YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ResimYÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Resim



ResimSUNUM:

Yunus Emre kaddesallahu sırrahu DivÂNının pek çok el yazımı nüshalarından yeni harflerle yayınlanmışı vardır.
Bunlar içinde özellikle o günkü orjinal kullanım dili kelimelerini değiştirmeyenler arasından değerli bilim adamlarımızdan rahmetli Burhan TOPRAK Hocamızın eserindeki şiirleri açıklamaya çalışacağım.

Burhan Toprak’ın
“Yunus Emre Divanı” eseri, ilk defa 1933’te Ahmet Halit Kütüphanesi tarafından Burhan Ümit imzasıyla 2 cilt halinde basılmıştır.
Risale-i Nushiyye ile Niyazi-i Misrî’nin ve Bursalı İsmail Hakkı’nın incelemelerini içine alan 3. cilt 1934’te Burhan Toprak adıyla Akşam Matbaası, ve 1960’ta İnkilâp Kitabevi tarafından basılmıştır.

Şiirlere kadar olan kısımları aynen alıp şiirlerin şerhine geçece
ğim inşae ALLAH!

Kul İhvÂNi
Resim


ResimBURHAN TOPRAK KİMDİR?

Burhan Toprak 1906’da Manisa’da doğdu. İzmir Erkek Lisesi ve Sorbonne Üniversitesi’ni bitirdi. Türkiye’ye döndükten sonra o zamanki adı Sanayi-i Nefise Mektebi olan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi öğretmenliği yaptı.
1935’de Namık İsmail’in ölümünden sonra müdür oldu. 1948’e kadar süren bu görevi sırasında akademide bölüm şefliğine getirdiği Leopold Levi, Louis Sue, Rudolp Belling ve Bruno Taut gibi yabancı uzmanlar aracılığı ile öğretim-eğitim yöntemlerini geliştirmeye önem verdi. Akademi yangınından sonra müdürlükten ayrılmasına rağmen öğretmenlik yapmaya devam etti.

Mareşal Fevzi Çakmak'ın da damadı olan Burhan Toprak, vefat ettiği 17 eylül 1967 gününe kadar türk fikir hayatına ve sanatına büyük katkılar yapmış bilim, düşünce ve sanat adamıdır.


BURHAN TOPRAK’ın ESERLERİ:

YUNUS EMRE DİVANI Üçüncü cilt.
Risale-i Nushiyye ve Bursalı İsmail Hakkı ile Niyazi-i Mısrî’nin şerhleri, Remzi Kitabevi, 1934

BALLAR BALINI BULDUM
A. H. Yaşaroğlu Kitabevi, 1940

DÜŞÜNCELER VE SOHBETLER (Epiktetos)
İnkilap Kitabevi, 4. Baskı, 1937

DE FROFUNDiS (Oscar Wilde)
A. Gide’nin Wilde’a ait hatıraları ile Wilde’ın cezaevinden yolladığı dört mektup, İnkilâp Kitabevi, 3. Baskı

ESTETiK (Ch. Lalos)
İnkilâp Kitabevi, 2. Baskı

DiN VE SANAT (L. Massignon, F. Mauriac, B. Groethuysen, Montherlant, Suares),
Suhulet Kitabevi

DAR KAPI (Andre Gide)
Varlık Yayınevi, 4. Baskı

SANAT ŞAHESERLERİ (L. Hourticp-Burhan Toprak) (Rönesanstan bugüne kadar),
G. S. Akademisi Yayınları, 1958,4. Baskı

İSLAM SAN'ATLARI (G. Migeon)
Y. S. A. Yayınları.

Bu eserleri dışında Burhan Toprak'ın dönemin dergi ve gazetelerinde pek çok makalesi yayınlanmıştır.



ResimSUNUŞ:

Nerdeyse 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Türk kültür ve medeniyetinin teşekkülüne büyük katkılar sağlamış bir gönül adamının, “Yunus Emre” mizin Divanı önünde durmak gerçekten de heyecanların en büyüğü.
Odunpazarı Belediyesi olarak, kültür ve sanat adamlarının yanı sıra şiire, edebiyata ve bir medeniyet tasavvuru olan tüm hemşerilerimizin beğenisine sunduğumuz bu kıymetli
“Yunus Emre Divanı” ile, hem yıllar öncesine karşı omuzlarımızda hissettiğimiz büyük sorumluluğu hafifletmiş, hem de yıllar sonrasına bugünkü duyarlılığı işaret eden nadide bir eser bırakmış oluyoruz.
Hangi yılda doğduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, Eskişehir'e bağlı Sarıköy'ün, Yunus'un memleketi olduğu sanısından, Yunus’un bir
"Sakarya çocuğu" inancından yola çıkarak, şiirlerinde ahlak, din, aşk, kardeşlik gibi konuları işleyip günümüzün modern dünyasında ihtiyacımız olan "hikmet" lere işaret eden Yunus Emre’nin, bütün insanlığa hitap eden mısralarındaki derin manaları kavrayabilme
çabamızı bu eserle taçlandırıyoruz.
Yunus Emre’nin sadece ülkemiz sınırları içinde değil, bütün bir
"Türk ve Türkçe Coğrafyası" nda da tanınıp sevildiği ve tamamı hikmetli şiirlerinin çok geniş kitleler tarafından okunduğu bir gerçektir.
Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarının bulunduğu iddiasıyla oluşturulan türbeler de Türk halkının Yunus’a verdiği değerin bir işaretidir. Anadolu'da kargaşanın egemen olduğu bir dönemde birlik düşüncesini işleyen, söylediklerini herkesin en kolay anlayabileceği halkın kullandığı sözcükler, deyimler, kavramlarla zenginleştiren ve arı duru bir Türkçe ile halkına seslenen Yunus’un benimsenmesinde bu öz ve biçim özelliklerinin de önemi inkar edilemez.

Hemen hepimizin bildiği hikayeye göre:
Yunus yıllar yılı tekkeye ağızsız-dilsiz hizmet eder. Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasında bir güzel muhabbet olur. Taptuk sevinçli ve de coşkuludur. O gün Yunus-ı Guyende adında bir ozana; bize bir şeyler söyle der. O ozanın dili tutulur o gün, hiç bir şey bulup söyleyemez. Bunun üzerine Taptuk oduncu Yunus'a dönüp; Haydi sen söyle der. Ve Yunus birden başlar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya, incileri dökmeye...
Burhan Toprak Bey’in deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu Altın Destanı bize kendisi kadar, Anadolu halkının da yüreğini ve özlemini anlatır."
Çok bildiğimiz bir başka söylence de Yunus’un fliirlerini beğenmeyip yok eden Molla Kasım’la ilgilidir: Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri yaşar. Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılı olarak getirirler. Molla Kasım okuduğu her şiiri yakmaya başlar. Binlercesini yaktıktan sonra kalanları da suya atar. Derken;

Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.


Mısralarıyla karşılaşır. Molla Kasım bunu görür görmez yakmadığı ve suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklar.
Söylenceye göre bu yüzden, şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de insanlar söylermiş. Yunus'un Hak ve halk şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu kanaat.
Taptuk’un kapısının eşiğine serilip,
"Bizim Yunus mu?" sözleriyle cana gelen Yunus Emre’nin, Burhan Toprak Bey tarafından hazırlanan "Yunus Emre Divanı" nı gündemine alan ve yayınlanmasını sağlayan Odunpazarı Belediyesi Kültür Müdürlüğü başta olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Bizim Yunus’un:


Bir bahçeye girmek gerek
Hoş teferrüc kılmak gerek
Bir gülü yaylamak gerek
Hergiz ol gül solmaz ola...


Dediği gibi deyip sizleri bu büyük insanlık aşığının iklimiyle başbaşa bırakıyorum.

Burhan Sakallı
Odunpazarı Belediye Başkanı
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Yirmi Yıl Sonra

YUNUS EMRE divanını, üçüncü baskı dolayısıyla yeniden gözden geçirdim. Son çeyrek yüzyıldan beri, şahsiyeti etrafında büyük ilgi uyandıran sanatçının, daha kusursuz bir divanını hazırlamayı çok isterdim. Fakat bildiklerimizden başka bir yazma bulunamadı. Mucize yardım etmezse; bilinen yazma'ların değerini değiştirecek bir keşfin de olacağını ummuyorum. Türlü yazmalarda görülen 1200 şiirden, ona ait olanlar - beklemekten yorulan inancıma göre-150yi bulmaz. En halis parçalarından biri ölçü olarak kabul edilir ve bazı karşılaştırmalar yapılırsa, bu gerçek kendiliğinden belli olur.
Birinci ve ikinci baskılarda; o kadar titizlikle seçtiğim 350 gazeli okurken; şimdi azap duyuyorum, incilerin arasında ne kadar sahte inci!

Yazdığım önsözde kahramanımın dinî oluşuna göre tertiplediğim plânı, teferruat düşkünü bir tarihçi ressam gibi, metinde gerçekleştirmek istiyorum. Herhangi bir parçasında rastladığım ve bu şahsî olgunlaşmayı tamamladığını sandığım beyit, mısra bütününü Yunus Emre'ye mal etmek için yeter bir sebep olmuştu. Kaygım ona olabildiği kadar, çok taraflı bir şahsiyet sağlamağa çalışmaktı. Oysaki bu davranış, Yunusa hizmet değildi. Belki onun mânevi portresini çirkinleştirmekti.
O, ne lâübalidir, ne yobazdır; ne softa, ne de sahte bilgin. Ve şüphesiz söylediği bir avuç söz bile ölmezliğine yeter. Taş baskısında ve benim baskılarımla birçok yazma’larda yer alan, meselâ şu meşhur
"Münâcât"ı şâire mal etmek, şaşkınlıktan başka bir şey değildir. "Şol cennetin ırmakları" ilâhisini verenin, aşağıdaki saçmaları yazmasına imkân var mıdır?


Resim Habs içinde ölmeyeyin deyu aç
Mısmıl-u murdar yedüm bir iki kaç
Nesne eksilttüm mü milkinden senin
Rızkın alıp seni muhtaç mı kodum
Ya öynün yiyüp aç mı kodum İlâh...


Bu safsatanın mahiyetini anlamak için derin bir sanat bilgisine lüzum yoktur.
Lâkin hepimiz buna benzer hatalara düştük. Başta ünlü bilgin Bursalı ismail Hakkı olduğu halde...
Niyazi-i Mısrî:
"Çıktım erik dalına anda yedim üzümü"
diye başlayan şiire yazdığı tenkidi şöyle bitirir: "Bu kasidenin bir misali buna benzer ki, buzağının burnuna kirpi derisinden burunsalık bağlarlar. Tâ ki anası depsin; emzirmesin deyu... İmdi; nâmahrem olanlar, her beytin südünü emmek istedikçe, her beyit hakikî südünü vermez, reddeder. Bu kaside şaşılacak bir şeydir. Misli gelmediğinden ancak Yunus Emre'ye mahsustur. Allah sırrını takdis etsin."
İşte bu kasidenin taklidini, kalpını Bursali ismail Hakkı gibi 105 eser yazan, islâm âleminde meşhur bir müellif, doğru sanacak kadar aldanmış, oturup tefsir etmiştir. Taklidin metnini veriyorum:


ResimÇıktım badam dalına anda yedüm üzümü
Ol dem ki üzüm yedüm varmadan seyran ettüm
Bostancı bana eydür ne çok yoldun kozumu
Ol bana uğru dedi ben ana bühtan ettüm
Bir öküzlü Tatar der, ne boğazladın kuzumu
Dikilmedik bahçenin bitmedik narın yedüm
Yükler ile götürdüm toyurmadum özünü (*) ilâh...


Şöyle böyle bir zevk sahibi, burada, asıl ile kalpı yanyana getirince, hükmünü verir. Oysaki taklitçi, Âşıkî adındaki zavallı:
“Âşıkî bu feleğin devrinde sema' eyler”
cümlesiyle imzasını bile atmış bulunmaktadır.
Biraz önce itiraf ettiğim gibi, ben bir peşin hükümle hareket etmiştim. Kısacası, hepimiz aldandık.
Bu sefer her ne pahasına olursa olsun, bir ilâhiyatçı, bir tarihçi veyahut tenkid yoluyla sanat eseri vermeğe özenen estetikçi gibi değil; sadece realiteyi ele alan onun değerini belirtmeğe didinen tenkitçi olarak çalıştım. Birinci baskıda bin iki yüzden, üç yüz elliye indirdiğim gazelleri, yirmi yıl sonra, yarıdan daha aza indirmeğe mecbur oldum. Şüphe uyandıranı, tereddütsüz karaladım. Kaliteyi bozan çokluğu, hiçe saydım. Böylece, çoktan beri aydınlar arasında, hasreti çekilen gerçek nüshanın meydana çıkmış olduğunu tahmin ediyorum. 1934'teki 3 cilt, şimdi 1 cilde indi. Yunus Emre'ye ait olduğu öne sürülen "Risale-i Nushiyye" ile, Bursalı İsmail Hakkı'nın tefsirlerini birinci baskının üçüncü cildine almıştım. Uzmanlardan başka kimsenin tecessüsünü
kurcalamayacağını sandığım için, onları bu kitaba almadım. Ama Niyazi-i Mısrînin, canlı tefsirine kıyamadım, 1934 'teki incelemeyi olduğu gibi buraya geçirdim.


Burhan Toprak
Feneryolu, 30 Temmuz 1950
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimBaşlangıç:

YUNUS EMRE’yi bulmadan önce Türk edebiyatının havasından bunalıyordum. Saz şairlerini lüzumundan fazla tekdüze, lüzumundan fazla sade, bir kelime ile bayağı buluyordum. Divan edebiyatına gelince: Bu edebiyatın kendisine mahsus Cachet'si, bedi ve beyan kaideleriyle tesbit edilmiş teşbih, istiare, mecaz vesairesi; klişeleri; gül deyince arkasından bülbül, gülşen, bahar, saba; bade deyince yine arkasından bezm, saki, mahbup, canan, sâgar, piyale kelimelerini sıralaması, nihâyet biteviye aynı temaları, aynı düşünceleri gevelemesi, en büyüklerinde bile beni deli edecek kadar iğrendiriyordu. Meselâ Bâki'nin şu cins mısraları:

Sâkî uzat ayağını sen tâ dehanıma!
.
Şer'a uymaz nidelüm nâle vü zar eyler ise
Gerçi kanuna uyar zemzeme-i musikar


Nef’i’nin şu cins beyitleri:

Saf-ı rezminde Rüstem bir tehi-terkeş sipâhîdir
Der-i cûdunda Hâtem bir gedâyi biser ü pâdır

Ne aşağılık bir övme!
Senin karşında savaşta Rüstem gibi büyük kahraman, ok kuburu boş bir sipahidir.
Cömertliğinin kapısında Hâtem-Arabın en cömerdi- başsız ve ayaksız bir dilencidir.

Sayısını istediğimiz kadar çoğaltabileceğimiz bu mısraların düşünce ve ahlâk bayağılıkları o kadar belli ki üzerinde durmağa lüzum yok. Divan edebiyatının bu ahlâk sefaletini ve manevi hiçliğini unutmak elden gelse yine sevilecek birçok şiirler, okunup ezberlenecek bir-çok gazeller bulmak mümkün... Fakat onların da müthiş bir yüz karaları var: Made in Persia sezgisini veriyorlar. Ben bir eserle ilgilenmek için daha önceden değilse bile, hiç olmazsa aynı zamanda ve aynı sıkı bağla sanatçıya sarılmalıyım. Oysaki Divan edebiyatının sözde üstadlarına bir türlü ısınamıyorum. Akl-ı küllün kendisinden ders okuyabileceğini nazımla söyleyen o mağrur Nef’i'yi padişahın atını tasvir ederken yahut biraz önce işaret ettiğim beyitte olduğu gibi alçakça birisini överken görmek, onun hesbına beni utandırıyor. Bu adamların hain, yalancı, riyakâr olduklarını zannediyorum.

“Âşık-ı sâdık benem Mecnunun ancak adı var” diyen Fuzuli, meşhur bir gazelinde:

Demâdem cevrlerdir çektiğim bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esiri bir müselman olmasın yâ Râb!.

Görüp endişe-i katlimde ol mâhı budur derdim
Ki ol endişeden ol meh peşiman olmasın yâ Râb!.

diyor. İlk beyit düpedüz bayağı ve bir zampara ağzına yakışacak nazma çekilmiş bir sözdür. Merhametsiz put gibi güzellerden biteviye eza ve cefa çekiyor. Sevgili kendisini öldürmek kararından dönmese diye titriyor. Bu şiirde zerre kadar samimiyet yok! Hepsi yalan, yapmacık, uydurma. Hele o Evkaftan kendisine verilen aylık dokuz akçenin nereden arttığı hikâyesi, nihâyet Şikâyetname bu en sevimli divan şairini tahammül edilmez bir derecede çirkinleştiriyor.

İşte bu tiksinme, beni edebiyatımızdan uzaklaştırmıştı. Sevdiğim yazarların hemen hepsi yabancı idiler. Ama onlara da bütün bütün kendimi verecek kadar ısınamıyordum. Üzerinde doğup büyüdüğüm toprak, dedelerim ve kanım beni onlardan ayırıyordu. Bir gün Alp dağlarında, sanatoryomda, Pascal'ı okurken, aklıma, lisenin son sınıflarında hocamın aylarca okuttuğu Yunus Emre geldi. Pascal'da fevkalâde önemli bulduğum şeyleri Yunusta da görmüş gibiydim, İstanbul'a yazdım. 15 gün sonra Divan geldi. O günden itibaren bir dua kitabı gibi Yunus Emre Divanı’nı yanımdan ayırmadım.
Yunus bana hiç kimsenin veremeyeceğini vermişti. Andre Gide tasarladığı öğrencisine der ki:

"Sana şimdiye kadar hiçbir kimsenin yapmadığı kadar içten ve samimî seslenmek istiyorum. Her birinde önüne serilen gerçeklerden daha çoğunu arayarak birçok kitabları birbiri arkasına açıp kapattığın... Yine beklediğin ve dayanamayacağını anlayarak, coşkunluğunu ümitsizliğe bırakacağın gece saatinde sana gelmek isterdim. Yalnız senin için ve yalnız bu saatler için yazıyorum. Öyle bir kitab yazmak istiyorum ki, onda hiçbir şahsî düşünce ve heyecan görünmesin ve sen onda yalnız kendi coşkunluğunun pırıltılarını görüyorum sanasın. Sana yakınlaşmak ve senin tarafından sevilmek istiyorum."

