KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Resim

14.01.2012 SOHBETi
Kul İhvÂNi


Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu.

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM

istiğfar antivirüsüMüz: subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke


Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Elhamdülillahi Rabbil âlemin Yâ Rabbul âlemin.


Allahümme inne esseluke’l- affe ve’l- afiyeh fi’d- dini ve’d- dünyayı ve’l- âhireh allahümmesturnâ bi setrike’l- Cemîl!.

ALLAH’ım CEMİL isminle ört. “Allahümme inni esseluke’l” “inni” “ben” istiyorum. “inna esseluke” biz istiyoruz ki, “affe ve’l- afiyeh”. Bize zâhirde af ver. Mutlaka eksik işlerimiz olacaktır et TAMM sensin. Et-TAMM esması ALLAHu Zu'l-celâl’indir. TAMM olmak mümkün değildir.

Et Tâmmü :

Resim


Batın da ise, bize afiyet ver. Yani dış düzenimizde af, iç dengemizde afiyet ver. Afiyet, af, zâten insanın iç ve dışının temizliğine sebep olan, iç-dış temizliğinin sebebi yani, suyla sabun gibi, antivirüs gibi, birbirine bağlı olan sistemi, engelleri arabağları kaldıran pası-pisi kaldıran şey.
ve’l- afiyeh fi’d- dini ve’d- dünyayı ve’l- âhireh”, bunu dünyamız için de istiyoruz, hadis-i şerif bu. âhiretimiz için de istiyoruz, dinimiz için de istiyoruz.
Çünkü bizim zâhirimiz - dünyamız, batınımız – âhiretimizdir.
Din dediğimiz mevhum ise, ikisini bağlayan ara kesittir.
Hiç birisinin diğeriyle alakası yokmuş gibi gözükür, fakat üçü bir arada TÜMMdür. Bunları TAMMlar- TÜMMler yani.
Allahümmesturnâ bi setrike’l- Cemîl”; bizi, adaletinle hesaba çekersen zâten yapacak bir şey yok, bir nefeslik sıhhatin karşılığını verecek gerçekten hal ve imkan yok bizde.

ALLAHu Zu'l-celâl’i, bir hayatı anlayamayış, kendimizi anlayamayış bile çok zor.
Çünkü bizim yolumuz garip bir yoldur. “Tubâ guraba”yla başlamış “Tubâ guraba”yla biter yani.
Bu sözü söyleyen RaHMetenli’l- ÂLEMîn Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’dir.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “El İslâmu bedâ gariben ve seyuudu gariben ve tubâ li’l-gurebâ: İslâm garib olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib hâline dönüşecektir. Ve tubâ li’l-gurâbâ: Ne mutlu-Müjdeler Olsun gariblere! (Sıddık Ve Âdil MuhaMMedî Âşıklara!)” buyurmuştur.
(Ebû Hureyre radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten- 3986 ve Müslim Enes bin Mâlik radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten-3987 Zevâid Abdullah İbni Mes’ud radiyallâhu anhu dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten 3988 ve Tirmizî)

Gerçekten ALLAHu Zu'l-celâl’in Uluhiyeti gibi , Rububiyeti gibi yani ALLAH celle celâluhu oluşu gibi RABBülâlemin oluşu gibi, nasıl değerlendiriliyorsa eğer, şimdi hayal mi zannediliyor, gerçek mi zannediliyor, nasıl insanlar, diyelim 6 milyar insan nasıl düşünüyorsa Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem için de aynı şeyler düşünülür, düşünülmüştür ayrıca ve düşünülmektedir de yani.
O gün de, insanlık var olduğu sürece de bu böyle yürüyecektir.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem için “Tubâ guraba” yani.
Öyle hayat yaşamıştır ki, sadece hayret edilir, hayret edilir.
Hıra Gârı”nda başlayan gam, son nefeste Refik-i ala’ya kadar devam etmiştir.
Bazen yüreğimi bir “gamame” kaplar da.. aynen “gamame” kelimesi geçiyor hadiste.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak ki benim kalbim de dumanlanır. Bundan dolayı günde yüz defa Allah'a istiğfar ederim.” Buyurmuştur.(Müslüm, Zikir, 41 (4/2075)

Bakara’nın 57 sindeki “gamame” gibi.

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Resim---“Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne):Ve bulutu sizin üstünüze gölgeledik. Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yeyin. Ve onlar, bize zulmetmediler, fakat onlar, kendi nefslerine zulmediyorlardı.” (Bakara 2/57)

Bulut diye tercüme ediliyor. Yani Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kalbini bulut kaplarmış. Gel de anla!.
Hadi de ki bulut, duman kaplasın. bulut mu kaplamış. Yok!.
“Bazen yüreğime gamame olur da, 100 kere istiğfar ederim!” hadisi vardır.

Onun için “Tubâ guraba”dır.
Basitçe bir akıl yürütme, felsefe patlatma, çatlatma işi değildir. MuhaMMedî Melâmetin kendine mahsusluğu vardır, kendine mahsustur.
Bu yol Fırka-i Naciye yoludur. “Aaa ne kadar güzelmiş”değildir.
Patika yol gibidir. Hiç bir araçla gidilemez, herkes tabanının altıyla gider.
Öyledir ki buradan yuvarlanan bir bilye, her noktası bu yolun her zerresini öperek Kâbe’ye kadar gitmek zorundadır.
Öyle şimdiki gibi uçakla kaçakla gitmek yok. MeLÂMet böyledir.
Onun için melâmette teknik ve tasavvuf antipottur. Birebirdir, olmazsa olmazdır.
Âlemde ne varsa Teknikte, Tasavvufta da o vardır, Âdem’de.
“Hangisi hangisini yutar?”ise kıyasçıların işidir.
ÂDEM ve ÂLeM, olmazsa olmazlarıdır çünkü birbirlerinin, Anti potlarıdır.
Ellerini iç içe yapıştır, veya burnunu aynaya daya AYNadaki AYNindir ama AYRındır sen o değilsin.. Eşitin Zıddın da değildir..

MuhaMMedî Melâmet, asla şimdiki halkın anladığı ya da şimdiki cennetçi ya da cehennemcilerin anladığı basit bir tarikatçılık oyunu değildir.
Yaşanan bir gerçektir. EMR olunduğu gibi dosdoğru gidiştir.
Ana formülü, sistematiğin kurulmasındadır.
Ancak öyle olduğu zaman gerçek anlaşılır. İnanç yerine oturur.
Nefsler, Kalbî Nefsler, Ruhî Nefs sahibi olur, müslim olur, mü’min olur, velî olur, ehl olur.
Bunlar vites değiştirir gibi aşamalar değil, fiilen yaşanan hallerdir.
Bunun için de Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Fırka-i Naciye’yi buyurmuştur.
Biliyorsunuz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ashabının kendisinin getirdiği yolunun, yerinin, tayinin de ifrat ve tefrit yaptıklarını görünce, yani “Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, şöyle yapmasa da şöyle yapsaydı”, zan ve kıyasa girince konuştuğu kişinin yanından dönüyor, kumu düzlüyor, dosdoğru bir çizgi çiziyor.
Ene vessabetarikin”. Fırka-i Naciye’nin yolunu çiziyor.
Sonra ne diyor buna, “bu rüşd yolu”dur.
Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23.

Resim---Abdullah İbni Mes'ud radiyallâhu anhu: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu." dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---“Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne):
De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.” (En'âm 6/151)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---“Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne):
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.” (En'âm 6/152)

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---“Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne):
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.” (En'âm 6/153)

Kur'ÂN-ı Kerimi bize kadar getiren sahih hadis imamlarımızın sahih kitaplarındadır bu hadis.
Sağlamlığı o kadar sağlamdır yani. “Bu rüşd yoludur”. benim ve bana sahib çıkanların ve sahib çıktıklarımın yani SAHABelerimin yoludur bu.
Bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çiziyor.
Bunlar da birtakım yollardır ki, her birinde bir şeytan vardır.
Ona, yani kendisine çağırır, her şeytan kendisine çağırır.
Sağdaki ifratçılar ve soldaki tefritçiler.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Bu sözlerimden cahilce şu anlaşılmamalı ki, birilerine taş atıyor değilim. Kimseyle işimiz gücümüz yok ancak, biz de Allah’ın izniyle havanda su dövmüyoruz.
Bizden öncekiler de dövmedi.
En akıllısı, 4 üniversite bitirmiş. 2’si Fransa’da. Türkiye’de tıp, Fransa’da felsefe ve onun doktorası, Mısır’da el-Ezher.
4 üniversiteden mezun, gerçekten ordinaryüs profesör Münir DERMAN Hocam kaddesallahu sırrahu.
Ama halk içinde, Eskişehir'de adı deli doktorudur.
Ondan sonra daha akıllısı, belki Derbentli Deli Hasan Baba kaddesallahu sırrahu vesairedir.
Onun için zâten, bizim kendimizin iddiası ancak delilikte olur.
“Bizden daha delisi olamaz” deriz yani.
Bunu neden söylüyorum; Fırka-i Naciye herkesin yürüyeceği bir yol değildir.
Bu yol eminlik yoludur. Bu yolda Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kızı oluş, Nuh aleyhisselamın oğlu oluş, Lut aleyhisselamın karısı oluş bir değer taşımaz.
Allah ve Resûlüne, Teslim oluş, İman ediş, Tâbi oluş ve İtaat ediş esastır..
Kıyamete kadar gelecek Nur-u Nübüvvet kablosu, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmın annesi Fatımatü’z- Zehra vâlidemiz için buyurulana bakın!

Kureyş kabilesinden Mahzumoğulları kabilesine mensup eşraftan Fatıma adında asil bir kadın hırsızlık yapmıştı.
Kadının elinin kesilmesine hükmedildi.
Fakat daha önceki uygulamalara göre Kureyş kabilesinden olan asil bir kadına, suç işlemiş olsa bile, böyle ceza verilemezdi.
Hükmün infazının durdurulması için Kureyş’in ileri gelenleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çok sevdiği Üsame b. Zeyd radiyallahu anhu’ı araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler.
Bu duruma kızan ve üzülen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hemen ashabını mescidde toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:
“Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.”
(Buhari Hudud 12, Müslim Hudud, 8-9.)

İşte El ADLu celle celâluhu Esmasına Muaddil Mazharı olmak budur..

Resim---Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
“Mahzun kabilesine mensub bir kadın hırsızlık yapmış ve bu kadının durumu Kureyş’lileri güç durumda bırakmıştı.
Aralarında: “bu kadın için Peygamber aleyhisselâm nezdinde kim şefaatçi olacak” diye konuştular.
Bir kısmı dedi ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sevgilisi Usame radıyallahu anh’ten başka kim buna cesaret gösterebilir?”
Durumu Üsame radıyallahu anh’e bildirdiler.
O da Peygamber aleyhisselâma müracaat etti.
Resulüllah aleyhisselâm Üsame radıyallahu anh’e:
“Allah’ın tesbit ettiği cezalardan biri hakkında şefaatçi olmaya nasıl teşebbüs edersin? dedi ve sonra kalkıp şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizden evvelkilerin niçin helak olduklarını bilir misiniz? Onların arasında soylulardan biri hırsızlık yaptığı zaman, onu serbest bırakır, ceza vermezlerdi. Halkın zayıf tabakasından bir kimse hırsızlık yaptığı zaman da, hemen cezayı tatbik ederlerdi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık etse, onun da elini keserdim.”
Sonra o Kureyşli kadının getirilmesini emretti ve kadının eli kesildi.
(Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)

Ne buyuruyor; Kureyş kabilesinden Mahsun oğulları, Fatma adında bir asil, yani cariye falan değil, hırsızlık yaptı, kadının elinin kesilmesine hükmedildi.
Halbuki o güne kadar Kureyş’ den hiçbir asil kadına, böyle bir suç işlemiş olsa bile ceza verilmezdi, bir yol bulunurdu.
Bu hükmün kaldırılması için Kureyş’ in ileri gelenleri, Zeyd radyallahuanha, (Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e çok yakın olduğu için) affetsin araya gir de diye gönderdiklerinde, Bilal radyallahuanha topla ümmeti, ümmeti topluyor ve buyuruyor ki nasıl oluyor da bazı kimseler Allah’ın kanununu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur. İçlerinden asil ileri gelen birisi hırsızlık yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf fakir bir kimse hırsızlık yapınca onu cezalandırıyorlardı.
“Allah’a yemin ederim ki MuhaMMed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da cezasını verirdim!”
Fırka-i Naciye’nin yoluna bakın!.

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, yine Müslim’de, Tırmizi’de, İbn-i Hambel’ de sahih hadiste, “Ey Müslümanlar ben ancak bir insanım, Rabb’imin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Hakka yürüyeceğim. Ben size iki kıymetli ve ağır şey bırakıyorum. Onlar birbirinden ayrılamaz. Eğer bunlara uyarsanız yolunuzu sapıtmazsınız.

Dikkat buyurun; bunlara, yani bu ikiye, onun için bu ikiyi göz ardı edenler, göz ardı edilmiştir zâten.
Bu iki kıymetli şeyden biri içinde nur ve doğru yol bulunan Allah’ın kitabıdır ki, O’nun gökten yere sarkıtılmış ipidir. “Habli’l- verid-TEK İP” tir yani. Ona tutunan doğru yolu bulur.

