında yanamam. Perdeyi attım. Bana Müslümanlığı telkin et de yola gireyim." dedi. Kızın hâli perişandı. Müslüman olup dedi ki: "Şeyhim, takatım kalmadı. Kederle dolu olan bu topraktan gidiyorum. Acizim. Beni affet, bana darılma. Elveda!" O ay yüzlü bu sözleri söyleyip candan el çekti, zaten yarı canı kalmıştı, onu da canana teslim etti. O, mecaz denizinden bir katreydi, gene geldiği hakikat denizine gitti. Aşk yolunda bunun gibi neler olur, neler; bunu aşkı bilen bilir.
Not: Şeyh-i Sa'na'nın hikâyesini A. Gölpınarlı'nın Mantık Al-Tayr çevirisinden kısaltıp özetledim, MEB; İst. 1990, s. 95-127.
Rasim ÖZDENÖREN
Şol gönül kim içine girdi bu 'ışk
Mâsivâyı çıkarub sürdi bu 'ışk
Ne zaman ki enfüsüme-gönlüme girdi Aşkullah!
ALLAH celle celâluhudan gayrısını sürdü çıkardı içimden Aşkullah!
Nice 'iffet ehli perhîz-kârların
'Ar u nâmûs şîşesin kırdı bu 'ışk
Nice ar namus derdi güdüp helâl peşinde olup harama perfiz edenlerin,
Çok kıymetlisi ve hep koruduğu değer yargılarını yok etti Aşkullah!
Çok kerâmet sahibi mürşidlerin
Dil evine küfri toldurdı bu 'ışk
Nice kerâmetiyle halk içinde meşhur olmuş zannınca yol alan ve mürşid geçinenlerin,
Perdesini delince Gönül evine küfrün dolduğunu gösterdi Aşkullah!
Şeyh-i San'ânıfi düşünde bir gice
Kâfirin kızını gösterdi bu 'ışk
Şeyh san’ÂN bir gece düşünde hayal âlemi rüyasında,
Bir kâfirin dünya güzeli kızını gösterdi bu AŞK denilen tılsım..
'Aşık oldı cân u dilden ol kıza
Gice gündüz oda yandırdı bu 'ışk
Uyandı zÂHir uykusundan amma aklı kaldı BÂTIN güzelinde esir kaldı,
İÇine düşen kıvılcım VAR/yokun yaktıkça yaktı gece/gündüz her ÂN!..
Var idi dört yüz müridi anlara
Levh-i mahfûz keşfini virdi bu 'ışk
Şeyh san’ÂN’ın açık olan kalb gözü 400 müridine Levh-i mahfûzhıfzını-Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılısını âşikâr gösterdirdi mânâda.. ancak,
Geldi anlar ile şehr-i Kaysere
Anda kızı şeyhe buldurdı bu 'ışk
Kader oku öyle fırlattı ki Şeyh san’ÂN’ı 400 yâreniyle Kayser İline ve Şeyhe ol dilBERRin gül yüzün gösterdi oltasına TAKtı AŞK!..
Bulmadı bir çâre vuslat ol kıza
'Akıbet dînine döndürdi bu 'ışk
Ne ettiyse kendi yolunca ol DİLDâReye kavuşamadı ve de Kayserin, kızına karşılık DİNini terk edip Kayser dinine girme teklifin kabul ettirdi bu AŞK!.
Mürşid-i halk-ı Yemen iken ana
Bir zemân hınzîri gütdürdi bu 'ışk
Bir zamanlar Yemen Ülkesi halkının en gözde yol gösterici-rüşde erdirici Mürşidi iken,
Kayser Kıralının Domuz Çobanlığı teklifini de kabul ettirdi bu AŞK!..
Geldi hâtifden nidâ bir gün hemân
Emr-i Hakk-ıla uyandırdı bu 'ışk
Bütün müridlarinin yalvarışları halkın ayıplamaları etki etmeden AŞKı uğruna sadakatla rezillikte yürüken,
Sesi duyulan kendi görülmeyenden bir nidâ duydu Şeyh san’ÂN,
İşte bu ÖZ SES gaflet uykusundan/taklidden-mecâzdan, tahkike-hakikate uyandırıverdi bir gün bu AŞK!.
Döndi Hak dînine ol demde hemîn
Dil sarâyın sildi süpürdi bu 'ışk
Anlatılmaz bir pişmanlık, ızdırap ve hasretle Hak dînine tAMM döndü hemence,
Gönül sarayının pasın-pisin yudu-yıkadı tertemiz etti kalayladı bu AŞKullah!.
Eyledi hak dîni kız dahi kabûl
Pes kıza hak dîni bildirdi bu 'ışk
Kayser Kıralının dünya güzeli ve eşi olan bu kız, çok sevdiği ve uğruna her cefâya katlanan Şeyh san’ÂNın İZin İzledi ona da Hak dînin bildirdi bu AŞK!.
Kız Yemen iklîmini ârzûladı
Gönline îmânı toldurdı bu 'ışk
Önceden Yemen’i hiç görmemiş kıza Yemen Ülkesiniin sevgisini arzusunu yükledi bu AŞK!. gönlüne Hakk İMANı doldurdu bu AŞkuLLAH!..
Yum gözini didi Şeyh kıza o dem
Kızı bir deryâya taldırdı bu 'ışk
San’âlı Şeyh san’ÂN, İslamı tercih eden Eşine “yum gÖZünü-bana teslim ol!” dediği ÂNda onu bir Mânâ deryasına daldırdı bu AŞK!.
Aç gözini didi açdı kız gözin
İkisin San'âya irdirdi bu 'ışk
“Aç gÖZünü!” dediğinde/RÜŞDe erdiğinde gÖZünü açan kız kendilerin Yemenin başkenti “San’â” da buldular.
Sadakatla teslimiyet İstikametin yaşattı bu AŞK!.
Nice demler ağladub Kuddûsîyâ
'Abd-i Rezzâk şeyhi güldürdi bu 'ışk
Ben ki ne zaman okusam, düşünsem, göz yaşı döksem sonunda bu tekemmül hikayesi el REZZÂK ALLAH celle celâluhu nun kulu ÂŞIK Kuddûsîyi GÜLdürdü bu AŞKullah!..
Er Rezzâku :
*
Abdülkadir Geylânî kaddesallahu sırrahu'da Şeyh san’ÂN:
Şeyh San‘ân Kimdir?
Şeyh San‘ân, Abdülkadir Geylânî kaddesallahu sırrahu hazretleri zamanında yaşamış velî bir zâttır.
Bir gün zamanın büyük velîleri, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin sohbet halkasında onun nasîhatlerini dinliyorlardı... Birden Fahr-i Kâinât Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem rûhâniyetleri tecellî ediyor ve buyuruyorlar ki:
“Söyle ey Abdülkadir; senin ayakların bütün velîlerin omuzları üzerindedir!”
Abdülkadir Geylânî hazretleri, Resûlüllâh Efendimiz’in bu sözlerini orada bulunanlara aynen naklediyor. Onların da tamamı kabul edip; “Alâ rakabetinâ ve alâ re’sinâ (Senin ayakların, bizim omuzlarımız ve başımız üstündedir)” diyerek teslimiyetlerini gösteriyorlar. Hatta o anda huzûrda bulunmayan bir çok velîye de ma’nen haber veriliyor ve onlar da, “Ale’r-re’si ve’l-ayn (Başımız-gözümüz üzerine)” diyerek, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü kabul ediyorlar.
Ve yine o anda, Ümmü Übeyde kasabasında bulunan Rufâî pîri Seyyid Ahmed Rufâi hazretleri de, başını toprağa koyarak yanındakilere, “Abdülkadir şu anda Kavsiyet’ini îlan etti; siz de onun büyüklüğünü kabul edin” diyor... Orada bulunan bütün velîler de, “Abdülkadir’in ayakları, bizim omuzlarımızın üstündedir” diyerek, bu emre inkıyâd ediyor (itâat edip boyun eğiyorlar).
Ancak, Bağdat yakınlarında bulunan meşhur Şeyh San‘ân, “Ben de onun gibi büyüğüm” diyerek boyun eğmeyeceğini söylüyor.
İşte tam o anda, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin rûhaniyetleri tecellî ederek, “Madem ki bana boyun eğmiyorsun, öyleyse senin omuzun üzerinde domuzun ayakları olsun ve kâfir kızına boyun eğesin” diye aleyhinde duâ ediyor.
Aradan fazlaca bir zaman geçmiyor; Şeyh San‘ân, Rum beldesine doğru yola çıkıyor. Bizans sınırları içerisine girdiğinde, bir kâfir kızına âşık olup evlenme teklifinde bulunuyor... Rum kızı ona, “Seninle evlenirim; ancak, benim dinime girip, babamın çiftliğinde en az bir sene domuzlarına bakmak şartıyla” diye karşılık veriyor.
Şeyh San‘an da, kıza kavuşmak için buna râzı oluyor. Rum’un çiftliğinde domuzları gütmeye başlıyor.
Gün geliyor, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin dediği oluyor. Dîninden dönen şeyh, yeni yavrulayan domuzların yavrularını omuzlarında taşıyor.
Etrafındaki müridleri de, daha dîninden ayrıldığı ilk günden itibaren onu terkedip, melûl ve mahzûn bir şekilde geri dönüyorlar... Şeyhlerinin bu hâlini her yerde dile getiriyor ve bunun, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü kabul etmediğinden dolayı başına geldiğini de gayet iyi biliyorlardı.
Şeyh San‘ân’ın Mekke’de velî bir dostu vardı... Arkadaşının başına gelen hâdiseyi duymuş ve son derece üzülmüştü... Kendisini ziyarete gelen Şeyh San‘ân’ın müridlerine, “Siz, bu hâdiseden dolayı, neden şeyhinizin etrafını terk ettiniz? Abdülkadir Geylânî hazretlerine gidip, şeyhinizin affı için yalvarsanız olmaz mı? Şimdi vakit kaybetmeden hemen gidiniz... Vaziyeti ona anlatınız... Şeyhinizin bağışlanması için yalvarınız” dedi.
Onlar da bu tavsiyeye uyarak derhal gidip, Gavs-ı A‘zâm’dan, şeyhlerinin bağışlanmasını dilediler. Ayaklarına kapanarak gözyaşı döktüler. Gavs-ı A‘zâm da, “Hz. Allah şeyhinizi, sizin yalvarmanız üzerine affetti... Gidin; şeyhinizin domuz güttiği çiftliğe varın; ona yakın bir mahalde, zikre başlayın... O sizin yanınıza gelecek” buyurdu.
Şeyh San‘ân’ın müridleri, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin dediği gibi yaptılar: Gidip şeyhin hizmet ettiği Rum’un çiftliğini buldular. Ona yakın bir yerde, “Lâ ilâhe illallâh” diyerek kelime-i tevhîd zikrine başladılar... Bunu duyan Şeyh’in hemen aklı başına geldi; ne hallere düştüğünün farkına vardı ve derhal müridlerinin yanına koştu... İstiğfar edip, kelime-i şehâdet getirdi... Söylediği sözden, yaptığı işlerden pişmanlık duyarak, “Abdülkadir Geylânî’nin ayakları benim omuzlarım üzerindedir” dedi ve onlarla birlikte zikre başladı.
San‘ân’ın gittiğini gören Rum kızının da, aklı başından gitti ve derhal peşine düşüp, “Mâdem ki bu zamana kadar sen bana hizmet ettin; şimdi ise ben senin dînine girip sana hizmet edeceğim” dedi. Ve hemen oracıkta kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu; onunla evlenmeyi de şartsız kabul etti.
**
Ferideddin-i Attar’da Şeyh san’ÂN:
Aşk ve Zillet
Şeyh-i San'an'ın Hikayesi:
Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr adlı mesnevisinde, padişahlarını aramak üzere bir araya gelen kuşların serüvenini hikâye eder. Kuşlar böyle bir heves içindeyken Hüthüt gelir ve onlara zaten bir padişahları olduğunu, fakat o padişahın "binlerce nur ve zulmet perdeleri ardında bulunduğunu ve adının Simurg olduğunu" bildirir ve: "Gelin onu arayıp bulalım" teklifinde bulunur. Uzun müzakerelerden sonra kuşlar yola çıkmaya karar verir. Yollar meşakkatlidir. Simurga ulaşabilmek için istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena adlarını taşıyan yedi vadiyi geçmeleri gerekmektedir. Bunları aştılar mı Simurg'a ulaşacaklardır. Yüzlerca kuştan ancak otuz tanesi menzile ulaşır. Yola çıkan kuşlardan kimisi bazı hicaplara takılır, kimisi yem aramak için bir yere dalar, kimi açlıktan, susuzluktan kırılır. Böylesine çetin ve meşakkatli bir yolculuktur. Yolculuğun aşk vadisinde, kuşlara bir yılgınlık düşer. Hüthüt'e: "Bizim bu uçuşumuzla bu yol biter mi?" diye sorarlar. Hüthüt onlara şu cevabı verir:
"Aşık olan canını kayırmaz, canını terket, canını attın mı yol biter. Yolun bağı candır, canını ver, sevgilinin yüzünü gör. Sana imandan çık derlerse, candan vaz geç diye hitap gelirse, imandan da, candan da vaz geç. Böyle şey caiz değil, diye itaraz edene, de ki, aşk küfürden de yücedir, imandan da, aşkın küfürle, imanla ne işi var? Aşık bütün harmanı ateşe verir, başına testereyi korlarsa, sabreder, tenini biçtirir! Aşka dert ve gönül kanı gerek, derdin yoksa bizden ödünç al! Aşka perdeleri yakan bir dert gerek! Aşkın bir zerresi bütün âlemden iyidir; derdin bir zerresi de bütün âşıklardan iyidir. Aşk, daima kâinatın içidir, ama dertsiz aşk, tam aşk değildir. Meleklerde aşk vardır, dert yok. Dert, adamdan başka mahlûkta bulunmaz. Aşkın kâfirliğe yakınlığı var, kâfirlikse yoksulluğun iç yüzü! Yola ayak basan, bu yolda ayak direyen, küfürden de geçer, İslâmdan da! Aşk sana yoksulluğa kapı açar, yoksulluk da kâfirlik yolunu gösterir. Senin küfrünle imanın kalmadı mı şu tenin de yok olur, canın da! İşte ondan sonra bu işin eri olursun. Bu çeşit sırlara sahip olmak için er gerek! Erler gibi ayağını bas, korkma! Nice bir korkacaksın? Bırak çocukluğu! Erlerin arslanı gibi yola gir, işe koyul! Bu yolda yüzlerce tehlike baş gösterse, değil mi ki, bu yolda baş gösteriyor, korku yok!"