Yunus Emre işte böyle bir şairdi ve böyle bir kitab yazmıştı. Bana, doğduğumdan beri hiç kimsenin seslenmediği gibi samimî ve içten seslendi. Gece yarısı birçok kitabları açıp kapattıktan sonra coşkunluğum ümitsizliğe dönerken her vakit onun sesini duydum. O, bu kitabı, sanki yalnız benim için ve böyle kriz saatleri için yazmıştı.
Ben; o Divanda, yalnız kendi coşkunluğumun yankısını görüyordum. O, benden bana gelen bir ses gibiydi; bu yüzden onu çok sevdim. Gün geldi; yedi asırdan beri Türkçe konuşulan memleketler üzerine gölgesini yayan bu büyük şairin Azerbaycan’dan Macaristan’a kadar; cahil, âlim, şeyh, kâfir, mümin, herkes tarafından, hiç olmazsa, birkaç parçasının ezber bilindiğini öğrendim, şaşmadım. Âşık Paşa’lardan, Kaygısuz'lardan, Necip Fazıl'a kadar sayısız şairler üzerinde etkisi olduğunu gördüm, yine şaşmadım. Niyazi-i Mısrî; kendisinin dediği gibi, Yunusun bir şiirini tefsir etmek için 8 ay düşünüp çalışabilir. Gece rüyasında bile şuur altı Yunus ile uğraşır. Ve Yunus ona rüyasında tefsirinin bir bölümünü değiştirtebilir. Ondan sonra Şeyh İsmail Hakkı da bu şiiri tefsir eder. Ve Yunus için "Anın nazmettiği marifetler lisan-ı Türkî üzere hiç kimseye nasip olmamıştır ve cümle andan sonra gelip nazm-ı maarif edenler anın sofrasında tufeyli olmuşlardır" der. Bundan daha tabiine olabilir? O'nun göz yaşlarıyla yazdığı şu mısralar için:


ResimCennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç Huri
İsteyene ver sen anı bana seni gerek seni!


Son zamanların üstadı Şeyh Üftade: "Leyse kema yenbagi—Yolunda değil, hoş değil!" diye dursun. Doğruluğu kesin olan bir şey varsa Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi: "Lisan-ı kadîm üzre mâna icra eylemiş er, Yunus Emre Hazretleridir" dediği vakit mübalâğa etmemişti. Yunus Emre Türk Ortaçağının en büyük yıldızıdır. Onun divanı da bizim Divina Commedia’mızdır. O kitabta, ruhun büyüklüğü, varlığın geçiciliği, kendi talihimizi yaratamamak felâketi, varlığımızın kadın ve erkek taraflarının-aklımızla hassasiyetimizin- mücadelesi, insanlığın bütün sefalet ve yüksekliği, ıstırap ve tesellisi vardır. O kitabtaki ıstırap, bacağı kesilen adamın ıstırabı kadar doğrudur. Göz yaşı göz yaşıdır, iştiyak iştiyaktır, heyecan kelimeleri doldurur ve kelimeler karşımızda kum kafalar gibi sırıtmaz. Metafizik düşünceler karşısında her zaman kayıtsız, içgüdüleri çamurunda boğulan adamların prensibine bu kitabta rast gelinmez. Zira onun her mısrasının amacı kendi gerçeğine yönelmelidir. Burada sanat oyun değildir ve kalb ile kafa faciası bütün şiddetiyle kendisini gösterir. Bu divanda zevk fırtınaları, korkuları, ümitleri, pişmanlıkları, isyanları, şüpheleri, teselli ve imanları ile bütün bir insan hayatı vardır.

*

Bu kadar büyük bir ihtirasla sevdiğim bu adamın hayatını, nasıl yaşadığını ve bu şiirlerini yazarken neler düşündüğünü, hangi manzaralarda yorgun gözlerini dinlendirdiğini, hangi aile içinde yaşadığını, yararak bize içini gösterdiği yüreğinin nasıl heyecanlarla çarptığını, nasıl kırıldığını, ümitlerini kaybettiğini ne kadar öğrenmek isterdim. Fakat bunları inceleyen bilgi bize bu yönde doğru, hattâ ortalama hiçbir şey öğretmiyor.
Onun doğduğu ve yaşadığı memleketten bahsederken Köprülüzade Fuad Bey:’Yunus Emre, Sivrihisar civarında, yahut Bolu ilçelerinden Sakarya suyu civarındaki köylerden birinde yetişmiş bir Türkmen köylüsü idi" diyor (İlk Mutasavvıflar s. 2gy). Sonra kaynaklar veriyor: "Sivrihisarlı olduğu Bektaşi geleneğinde belirtilmektedir. Bolulu olduğunu Şekayık mütercimi söylüyor. Şemseddin Sami, Sakarya ve Porsuk nehirlerinin birleştiği yerde yaşadığını gösteriyor" diyor. Ve Kamus-ül A lâm müellifinin bu bilgileri Lâmiînin Nefahat tercümesine yaptığı eklerden aldığını ilâve ederek şu cümle ile meseleyi bağlıyor: "Yunusun nereli olduğu hakkında kesin bir hüküm vermek kabil olmamakla beraber, onu Bolu ilçelerinden bir yerde doğmuş saymak pek yanlış sayılmaz"
s. 297.

Bence Yunus Emre Hicrî 7.nci asrın son çeyreği ile, 8.inci asrın ilk yarısı arasında yaşamıştır. Gibb'in Veled Efendi ile birlikte:

ResimTarih dahi yedi yüz yedi idi,
Yunus canı bu yolda kodu idi.


Beytine dayanarak, onun 7.nci asrın son ve 8.inci asrın ilk senelerinde yaşamış olmasına hükmetmesini doğru bulmuyorum. Eğer bu şiir Yunusun ise Yunus bu şiirinde şüphesiz sade gerçek "Conversion- dine dönüş - uyanma" tarihini söylemiştir. Oysaki bu Conversion'un ilk gençliğinde mi, yoksa Tolstoy'da olduğu gibi ihtiyarladığında mı olduğunu keşfetmek bizim için çok güçtür. Bu konuda Melyoransky'nin görüşlerine tam katılmakla beraber, onun da Yunus'un hayatını 100 sene ileri atmasını kabul etmiyorum. Zira Yunus Emre'nin divanını dikkatle okuyan ve idealinin gelişmesini biraz titizlikle takip eden, Yunusun tarikate çocukken değil, belki bir hayli yaşadıktan sonra girdiğini kolayca anlar. Divanımdaki sıralama bu düşüncemizi ispat etmektedir. Ölümüne gelince; yine Köprülüzade Fuad Bey: "Elimizdeki vesikalara göre ölüm tarihini belli olarak söylemek maatteessüf kabil değildir" diyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Mezarı:

Burada sözü Profesör Fuad Beyefendiye bırakıyorum:
"Zaman ve mahall-i vefatı hiç malûm olmayan Yunus Emre'nin medfeni hakkında da çok büyük bir ihtilâf vardır. Bununla beraber Anadolu'da Yunus Emre'ye isnat edilen medfen ve makamları sayalım:


1— Bursa'da, Çelebi Sultan Mehmet ile Emir Sultan arasındaki Şibli mahallesinde Abdürrezzak Dergâhı'nda Yunus Emre ve Âşık Yunus ile Abdürrezzak namına üç mezar ve bir de kitabe vardır. Efsaneye göre Yunus Emre burada medfundur. Lâkin bu medfen kat'iyen Yunusun değildir. Eski tarihî menba’larda buna dair hiçbir kayıt yoktur. Nihâyet bir asırdan beri halk arasında şayi olmuş zayıf bir rivâyettir. Bahusus Yunus Emre'nin Âşık Yunus adlı bir halifesi olduğu rivâyeti ise tamamıyla asılsızdır.

2— Kula ve Salihli kazaları arasında Emre adlı yetmiş haneli bir köyde kâıgir bir türbenin eşiğindeki mezar, keza Yunus'a ve türbe de Taptuk Emre ile evlâd ü ahfadına izafe ediliyor. Lâkin medfeni ziyaret etmiş olan Bursalı Tahir Bey, mezar taşlarının hiçbirinde yazı olmadığını, yalnız Yunusun taşında ufak bir balta resmi kazılmış bulunduğunu ve bu taşın altmış, yetmiş yıllık bir taş olduğunu söylüyor. Gene bu mezar da Yunusa ve Yunus'un şeyhine aittir iddiası varit olamaz.

3— Erzurum'a bir buçuk saat mesafede Palandöken silsilesi eteğinde şarktan Erzurum ovasına nazır Dutçu kariyesinde yine Taptuk ile Yunus Emre'nin türbeleri vardır. Dutçu kariyesinde her namazdan sonra Yunus'un ruhuna müminler Fatiha ithaf ederler ve yazın Erzurum'dan birçok ziyaretçi gelerek "Yemen ellerinde Veys-el- Karanî" ilâhisini okurlarmış. Lâkin Yunus'un ömrünü daha ziyade Garbî Anadolu'da geçirdiğini tahmin ettiğimiz için bu iddia da doğru olamaz.

4— Bursalı Şeyh İsmail Hakkı da "Şerh-i Rümuzat-ı Yunus Emre"sinde Yunus Emre ile Şeyhi Taptuk Emre'nin ve hattâ onun da Şeyhi Sinan Efendinin kabirleri bir kubbe altında, Keçiborlu kasabası kurbündeki Gadir-i Âzim'in canib-i şarkîsinde olan Püşte tarafında bir kariyede olduğunu söylüyor. Yalnız İsmail Hakkı'nın söylemiş olduğu bu sözü de teyid edecek vesika yoktur.

5— Nihâyet Lâmiî Çelebi, Nefahat tercüme ve zeylinde, Yunus'un Porsuk suyunun Sakarya'ya karıştığı yerde medfun olduğunu söylüyor." s. 307-309.
Fuad Beyefendi, kendi deyimleriyle, tamamiyle müsbet olmamakla beraber diğer rivâyetlere nazaran daha makul gördüğü için bu son rivâyeti benimsiyor.


6— Bütün rivâyetlerden sonra ben de, boş araştırmacılara yeni bir tartışma konusu olmak üzere, Hazine-i Evrakın elenmesinde çıkan şu son vesikayı-hiç önem vermeyerek- sunuyorum.
Devletin resmî kayıtları arasında olan bu vesikada; Yunus'un Medine-i Lârende'de gömülü olduğu ve kendisinin orada bir zaviyesi bulunduğu, son mütevelli ve zaviyedarı Seyid Ali'nin çocuksuz öldüğü ve yerine Sofuzade İsmail'in tâyin edilmesi için Lârende Kadısının Sadarete baş vurduğu görülmektedir. Yukarıda yapılan işlemler görünüyor. İşlem 1135 ile 1175 yılları arasındadır. Bu vesikaya göre Yunus yahut halifeleri bir tekke kurmuş olacaklar. Yine Yunus, Lârende'de ömrünün son günlerini geçirmiş olacak. Bu hususta birçok araştırmalar yapılıp ihtimaller ileri sürülebilir ve belki de bütün bu ihtimaller hakikat olabilir, meseleyi meraklılarına bırakıyor ve sadece vesikanın metnini veriyorum:

"Der-i devletmekine arz-i dâi-i kemine budur ki Medine-i Lârende'de medfun merhum ve mağfurünleh Yunus Emre zaviyesinin vazife-i muayyene ile bâ-berât-ı şerif-i âlişan zâviyedarı ve vakfın mütevellisi olan Seyid Ali bilâveled fevt olup zâviyedarlık ve tevliyeti mahlûl ve hizmet-i lâzimesi hâli ve muattal kalmağla yerine erbab-ı istihkaktan işbu bâis-i arz-ı ubudiyet Sofuzade İsmail Halife daîleri her veçhile lâyık-i atıfet ve mahall-i merhamet ve tevliyet-i merkumenin uhdesinden gelmeğe kadir kimesne olmağla tevliyet ve zâviyedarlık vezaif-i mersumesiyle müteveffayı mezbur Seyid Ali mahlûlünden merkum İsmail Halife dâilerine tevcih ve yedine berât-ı şerif-i âlişan sadaka ve ihsan buyurulmak ricasiyle vâki-i hal hasbeten lillâh-il-müteal pâye-i serir-i âlâya arz ü ilâm olundu. Bâki emir menleh-ül-emrin-dir.
Hurrire fil-yevm-el-hamisaşer min Şevval-il-mükerrem sene hamsin ve seb'ine ve mietin ve elfin. El-Abid-el-dâ- i lid devlet-il aliyye-til-Osmaniyye İbrahim el-Kadı bimedineti Lûrende."


Lâkin bütün bunlar gerçekleşse de, Yunus'un mezarını ortaya çıkarsak ne olacak? Hiç. O halde Yunus Emre'nin mezarı üzerinde niçin ısrar etmeli? Büyük bir ruhun artığı nedir? O öldükten sonra tamamıyla kendisinde, yani bizdedir. Padişahlara, Enderun şairlerine, sultanlara, vezirlerine muhteşem türbeler yapılabilir.
Ama bu gölge saltanattan tiksinen insanlar da vardır. Bu cins adamlar için -yani gerçek adamlar için- dünyanın bütün türbeleri küçük ve dardır. Eğer bugün Rusların, Almanların ve İngilizlerin, sonunda Türklerin yaptıkları bütün araştırmalardan sonra Yunus Emre'nin hiçbir izi bulunmuyorsa, Şüphe etmeyelim ki Büyük Adam bu sonu kendisi istemiştir. O, devamı olana bağlanmış ve akıp giden; yıkılıp, toza, çamura dönenden istiyerek sıyrılmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Yunus'un Ümmiliği:

İlim 650 yıldan beri Yunus Emre'ye hiçbir hizmet etmemişse de, onun şahsiyetini acınacak bir tarzda deforme etmiştir. İlkin Yunus Emre'nin ümmiliğini besbelli bir gerçekmiş gibi göstermiş; Yunus'u tabiatle barıştırmış ve koca şairi halk mürşidi, vaizi yapmış, nihâyet Yunusu bir tarikat kuracak düşünce kabiliyeti gösterememekle suçlandırmıştır. Bunları birer birer inceleyelim. Köprülüzade Fuad Bey: "Elde mevcut bütün vesikalara göre Yunus Emre'yi ümmî bir derviş addetmek icab ediyor" s. 302, diyor ve vesika sahiplerinin bize bazı cümlelerini naklediyor. Şekayık mütercimi: "Zahir halde okumağa dili varmayıp hâme gibi huruf-i teheccinin edasında kasır" olduğunu söylediği gibi, Aşık Çelebi de, okumak kasdettiği halde hunıf-i tehecciyi ikmale dili dönmediğini iddia etmekte imiş, Gibb, ümmî olup olmadığında kararsızmış; yalnız Melyoransky itiraz ediyor ve Yunus'un yazı ve okuma bildiğini söylüyormuş.

Köprülüzade Fuad Bey ise:"Biz Yunus'un eline kalem almadığı hakkındaki itirafını ve eski kaynakların bu husustaki ifadelerin aynen ve sarahaten kabul etmiyoruz" dedikten sonra ilave ediyor: "Onda ne Celâleddin-i Rumî'nin belâgat-i Acemânesi, ne de Aşık Paşa'nın vûkuf-i mütebahhiranesi vardı. Lâkin bu sade Türk dervişi, İran edebiyatındaki kavaid-i belâgate pek vâkıf olmamakla beraber, herhalde Mevlânâ'nın Farisî şiirlerinden zevkiyab olacak kadar edebiyat-ı Farisiyeye âşiyana idi."

Fuad Beyefendi, Yunusun Türkçeden başka Mevlânâ'nın Farsça şiirlerini okuyacak kadar Farsça bildiğini söylemektedir. Ben buna, Yunusun Arapça da bildiğini ve gençliğinde bütün medrese ilmini öğrendiğini ilave etmek istiyorum. Bu görüşümü isbat için bir mucize yapacak değilim. Sadece Yunusun divanından bazı mısraların Arapçalarını bulup karşı karşıya koyacağım, bu karşılaştırmadan Yunusun Arapça, Hadis, Kuran, Tefsir, felsefe, tarih ile ne derece uğraşmış olduğu kendiliğinden meydana çıkacaktır.


ResimYunus:
Uçmak hot bir duzaktır, eblehler canın dutmaga


Hadis:
''Ekserü ehlil Cennetil bülhil; Cennet ahalisinden çokları saf ve budala insanlardır.''

Kaynak:
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Cennet ehlinin çoğu, aptaldır."
(Kurtubî sahih kabul ederek rivâyet etmiştir)



Hadisin metninde geçen "Bülh" kelimesi, kendi haâlinde olan anlamındaki "ebleh" kelimesinin çoğuludur.
"Ebleh" ise, kötülüğün farkında olmayan ve her şeyi iyi zanneden kimsedir.

Sehle’ -Tüsterî, böylelerini kalbleri coşkuyla dolu ve daima Allah ile meşgul olan kimseler olarak açıkla¬mıştır. Yine denilmiştir ki: Ebleh, dünya hakkında bil¬gisiz olup dininde derin anlayış sahibi olan kimsedir. Makasıd' da şöyle denilmiştir: Böyleleri dünya işlerin¬de bilgisiz olanlardır.



Resim Yunus:
Sendedir assı ziyan ne iş gele benden bana..


Âyet:

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh, ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn: De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim." (A’râf 7/188)


ResimYunus:
Dağlar yerinde ırıla,
Gökler heybetten yarıla
Yıldızlar bağı kırıla,
Düşe yere galtan ola


Üç âyetten alınmıştır:

Dağlar yerinde ırıla:

وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ
Resim---Ve izelcibâlu suyyiret: Dağlar, yürütüldüğü zaman,(Tekvir 81/3)


Gökler heybetten yarıla:
إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
Resim---İzes semâunfetaret: Gök, çatlayıp yarıldığı zaman,'' (İnfitâr 82/1)


Yıldızlar bağı kırıla:
وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انتَثَرَتْ
Resim---Ve izel kevâkibunteseret: Yıldızlar, dağılıp yayıldığı zaman,” (İnfitâr 82/2)


ResimYunus:
Seni Haktan yığanı her ne ise ver gider

Kelâm-ı Evliya: “Küllü ma elhâke an mevlâke fehüve dünyake: Seni Allahtan alıkoyan her şey senin için dünyalıktır.”