Nedir elimizdeki Kur’ân’ın aslı; Rabbü’l- âleminin SÖZü, Rahmetenli’l- âleminin SESidir bu ip. Ona tutulan doğru yolu bulur. Ondan ayrılan sapar. Diğeri de Ehl-i Beytim itretimdir.
Ehl-i Beytim hakkında sizi uyarırım!
Ehl-i Beytim hakkında sizi uyarırım!
Ehl-i Beytim hakkında sizi uyarırım!

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Müslümanlar! Ben ancak bir insanım! Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki kıymetli ve ağır şey bırakıyorum. Onlar birbirinden ayrılamaz. Eğer bunlara uyarsanız yolunuzu sapıtmazsınız. Bu iki kıymetli şeyden biri içinde Nur ve doğru yol bulunan Allah’ın Kitabı'dır ki O’nun gökten yere sarkıtılmış ipidir. Ona tutulan doğru yolu bulur Ondan ayrılan sapar. Diğeri de Ehl-i Beyt-i Itret’imdir. Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım!" buyurdu.
(Sahih-i Müslim 2: 325; Tirmizi H. No: 4036 4038; İ.Hanbel Müsned 5: 182 189 3: 26.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Müslümanlar! Ben bütün Mü’minlere öz canlarından daha evlâ değil miyim? Öyleyse ben kimin Mevlâsıysam Ali de onun mevlâsıdır. Ya Rabb! Onu Velî edinenlerin Velisi ol düşmanlarına da düşman ol!” buyurdu.
(İ. Hanbel Müsned 4: 281 Buhari Tarih 1: 375 İ. Mace Sünen H. No:116)

İpin nesi bunlar? Ehl-i Beyt; şu şehirde, bu şehirde, şu sokakta, bu sokakta “ben seydayım, ben Ehl-i Beytim” vs. cahil halkı cahilliğe sürükleyerek, bu değildir.
Biz ne Ehl-i Beytler biliriz, hamdolsun.
"E" harfini bile ağzına almaz. Çünkü bu kelime değil üzerinden alışveriş yapılacak.
Rahmetli Hacı Osman Efendi’ye ve benzerlerine Ehl-i Beyt dendiği anda gözyaşı dökerlerdi hemen.
Gerçekten muhteşem bir coşku bu. Coşku direk bağdan dolayıydı.
Cereyanın gelişiyle, lambanın yanması gibiydi yani. Açık seçik.
İşte Fırka-i Naciye buydu. Fırka-i Naciye buydu.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in teni, kanı, Ehl-i Beyti ise ki, Ehl-i Beytiydi zâten. Canı da Kur’ân’dır.
Bu can cereyanı bu kablodan gelmektedir.
Bunlar insanlara minnet duygusu taşıyan teşekkür bekleyen varlıklar değildir.
Bunlar gökteki güneş gibi, gökteki bulut gibi, gökteki rüzgar gibi ve herkesin emrine amâde yerdeki toprak gibi sırf bereket ve Nimetullahtırlar.
İnsanlar için Ehl-i Beyt aleyhisselam.
Çünkü Fırka-i Naciye yolu hak yoldur.
Kayıt altına alınamayan bir yoldur. Kişilere bağlanamayan bir yoldur.

Buraya bir 32. Salavatı Barbaros sağolsun yazmış da o yayınlandı ancak orda ne kadar bahsettik Fırka-i Naciye’den?
Salaten tuncina” diyor da, acaba Nacilerden kıl bizi, Fırka-i Naciye’den kıl, böylece Naciyelerden kıl.
Evet bu kadarla geçmiş gibiyiz de acaba doğru işledik mi diye şey yaptım. Yine belki birazdan döneriz buraya.
Yani salaten tuncinaya.
Salaten tuncina İslam devletlerinin çok büyük felaketlerle karşılaştığında topluca her namazdan sonra Allah’a dua ettikleri bir salavat şeklidir ve bu yüzyıllarca sürmüştür ve hâlâ biliyorsunuz salaten tuncina muhakkak okunur.
Her namazdan sonra pek çok beldelerde okunmaya devam edilmektedir.
Bakınız, insan, ilmi her yerden toplar.
Hele şimdi bilgisayar çağında ulaşamayacağımız bir bilgi, sadece araştırmamıza bağlı.
Sanki dünya çiçek tarlası hâlinde. Sorun arı olmakta.
Kara sinek için her yer çiçek olsa ne, olmasa ne!
Arı ise arı olarak yaratılmamakta. Arılık tercih konusu olmakta.
Eşek arısı olmak da, at arısı olmak da, it arısı olmak da.
Bazen de Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ve Allah arısı olmak da. Bal arısı olmak da.
Onun için diyorum, insan bu, dil arısı olur felsefe yapar, el arısı olur sokar, hal arısı olur, bazen de bal arısı olur.
Arının bal yediğini ancak, işi sırasında döven öküzünün ağzı bağlanmaz ya, o şekilde sanırım yiyordur.
Ama kara sinek bulduğu yerde çullanır.
Onun için MuhaMMedî MeLÂMette hasbi hizmet Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e giden tek yoldur. Basit değildir.
Biz çoğunun gülüp geçeceği, basit göreceği şeyler söyleriz. Söylüyoruz.
Bizden öncekiler de söyledi, biz de kendi çağımızdakini söylüyoruz.

Eyvallah Barbaros aynen öyle.
Onun için arılarla ilgili sûre vardır. Nahl Sûresi..Balarısı Sûresi
Sineklerle ilgili de vardır. Zikzak yapıyor diye bir ayet vardır. "Zepzebe" midir bir ayet vardır. Zikzak yapıyorlar. Yapar sinek, dosdoğru gidemez. Zâten hangi halde olursa olsun gidemez.
Biz dörtlülerimizi hani, arabalarda var ya lamba yakıyorlar, dörtlülerimiz “tevhid” olduğu için çok kullanıyoruz.
İkilileri de çok kullanıyoruz “zıtlıklar” diye.
Üçlüleri de kullanıyoruz. Hümeyra bugün bir şeyler yazdı. Orda üçlülerden çok kullandı.
Daha da çoğaltılabiliriz, daha da çoğaltmalıyız da.
Nerde lazım bunlar, bunlar bizim icad ettiğimiz şeyler değil.
Önümüzde olup kapanan ya da açılmayan, kestirmeden kendi yollarını yaptıkları için ucu belirsiz yolları.
Benim yolum, onun yolu, şunun yolu derken, Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in Fırka-i Naciye yoluna tenezzül, “kendilerince tenezzül etmeyenlerin” den dolayı söylüyorum.
Onun için burada emek, çaba, hayatın toprak olmadan toprak olarak bu yola dökülmek.

Bunun için bütün yolları deneyerek ve gelecek kuşaklara kendi tekniklerine çok yakın uygun anlayışları, kolay Kur’ÂN-ı kerim meyve bahçeleri, cennet bahçeleri sunabilmek için MuhaMMedî MeLÂMetin “uşşak” arılar, “uşak” değil, “uşşak”. “Uşak” köle falandır yani hizmetçidir. “Uşşak” ise Âşıklardır. Âşıklar demektir “uşşak”. Safkan Âşık yani. Kolay iş değildir!..
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Ne diyoruz Barbaros;

Kendini BİL geç,
Kâmilini BUL geç,
Rasûlünde OL geç-me, YAŞA!.
Çünkü Allah Rasûl’de yaşanır.
Nurullah-> Nur-u MİM’ledir.
Allah -> Rasûl iledir. Onun için Rasûlullah’tır.

“Kendini BİL geç” dediğim, kendini BİL geç-me YAŞA demek istiyorum.
“Kâmilini BUL geç” dediğim, “geçme!” desem orada kalacak çünkü. “Geç” diyorum. Ama “Geçme, YAŞA da geç!” diyorum. “Hazmet de geç!”

Rasûlullahı BUL” asla geçme, YAŞA!.

Sakın Allah’ı yaşamaya kalkışma! O zaman yaşadığın Şeytanın olur. Yaşadığın şeytanın olur, Allah korusun!.
ALLAH ile kandırırsın kendini ya da kandırırlar..

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَّا يَجْزِي وَالِدٌ عَن وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَن وَالِدِهِ شَيْئًا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---“Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr: Ey insanlar, Rabbinize sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Babanın evlâdı adına bir bedel ödeyemeyeceği, onu kurtaramayacağı, evlâdın babası adına bir bedel ödeyemeyeceği, onu kurtaramayacağı günden endişe duyun. Allah’ın va’di doğrudur, haktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın, şeytan ve hilekâr insanlar, Allah’ı öne sürerek, Allah adına sizi kandırmasın.” (Lokmân 31/33)

Onun için MuhaMMedî MeLÂMet yolunda “YOL” çok önemlidir. Tektir. Urvet-i vuskadır.

وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Resim---''Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr: Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.” (Lokmân 31/22)

MuhaMMed aleyhi’s- salatı ve’s- selâmın asasıyla çizdiği tek yoldur.
Fırka-i Naciye’dir. Başka yol asla ve kat’a kabul edilemez. Yoktur zâten.
Çok iyi gözükebilir ifrattır, başında şeytan vardır.
Hafif gelebilir tefrittir, başında şeytan vardır.
Biz Ana Yolumuzdan sapmayız. Kur’ân ve Ehli Beyt yoludur bu bizim için şu ANda. Okuduk deminden işte.

Bu yolda yürürken kendini BİLişte kesinlikle Sadakat şarttır.
İnsan kendini BİLmeye Sadık olmak zorundadır bu yolda.
Onun için buyuruyor Fatıma Annemiz için: “Kızım da olsa elini keserim” diye.

Resim---Câbir radiyallahu anh: “Mahzûm oğullarından bir kadın hırsızlık yaptı da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e getirildi. Kadın el kesilme cezasından kurtulmak için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in eşi Ümmü Seleme radiyallahu anha’ya sığındı.
Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem): “Şâyet MuhaMMed’in kızı hırsızlık yapmış olsaydı elbette onun da elini keserdim!’ buyurdu ve kadının eli kesildi.”
(Nesâî, 4906)

Böyle bir sadakat istemektedir bu YOL!.
Bunun aynısı sadakatı Derbentli Deli Hasan da ister.
Münir Derman da ister, ben de isterim.
Bu yolda herkes ister. Tespih gibi dizilmişlerdir.
Çünkü MuhaMMed aleyhisselâm tespihin imamiyesi gibidir.
Kendini bilmekte sadakat dediği anda kaldırdığın Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem ‘dir.
Ona dizili olanların hepsi kalkar, patlaklar çatlaklar dökülür.
Gözsüzler, dizilmemişler, ister kehribar olsun, ister altın olsun, ister gümüş olsun yerin dibinde kalırlar.
Dizili gibi gözükebilirler ama onlar kendi geçtiklerine kendileri sadık değildir. Onun için çok tehlikelidir.

“Kâmilini BULdun mu geçme, YAŞA da geç!" dediğim ise, o kadar önemli ki, bunu bugünkü şartlarda ÂNLAmak ve ÂNLATmak gerçekten artık zora varmıştır, çünkü korkunç bir pazar kurulmuştur.
Bütün her türlü imkân kullanılıyor.
Dersin ki, parası olmayanın dini de olmayacak gibi. Böylesi yanlışlara gitmiştir.
Oysa demin dediğim gibi; İslam dini, gökteki güneş gibi, yağan yağmurun suyu gibi, esen rüzgâr gibi hepimizin her an, her yerde, her halde olanıdır.
MuhaMMedî MeLÂMet de böyledir.
Onun için bir Münir Derman’ı, bir Derbentli’yi bir kaba sokamazsınız, kafese koyamazsınız.
Bir cemaate, bir partiye, bir tarikata şuraya buraya sıkıştıramazsınız.
Onlar gökteki bulut gibi HÜR ve ZIR Delidir.
Çünkü “Size deli denmedikçe iman etmiş olmazsınız” sırrının yaşayanlarıdır onlar.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Allah’ı öyle çok zikredin ki, tâ -insanlar- size mecnun/deli desinler.”
(Ebu Said el-Hudrî’den; İ. Ahmed b. Hanbel,Müsned, 3/68; Hâkim, 1/499; Mecmau’z-Zevaid, 10/16).

Elbette delilik dedikse saçmasapanlık da değil!
Meselâ bencileyin Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem deyip durmak her yede her halde her zaman!..
Ama olsun bu deliliğe can KurbÂN

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe -gerçek anlamda- iman etmiş olamaz.”
( Buharî, Müslim, Nesaî ve İbn Mace; Aclunî, Kenzu’l-Ummal, h. No: 70).

Sözde sadakati olmayanın, sohbette ihlâsı hiç olmayacaktır samimi olarak.
Asla samimi olmayacaktır kâmiline.
İsterse paslı fişin prize girdiği gibi olsun.
Bir milim bile olmayan pas yüzünden, kendi pası yüzünden, samimiyetsizliği yüzünden asla cereyÂN alamayacaktır. Allah’a sığınırız!.
Ve fırka-i Naciye yolunda olmak Es Sabûru esmasını BİLmeyi, BULmayı, OLmayı ve YAŞAmayı gerektirir.
Bunun her birisinde tek tek bu dörtlü vardır.