Hüthüt'ün hitabı burada biter. Onun hitabındaki çeşitli mecazların anlaşılabilmesi için, burada, araya Şeyh-i San'an'ın hikâyesi girer. Baştan sona mecazlarla, istiarelerle yüklü olan bu hikâye, aşk yolunda düşülen zilletin harika bir anlatımıdır. Önümüzdeki yazılarda o hikâyeyi aktaracağız.
Şeyh-i San'an kimdir?
Şeyh-i San'an zamanın piriydi. Yüceliğinin dengi yoktu. Haremde kemal sahibi dörtyüz dervişiyle tam elli yıl şeyhlik etmişti.
Dervişleri de aynen kendisi gibiydi: gece gündüz riyazette bulunurlar, bir an bile dinlenmezler, istirahat etmezlerdi.
Hem ameli vardı, hem ilmi. Meydandaki şeyhleri de bilirdi, gizlileri de keşfederdi, sırlara da mahremdi. Elliye yakın haccı vardı. Bütün ömrünce umre eder dururdu. Namazının orucunun haddi hesabı yoktu. Hiç bir sünneti terketmezdi.
Huzuruna gelen yol kılavuzu erler, kendilerinden geçerler de öyle gelirlerdi. O mana eri, kılı kırk yarardı. Kerametlerde de kuvvetliydi, rütbe ve makamlarda da. Kim hastalanır, gevşekliğe düşerse nefesiyle iyileşir, kuvvetlenirdi. Hülâsa neşe çağında da, gam zamanında da halka rehberdi. Alemde bayrak gibi yücelmiş, şöhret bulmuştu.
Şeyhin Rüyası:
Şeyh, kendisini, kendisiyle sohbet edenlerin ulusu görmekle birlikte, birkaç gece biteviye bir rüya görüyordu. Rüyasında, haremden göçmüş, Rum ülkesinde yurt tutmuş, durmadan bir puta secde ediyor.
O âlemin uyanık eri, bu rüyayı görünce eyvahlar olsun, dedi, şimdi tevfik Yusuf'u kuyuya düştü, yolumuz aşılması güç bir bele çattı! Bilmem bu dertten canımı kurtarabilecek miyim? İmanımı kurtarsam canımı terkederim. Dünyada bir tek adam yoktur ki, yolda böyle sarp bir geçide rastlamasın! Yoldaki bu sarp geçidi aşarsa, yolu aydınlanacak, gideceği yeri görebilecekti. Fakat o geçidin ardında kalırsa belâlara uğrayacak, yolu uzayıp duracaktı.
Nihayet o bilgi sahibi üstad, dervişlerine dedi ki: "Bir işim düştü, Rum ülkesine hemencecik gitmem gerek, gideyim ki, şu düşün tabiri nedir, meydana çıksın."
Böylece itibar sahibi dörtyüz dervişi de ona uydu, beraberce yola düştüler. Kâbe'den Rum ülkesinin bir ucuna kadar vardılar. Bütün Rum ülkesini baştan aşağı dönüp dolaştılar. Günün birinde bir yüce yapının önünden geçiyorlardı. Üst kattaki bir pencerenin önünde bir kız oturmuştu. Ruhânî sıfatlı bir gâvur kızıydı bu. Ruhullah yolunda yüzlerce bilgiye sahip olmuştu.
Rum Kızının Güzelliği:
O, güzellik göğünün en yücesine varmış bir güneşti. Zevali olmayan bir güneş.. Güneş, onun yüzünün aksini görüp kıskanmış da sararıp kalmıştı. O dilberin zülfüne gönül veren o zülfün havasıyla zünnar bağlardı. Velhasıl o güzelliğin teferruatını anlatmak uzun sürer. Yüzünde güneş parlaklığı vardı. Siyah saçlarını bu parlak yüze peçe yapmıştı. Peçe altından yüzünü gösterince, Şeyh kemiklerine, iliklerine kadar ateşlere yandı, gönlü sevda ateşiyle dumanlar içinde kaldı.
Şeyhin aşkı:
Rum kızının güzelliği Şeyhi elden ayaktan çıkardı, ele avuca gelmez oldu. Kızın sevgisi can ülkesini yağmalamış, zülfünden imana küfürler yağdırmıştı! Şeyh imanını verdi, Hıristiyanlığı kabul etti. Takvayı sattı, rezilliği satın aldı. Dervişler onu böyle perişan görünce işi anladılar, öğüt verdiler, ama fayda etmedi. Çünkü derdinin dermanı yoktu. Perişan âşık nasıl olur da söz dinler? Dermanı bile yakıp yandıran dert, nasıl olur da dermanı kabul eder? O uzun günde, Şeyh, akşama kadar ağzı açık hayran bir halde gözlerini pencereye dikti, öylece bakıp kaldı. O gece sevgisi birken yüz oldu, tamamiyle kendinden geçip gitti. Kendinden de geçti, âlemden de. Başına topraklar saçtı, feryat ve figana koyuldu. Ne uykusu kaldı, ne kararı. Sevgiden kıvranmakta, ağlayıp inlemekteydi. "Yarabbi, bu gecenin gündüzü yok mu? Yoksa feleğin ışığı olan güneşin ziyası mı kalmadı? Aşk sevdasıyla yanmaktayım, sevginin hücumuna karşı durmaya takatım yok!" diye dövünüyordu. Ömür nerde, sabır nerde, baht nerde, akıl nerde, el nerde, ayak nerde, sevgili nerde, gün nerde bilemez oldu. Bir dostu: "Ey uluların şeyhi, kalk, bu vesveseden yıkan, arın!" dedi. Şeyh ona: "Bu gece ciğer kanıyla yüzlerce defa yıkanıp arımdım a bihaber!" diye cevap verdi. Bir başkası: "Tövbe et!" dedi. Şeyh de ona: "Namustan, halden tövbe ettim; şeyhlikten,olmayacak şeylerden tövbe ettim." diye cevap verdi. Bir başkası: "Tesbihin nerde? İşin tesbihsiz nasıl düzelir?" dedi. O da: "Belime zünnar bağlayabilmek için elimden tesbihi attım." cevabını verdi. Namazı hatırlatana: "O sevgilinin mihrap olan yüzü nerde ki? Onun yüzünü görmedikçe namazım ne işe yarar?" dedi. "Pişman olmayacak mısın?" diye sorana da: "Bundan fazla pişmanlık mı olur, neden daha önce âşık olmamışım ki? Yolumuzu vurup kesen şeytan ne de güzel vurup kesmekte, bizi ne de güzel azdırmakta, söyle vursun, durmasın!" dedi. Kendisine öğüt verenlerin herbirine bir cevap yetiştirdi, dedi ki: "Ben adtan, sandan çoktan geçtim, ar, namus şişesini çoktan taşa çaldım. Gâvur kızının rızasından başkasını istemem, ondan başkasının incinmesine aldırmam. Kâbe olmazsa, kilise hazır; ben Kâbenin akıllısı, kilisenin delisiyim. Cehennem yoldaşım olsa yedi cehennem bile bir âhımdan yanıp kül olur. Yüzü cennete benzeyen sevgili olduktan sonra, bana cennet lâzım olsa, sevgilinin yüzü yeter!" Ona Tanrı'dan utanmasını söyleyene de: "Beni bu ateşe Tanrı attı, kendimi nasıl kurtarabilirim?" dedi. Dervişler ona söz geçiremeyeceklerini anladılar. Şeyh halvete çekildi, sevgilinin civarına yerleşti, o mahallenin köpekleriyle arkadaş oldu. Bir aya yakın oralarda kaldı. Sevgilinin kapısının eşiği ona yastık olmuştu. Kız, şeyhin kendisine âşık olduğunu anladı. Feryatlar içinde ona aşkını ilân etti. Kız da ona: "A kocamış kişi, utan, sen kendine gayri kâfur ve kefen tedarikine bak!" dedi. Fakat kız da ona laf anlatamayacağını anladı ve şeyhe: "Eğer sen bu işin eriysen dört şeyden birini yapmalısın: ya puta secde edersin, ya Kur'an'ı yakarsın, ya şarap içersin, yahut da imandan geçersin." dedi.
Şeyh: "Şarap içmeyi kabul ettim, öbürleriyle işim yok benim. Güzelliğini seyrede ede şarap içerim" dedi.
Şeyh şarap içiyor:
Şeyh, şarap içmeyi kabul edince, sevgilisi ona: "Sevgilisiyle aynı renge boyanmayanın sevgisi, renkten, kokudan başka bir şey değildir, dedi, eğer gerçekten âşıksan Müslümanlıktan el yumalısın!" Şeyh sevgilisinin elinden şarap kadehini aldı, içti. İçtiği anda da, hıfzındaki Kur'an silindi, geriye ondan kuru kelimelerden başka bir şey kalmadı. Sarhoş oldu. Sevgilisini de elinde kadehiyle sarhoş görünce onun boynuna sarılmak istedi. Kız: "Takva ile aşk uyuşmaz, aşkın sonu kâfirliktir, bunu unutma! Benim gibi kâfir olursan kolunu boynuma dolar, beni kucaklarsın." dedi. Şeyh kimseden perva etmedi, Hıristiyanlığı kabul etti. Şeyhi kiliseye götürüp zünnar kuşandırdılar. Şeyh kıza: "Daha ne kaldı?" diye sordu. Kız: "Ey tutsak ihtiyar, dedi, benim mehrim ağırdır, sense yoksulsun." Şeyh, kıza: "Yalnız cennete gitmektense seninle cehenneme gitmek daha hoş." dedi. Kız: "Henüz istediğim gibi pişmeyen âşık, öyleyse mehir işini de bitirelim. Benim mehrim tam bir yıl durup dinlenmeden benim domuzlarımı gütmektir. Yıl bitti mi sana varırım." dedi. Şeyh itiraz etmedi. Kâbe pîri, uluların şeyhi tam bir yıl domuz çobanlığı yaptı. Herkesin içinde yüzlerce domuz vardır, biliyorsun. Ya domuzu yakıp yandırmalı, ya zünnarı kuşanıp kuru davadan vazgeçmeli. İçindeki domuzdan haberin yoksa mazursun, ama yol eri değilsin. Aşk ovasında domuzu öldür, putu yak! Bunları yapmazsan şeyh gibi aşka düş, rüsvay ol!
Hikâyenin Sonu:
Şeyh Hıristiyanlığı kabul edince Rum ülkesinde bir gürültüdür koptu. Dostları onu terkedip Kâbe'ye dönmeye karar verdiler. Kâbe'de onun dirayetli bir dostu vardı. Şeyhten yüz çevirenlerin halini görünce onlara dedi ki: "Mademki şeyh eline zünnar aldı, hepinizin zünnar kuşanması gerekti, hepinizin Hıristiyan olması gerekti. Yaptığınız münafıklıktan başka bir şey değil. Dostuna dost olan, dostu gâvur olsa beraberce gâvur olması lâzım. Aşk, zaten kötü ad san üstüne kurulmuş bir yapıdır. Kim bu yolda baş çekerse bu çekilişi, hamlıktandır. Hadi şeyhinizden çekindiniz, Tanrıya niyazdan niçin çekindiniz?" Böylece hepsi feryada koyuldu, kırk gün kırk gece ne uyudular, ne dinlendiler, ne yediler, ne içtiler. Dua ettiler. Kırkbirinci gün o temiz derviş rüyasında ay gibi Mustafa'yı gördü. Mustafa dedi ki: "Ey himmeti yüce derviş yürü, var.. Şeyhini bağdan kurtardım, himmetin tesir etti, şeyhini affettirdi." Dervişler ağlaya ağlaya koşup domuz çobanı olan Şeyh'in bulunduğu yere vardılar. Şeyh, uzaktan dervişleri görünce kendisini onların yanında nursuz, pirsiz gördü, utancından elbisesini yırttı, başına toprak saçtı. Tövbe etti. Tanrı tövbe ateşini parlattı mı, o ateş neyi bulursa yakar, arındırır. Şeyh gusletti, hikmet, esrar, Kur'an, Hadis bilgileri yeniden canlandı. Dervişlerle beraber Hicaz'a doğru yola düştüler. Şeyh bundan sonra o Hıristiyan kızın, rüyasında, güneşin kucağına düştüğünü gördü. Güneş dile gelip: "Hemen Şeyhin ardından koş, onun dinine gir, ey onu kirleten, yürü, onun yüzünden temizlen!" dedi. Şeyhe, kızın Hıristiyanlıktan vazgeçtiği âyan oldu. Dönüp kıza ulaştılar. Gördüler ki, kızın yüzü altın gibi sararmış, saçları yolun tozlarına bulanmış, ölü gibi yeryüzüne serilmiş. Kız Şeyhi görünce: "Senden utanıyorum. Artık perde ardında yanamam. Perdeyi attım. Bana Müslümanlığı telkin et de yola gireyim." dedi. Kızın hâli perişandı. Müslüman olup dedi ki: "Şeyhim, takatım kalmadı. Kederle dolu olan bu topraktan gidiyorum. Acizim. Beni affet, bana darılma. Elveda!" O ay yüzlü bu sözleri söyleyip candan el çekti, zaten yarı canı kalmıştı, onu da canana teslim etti. O, mecaz denizinden bir katreydi, gene geldiği hakikat denizine gitti. Aşk yolunda bunun gibi neler olur, neler; bunu aşkı bilen bilir.