ResimYunus:
Belki ebedî varsın, ölmek fâsidler râhıdır!

Hadîs-i Şerif:
''Elmü'minune lâyemutune bel yünkalüne min darilfenâi ilâ dârilbekâyi. İman edenler ölmezler, belki geçici dünyadan, sûren dünyaya götürülürler.''

*

ResimYunus:
Süleyman'a yol gösteren şol bir karıncaymış

Sure-i Neml'den alınmıştır. Süleyman Aleyhisselâmın karınca ile konuşmasını işaret ediyor.

ResimYunus:
Ol benüm sevdiğim nigâr ol benden fariğ
Ne varıp hoş görünem iki cihanda fariğ


Âyet:
''innallâhe le ganiyyun ani’l- âlemîn: Allah bütün âlemlerden müstağnidir.''

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn: Kim cihad ederse, yalnızca kendi nefsi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir.(Ankebût 29/6)


ResimYunus:
Gerekse İlliyyin de yüz bin gez minber uram

Âyet:
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
Resim---Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn: Hayır; ebrar olanların kitabı, "İlliyîn"dedir.(Mutaffifîn 83/18)


ResimYunus:
Her kanceru baktum ise, hep görünen cümle Hak


Âyet:
''fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh: Nereye yüzümü çevirirsen orada Allahın yüzü vardır.''

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh innallâhe vâsiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” (Bakara 2/115)



ResimYunus:
Kuran eydür ki itteku, yine eydür ki tezreu
Ne kim dersen de bana, koma beni benden yana


Hadis:
Lâtekilni ilâ nefsi; Beni bana koyma, bırakma
"Yâ Hayyu yâ Kay-yûm, birahmetike esteğîs eslihlî şe'nî kullehu ve lâtekilnî ilâ nefsî tarfete ayn";
yani, "Yâ Hayyu yâ Kayyûm, Senin rahmetini dilerim. Bütün ahvâlimi ıslah eyle ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun, beni nefsimle başbaşa bırakma"


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ya Hayyu Ya Kayyûm, bi rahmetike esteğîsü/ Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Rahmetinle Senden yardım diliyorum.”
(et-Tirmizî, Daavât, 91)


ResimYunus:
Düz döşedüm bu yerleri,
Çöksü urdum bu dağları


Âyet:
''Vel arda fereşnâhâ.. Vel cibâle evtâdâ
Yerleri ben döşedi m, dağları yer üzerine baskı yaptım.''

وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Resim---Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn: Yeri de Biz döşeyip yaydık; ne güzel döşeyici(yiz).(Zariyât 51/48)

وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا
Resim---Vel cibâle evtâdâ: Dağları da birer kazık?(Nebe 78/7)



ResimYunus:
Bile rızkım, nahnü kasemna pinhan

Âyet:
nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum
Ben dünyada kullarımın rızkını taksim ettim.

أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
Resim---E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn: Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhrûf 43/32)


ResimYunus:
Levlâke ana delil oldu,
Ansız yer ü gök var olmadı


Hadis—i Kudsİ:
''Levlâke levlâke lema halâktül'eflâke
Sen olmasaydın, sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım.
''


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ ALLAH celle celâluhu: "Levlâke levlâke Lema halaktül-eflâk: Sen olmasaydın, sen olmasaydın, Ben âlemi yaratmazdım." Buyurmuştur.

sözü; İslâm ümmetinin âlimleri ekseriyetince kudsî hadis olarak biliniyor. (Bu hadis-i kudsînin kaynakları: Bu hadis-i kudsî, Suyutînin El-Leâlil-Masnûa; Aliyyü-Kârînin El-Esrârul-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhüş-Şifâ; Şevkânînin El-Fevâidül-Mecmûa; Hâfız Aclunînin Keşfül-Hafâ; Muhammed Said Zalûlün Tahkîk; İmam-ı Nevevînin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır.)

*

Resim Yunus:
İbadetler başıdır terk-i dünya

Hadîs:
''Terkü dünya re'sü külli ibadetin'' Hadîsin tam tercümesidir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.” Buyurmuştur.
(Beyhâki, Şu’abu’l-îmân, H.no:10501)


ResimNihâyet Yunus bir şiirinde:
Okursun tasrif, kitab,
Nice bina, irâb


diyor ki hiç olmazsa bugünkü aydınlar kadar kültürlü olmasaydı Yunus bunları nereden bilecekti?

Delillerimi böylece bir hayli uzatmak mümkündür. Fakat sanırım ki bu kadarı yeter. Şairlerimizin değil, birçok âlimlerimizin bile ana dilinden başka iki dil bilmedikleri bu devirde olsun artık Yunus Emre'nin ümmiliği efsanesini ortadan kaldıralım.

İhtimal ki bu teklifime Yunus'un sözlerini harfi harfine alanlar, nasıl olur Yunus'un kendisi:


Resim
Biçare Yunus ne bile,
Ne kara okudu ak!..


demiyor mu, diye itiraz edeceklerdir. Fakat Yunus Emre'yi harfi harfine kabul edecek zamanı bilmek lâzımdır. O burada dünyalık ilimlere karşı olan kin ve nefretini gösteriyor. Dünya ilimlerini o kadar unutmak istiyor ki onlara hiç elini sürmediğine kendisini kandırmağa çalışıyor. Bildiklerini, kafasıyla öğrendiklerini söküp atmak istiyor. Sonsuz bir cahilleşme (Desinstruction) ile ümmiliğe, ruhun o sâf, o bakir huzuruna ermek için bilgisini biteviye inkâr ediyor.
Doğrusu ruh ateş içinde yanarken bütün ilm-i simya ve ilm-i cifri, sarf ü nahvi, bitmez tükenmez ulûm-i Arabiye dedikodularını, mantık kaidelerini bilmek neye yarar? Şüphesiz ki, Blaise Pascal'ın dediği gibi: Bâtınî ve manevî ilimleri bilmek bizi reel'i ilgilendiren bilimlerin cehaletinden her zaman teselli edebilir. Andre Gide bu cahilleşmeyi daha açık ifade ile anlatıyor: "Başkaları kitablarını bastırır veya çalışırken ben aksine kafamla öğrendiklerimi unutmak için üç yılımı gezi ile geçirdim. Bu cahilleşme güç ve uzun, ama insanların zorla öğrettikleri bütün bilgilerden faydalı oldu ve bu gerçekten yeni bir oluşun başlangıcı idi." Bu cümlelerden sonra, cahilleşmeye çalışmanın kendisine verdiği büyük hediyeyi, yani hayat aşkını, yaşamayı, yaşamayı duymayı anlatıyor:
"Hayatla ilgilenmek için yapmağa mecbur olduğumuz gayretleri tasarlayamazsın. Ama şimdi, o bizi ilgilendiriyor, ona sarılıyoruz -her şeyde olduğu gibi- ihtirasla!"
Doğrusu, istediğimiz gibi yeni olmak için beğenmediğimiz eskiyi unutmak zorunda değil miyiz? O halde şimdiden sonra Yunus'un ümmiliği bahse konu olamaz sanırım.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimYunus ve Tabiat:

Fuad Bey, değerli kitabının 331. sahi fesinde: "Mutasavvıfâne bir vecd ü huşu içinde bazan aşkın ulvi ve esrarâlût mahiyetinden, bazan kıyamet gününün hevlengiz velvelesinden, bazan Cennetin sütlü ırmaklarından ve ilâhî bülbüllerin vahdaniyet nağmelerinden bahseden Âşık Yunus, bütün Türk mutasavvıfları gibi tabiate karşı lâkayt kalamaz. Sakarya ormanlarında dolaşan Yunus'un eserlerinde az çok bir tabiat zevki mevcuttur" diyor.
Son cümle çok yumuşak ise de yine bu hükme uyamam. Değil Yunus gibi gözü sade kendisini gören bir mutasavvıfta, hattâ müslüman metafiziğinde, tabiat denilen şey yoktur. Sadece devamı olmayan bir kaza ve atom silsilesi vardır. Nitekim sanatta da figür ve şekil süresinin inkârı görünür. Şekli küçük görme, Müslüman sanatının en belli karakteridir. Yunusta maddî, concret hiçbir unsur yoktur. Her şey mücerrettir ve onlara şekil verilmemiştir. Daha ileri giderek diyelim ki, İslâm mistiğinde tabiat kelimesi bizim bildiğimiz mânada mevcut olmadığı gibi, biz kullanırsak da yine yerinde değildir. Müslüman sanatlarının estetiği hakkında güzel bir etüdünde Massignon, Müslüman bahçe sanatından bahsederken bu noktaya dokunuyor:
"Batı'da klâsik bahçe tasavvuru, ufuklara açılan geniş plânları, uzaklıkları aksettiren büyük havuzları, merkezin idaresi altındaki ağaçlan ile etrafı zapt etmek için hepsine ortadan hâkim olmak isteğini aksettirir."
"Oysaki Doğu bahçelerinde mahremiyet aranır. Önem çevrede değil, ortadadır. Ekseriya çorak bir alan canlandırılarak yapılır. Su getirilir ve etrafı tecessüsün aşamayacağı yüksek duvarlarla örtülür. Bahçe içinde üçgen veya beşgen şeklinde yığın yığın sık ağaçlar ve çiçekler vardır ki çevreden merkeze gidildikçe daha çok sıklaşır. Nihâyet ortada köşk vardır. Burada alınan intiba, tabiatın ve maddî âlemin reddi ve inkârıdır. Peyzajlı bahçelerin tersine, hülyalı bir âlem yaratarak birliğe ve bütün düşüncelerimizin göbeğine, köküne yol gösterir. Bu, nerede ise düşüncenin kendi içinde dinlenmesi, kaybolmasıdır. Yoksa klâsik bahçelerde olduğu gibi tabiatı fethetmeğe doğru bir çıkış değildir."

İslâm sanatlarının tabiatı ne kadar inkâr ettiklerini ispat için bir ek daha:
Chasterton: "Bir Doğu hal ısındaki çiçekler ve hayvanlar hemen hemen işkenceye uğramış gibi görünüyorlar" diyor. Massignon düzeltiyor: “Tamamıyla doğru değil. Taş kesilmiş demeliydi." Haklıdır.
Yunus Emre'ye gelince, bu şair tabiata değil kendisinden, düşüncesinden, aşkından başka her şeye o kadar kayıtsız kalmıştır ki, kocaman divanından maddi hayatı hakkında en basit bir bilgi çıkarmağa imkân yoktur.


ResimYanlış Anlaşılmanın Sırları:

Bunun sebepleri bir çoktur. İlkönce Doğu'da tenkid denilen şey yoktur. Suares yalan söylemiş değildir. Bundan başka yapmacığın, süs ve zekânın, nüktenin daima hâkim bulunması, nihâyet Doğuda despotisme dolayısıyla doğruyu sembol ile söylemek felâketi, sevenlerin sonsuz ve sınırsız taraftarlığı insanı ilâhileştirmek için -sanki buna lüzum varmış gibi- asıl onu insan yapan çizgileri manevi çehresinden silmeğe çalışmak ihtirası; bütün bu ters hükümlere sebep olmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimYunus Divanı:

Ömrünün sonunda susmanın ve meçhul kalmanın güzelliğini anlayan Yunus; divanını tertip etmek zahmetine girmedi. Hattâ eserini inkâr etmek büyüklüğünde bulundu. Belki de bütün hayatının jurnali olan bu autobiographie'yi kimsenin okumasını istemiyordu. Onun; bütün insanlığın denemelerini yapan büyük şahsiyetine âşık olanlar belki bir asır, belki iki asır sonra eserini yazıp meydana çıkardılar. Ama bu şahesere neler karışmadı? En doğru bir yazma olarak Fatih Camii Kütüphanesindeki yazmada bile bulunan şu gazel divanın ne kadar bozulduğunu gösterir:

Resim
Bu fena mülkünde bir nice nice hayran olam
Nice bir handan olam ya nice giryân olam

Geh, feleklerde meleklerden dilekler dileyem
Gah Arşe şems olam gerdun olam gerdan olam

Adımım attım yedi dört on sekizden ben öte
Dokuzu yolda koyam Şah emrine ferman olam

Dost ferah kıldı terahtan ben teberra eyledüm
Sureti insan olam hem can olam hem kân olam

Gah bir müfti ü müderris geh mümeyyiz geh temyiz
Geh bir müdbir-i nakıs naksile noksan olam

Geh batnı Hut içinde Yunus ile söyleşem
Geh çıkanı Arş üstünde bin can olam Selman olana

Gâh inem esfellere Şeytan ile şerler düzem
Geh çıkanı Arş üzre vü seyran idem cevlân olam

Geh işidürem işitmezem istemezem acep
Nice bir nisyan olam hayvan olanı insan olam

Gâh ma'kulât ü mahsulât ü takrir ü beyan
Gâh maksurat olam geh salıib-i keyvan olam

Nice bir surette insan ü sıfatta cânver
Nice bir dilkû olam ya kurd ü ya arslan olam

Nice bir tecricl ü tefrit ü mücerret münferit
Ya nice cin nice insü nice bir şeytan olam

Nice bir aşk meydanında nefs atın seğirttürem
Ya nice bir başımı top eyleyüp çevgân olam

Gah birlik içre birlik eylesem ol bir ile
Gâh dönem derya olam katre olam umman olam

Gâh Düzahta yanam Fir'avn ile Haman ile
Gâh Cennete varam Gılman ile Rıdvan olam

Gâh bir gâzi olam efrenk ile cenk eyleyeni
Geh dönem efrenk olam nisyan ile isyan olam

Geh bir mechul-i merdut olam ü Nemrut olam
Geh varam Ca'fer olam Tayyar olam perran olam

Nice bir âmi olam nâmi olam câmi olam
Nice bir kâmi olam nakâm olam nâdan olam

Gâh ola odlar yakam diller yıkam canlar yakam
Geh varam arşa çıkam geh şah geh sultan olam

Nice bir dertler ile odlara yanam yakılanı
Nice bir şakir olam zâkir olam mihman olam..
İlâhir..


Hele o budalaca devriyelere, o Sırdan bahseden şiirlere tahammül etmek çok zordur. Fakat bunlar yine neyse; budalalık anıtı ile zekâ eseri karşı karşıya gelince kolayca ayrılır. Ama bizdeki divan şekli her şeyi berbat ediyor. Harf sırasıyla şiirlerini sıralamak, yani şairin altmış, doksan ve on beş yaşlarında yazdığı a sonu ile biten şiirlerini yan yana koymak, şairin kişiliğini yamalı bohça haline getiriyor. Bu gazelleri okuyanların bu kadar garip, zıt intibalar alması bu noktadan tabii sayılmalıdır.
Bu bakımdan yüzyıllardan beri sürüklenip gelen uygunsuzluğu devam ettirmek istemedim. Şairin yirmi üç yaşındaki şiiriyle altmış beş yaşındaki nutkunu yan yana koymayı uygun bulmadım. Şairin bir idee etrafındaki şiirlerini grup halinde, daima gelişmeyi düşünerek bir araya getirmeyi istedim.
Bir adam bir şey söyler ve birinci sahifede söylediğini ikinci sahifede inkâr ve reddederse garip olur. Lâkin yirmi yaşında söylediğini hayatının ortasında reddetmesi pek tabiidir. Aklıma gelen ilk adı söylüyorum: Giovanni Papini. Bu adamın ilk gençliğinde yazdığı yazılarla yirmi sene sonraki yazıları bir araya gelse, kendisine deli demek lâzım gelir. Oysaki o sadece yeni bir gelişmededir. Biz bu kitabımızda yazarın ruh gelişmesini takip ederek, şiirlerini mümkün olduğu kadar gerçeğe göre düzenlemeye çalıştık.