Es Sabûru :
Resim

Kendi Nefsine; Sadakat, Samimiyet, Sabır ve Selâmet dilemen şarttır.
Kâmiline Sadık, Samimi, Sabırlı ve Selâmette olman şarttır.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’e de öyledir, Sadık, samimi, sabırlı ve selâmet ehli olmalısın!.
Allah için de böyledir; Sadakat, Samimiyet, Sabır ve Selâmet
Yani o dörtlüler kendi böyle dört gittiği gibi kendi içinde dörtlü döner biliyorsunuz. Dört X dört = On altılı sistemi sürekli çalışır.

Bunları niye söylüyorum?
Avara kasnak kalmayalım diye.

- وعن سعْدِ بنِ أَبي وقَّاصٍ رضي اللَّه عَنْهُ أَنَّهُ دَخَل مع رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم على امْرأَةٍ وبيْنَ يديْهَا نَوىً ¬ أَوْ حصىً ¬ تُسبِّحُ بِه فقال : « أَلا أُخْبِرُك بما هُو أَيْسرُ عَليْكِ مِنْ هذا ¬ أَوْ أَفْضَلُ » فقالَ : « سُبْحانَ اللَّهِ عددَ مَا خَلَقَ في السَّماءِ ، وَسُبْحانَ اللَّهِ عددَ ما خَلَقَ في الأَرْضِ ، سُبحانَ اللَّهِ عددَ ما بيْنَ ذلك ، وسبْحانَ اللَّهِ عدد ما هُوَ خَالِقٌ . واللَّه أَكْبرُ مِثْلَ ذلكَ ، والحَمْد للَّهِ مِثْل ذلك ، ولا إِله إِلا اللَّه مِثْل ذلكَ ، ولا حوْل ولا قُوَّةَ إِلاَّ باللَّه مِثْلَ ذلك » . رواه الترمذي وقال : حديثٌ حسنٌ .
Resim---Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh’in rivayet ettiğine göre, kendisi bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber, önündeki hurma çekirdekleriyle veya çakıl taşlarıyla tesbih çeken bir kadının yanına girdi.
Peygamber aleyhisselâm kadına: “Bundan daha kolayını -veya daha faziletlisini- sana haber vereyim mi ” diye sorduktan sonra şöyle buyurdu:
“Sübhânallahi adede mâ halâka fi’s-semâi ve sübhânallahi adede mâ halâka fi’l-ard ve sübhânallahi adede mâ beyne zâlike ve sübhânallahi adede mâ hüve hâlik:
Ben Allah’ı gökyüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı yeryüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı yerle gök arasında yarattıkları sayısınca ulûhiyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı bundan sonra yaratacakları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim, de. Allahü ekber’i de böyle, elhamdülillâh’ı da böyle, lâ ilâhe illallah’ı da böyle, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ı da böyle söylersin.”

(Tirmizî, Daavât 113. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24)

Bu Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in muhteşemliği.

İki; her kesin bir yoğurt yiyiş şekli var, deyiş şekli de var.
Kendi zamanında, çağında, şartlarında, kaderinde, çeşitli hallerinde… Büyüklerimizde de vardır.
6 yaşımda, 7 yaşıma varmamıştım” demişti.
Altı buçuk yaşında, yediyi doldurmadan tüm Kur’ânı hıfz etmiş bir ömür MuhaMMed Sıddık Hekim Hocam.
İnsan hali, konuşurken tak diye Kur’ân’a vururdu.
Hep kasket giyerdi. Sekiz köşe kasket giyerdi ve onu tenkid etmemiş bir ham sofu da görmedim hiç. Neymiş de kasket Fransızlarınmış. Pantolon kimin?
Ne alâkası var pantolonla şununla bununla. Ama kafa ya bu…
Erkeklerin başı açık gezmesi mekruhtur. Hadi buyur. 4 mezhebde mekruhtur. Yani birisini taşlamak çok kolaydır.
Ama benim belirtmek istediğim şey onlarda da mümkündür.

Münir Hocamın bütün eserlerini harf harf, Allah’ın izni ve inâyetiyle, sadece Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’e sözden dolayı Allah’ın izni ve inâyetiyle en güzel şekliyle Taşpınar halısı gibi dokuyoruz.
Sağ olsun Ayşe de yok ama harika bir şekilde renklendiriliyor zevklendiriliyor, şekillendiriliyor.
Hani sağırlar için ağız hareketleriyle konuşuyorlar ya televizyonda…
Biz de onun için renkle, zevkle, şununla bununla çeşitli yani 99 zil dövüyoruz.
Bizim yolumuz böyle çünkü. Ağır, uslu, akıllı, başlı değildir.
Hep böyle geldi, yalnız hep böyle de gidecek Allah’ın izniyle.

Bakınız, insan, 40 yıldır falan içindeyim.
Yakın tanıyanlar falan çok iyi bilir ki, ya da tanımak isteyenler kimse, tarikatlar, marikatlar, cemaatler, memaatler biliriz Allah’ın izniyle.
İyi biliriz.
Hem de onlar da bizi iyi bilir.
Bir gün, on gün meselesi değil. Yılların meselesi.
Ama biz bir şey söylüyoruz. Bizim bilinecek bir tarafımız yok.
Bilinecek tarafımız yürüdüğümüz yoldan ibarettir.
Biz yol çöpçüleriyiz. Bu çölde çöpçüleriz yol temizleyicileriz.
Gerçekten Kur’ân’a karşıysa kimin olursa olsun siler atarız o kısmı.
Çünkü o nerden gelirse gelsin açık Kur’ân’a karşıysa ben onu kaldırırım.
Çünkü ona, bana değil Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in yolunda bunlar, bu çizgilerin içinde kalınması lazım.
İki çizginin arasında kalması lazım diye.

Resim--- İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve ''En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

Keşke, bak senelerdir uğraşıyoruz. Bizim elli bin kişi olmamız lazımdı.
Bir elin parmakları kadar değiliz görüyor musun Barbaros? Çoğalamıyoruz-MU?..

Haci Bayram Veli Hazretleri meLÂMetin Somuncu Baba’dan sonraki gövdenin yere yakın köklerinden birisidir.
Gövdenin yere en yakın kısmıdır yani.
Zâten Somuncu Baba’ya geldiniz mi ondan sonraya inecek bir yiğit gösterin bana MeLÂMette.
Somuncu Baba’nın Hocasını bile gösteremezler. Neden?
Çünkü onlar GÖRgözlüdürler. Bakıp görmesi lazım.
Onlar gönül gözlü değildir. Put gibi görmesi lazım put!.
Tıpkı Münir Hocamı "ben gördüm hayattayken" deyip, kıyamete kadar hatta kıyamette bile göremeyecekler için.
Oysa Ricali Gayb’ dir. Dün ne ise bugün de odur.
Çünkü O, 70-80 kiloluk bedeniyle fırıl fırıl dönmüyordu yani.
Onun için demiyordu şuna şuna şuna yemin ederim ki böyleyim diye.
Halk nazarında Deli olduğu için söylüyor tabi.

Haci Bayram Veli Hazretleri tam ortadan, 12 den bindirince, insanların uydurduğu tasavvuf sömürüsü kalkıp da yerine gerçek MuhaMMedi MeLÂMet geleceği anlaşılınca, Edirne deki Osmanlı Murad Han’a haberler uçuşuyor.
Diyorlar ki: “Sen Avrupa’yı Müslüman ederken bu Asya’yı elinden alacak senin haaa! Köyde kentte adam komadı tarlada tapanda etrafına toplandılar. Sana isyan edecekler bu herifler!.”
-“Hayır, mayır eder mi?”
-“Edeeeer!”.
-“Alın gelin onu, burya getirin zincirlerle!”
Gelenlere ne diyor:“Biz Ali aslanıyız. Bize bağ atılmaz, züncir vurulmaz, kılıç işlemez, biz kendimiz gideriz!”
Gidince yalnız dikkat edin, kendisine büyük bir izzeti ikramda bulunuluyor. Padişah: “Nedir efendim, hizmetimiz ne olur size, siz Ulu’l- Erbâbsınız. Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’i, Allah Zülcelali biliyor ve Kelime-i tevhid için cihad ediyorsunuz. Bizden bir isteğiniz var mı?''
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu:“Dua buyurun!”
Murad Han: “Dua her zaman ederim… Hocam sizin çok müridiniz mi var?”
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu: “Sanmıyorum!”diyor.
Murad Han: “Yok öyle değilmiş, binlerceymiş, can verirlermiş size!”
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu: “Yok Hünkârım birkaç rençber var onlarda kalender işinde gücünde!”
Murad Han: “Sizin Haymana Ovasını dolduracak kadar, de ki 100 bin, 200 bin insan toplamışsınız!.”
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu:“Allah Allah böyle bişey yok. Biz sadece melâmet işleriz.”
Kendisi de zâten rençper tarlada.

Kimsenin bir avuç ekmeğini yiyen değil. Bir avuç, avuç!!!
Çünkü bizim yolumuzda Allah’a şükürler olsun, hamd u senâlar olsun, Allah korusun asla sömürü yoktur!.
Yardım etmek, yardımlaşmak başka şeydir, din adına bir şey temin etmek ayrı şeydir.
Onun için mesela bakın kendi aramızda her neyse hallediyoruz mallediyoruz Allaha sonsuz şükürler olsun!
Kıyamete kadar da MuhaMMedinur, ALLAHın izniyle bir reklam bir yardım vs. düşünmeden kendi halinde olup gidiyor çok şükür.
Hepimizin de gönlümüz rahat!.
Murad Han: “Bize gelen haberlerde sizin isyan edeceğiniz söyleniyor. Oysa bazı haberler de deniyor ki, O saf ve arı bir MuhaMMedidir. Emin olduğum insanlar da böyle dediler ben de şaştım kaldım!”deyince,
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu: “Sultanım siz hiç dert etmeyin. Sadık insanlarınızdan birkaçını verin. Ankara’ya girerken ellerime zincir vurulsun. Haymana Ovasına bir otağ kurdurun. Yalnız bana bir ulak verin bir mektup göndereyim önceden. Adamlarım toplansın oraya. Kaç taneyse göstereyim size!”der

Bu olan bir olay. Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu Baba yazıyor oradan en sadığına adamlarından.
Diyor ki:
“OğulcAN, biz bir çileye düştük. Ola ki bizi Haymana Ovasında idam edeler. Ama idamdan önce imtihan edeler. Sen orada olacağımız günde ihvanlarıma haber et. Can verirken de, can alırken de yanımızda olsunlar! Can verirken de, can alırken de yanımızda olsunlar. Akreb olsunlar. Akrabayız ya!”

Murad Han: “Tamam Hocam inşae ALLAH hayr olur!” diyor ve emrediyor..

Ve o imtihan günü gelip çatıyor.
Eller zincirli öyle geliyor. Esir gibi, idam edilecek bir insan gibi geliyor.
Bir ıvırtı zıvırtı kopuyor, Sıddık olan diyor ki: “Kesin sesinizi. DiVÂN-ı ERENler kuruldu dinleyin! Öleceksek öleceğiz yani bunun nesi var? İnancımız değil miydi bu?.
Biraz sonra Hacı Bayramı Veli Hazretleri çıkıyor çadırdan diyor ki: “Bana bedel bir can istiyorlar. Canıma bedel bir can istiyorlar ihvanlarımdan içinizden gönllü kim ola ki kellesini uçuralar? ''

Ne diyordu Derbentli Deli BaBam: “Oğul, biz itin ön ayağına benzeriz. “Çıt!” demeden atlarız.” Derbentli ya bu… İtin ön ayağı gibiyiz yani.

Çıt dedi mi atlarız, “çıt!”diyince atlıyor halis muhlis sıddık ve de âdil olan ihvÂN: “Benim Efendim KurbÂN!.”
İçeri yakapaça alınıyor, 5 dakika sonra çadırın önünden kan fışkırıp çıkıyor dışarıya, her taraf kan revan!
Hacı Bayram Babanın kolu dirseğe kadar sıvalı, kan içinde, elinde bıçak: “Padişahın adamları derler ki, sen bir can bedeli değilsin. Tek can değil çok can ister, var mı?”
O koca ovada bir rüzgar sesi duyuluyor sadece, tekrar haykırıyor göklere: “Yok mu bir KurbÂNım daha?”
“Çıt!”çıkmıyor amma taaa arkadan bir el sallanıyor el! Eldiven giymiş bir kadın el sallıyor ses veremiyor, nâmahrem deyü.
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu: “O el eden de kim? Bir NİSÂ mı? Ne diyorsun?”-“Efendim, ben de bu YOLa KurbÂNım” diyemiyor, seslenemiyor ve sadece yarayara geliyor.
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu: “Gelsin gelsin! Açın! Mezbahanın YOLunu!” diyor.
Açılıyor çığır çadıradek, hemen içeri geçergeçmez., bir kadın sesi ve kelime-i şahâdet, bir daha kan fışkırıyor dışarıya, al köpüklü!
Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahu:“Derler ki, katiyyen yetmez, yok mu bana, yoluma YOLumuza inanan başka kimsecik!!!”Der demesine de çiç ses çıkmaz kimseden, giden gelmeyip kanı-canı çıkınca çadırdan dışarıya!.
O zaman dönüp buyuruyor ki gelen Osmalı Müfettişlerine: “Koca Osamalı şu Birbuçuk kişiden mi korktunuz da münafıklara uydunuz! İşte ben ve benimkiler Birbuçuk kişi!..''