Not: Şeyh-i Sa'na'nın hikâyesini A. Gölpınarlı'nın Mantık Al-Tayr çevirisinden kısaltıp özetledim, MEB; İst. 1990, s. 95-127.
Rasim ÖZDENÖREN
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
23
İslâmbol-İstanbul!.
Selâtîn-i cihânın a'zamı sultân-ı İslâmbol
Nücûm-âsâ tecemmu' eylemiş merdân-ı İslâmbol
Cihân sultânlarının en büyük sultânı İslâmbol.
Nice yiğtiler doğmuş ortaya çıkıp toplanıp cem’ olmuş İslâmbol.
Bilâd-ı Müslimîne kûh-ı kâf-tek sedd-i muhkemdir
Gazâ ecrin alurlar bî-'aded sükkân-ı İslâmbol
İslam ülkelerine-beldelerine tek sağlam Kâf kalesidir.
İsatnbulda oturanlar sayısız Gazâya- Din uğrunda kâfirlerle yapılan savaşlara katılışm gibi sevablar alırlar.
Halîfe oldığı yirde biriktir evliyâ dirler
Katı çok bu ecilden sâhib-i 'irfân-ı İslâmbol
Halîfeninolduğu yerde evliyâlar birikmiştir derler,
Gerçekten bu hususta irfân sâhibleripek çoktur İslâmbolda.
İhâta idemez 'akl-ı beşer esrânnı aslâ
Ne mümkindir bilinmek hikmet-i ferzân-ı İslâmbol
İnsan aklı bunun sırrını asla kapayamaz,
Bilinmesi ne mümkin İslâmbolun ilim ve hikmetteki yeri-önemi..
Münâcâtı harâbâtı erenler eksen nâsı
Sanur zâhid ki heb füccâr-durur mestân-ı Islâmbol
Gerçekte İslâmbolda aşayanların çoğu harâbât ehli ki sırf ALLAH celle celâluhu için kulluk edenlerolup sürekli Münâcâtta-Allah'tan necat için dua ve yalvarıdadırlar.
Ham sofu sanır ki İslâmbolun manevî serhoşları füccâr- Açıktan günah işleyenler sanır!
Sıfât-ı halk ile eyler tesettür evliyâullah
Olur bu vech-ile kuvvetli sıddîkân-ı İslâmbol
Evliyâullah, halkın sıfâtları ile tesettür edip gizlenirler.
Bu yüzden İslâmbolun evliyâullahı daima tamm sıddıklar olmuşlardır.
Gürûh-ı ehl-i hâl il 'ışk u cezbe bî-şümâr anda
Dem-â-dem dost-ıla cünbişde meczûbân-ı İslâmbol
Hâl ehli ile Aşk ve cezbe toplulukları Sayısız, pek çokça İslâmboldadır.
Bu İslâmbol meczûbları durmadan Dost ALLAH celle celâluhu ile zevk ve hazz halindedirler..
Sınık gönülleri ta'mîr iderler hûb devâlarla
Bu ahlâk ile rif'at buldığı a'yân-ı İslâmbol
Bu şahsiyetler kırık kalbleri en güzel çârelerle tedavi ederler.
İşte bu MuhaMMedî ahlâk ile İslâmbol a'yânı- ileri gelenleri yüksek ve büyük rütbe sahibi âlişan oldular.
Beşâşet tatlu dil i'zâz u ikrâm u tevâzu' hem
Tahabbüb hem telattuf pîşe-i yârân-ı İslâmbol
Güler yüzlü, tatlı dilli, hürmetle ikram ediş, alçak gönüllülükle İslâmbol yârânı-halk dostlarının işi-meşgalesi-huyu-âdeti sevgi, dostluk, muhabbet, daima lutfediştir.
Mürüvvet merhamet re'fet-durur 'âdâtı ol kavmin
Garîb ü bî-kese rağbet ider ihvân-ı İslâmbol
İslâmbol halkının âdetleri daima insanlık yapmak, düşküne acımak ve merhemetli olmak olmuştur.
İslâmbol ihvân-din kardşelerinin meyilliolup rağbet eteeikleriçâresiz gariblere bunları yapmaktır.
Varan ol beldeye irer murâdına mücerrebdür
Olur handân u mesrûr lâ-cerem mihmân-ı İslâmbol
Tecrübeyle sabittir ki, o şehre varanlar mutlaka muradlarına ererler.
İslâmbolun misafirleri şüphesiz yüzleri gülen ve sürura kavuşanlardan olur.
Anı medh eylemişdir on sekiz bin 'âlemin fahri
Budur ez-cümle memdûhiyyete bürhân-ı İslâmbol
İslâmbolu 18.000 'âlemin fahri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem övmüştür.
İşte budur en büyük-sözün özü övüşe delili İslâmbolun
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, Tirmizî, İbni Mâce.)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir tarafı denizde bir tarafı karada olan bir şehir (İstanbul’u) duydunuz mu?’ diye sordu. Sahabeler:
“Evet ya Rasulallah” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İsmail oğullarından yetmiş bin kişi o beldede savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Oraya geldikleri vakit kılıçla savaşmazlar, ok atmazlar. La ilahe illallah Allah-u Ekber derler, şehrin deniz tarafı düşer. Sonra yine La ilahe illallah Allah-u Ekber derler şehrin diğer tarafı düşer. Sonra yine üçüncü defa La ilahe illallah Allah-u Ekber derler onlar için bir gedik açılır onlar da şehre girer ganimet elde ederler. Onlar ganimetleri taksim ederken birisi gelir de: ‘Deccal çıkmıştır’ diye bağırır. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler’” buyurdu.”
(Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan; Müslim: 2920)
Eğer 'âlim eğer câhil eğer sâlih eğer tâlih
Tarîk ehli fakır ü tâcir ü hâkân-ı İslâmbol
Bu şehir öyle bir diyârdır ki, âlim olsun, câhil, sâlih-sulh ehli yaralı kişi olsun, tâlih-faydasız, yaramaz kişi olsun, ister tüccâr ister fakir olsu isterse Hakan olsun hepisi de Tarikat yolunda ehlidirler.
Kamusı 'âşıkân-ı Hazret-i Şâh-ı Rüsüldür hem
Severler âlî hem ashâbı müştâkân-ı İslâmbol
Tümü de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in ŞÂHının âşıklarıdırlar, hem ÂL-i MuhaMMede hemde Ashabaına candan gönülden muhabbet beslerler.
Tolu 'ilm ü ma'ârif ehli Eflâtûnleyin zâtlar
Muvaffak ma'rifet tahsîline insân-ı İslâmbol
Sanki meşhur Eflatun gibi ilim ve mârifet sahibi zatlarla doludur.
İstanbul’un insanı fıtraten mârifet öğreniminde başarılıdırlar..
Cevâmi'de medârisde ider kesb-i 'ulûm tullâb
Beher vech-ile büldân üzre var rüchân-ı İslâmbol
Câmilerde Medreslerde pek çok talebebeler ilim kazanmaya gayret ederler,
Pek çok yönden İstanbulun diğer beldelere fazilet üstünlüğü açıkça ortadadır.
Tekâvîde zevâyâda çalışur zikre 'âşıklar
Ki 'ışk odına yanmak kân dervîşân-ı İslâmbol
Tekkelerde, zaviyelerde âşıklar durmadan Zikrullaha çalışırlar.
İstanbulun devişleri aşk ateşine yanmanın madeni-menbağıdırlar.
Kişi sâlihleri sevmekle anlardan olur lâ-büdd
Muhibbân heb ulu kiçi nisâ sıbyân-ı İslâmbol
Şüphesiz ki bir kimse sâlihleri sevmekle onlardan olur.
İstanbulun çoluğu-çocuğu-kadını hepsi de ulu kişilerdir ve Aşkullah sevenleridirler.
---Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem:
اَلْمَرْ ءُ مَعَ مَنْ اَ حَبَّ
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” Buyurdu.
---Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Yâ Rasûlullah, kıyamet ne zaman kopacaktır? Diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, namaza kalktı ve namazını bitirince; “Kıyametin kopmasını soran kimse nerededir? Buyurdu. Adam: Benim Ey Allah’ın Rasûlü dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam: “Kıyamet için fazla namaz ve oruç hazırlayamadım fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sende sevdiğinle beraber olacaksın buyurdu. Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim.” (Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan ; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Kişi sevdiği kimseyle beraberdir. Hayır ve şer kazandığı her şey kişinin kendisinindir.” Buyurdu.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
---Safvân b. Assâl (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tok sesli bir bedevî geldi ve: “Ya Muhammed! Bir kimse bir toplumu seviyor fakat her yönden onlar gibi olamamıştır, bu kişi ne olacak?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Buyurdu.
(Safvân b. Assâl radiyallahu anhu’dan; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
Kazâya râzıyân anlar belâya sâbirân cümle
Rızâ vü sabr u teslîm ü tevekkül şân-ı İslâmbol
Onlar, Kaza–Kader e razı, tecellisindeyse sabır ehlidirler,
İstanbul ehlinin şanı-şerefi rıza-sabr-teslimiyet ve tevekkül içinde bulunmalarıdır daima..
Ki bir anda yanar meskenleri 'uryân kalurlar pes
İder biri birini tesliye 'uryân-ı İslâmbol
Olur ki ev-barkları yanar çırılçıplak ortada kalanlar olunca işte o zaman hemence o kimseyi teselli edip, avutup elinden tutarlar ve o sıkıntıyı el birliğiyle savarlar..
Bu 'âlemde virir Yezdân belâyı sevdiğine bil
Sever İslâmbolın mü'minlerin Yezdân-ı İslâmbol
İstanbulun başından çok hengameler geçti ancak Hak Teâlâ belâyı sevdiğine veriri de yeniden dener, bu nedenle İstanbul mü'minleri de zaman zaman sıkıntılar-belâlar öçeke geldiler..
Bizim bir kâsemiz kırılsa olunz katı gam-nâk
Cihânda yok-durur her vech-ile akrân-ı İslâmbol
Orası Sultanımızın şehri pay-i taht ki, bizim bir kâsemiz kırılsa buna üzüntüsü 1000 katı gam-kedere düşer,
Her yönden bu cihanda liyakatça bir benzeri yoktur İstanbulun..
Görür özini yahşi ehl-i İslâmboli kem sûfî
Özi düşmân-ı Hak iken olur düşmân-ı İslâmbol
Özleri en güzel-ahsen olanlar İstanbulun halkının nasıl sufî olduğunu görürler.
Özleri Hakka düşman olanlar da İstanbul düşmanı olurlar..
Yiyüb içüb giyüb dürlü-be-dürlü ni'metini ol
Teşekkür yirine eyler hemîn küfrân-ı İslâmbol
İstanbulda yaşarken türlü türlü nimetlerini yerler, giyinirler de teşekküre edeckeleri yerde durmadan İstanbula küfrederler bu nankör kimseler..
İder buğz u 'adâvet Kird-gârın dostlarına çün
Kubâb altında dostlarla gezer dostân-ı İslâmbol
Yaratıcı ve Kudret sahibi Gird-Gâr ALLAH celle celâluhunun dostlarına gizli kin ve düşmanlık beslerler çünkü bu gök kubbe altında ALLAH celle celâluhunun dostlarıyla gezeler İstanbul dostları..
Kimi görse koyub tartar terâzüsine ol ahmak
Sanursın ki virilmiş destine mîzân-ı İslâmbol
Hiç kimseleri beğenmeyen bu Ahmak tabiatlı kimseler önüne geleni tartıya çeker sanki ona verilmiş İstanbulun terazisi..
İki fırka kılar nâsı biri nâcî biri hâlik
Necât ehlinden eyler nefsin ol nâdân-ı İslâmbol
Şehrin halkını ikiye ayırır birisi kurtulmuşlar fırkası öteki mahvolmuş-helak olmuşlar fırkası..
Bunu bilen İstanbulun umutsuzları Necât ehlinin kapısını çalıp nefislerin onlarca kılarlar..
Tekebbür eyleyüb dâ'im öğer özini ol miskîn
Gurûr u 'ucb-ıla dir çok-durur tuğyân-ı İslâmbol
Kendin olgun gören göstermelik miskinler ki kendilerini durmadan öven kibir sahipleridirler.
Böylesi gurur, kibir, kendini beğenmişlikte azgınlaşanları da vardır İstanbulun..
Günâh işler bu ümmet mağfiret eyler Gafûrdur Rabb
Değil mi yohsa ümmetden güneh-kârân-ı İslâmbol
Bu ÜMMet-i MuhaMMed kulluk gereği elde olmadan da günah işler ancak Rabbu’l- âlemin Gafurdur bağışlar..