*

Bastığımız Divan:

Bu eseri meydana getirmek için İstanbul'da, Ankara’da, Konya’da; özel koleksiyonlarda ve kütüphanelerde mevcut olan divanların hepsini inceledik. Tamam veya noksan 900 kadar şiir topladık. Bunların içinde, biraz önce divana yabancı şiirlerin karıştığını söylerken verdiğimiz örneğe benzeyen, yüzlerce parça vardı. Meselâ:
Sanatın yeğreği namaz imiş hoş ne pişe diye başlayan şiirde:

Resim
Evinde helâline beş vakit namaz öğretgil
Öğüdün dutmaz ise yazuğu yoktur boşa


hükmünü veren bir beyit vardır ki; Yunus'un düşünceleri ile, üslubuyla taban tabana zıttır. Ankara'da Maarif Vekâleti Kütüphanesindeki bir mecmuanın yüz yirmi beşinci sahi fesinde baştan aşağı kafiyesi, vezni feci bir tarzda bozuk olan bir gazelde şu beyitleri görüyoruz:

Nefsile dürüşenler Hızır ile kavuşanlar
Sırra kadem basup savuşanlar
Bizdendir bizdendir bizden
Hu deyüp demürleri eriden
Emredüp kayaları yürüden
Himmet ile bir taş doğdu karıdan
Bizdendir bizdendir bizden

Bu cins şiirlerin Yunus Emre'ye ait olmayacağını anlamak her halde büyük bir zekâ işi değildir. Tabii bu takım tekerlemeleri attık. Bunun için elimizdeki parçalan ciddi bir eleştirmeye vurunca sayısı bastığımız miktara düştü. Belki bulamadığımız, elimize geçmeyen daha eski divanlarda ve göremediğimiz cönklerde daha başka şiirler vardır. Fakat gerçeği çok yakın ihtimalle Yunusa ait şiirlerin bundan fazla olmayacağına inanıyoruz.
Gazellerin seçilmesinde son derece titiz olmakla beraber insafı da elden bırakmadık. Seçmede gazelin tamam, teknik bakımından doğru veyahut doğruya yakın olmasına ve mânasının da Yunus'un düşünce ve mizacına aykırı olmamasına dikkat ettik.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimDivanların Karşılaştırılması:

Kitabımızın sahife sonlarında hiç not bulunmaması divanları karşılaştırmadığımız hissini verecek ve belki de bizi, uzmanların sert tenkidlerine uğratacaktır. Ama hemen haber verelim ki, divanımız, esaslı surette yazma nüshalarla karşılaştırılmıştır. Bundan başka mısra, beyit, variante - değişiklikleri, yahut beyit fazlalıkları bizce tespit edilmiştir. Lâkin bu yazma nüshaları inceleyenler bilirler ki, pek az istisna ile Yunus Emre'nin hemen her parçası muhtelif divanlarda türlü değişiklikler gösterir. Bazen bir parçada üç beş kelime yanlıştır. Bunları doğrultmak için sahife altına notla inmek lâzımdır. Kimi vakit mısralar değişir, kimi vakit de üç beş beyit fazladır. Eğer bir divanı ele alıp bütün öbür yazmalardaki değişiklikleri sahife altına koymak lâzım gelseydi, ciltlerle kitab yazmak, faydasız bir fantezi için Yunus'u okunmaz bir hale getirmek icab edecekti. Ben kestirmeden giderek, kütüphânemde çok eski olduğunu tahmin ettiğim nüsha ile Fatih Camii Kütüphânesindeki yazmayı esas olarak aldım. Onlarda bulunmayan şiirleri nerede bulduysam topladım. Değişik beyitler varsa en uygun olanını seçtim ve öbürlerini attım. Bu kadar kesin davrandığım halde, oldukça hacimli olan bu kitab meydana geldi. Eğer gazellerin tefsirini başka bir esere ayırmasaydım ve bütün nüshalardaki variante'ları (çeşitleri) da ilâve etseydim, kitabım enstitü ve üniversite kütüphânelerinde tozlanmaktan başka bir şeye yaramayacaktı. Ben bu hazin akıbeti değil, Yunus Emre'nin yaşayan bir şair gibi okunmasını, benim sevdiğim gibi başkaları tarafından da sevilmesini istiyordum.

ResimGördüğüm Yazma Divanlar:

1- Hususî kütüphânemdeki 1 numaralı nüsha:

Tarihi ve hattatı belli değildir. Yazısı nesihtir ve güzeldir. Üslup farkı olduğu için, iki hattat tarafından yazılmışa benziyor. Bazen kelimeler huruf-i imlâ ile yazılmıştır. Harekelidir, 149 sahifedir. Mesnevisi yoktur, gazeller elifbe üzerine düzenlenmiş değildir. Her sahifede on bir satır mevcut olup her satıra bir beyit yazılmıştır. Makta bile bir satıra yazılmıştır. Her gazelde başlık vardır. Yüz doksan sekiz tânedir. Pek haraptır. İçinden birçok sahifeleri düşmüş ve bazı gazelleri noksan kalmıştır. Sahifelerin üzerlerindeki lekelerden, divanın ıslandığı anlaşılmaktadır. Bu nüshadaki gazeller, öteki yazmalarla birçok kelime ve beyit farkları gösteriyor. Ekseriya gazelleri öbür yazmaların gazellerinden birkaç beyit fazladır. Yazısı, ifadenin ve kullandığı kelimelerin çok eski olması bu divanın bütün gördüğümüz divanlardan daha eski olduğu inancını veriyor.

2- Fatih Camii Kütüphânesindeki divan:

Fihrist numarası 3889'dur. Tarihi ve hattatın adı yoktur. Birinci Sultan Mahmut Vakfı’ndan gelmiştir, üzerinde vakfiyesi vardır. Yazı nesihtir, fevkalâde güzeldir. Bazen huruf-i imlâlı, bazen huruf-i imlâsızdır. Harekelidir. 209 yapraktır. Mesnevisi başta münâcât sondadır. Her sahifede on bir satır vardır. Mesnevisinin ve gazellerinin birinci sahifeleri tezhiplidir. Her satırda bir mısra vardır. Birinci mısranın sonunda, ikinci mısranın başında altın suyu ile büyük nokta veya çiçek vardır. Her gazelin başına "Eyzan lehu" gibi başlıklar konmuştur. 202 gazeli vardır. Kağıdı kalın abadıdır. Kâğıt ve yazı bakımından sekiz yüz elli ile dokuz yüz seneleri arasında yazılmış olduğu zannediliyor. Cildi, kabadır. Anlaşılan, bu cilt sonradan yapılmıştır. En doğru yazmalardan biridir. Karşılaştırılmamıştır. Uzunluğu 17, genişliği 12.5 santimdir.

3- Hacı Selim Ağa Kütüphânesindeki divan:

Haşim Paşa fihristi No. 55. 28 Recep 1305'te yazılmıştır. Kâtibi Koca Yusuf Paşa torunu Şeyhülislâm Ahmet Muhtar Efendi'nin oğlu Şûra-yi Devlet âzasından Ali Haydar bin Ahmet Muhtardır. Yazı rık'adır. Huruf-i imlâ ile yazılmıştır. Hareke yoktur. 139 yapraktır. Satırları bazı sahifeletde 25, bazı sahifelerde daha azdır. Her satırda iki mısra vardır. Son beyitleri iki satırdır. Huruf-i heca üzerine tertiplidir. İçinde 641 gazel vardır. Mesnevi sondadır ve eksiktir. Yanlışı çoktur. Karşılaştırılmıştır. Hangi nüshadan kopya edildiği söylenmiyor. Uzunluğu 25, genişliği 18 santimetredir. Fıstıkî renkte Venedik kâğıdı üzerine yazılmıştır. Kâğıt harelidir.

4- Üsküdar'da Rüfaî Asitânesi Şeyhi Hüsnü Efendi divanı:

Tarihi yoktur. Elli altmış sene önce yazılmıştır. Yazan belli değildir. Yazı rık'adır. Harekesiz ve huruf-i imlâdır. Mesnevi baştadır. Mesnevi ile gazeller 462 sahifedir. Sonuna "Çıktım Erik Dalma" gazelinin Niyazi-i Mısrî ile Bursalı İsmail Hakkı’nın kritikleri ilâve edilmiştir. Sonuncusu eksiktir. Teknik bakımından oldukça düzgündür. Öteki nüshalarla karşılaştırılmamıştır. Elifbe üzerine tertiplidir. Maktalar ayrı yazılmış değildir. Başlık yoktur. Yalnız her gazelin arası bir iki satır açık bırakılmıştır. En çok gazeli olan divandır. Sekiz yüz kırk sekiz gazeli vardır. Bu divan, Şeyh Hüsnü Efendiye Bursalı Talıir Bey tarafından hediye edilmiştir. Cildi âdidir. Uzunluğu 20, genişliği 14 santimdir.

5- Çarşamba'da Murat Molla Kütüphânesindeki divan:

Dâr'ül- Mesnevi'de, Şeyh Murat Efendi bölümünde, 404 numaralıdır. Hicri 1248'de yazılmıştır. Hasan Abdülcemil Kırımî-i Hamuşîhattiyledir. Yazı taliktir. Huruf-i imlâlıdır. Fatih nüshası gibidir. Lâkin o yazmadan alındığı söylenmiyor. Harekelidir. 65 varaktır. Mesnevi baştadır. Sahifesi ıg satırdır. Beyitler muhtelif şekilde yazılmışsa da, karşılaştırılmamıştır. Uzunluğu 24, genişliği 16 santimetredir.

6- Millet Kütüphânesindeki divan:

Emiri Efendi kısmında, Türkçe divanlar arasında 616 numaralıdır. Tarihi ve hattatının ismi yoktur. Bu divan iki defa toplanmıştır. İlkin birisi tarafından toplanmış elifbe sırasıyla düzenlenmiş, bütün bir sahifeyi kaplayan "Veyselkaranî" manzumesiyle bittikten sonra, tekrar toplanan ikinci bir kısım divana eklenmiştir. Bu ikinci bölüm: Aşkın fırtınası aştı başımdan Yeşil tonlu Emir Sultan merhaba manzumesiyle başlıyor. Bu kısım da elifbe üzere tertip edilmiştir. Yazı, her ikisinde de taliktir. İki elden çıkmıştır. Huruf-i imlâlıdır. Hareke yoktur, 259 varaktır. Mesnevi baştadır. Maktalar ayrı ve bir satıra bir beyit olarak yazılmıştır. Her sahifede 17 satır vardır. Yanlışları çoktur. Karşılaştırılmışsa da, onlar da doğru değildir. Ankara Maarif Vekâleti nüshasından çok daha kötüdür. Bazan bir şiir birçok defalar tekrarlanıyor. Yalnız "Yemen ellerinde Veyselkaranî" şiiri beş defa tekrarlanmıştır. Mesnevi baştadır. 829 gazeli vardır. Uzunluğu 18,5 genişliği 13 santimetredir. Cildi âdidir. Kâğıdı âbâdidir, ama değişiktir. Bu divan elli altmış yıl önce yazılmışa benziyor.

7- Selim Nüzhet Gerçek nüshası:

Tarihi ve hattatının adı yoktur. Ortalama 200 yıl önce yazılmıştır. Mesnevisiyle beraber 252 sahifedir. Her sahifede ıg satır vardır ve her satıra bir mısra yazılmıştır. Divan ciltlenirken formların tertibi bozulmuş ve mesnevi 39'uncu sahifeden başlamış, 78'inci sahifenin nihâyetine kadar devam ettikten sonra tekrar 18'inci sahifeye dönmüş ve 38'inci sahifeye kadar devam etmiştir. İçinde Mesnevi'den başka 202 gazel vardır. Fatih nüshasını kopya etmiştir. Kelime ve harekedeki yanlışlıklar çok değildir. Yazısı nesihtir.

8- Basılmış divan:

İki kere basılmıştır. Birincisi 1855'te, ikincisi 1924'te Sahaf Raih Yelkenci tarafından önceki nüshadan kopy ettirilerek taş basmasiyle bastırılmıştır. 1924’te basılan divanın Mesnevisi baştadır. Gazeller 36 ncı sahifeden başlıyor. 188'inci sahifede bitiyor. Her sahifede 19 satır vardır. Hiçbir gazele başlık konmamıştır. Gazeller 333 tânedir. Çok yanlışı vardır. Elifbe tertibi üzeredir ve harekelidir.

9- Ortaköyde Yahya Efendi Dergâhı'nda Haa Mahmut Efendi Kütüphânesindeki divan:

Numarası 3480 dir. Tarihi ve yazarın adı yoktur. Mesnevisi baştadır. Yazı taliktir, çirkindir. Harekelidir. Huruf-i imlâlıdır. 107 yapraktır. 281 gazeli vardır. 281 inci gazelden sonra Yunusa ait olmayan dört beyit yazılı bir sahifeden sonra "Çıktım erik dalına" gazeliyle sözde onun şerhi olan dört buçuk sahifelik bir yazı varsa da saçmadır. En sonunda Hayali imzalı bir şiir vardır. Her sahife 15 satırdır. Mesnevilerde her satıra bir beyit yazılmıştır. Gazel kısmında bazen iki, bazen bir beyit görünüyor. Başlık yoktur. Kâğıdı hâresiz ve âdidir. Yanlışı çoktur. Karşılaştırılmışsa da, onlar da yanlıştır. Cildi çok yenidir. Ortalama bin tarihlerinde yazılmıştır. Uzunluğu 20, genişliği 15 santimetredir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

10- Süleymaniye Kütüphanesi'nde Halet Efendi kısmındaki 688 numaralı divan:

Tarihi ve yazarı belli değildir. Başta, divanın dışında, fıstıkî kağıt üzerinde bir gazel ve sonunda da, 94'üncü varaktan sonra başka bir gazel vardır. Nefeslerin toplamı 162'dir. Baştan 19 yaprak harekesiz olup nesihle yazılmıştır. 20’ncı varaktan 41’inciye kadar harekelidir. Bu kısımda nesih isede yazı ötekiden çok güzeldir. 41 inci varaktaki şiirin son iki beyti 93’üncü varaktadır. 42'den 55 e kadar yazı yine baştaki yazıdır, harekesizdir. 55'ten sona kadar harekelidir. İki hattat tarafından yazılmıştır. Elifbe üzerine tertiplidir. 19'uncu yaprağın arkası 42'nci sahifededir. Yanlış ciltlenmiştir. Aradan birçok şiirler düşmüştür. Uzunluğu 17,s, genişliği 12,5 santimetredir. Mesnevisi yoktur. Karşılaştırılmamıştır. Başlıklar kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Kâğıdı abadıdır. Harekeli olan kısımlar Fatih yazmasına yakın doğruluktadır. 200-250 yıl önce yazılmıştır.

11- Üniversite'de Hâlis Efendi Kütüphanesi bölümünde 4762 numaralı divan:

189 yapraktır. Uzunluğu 19,8, genişliği 13,2 santimetredir. Her sahifede 17 satır vardır. Yazı ince taliktir. Sarımtırak Venedik kâğıdı üzerine yazılmıştır. Yunus isimleri kırmızı renkli mürekkeple yazılmıştır. Vişne çürüğü meşinle süslüdür. Mesnevi baştadır. Mesneviden başka 695 gazel vardır. Tarihi yoktur. Harekesiz ve huruf-i imlâlıdır. Elifbe üzerine mürettep değildir. Nüsha oldukça doğrudur. Bununla beraber içine Yunus'un olmayan birçok gazeller karışmıştır. Karşılaştırılmışsa da bunlar her zaman doğru değildir.

12- Nuruosmaniye Kütüphanesi'ndeki divan:

Numarası 49Ü4’tür. Sultan Osman Han ibni Mustafa Han vakfıdır. Mecmuanın adı Câmi-ül-Meâni'dir. 94ü'ta İstanbul'da yazılmıştır. Bu dergide 41 eser mevcut olup hepsi 313 yapraktır. Yunus Divanı 173’te başlıyor, 195'te sona eriyor. 22 yaprak Yunus Emre'ye ayrılmıştır. Ama her satırına bir beyit yazılmış olmakla beraber nüsha şeklinde eser tek mısrayla yürütülmüş ve bundan başka, ayrıca ve yine kenarda altı küçük dikdörtgen ile altı bölmeye ayrılmış büyük dikdörtgenin her bölmesine birer beyit yazılmıştır. Esas sahife 33 satırdır. Her gazelin sonu ile öbürünün başlangıcı arasında bir satır boş bırakılmıştır. Mesnevi başta olup yedi varaktır. Gazeller elifbe üzerine tertipli değildir. 196 tanedir. Başlık yoktur. Maktalar ayrı yazılmış değildir. Yazı taliktir. Harekesizdir. Huruf-i imlâ az kullanılmıştır. Yanlışı çoktur. Karşılaştırılmamıştır. Sahifenin uzunluğu 23,5, genişliği 14 santimetredir. Sahifelerin kenarları bölmelerin etrafı ve içi altın suyu ile ince çizgilerle çevrilmiştir.

13- Hususi kütüphanemizdeki 2 numaralı Yunus Divanı:

Tarihi ve yazarı belli değildir. Yazı nesihtir. Huruf-i imlâ ara sıra kul lanılmıştır. Harekelidir. 125 sahifedir. Sahifelerdeki satırlar 15 ile 17 arasında değişiyor. Bazı satıra bir beyit, bazı satırlara yalnız bir mısra yazılmıştır. Elifbe üzere tertip edilmiş değildir. 52’ncı sahife ile 56’ncı sahife arasına başka ilahiler konulmuştur ve yazı da başkasınındır. Mesnevi yoktur. Karşılaştırılmamıştır. Yanlışı çoktur. Kaba, yerli kâğıt üzerine yazılmıştır. Çok haraptır. 200 senelik bir esere benziyor. Hattat çok cahil olduğundan birçok yanlışlar yapmıştır. 171 gazel vardır. Cildi sarı renkte mukavvadandır. Uzunluğu 20,5, genişliği 15 santimetredir. 125'nci sahifeden sonra Ümmi Sinan'ın bir takım kasideleri vardır.

14- Ankara’da Maarif Vekâleti Kütüphanesi'ndeki L 2ı29 numaralı divan:

Hiçbir yerinde yazıldığı tarihi bildirecek bir işaret yoktur. Yazıdan, Hicri 1150 olduğu tahmin edilebilir. Mesnevisi baştadır, 770 gazel vardır. Her sahifesi 34 satırdır. 109 yapraktır. Yanlışları çoktur. Bu şiirlerin belki 4ÜÜ u Yunus Emre'nin değildir. İçinde birçok saçma -sapan, budalaca şeyler vardır. Uzunluğu 23, genişliği 13 santimetredir.

15- Maarif Vekâleti Kütüphanesi'nde F 6146 numaralı divan:

Kırşehir Bektaşi Dergâhı’ndan gelmiştir. Birinci sahifeye "Donanma -yı Mısriyye Kumandanlarından, Mehmet Emin Bey'in vakfıdır" kaydı konulmuş ve 1255 tarihi atılmıştır. Maarif Vekâletinin ve Hacı Bektaş Dergâhı'nın mühürlerini taşımaktadır. Tarihi yoktur. Yazar da belli değildir. Cildi âdidir. Yazı nesihtir. Huruf-i imlâlıdır. Harekesizdir. 152 yapraktır. Mesnevi baştadır. Mesnevi birinci sahifeden başlayacakmış, ama sahife boş bırakılmış ve dolayısıyla Mesneviden 8 beyit atlamıştır. Mesnevinin her satırında bir beyit vardır. Makta vazifesini gören beyitlerde her satıra bir mısra konmuştur. Mesnevi 19 uncu yaprakta bitiyor ve onu Münacât takip ediyor. 41 inci sahifede nefesler başlıyor. Elif-be üzerine tertiplidir. 311 gazeli vardır. Gazeller, bir satıra bazen bir beyit olarak, bazen bir mısra olarak yazılmıştır. Arada boş sahifeler ve yapraklar vardır. Bunlara bazen yabancı hattatlar tarafından ilahiler, nefesler yazılmış, bazen da başı -bozukların imza ve adreslerini atmalarına vesile olmuştur. Nitekim XXX. yaprakta bir başıbozuk, Hicri 1315 senesi Rebiülevvelinin yirmi altıncı Çarşamba günü, kerimesi Fatma Fahire ve Konya Maarif Sandığı Emini Mustafa Efendi ve bir de Edirneli Derviş Kâzımla Hacı Bektaş'ın Dergâhı’na yüz sürdüklerini söylemektedir. Ondan sonra 13 sahife boştur. Nüsha yenidir. Taşbaskısı nüsha ile karşılaştırılınca bunun oradan alındığı meydana çıkıyor. Demek ki Yunus Emre'yi ilk defa bastıranlar Bektaşilerdir. Karşılaştırılmamıştır. Kağıdı ucuz âbâdidir. Nüsha çok yıpranmıştır. Bütün bakımından oldukça iyi bir nüsha ise de hattat birçok imlâ ve kelime yanlışları yapmıştır, içinde bazen Emir Seyid mahlâsıyla biten gazeller vardır. Nüshanın uzunluğu 20, genişliği 75,5 santimetredir.