Sâdık Müridesi değerli Hanımefendiyi yarım sayması Kur'ân-ı Kerimdeki “1 erkek veya 2 kadın şahidliği” olabilir zâhiren Bâtını ise kadın EMÂNettir-Haramdır..

O bir buçuk kişi, Hacı Bayram Velî kaddesallahu sırrahuunu şimdiki türbesinde yatmaktadırlar.
O bir adamıyla bir hanım kardeşimiz, bacımız, anamız ordadır şu anda.
Bakın çokluk ve yokluk bu yolda ne kadar ilginç. Neylerle deneniyor insanlar.

Bahsettiğim âyet:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُب بَّيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلاَ يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَإن كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لاَ يَسْتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُواْ شَهِيدَيْنِ من رِّجَالِكُمْ فَإِن لَّمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّن تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاء أَن تَضِلَّ إْحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى وَلاَ يَأْبَ الشُّهَدَاء إِذَا مَا دُعُواْ وَلاَ تَسْأَمُوْاْ أَن تَكْتُبُوْهُ صَغِيرًا أَو كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِندَ اللّهِ وَأَقْومُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلاَّ تَرْتَابُواْ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلاَّ تَكْتُبُوهَا وَأَشْهِدُوْاْ إِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلاَ يُضَآرَّ كَاتِبٌ وَلاَ شَهِيدٌ وَإِن تَفْعَلُواْ فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh(fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl(adli), ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â(şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen ev lâ yestatîu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl(adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih(ecelihî), zâlikum aksatu indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd(şehîdun), ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum, vettekûllâh(vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh(yuallimukumullâhu), vallâhu bi kulli şey’in alîm: Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir katip doğru olarak yazsın, katip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan hiç bir şeyi eksiltmesin. Eğer üzerinde hak olan (borçlu), düşük akıllı ya da za'f sahibi veya kendisi yazmaya güç yetiremeyecekse, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden de iki şahid tutun; eğer iki erkek yoksa, şahidlerden rıza göstereceğiniz bir erkek ve biri şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur). Şahidler çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu (borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam, şüphelenmemeniz için de en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun. Yazana da, şahide de zarar verilmesin. (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için fısk (zulüm ve günah)tır. Allah'tan sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilendir.” (Bakara 2/282)
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Bugün sanıyorum yayınlandı, evet.
Münir Hocam Mâ-yi Billûr’u, bir damla suyun hikâyesini, kristilaziseni, onun sonuna baktın mı Barbaros, ne diyor? Okuyun.

“Bu yazı burada bitiyor.
Yarın beni yokluğumda seyredersiniz.
Aklınızda kalan sözlerimde. Beni hatırlatan şeylerde.
Yazılarımda, seslerimde seyredeceksiniz.
O da belki bana vefâ gösteren tek bir kişi olacak...
Yaşlandım. Gözüm görmez. Bacaklarım tutmaz.
Nefes alamam. Kimse yok bana yakın...
(Yakınlıklar görüyorum, alâkalar görüyorum, kıskanıyorum)
Kimi?
Bilemiyorum...
Yapayalnızım her bakımdan. Sevdiklerimi göremiyorum.
Dostlarımın dışarı vuran güzelliklerini göremiyorum...
Beni arayan yazılarımda, kitaplarımda arasın...
Ben onlara gömülüyorum...
Yazılarım kim için yazılmıştır?..
“O” na...
4.2.1987 Çarşamba.”


Ki; antrparantez Hocanın kullandığı bir el bilgisayarından dolayı, her gün onu öptüğünü söylediğini söyleyen insanlar duydum ben. Her gün!
Hocanın kendisine yazılarından bir miktar yazmış, bir el daktilosuyla ya da bir cep bilgisayarı, el bilgisayarı vermiş eskilerden, onu her gün öpüyormuş. Böyle insanlar da duydum.
Münir Hocam aklı başında bir insan biliyorsunuz.
“Bana vefâ gösteren tek bir kişi olacak.
Yaşlandım. Gözüm görmez.
Bacaklarım tutmaz. Nefes alamam.
Kimse yok bana yakın...”

Parantez içinde ne diyor?
“(Yakınlıklar görüyorum, alâkalar görüyorum, kıskanıyorum)
Kimi?
Bilemiyorum... “


Ben söyleyim;
Yanlışlar, yanlışlara alâka gösterirler. Tıpkı şimdi olduğu gibi... Sokaklar dolusu insanlar.
Ama Münir Derman kaddesallahu sırrahu bugün de olsaydı, yine çırılçıplak bir otel odasında olurdu.
“Yapayalnızım her bakımdan”diyor Hocam.
“Sevdiklerimi göremiyorum.
Dostlarımın dışa vuran güzelliklerini göremiyorum.”


Ne oldu hocam? Cevizlerin içi boş mu çıktı?

Devam ediyor;
“Beni arayan yazılarımda, kitaplarımda arasın...
Ben onlara gömülüyorum...”


Soruyor;
“Yazılarım kim için yazılmıştır?..”Cevabını da veriyor:
“O”na...” yazılmıştır.

Niye, neden çıktı Barbaros; Hacı Bayram Veli’nin, bir buçuk kişisiyle Münir Derman’ın bir kişisi?
Şundan çıktı canım benim;

Bu YOL: Sadakatle eler, Samimiyetle eler, Sabırla eler de,
Bu eleklerden geçenleri, selâmete beler!!!

Bebek belerlerdi eskiden bilir misiniz? Bebek gibi beler! Beler!
Besler büyütür. Kâinat dar gelir ona.

Resim

Tarık, bir resim satın aldı. Bir simsardan, Münir Derman simsarından.
Herhalde satın aldı bildiğim kadarıyla.
Ah, bu dünya ne dünya…
O resmi biliyorum ben.
Bu resmin tasarımcısı Münir Hocam.
Bu bir “KÛN fe yeKÛN” Gemisi.
Görmüşünüzdür işte, Ashab-ı Kehf de isimleri geçen kayıkçılar. Kürekçiler daha doğrusu.
Orda yelkende yelken uçlarında “ ilahe İllâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah”,
Bismillâhirrahmânirrahîm
''İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ:
Biz senin için açık seçik fethettik, fethi verdik.
Ve, “veLa Havle Vela Kuvvete İlla Billlahil’Aliyyil’Azıym.”
Arka dümeni “Ya malik-el mülk” iskeleti olan bir yelkenli bu.
Bu yelkenlinin dümeni var.
Kürekçileri, işte söylenen isimler, bildiğimiz ama, onların da bir yerleri var.
Yemliha, Mekselina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Mislina, Kefeştatıyuş ve de Kıtmir..
Şurdan buradan alma değil.
KurÂN-ı Kerim’in kendi dilince yerleri var.
Kehf; k-h-f, yok mağara! O zaman “hıra kehfi” deseydik ya, mağaraysa.
Orada “gâr” burada “kehf” mi?
Orada “semek” balık da burada “hut” balık mı?
Balıksa da, başka bir balık değil mi?
İşte onu diyorum Kehf’in kendindeki muhteşemlik.
Kehf’deki,
Nedir Musa?
Hızır aleyhi's-selâm mürşidliği?
Musa aleyhi's-selâm müridliği? Vesaire…

Bunlar geri dönüşler, iç imkânlar, elemeler.
Sadakatte, samimiyette, sabırda elemeler.
Şu, bu tüm bunlar, Kehf Sûresinde olanlardır.
Hocam çok vefâlı insandır.
Türk milleti kadar İslam’a hizmet etmiş bir topluluk yoktur.
Ama ne acı ki zamanla kokuşmuş, bunun bedelini de istiklal savaşıyla ödemiştir.
Toplum olarak ödemiştir yani.
ilahe İllâ ALLAH Muhammede'r Resûlullah” bayrağını adaletle yürütmüştür.
Gittiği yerlere sonra da o adaleti başına dert olarak dönmüştür geriye.
Asimile etmediği, bin yıl asimile etmediği toplumlar; Arnavutlar gitmişler Sırplarla işbirliği yapmışlar, İskender Bey çıkmış şunu yapmış.
Öteki Araplar İngilizlerle şunu yapmış bunu yapmış da sonra ne olmuş?
Biz bunun bedelini ödemişiz de onlar ödememiş mi?
Hem de nasıl ödemiş ve ödemekteler. Değişen bir şey yok.
Hepsi ektiğini biçmiştir ama Hocam, burada iki bayrağı da Türk bayrağı dikmiş şeylere, o ana direklere. Zâhir ve Bâtın direklerine.
Bunun arkasında bir, ben arka dümen dedim, ama sanki çark gibi düşün.
“veLa Havle Vela Kuvvete İlla Billlahil’Aliyyil’Azıym.” yerleştirmiş.
Demem o ki, adam bulamamış, KıtMÎR’i de dümene oturtmuş.
Böyle bir Deli Doktordan da bu beklenir zaten.
Eğer akıllı olsaydı; bizim köyden çoban olarak Almanya’ya çalışmaya giden insanlar, şimdi Aksaray’ın yarısının sahibi oldu.
10 yıl ordinaryüs profesörlük yaptı Almanya hastanelerinde Derman Hocam.
Ebru gitti Almanyada resmini çekti geldi, şimdi buraya bir kelime yazmayan Ebru Almanyadaki hastanesini buldu da hocasının hastanesinin resmini çekti geldi. Belki çeyrek hacı oldu!

Okuduk yazısını.
Şimdi Ankara’da Gazi Üniversitesinin yanındaki, karşısındaki bir cami vardır, mescid. Tektir zâten.
Orada; bende telefonu falan var, bir zat vardır. Ömer Bey diye.
Oraya bakan bir insan. Hocayı en son ziyaret edenlerden birisi
Diyor ki;
“Sanatoryum’da yattığını duydum, câmi vaazlarından tanırdım, gittim.
Bir gazyağı, gazyağlı, gaz ocakları vardı. Bunun üzerinde kıymalı makarna ısıtıyorlardı. Biz Bahçelievler’de vaazlarına katıldığımız için, hoca hastaymış diye gittik.”
Hastanede işte, o zaman o anlatıyor, biz, Mahmut, Kadriye falan, Hakan, ameliyat olduydu, olacaktı.
Biz namaz kılmaya gitmişiz, dedi ki..
“Siz kimsiniz?”
“Sana ne kardeşim” falan dedim ben. Yani, böyle elimle.
O da dedi ki;“Benim gönlüm sizinle konuşmak istiyor.”
“Bir bekle, namaz kaçıyor..”Çıktık, Münir Derman koksundan bahsetti.. Hakanda “tam yerinden!” dedi.
Namaz kıldık konuşuyoruz. Ömer Bey anlatıyor:
“ Ziyarette Hoca dedi ki, “Bu devlet Elmalı’nın (söylediği kelimeleri söylemek istemiyorum, çünkü Elmalılı’yı da çok severim ben) Tefsirine sahib çıktı bastırdı, Ama banim tefsirime sahip çıkmadılar, hiç!”dedi dedi…

Eğer Almanya’da 10 yıl çalışırken servet etseydi Ankara’nın en büyük matbaası onun olurdu. Ama hiç edemedi.
Servet etmedi de ne etti, çarçur mu etti.. İşte o zaman Hüsnü Dedeyi bir daha okumak lâzım..

Ondan ki diyorum MuhaMMedî MeLÂMilerin iki yakası bir araya gelmez. Çünkü gelirse azgınlaşırlar kesinlikle. Azgınlaştırır bu alem onu. Tagutlaştırır.
Ama kimseye de yırttırmaz Hamdolsun.
Asla ve kat’a. Enterkollekte bağlıdırlar.
Yolun emniyeti, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemin kendi “Muhammedînü’l- Emin” emniyetindedir.
Gördüğünüz bu geminin emniyeti…
Kişilerin falan burada, bu denizin içindeki damlaların adı olmaz. Damlalar TÜMMün damlalarıdır.