Yoksa Vun günahkarları ÜMMet-i MuhaMMedden değil mi?.
Günâhın nef’i vardır mü'mine buyurdı Peygamber
Ki oldur 'âmmenin Lokmânı hem Lokmân-ı İslâmbol
“Günahın Mü’mine menfaaatı-faydası vardır!” buyurdu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Tüm halkın Lokman-ı Hekimi budur ve İstanbulun da Lokman-ı Hekimi budur..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” Buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
'Abes mi nefs ü İblîs ü hevâ şehvet bu inşânda
İder mi zan ki 'afv olmaz 'aceb 'isyân-ı İslâmbol
Bu insan oğlunun başına belâ gözüken nefis, iblis, hevâ, şehvet; abes, faydasız, lüzumsuz ve gayesiz mi?
İstanbul halkının isyanını afv olmaz mı zanneder bu adamlar ki!
Olur taksîmde gufrân müznibe 'isyânı mikdârı
İdiser mağfiret Rahmân-ı halk Rahmân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhu bağışlamasının taksiminde paylaşımında günah sahibine isyanı mikdarınca pay düşer.
İstanbulun ve halkının Rahmânı elbette bağışlayacaktır onları..
Resûl didi 'azâb yok âhiretde ümmetime hîç
Bu ümmetden değil mi yohsa gümrâhân-ı İslâmbol
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ahirette Ümmetime hiç azab yok!” buyurdu.
O zman, İstanbulun yolunu şaşırmışlarını ÜMMet-i MuhaMMedden değil mi?.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu ümmet rahmete kavuşmuştur. Azapları dünyada ve birbirlerindendir. Kıyamette her Müslüman için bir müşrik ayrılır, “Bu senin Cehennemden fidyendir” denir.” Buyurdu.
(İbni Mâce)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim, mağfiret olunmuştur. Dünyadaki sıkıntıları onlara kefarettir. Kıyamette her Müslümana bir Yahudi veya Hıristiyan verilir, “Bu ateşten senin fidyendir” denir.” Buyurdu.
(Taberanî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetime ahirette azap yoktur. Kıyamette onlar yerine bedel olarak bâtıl din ehlinden bir kâfir verilir. Bu onların Cehennemden fidyesidir.” Buyurdu.
(Hatib, İbni Neccâr)
'Azâbı ümmetin dünyâda çekdiği belâlardır
Bu ümmetden değil mi sâhib-i îmân-ı İslâmbol
İslan Dininde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyruğunca ahret azabı ÜMMet-i MuhaMMedin dünyâda çekdiği belâlardır.
O zaman bu câhillerce, İstanbulun iman sahibi insanları bu ümmetden değil mi?
Hudâ bu ümmete uyhu virir imiş cehennemde
Cinân içre olurlar şâd-mân giryân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhu hasbelkader cehenneme düşen ÜMMet-i MuhaMMede uyku hali verirmiş.
Onun için İstanbulun bu alemde göz yaşı dökneleri gümrah bile olsalar cennetlerde sevinçli olacaklar..
İdelim dâ'im istiğfâr cemî'-i mü'minân içün
Be-küllî kulların Hannânıdur Hannân-ı İslâmbol
Şimdi bİZler bütün mü'minler için tevbe- istiğfâr edelim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem BİZ BİR-İzliğinde
Muhakkak ki tüm kullarının el Hannânıdır ALLAH celle celâluhu, İstanbulun da..
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
---“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.” (MuhaMMed 47/19)
Hadîs-i beşşirû ile 'amel it sen de ey vâ'iz
Recâ itsün Hudânın rahmetin sekrân-ı İslâmbol
Ey halak doğru yol kılavuzlayan vâiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in müjdeleyici hadisleriyle amel ederek vaaz et!
Ki, İstanbulun günah serhoşları da Hakk Teâlânın rahmetini niyaz eylesinler ölmeden..
Ne tenfîr it ne ta'sîr it hemân teysîr ü tebşîr it
Ne taknît it ümîdi kesmesün meccân-ı İslâmbol
Ne nefret ettir, ne güçleştir-ne zorlaştır, hemence kolaylaştır ve müjdele,
Asla ümidi kestirme ki ümitsiz kalmasın eli boş avereleri İstanbulun..
Ne teşdîd it ne tazyîk it ki rahmet bahr-i evsa'dur
Ne terhîs it ki ruhsat bulmasun şübbân-ı İslâmbol
Ne şiddet kullan ne sıkıştır ki ALLAH celle celâluhunun rahmet denizi geniştir.
Ne de her şeye kuralsızca izin verme ki İstanbulun yen yetme delikanlıları kendilerine geçiş yolu bulup azmasınlar..
Recâ vü havfı ta'lîm idüben tergîb ü tehdîd it
Ki kansunlar işidüb pendini 'atşân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhuya iltica-yalvarı ve korku yolunu öğret, hakka ve hayra rağbet-meyl ettir ve de b3atıl ve şerre gidişin kötülüğüyle tehdid et,
Ki bu güzel öğüdlere kansın İstanbulun ateşli delikanlıları..
Makarr-ı evliyâ vü 'ârifân ol belde-i zîbâ
Bakuban zâhire itme sakın bühtân-ı İslâmbol
Bu güzellikler beldesi İstanbul, evliyâ ve âriflerin karar yeri-başşehridir,
Sen kelle gözünle görünüşe bakıpda İstanbula iftira etmeyesin!
Nasîhat eyle kavl-i nerm-ile nâzik-durur anlar
Zemîn ü âsümânın halkı heb a'vân-ı İslâmbol
Sen yumuşak sözlerle nasîhat et ki çok nâzik-kibar insanlardırlar onlar,
Yerlerin göklerin halkı ve e İsatanbulun insanları..
Kebâ'ir irtikâb-ile dinilmez mü'mine kâfir
'Usâtı itme tekfir olmagıl fettân-ı İslâmbol
Bir mü'min hasbelkader bir büyük günah işledi diye hemence “kâfir” denilmez.
İstanbulada âsiler-zorbalar da var deyip küfrüne ferman verip da İsatanbulun fitnecisi olma!
Bu ümmet ümmet-i merhûmedir pek çok şefî'âtı
Sakın olma idüben sû-i zan ta'ân-ı İslâmbol
Bu İstanbuldaki Ümmet-i MuhaMMed kendine rahmet edilmiş, rahmete kavuşmuş, şefâat sahibi bir ümmettir.
Kötü zannınla olur-olmaz İsatanbulu ayıplama!.
Halîfe anda olmakla yedi iklîme mir'âtdır
İder insân melek cin cümle istihsân-ı İslâmbol
İslam Dinin Halîfesi İsatanbulda olmakla dünyanı 7 köşesinin AYNasıdır,
İnsanlar, melekler, cinlerin cümlesi de İsatanbulu en güzel bilir öğer dururlar..
Cesed 'âlem halîfe cân diri olmaz cesed ansız
Halîfe 'âlemin cânı-durur hem cân-ı İslâmbol
Sanki ÂLEMler cesed de ümmet-i MuhaMMedin Halîfesi onun CANı gibidir, cansız cesed gibidi Halîfesiz âlemler..
Onun için İsatanbuldak i Halîfe hem İsatanbulun hemde âlemlerin canıdır..
Nişânı yok velînin kimse bilmez Tenriden gayrı
Dime bu pâdişâh u 'asker ü dihkân-ı İslâmbol
Veliyullahın “ben veliyim” diye taşıyop gösterdiği bir işareti olmadığından ALLAH celle celâluhu dan gayrısı bilemez..
Onun için, İsatanbulun halkın sadece gördüğün gibi, bu pâdişâh bu asker bu da güldürücü-hokkabaz dmeyesin!.
Kabâda şimdi ehlullah gürûhı oldığı içün
Bu Kuddûsî fakîr olmış-durur hayrân-ı İslâmbol
Şümdü şu AN da KÂBE’de Ehlullah toplumu-takımı hazır olduğu için,
Bu kalender Derviş Kuddûsî Babamız İsatanbulda İsatanbula hayran kalakalmış durmakta İsatanbulunda..
Hayâ eyler bu Kuddûsî zelîl çârşûda gezmekden
İdüb zan her kimi görse ki bu arslan-ı İslâmbol
BU Kuddûsî kalenderim, çarşılarda dolaşıp da her gördüğü İsatanbul Aslanlarına, zannınca kötü görüp ileri geri demeye utanır hayâ eder..
Olub meddâh-ı İstanbul bu Kuddûsî hakîr dir kim
Kazâdan saklasun Mevlâ bülenddir şân-ı İslâmbol
Kimselerin tanımadaığı bu Garib Kuddûsî İsatanbulun can dan medhedicisi-övücüsü olmuştur.
Bu şanı yüksek-yüce İsatanbulumuzu el Mevlâ ALLAH celle celâluhu her türlü belâ ve kazsadan saklasın!
Âmin!..
El Mevlâ :
İslâmbol-İstanbul!.
Selâtîn-i cihânın a'zamı sultân-ı İslâmbol
Nücûm-âsâ tecemmu' eylemiş merdân-ı İslâmbol
Cihân sultânlarının en büyük sultânı İslâmbol.
Nice yiğtiler doğmuş ortaya çıkıp toplanıp cem’ olmuş İslâmbol.
Bilâd-ı Müslimîne kûh-ı kâf-tek sedd-i muhkemdir
Gazâ ecrin alurlar bî-'aded sükkân-ı İslâmbol
İslam ülkelerine-beldelerine tek sağlam Kâf kalesidir.
İsatnbulda oturanlar sayısız Gazâya- Din uğrunda kâfirlerle yapılan savaşlara katılışm gibi sevablar alırlar.
Halîfe oldığı yirde biriktir evliyâ dirler
Katı çok bu ecilden sâhib-i 'irfân-ı İslâmbol
Halîfeninolduğu yerde evliyâlar birikmiştir derler,
Gerçekten bu hususta irfân sâhibleripek çoktur İslâmbolda.
İhâta idemez 'akl-ı beşer esrânnı aslâ
Ne mümkindir bilinmek hikmet-i ferzân-ı İslâmbol
İnsan aklı bunun sırrını asla kapayamaz,
Bilinmesi ne mümkin İslâmbolun ilim ve hikmetteki yeri-önemi..
Münâcâtı harâbâtı erenler eksen nâsı
Sanur zâhid ki heb füccâr-durur mestân-ı Islâmbol
Gerçekte İslâmbolda aşayanların çoğu harâbât ehli ki sırf ALLAH celle celâluhu için kulluk edenlerolup sürekli Münâcâtta-Allah'tan necat için dua ve yalvarıdadırlar.
Ham sofu sanır ki İslâmbolun manevî serhoşları füccâr- Açıktan günah işleyenler sanır!
Sıfât-ı halk ile eyler tesettür evliyâullah
Olur bu vech-ile kuvvetli sıddîkân-ı İslâmbol
Evliyâullah, halkın sıfâtları ile tesettür edip gizlenirler.
Bu yüzden İslâmbolun evliyâullahı daima tamm sıddıklar olmuşlardır.
Gürûh-ı ehl-i hâl il 'ışk u cezbe bî-şümâr anda
Dem-â-dem dost-ıla cünbişde meczûbân-ı İslâmbol
Hâl ehli ile Aşk ve cezbe toplulukları Sayısız, pek çokça İslâmboldadır.
Bu İslâmbol meczûbları durmadan Dost ALLAH celle celâluhu ile zevk ve hazz halindedirler..
Sınık gönülleri ta'mîr iderler hûb devâlarla
Bu ahlâk ile rif'at buldığı a'yân-ı İslâmbol
Bu şahsiyetler kırık kalbleri en güzel çârelerle tedavi ederler.
İşte bu MuhaMMedî ahlâk ile İslâmbol a'yânı- ileri gelenleri yüksek ve büyük rütbe sahibi âlişan oldular.
Beşâşet tatlu dil i'zâz u ikrâm u tevâzu' hem
Tahabbüb hem telattuf pîşe-i yârân-ı İslâmbol
Güler yüzlü, tatlı dilli, hürmetle ikram ediş, alçak gönüllülükle İslâmbol yârânı-halk dostlarının işi-meşgalesi-huyu-âdeti sevgi, dostluk, muhabbet, daima lutfediştir.
Mürüvvet merhamet re'fet-durur 'âdâtı ol kavmin
Garîb ü bî-kese rağbet ider ihvân-ı İslâmbol
İslâmbol halkının âdetleri daima insanlık yapmak, düşküne acımak ve merhemetli olmak olmuştur.
İslâmbol ihvân-din kardşelerinin meyilliolup rağbet eteeikleriçâresiz gariblere bunları yapmaktır.
Varan ol beldeye irer murâdına mücerrebdür
Olur handân u mesrûr lâ-cerem mihmân-ı İslâmbol
Tecrübeyle sabittir ki, o şehre varanlar mutlaka muradlarına ererler.
İslâmbolun misafirleri şüphesiz yüzleri gülen ve sürura kavuşanlardan olur.
Anı medh eylemişdir on sekiz bin 'âlemin fahri
Budur ez-cümle memdûhiyyete bürhân-ı İslâmbol
İslâmbolu 18.000 'âlemin fahri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem övmüştür.