16- Maarif Vekâleti Kütüphanesinde Y 6/63 numarada yazılı divan:
Bu nüsha Birinci Dil Encümeni’ne kütüphane tarafından verilmişse de, Dil Encümeni bu nüshayı geri vermemiştir. Bu nüshanın kaybedildiği rivâyet edilmekle beraber, çok değerli olduğu söyleniyor.


TaSNiF:

Yukarıdaki söylediğim gibi, divan usulü ile şiirleri sıralamak, şâirlerimizin bütün şahsiyetlerini yamalı bohçaya çeviriyor. Özellikle Yunus Emre gibi, bir sisteme sahip, belli bir noktadan hareket ederek, birçok duraklardan geçip bir olgunluk tepesine varan adamlar için eski usul, yaratıcının kişiliğini sıfıra indirecek kadar kötüdür. Yunus'u belki yüzlerce defa okuduktan sonradır ki onun eserini bir sıraya koyma ihtiyacını duydum.
Bu sıralayacağım gazellerin ortaklaşa seciyeleri olacaktı. Yunus'un meselâ bir takım şiirlerinde büyük bir ölüm korkusu, sürekli bir kasvet, haykırış, günahlarından, hayatından şikâyet, sıtmalı bir arayış, duaya yakın bir inilti var. Kendisine âşık diyor. Lâkin bu, henüz yolunu bulamamış bir âşıktır. Âhireti düşünüyor, korkuyor. Fakat bu korku, henüz hiçbir şeye inanmayan bir adamın korkusudur. Sevgili yârenlerini terk etmenin, bir daha dünya güzelliğini göremeyeceğini bilmenin azabı, yılan ve çıyana nasip olmanın dehşetidir. Aradığı şey nedir? Henüz pek iyi bilinmiyor. Belirsiz, fakat çok kuvvetli bir özdeyişle kıvranıyor. Ne bulanık durumda olduğunu en güzel şiirlerinden birinde şöyle anlatıyor:


Bir dem div olur ya peri
Virâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıs ile
Sultan-ı ins ü can olur

Bir dem varır mescidlere
Yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer
İncil okur ruhban olur...


Bu karakterlerdeki şiirler her halde Yunus'un kesin inanışından önce yazılmıştır. Bunları gerçek müslüman ve ermiş bir derviş olduktan sonraki gazelleri arasına nasıl koyabiliriz? Bu nutuklar şüphesiz, gençlik devrinin mahsulleridir. Kiliseye giden, İncil okuyup ruhban görüşünü taşımağa kalkan Yunus ile:

Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed


Diyen Yunus arasında ne olursa olsun hiçbir ilgi yoktur. Onun için, Divan ındaki sözleri, Oluşu göstersin diye, imansızlıktan irşada ve didaktik devreye kadar yedi bölüme ayırdım.

Birinci bölüm İmandan önce yazdığı şiirlerdir. Bunların karakterini yukarıda söyledim.

İkinci bölüm şiirleri, üstünköı ü teslimiyet devrinin şiirleridir. Yunus şimdi, manevî verimi kıt bir çağdadır. Taşkınlıkla, büyük lâflarla, nefsini feda ettiğini söylüyor. İnsanlara ve kendisine karşı acıdır. Ölüm korkusu azalmışsa da gene vardır. Biraz huzur bulmasına rağmen ruhanî feraha sahip değildir. Tasavvufun diyalektiği içinde boğulmuştur. Estetik ve samimî hiçbir değeri olmayan o manasız Devriye'leri hep bu sırada yazılmışa benziyor. Ulemâyı rüsumu hicveder ve kendisinin vakur, mustarib çehresine hiç yakışmayacak laubali gazeller söyler..

Üçüncü bölüm şiirleri şüphenin uyanmağa başladığı devre aittir. İkincinin karakterleri ile birlikte başka özellikleri de vardır. Din ve imana karşı kayıtsızdır. Şüphe ile beraber melankoli de meydana çıkar. Ölüm korkusu da canlanır. İlk hidâyet devrindeki huzur ve sükûn kaybolur.

Dördüncü grup şiirleri (şaşkınlık ve mezalik-i akdam, ayakların kaydığı) zamana ait olanlardır. Bunlarda çıldırtan bir ölüm korkusu, intihar derecesinde ümitsizlik, feryat, yorgunluk, nihâyet; kendini sezdiren ve ilâhi rahmetin yağacağını müjdeleyen garip bir hava vardır.

Beşinci kısım şiirleri tam ve gerçek inanış devrinin, hakikî Yunus'un mahsulleridir. Artık Yunus, Taptuk Emre'yi bulmuştur. Birden, gergin sinirler gevşer, zira Allah'ın istediği her şeyi yerine getirmiştir. O zamana kadar kendisini terk edeceklerinden korktuğu şeyleri, acımadan, ıstırap çekmeden feda etmiş, ebedî hayata erişmek için geçici hayatın zevklerine ölmüştür. Bütün fâni şeylerden, maddî veya manevi sevgilerden, iptilâ ve ihtiraslardan, fikirlerden, zevklerden, sahip olmaktan, iktidar ve şöhretten vazgeçerek, mümkün olduğu kadar sadeleşmiş ve basitleşmiştir. Şikâyetsizdir. Önceleri dilinden düşürmediği, ama yapamadığı miskinliği -kendi deyimince alçaklığı-Humilite'yi tatbike başladığı için, ıstırabı azalmıştır. Anık Devriyelerini yazdığı zamanlardan çok uzaktayız. Assize'li San Francesco gibi Allahın fakirciği olmuştur, açıktır. Hiçbir sırrı kalmamıştır. Son nefesi çıkıncaya kadar insanı rahat bırakmayacak olan nefis, ara sıra saldırışlarına devam ederse de, geçici buhranlardan başka bir netice vermez.

Altıncı grup şiirleri, İhtiyar sanatçının eserleridir. Yunus şimdi dış hayatın güzelliğini seçmeğe başlamıştır. Bununla beraber ölümden korkmaz. Ölüm onun gözünde alışılmış bir hal alır. İslâmiyet'e ve şeriata karşı saygılıdır. (Ölmeden önce öl) emrinin yerine getirilmesinden duyulan zevkle sarhoştur. Allah'ın kuzusudur.

Yedinci grup şiirleri (Talimî - didactique devre) adını verdiğimiz son yılların eserleridir. Bu sırada Yunus'un yazdığı şiirler Tolstoy'un ömrünün sonunda yazdığı (Sanat Nedir?) adlı kitabından değerli değildir. Bazı menkıbelerin, öğütlerin kuru ve soğuk bir nazımla ifadesidir. Taş baskısı divanının başında bulunan Mesnevi de bu çağa bağlıdır sanırım.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimYunus Emre'nin Altın Destanı:

Hacı Bektaş, Rum diyarına geldiği sırada orada "Seyyit Mahmut Hayranı, Celâleddin-i Rumî, Hacı İbrahim Sultan"gibi bir takım büyük mutasavvıflar arasında bir de Emre adlı kuvvetli velâyet sahibi bir şeyh vardı. Hacı Bektaş'ın daveti üzerine bütün Rum erenleri onun nezdine geldikleri halde, bu şeyh her nedense davete gelmedi. Übür Rum erenleri, Onun gelmediğini Hacı Bektaş'a haber verdiler, ü da, Sarı İsmail adındaki dervişini gönderdi. Emre'yi yanına çağırttı. Gelmemesindeki hikmeti sordu. Emre, "Perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, hazır bulunduğu o erenler bezminde Hacı Bektaş adlı hiç kimesne görmediğini"söyledi. Hacı Bektaş;"0 elin bir işareti olup olmadığını" sorunca, "Ayasında yeşil bir ben"gördüğünü anlattı. O vakit Hacı Bektaş elini uzattı. Ayasındaki yeşil beni hayretle gören "Emre",kendisine evvelce el veren mürşit karşısında bulunduğunu anlayınca üç kere heyecanla "Taptuk Padişahım"dedi. Ve adı o zamandan sonra Taptuk Emre oldu.
O bölge köylerinden birinde, Yunus adında, rençberlikle geçinir, çok fakir bir adam vardı. Bir yıl kıtlık oldu. Yunus'un fakirliği büsbütün arttı. Nihâyet birçok kehanet ve inâyetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım istemeyi düşündü. Sığırının üstüne bir miktar alıç-yabanî elma-koyup dergâha gitti. Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi; bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek, birkaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pîre, Yunus'un acelesini anlattılar. O da: "Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi, gafil Yunus, buğday istedi. Bunu duyan ilacı Bektaş, tekrar haber gönderdi:"isterse o alıcın her tanesince nefes edeyim! "dedi. Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaş, üçüncü defa haber gönderdi. ''İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim"dedi. Yunus yine buğdayda ısrar edince; emrettiği buğdayı verdiler. Yunus dergâhtan uzaklaştı. Yolda, yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı. Pişman oldu. Geri dönerek kusurunu itiraf etti. O vakit Hacı Bektaş, onun kilidinin Taptuk Emre'ye verildiğini, isterse ona gitmesini söyledi. Yunus, bu cevabı alır almaz hemen Taptuk Dergâhı'na koşarak başına geleni anlattı. Oda Yunusu dergâhın odunculuğuna tayin etti. Yunus kırk yıl bu hizmette bulunduğu halde dergâha eğri ve yaş odun getirmedi. Uzun yıllardan sonra bir erenler meclisi kuruldu. Oradan şeyhi ile beraber oduncu Yunus hazır olduğu gibi, Yunus-i Gûyende adlı tanınmış bir ilahici de vardı. Mecliste Taptuk Emre'ye coşkunluk geldi. "Şevkimiz var, haydi sen de biraz terennüm et!"diye Yunus-i Gûyende'ye seslendi. Ama bunu birkaç defa söylediği halde Yunus-i Gûyende'den hiç ses çıkmadı. Nihâyet oduncu Yunusa dönerek:’Haydi, dedi, artık zamanı geldi, kilidin açıldı. Hacı Bektaş sözü yerine geldi, durma söyle!" bunun üzerine Yunus'un perdesi yırtılarak, kilidi açıldı ve ârifhane nutuklar, ilahiler söylemeğe başladı.
Hakikate varmak için geçirdiği çilekeşlik devrinde Yunus Emre'nin dergâha hiç eğri ve yaş odun getirmediğini fark eden Taptuk Emre, bir gün Yunusa, "Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?" diye sormuştu. Yunus:"Dağda eğri odun çok lâkin senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz"diye cevap verdi.
Rivâyet ederler ki, her nedense, Yunusa, şeyhi, kırk yıl seyahat etmesini emretmiş. O da tam kırk yıl gezip dolaştıktan sonra tekrar şeyhinin dergâhına gelmiş, "Ana Bacı'yı bularak şeyhin kendi hakkındaki düşüncesini sormuş. Ana Bacı da demiş ki:"Yarın, sabah namazında, şeyhinin yolu üzerine yat, şeyh senin kim olduğunu elbette bana soracak, ben de ona Yunus diyeceğim. Eğer,bizim Yunus mu diyecek olursa anla ki, artık çilen dolmuştur."Ertesi sabah Yunus, bu nasihate uyarak yola uzandı. Şeyhi merak edip de, "Bizim Yunus mu?"diye sorunca, Taptuğun ayaklarına kapandı. Ve öğünden başlayarak şeyhin müsaadesiyle hayata yeni doğarak ilâhi şiirlerini söylemeğe başladı.
Salihli kazası civarında"Emre" adlı, yetmiş evli bir köyde, taştan bir türbenin içinde, Taptuk Emre ve çocukları ile torunları yatmaktadır. Türbenin eşiğinde de, bir başka mezar vardır. Bu, Yunus'un birçok mezarlarından biridir. Yunus Emre, kapı eşiğine kendisinin gömülmesini vasiyet etmiş... Şeyhini ziyaret edecekler, kendi mezarına basarak geçsinler diye.
Miskin Yunus, içinden geldiği gibi, durmadan ilâhiler ve nutuklar söylermiş. Onun ilâhileri o kadar çokmuş ki, bir kısmını hayvanlar, bir kısmını insanlar, bir kısmını da melekler söyleyip dururlarmış.

İstanbul, 1933
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

DİVÂN-ı YUNUS EMRE
Resimkaddesallahu sırrahu


1- Kara Toprağın Altında

Teferrüç eyleyu vardım, sabahın sinleri gördüm.
Karışmış kara toprağa, şu nazik tenleri gördüm


İçim açılsın diye bu sabah dolaşmaya çıktım mezarlar gördüm.
Her birisi kara toprağa karışmış gitmiş bir zamanların nice nazik önem verilen tenlerini toprak olmuş gördüm…



Çürümüş toprak olmuş ten, sin içinde yatar pinhan
Boşanmış damar, akmış kan, batmış kefenleri gördüm


Her can için çok kıymetli tenleri çürümüş aslı olan yaratıldığı toprağa dönmüş mezar içinde gizlenip yatmakatalar.
Damarları parçalanmış kanları akmış al kana bulanmış kefenlerini gördüm…



Yıkılmış sinleri dolmuş, evleri belirsiz olmuş
Kamu endişeden kalmış, ne düş var halleri gördüm


Nice mezarlar göçmış yıkılmış viraneye dönmüş, evleri yerleri yurtları belirsiz olmuş,
Artık dünya endişeleri derdleri kalmamış, ne düş görmek ne hayal kurmak olmayan hallerini gördüm



Yaylalar yaylamaz olmuş, kışlalar kışlamaz olmuş
Bar tutmuş, söylemez olmuş, ağızda dilleri gördüm


Ne bu dünyanın sefası sayılan yazın yüce dağlara çıkılan yaylalar-yaylaklar-yazlıklar ne de, kışın ovalara şehirlere inilen kışlaklar kalmış.
Sanki ağızlarında dilleri pas bağlamış da konuşamayan dilleri gördüm…



Kimisi zevk ü işrette, kimi sâz ü beşarette
Kimi belâ vü mihnette, dün olmuş günleri gördüm


Zamanı geri sarmışçasına, kimisi zevk içinde eğlencede çalıp oynamakta, saz çalıp mutluluklar saçmakta,
Kimileriyse belalara dertlere gark olmuş hepisi için bir gerçek var ki o günleri dün olmuş gitmiş gördüm…



Soğulmuş şol kara gözler, belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında, gül deren elleri gördüm


Bir zamanların abakmaya kıyılamayan kara gözlerinin feri çekilmiş, güzelim ay yüzler artık bilinemez olmuş,
Bunun yanında bu kara toprağın altında gül bağlarında gül toplayan elleri gördüm…



Kimisi boynunu eğmış, tenini toprağa salmış
Anasına küsüp gitmiş, boynun buranları gördüm


Kimisi kaderine boynunu eğmış, tenini terk etmiş toprağa salmış,
“Beni neden gönderiyorsun anne?” dercesine çok genç yaşta gidenleri ve boynunu bir yana buranları-bükenleri gördüm…



Kimi zarî kılıp ağlar, zebaniler canın dağlar
Tutuşmuş sinleri oda, çıkan tütünleri gördüm


Kimileriyse bu âlemdeki zulumlarının karşılığı inleyerek ağlamakta, görevli meleklerce canları dağlanmakta,
Mezarları ateş tutuşmuş-ateş almış cayır cayır yanmakta savrulan dumanlarını gördüm…



Yunus bunu kanda gördü, gelip bize haber verdi
Aklım vardı, bilim şaştı; nitekim şunları gördüm


Yunus bunu nerde gördü ki gelip de bize haber vermekte,
Aklım vardı uçtu gitti ,bilincim şaştı kaldı ve ben gerçekten bunları gördüm…


Resim

Teferrüç: (Ferec. den) Ferahlanmak. İç açılmak. * Gezintiye çıkmak. Seyr.
Sin: Mezar.
Pinhan: f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.
Kefen: Ölünün en son giydiği bez..
Kamu: (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.
Bar- tutmak (t): Paslanmak.
İşret: İçkili eğlence.
Beşaret: (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan.
Mihnet: Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak.
Soğulmak (ı): Suyu - seli çekilmek, feri kaçmak, akıp kurumak
Od: Ateş
Zebani: Cehennem'de vazife gören melek.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimHey Benim Ömrüm Kuşu

Hey benim ömrüm kuşu,
kanda varasın bir gün
Ecel arayı yörür,
ele giresin bir gün..


Ey benim kanlı kafesteki CANKUŞUm, er-geç imkanla imtihanın ve de sayılı nefeslerin tükenir birgün..
Sen emellerin peşinde uçarken ecelde senin peşinde son nefes VAKTini beklmekte avlamak için kapanı/tuzağı senin kalbinde.. ele geçirecek birgün…


Resim

Gele göğüse kona,
tenin tutuşa yana
Bir kadeh şerbet suna,
içe kanasın bir gün..


CANKUŞUyun amansız avcısı ECEL Şahini günü gelince göğsüne konacak, CANın TENinde tutuşup yanacak, sana bir bardak ECEL ŞERBETİ sunacak VE EBEDİYYEN kanacaksın taddığın o son ZEVKin olacak son nefesin bir gün...

Resim

Görmeğe gelenleri,
hal hatır soranları
Sevgili yarenleri,
görmez olasın bir gün..


koskoca bir ömürboyu görüp-konuştuklarını, hâl-hatır sorduklarını, sevip-sevildiğin sevgili yâranlerini-sadık dostlarını bir daha göremez olasın bir gün...