Bütün bunları şunun için söylüyorum;
Bu yol bir vefâ yoludur. HİZMet YOLudur, HAZM YOLudur.
Anılarda söylenen kardeşliğin çok ötesinde bedenlerin, kadınlığın, erkekliğin, analığın, babalığın, çoluğun, çocuğun soyunulduğu, çoook daha derinde bir üç “MİM CEM” idir.
Cem de 3 MİM vardır. MuhaMMedî MeLÂMette bu noktada.
Şimdi, neyse diyeceğim şeyi tam diyemedim ama, galiba dedim de yani.
Beton çivisi gibi olabilmek, olunca, bir tane de olsa yeter.
Diyor Münir Derman.
Ee, bulamazsak ne yapacağız?
Vallahi “KervÂN Köpeği KıtMÎRi oturturum dümene” diyor.
Sadıksa, Samimiyse, Sabırlıysa, Vefâkarsa, değil mi?
KıtMÎR olmak güzel bir şeydir ama, güzelliği kadar özelliği de lâzımdır. Özellik olmazsa KıtMÎR olmaz. KıtMÎR özelliğinden dolayı, KıtMÎRdir.
Onun için keşke bir köpek kadar Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’ e ne olsaydım?
İnsan söylerken bile şey yapıyor, yani kerhen söyler gibi.
Yok, vallahi billahi bir köpek kadar Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e karşı bağlı değilim diyorum, kendi kendime?
Diyorum ne olsaydın?
Köpek kadar neyin olsun isterdin? Değil mi?
Hangi hasletlerin olmalıydı ki, neden KıtMÎRi oturtuyor oraya. Halbu ki, KıtMÎR dış kapıdaydı, insan olmadığı için. Ötekiler, öbürleri gibi olmadığı için.
Ben de öyle söylüyorum Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in kervÂNında köpeklik yüce bir iştir çünkü.
Kimsenin başına elini koymaz ama, köpeğini okşar yalnız.
Herkes bir şeyler yer der, ama köpeğine ekmeğini böler atar.
Köpeklik güzel iştir. Köpeklikten kastım KıtMÎRlik güzel iştir.
Keşke, keşke demeyin diyor demi Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem.
İnşaAllah;
Sadakatkârlıkta,
İtaatkârlıkta,
Hamiyetkârlıkta,
Sebatkârlıkta,
Kanaatkârlıkta,
Vefâkârlıkta,
Fedakârlıkta,
Tevazukârlıkta,
Muhabbetkârlıkta,
Cefakârlıkta,
Hizmetkârlıkta,
Hürmetkârlıkta,

Bir KıtMÎR eniği olsa, Tâhiri benim oğlum Emre, ne mutlu bana değil mi?
Bundan bu âlemde bir milyar sene yaşasam bundan daha iyi bir sonuç bulabilir miyim!
Öyle bir eniğimin olması hârika bir iş.
Buna denir Fıraka-i Naciye.
Buna denir Nesl-i Cedid, Nesl-i Necib, Nesl-i Salih.
Buna denir Halis, Muhlis, Sıddık ve Âdil MuhaMMedî.
YOL, YOLcu, YOLdaş ve YOLluk…
Buna denir Muhammed aleyhisselâmın Gönül Gemisi diye.
Suyun hangi çeşmeden aktığını soruyorsun?
Ben sana diyorum ki bütün çeşmelerden akan Nur-u Muhammed’dir!!!
Ben söylüyorum sana Derbentli Deli Hasan, yok Deli Doktor, yok Deli KıtMÎR, yok ötesi yok bötesi diye. İsimcilere, resimcilere, cisimcilere…
Ama CİM’i MİM’i olmayanlar…
Onun için diyorum Halis, Muhlis, Sıddık ve Âdil Muhammedî oluş gerçekten!, gerçekten!, Muhteşemdir, Mübarektir, Muazzamdır ve Mukaddestir.

Belhum edallunn” unutma! Köpek deyip geçme sakın
Var mı sende hasletleri İnsaf et edebin takın
Alemde noksan arama Mükemmeli seyret aşık
Müfti müfettiş değilsin Rahat bırak hakkın halkın
Köpekten de aşağı âkıbet!. sözlerim bana ait.

Ne buyuruyor Ali kerremullahi veche;
“Benim belimi kıran iki kişidir. Birisi nefret ettiren âlim, birisi de ne dediğini bilmeyen cahil ham sofu”

Eğer meclisindeyse. Biri âlim, biri cahil.
Ama “ikisi de belimi kırar” buyuruyor niye?
Çünkü âlim, nefret ettiriyor soğutuyor, ötekisi de ham softa câhil.
Onun için, kim ne demiş, ne yazmış, ne çizmiş bize ne?
Yazabiliyor musun? Söyleyebiliyor musun bir şey?
Karnım ağrıyor var mı bir ilacın?
Karnım değil, gözüm ağrıyor göz damlan var mı?
Yok altınım var, gümüşüm var, bir sürü şeylerim var ama bir göz damlası lâzım.
Kalbim tekliyor var mı kalb ilacın? Mesele budur!
Onun içindirki, gökteki yıldızları keşfe uğraşırken ayağının dibindeki kuyuya düşme!
MuhaMMedî MeLÂMet, İZ YOLudur.
Sadece ve sadece Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in bastığı yere basmaktan ibarettir. Ayarı kayarı hep buradadır.
Bunları hep yaşadık.
Bu saçlar hiç de değirmende ağarmadı. Bir günde de ağarmadı.
Hep bedel ödeye ödeye geldik hamdolsun.
Bu çölün her kumunda bir çile gözyaşımız, bir imzamız vardır çok şükür.
Onun için, ne iyi insanız, ne çok ibadet ederiz, hiçbir şeyimiz yük şükür, sıfırİZ..
Amma Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e sadakatte, ALLAH’ın izni ve inâyetiyle bütün cennetler de bizim olsa, bütün cehennemlere de konsak fark etmez SÂDIK-İZ...
Seçim hakkı tanındığı takdirde, tanınır mı ?
Evet!
Biz Halis, Muhlis, Sıddık Ve Âdil MuhaMMedîyiZ. Tek kelimeyle hamdolsun Rabbımız Teâlâya...
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Gerisini Peygamber aleyhisselâmı Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki ALLAHu ZÜ’L CELÂL bilir.
Öyle buyuruyor kendisi çünkü. Umarım ki Rahmetine gark eder...

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; Ümmü A’lâ radiyallahu anhu’nun, Osman İbni Maz’un’un ölümünden sonra onu tezkiye için söylediği: “ALLAH (bu imânlı, tâatli) kuluna ikrâm etmez de ya kime ikrâm eder?” demesi üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’a yemin ederim ki Ben ALLAH’ın bir peygamberi iken, Bana (ve size yarın)ALLAH tarafından ne muamele yapılacağını bilemem!” buyurdu.
(Buhârî, Cenâiz 3, Tâbir 13)

Bu şu demek, bir kişi de olsak MuhaMMedînur Sitesinde, işte Hacı Bayram Baba’nın bir buçuk adamı yeter.
Buçuktan kastım kadını küçük gördüğümden değil, Rahimiyetten dolayıdır.
Eşit değildir kadın erkek.
TAMM yazarken çift “M” ile yazıyorum. Öyledir de zâten. İşte MiM’in birisidir Rahimiyet.
Yani insanların kanunu değildir. Erkeği bir derece faziletli, fazla kıldıktan kasıt, üstün kıldık anlamında değildir.
Şöyle anlıyorum; kadının yarımını tamamlayan erkektedir. İkisi iki olmaz, “1” bir olurlar o zaman.

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ
Resim---''Vel mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi vel yevmil âhır(âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ(ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bil ma’rûf(ma’rûfi), ve lir ricâli aleyhinne dereceh(derecetun), vallâhu azîzun hakîm: Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler! Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara 2/228)

Onun için çocuk dünyaya gelir, onun için tevhid dünyaya gelir.
Her doğan çocuk Tevhidullahtır, Âyetullahtır, Kelimetullahtır, Tevhidullahtır. ALLAH, ALLAH’tır.

Bizim sistemimiz, Barbaros çok iyi biliyor ki, dışarıda olduğu için daha iyi görüyor, ALLAH’ın izniyle büyük bir boşluğu doldurmak içindir.
Çok bilgili olduğumuzdan falan değil, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e çok bağlı olduğumuzdan, Kur’ÂN-ı kerime çok bağlı olduğumuzdan inşallah..

Bizim kendimizin uydurmasına gaydırmasına gerek yok.
Biz gelen cereyanı adam gibi kullansak yeter de artar bize.
Biz pil, akü, jeneratör, korsan santral aramayız.
Bizim yüreklerimizde NuR-u MuhaMMed bağlıdır çok şükür. Bu bize üstünlük vermez, bağlı olmayış alçaklık verir.
Çok basittir ölçülerimiz. Bizi o boyunduruğa ALLAH’ın izniyle kimse sokamaz.
Sokaklarda meczub olsak da, bütün halleri yaşasak da, ancak ahmaklar eleklerine kor elerler, ALLAH Âşıkları alnımızın çatında parmak basacak kadar yer görseler “Allahu Ekber velillahilhamd” derler.
Bize değil, MuhaMMed aleyhisselâma derler.
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâma derler.
ALLAH’ın kemâl kâmillerine derler.
Ve derler ki bu köpeğin boynundaki tasmada: “ ilâhe illâ ALLAH! MuhaMMedu’r- Rasulullah!” yazıyor.
Değmesinler, değerlerse ne olur?
Vallahi cereyan çarpar. Bizden değildir o da.
Onun için, “MuhaMMedî MeLÂMet” deyip durduğumuz şey, kendi başına oluştur.
Tak tak tak şunları öğren, kanatları tak uç değildir. Çocuk büyür gibi insanın yüreğini büyütmektir.
Yavaş yavaş, ala ala, kendi içerisinde kendi tohumlanır, mayalanır, olgunlaşır.
Yeter ki, yeter ki kendi aklına çeşitli sebeplerle, dışarıdan parazit gibi, mikrop gibi girebilir, kendi üretebilir, yapısında vardır, tümü akıllarda zâten yüklüdür.
Hazımsızlık, kıskançlık, kapris, kibir, kin vs. şu, bu, nefret bir sürü şeyler tüm bunları içerde tuta tuta olmaz, katiyen zâten olmaz bu.

Bunları nasıl yok etmeye çalışmalı?
Böyle ezberlemelerle uğraşarak falan değil, yaşayarak yaşayarak!.

Kılıcını ipekle saracaksın Hümeyra!.
Lâ-ilâhe” ni “illâ-ALLAH” la saracaksın.
Kılıç her nesneyi keser biliyorsun, ama savrulan ipeği kesemez.
Kılıç havaya savrulmuş ipeği kesemez. Neden?
Karşısına kesilecek kadar karşı durmaz da onun için.
Ama, o kılıcı kör eder ipek. Bir kat sarın kılıcı, kör eder.

Onun için zâten MuhaMMedî MeLÂMette, fıtraten yerleşmiş, kader olarak tecellilerde karşımıza çıkabilir hayat olayları, halleri vardır, çeşitli yapılar vardır, her şey vardır.
Vardır da; bunarın hepsinde böyle kulağını keser, burnunu keser, saçını keser gibi keserek değil.
Her şey antiteziyle, zehir-panzehiriyle, SEVİYElenerek çözüme gidilir.
Ve doğrusu da budur zâten. Olması gereken de budur, olacağı da budur.
Bunu dışında şatafatlı laflar, şatafatlı yollar falan, sonu akıl labirentinde kısır döngü içinde dolap beygiri gibi döndürür döndürür mezara sokar.
Bizim, zaman zaman mesela söylüyorum işte, düşünelim, düşündüklerimizi yazalım gibi, ama ne olur“Barbaros siteye yazalım bak site zayıf kalmasın şöyle böyle”onlar o değil.
Şu; bu yolda çorbada tuz ol. Kâşık olma!.
Ateş ol, bir şey ol!. Sadece Çorbacı olma! Ahmedî Aşçı ol!. Hasbi Hizmet et! Neden?
Çünkü sen bir MuhaMMedî MeLÂMet yolcususun.
Arabanın tekerisin. Arabada oturanlardan değilsin. Taşıdıklarından değilsin.
Taşırken taşınansın. Kendi giderken başkalarını da götürensin.
İşte bu, budur, Hümeyra, Sümeyye AnnemİZ işte!.
Geçtiğimiz köprü o ANAmız, cehenneme gerilen diri çarmıhtır.Temelinde o vardır.
Basit gibi gelir onun için başkalarının ölçüleri bizi pek ilgilendirmiyor.
İnşa ALLAH ALLAHu ZÜ’L CELÂL Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm ve ALLAH Dostları ve bizler çeşitli yerlerde, zamanlarda, hallerde kaderlerimizi yaşarken bu enterkollekte birbirimize bağlı MuhaMMedînur, Şuuru içerisinde, zâten şuur kablosuyla gelir NûR.
Şuuru olmayanın, sadakati olmayanın ne samimiyeti olacak!.
Samimiyeti yoksa niye sabır göstersin ki… Sabrı yoksa niye selâmeti arıyor ki?!.
Hep iç içe.
Bedensiz bir insan hayali bir insandır. Cindir o.
Beden yok nefsi de yoksa melektir.
Kalbi de yoksa, yoksa ruhtur.
Bunlardan bahsedilmiyorsa ALLAH’tır. Ne diyeceğiz.

İnşaALLAH. Biz hiç kimseye taraf değiliz. Ne karşıyız, ne tarafız.
Biz sadece ve sadece Bezm-i Elestte de MuhaMMedîydik, mahşer de MuhaMMedîyiz, cehennemde de MuhaMMedîyiz, cennette de MuhaMMedîyiz inşae ALLAHu Teâlâ!.

“Hocam, cehennemde de mi MuhaMMediyiz?”
Vallahi öyleyiz.
Hepiniz cehenneme uğrarsınız buyuruyor ya!