İşte budur en büyük-sözün özü övüşe delili İslâmbolun
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, Tirmizî, İbni Mâce.)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir tarafı denizde bir tarafı karada olan bir şehir (İstanbul’u) duydunuz mu?’ diye sordu. Sahabeler:
“Evet ya Rasulallah” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İsmail oğullarından yetmiş bin kişi o beldede savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Oraya geldikleri vakit kılıçla savaşmazlar, ok atmazlar. La ilahe illallah Allah-u Ekber derler, şehrin deniz tarafı düşer. Sonra yine La ilahe illallah Allah-u Ekber derler şehrin diğer tarafı düşer. Sonra yine üçüncü defa La ilahe illallah Allah-u Ekber derler onlar için bir gedik açılır onlar da şehre girer ganimet elde ederler. Onlar ganimetleri taksim ederken birisi gelir de: ‘Deccal çıkmıştır’ diye bağırır. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler’” buyurdu.”
(Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan; Müslim: 2920)
Eğer 'âlim eğer câhil eğer sâlih eğer tâlih
Tarîk ehli fakır ü tâcir ü hâkân-ı İslâmbol
Bu şehir öyle bir diyârdır ki, âlim olsun, câhil, sâlih-sulh ehli yaralı kişi olsun, tâlih-faydasız, yaramaz kişi olsun, ister tüccâr ister fakir olsu isterse Hakan olsun hepisi de Tarikat yolunda ehlidirler.
Kamusı 'âşıkân-ı Hazret-i Şâh-ı Rüsüldür hem
Severler âlî hem ashâbı müştâkân-ı İslâmbol
Tümü de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in ŞÂHının âşıklarıdırlar, hem ÂL-i MuhaMMede hemde Ashabaına candan gönülden muhabbet beslerler.
Tolu 'ilm ü ma'ârif ehli Eflâtûnleyin zâtlar
Muvaffak ma'rifet tahsîline insân-ı İslâmbol
Sanki meşhur Eflatun gibi ilim ve mârifet sahibi zatlarla doludur.
İstanbul’un insanı fıtraten mârifet öğreniminde başarılıdırlar..
Cevâmi'de medârisde ider kesb-i 'ulûm tullâb
Beher vech-ile büldân üzre var rüchân-ı İslâmbol
Câmilerde Medreslerde pek çok talebebeler ilim kazanmaya gayret ederler,
Pek çok yönden İstanbulun diğer beldelere fazilet üstünlüğü açıkça ortadadır.
Tekâvîde zevâyâda çalışur zikre 'âşıklar
Ki 'ışk odına yanmak kân dervîşân-ı İslâmbol
Tekkelerde, zaviyelerde âşıklar durmadan Zikrullaha çalışırlar.
İstanbulun devişleri aşk ateşine yanmanın madeni-menbağıdırlar.
Kişi sâlihleri sevmekle anlardan olur lâ-büdd
Muhibbân heb ulu kiçi nisâ sıbyân-ı İslâmbol
Şüphesiz ki bir kimse sâlihleri sevmekle onlardan olur.
İstanbulun çoluğu-çocuğu-kadını hepsi de ulu kişilerdir ve Aşkullah sevenleridirler.
---Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem:
اَلْمَرْ ءُ مَعَ مَنْ اَ حَبَّ
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” Buyurdu.
---Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Yâ Rasûlullah, kıyamet ne zaman kopacaktır? Diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, namaza kalktı ve namazını bitirince; “Kıyametin kopmasını soran kimse nerededir? Buyurdu. Adam: Benim Ey Allah’ın Rasûlü dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam: “Kıyamet için fazla namaz ve oruç hazırlayamadım fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sende sevdiğinle beraber olacaksın buyurdu. Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim.” (Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan ; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Kişi sevdiği kimseyle beraberdir. Hayır ve şer kazandığı her şey kişinin kendisinindir.” Buyurdu.
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
---Safvân b. Assâl (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tok sesli bir bedevî geldi ve: “Ya Muhammed! Bir kimse bir toplumu seviyor fakat her yönden onlar gibi olamamıştır, bu kişi ne olacak?” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Buyurdu.
(Safvân b. Assâl radiyallahu anhu’dan; Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
Kazâya râzıyân anlar belâya sâbirân cümle
Rızâ vü sabr u teslîm ü tevekkül şân-ı İslâmbol
Onlar, Kaza–Kader e razı, tecellisindeyse sabır ehlidirler,
İstanbul ehlinin şanı-şerefi rıza-sabr-teslimiyet ve tevekkül içinde bulunmalarıdır daima..
Ki bir anda yanar meskenleri 'uryân kalurlar pes
İder biri birini tesliye 'uryân-ı İslâmbol
Olur ki ev-barkları yanar çırılçıplak ortada kalanlar olunca işte o zaman hemence o kimseyi teselli edip, avutup elinden tutarlar ve o sıkıntıyı el birliğiyle savarlar..
Bu 'âlemde virir Yezdân belâyı sevdiğine bil
Sever İslâmbolın mü'minlerin Yezdân-ı İslâmbol
İstanbulun başından çok hengameler geçti ancak Hak Teâlâ belâyı sevdiğine veriri de yeniden dener, bu nedenle İstanbul mü'minleri de zaman zaman sıkıntılar-belâlar öçeke geldiler..
Bizim bir kâsemiz kırılsa olunz katı gam-nâk
Cihânda yok-durur her vech-ile akrân-ı İslâmbol
Orası Sultanımızın şehri pay-i taht ki, bizim bir kâsemiz kırılsa buna üzüntüsü 1000 katı gam-kedere düşer,
Her yönden bu cihanda liyakatça bir benzeri yoktur İstanbulun..
Görür özini yahşi ehl-i İslâmboli kem sûfî
Özi düşmân-ı Hak iken olur düşmân-ı İslâmbol
Özleri en güzel-ahsen olanlar İstanbulun halkının nasıl sufî olduğunu görürler.
Özleri Hakka düşman olanlar da İstanbul düşmanı olurlar..
Yiyüb içüb giyüb dürlü-be-dürlü ni'metini ol
Teşekkür yirine eyler hemîn küfrân-ı İslâmbol
İstanbulda yaşarken türlü türlü nimetlerini yerler, giyinirler de teşekküre edeckeleri yerde durmadan İstanbula küfrederler bu nankör kimseler..
İder buğz u 'adâvet Kird-gârın dostlarına çün
Kubâb altında dostlarla gezer dostân-ı İslâmbol
Yaratıcı ve Kudret sahibi Gird-Gâr ALLAH celle celâluhunun dostlarına gizli kin ve düşmanlık beslerler çünkü bu gök kubbe altında ALLAH celle celâluhunun dostlarıyla gezeler İstanbul dostları..
Kimi görse koyub tartar terâzüsine ol ahmak
Sanursın ki virilmiş destine mîzân-ı İslâmbol
Hiç kimseleri beğenmeyen bu Ahmak tabiatlı kimseler önüne geleni tartıya çeker sanki ona verilmiş İstanbulun terazisi..
İki fırka kılar nâsı biri nâcî biri hâlik
Necât ehlinden eyler nefsin ol nâdân-ı İslâmbol
Şehrin halkını ikiye ayırır birisi kurtulmuşlar fırkası öteki mahvolmuş-helak olmuşlar fırkası..
Bunu bilen İstanbulun umutsuzları Necât ehlinin kapısını çalıp nefislerin onlarca kılarlar..
Tekebbür eyleyüb dâ'im öğer özini ol miskîn
Gurûr u 'ucb-ıla dir çok-durur tuğyân-ı İslâmbol
Kendin olgun gören göstermelik miskinler ki kendilerini durmadan öven kibir sahipleridirler.
Böylesi gurur, kibir, kendini beğenmişlikte azgınlaşanları da vardır İstanbulun..
Günâh işler bu ümmet mağfiret eyler Gafûrdur Rabb
Değil mi yohsa ümmetden güneh-kârân-ı İslâmbol
Bu ÜMMet-i MuhaMMed kulluk gereği elde olmadan da günah işler ancak Rabbu’l- âlemin Gafurdur bağışlar..
Yoksa Vun günahkarları ÜMMet-i MuhaMMedden değil mi?.
Günâhın nef’i vardır mü'mine buyurdı Peygamber
Ki oldur 'âmmenin Lokmânı hem Lokmân-ı İslâmbol
“Günahın Mü’mine menfaaatı-faydası vardır!” buyurdu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Tüm halkın Lokman-ı Hekimi budur ve İstanbulun da Lokman-ı Hekimi budur..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” Buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11)
'Abes mi nefs ü İblîs ü hevâ şehvet bu inşânda
İder mi zan ki 'afv olmaz 'aceb 'isyân-ı İslâmbol
Bu insan oğlunun başına belâ gözüken nefis, iblis, hevâ, şehvet; abes, faydasız, lüzumsuz ve gayesiz mi?
İstanbul halkının isyanını afv olmaz mı zanneder bu adamlar ki!
Olur taksîmde gufrân müznibe 'isyânı mikdârı
İdiser mağfiret Rahmân-ı halk Rahmân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhu bağışlamasının taksiminde paylaşımında günah sahibine isyanı mikdarınca pay düşer.
İstanbulun ve halkının Rahmânı elbette bağışlayacaktır onları..
Resûl didi 'azâb yok âhiretde ümmetime hîç
Bu ümmetden değil mi yohsa gümrâhân-ı İslâmbol
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ahirette Ümmetime hiç azab yok!” buyurdu.
O zman, İstanbulun yolunu şaşırmışlarını ÜMMet-i MuhaMMedden değil mi?.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu ümmet rahmete kavuşmuştur. Azapları dünyada ve birbirlerindendir. Kıyamette her Müslüman için bir müşrik ayrılır, “Bu senin Cehennemden fidyendir” denir.” Buyurdu.
(İbni Mâce)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim, mağfiret olunmuştur. Dünyadaki sıkıntıları onlara kefarettir. Kıyamette her Müslümana bir Yahudi veya Hıristiyan verilir, “Bu ateşten senin fidyendir” denir.” Buyurdu.
(Taberanî)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetime ahirette azap yoktur. Kıyamette onlar yerine bedel olarak bâtıl din ehlinden bir kâfir verilir. Bu onların Cehennemden fidyesidir.” Buyurdu.
(Hatib, İbni Neccâr)
'Azâbı ümmetin dünyâda çekdiği belâlardır
Bu ümmetden değil mi sâhib-i îmân-ı İslâmbol
İslan Dininde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyruğunca ahret azabı ÜMMet-i MuhaMMedin dünyâda çekdiği belâlardır.
O zaman bu câhillerce, İstanbulun iman sahibi insanları bu ümmetden değil mi?
Hudâ bu ümmete uyhu virir imiş cehennemde
Cinân içre olurlar şâd-mân giryân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhu hasbelkader cehenneme düşen ÜMMet-i MuhaMMede uyku hali verirmiş.
Onun için İstanbulun bu alemde göz yaşı dökneleri gümrah bile olsalar cennetlerde sevinçli olacaklar..
İdelim dâ'im istiğfâr cemî'-i mü'minân içün
Be-küllî kulların Hannânıdur Hannân-ı İslâmbol
Şimdi bİZler bütün mü'minler için tevbe- istiğfâr edelim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem BİZ BİR-İzliğinde
Muhakkak ki tüm kullarının el Hannânıdır ALLAH celle celâluhu, İstanbulun da..
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ
---“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de.” (MuhaMMed 47/19)
Hadîs-i beşşirû ile 'amel it sen de ey vâ'iz
Recâ itsün Hudânın rahmetin sekrân-ı İslâmbol
Ey halak doğru yol kılavuzlayan vâiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in müjdeleyici hadisleriyle amel ederek vaaz et!
Ki, İstanbulun günah serhoşları da Hakk Teâlânın rahmetini niyaz eylesinler ölmeden..
Ne tenfîr it ne ta'sîr it hemân teysîr ü tebşîr it
Ne taknît it ümîdi kesmesün meccân-ı İslâmbol
Ne nefret ettir, ne güçleştir-ne zorlaştır, hemence kolaylaştır ve müjdele,
Asla ümidi kestirme ki ümitsiz kalmasın eli boş avereleri İstanbulun..
Ne teşdîd it ne tazyîk it ki rahmet bahr-i evsa'dur
Ne terhîs it ki ruhsat bulmasun şübbân-ı İslâmbol
Ne şiddet kullan ne sıkıştır ki ALLAH celle celâluhunun rahmet denizi geniştir.
Ne de her şeye kuralsızca izin verme ki İstanbulun yen yetme delikanlıları kendilerine geçiş yolu bulup azmasınlar..
Recâ vü havfı ta'lîm idüben tergîb ü tehdîd it
Ki kansunlar işidüb pendini 'atşân-ı İslâmbol
ALLAH celle celâluhuya iltica-yalvarı ve korku yolunu öğret, hakka ve hayra rağbet-meyl ettir ve de b3atıl ve şerre gidişin kötülüğüyle tehdid et,
Ki bu güzel öğüdlere kansın İstanbulun ateşli delikanlıları..
Makarr-ı evliyâ vü 'ârifân ol belde-i zîbâ
Bakuban zâhire itme sakın bühtân-ı İslâmbol
Bu güzellikler beldesi İstanbul, evliyâ ve âriflerin karar yeri-başşehridir,
Sen kelle gözünle görünüşe bakıpda İstanbula iftira etmeyesin!
Nasîhat eyle kavl-i nerm-ile nâzik-durur anlar
Zemîn ü âsümânın halkı heb a'vân-ı İslâmbol
Sen yumuşak sözlerle nasîhat et ki çok nâzik-kibar insanlardırlar onlar,
Yerlerin göklerin halkı ve e İsatanbulun insanları..
Kebâ'ir irtikâb-ile dinilmez mü'mine kâfir
'Usâtı itme tekfir olmagıl fettân-ı İslâmbol
Bir mü'min hasbelkader bir büyük günah işledi diye hemence “kâfir” denilmez.