Resim

Yarenlerin geleler,
seni tacilleyeler
Soyalar tonlarını,
uryan olasın bir gün..


can-ciğer dostların-yâranların toplanalar başına ki canını kaybeden tenini, acelece-hemence toprağa sokup yok edler kokmadan.. Donunu-gömleğini soyup seni üpuryan-çırılçıplak kalasın bir gün...

Resim

Tap tımar eyle tene,
yarak eyle bu cana
şol yılana çiyana,
nasip olasın bir gün..


bunca bir ömür boyu tımar edip-bakıp onardığın besleyip büyüttüğün bedenin, yaşatmak için ne gerekirse yaptığın canın en son nefesinle birlikte karanlık kabrinde yılan-çıyana nasib ola yem ola bir gün...

Resim

Münker ile Nekir gele,
gele karşında dura
Dilince sual sora,
cevap veresin bir gün..


bir ömür yaptıklarının ön hesabını görüp kimliğini tesbit edecek olan Münker ile Nekir melekleri gelip karşına geçeler, Dilsiz dillerince sorularını soralar sen de tümm ömrüyün cevaplarını veresin bir gün..

Resim

Âşık Yunus nidesin,
acep kanda gidesin
Erenler meclisine,
girmez olasın bir gün


eYy hakk âşığı Yunus Babam kaddesallahu sırrahu, insanlık hâli ne edeceksin ve elden negelir elbet sen de geçip-gideceksin bu âlemden ancak acaba ne zaman?!.
Aşk rüzgârları estirdiğin ERENlerin gönül meclisine sen giremez olunca yerin bomboş kalakala bir gün…


Resim

Kanda (t): Nerde.
Yaren (f): Yaran anlamına, dostlar.
Tacillemek: acelece-hemnce yapmak o işi..
Tonlarını: giydikleri donlarını..elbiselerini.
Uryan: çırılçıplak.
Tımar etmek (f, tL: Yarayı, hastayı iyileştirmek.
Yarağ (t): yarak, Yarayan, gerekli şey.Silah.
Münker ile Nekir: Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.

Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye: “Bu adam (Rasûlüllah) hakkında ne diyorsun?” diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu; “O, Allah’ın kulu ve Resûlüdür. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed (s.a.v)’in Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna şehadet ederim” der. (Kelime-i Şehadet-i getirir.) Melekler; “Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten” derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira’ (Zir’a: Bilekten dirseğe kadar olan uzunluk ölçüsü) kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona “Yat!” denir. “Aileme dönüp onlara haber versem mi?” diye sorar. Onlar da; “Akrabalarından en çok sevdiğin kimseden başkası kendisini uyandırmayan, güveğinin uyuması gibi uyu!” derler. Böylece, yattığı yerde, Cenab-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur. Eğer münafık ise, “İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum” der. Melekler de, “Böyle söylediğini zaten biliyorduk” derler. Sonra arza: “Onu sıkıştır” denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir.”
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Sünen-i Tirmizi, Cenâiz bahsi: 70)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü mezara konulur. Salih kişi kabrinde endişesiz ve korkusuz oturtulur. Sonra ona: “Hangi dinde idin? Diye sorulur. O da: “Ben İslâm dininde idim” diye cevap verir. Sonra ona: “Şu adam (Rasûlüllah, s.a.v) kimdir?” Diye sorulur. O da: “Muhammed (s.a.v), Allah’ın Rasûlüdür. O, bize Allah katından apaçık Ayet-i Kerimeler getirdi; biz de O’nu doğruladık” diye cevap verir. Daha sonra bu ölüye; “Sen Allah’ı gördün mü? Diye sorulur. O da “Hiçbir kimse Allah’ı görmeye lâyık değildir” diye cevap verir. Bu soru ve cevaplardan sonra onun için kabrinde cehennemi göreceği şekilde bir pencere açılır. Ölü ona bakarak ateş alevlerinin birbirini kırıp yenmeye çalıştığını görür. Sonra ona: “Allah’ın seni koruduğu ateşe bak” denir. Daha sonra onun için Cennet tarafına bir pencere açılır. O da bu defa Cennetin lüksüne ve nimetlerine bakar. Kendisine; “İşte bu yer senin makamındır.” Denildikten sonra: “Sen samimi bir iman üzerinde idin, bu sağlam iman üzerinde öldün ve inşallah bu iman üzerinde dirileceksin.” Denir.”
(Sünen-i ibn-i Mace, Zühd bahsi: 32)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecek. İnsan defnedilip arkadaşları ondan ayrılınca, elinde topuzla bir melek gelerek onu oturtur ve: “Bu adam (Rasûlüllah hakkında ne dersin ?” Diye sorar. Kişi Mü’min ise: “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.v)’in, Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim.” Diye cevap verir. Melekler de ona: “Doğru söyledin” der…”
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, III, 3, 40).

Resim

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---“Kullu nefsin ZÂİKAtu'l-mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne): Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ Sûresi, 21/35)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimAcep Nola Benim Halim!.

Bir korku düştü canıma,
acep nola benim halim
Derman olmaz ise bana,
acep nola benim halim


Aglayarak girdiğim bu İmtihan salonunda çalıp oynarken nerden nereye yolculuk sorusunun cevabını bulamadım ve bir korku düştü içime derinden ve benim bu meçhul halimin SON-UÇu ne olur derdine düştüm..
Ben bu başıboş şuursuz kulluk derdimin çâresini-dermanını bulamazsam benim halim nice olur acaba?..


Resim

Canım tenimden üzüle,
gitmek yaragı düzüle
Bu sûret nakşı bozula,
acep nola benim halim


ömür boyu besleyip gözüm gibi baktığım bu tenim canımdan yüzülürcesine sıyrılıp, bu âlemden çekip gitme hazırlığına başlayıca, simsiyah saçlar kar gibi ağarınca, alnımdaki çizgiler çoğalınca gül yüzüm tanınmaz hale gelip NAKKAŞın Nakşı bozulunca benim halim nice olacak acaba?..

Resim

Dünya tonların soyucak,
yuyucu tenim yuyucak
iletip kabre koyucak,
acep nola benim halim


izafî-iğreti gelgeç yalan dünyasında giydiğim; kimlik-kişilik, çoluk-çocuk, olsun-olmasın donlarını soyunduğumda, ölü yıkayıcım kim ise cansız bendenimi yuyunca, götürüp kabrime toprak altına sokunca acep halim ne olur benim?.

Resim

Eller gidip ben kalıcak,
sinde yalınız olucak
Münker ile Nekir gelicek,
acep nola benim halim


o toprak altında aklı başında da aâletlerini kaybeden nefsim mezarında tek başına kalınca, kulluk imtihanı sahnesi olan bu dünyada ne işler yatığımı sorucu Münker ile Nekir melekleri sormaya gelince acep halim ne olur benim?.

Resim

Ne ayak tuta, ne elim,
ne aklım kala, ne bilim
Cevap vermez ise dilim,
acep nola benim halim


elim ayağım tutmaz hale gelince, aklım fikrim ilmim bilgim kalmadığında ve dilim susar kalır cevap veremezse acep halim ne olur benim?.

Resim

Mezarden duru gelicek,
hak terazi kurulucak
Amelimiz görülecek,
acep nola benim halim


O gün geldiğinde ba’s olunduğunda herkes mezarından dirilip kalktığında, mahşerde mizan terazisi kurulunca, bu yalan dünyada ne ameller işlemişim iğneden ipliğe teraziye çekilince acep halim ne olur benim?.

Resim

Miskin Yunus eydür sözü,
kan yaş ile dolu gözü,
Dergâhına tutar yüzü,
acep nola benim halim


bu âlemde en yoksul Âşık Yunus bu sözleri söylerken gözlerinden kanlı yaş dökmekte ve Taptuk Babanın Sırat-ı Mustakîm Tekkesine, huzur kapısı dergÂHına yüzün çevirir sığınır ve düşünür ki acep halim ne olur benim?.

Resim

üzüle: soyula, yüzüle.
yarağ (t): yarayan, gerekli şey.silah.
ton: don, giyecekler.
Münker ile Nekir: Mezardaki soru-suâl melekleri..


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip, (Peygamber Efendimiz aleyhi's-selâmı kastederek): ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyada iken dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resûlüdür. Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, MuhaMMed Allah’ın kulu ve resûlüdür.” Melekler: ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk” derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya “Bilmiyorum” diye cevap verir. Melekler ona da: “Senin böyle diyeceğini biliyorduk” derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azab çeker!.” buyurdu.
(Buharî, Cenâiz, 87; Tirmizî, Cenâiz, 70; -hadis meali özet olarak Tirmizî’den alınmıştır).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimBir Dem Gelir!.

Hak bir gönül verdi bana,
ha! demeden hayran olur!.
Bir dem gelir şadan olur,
bir dem gelir giryan olur!.


HaKk Teâlâ bana öyle bir gönül verdi ki, “ha!.” demeden Hakk’a hayran olur!.
Bu devrÂNda imkÂNla KULLuk imtihÂNında ki, Çile ÇÖLÜnde gâhi şadÂN- sevinçli, bahtiyâr gâhi giryÂN- göz yaşı döker iki gözüm iki çeşme ağlar da ağlar gurbette..


Resim

Bir dem sanasın kış gibi,
şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşaretten doğar,
hoş bağ ile bostan olur!.


Bir zaman olur ki, kara kış bastırmış sanki çat ayazda zemheri- en şiddetli soğuk devresini yaşatır kaderimde..
Zaman olur ki terse döner müjde haberleri almışçasına cennetlere girer bağlar bostanlar içinde kalır şen şakrak bülbül kesilir..


Resim

Bir dem gelir söyleyemez,
bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem cehalette kalır,
nesne bilmez nadân olur!.


Zaman olur ki, nutku durur ağzını bıçaklar açamaz kelâm konuşamaz, söylenen güzel sözleri şerh edip açıklayamaz..
Zaman olur ki, zom uykuda cehâlet çukuruan düşer çıkamaz, ilim irfandan bir şey bilmez nadân-haddini bilmez olur..


Resim

Bir dem div olur ya peri,
viraneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıs ile,
Sultan-ı ins ü can olur!.


Zaman olur ki, masalların devi olur, perisi olur virÂNeleri baykuş gibi mesken tutar..
Zaman olur ki, SâBâ Melikesi Belkıs ile göklerde uçar, insanların cinlerin Sultanı olur..


Resim

Bir dem varır mescidlere,
yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer,
incil okur, ruhban olur!.


Zaman olur ki, mescidlere diz çöker sofu olur, yerlere yüz sürer ibâdet eder..
Zaman olur ki, deyre girer-kilise, manastıra kapanır İncil okur ruhban olur!.


Resim

Bir dem gelir isa gibi,
ölmüşleri diri kılur
Bir dem girer kibr evine,
Fir'avn ile Hâman olur!.


Zaman olur ki, İsâ aleyhi's-selâm gibi ölmüşleri diriltir hayat bahşeder..
Zaman olur ki, kibir evine sığınır orada Fir'avun ile Hâman olur!.


Resim

Bir dem döner Cebrâil'e,
rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrah olur,
miskin Yunus hayran olur!.


Zaman olur ki, Cebrâil aleyhi's-selâm gibi rahmet kanatlarını açar da halkın üstüne ve her yere..
Zaman olur ki, emelleri yeşerir gürleşir öyle ki, miskin Yunus Babam kaddesallahu sırrahu bile hayran olur, hayran kalır!.


Resim

Beşaret: (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey.
Şerh: Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme.
Nadân: f. Cahil, bilmez, haddini bilmez.
Div: f. Dev. * İblis, şeytan. * Cinn, ifrit.
Peri: f. Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. * İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. *Mc: Güzel insan. Güzel kimse.
Belkıs: Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir. Süleyman (A.S.) bunu Filistin'e çağırdı, geldi ve iman etti.
Can: Cinler.
Deyr: (C.: Edyâr) Kilise, manastır. * Âlem-i insaniyet, insanlık âlemi.
Ruhban: Korkmak, çekinmek, yılmak. * Rahib, Hristiyan din adamı
Fir'avn: Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar. * İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
Hâman: Peygamber Hz. Musa (A.S.) zamanındaki Mısır Fir'avununun vezirinin ismi.
Mahfil: (C.: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri. * Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer.
Gümrah: f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimNe Söylerler
Ne Bir Haber Verirler..


Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Üzerinde, türlü otlar bitenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler..


Çıktı-Battı dünyasına CANı uğrayanlar, konup-göçenler kara toprağa girince bir daha haber alınamamakta, mezarları üzerinde çeşit çeşit çiçekler açıp otla bitmekte.. Yıllarca konuşan dilleri susmuş ve HÂLLerinden bir haber de vermemekteler…

Resim

Kimisinin üstünde biter otlar
Kiminin başında sıra serviler
Kimi masum, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler, ne bir haber verirler…


Yerlebir olmuş otlar içinde kalmış kimsesiz garib mezarlar,
Kimisinin başına dikilmiş sıra sıara selvi ağaçları yel esdikçe inlerken,
Nice mâsum, yiğit gencecik yiğitler toprak olmuş bedenleriyle, susumuşlar ve HÂLLerinden bir haber de vermemekteler…


Resim

Toprağa gark olmuş nazik tenleri
Söylemeden kalmış, tatlı dilleri
Gelin, duadan unutman bunları
Ne söylerler, ne bir haber verirler…


En ufak bir iğne ucuna dayanamayan ve kıymetli bedenleri-tenleri toz toprağa dönüşmüş, tatlı dilleri susmuş toprağa karışmış,
Sizler ki yaşamakakta olduğunu bilenler ne olur dualar edin bu toprak olanlara ki onlar ne bir söz ederler ne de HÂLLaerinden bir haber de vermemekteler…


Resim

Yunus der ki, gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler, ne bir haber verirler


Yunus Emre babam kaddesallahu sırrahu derki tüm bunlar ALLAH celle celâluhu kader takdiri, nicelerinin kirpik kaşları dökülmüş yok olmuş başları ucundaysa kim olduğun anlatan hecler yazılı mezar taşları..
ancak onlar ne bir söz ederler ne de HÂLLaerinden bir haber de vermemekteler… sadece BİZe iyi bakın sizde dünyanın saatteki dönüş hızı olan 1600 km/saat hızla koşarak bu DENİZe akmaktasınız ey İnsanoğulları demekteler..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim NEler ETmişim BEn!..

Bu ömrün yok yere harc etmışim ben
Canım gör nice oda atmışım ben..


Şu gelgeç-gölge izafî yalan dünyada ömrümü yok yere boşuna harcetmiş-harcamış-gerekli yerlere kullanamamışım ben!
Ve yaratılma sebebim olan kulluk imtihanın kaybedince tatlı canımı-nefsimi nice analatılamaz ateşlere atmışım ben!.


Resim

Kimse kimesneye etmemış ola
Anı kim kendime ben etmışim ben..


Bu âlemde hiçbir kimse hiçbir kimseye etmemiştir ki,
O işi ki bne kendi kendime etmişim mâalesef ben!.


Resim

Amelim rahtını, derdim götürdüm
Kamu assım, ziyana satmışım ben..


Bu hayattaki amellerimin-tüm işlerimin çalışmalarımın rahtını-sonuçta elde ettiklerim kârlarımı topladım götürdüm de,
Tüm elde olan ass-özet-öz sermâyemi ziyana-hüsrana satıvermişim mâalesf ben!.


Resim

Cihanda, bir sınık saksıdan ötrü
Güherlerim ziyana satmışım ben..


Şu canlar cengi cihÂNında ben çile çömleğimi çatlattığım için bu çatlak-sınık-kırık saksımdan-kafa tasımdan dolayı,
Güherlerimi-cevherlerimi-kulluk işimin özünü, esasını beyhude yere ziyana-zararına satmışım ben!.


Resim

Amelim her ne ki varsa riyadır
Acep ihlâsı ne unutmuşum ben..


Nasıl sattığıma gelince;
Her ne ki işlemişsem amellerim-işlerimin tümü de riyâ-başkalrı görsün diye yaptığım iki yüzlü işlerdir.
Aceba ihlası/her şeyi sadece ALLAH celle celâluhu rızası ve emri gereği İşlemeyi neden unutmuşum ki ben?..


Resim

Giceye eresini kimse bilmez
Tul-i emel başın uzatmışım ben..


Cehâletin kapkaranlık gecesinde yol alanın hâlini nasıl anlatayım ki başka kimse bilemez yaşamadan.
Oysa bu geceye ben en uzun emel başımı soktum daldım gittim yıllara be!..


Resim

Dügeli ömrümü, harcına sürdüm
Ziyandan bellidir, ne utmuşum ben..


Tümm ömrümü bu yalan dünyanın işleri uğruna harcadım da,
Son-Uçtaki ziyanımdan-hüsranımdan da bell ki en önemli olan KULLUK İmtihanımın neticesi Tevhid Şehâdeti işimi unutmuşum ben!.


Resim

Aguya bal deyu parmak uzattım
Aşıma zehr-i katil katmışım ben..


Zehire zıkkıma bal diyerek parmak uzatıp tüm ÖMRümü zehirlemişim,
Meğer ki kendi Aşıma-sermayem olan ÖMRüme ÖLdürcü zehirii ben katmışım ben!..


Resim

Biçare Yunus'un çoktur günahı
Hakkın dergâhına yüz tutmuşum ben..


Bu bîçâre Yûnu Emre kaddesallahu sırrahu Babamın günahı çoktur da farkına varınca,
El Hakk ALLAH celle celâluhu dergahına yüz tutup da rücû’ etmişim hamdolsun ben!..