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---''Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem 19/71)

Biz de uğradık, içindeyiz ve de geçeceğiz inşae ALLAHu Teâlâ!.
Çıkacağız bu cehalet cehenneminden ve çıkaracağız, çünki MuhaMMedîyiz, İbrahimîyiz-EbûRahimîyiz inşae ALLAHu Teâlâ!.
Çünki MuhaMMedîyiz Yaşayacağız ve yaşatacağız inşae ALLAHu Teâlâ!.
Onun için de zâten ALLAHu ZÜ’L CELÂLe hamd-u senâlar olsun,

MuhaMMedinur bir ekol değildir, ama bir “ANAYOL” dur.
Benim, BİZim ilk kurduğumuzda, çalışmaları ilk yaptığımızda, Ali biliyor, biz yazdırıyorduk, Hakan yazıyordu, açamıyorduk bile bilgisayarı, âlet bozulur diye.
Nereden, nerelere geldik gidiyor bak!.
Ama bir başka şey daha var yalnız!!!
O gün de işte Ali burada bakınız neler yaşandı olmayısaya denilen olay;

20-30 sayfa müsfeddeleri düzeltiyorduk. Gece saat 02:00 olmuş, “Kalanı yarın yapalım”dedik.
Sabah döndüğümüzde hepsi düzelmişti ALLAH için, ALLAH celle celâluhu şâhiddir!.
Düzelmeyen kelime sadece bir “Hasan Amcamın köpeği” geçiyordu müsveddede o kısım yoktu..
MİM harflerini de Arapça olarak kopyalıp yapıştırdık amma, yazdıramamıştık yerine sadece kırmızı bir kare koyuyordu. Ama diğer bütün harfleri yazıyordu.
Şunu demek istiyorum. Bu bir keramet falan değildir.
Kerametse de bizim için keramet değildir. Neden?
Bizim için tek şey geçerlidir.
Küçük bebeler var ya; Ali’nin var, Tarık’ın var, Ahmed’in var. Hepsine Allah en güzel zamanları göstersin.
Çok çocuk var. İşte onların yürüyecekleri yol lâzım ve lâyık. İşte bu meslemiz, görevimiz ve de varlık sebebimiz MuhaMMedî Hasbî Hizmet!.

İnsan kendi kanına, canına, kendi her şeyine, yani kıyamete kadar gelecek devamına, rahmet kaynağına, çocuğuna yol yapmaz mı?
Yapar! Yapmalı. Afedersiniz bu hayvan değil ya, hayvan bile yapıyor yani.
Belhumedallun bile yapıyor!.
Onun için zâten MuhaMMedî MeLÂMette o gün olanlar, bu gün de olmakta.
Herkes oturduğu yere göre görüyor, görecektir de zâten.
Ben şimdi buradan, bak oturduğum yerden tam karşımda olduğu için Emir Sultan’ı görüyorum. Işıklandırmışlar. Yeşil türbeyi görüyorum. Efendim, Yıldırım Beyazıt Câmiisini kırmızıya yakın turuncu renkte ışıklandırmışlar. Dağları görüyorum, kar yağıyor bol bol!. Onları görüyorum. Ağaçlar hep kar atında kaldı, şahâne bir park görüyorum Teymen Yeri mesire Parkımız Burası BUrsamızın!.
“Tarık sen neden göremiyorsun bunları?”
“Hocam ben Ankara’dayım.”

Evet Yaa doğru söylüyorsun!.
Ama sen de oturduğun yerden bir şeyler görüyorsun. Senin gördüklerin de hak ve ben onları asla görememekteyim!
Onu diyorum işte herkes oturduğu yere göre görüyor işte.
Ama bir yer var ki; orada gören sadece ve sadece “Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemdir!”
Hepimiz orda olmaya can atmaktayız! Orası nere orası?
“Yüreklerimiz!”.Keban gibi.
Keban gibi, kendi yüreklerimizdeki fişi ve prizi biliştirip, buluşturup, oluşturup da yaşatabilirsek hepimizin yüreğinde Keban Işığı NûR-u MuhaMMed yanacaktır, NuR-u MMM yanacaktır.

Bir tanesi var işte Nuriye’yle araştırıyorduk.
Şu kadar kere el-Latîf esmasını çekersen şöyle yaparsın, yok 300 fazla çekersen…”
Bu ne, bu? El-Latîf ne demektir sor bakayım?
Yoo, işte ben Barbaros’a soruyorum İngilizce bu ne demek diye? Yani basit bir kelime ama ben bilmiyorum ki.
Ama çok önemli. O da diyor ki “Aman Hocam onu sil at.” Ya da “sakın basma! Çok tehlikeli!”
Tehlikeli bir şey ben de onun için soruyorum zâten, işte bu gibi duşamaya göbek atış câhillerin ellerinde saff oyuncak insanlar!.

Demek ki Hümeyra, öyle Hocana mektuplar yazacaksın, diyeceksin ki, “Hocam bunları anladım, şunları anlamadım, şöyle oldu, böyle oldu” haa.
Evet, öyle yazacaksın, öyle yazacaksın! Yazacaksın!
Aklı senden çok olanlar gülecekler, aklı senden az olanlar teşekkür edecekler.
Zâten ikisi de bizden değil “BİZ”den oluncaya kadar.
MuhaMMedî SEVİYE, Rasulî SEVİYE öyle bir ara yoldur ki, orta yoldur ki, orada donmak ve erimek yoktur.
Ora gerçek sıfır noktasıdır. Nötrdür. İkisi de “BİZ” im için.
Bizden değil derken atıyor anlamında değil. Bileşik kaplar gibiyİZdemek istiyorum!.
Ahmed canda bir bidon düşünün, 40 metre havada 36 metre suyu var.
Tarık da kalenderim, onu da yerin dibine gömün 10 metre bir bidon içinde hiç suyu yok.
MuhaMMedî Kardeş olup, Bileşik Kaplar gibi KALBlerini birleştirdiğiniz anda, o 36 metre fazlalıka 0 metre noksanlık BİZ olacak 18 metrede Rasulî SEVİYE sıfırlanacaklar.
O zamana kadar biri eksik biri fazla gibi gözükecek.

Onun için Hümeyra yazacaksın, yazmalısın, ama sen bilirsin zaman bu nelere gebe kim bilir?!.
Hepimiz bakıyoruz. Ters bir şey olursa düzeltiriz.
Biz kimseyle yarışmıyoruz, umurumuzda değil. İsterse hiç kimse okumasın. Gerçekten değil. Bir kar maksadımız yok ki.
Ama MuhaMMedî İNSAN adam yetiştireceğiz tabii.
Av köpeğini bile yetiştiriyorlar görmüyor musunuz?.
Geçen gün tesadüfen yetenek sizsiniz diye bir program var, çocuğun köpeğine hayrette kaldım ben.
Köpek, öğretmenini geçmiş yani.
Tabi ki yetiştireceğiz. Eğer sen yetişmezsen, işte o Cemâlnur Sargut mudur nedir, “ebediyen örtünmeyecekmiş” o gibi kadınlara kalır gelcek nesillerin hayat yolları!.
Isparta’da üniversite kuracağım diyor, doğunun ve batının yardımıyla. Örtünmeye falan gerek kalmamış çünkü erkekliği kadınlığı çoktan geçmiş o zavallı! Ki bağlamazmış Pirinin himmetiyle Kur'ÂN-ı Kerim âyetleri Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem uygulamaları vız gelip tırıs geçmekte!.

Daha hiç biriniz erkek kadın sınırını geçemediniz bak!?..
O öyle bir ermiş ki, ermeye ermiş şeytanın şahına ermiş, padişahına ermiş.
Ama çıkar karşısına bir MuhaMMedî, Müslüman bir yürek çıkar bakıyım, çıkar çıkarabilrisen hanım elbisesi giymiş kimi çıkaracaksın?
Hiç!. İşte bu, sıkıntı buydu zâten.

“Hocam şöyle diyor böyle diyor!”…
Yavrucuğum Hocanı övsen ne, övmesen ne?. Neden bahsediyorsun.
Seni, beni bırak. Bu yolun tek Rehberi Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemdir.. Her şey onun için yapılır. Kur'ÂN-ı Kerim dediğin Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in gırtlağına kaçar. Sesinde ALLAH'ın sözü olur..
Onun için zâten ALLAH Celle Celâluhu bizi Hakta, Hayırda ve Rızasında kılsın. HALİS, MUHLİS, SIDDIK ve ÂDİL MuhaMMedîler kılsın BİZi inşae ALLAHu Teâlâ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Öyle zaman gelişecek ki, pek çok insanın gerçekten bilemediği, hakikat zannettiği, uçtum kaçtım zannettiği şeylerin hep bir hayal olduğu, hakikatin ise; ekmek yer gibi, su içer gibi fiilen yaşandığı, bunun bile insana hiçbir şey getirmediği son nefese kadar Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem gibi “Allah’a hamd eden bir kul olmayayım mı?” diyeceği, MuhaMMed aleyhisselâmın eminliği içinde iman eden bir mü’min olmak esas olandır..
el-Mü’min Allah’tır, El-Emin MuhaMMed aleyhisselâmdır. Âmin diyen de BİZiz. İnşaAllah.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine: “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)”denildi. “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi.
(Buhâri, Teheccüd 6, 2/63; Tefsir-Fetih 1, 6/169, Rikak 19, 8/124; Müslim, Sıfatü’l Munafikîn 18, 79, Hadis no: 2819, 4/2181; Tirmizî, Salât 304, Hadis no: 412, 2/268; Nesâi, Kıy. Leyl 17, 3/178)


Onun için de yazalım, çizelim, bu asiste çalışmalar, Barbaros benim asistanım değil, ben Barbaros’un asistanıyım. Ya da biz hep asistanız. Biz hepimiz öğrenciyiz, hepimiz öğretmeniz. Onu demek istiyorum. Hepimiz talebeyiz, hepimiz Hocayız. Bizim Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’imiz böyleydi zâten. sevmek saymak, bunlar zâten vardır BİZde.
Sevmek, saymak, ancak kendini bilmeyenlerde olmaz. Onlar için de Allah’u Zülcelal Kur'ân-ı Kerimde:

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ: Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.” (Furkân 25/63)

Selâm der geçer giderler değil mi? Es-selâm değil "selâm" de geç git. Sana selâmet dilerim de yürü.
Tabii ki bu yol çile yolu.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem de en yakınından darbeler yemiştir, en yakınından. Ve normaldir yani. Ama vefâ; vefâsızlık yapan bileğini kesmiş gibi kendine yapmıştır. Kim olursa olsun. Onun için diyorum bu yol sadakat yoludur, sadakat. "4S" imiz -> Sadakat, Samimiyyet, Sabır, Selâmet..
Birbirimize sadıklığımız da Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem adına hesabına ve şerefinedir hamdolsun.

Ama yıllar geçiyor Barbaros dese ki: “Odunumun parası hocam!”
Odunun parasını verdik işte. “Parasını verdiniz de, odun da var elimizde.”
Odunu almadan parasını verdik. “Yok! Odunumun parası. E ben bunu götürüp satacaktım para alacaktım onun parasıyla", biliyorsunuz değil mi onu, bu olan bir olay.

Antalya’nın Beydağlarındaki bir dağdaki eski zaman içindeki bir köye okul açılmış.
Kasabaya bir öğretmen gidecek ama kar kış kapanmış yollar. Ama gitmesi lazım.
İşte, demişler ki “şu katırcı adam var ya, bu adam her gün odun götürür satar.
O bilir yolu ve bu çileye dayanır gider yani o.” Adama gidiyor.
-Baba kaç para odun? Sen bu odunu kaça satarsın?
-5 liraya satarım.
-İyi al sana 5 lira. Bugün odun götürme beni götür.
-Tamam. Bin.
Biniyor.
-Peki odunumun parası nolcak, diyor.
-Baba parasını verdik ya bugün odun satma.
-Tamam anladım da, diyor odunumun kaldı, parası nolcak?
Odun kaldı ya.

Şunu demek istiyorum; bizim alışımız verişimiz Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’e Allah’ın izni ve inayetiyle.
Radiyeten, muhatabı MuhaMMed aleyhisselâmdır. Merdiyeten Allah’tır.
Radiyeten merdiyeten Rasûlullah’tır.
İşte Barbaros, hepsi bu kadar... O zaman “fedhuli fiibadi” olur o zaman.

Bismillâhirrahmanirrahîm.

أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---"Yâ eyyetuhe'n-nefsu'-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Râzı olmuş ve kendisinden râzı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---"Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---"Vedhulî cennetî: Cennetime gir.(Fecr 89/30)

İç çemberdeki yeri, “Habli’l- Verid” olur onun. Herkes yok olur. Herkes aynı şey olur çünkü.
Çember üzerindeki nokta gibi herkes aynı nokta olur.
Onun için de biz hep msn de yazışıyoruz. Konuşuyoruz. Görüşüyoruz, yazılar yazıyoruz.
Bir elin bir vücudun parçaları gibi. Bir aile içindeyiz. Onun için neremiz ağrıyor, neremiz şu, her şeylerimizi sırlarımızı biliyor anlamında değil, düşünce seviyelerimizi, seviyelerimizi fark ediyoruz. Elbette edeceğiz. Ne yapalım yani Bedelya 3 yaşında, ablası bir yaş büyük.
Tabii ki birisi bir yaş fazla büyüyecek, ama büyüyecekler yalnız.
Böyle böyle herkes kendi yerinde kendi halinde büyüyecek, gelişecek, kemâl bulacak. İnşallahurrahman.