İstanbulada âsiler-zorbalar da var deyip küfrüne ferman verip da İsatanbulun fitnecisi olma!
Bu ümmet ümmet-i merhûmedir pek çok şefî'âtı
Sakın olma idüben sû-i zan ta'ân-ı İslâmbol
Bu İstanbuldaki Ümmet-i MuhaMMed kendine rahmet edilmiş, rahmete kavuşmuş, şefâat sahibi bir ümmettir.
Kötü zannınla olur-olmaz İsatanbulu ayıplama!.
Halîfe anda olmakla yedi iklîme mir'âtdır
İder insân melek cin cümle istihsân-ı İslâmbol
İslam Dinin Halîfesi İsatanbulda olmakla dünyanı 7 köşesinin AYNasıdır,
İnsanlar, melekler, cinlerin cümlesi de İsatanbulu en güzel bilir öğer dururlar..
Cesed 'âlem halîfe cân diri olmaz cesed ansız
Halîfe 'âlemin cânı-durur hem cân-ı İslâmbol
Sanki ÂLEMler cesed de ümmet-i MuhaMMedin Halîfesi onun CANı gibidir, cansız cesed gibidi Halîfesiz âlemler..
Onun için İsatanbuldak i Halîfe hem İsatanbulun hemde âlemlerin canıdır..
Nişânı yok velînin kimse bilmez Tenriden gayrı
Dime bu pâdişâh u 'asker ü dihkân-ı İslâmbol
Veliyullahın “ben veliyim” diye taşıyop gösterdiği bir işareti olmadığından ALLAH celle celâluhu dan gayrısı bilemez..
Onun için, İsatanbulun halkın sadece gördüğün gibi, bu pâdişâh bu asker bu da güldürücü-hokkabaz dmeyesin!.
Kabâda şimdi ehlullah gürûhı oldığı içün
Bu Kuddûsî fakîr olmış-durur hayrân-ı İslâmbol
Şümdü şu AN da KÂBE’de Ehlullah toplumu-takımı hazır olduğu için,
Bu kalender Derviş Kuddûsî Babamız İsatanbulda İsatanbula hayran kalakalmış durmakta İsatanbulunda..
Hayâ eyler bu Kuddûsî zelîl çârşûda gezmekden
İdüb zan her kimi görse ki bu arslan-ı İslâmbol
BU Kuddûsî kalenderim, çarşılarda dolaşıp da her gördüğü İsatanbul Aslanlarına, zannınca kötü görüp ileri geri demeye utanır hayâ eder..
Olub meddâh-ı İstanbul bu Kuddûsî hakîr dir kim
Kazâdan saklasun Mevlâ bülenddir şân-ı İslâmbol
Kimselerin tanımadaığı bu Garib Kuddûsî İsatanbulun can dan medhedicisi-övücüsü olmuştur.
Bu şanı yüksek-yüce İsatanbulumuzu el Mevlâ ALLAH celle celâluhu her türlü belâ ve kazsadan saklasın!
Âmin!..
El Mevlâ :
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
24
Çünki dünyâ dârını teşrîf idüb basdı kâdem
Ol Safiyullah ki Âdem çekdi nice hüzn ü gam
Ne zaman ki Safiyullah Âdem Babamız, Dünya yurdunu şereflendirdi, esfel-i sâfiline ayak bastı,
Nice garib hüzünlere gamlara düştü.
Enbiyânın cümlesi dürlü belâlar çekdiler
Hem Hudânın dostı 'âlem fahri şâh-ı muhterem
Tüm Peygamberler türlü türlü derdler belâlar çektiler.
Hemde ALLAH celle celâluhu nun Dostu âlemlerin Övüncü şâh-ı muhterem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de nice belâlara düçâr olmuştur.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir). Eğer dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takib eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde yürür.” Buyurdu.
(Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71, 983. hadis. Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn-i Hıbban, Müstedrekten. bk. İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335)
Çâr-yâr-ı Mustafâ Sıddîk 'Ömer 'Osmân 'Alî
Al ü ashâb çekdiler dünyâda gûnâ-gûn elem
Mustafa aleyhi's-selâmın 4 YÂRi; Ebu Bekir Sıddık, Ömeru’l- Faruk, Osmanı zünnureyn, Aliyyu’l- Mürtezâ radiyallahu anhum.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem âilesi, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm cümlesi, ve Ashab-ı Güzin radiyallahu anhum da türlü türlü elemler-acılar çektiler..
Cümle ümmet rütbesince gam yükin yüklendiler
Sen dilersin dâr-ı mihnetde safâ vü 'îş ü dem
O gündür bu gündür tÜMM ÜMMet-i MuhaMMed sabredecek durumlarınca-manevî hâllerinin kaldıracağınca-vusatlarınca-güçleince –takatlarınca gam yükünü yüklendiler ve KULLuk denemesinden geçtiler.
Eğer sen bu; mihnet-zahmet, eziyet, dert, belâ, tecrübe, sınama diyârında,
Gönül şenliği ve zevk u safa içinde dem sürmek istersen..
Hasteye acı devâlar yidirir çünki tabîb
Sabr idüb anı yir ise 'âfiyet bulur dedem
Kuddûsî DEDEnden dinle ki;
Doktor hastasının derdinin devâsı acı ilacı içirir ki,
Eğer sabredip onu yerse sonunda sıhhat ve afiyet bulur..
Didi Peygamber ki mü'min üç belâdan boş değil
Biri zillet biri kıllet birisi dahi sekam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
mü'min 3 belâdan kurtulamaz bu dünyada;
1- zillet: aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık.
2- kıllet: azlık, nâdirlik, kıtlık, fakirlik, yokluk, yoksulluk.
3- sekam: hastalık, illet, bozukluk.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü'minlerde üç şeyden biri bulunur. Kıllet, hastalık, zillet yâni îtibârsızlık.” buyurdu.
(Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûm; K.Saadet)
Olmasa inşânda bu üç nesne bil tuğyân ider
Nefs ü şeytân leşkeri bunlarla olur müntakam
Bir insanda haddini bildiren bu 3 dert olmazsa azgınlaşır..
Nefis ve Şeytan askerlerinden bunlarla intikam alınabilir..
'İzzet ü sıhhat dahi mâl mü'mini müşrik ider
Bunlara nâ'il olub Fir'avn didi ben Tenriyem
Kibirlenmek, sürekli sıhhatli oluş, zenginlik mal, mülk çokluğu sonunda mü'mini müşrik eder.
İşte meşhur Firavun da bunlara sahib olunca ben de Tanrıyım dedi çıktı..
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Nâziât 79/24)
Dostlarına anları virmez Hudâ-yı Lem-Yezel
Her kime virdiyse zîrâ oldı anın hâli kem
Zeval bulmaz, Daimî Hakk Teâlâ, izzeti, sıhhatı, mâlı Dostlarına vermez ki verdiyse onun hali kötüye gitti..
'Âkil ü dânâ olan anlarla itmez iftihâr
Çünki anlar ehl-i istidrâca virilür hocam
Akıllı ve Bilgili olan insanlar asla onlarla iftihar edip öğünmez,
Çünkü onlar derece derece düşmeye devam edenlere verilir hocam..
Kahr içinde gizlemiş Hallâk-ı 'âlem lutfını
Sûretâ ni'met görinen fi'l-hakîka heb nikam
Bu âlemleri halkeden ALLAH celle celâluhu lutfunu kahrının içine gizlemiştir.. Zül’l-Celâli ve’l- İkrâmdır..
Tersi deböyledir insan aklı için ki, görünüşte ni’met- iyilik, lütuf, ihsan gözükür amma hakikatta ise o bir nikmet-hoş olmayan bir ezadır cezadır..
Yedi yirde mü'minin kalmaz günâhı arınur
Sıdk-ıla dinle ki anları sana bir bir diyem
7 yerde mü'minin günâhlarından arınır, kurtulur ki,
Dosdoğru dinlersen sana onları tek tek sayayım..
Cümle dünyâda çekilen derd belâ mihnet keder
Zenbine keffâret olur görmez uhrâda sedem
Bu dünyada mü'minin başına gelen, çektiği her derd, belâ, mihnet, kederler günahlarına keffâret- örtücü ve imhâ edici olur, yok eder de ahrette sedem-hüzün, keder, tasa, nedâmet, pişmanlık görmez..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslümanların başına gelen sürekli süreksiz sıkıntı, üzüntü, güçlük, gam, keder, hatta batırılan diken gibi şeylerin hepsini şüphesiz ki Allah, onun günahına keffaret sayar.” Buyurdu.
(Tecrid-i Sarih Terc. H. No: 1907)
Anlar-ile gitmeyüb kalur ise cüz'î günâh
Cân virirken çekdiği zahmet kabir içinde hem
Eğer ki bu çektiklerinin kefaretiyle hepsi gitmez de birazcık kalırsa onlar da Cân verirken ve kabir içinde çekdiği zahmetlerle yok olur gider..
Dahi mîzânda hisâbda hem sırâtda çekadiği
Mü'minin zenbine keffâret olur ey ibn-i 'am
Ve de mîzânda hisâbda hem de sırâtta çekeceiği çileler,
Mü'minin zenbine-suç, günah, kabahatlarına keffâret olur ey emmi oğlu…
Gâyet ile çok olub cürmi biraz kalur ise
Yanuban dûzahda sonra virilür bî-had ni'am
Olur ya, bu dünyada cürmü-kabahatı, kusuru, hatâsı, isyanı, günahı çokça olur da biraz kalırsa, cehennemde bir müddet yanar da sonunda sınırsız nimetlere kavuşur..
Nev'-i insânda terakkî var melekde yok imiş
Bu terakkiye sebeb mihnet meşakkat gussa gam
İnsan türünde terakkî-tekemmül, ilerleme, yükselme vardır ve de meleklerde bu hâl yoktur..
İnsanoğlunun bu terakkîsine sebeb bu hayatta çektiği mihnet, meşakkat, tasa, keder ve gamlardır..
îtme Hâlikdan şikâyet halka sâbir ol hemân
Var-durur her bir belâda nice esrâr ü hikem
Seni yaratan el Hâlık Teâlâ’yın halkına şikâyet etme, sabret durmadan,
Ve düşün ki bu belâların her birinde nice şimdi anlayamadığın sırlar ve hikmetler vardır ortaya çıkacaklar..
Tâ'at ü 'ilm ü 'amel takvâ kerâmet gerçi hûb
Sâhibi 'ucba düşer ise olur merdûd o dem
Taat-ibadet etmek, ilim, amel, takvâ, kerâmet gibi vasıfları kuşanmak gerçi çok güzelliklerdir,
Ancak bunların sahibi ucba-kibire, gurura, kendini beğenmişliğe düşerse hemen o nada birden merdûd-dinden kovulmuş oluverir maazallah…
Kibrifi esbâbından olubdur bu mezkûrlar kamu
Kim tekebbür eyler ise olur alçak lâ-cerem
Bu zikredilen anlatılan güzellikler elde etmek kadar dikkat etmek de gerekir ki bunlar aynı zamanda kibirlenmenini sebebleridirler.
Kim ki kibirlenir, kendini büyük sayar, nefsini büyük görürse lâ-cerem-şüphesiz, elbette, besbelli alçaklardan olur..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ ALLAH celle celâluhu: “İzzet gömleğim, kibriyâ da elbisemdir. Benden bunları çıkarmaya kalkışanlara azabım haktır” buyurdu.
(İ.Ahmed b. Hanbel, II, 248; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; İbn Mâce, “Zühd”, 16; ayrıca bk. Müslim, “Eirr”, 136; Ebû İshâk ez-Zeccâc, s. 35; Ebû Süleyman el-Hattâbî, s. 39; Beyhakî, I, 131-132.)
Sırrını tuy kadrini bil fakr u zili ü 'illetin
Anları dostlarına ihsân ider ancak Hakem
Kulluğun ana vasıfları olan “Fakriyet-Acziyet-zillet ve İlleti” in sırrını duy kadir kıymetini bil ki,
Bu bilişi ancak Hakk Dostlarına ihsan eder el Hâkem ALLAH celle celâluhu..
Her neden ki hoşlanursa nefsin ol şerdür sakın
Anın ikrâh itdiği nesne hayırdur itme zem
Ve nefsin neden hoşlanıyorsa anla ki o senin şerrdir ondan sakınasın!
Nefsiyin kötü gördüğüyse senin için Hayr olandır..
'Afiyet iste Hudâdan sen dahi Kuddûsîyâ
Bir belâ geldikde sabr it bul terakkî dem-be-dem
Ey Kuddûsî sen de Hakk Teâlâdan sıhhat selâmet iste,
Bir belâ gelirse arasıra başına sabr et ki onun sayesinde kemâlat bulup gelişesin olgunluğa eresin..
Çünki dünyâ dârını teşrîf idüb basdı kâdem
Ol Safiyullah ki Âdem çekdi nice hüzn ü gam
Ne zaman ki Safiyullah Âdem Babamız, Dünya yurdunu şereflendirdi, esfel-i sâfiline ayak bastı,
Nice garib hüzünlere gamlara düştü.
Enbiyânın cümlesi dürlü belâlar çekdiler
Hem Hudânın dostı 'âlem fahri şâh-ı muhterem
Tüm Peygamberler türlü türlü derdler belâlar çektiler.
Hemde ALLAH celle celâluhu nun Dostu âlemlerin Övüncü şâh-ı muhterem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de nice belâlara düçâr olmuştur.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir). Eğer dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takib eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde yürür.” Buyurdu.
(Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71, 983. hadis. Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn-i Hıbban, Müstedrekten. bk. İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335)
Çâr-yâr-ı Mustafâ Sıddîk 'Ömer 'Osmân 'Alî
Al ü ashâb çekdiler dünyâda gûnâ-gûn elem
Mustafa aleyhi's-selâmın 4 YÂRi; Ebu Bekir Sıddık, Ömeru’l- Faruk, Osmanı zünnureyn, Aliyyu’l- Mürtezâ radiyallahu anhum.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem âilesi, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm cümlesi, ve Ashab-ı Güzin radiyallahu anhum da türlü türlü elemler-acılar çektiler..
Cümle ümmet rütbesince gam yükin yüklendiler
Sen dilersin dâr-ı mihnetde safâ vü 'îş ü dem
O gündür bu gündür tÜMM ÜMMet-i MuhaMMed sabredecek durumlarınca-manevî hâllerinin kaldıracağınca-vusatlarınca-güçleince –takatlarınca gam yükünü yüklendiler ve KULLuk denemesinden geçtiler.
Eğer sen bu; mihnet-zahmet, eziyet, dert, belâ, tecrübe, sınama diyârında,
Gönül şenliği ve zevk u safa içinde dem sürmek istersen..
Hasteye acı devâlar yidirir çünki tabîb
Sabr idüb anı yir ise 'âfiyet bulur dedem
Kuddûsî DEDEnden dinle ki;
Doktor hastasının derdinin devâsı acı ilacı içirir ki,
Eğer sabredip onu yerse sonunda sıhhat ve afiyet bulur..
Didi Peygamber ki mü'min üç belâdan boş değil
Biri zillet biri kıllet birisi dahi sekam
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
mü'min 3 belâdan kurtulamaz bu dünyada;
1- zillet: aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık.
2- kıllet: azlık, nâdirlik, kıtlık, fakirlik, yokluk, yoksulluk.
3- sekam: hastalık, illet, bozukluk.
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü'minlerde üç şeyden biri bulunur. Kıllet, hastalık, zillet yâni îtibârsızlık.” buyurdu.
(Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûm; K.Saadet)
Olmasa inşânda bu üç nesne bil tuğyân ider
Nefs ü şeytân leşkeri bunlarla olur müntakam
Bir insanda haddini bildiren bu 3 dert olmazsa azgınlaşır..
Nefis ve Şeytan askerlerinden bunlarla intikam alınabilir..
'İzzet ü sıhhat dahi mâl mü'mini müşrik ider
Bunlara nâ'il olub Fir'avn didi ben Tenriyem
Kibirlenmek, sürekli sıhhatli oluş, zenginlik mal, mülk çokluğu sonunda mü'mini müşrik eder.
İşte meşhur Firavun da bunlara sahib olunca ben de Tanrıyım dedi çıktı..
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Nâziât 79/24)
Dostlarına anları virmez Hudâ-yı Lem-Yezel
Her kime virdiyse zîrâ oldı anın hâli kem
Zeval bulmaz, Daimî Hakk Teâlâ, izzeti, sıhhatı, mâlı Dostlarına vermez ki verdiyse onun hali kötüye gitti..
'Âkil ü dânâ olan anlarla itmez iftihâr
Çünki anlar ehl-i istidrâca virilür hocam
Akıllı ve Bilgili olan insanlar asla onlarla iftihar edip öğünmez,
Çünkü onlar derece derece düşmeye devam edenlere verilir hocam..
Kahr içinde gizlemiş Hallâk-ı 'âlem lutfını
Sûretâ ni'met görinen fi'l-hakîka heb nikam
Bu âlemleri halkeden ALLAH celle celâluhu lutfunu kahrının içine gizlemiştir.. Zül’l-Celâli ve’l- İkrâmdır..
Tersi deböyledir insan aklı için ki, görünüşte ni’met- iyilik, lütuf, ihsan gözükür amma hakikatta ise o bir nikmet-hoş olmayan bir ezadır cezadır..
Yedi yirde mü'minin kalmaz günâhı arınur
Sıdk-ıla dinle ki anları sana bir bir diyem
7 yerde mü'minin günâhlarından arınır, kurtulur ki,
Dosdoğru dinlersen sana onları tek tek sayayım..
Cümle dünyâda çekilen derd belâ mihnet keder
Zenbine keffâret olur görmez uhrâda sedem
Bu dünyada mü'minin başına gelen, çektiği her derd, belâ, mihnet, kederler günahlarına keffâret- örtücü ve imhâ edici olur, yok eder de ahrette sedem-hüzün, keder, tasa, nedâmet, pişmanlık görmez..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslümanların başına gelen sürekli süreksiz sıkıntı, üzüntü, güçlük, gam, keder, hatta batırılan diken gibi şeylerin hepsini şüphesiz ki Allah, onun günahına keffaret sayar.” Buyurdu.
(Tecrid-i Sarih Terc. H. No: 1907)
Anlar-ile gitmeyüb kalur ise cüz'î günâh
Cân virirken çekdiği zahmet kabir içinde hem
Eğer ki bu çektiklerinin kefaretiyle hepsi gitmez de birazcık kalırsa onlar da Cân verirken ve kabir içinde çekdiği zahmetlerle yok olur gider..
Dahi mîzânda hisâbda hem sırâtda çekadiği
Mü'minin zenbine keffâret olur ey ibn-i 'am
Ve de mîzânda hisâbda hem de sırâtta çekeceiği çileler,
Mü'minin zenbine-suç, günah, kabahatlarına keffâret olur ey emmi oğlu…
Gâyet ile çok olub cürmi biraz kalur ise
Yanuban dûzahda sonra virilür bî-had ni'am
Olur ya, bu dünyada cürmü-kabahatı, kusuru, hatâsı, isyanı, günahı çokça olur da biraz kalırsa, cehennemde bir müddet yanar da sonunda sınırsız nimetlere kavuşur..
Nev'-i insânda terakkî var melekde yok imiş
Bu terakkiye sebeb mihnet meşakkat gussa gam
İnsan türünde terakkî-tekemmül, ilerleme, yükselme vardır ve de meleklerde bu hâl yoktur..
İnsanoğlunun bu terakkîsine sebeb bu hayatta çektiği mihnet, meşakkat, tasa, keder ve gamlardır..
îtme Hâlikdan şikâyet halka sâbir ol hemân
Var-durur her bir belâda nice esrâr ü hikem
Seni yaratan el Hâlık Teâlâ’yın halkına şikâyet etme, sabret durmadan,
Ve düşün ki bu belâların her birinde nice şimdi anlayamadığın sırlar ve hikmetler vardır ortaya çıkacaklar..
Tâ'at ü 'ilm ü 'amel takvâ kerâmet gerçi hûb
Sâhibi 'ucba düşer ise olur merdûd o dem
Taat-ibadet etmek, ilim, amel, takvâ, kerâmet gibi vasıfları kuşanmak gerçi çok güzelliklerdir,
Ancak bunların sahibi ucba-kibire, gurura, kendini beğenmişliğe düşerse hemen o nada birden merdûd-dinden kovulmuş oluverir maazallah…
Kibrifi esbâbından olubdur bu mezkûrlar kamu
Kim tekebbür eyler ise olur alçak lâ-cerem
Bu zikredilen anlatılan güzellikler elde etmek kadar dikkat etmek de gerekir ki bunlar aynı zamanda kibirlenmenini sebebleridirler.
Kim ki kibirlenir, kendini büyük sayar, nefsini büyük görürse lâ-cerem-şüphesiz, elbette, besbelli alçaklardan olur..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ ALLAH celle celâluhu: “İzzet gömleğim, kibriyâ da elbisemdir. Benden bunları çıkarmaya kalkışanlara azabım haktır” buyurdu.
(İ.Ahmed b. Hanbel, II, 248; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; İbn Mâce, “Zühd”, 16; ayrıca bk. Müslim, “Eirr”, 136; Ebû İshâk ez-Zeccâc, s. 35; Ebû Süleyman el-Hattâbî, s. 39; Beyhakî, I, 131-132.)
Sırrını tuy kadrini bil fakr u zili ü 'illetin
Anları dostlarına ihsân ider ancak Hakem
Kulluğun ana vasıfları olan “Fakriyet-Acziyet-zillet ve İlleti” in sırrını duy kadir kıymetini bil ki,
Bu bilişi ancak Hakk Dostlarına ihsan eder el Hâkem ALLAH celle celâluhu..
Her neden ki hoşlanursa nefsin ol şerdür sakın
Anın ikrâh itdiği nesne hayırdur itme zem
Ve nefsin neden hoşlanıyorsa anla ki o senin şerrdir ondan sakınasın!
Nefsiyin kötü gördüğüyse senin için Hayr olandır..
'Afiyet iste Hudâdan sen dahi Kuddûsîyâ
Bir belâ geldikde sabr it bul terakkî dem-be-dem
Ey Kuddûsî sen de Hakk Teâlâdan sıhhat selâmet iste,
Bir belâ gelirse arasıra başına sabr et ki onun sayesinde kemâlat bulup gelişesin olgunluğa eresin..
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Re: AHMED KUDDÛSÎ (ks) DİVANI ŞERHİ
25
Ben bu cihâna 'irfâna geldim
Bulmağa kenzi vîrâna geldim
Ben, dünyaya irfana, anlayışa, tecrübe ve zekâm ile zihnî kemâle ermeye geldim.
Beden vîrânesine gömülü Tevhid hazinesini-definesini bulmaya geldim.
Cümle mevcûdât kulluk iderler
Bendelik içün sultâna geldim
Bu âlemde canlı cansız fiilen Yaratanına kulluk etmekte, Sünnetullah içinde atomlar gibi durmadan dönerek, her şey gibi o şeyliğini eksiksiz yaparak kulluk etmekteler..
Ben de beni yaratan MÜLKün Sultânına kulluk etmeye geldim.
AKLen BUnun zÂHİRi fiilen İŞTİRAKle cİSİMde cÂN cihÂNında, DevrrÂN-SeyrÂN-CevlÂN CEM’i CüNBüşü..
RABBimizden her ÂN ŞeÂN da yeniden yaratış, GEL-iş ve DÖN-üş ŞE’Nliği,
şu ANda ve ŞE’ENULLAHta her AN Devam etmektedir çok şükür:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ
الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
---“Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm (hakîmi): Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih etmektedir.” (Cuma 62/1)
Bir katre sudur çün benim aslım
Sun'-ı Hakk ile bu şâna geldim
Ben de her şey gibi bir DAMLA Sudan yaratıldım
Hakk Teâlâ’nın SubhaNî San’atıyla bu şân’a-hale-keyfiyete-duruma geldim..
DAMLA-ya yAZılan Alın yAZım:
tek DAMLAnın-“ben”i-im-in, “BUZ-SU-BUHAR-BULUT” TaKDiR ü TeCELLî OYuNu.. CeM-de, MîM Mâ-SALLı LÂM-ın!..
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
---“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- MÂİ kulle ŞEY’in HAYY, e fe lâ yu’minûn: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
Ana rahmine bir nutfe düşdüm
Turub tokuz ay bu hâne geldim
Baba belinden Ana rahmine bir nutfe-meni-sperm olarak düştüm..
Dokuz ay orada durdum, kemâl buldum bu Dünya evine çıktım..
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
---“İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ: Çünkü biz, insanı, (erkek ve dişi suları ile) karışık bir damla nutfeden yarattık; (üzerine mükellefiyyet yükliyerek) onu deneyeceğiz. Bunun için onu duygu ve görgü sahibi kıldık.” (İnsân 76/2)
Dürlü meşakkat çekdim bu handa
Terbiyet içün zindâna geldim
Kapısız bacasız bu Dünya dünya HANında nice zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluklar çektim ki,
Zâten ben bu zindana nefsi terbiye için sokulmuştum..
Esdi başımdan 'ışkın rüzgârı
'Andelîb-âsâ efgâna geldim
Bir İlahî Aşk Rüzgârı esti ki, başımdan aklımı aldı gitti,
Seher kuşu Bülbül gibi acıyla feryadı figana geldim..
Cümle mahlûka olmışam mir'ât
Sırr-ı pinhânı tibyâna geldim
Kâinattaki-ÂLEMdeki bütün halkedilenlere ÂDEM AYNası oldum ki,
Her mevCÛDun Özünde sakladığı Gizli SıRR, Hakikat-ı MuhaMMedîyyesini tibyâna-anlayacağı şekilde açıklayıp beyân etmeye geldim..
Bu ne san'at kim bir tamla sudan
Yapdı ol üstâd bu şâna geldim
El Bedî ALLAH celle celâluhunun öylesine akıl ermez bir san'atı ki bu, bir damla SUdan halkedilen ben İnsan Kılığında bu hale geldim..
el Bedîü
Geldiğim gibi giderim âhir
Pes iki üç gün mihmâna geldim
Bu Âlem, gelgeç-gölge İmkÂNla İmtihÂN yurdu olduğu için, sanki ben de iki üç günlük misafiriymişim gibi ASLıma rücû’ edip-dönmeye geldim..
وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn: "Bana ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz." (YâSîn 36/22)
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn: Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)
Ma'rifet tahsîl eylemek içün
Sıdk-ıla râh-ı merdâna geldim
İşte bu muhakkak olan dönüşümün EMRolunduğum üzere ALLAH celle celâluhu şâhidi olarak olması için, gerekli mârifeti tahsil etmeye-öğrenmeye ve yaşamaya dosdoğru sıdk u ihlas ile Merdler Yoluna geldim.. Şah-ı Merdân Ali kerremullahi veche Kadirî Meydanına-Tarikatına girdim..