“RABB-e RucÛ” SıRRına yüz tutmak:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) :dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!
(Fecr 89/28)


Resim

Assı (t): Kar, fayda.
Harc: Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. * Vergi. * Çıkmak. * Yeni çıkan bulut. * Yemâme vilayetinde bir yer. * Ecir. * Buğday.
Kimesne, kimsene (t): Kimse.
Od (t): Ateş.
Raht: (C.: Ruhut) Binek atlarına vurulan eyer, takım. * Pencere ve kapıların menteşe takımı. * Yol levazımı. * Döşeme ve ev takımı.
Sınık (ı): Kırık.
Tul-i emel:Uzun emel arzu.
Dügeli (t): Bütün. Hepsi. Dün (t): Gece.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimAyruk Geri Gelmeyesin

Yok yere geçirdim günü
ah nideyim ömrüm seni
Geldin geçtin bilmedim
ah nideyim ömrüm seni..


nefes nefes yaşadığım ve ömür dokuduğum ve de boş yere geçen günlerim! Bir rüzgar gibi geldi geçti günlerim..
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!Şimdi artık ne yapabilrim ki?.


Resim

Seni bahaya almadım
Anın çün kadrin bilmedim
Sana vefadar olmadım
Ah nideyim ömrüm seni..


Ben seni bazarlardan bir baha ödeyerek almadım ki onun için kadir kıymetini bilemedim! Sana karşı vefalı davranamadım!
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!. Şimdi artık ne yapabilrim ki?.


Resim

Ömrüm ipi üzülüser,
Sûret nakşı bozulusar
Hayrım şerrim yazılısar,
Ah nideyim ömrüm seni..


Bu hayat ıstarında-tezgâhında dokunan Ömür kiliminin ipleri incelip kopmaya bailayınca.. Sûreti-görüntüsü-nakışı bozulunca.. ve son-UÇta yaptıklarım “hayırdır-şerdir” yazılaınca..
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!. Şimdi artık ne yapabilrim ki?.


Resim

Ayruk geri gelmeyesin
Gelip beni bulmayasın
Bu devranı sürmeyesin
Ah nideyim ömrüm seni..


Ayrılığı düştükten sonra artık geri gelemeyceksin, bir daha doğu-gelip beni bulamayacaksın. Ve dönen devrÂNın sefâsını sürmeyeceksi..
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!Şimdi artık ne yapabilrim ki?.


Resim

İşte koyup gidisersin
Beni garip edisersin
Kara yere girisersin
Ah nideyim ömrüm seni..


Beni bu nefsimin çoksevip bağlandığı yalan dünyayla abşabaşa koyup gideceksin.
Ve beni gurbet diyarı dünyada yapayalnız gariblerden edesrsin!.
Ve kara toprağa girip kaybolup gidersin.
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!Şimdi artık ne yapabilrim ki?.


Resim

Hani seninle olduğum
Şâd olubeni güldüğüm
Ya son ucu yâd olduğum
Ah nideyim ömrüm seni..


Hani bir ömür birlikte nefes nefes yaşadığımız günlerimiz nerede?
Birlikte şâd- sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar. Olduğumuz günler yaşamış iken son-Uça gelince şimdi Yâd-başkaları mı olduk?
Boşa geçen ömrüm günleri için üzünütüden başka yapacak bir şey yok!.


Resim

Miskin Yunus gidisersin
Acep sefer edisersin
Ettiklerin bulusarsın
Ah nideyim ömrüm sen..


Miskin-garib-kalender yunus Emre kaddesallahu sırrahu Babamız, sen de çeker gidersin, Acebi yok kesin ölüm yoluna sefer edip gidersin. Ve ettiklerinden hesaba çekilip tek tek karşında bulursun
Boşa geçen ömrüm günleri için üzüntüden başka yapacak bir şey yok!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim"ELiF" ten "Be" yi BİLmeyen!.

Vaktinize hazır olun
Ecel vardır, gelir bir gün
Emânettir kuşça canın
İssi vardır, alır bir gün!.


Her nes de bu âlemde VAKTini kullanmakta ve bir son vakte koşmaktadır siz de son vaktinize hazır olun bekleyin ecel vaktinizi ki, Zîkatu’l- mevtinizi!.
Beden kÂFesindeki CÂN Kuşunuz izafî-iğreti HaYYatta emâneten siz gözükmektedir ve onunda gerçek sahibi vardır ve ev sahibi evi boşalttırır size bir gün!.


Her işin bir vakti vardır!.”

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Resim---" Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekirr: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. HALBUKİ HER İŞİN ULAŞACAĞI YERİ VARDIR. ''” (Kamer 54/3)


هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---"Hüvellezi yuhyi ve yümit fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun: O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız «Ol!» der, o da oluverir.''” (Mü’min 40/68)

Zâikatu’l- MeVT ZeVKi..

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---''Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne): Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.'' (Enbiyâ Sûresi, 21/35)

Resim

Nice bin kere kaçarsan
Yedi deryâlar geçersen
Pervaz uruben uçarsan
Ecel seni bulur bir gün!.


Ne kadar kaçarsan kaç gökleri delip geçemezsin!
Yedi deryâları geçsen de bir faydası gerçekten yoktur!
Kanat vurup/açıp durmadan uçsan da bir faydası yoktur ki..
Ecel seni bulur emellerini yerle bir eder ve ahret âlemne uçuruverir!.


يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Resim---Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân: Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.” (Rahmân 55/33)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün eline iki çakıl taşı aldı ve bunlardan birisini yakına, diğerini uzağa attı ve: “Bu neyi temsil ediyor, biliyor musunuz?” dedi. Sahabe-yi Güzin: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şu uzağa düşen EMEL, şu yakına düşen de ECELdir” buyurdu.
(Tirmizî, Emsal, 7)

Resim

İşbu meclise gelmeyen
Anup nasihat almayan
Elif-ten be-yi bilmeyen
Okur kişi olur bir gün!.


Şu MuhaMMedî ERENLerin Hakikat Meclisine gelmeyen,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemi anarak Nasuk nasihatin almayan,
“ELİF”i BİLip de sonra Eliten “Be” ye geçmeyen.. “Be” nin NOKTASIndan habersiz,
Bu hayatta sadece okur-yazardır.. ancak bir gün gelir ki “OKU Kitabını!” hitabını duyar RABBından bir gün!..


اقْرَأْ كِتَابَكَ كَفَىٰ بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
Resim---İkra/ kitâbeke kefâ binefsike-lyevme ‘aleyke hasîbâ(n): "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!" deriz.” (İsrâ 17/14)

Resim

Tutmaz olur tutan eller
Çürür şol söyleyen diller
Sevip kazandığın mallar
Vârislere kalır bir gün!.


Senin sandığın izafî-geçici senin olan çalışan organların/ellerin tutmaz olur ve senidinlemezler artık.
Bülbül gibi şakıyan dillerin çürür gide toprakra.
Can bahasına topladığın, uğruna zaman, emek ve neler harcadığın MALların Son-UÇta ne yapacaklarını bilemeyceğin vârislerine kalır bir gün!.


Resim

Yunus Emrem bunu söyler
Aşkın deryâsını boylar
şol yüce köşkler, saraylar
Viran olur kalır bir gün!.


Âşık Yunus Emrem kaddesallahu sırrahu, bunu böyle söyler..
İlahî AŞKın Ebediyyet Denizine Dalar ve gark olur gider ezel-ebed..
İnsan AKLının sanal olan bu yalan Dünyanın köşkü-sarayı kendisini yapanlarla gitmez de arkada virân olur kalır bir gün!.

Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimGündüzleri Olmuş Gece!.

Yer yüzünde gezdim
Uğradım nice yiğitler yatır
Kimi ulu, kimi kiçi
Key kuşağı berkler yatır..


Hak Âşığı olarak nice yerle gezdim yeryüzünde ve uğradığım yerlerde nice yiğitleri kara toprağa yatmış gördüm!.
Kimi büyük kimi küçük sıkı kuşağını berketmiş/sağlamlaştırmışken kuşağı çözülmüşleri kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Kimi yiğit, kimi koca
Gündüzleri olmuş gece
Kimi derviş, kimi hoca
Mü’min muhakkikler yatır..


Kimi yiğit daha gepegenç, kimi ihtiyar kocamış, gündüzleri gece olmuş,
Kimi derviş iken, kimi hoca iken nice mü’minler, muhakkikler/hakikatı araştırıp bulan, iç yüzüne inceliyerek vakıf olan Hakikat Âlimlerini kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Doğru varırdı yolları
Kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri
Danişment âlimler yatır..


Onların ki hayatboyu yürüdükleri yolları dosdoğruydu, ömür boyu Hakkın ve Hayrın kalemi ellerinden düşmezdi,
Ve dilleri Hakkın Bülbülleri olan nice bilgili ilimli Hakk âşıklarını kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Ulu, kiçi ağlamışlar
Server yiğitler komuşlar
Baş ucunda yay asmışlar
Dökülüben oklar yatır..


Büyük küçük hepsi de ağalamışlar-gülmüşler, geride değerli ulu yiğitler bırakmışlar,
Hak ve hayr savaşı yayları başları ucunda asılı kalmış duvarda ve yerlere dökülmüş okları kalan yiğitleri kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Atlarının izi tozlu,
Eginleri dürlü tonlu
Hüküm eder ay ile güne
Şol usullü beyler yatır..


Maddî manevî cihâd savaşı yollarında Atlarının/âletlerinin İZLeri hâlâ tozlu, omuzları-sırtları türlü türlü giyecekli,
Aya güneşe hükmedercesine cesur ve atılganlar iken, şimdi uslu uslu kara toprağa yatmış beyler gördüm!.


Resim

Elleri dürür kınalı
Hem karavaşlu dâyelu
Karga gibi kara saçlı
Gül yüzlü hatunlar yatır..


Ellerinde türlü türlü kınalar, hemde halayıklı, câriyeli, dadılı, mürebbiyeli,
Karasaçları kapkara karga gibi olan gül yüzlü hadınları kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Uşacıklar, oğlancıklar
Oynar güler bülbül gibi
Ayrılmışlar; anaları
Sinlerini bekler yatır..


Daha ufacık uaşak oğlancıklar ki, güler oynar bülbül gibi şakırlardı,
Ne çâre ki ölüm ayırmış, almış-gitmiş ellerinden anaları mezarlarını bekleyen bebeleri kara toprağa yatmışlar gördüm!.


Resim

El bağlamışlar kamusu
Hak Çalaptandır umusu
Düğürlü kızdır kimisi
Alınmadık haklar yatır..


Herbiris de tümü de Hakk’ın Emrine el bağalamışlar-uymuşlar-gitmişler ve Umutları Hakk Çalab ALLAH celle celâluhudandır..
Kimileriyse dünür gelinip söz kesilmiş gelinkızlar ve oratada sözler ve alınmamaış haklarını sanki kara toprağa yatmış gördüm!.


Resim

Yunus bilmez kendi halin
Hak Çalap söyletir dilin
Şol bedir ay gibi alnı ak
Münevver yüzler yatır..


Hakk Âşık Yunus Emre kaddesallahu sırrahu Babam bilemez ki kendi hâli ne olacak.. Hakk Çalab ALLAH celle celâluhu âşık dilini söyletmekte 3aşıklamakta sizlere..
Nice Beyler yatmakta ki alınları dolunay gibi nur kaynağı nur saçan ışıklı olanları kara toprağa yatmış gördüm!.


**

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---''Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).: Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Resim---"İnna lillahi inna ileyhi raciun.. : Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler." (Bakara 2/156)
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

ResimGelen Geçer!
Konan Göçer!.


Bu dünya kimseye kalmaz,
anadur ölümün zinhar
Kaçan kimse gider gelmez,
anadur ölümün zinhar..


Bu dünya ya gelen gider kimselere kalmaz sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!
Vakta ki, o zaman ki giden kimse asla geri gelemez, sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Gelen geçer, konan göçer,
Nasib oldukça yer içer
Ecel ömre kefen biçer,
Anadur ölümün zinhar..


Bu güvercinliğe Gelen geçer, konan göçer, herkes Nasibi oldukça yer içer,
Eceli ömrüne kefenini biçer, sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Üstüne çün çöker dağlar,
Ecel gelir dilin bağlar
Kalır bu bahçeler bağlar,
Anadur ölümün zinhar..


Ecel vakti gelince sanırsın ki üstüne dağlar çökmüş, elin dilin bağlanmış,
Ömür harcadığın bağların bahçeleri geride kalır ve sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Kefen donun ola toprak,
Bitiser üstünde yaprak
Dola gözlerine toprak,
Anadur ölümün zinhar..


Son gömleğin-donun toprak olur, üsütünde bitkiler biter-büyür,
Gözlerine topraklar dolar, sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!

Resim

Nice cem'ettin ise mal,
Alır vârislerin filhal
Sinde sen çekersin vebâl,
Anadur ölümün zinhar..


Ömrünce ne kadar mal topladıysan, vârislerin hemence paylaşmaya koyulurlar,
Sen de mezarında o malların hesabını verir, zararını çekersin.. sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Pes anı sanma malındır,
Haram ise vebâlindir
Helâl ise sualindir,
Anadur ölümün zinhar..


Sakın haa sakın sen onu malın sanmayasın! Eğer haramdan kazandıysan vebâlini çekersin. Yok eğer helâl ise nasıl kazandın sorusu sorlur. Sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!

Resim

Kalır ayruklara malın,
Seninle gider âmâlin
irişmez bir pula elin,
Anadur ölümün zinhar..


Ne çabalarla topladığın kıymetli malların başkalarına kalır. Ve seninle ancak âmelleri gider.
Geride kalanın bir puluna elin erimez-ulaşamaz ve sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Geri gelmez varan anda,
Kalır ol karannu sinde
Sevap işleyugör bunda,
Anadur ölümün zinhar..


Ölüm kapısından geçenler ondan geriye dönemezler ve o karanlık mezarda kalakalırlar.Sen de aklını başına toplada gitmeden burada biraz sevab işlemeye çalış! Sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!

Resim

Günahkârsın günahın çok,
günah için bir ahın yok
Varacak gayrı rahın yok,
Anadur ölümün zinhar..


Biliyorsun ki Günahkârsın günahların da çokça, ancak ne garib şey ki hiç de pişman değilsin ahın vahında yok!
Halbu ki eninde sonunda gidecek başka yolun da yok! Sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Yunus tak boynuna bendi,
Sonra halka ver bu pendi
Cihandan kes bu payvandı,
Anadur ölümün zinhar..


Yunusu Emre babam kaddesallahu sırrahu sen bu kemedi-düğümü önce kendi boynuna muska gibi tak! Sonra çık halka verebil bu öğütleri!
Bu Cihanda yaşarken başkalarına öğütler vermeyi de kes artık! Sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!


Resim

Zinhar (f): Sakın.
Çün (f): Çünkü, o vakit, değil mi ki.
Kaçan: Vakta ki, o zaman ki.
Filhal: (Fi-l-hâl) Şimdi, hemen. * Bu halde. * Hadd-i zâtında.
Sin: mezar.
Vebal: Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
Pes (f): Sonra.
Ayrık - Ayruk (t): Artık. Başka.
karannu sin: karanlık mezar.
Rah: (Reh) f. Yol. Tarz. Usûl. Meslek.
Bend (t): Bağ, Düğüm.
Pend: öğüt, nasiaht..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Bencileyin Gülmedik Baş!.


Yürü fâni dünya, sana gelende gülmüş var mıdır
Bencileyin gözü yaşlı, ağlayu kalmış var mıdır?.


Var git işine yürü be gel-geç dünya.. bu güne kadar sana gelip de gülen olmuş mu ki!.
Hele de benim gibi durmadan gözlerinden yaş döken ve hep ağalayıp kalan olmuş mudur?.



Resim

Söylerim bilmezem sözüm, yürürüm görmezem özüm
Bir oldu gecem gündüzüm, hiç böyle olmuş var mıdır?.


Ben ki aşk serhoşu Hak âşığı bir DERvİŞim dilim söyler sözümü bilemem gelen gider.. dağlarda taşlarda yürür gezerim ve özümü kontrol edemem!
Zaman ve vaktımı kaybettim gecemi günüdümüz ayırt edemez oldum!. Bu dünyada hiç benim gibi olmuş var mıdır acaba?.


Resim

Benim baştan yüreğim baş, göz yumuldu çekildi kaş
Bencileyin gülmedik baş, cihana gelmış var mıdır?.


İşin başından beri benim yürek yarelerim baş verdi.. gözüm kapandı ve herkese çatılacak kaşım kayboldu!.
Şu benim gibi hiç gülemeyen bir baş sahibi bu cihÂNa gelmiş var mıdır acaba?.


Resim

Döğdüm başım taşlar ile, kan akıttım yaşlar ile
Yarenler kardeşler ile, candan ayrılmış var mıdır?.


Bu İlhâi AŞK YOLUnda ben kara taşlar ile döğdüm başımı.. vebaştan kan gözden yaşlar akıttım..
Bu YOLun yolcusu eş-dost kardeşlerle beraber CÂNından bile ayrılmış olanlar var mıdır acaba?.


Resim

Âhır halkla helâllaşıp, her biriyle esenleşip
Bencileyin aklı şaşıp, ağlayu kalmış var mıdır?.


Vatanından yurdundan herkesle helâlaşıp ve her biriyle esenleşip-selâmetler-esenlikler dileyip, nereye niçin gittiğini anlatamayan aklı şaşıp kalan ağlamaktan başka diyeceği kalmayan birileri daha var mıdır acaba?.

Resim

Bunca zamanlar bilişip, âhır dönüp ayrılışıp
Böyle bir dertlere düşüp, odlara yanmış var mıdır?.

Doğup büyüdüğüm yurdumda bunca zamanlar birlikte olup tanışıp-bilişip, sonunda aşk uğruna dönüp ayrılıp,
Kimselere denemeyen böyle bir aşk derdine düşüp, kızıl korlara yanmış var mıdır acaba?.


Resim

Kanda yürüsem inlerim, hiç sesin gelmez dinlerim
Gelesin deyu gözlerim, gidende gelmış var mıdır?.


Nerede olursam olayım her zaman, her yerde, her HÂLde her nefeste inler gezerim.. durmadan bana ulaşamayan iniltimi ve SENin bir gün mutlaka GELecek SESini dinlerim de duyamam ve ben yeniden inlerim aşk ile!.
Ve hep bir gün gelesin diye yollarını beklerim.. ne var ki bu AŞK YOLunda gidip de geri dönen var mıdır acaba?.


Resim

Bu söylediğim sözleri, dertliler için söylerim
Acep bu benim sözümden, haberim almış var mıdır?.