Evet bir de ne demiştik.
“Salâten tüncinâ”da da Fırka-i Nâciyeden bahsetmişim de demiştim. Herhalde bahsetmişiz. Birazcık etmişiz ama “tüncinâ” dememizin sebebi zâten Fırka-i Nâciyeden dolayıydı.

Resim

Allahümme salli ve sellim alâ, Seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli Seyyidinâ MuhaMMedin salâten tüncinâ bihâ min cemî'i'l- ehvâli vel âfât Ve tâkzi lenâ bihâ cemial hâcât Ve tütahhirunâ bihâ min cemii's-seyyiât Ve terfeunâ biha a'le'd-derecât Ve tubelligunâ bihâ aksa'l- gâyat Min cemi'il hayrâti fi'l-hayâti ve ba'de'l- memât Birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Erhamnâ.

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ

Hasbünallahu ve ni'mel vekil, ni'mel mevlâ ve ni'mennasîr, ğufrâneke Rabbena ve ileyke'l masîr: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, ne güzel yardımcı ve ne güzel dosttur, Bizi bağışlamanı diliyoruz, Ey Rabbimiz dönüş yalnız sanadır.” (Âl-i İmrân 3/173)

Bu âyet-i celîle, İbrahîm aleyhi's-selâmın Nemrud ateşine atılırken böyle tevekkül DUÂsıdır

Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (sav), onun âline ve Ehl-i Beytine salat et. Bu salâvat o derece değerli SALL-ULAŞım Vesilemiz olsun ki;
Onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtarsın. Bizim ihtiyaçlarımızı o salâvat hürmetine yerine getir, bizi bütün günahlardan bu salâvat hürmetine temizle, o salâvat hürmetine bizi derecelerin en üstüne yücelt, o salâvat hürmetine hayatta ve öldükten sonra düşünülebilecek bütün hayırlar konusunda gayelerin en sonuna kadar ulaştır. Ey merhametlilerin merhametlisi bize bunları merhametinle nasib et. Alla Tealâ bize kâfidir ve ne iyi bir dost, ne iyi bir vekildir. Ey Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüş yalnız sanadır…

“Allahümme salli ve sellim alâ, Seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli Seyyidinâ MuhaMMed”

“Salâten tüncinâ”; bize necat verecek, kurtuluş ve selâmet olacak bir bağlantı istiyoruz. İllâ onunla.
Öyle bir salat olsun ki biz onunla necat bulalım, Fırka-i Nâciye olalım yani.
“Fırka” grup grup anlamında değil.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in ortaya çizdiği tek yol var ya, o da sıratı müstakim yolu, odur “Sall” yani.
“Sıratımmustakim”, “Salaten müstakim” gibidir. Çünkü “Sall” sırattır zâten.

“bihâ min cemî'i'l- ehvâli vel âfât”
Öyle bir necat versin ki bize cem’i sinden, neyin?
Zâhirdeki âfâtın, bâtınındaki ehvâlin-hallerin.
Zâhirde âfât olarak DIŞ DÜZENimizi bozan ne varsa, içerde de İÇ DENGEmizi yerle bir eden, hallerimizi değiştiren her ne var ise, onlardan bize kurtuluş nasib etsin!.

İki üç kardeş, arkadaş oturmuş konuşuyoruz. Bir de bakıyoruz ki Ahmet birden böyle bir hareket yapıyor.
“Ne oldu Ahmet diyorsun?”
-Hocam aklıma bir şey geldi, Elif demişti ki… Bak unuttum.
İçindeki hal ne oldu? Onu hemen değiştirir.
İrticâl-düşünmeden ve birdenbire oluşlar.. Bu çok önemlidir.
-“Evin anahtarı bende kalmış” gibi.
Dış Afetler düzeni, İç haller hep dengeyi sarsar ve yıkar..
Onun için bu salâvatta, cem’i dış âfâtlar ve iç hallerden-ahvalden bizi necata çıkaran bir salat istiyorum.

“Ve tâkzi lenâ bihâ cemial hâcât”

Ve bu salâtla “tâkzi”, takdir ve tâkzi, kaza ve kader,
“lena” bizim için tâkzi eyle, kaza eyle. “lena” bize, “bihâ” onunla,
“cemial hâcât”, zâhir, bâtın bütün hacetlerimizi onunla bize kaza eyle.
“Ve tâkzi”, “takdir et, kader kıl” değil “tâkzi” kaza kıl.. Muradullahta dile..

Bu salâvatı şerifede de bazıları kazayı öne alıyor, takdiri sona alıyor. Kader öncedir, kaza sonradır.
Kaza’yı Türkçe yorumladıkları için öne alıyorlar galiba.
Hâlbuki önce kaza olan, sonra takdir edilir gelir.
Kaza Muradullah gibi arkadadır, Emrullah gibi önde değildir demek istiyorum.
Burada da öyle gözüküyor, ben de öyle anlıyorum.

“Ve tâkzi” yani bize ezelden kaza eyle.
Burada başka bir şey daha vardır.
Muradullahtır kaza. Kader-i Muallak, muallakta, askıda, hakkında kesin karar verilmemiş olandır hallolunmamış kaderi gibi.. Kader-i Mübrem ise kaçınılmaz olan, vazgeçilmez olan ve asladeğişmeyen kaderdir.
Kazada değişiklik olmaz mı?
Allah bilir sadece. Kaza Allah a aittir. Kudretullahtır.
Bunu kaza et. Bütün hacetlerimizi bu salata göre yap. Nedir “salat”?
“Salat”ı kestirmeden bana bir kelime ile söyler misin?
Söyliyeyim -> Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in mutahhar pâk yüreğidir.

Bu kadardır yani başkası var mı? Ne diyeyim.
Kur’ân desem, bütün Kur’ân “lüb-ÖZ” gibi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in yüreğine girecektir. Oradan çıkmakta zâten.
Ne desem, “Kâinat” desem, İLK yaratılan ve ÜMM-ANA OL-AN NOKTA -> Nur-u MuhaMMed’dir. Her şey oraya gidecektir.
“ALLAH” desem, oraya gitmek zorundasın.
Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’den başka çâre yok.
Şunu demek istiyorum bu salâvatı iyi anlamak açısından söylüyorum Barbaros.
Necatın ne kadar önemli olduğunu Fırka-i Nâciyenin tek yol olduğunu.

Tamam anladım, YOLa gidecez de, yolu bir bilelim önce. Paldır küldür gitme!.
YOL ne? YOLcu kim? YOLdaş kim? YOLLUK ne ve nerde?..
“Yolcu” olalım önce. “Yolcu” başka şeydir. Yalınayak mı çıkacam, pijamayla mı çıkacam…

Sabah Ulu Camiye gidiyorum. Nasıl gidiyim?
Git bakıyım bir kere de, işte geçen yanlışlıkla gittim kış günü hava buz gibi.
Hiç düşünmeden tek pijamanın üzerine giydim paltoyu, giymişim daha doğrusu, ama yolun yarısında üşümeye başladım. Geri dönmedim câmiye az kaldı falan diye. Dönsem daha iyiymiş yani, hasta oldum tabi. Yolculuğa hazırlanamamışım.

“Yolluk” KULluktur. “Yolluk” da olacak “kulluk” da olacak.
Bu ÂLEMler, kimsenin keyfi için yaratılmadı ki bir sebebi var her AN Yaratışın.

Yoldaş, “yoldaş” dediğin yolun öbür ucudur.
Bana öyle bir yoldaş lazım ki Barbaros, iki ucu bir olsun iki gözüm. İki ucu bir olsun.
“Hocam sana bir yüzük-HATEM-HATM ATalım o zaman!”.
Hay hay… Hateme’n- Nebî olsun inşaAllah.
Başını sonunu arayıp durmayalım. Her yer baş, her yer son olsun. Dost DAİRESinin..
Biz daireyi konuşuruz, daima biliyorsunuz düzlemde konuşuyoruz.
Oysa düzlem yoktur kâinatta. Hacım vardır, Küre vardır.
Tasavvufta da düzlem yoktur. Küre vardır.
Doğru, “ben” im doğrumdur.
Daire, kâmilimin düzlemi-dairesidir.
Barbaros, küre de, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in kendisidir.
Ne yapalım, Allah küreden, noktadan münezzehtir ama, merkezdeki nokta falan diyoruz Rabbulâlemin, onun ötesinde falan diye kıvırtıyoruz, ne yapalım.
Anlamayalım mı, anlamaya-anlatmaya çalışacaz tabi.

“Ve tütahhirunâ bihâ min cemii's-seyyiât”

“Ve tütahhirunâ”, bak yukarıda “tüncinâ”ydı. Şimdi yine “tu”.
“Tu” geniş zamandır. “t” şimdiki zamanı çeker, “Tu” geniş zamandır. Her zaman.

“Ve tütahhirunâ”; “tahhir” et, “herre” et, Mutahhar- tertemiz, pâk, kudsî, tâhir, mübârek kılınmış eyle BİZi..
Buradaki “herre”, Tamm kelimesiyle “hürriyettir”. Hürriyet taraftarlığıdır, taraf oluşudur.

Öyle bir temizlik ki ASLdan başka fASL kalmayacak yani. Mâsiva yok olacak..Vay be, yani zor işmiş!.
Hiç de zor değil! Buzdağları eriyebilse, buzdağı faslı, denizin aslı olur. Değil mi canım bu böyledir.
İster yumruk kadar olsun, ister buzdağı kadar olsun değişmez yani. BUZ buzdur..
Ne yapalım. Türlü renklerde olsak da buz olduktan sonra erimeyecek miyiz dersin.

“tütahhirunâ bihâ” onunla bizi “tahhir” et! Temizle!.

“min cemii's-seyyiât”, bütün seyyieler, kötülükler, eğrilikler, çirkinlikler, şunlar, bunlar.
Ne bunlar?
Şuna şunu yaptım, burada bunu yaptım, şurada yaşadım, onu ettim bunu ettim…

Bitti mi? Bu senin dediğin, hani bizim Yol, Yolcu, Yolak, Yolluk, Yoldaş falan vardı ya hani, onun bir parçası dediğin şey.

“seyyiât” o değil ki.

Sana verilen kimlik iyeliğinin, benlik kişilik niceliğinin, niteliğinin tüm vasıflarının tümünü içinde toplayıştır. Ve tümü bunların Allah’ın esmasıdır.
Uluhiyettir oradaki “hemzeli elif” Barbaros, “Seyyie” deki.

“Allahu nuru’s- semavati vel ard” amma, yaşayan Allah’tır. El-Hayy’dır.
Yok efendim kendi nuru yaşıyor falan.
Tamam kardeşim nuru yaşasın tamam.
Kendini bir put olarak aradığın sence için problem. Yoksa problem yok.
İyi ANLA ki;

Muhitte de ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Sen, ben, BİZ, buzda gidiyoruz Barbaros dört kişi Kuzey Kutbuna.
Bilmiyorum şimdi kış günlerinde uçaklar da ucuzdur. Gitsek mi denemek için…

Oradaki buz dağlarına birimiz diyor ki: “es selâmu aleykum BUZlar!”.
Yanımızdaki diyor ki; “Selâmını beğenmedim.”
Ya?
“Selâmun aleykum SU!” diyor.
Öbürü diyor “bunu hiç beğenmedim.”
Ya?
“es Selâmu aleykum BUHAR!.”
Dördüncüsü de diyor ki: “Yok yok, ben öyle selâm vermem buzdağına, es selâmu aleykum BULUT derim!.”
Ama bir başkası çıkıyor oradan, Eskimo KÂMİLi: “Yok yok, ben es selâmu aleykum oksijen ana, hidrojen baba derim!”
Ama bir ses daha duyuluyor: “Onlar da kim? diye.” El Vâhidu’l Kahhâr ALLAH celle celâluhu.. Yaratan…

Bu şu anda fiiliyatta olacak iştir.
Aklen ve Tekniken doğrudur, tasavvufen de doğrudur.

“tütahhirunâ” budur, “ seyyie” de budur.

Tersi ise “Buz da BUZ” diye tutturmak , “eba vestekbera” iblis gibi direnmektir. Katırlık yapmaktır. İnatçılık yapmaktır. Hakk’ı ÖRTüş KüFRüne Sahip çıkmaktır.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ

“Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn: Ve meleklere: “Âdem'e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

Kendi vicdanında hür olamayıştır.
Şunu yaptım, bunu çattım falan ya, işte birazını sen tercih ettin, biraz da zâten eleklerdi, sen de yaratmadın ya bu dünyayı. Hepimiz kaderler yaşıyoruz.
Takdir edilenler içerisinde Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in tercihlerini kullanmaya çalışırız. O zaman karşımıza elekler çıkar, denemeler çıkar, çıkacaktır, hayırlısı olsun.
İşte “tütahhirunâ bihâ seyyiâ”, bu “seyyiâ” deseydi, o ayın’laşmış senliklerin, sinliklerin hemzeleşmesi gerekir gerçekten onları terk ettikçe.
Buz -> Su -> Buhar ->BULut -> H2O…
Buzun su olması gibi, buharlaşması gibi, bulutlaşması gibi, uçmaya başlar, kaçmaya başlar.
Geri dökülürken de bir bebeğin göz yaşı kadar saf ve temiz bir paktır. Gerçekten tâhirdir.