Boynuma takdim tabla-i 'ışkı
Satmağa anı alana geldim
Yollarda simit satanlar gibi ben de boynuma AŞK Tablasını geçirdim de, gelene geçene AŞK alıp satmaya geldim..
Tâlib olanlar bana gelsünler
Çünki ben ta'lîm-i ihvâna geldim
Tahkik İmanla Hakk’a kulluk talibi-isteklisi olanlar bana gelsinler,
Çünkü benim yaratılış sebebi işim ihvâna-sadık kardeşlerime MuhaMMedî İrfân Tâlim Terbiyesi Öğretim-Eğitimine geldim..
Bildiğim mikdârı öğredem anı
Hasbetenlillâh ihsâna geldim
Bilebildiğim kadarını livechillah öğreteyim Aşkı-MuhaMMedî İrfânı,
Sadece Allah rızası için, Allah yoluna, Karşılık istemeksizin, karşılıksız-çıkarsız cömertçe dağıtmaya geldim..
'Işkı ister isen ol zikre meşgûl
Ben de zikr-ile bu kâne geldim
Sen de bu AŞKı istersen eğer, hemen Zikrullahla meşgul ol!
Ben de bir ömür bu Zikrullah ile bu Kevser Kaynağına, Erenlerin Maden Ocağına geldim..
'Işkdır silâhım destime anı
Aluban kahr-ı düşmâna geldim
Bu oyun ve ğelence diyârında mâsivâ- ALLAH celle celâluhu’dan gayrısın imtihan aracı-düşman olduğunu anlayıp AŞK Silahımı elimden hiç bırakmadan yolumdan engelleyen düşmanlarımı ezip mahvetmeye geldim..
إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
---“İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer siz iman eder ve (küfürden) sakınırsanız, (Allah ahirette) size mükâfatlarınızı verir. O, sizden mallarınızın tamamını da istemez.” (MuhaMMed 47/36)
Dünyâ vü âhret 'âşıka perde
Atdım kamuyı Rahmâna geldim
Dinin zâhiri dünya bâtını âhiret ancak her ikisi de AŞKa perdedir, sebeblere bağlı yaratıklardır,
Ben de bu yüzden hepsini attım bir tarafa doğrudan Rahmân’a geldim..
er Rahmân:
إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
---“İn kullu men fî's-semâvâti ve'l-ardı illâ âti'r-rahmâni abdâ(abden): Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki RAHMAN'ın huzûruna kul olarak GELmesin!.”
(Meryem 19/93)
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيب
---“Men haşiye'r-rahmâne bi'l-ğaybi ve câe bi kalbin munîbin:görmediği halde RAHMAN'dan korkup O'na yönelen bir kalple gelen kimselere.”
(Kaf 50/33)
Hüsn-i cinânı tuyıcak ruhum
'Işk-ı sıdk-ıla cenâna geldim
Cennetlerin-Dârü’s- Selâmın hüsnünü-güzelliğini, iyiliğini, eksiksizliğini RuHum duyunca-hatırlayınca,
Ben de bu âlemde, sadık bir AŞKla doğrudan cÂNÂNa-es Selâm’a geldim..
Yanaram 'ışkın odına dâ'im
Şem'-i cemâle pervâne geldim
Ben öylesine AŞK Ateşine müptelâyım ki, şahdamardan yakınımın ateşiyle her an yanarım,
O’nun cemâlinin ışığına kapılmış dalıp-çıkan pervâne kelebekleri gibi olmaya geldim..
'Işkı tâc idüb başıma koydum
Sahn-ı gülzâra cevlâna geldim
Ben AŞKın Bülbülüyüm baş tacım AŞK-Tevhidullah,
Bu GÜL Bağına ben buhar gibi sonsuz CEVL-Tavaf edip dönmeye geldim..
Sebbeha: yüzmektir..atomun-kâinâtın her ÂN, ezel-ebed dönüşüdür.. tesbih etemektir..
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
---“Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm: Tesbih etmekte Allahı Göklerde ve yerdeki, o öyle azîz, öyle hakîmdir.” (Hadîf 57/1)
Dir ki Kuddûsî geçdim sivâdan
Neylerem gayrı Yezdâna geldim
Kuddûsî BaBa kaddesallahu sırrahu der ki;
Ben bunca yaşadım ve sonunda MâSivâdan- O’ndan gayrısı, Allah'tan başka her şeyden, Dünya ile alâkalı şeylerden vaz geçtim.
Ben ne edeyim o gel-geç, izafî, iğreti şeyleri artık Yezdân ALLAH celle celâluhu’ya geldim..
Ben bu cihâna 'irfâna geldim
Bulmağa kenzi vîrâna geldim
Ben, dünyaya irfana, anlayışa, tecrübe ve zekâm ile zihnî kemâle ermeye geldim.
Beden vîrânesine gömülü Tevhid hazinesini-definesini bulmaya geldim.
Cümle mevcûdât kulluk iderler
Bendelik içün sultâna geldim
Bu âlemde canlı cansız fiilen Yaratanına kulluk etmekte, Sünnetullah içinde atomlar gibi durmadan dönerek, her şey gibi o şeyliğini eksiksiz yaparak kulluk etmekteler..
Ben de beni yaratan MÜLKün Sultânına kulluk etmeye geldim.
AKLen BUnun zÂHİRi fiilen İŞTİRAKle cİSİMde cÂN cihÂNında, DevrrÂN-SeyrÂN-CevlÂN CEM’i CüNBüşü..
RABBimizden her ÂN ŞeÂN da yeniden yaratış, GEL-iş ve DÖN-üş ŞE’Nliği,
şu ANda ve ŞE’ENULLAHta her AN Devam etmektedir çok şükür:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ
الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
---“Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm (hakîmi): Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih etmektedir.” (Cuma 62/1)
Bir katre sudur çün benim aslım
Sun'-ı Hakk ile bu şâna geldim
Ben de her şey gibi bir DAMLA Sudan yaratıldım
Hakk Teâlâ’nın SubhaNî San’atıyla bu şân’a-hale-keyfiyete-duruma geldim..
DAMLA-ya yAZılan Alın yAZım:
tek DAMLAnın-“ben”i-im-in, “BUZ-SU-BUHAR-BULUT” TaKDiR ü TeCELLî OYuNu.. CeM-de, MîM Mâ-SALLı LÂM-ın!..
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
---“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- MÂİ kulle ŞEY’in HAYY, e fe lâ yu’minûn: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
Ana rahmine bir nutfe düşdüm
Turub tokuz ay bu hâne geldim
Baba belinden Ana rahmine bir nutfe-meni-sperm olarak düştüm..
Dokuz ay orada durdum, kemâl buldum bu Dünya evine çıktım..
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
---“İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ: Çünkü biz, insanı, (erkek ve dişi suları ile) karışık bir damla nutfeden yarattık; (üzerine mükellefiyyet yükliyerek) onu deneyeceğiz. Bunun için onu duygu ve görgü sahibi kıldık.” (İnsân 76/2)
Dürlü meşakkat çekdim bu handa
Terbiyet içün zindâna geldim
Kapısız bacasız bu Dünya dünya HANında nice zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluklar çektim ki,
Zâten ben bu zindana nefsi terbiye için sokulmuştum..
Esdi başımdan 'ışkın rüzgârı
'Andelîb-âsâ efgâna geldim
Bir İlahî Aşk Rüzgârı esti ki, başımdan aklımı aldı gitti,
Seher kuşu Bülbül gibi acıyla feryadı figana geldim..
Cümle mahlûka olmışam mir'ât
Sırr-ı pinhânı tibyâna geldim
Kâinattaki-ÂLEMdeki bütün halkedilenlere ÂDEM AYNası oldum ki,
Her mevCÛDun Özünde sakladığı Gizli SıRR, Hakikat-ı MuhaMMedîyyesini tibyâna-anlayacağı şekilde açıklayıp beyân etmeye geldim..
Bu ne san'at kim bir tamla sudan
Yapdı ol üstâd bu şâna geldim
El Bedî ALLAH celle celâluhunun öylesine akıl ermez bir san'atı ki bu, bir damla SUdan halkedilen ben İnsan Kılığında bu hale geldim..
el Bedîü
Geldiğim gibi giderim âhir
Pes iki üç gün mihmâna geldim
Bu Âlem, gelgeç-gölge İmkÂNla İmtihÂN yurdu olduğu için, sanki ben de iki üç günlük misafiriymişim gibi ASLıma rücû’ edip-dönmeye geldim..
وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn: "Bana ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz." (YâSîn 36/22)
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn: Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)
Ma'rifet tahsîl eylemek içün
Sıdk-ıla râh-ı merdâna geldim
İşte bu muhakkak olan dönüşümün EMRolunduğum üzere ALLAH celle celâluhu şâhidi olarak olması için, gerekli mârifeti tahsil etmeye-öğrenmeye ve yaşamaya dosdoğru sıdk u ihlas ile Merdler Yoluna geldim.. Şah-ı Merdân Ali kerremullahi veche Kadirî Meydanına-Tarikatına girdim..
Boynuma takdim tabla-i 'ışkı
Satmağa anı alana geldim
Yollarda simit satanlar gibi ben de boynuma AŞK Tablasını geçirdim de, gelene geçene AŞK alıp satmaya geldim..
Tâlib olanlar bana gelsünler
Çünki ben ta'lîm-i ihvâna geldim
Tahkik İmanla Hakk’a kulluk talibi-isteklisi olanlar bana gelsinler,
Çünkü benim yaratılış sebebi işim ihvâna-sadık kardeşlerime MuhaMMedî İrfân Tâlim Terbiyesi Öğretim-Eğitimine geldim..
Bildiğim mikdârı öğredem anı
Hasbetenlillâh ihsâna geldim
Bilebildiğim kadarını livechillah öğreteyim Aşkı-MuhaMMedî İrfânı,
Sadece Allah rızası için, Allah yoluna, Karşılık istemeksizin, karşılıksız-çıkarsız cömertçe dağıtmaya geldim..
'Işkı ister isen ol zikre meşgûl
Ben de zikr-ile bu kâne geldim
Sen de bu AŞKı istersen eğer, hemen Zikrullahla meşgul ol!
Ben de bir ömür bu Zikrullah ile bu Kevser Kaynağına, Erenlerin Maden Ocağına geldim..
'Işkdır silâhım destime anı
Aluban kahr-ı düşmâna geldim
Bu oyun ve ğelence diyârında mâsivâ- ALLAH celle celâluhu’dan gayrısın imtihan aracı-düşman olduğunu anlayıp AŞK Silahımı elimden hiç bırakmadan yolumdan engelleyen düşmanlarımı ezip mahvetmeye geldim..
إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
---“İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer siz iman eder ve (küfürden) sakınırsanız, (Allah ahirette) size mükâfatlarınızı verir. O, sizden mallarınızın tamamını da istemez.” (MuhaMMed 47/36)
Dünyâ vü âhret 'âşıka perde
Atdım kamuyı Rahmâna geldim
Dinin zâhiri dünya bâtını âhiret ancak her ikisi de AŞKa perdedir, sebeblere bağlı yaratıklardır,
Ben de bu yüzden hepsini attım bir tarafa doğrudan Rahmân’a geldim..
er Rahmân:
إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
---“İn kullu men fî's-semâvâti ve'l-ardı illâ âti'r-rahmâni abdâ(abden): Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki RAHMAN'ın huzûruna kul olarak GELmesin!.”
(Meryem 19/93)
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيب
---“Men haşiye'r-rahmâne bi'l-ğaybi ve câe bi kalbin munîbin:görmediği halde RAHMAN'dan korkup O'na yönelen bir kalple gelen kimselere.”
(Kaf 50/33)
Hüsn-i cinânı tuyıcak ruhum
'Işk-ı sıdk-ıla cenâna geldim
Cennetlerin-Dârü’s- Selâmın hüsnünü-güzelliğini, iyiliğini, eksiksizliğini RuHum duyunca-hatırlayınca,
Ben de bu âlemde, sadık bir AŞKla doğrudan cÂNÂNa-es Selâm’a geldim..
Yanaram 'ışkın odına dâ'im
Şem'-i cemâle pervâne geldim
Ben öylesine AŞK Ateşine müptelâyım ki, şahdamardan yakınımın ateşiyle her an yanarım,
O’nun cemâlinin ışığına kapılmış dalıp-çıkan pervâne kelebekleri gibi olmaya geldim..
'Işkı tâc idüb başıma koydum
Sahn-ı gülzâra cevlâna geldim
Ben AŞKın Bülbülüyüm baş tacım AŞK-Tevhidullah,
Bu GÜL Bağına ben buhar gibi sonsuz CEVL-Tavaf edip dönmeye geldim..
Sebbeha: yüzmektir..atomun-kâinâtın her ÂN, ezel-ebed dönüşüdür.. tesbih etemektir..
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
---“Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm: Tesbih etmekte Allahı Göklerde ve yerdeki, o öyle azîz, öyle hakîmdir.” (Hadîf 57/1)
Dir ki Kuddûsî geçdim sivâdan
Neylerem gayrı Yezdâna geldim
Kuddûsî BaBa kaddesallahu sırrahu der ki;
Ben bunca yaşadım ve sonunda MâSivâdan- O’ndan gayrısı, Allah'tan başka her şeyden, Dünya ile alâkalı şeylerden vaz geçtim.
Ben ne edeyim o gel-geç, izafî, iğreti şeyleri artık Yezdân ALLAH celle celâluhu’ya geldim..