Ben bu ÖZ Deyişlerimi benim derdime düşmüş derdimi ÇEKene Hakk âşıklar için Demeketeyim ki
Acaba benim yanık sesimi ve İÇLi SÖZlerimi DUYup da habarımı almış olan var mıdır acaba?.


Resim

A dostlar esenleşelim, tuz ekmek helâllaşalım
Ta ölünce ağlaşalım, ağlayıp gülmüş var mıdır?.


Eyy AŞK YOLunun yalın ayak yolcusu Hakk Dostlarım biribirlerimize esenlikler dileyip, bu yolda tuz ekemek yedik, sözler dedik gelin helâlaşalım,
Ayrılsak da AYNı derdin ÂŞIKları olarak ölene kadar ağlaşıp gezelim şu yalan dünayda ki zâten bu AŞK YOLUna düşüp AŞK AĞLAyışına tutulup da sonradan GÜLmüş olan birileri var mıdır acaba?.


Resim

Ağlayıp bulmadım çare, çok yalvardım Peygambere
Yunus gibi yüzü kare, cihana gelmış var mıdır?.


Ben bu amansız AŞK YOLUnda hep ağlamak derdine bir çâre BULamadım ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle çok yalvardım vUSLat diledim!
Ne var ki ben Yûnus EMREm kaddesallahu sırrahu gibi yüzü kara olarak gelen birisi daha var mıdır acaba?..


Resim
Esen (t): Selamet. Sağlık.
Od (t): Ateş.
Kanda (t): Nerde.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Resim Bırak İKİ-liği!.

Sen sende iken menzil alınmaz
Bahrî olmadan gevher bulunmaz..


Sen, sendeki gerçek “BEN”i BİLip-BULmadan, SON-Uça ulaşıp hedefe varılamaz.
Sen Deniz dalgıcı-denizci-bahrî olmadan ve denize dalmadan inci bulunmaz ki hakikate EReBİlesin!.


يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Yâ mûsâ innehû ENALLâHu’l- Azîzu’l- Hakîm(hakîmu): "Ey Musa, gerçekten BEN, güçlü ve üstün, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ım."
(Neml 27/9)
Resim

Er açtı yolu ayan eyledi
Tolun ay doğdu, hergiz tolunmaz..


Geçek HaKk Dostları muhaMmedî Tasavvuf YOLunu açtılar, ayan-beyan-âşikâr eylediler.
AY Doğdu doğmasına, ne var ki zom uykuda-uyur gezer ve zilzuna sarhoş olanlara DOLUNay olarak gözükmez!.

Resim


Er mânâsından almayan câhil
Taştandır bağrı hergiz delinmez..


“ER ve EREN” kimdir?. Bunun mânâsını Anlamamış bir câhilin kalbi bu âlemde söz kâr etmeyen zavallı bir taş kütlesidir ve asla sözle ve sair delinemez!.
Resim


Er urdu yâre, zahmi belirmez
Var! Bu yâreme, merhem bulunmaz..


Hak ERENLerin gönüller de açtıkları yaraların dış-zâhiri yaralar gibi belirip gözükmesi imkansızdır.
Var git işine ki, bu AŞK YARAsına çâre olacak bir merhem-ilâç bulunamaz!

Resim


Mağribden meşrık erin gözüne
Ayan görüne perde olunmaz..


LâmekÂN ki Ricâl-i gayb olan Gerçek Hak ERENlerin gözüne bu âlemde perde olamaz ve onlar, batıdan doğuya her yerde her şey, açık-seçik ayan-beyan görünür!.
Resim


Ko ikiliği, gel birliğe yet
Bir olan canlar ayrı dölenmez..


Sen bu tek abşına ham aklınla kısır felsefeyin İKİlik Şey-t-ÂN-lığını bırak da, koş gel MuhaMMedî Tasavvufun TEVHİD TEKliğine yetiş-ulaş!.
Resim


Yunus, ver canını Hak yoluna
Can vermeyince cânân bulunmaz..


Eyy Yûnus Emre Babamız kaddesallahu sırrahu, sen canını Hak Yoluna ver ki,
Bu Sıart-ı Mustakîm YOLUnda can vermeden şahdamarından da yakın ve akraba olan cÂNÂN BULunamaz!.[


Resim

Menzil: İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
Bahr: (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen
Bahrî: Denizci.
Gevher: f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.
Ayan: (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Hergiz (f): Asla.
Zahm: Yara, ceriha.
Ricâl-i gayb: Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.
Yetmek: Yetişmek, ulaşmak, kavuşmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

SENin kOKUn DUYdu cANım!.

İlâhi bir aşk ver bana
Kandalığım bilmeyeyim
Yavu kılayım ben beni
İsteyuben bulmayayım..


Yâ İlâhi öylesine aklımı başımdan alıp götüren bir aşk ver ki bana, nerlerdeyim bilemeyeyim.
Kendimi kendimde öylesine yitirip kaybedeyim ki, bulmak istesem de asla bende beni bulamayayım..

Resim

Al gider benden benliği
Doldur içime senliği
Bu dünyada öldür beni
Varıp anda ölmeyeyim..


Bu “bEN” diye gözüken ve dünya hayatında izafî olarak gel-geç sahib olduğum iğreti “bEN”liğimi al benden ve beni, ondan kurtar.
İçime doldurduğun Habli’l- Verî- şahdamarımdan yakın-AKRABAlık “SEN”liğini- RABBimi de BİLmekliğimi nâsib et!.

Bu dünya da iken cehâletimde öldür kemâlâtımda dirilt her nefes ki Âhiret Âlemine ölmüş gitmiş ÖLÜler gibi gidip ebediyen ölmeyeyim..


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid :Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

MuhaMMedî RÜŞDe ERdirki;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resim---Mukarreb Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “ Mutü kable en temutu: Ölmeden önce ölünüz! ” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Resim

Şöyle hayran eyle beni
Bilmeyeyim dünden günü
Daim isteyeyim seni
Ayruk nakşa kalmayayım..


Bu muhteşem ŞeÂNuLLAH Sisteminde EŞYÂnın Hakikatına öylesine YAKÎN Erdirip hayrÂN bırak ki, her ÂN Yeniden yaratış devrÂNında, geçmişim, geleceğim ve de şu günüm “TEK ÂN” olsun ve ben artık dün-gün-yarın nedir bilemez olayım!
Zikr-i dâim, Fikr-i dâim, Şükr-ü dâiminde dâima SENi seçip İSTeyeyim Sabr-ı dâimle.. ve asla bAŞKa bir sûrete-sîrete bakıp da peşince gider olmayayım!.



Resim

Senin kokun duydu canım
Terkini urdu cihanın
Hergiz belirmez mekânın
Seni kanda isteyeyim..


SENin RÛHun-RaYHan-kOKUnu “cÂN”ım, tâa Bezm-i Elestinde DUYdu ve ASLa unutmadı ki, KENDisidir-RÛHudur o RAHMÂNî ÜFfürüş..
Ve bu Yalan DÜN-yâ Denilen feyeKÛN cihÂN fASLını terk edip, onu yaratan KÛN Sahibi ASLına koşmak istemek de ancak ne çâre ki, SEN bir MeKÂNda-bir yerde bir ŞEY’ OLarak bulunmaktan münezzehsin ve bEN SENin yerini ASLa belirleyememekteyim!.
Bu çâresizlik içinde ben SENi nerede arayıp nerden sorup isteyeyim?!.



Resim

Aşkın bir od urdu cana
Üss yürürem yana yana
Ciğerim gark oldu kana
Nice zârî kılmayayım..


AŞKuLLAhın öyle bir ateş verdi ki canıma ve ben mecbur-mahkum olarak o ateşin üstünde cÂNım yana yana Yürümekte- nefes nefes yaşamaktayım!
Sanki ciğerlerim kana dönüştü kanım yuttu ciğerlerimi ki ben nasıl olurda gece gündüz zârî zârî kılmayayım da, akılsızlar gibi yan gelip yataBİLeyim?!.



Resim

Ko ben yanayım tüteyim
Bülbül olayım öteyim
Dost bahçesinde biteyim
Açıluben solmayayım..


Ben bu KULLUK kÛN feyeKÛN OYUNundan razıyım ve SıRRına ve ZEVKine ERDim, bırak bEN bu HASsret ateşinde yanayım tütünüm ARŞına çıksın!.
Bu kızl kor GÜLLeri Bahçanda Tevhid Bülbülün olayım ve de ah-ü-figÂNım göklere çıksın!..
Ya da HalifetULLAH Dostluk Bahçanda biten-yetişen-açan MuhaMMedî GÜLLerinden olayım da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ÜMMetine Hasî-Habibî Hizmet Güzellikleri-Özellikleri Açayım durmadan ve asla solmayayım!.



Resim

Hâlim getirsem dile
Kim bana söğe kim güle
Bâri yanayım derd ile
Ben dillere gelmeyeyim..


Ki bEN gerçek HÂL İÇindeki HÂLimi SIRATa sersem ve herkese DEsem ve insanlar ANLAsalar kimisi banasöğüp küfredecek inkâr edecekler kimileri de bu dahi DELİlerden deyip GÜLüp geçeceketir..
Bâri-en iyisi kendi kendimde, İÇin İÇin İÇimde DERDlerimi ZEVK Edip YANayım da, dost-düşmÂN ve de BİLir-BİLmezlerin ELLerine-DİLLerine düşmeyeyi yâ RABbî!.


Resim

Mansurum çek dâra beni
Ayan göster anda Seni
Kurban kılayım bu canı
Aşka münkir olmayayım..


bENi de HaKk ÂŞıkın HaLLacın Mansur kaddesallahu sırrahu gibi DOSTLuk DÂRına çekk!. Çek ki, KULLuğum Denensin bu İmkÂNLa İmtihÂN ÂLEminde ALNımın Akıyla inşâe ALLAH!.
Bu cÂNÂN için cÂNı feDÂ EDiş ARA KESitinde, el VÂHİDu’l- KÂHHAR ÇİZgisinde “SEN”in CeMÂLini gösterki, bEN de bu cÂNımı KURB-ÂN ki, YAKLaşım ÂNım Kılayım!.
Ve bÖYLece şu her ÂNLık Şe’ÂNULLAH ŞeHâdet Âleminde AŞKuLLahı inkâr eden İnkârcılardan olmayayım inşâe ALLAH!.



Resim

Aşktır bu derdin dermânı
Aşk yolunda verem canı
Yûnus Emre eydür bunu
Bir dem aşksız olmayayım..


Âşık Yûnus Emre kaddesallahu sırrahu BaBam bunu böylece söyledi ki,
Kızıl KOR-ZOR OL-AN bu AŞKuLLah ki KULLUK DERdinin “TEK DERmÂN”ıdır.. bEN de şah damarımdan da AKRABAm olan YÂR YOLunda bu cÂNı fedâ edeyim ki EMRedilen MURADıma Ereyim ve asla bir dem/ÂN/ Nefes AŞKuLLahsız olup YAŞAmayayım yâ RABBenâ TeâLâmız ALLAH celle celâluhu!..



Resim

Yavu kılmak: yitirip kaybetmek.
Kanda (t): Nerde.
Ayrık - Ayruk (t): Artık. Başka. .
Nakş: Nakş (a): Suret, şekil, bezenti. Resim.
Hergiz (f): Asla.
Üss:Üst.
Ayan - Iyan (a): Gözle görülmek, ortada. (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Eydürmek: söylemek..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Sorarlar Bir Eyyam Gelir!.Resim

Bir gün senin defterini
Dürerler bir eyyam gelir
Kamu aklını başına
Dererler bir eyyam gelir!.


Bir gün gelir ki beklenmedik bir ÂNda nefes nefes yazıpdurmakta olduğun ömür defterini dürecekleri bir zaman Dilimi GELiVERir!
Hiç BAŞına Almayı düşünmediğin TÜMm AKLını başına derleyip toplayacakları bir günler GELiVERir!.


Resim

Tevhide uydur sözünü
Mevlâya döndür yüzünü
Eynine kefen bezini
Sararlar bir eyyam gelir!.


Sen henüz devrÂN dönmeden beklenen ve mutlaka gelcek olan gelmeden İLK SÖZün sON SÖZün OLsun! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi DUY/UY da hiç durma TEVHiDULLAH’a DÖnür sözünü ve el Mevlâmız ALLAH celle celâluhuya döndür yüzünü!.
Yoksa BİLirsinki bu çok kıymetli bedenine 7 arşın kefen benzin en yakınların sarmak için arar bulurular ve sararlar bir günler GELiVERir!


Resim

Azrail ala canını,
Unuttura her sanını
Kara toprağa tenini,
Kararlar bir eyyam gelir!.


Azrâil aleyhi's-selâm VAKTı gelende gelip alır canını ve unutturur tüm umulanlarını-umutlarını yıkıverir..
Ve insanlar son görevlerini yapıp kara toprağın koynuna sarıp uzaklaşır giderler ebediyen öyle günler GELiVERir!.


Resim

Tenha kabrinde kalıcak,
Amellerin arz olucak
Mahşer yerine yalıncak,
Sürerler bir eyyam gelir!.


Sen ise TEKe TEKte TEK BAŞına karanlık kabrinde KALıVERirince ve de tüm amellerin birbir işlediğin İŞLerin film gibi arzedilip seyrettilince,
Ve de yalın ayak baş kabak hesab SAHAsı Mahşer yerine SÜRülüVEReceğin günler beklemeden GELiVERir!.


Resim

Yûnus eydür evvel baştan,
Ayırır seni kardaştan
Ne ettin kurudan yaştan,
Sorarlar bir eyyam gelir!.


Yûnus Emre BaBam kaddesallahu sırrahu sana peşinen DER ki evveli baştan, bu ÖLüm İŞi sen kavim kardaştan ayırır..
ve de yaş kuru olur-olmaz neler ettiysen İŞLediysen tek tek AYNen SORarlar sana ki böylesi günler beklenmezken GELiVERir!.


El Veliyyü :
Resim

El Vâlî :
Resim

El Mevlâ :

Resim

Resim

Eyyam: (Yevm. C.) Devirler. Günler. * Güç, iktidar, nüfuz.
Eyn-Eyin: vücud, beden.
San (t): Sanki. Umulan şey.
Eydür: aydur, eydur olarak da bilinir. "der ki"..
Resim
Kullanıcı avatarı
Tahiri
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 09 May 2007, 02:00

Re: YÛNUS EMRE DİVANI ŞERHİ

Mesaj gönderen Tahiri »

Şol Kahr ile Kazandığın!.Resim

Ey dünyayı seven kişi, bir gün koyup gitmek gerek
Senin dileğinle değil, nâçardır ne etmek gerek!.


Ey bu yalan dünyayı taparcasına seven-bel bağlayan kimse!.
İstesen de istemesen de bir gelir ki bırakıp gitmek gerkecek!.
Bu ise senin dilek ve keyfince değil mutlaka olacaktır!. Hiçbir şey elden gelmez!. Peki şimdi ne etmek gerek!.


Resim

Gözün ile gördüğünü, şol hasretin olanları
Âkil isen an bunları, her kimseyi anmak gerek!.


Bak ki senden önce yaşarken ölüp giden ve gözlerinle kabirlerini görüp, hasretlerini çekipdurduklarını iyi düşün ve akıllı birisiysen bu yakınlarını an ki sen gibiydiler hatırla ki bu geçip giden nice kimseleri hatırlayıp-ANmak gerek!.

Resim

şol kahr ile kazandığın, bir gün kalısar körlüğe
şol mal ki körlüğe kalır, şaylığa harc etmek gerek!.


Binbir derdle zorlukla kazandığın nice malların sonUÇta körlüğe kalacaktır!
Şol mal ki sonUÇta körlüğe kalacaktır o halde onu şimdiden DİRlik işine sağlığa harcamak gerek!.


Resim

Kudret kandilinden senin destur ile indi canın
Bir gün geri gel deniser, şol sözü işitmek gerek!.


Senin CANın, ALLAHu zü’l- CeLÂL’in KudretULLAH NÛRundan İznuLLah ile indi sende-bendeninde yuvalandı,
Bir gün “Geri gel!” denecektir ve bu sözü şimdiden DUYup/UYmak gerek!.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---''Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---''İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---''Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---''Vedhulî cennetî: Gir cennetime!”
(Fecr 89/30)

Herkes ölümün zaikasını tadacaktır:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---''Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn: Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz.”
(Ankebût 29/57)

Resim

Ne hak buyruğun tutarsın, ne kul sözün işitirsin
Hiç bilmezsin ma’nâ nedir, ne dilde çağırmak gerek!.


Sen ki ne HaKk TeâLâ’nın BUYruğuna Uyarsın ne de Hakk Dostlarının nasihatlerine kulak verirsin!
Hâliyle normal olarak İŞin-Yartılmayın ASLı-mânâsı NEdir asla bilemezsin! Peki sana hangi dilde çağırıp da DUYUrmak gerek!.


Resim

Uydun bu nefsin sözüne, battın günah denizine
Çirk getirdin can yüzüne, tövbeteğin tutmak gerek!.


Sen ki NAKLî RÜŞDe ERmemiş ham AKLınla kalmışsın ve onun hevâ-heves SÖZüne Uymaktasın durmadan! Ve günah denizine battığıyın farkında değilsin!
O güzelim CANıyın CeMÂL Yüzüne çirkinlik-kir-pislik getirdin şimdi sana düşe acil iş Hakk’a tövbe eteğin tutman gerek!.


Resim

Yûnus; şimdi sen dil ile, ben Hakkı severim deme
Ol padişah hazretine, görklü meta' iltmek gerek!.


Ey Yûnus BaBam kaddesallahu sırrahu, bari sen olsun dilinle: “Ben Hakkı severim!” deme!.
O yüceler yücesi ALLAHu zü’l- CeLÂL Hazretine-ZÂTına en güzelinden KuLLuk Ticâreti Malı olan Amelleri iletmek-götürmek gerek!.


Resim

Nâçar: f. Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan.
Âkil: Akıllı.
Kahr: Zorlama. Cebir. * Ezme. Mahvetme. * Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme.
Destur: f. İzin, müsaade.
Çirk (f): Kir, pis.
Görklü (t): Güzel.
Resim
Cevapla

“►Allah Dostları Divan Şerhleri◄” sayfasına dön