“Ve terfeunâ biha a'le'd-derecât”; bizi yüce derecelere yükselt, terfi ettir!
“a’la” Lütfullahı, ayan-ı sabitemizin kaldırabileceği kadar.
Kaç volt çekerse bu makine, o kadar derecelere.

İlliyinden Esfeline dereke dereke inmiştik ya, tabana vurmuştuk, dibe vurmuştuk ya, şimdi o Yusuf Kuyusundan tekrar tırmânâ tırmânâ, derece derece “yukarı->derece, aşağı->dereke” aynı yol işte onda bizi refet yücelt!.

İşte, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya Burakla gitti. Evet, Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Muammer’e, Mualla’ya, Mescid-i Ma’mur’a, Mescid-i… bir sürü, RefRefle gitti.
RefRef nasıl bir şeydir acaba hangisi falan?
Zâhir ve Bâtın yücelişlerdir, gözüm kardeşim.
“Ref’e Ref’e” dir. Gerçekten öyledir.
Uydur kaydır gibi, bi dül dül gibi, bül bül gibi bir kelimedir. Onların bile bir yeri vardır.
Gerçekten vardır eğer kelime o dilde varsa.
Ne yapalım Japoncadaki bütün kelimeler Türkçede mi olacak.
Bizim dediğimiz şey Hakça, Kur’ân ca, Âşıkça…

“Ve tubelligunâ bihâ aksa'l- gâyat”

Bize tebliğ olsun, “bihâ” onunla.
Bak şimdi!!!
Kim yapar tebliği? Tebliğ nedir?
MuhaMMed aleyhisalatıvesselâmın tüm rusulîyet görevlerini cem’ eden kelimenin adı “Tebliğ”dir.

Tebliğin içinde Tenzir vardır, Tebşir vardır, teşhid vardır, ama Tebliğin içindedir bunlar.
İşte bize öyle bir “Sall” bağla ki, onların tümünü getirsin bize yani.
Tebliğimizi yapsın “Ve tubelligunâ”, bize “belağ” yapsın, Bâliğ-büluğa Eriş nasib etsin!.

Efendim, açık söylesin “beliğ” olsun, edebî olsun.
Kardeşim tamam tamam da, Tebliğin temeli, MuhaMMed aleyhisselatıvesselâma bağla bizi “Sall” ettir.
“bihâ”, onunla.

“aksa”, Mescid-i Haram Mekke’dir. Mescid-i Aksa Kudüs’tür.
Ne olmuş, nasıl anlatılıyor miraç?
Mekke’den Medine’ye “hicret” başkadır, Mekke’den Mescid-i Aksa’ya “isra” başkadır.
“aksa’l” gayelerimizi, “aksa’l” maksatlarımızı, mescitlerimizi değil, bize beyan etsin.
“Aksa” ya hadi diyelim “en uzak”. “Uzak” demek zâten.
“Kıssa” da aynı kelime ile yazılır.
Şimdi size bir kıssa anlatıcam desem, “kısas” da aynı kelimeyle yazılır, iz üzere gitmek.
Aynı harflerle yazılır.

“gâya”, yaşayış galibiyetinin sonucudur.


Amaçların en uzağı, maksadların en son durağı, gayelerin en doruk noktası mânâsına gelen “aksa’l- gayat” kavramı, MuhaMMedî MeLÂMet düşünce disiplininde, Ubudiyet-Kulluk dairesi içerisinde hedeflenen en uzak gaye, en İÇ Zirve gayedir.
Her HAKKı DUYuş ve HaYRı İşleyiş DERECElerle YÜKseliş..
Her Bâtılı DUYuş ŞERRe UYuş ise DEREKElerle ÇÖKüştür..

Akılların tekliği-çokluğunca çok GAYEler vardır..
Kiminin tek derdi cehennemden Kaçmak Cennete koşmaktır KULLuk denilince tek derdi..
Kimisi ceNNette yemek içmek peşindedir.. Drbendli Deli Hasan Babamda: “BİZim için CeMâlullah!” derdi..

kul kırMÎRimde der kİ: “Her Zerre bu ÂLEMde SeBBeha CİNNetinde CeVLÂN eden MecNÛNlardır.. farkları Kaderlerince-KaDARLARINCADIR..”

“Aksa’l-gayat” kavramı, âşıkçada, şu AN, ŞE’ÂNdaki ASLın fASLI gÖZüken AŞKullaha, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Şefaat-ı Uzmasında, Makam-ı MahMud’una şu ÂN İŞTİRAK Şerefi ŞEHÂdetidir..

Mukayyed olanı Mutlak olarak istememiz haktır ki ZÂTen ASLımıza doğru HIZla Akıp gitmekteyiz pâk CANlarım!..

Gittik, gittik, gittik ALLAHu zü’l- CeLâlin bütün emrettiklerini yaptık hamdolsun.
Çok şükür nereye geldiniz? İğnenin ucunu söyler misiniz?
Söyleriz SON-UÇumuzu: “Lâ ilâhe illâ ALLAH MuhaMMedu’r- Resûlullah!”
Çok güzel. O halde buyurunuz ceNNete!.
“aksa'l- gâya”lerin tümü, cem’ini bize tebliğ etsin ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, amaç ne? gaye ne BİLelim, BULalım, OLalım ve YAŞAyarak ŞÂHİDi olalım inşae ALLAu Teâlâ.
Yaşamak galibiyetinin sonucunda ne olmuş?

“Min cemi'il hayrâti fi'l-hayâti ve ba'de'l- memât”

Ganîylik bütün bizim olsa ne oldu sonucunda gaye maksad tümünü toplasın,
“tubellugune Min cemi'il hayrâti” hayrların-hayratın tümünü, fiilen yapılacakların “fi'l-hayâti” hayatımızda, “ve ba'de'l- mevt”, “memat”, “mevt”imizden sonra da, öldükten sonra da, öbür âlemde de. Hayatta, mematta, Hayy’da ve Meyy’de.

Hayy Allah. Zâhir bâtın yaşayış hakikati.
Meyy ise zâhir bâtın yaşayışın MuhaMMediyeti, mâsivîyeti falandır yani.
Burada, bu âlemde insan NEFSi onun için sahib çıkar zâten.
Ebedî yaşayacakmış gibi dünyaya sahip çıkmasının sebebi, objektiften bakacağı yerde okülerden bakıyor. Ters yerden baktığı için, tersine tersine gider.. Ters yerden de bakmasa kimse yaşamaz bu dünyada. Ve İmkanla KULLuk İmtihanı olamazdı ki!..
KULLuk dediğimzi İŞ -> gaflet->Cehâlet->Dalalet-> İhanet Bataklarından ceheNNemlerinden ŞİMDİ Geçmek Hüneridir..
Gaflet ASLında ALLAH celle celâluhunun NÛR ÖRTüsüdür.. ve her KUL-ABDuhu bundan kurtulamaz ki;

Gaflet, fıtrî, insânî ve irâdî bir unutma-NİSYAN-İNsanlık HÂLidir.. Unutuşu, Hatırlayış Zikri..
Bazı yoz ve ham sofular Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Abduhu da olduğunu anlamaz da tenzih etmeye kalkışır oysa, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için bile ALLAH celle celâluhu;

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ

“Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn: Sana vahyettiğimiz bu Kur'ân ile en güzel kıssaları sana anlatıyoruz. Ve oysa sen, ondan önce elbette gâfillerdendin.” (Yûsuf 12/3)

Gaflet kelimesini düz kontak kötü sanıp “bunlardan habersizdin” anlamadı mı artık anlamaz yaratılış SıRRını o AKIL..
BİZim için yüceliş dercelerinin merdiveni mutahhar Nefs-i MuhaMMed aleyhi's-selâmı İYİce ANlamalıyız TamerŞÂH Tarık canım!

ALLAH celle celâluhunun ABDuhu ve RESÛLuhu”su olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemi ne zamanki Dünya DERDleri sıksa hemence Müezzini Bilâl radiyallahu anhuya: “Erihnâ bi’s-salâti yâ Bilâl!: Ey Bilâl! BİZi SALLâta-Namaza çağırarak ferahlat!” buyururdu.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 86 (4985, 4986)

Ve ne zamanki bu ÂLEMe dönmesi gerekince ve yoğun İlahî HAZZın Harareti artınca Hümeyrâsı-penbecik kadını Âişe radiyallahu anha ANNemize: “

Allah Rasûlü (s.a.)’nün mânevî yoğunluk dünyâsından soyutlandıktan sonra Âişe vâlidemize hitâben: “Kellimînî yâ Hümeyrâ!: Konuş benimle ey Âişe!” buyururdu.
(Münâvî, Feyzu’l-kadîr, V, 228.)

Bu ise ABDuhu-O’nun KULu OLuşun gereğiydi ZÂTen:

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
Fe izâ feragte fensab: Öyleyse boş kaldığın zaman hemen intisab et.” (İnşirâh 94/7)

Farig: İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiştir.
Ferag: Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek. Boşaltmaktır.
Fensab: intisap et, mansablan, tâbî ol, taleb et, çalış, Rabbine yönel!.

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
Ve ilâ rabbike fergab: Ve öyleyse Rabbine rağbet et (O'nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).” (İnşirâh 94/8)

Fergab: rağbet et, onu öv, senâ et, hamdet, zikret, tesbih et
Rağbet: İstek, arzu. İyi sayılmak. Bir şeyi çok iştiyakla istemek. İhlasla dua etmek, teveccüh etmek.

Dünyanın devamı “gaflet” iledir.. Dünya hayatının devamı-sürmesi gaflete bağlıdır.
Eğer mezbahaya sürülen davar sürüsü mezbahanın kesimhâne olduğunu gerçekten bilsinler çıldırırlardı. yani, hayvan bile çıldırırdı.
Oysa insanoğlunun ölüme koşuş hızı, dünyanın dönüş hızıdır ve 1600 km/saat dir. Çok hızlı bir koşuş.
Sabit noktaya. Ecel-i Musemmasına.

“Birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Erhamnâ.”

Bu salâvatı Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’den aldığını söylemiş bir zâta aiddir.
O veliyullah Afrika’da bir zâttı. Bunun hakkında şeyler biliyordum ben.
Siirtli Hocamla not etmiş miyim etmemiş miyim bilmiyorum ama, o zaman bunu çok güzel bir şekilde anlatmıştı.
Bu zâtı görmüş. Konuşmuş olabilir, bu mânâda yani, çünkü Siirtli Hocamın öyle işleri vardı yani. Vardı.
O öyle şeyleri fiilen yaşardı yaşadığını biliyorum. Bu zâtla ilgili de söylemişti.
-Hocam bu sağlam mı?
-Sağlam Abdüllatif, dedi. Bu Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’den alınmış bir zevk salâvatıdır, dedi.

Sağlamlığı Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in teyidindedir. Doğrudur da zâten.
Sıkıntı anlarında verilmiş bir salâvattır. Yüz yıllardı harb, darb zamanlarında câmilerde topluca okunagelmiştir.
Bunu bulabiliriz nerde bilmiyorum tam nerde, notları vardır.

Fakat dikkat edeceğimiz bir şey var burada yalnız.
“bi rahme” bi rahm geçti mi,
“ya erham” bi rahm daha geçti mi,
“rahîm” da bir rahm daha geçti mi, hatta iki tanedir rahameyn dir aslında rahman,
“Erhamnâ” da bir daha geçti, Al sana 5 tane Rahîm.

“Birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Erhamnâ.”
“Birahmetike”, senin rahmetinle,
“yâ erhamerrâhimîn” , “erham” Rahmaniyyet cem’idir. Er-Rahîm kendisidir zâten.
“Erhamnâ!”, emirdir. Bize merhamet et. Rahm et!. Kesin DİLEyiş DUÂmızdır..

En azından dördünü beşincisi içinde olmak üzere cem’ ediveriyor ALLAH celle celâluhu.
Bütün bu söylediğimiz isteklerimizi bu SALÂVÂT Hürmetine yap!.
Rahm, rahm, rahm, rahm’sin Sen!.

Rahîm nedir?
HiMMetin, Rasûlu-Rabb’da oluşudur.

Himmet nedir? “ha” “mim”dir.
“Ha” “mim” nedir?
MuhaMMedîHakikattir.
Değil midir? Tabi ki öyledir.
MiM de iki tane MiM vardır, “ha”, zâhir ve bâtın, Halis, Muhlis, Sıddık ve Âdil MuhaMMedî’dir.

Öyle olunca boğazına çan mı takalım hocam, sokaklarda gösteri mi yaptırtalım?
Yo yooo, onlar huda-yi nabit, gökteki kuşlar gibi dağdaki ağaçlar gibi, esen rüzgar ve dolaşan BULutlar gibi kendi âlemlerinde Hakk için yaşarlar. Yapmaları gerekenleri yaparlar.
Belki bizim hayatlarımız onlara küçük çocukların oyun oynaması gibi geliyordur.

Çok zor. Adam deli, ben ne yapayım!.
“43 yıldır ben dağlardayım” dedi bana, 43 yıldır. Derbednli DELİ Hasan Babamız..
Ben bir gün kalamam. Çünkü o deli, ben akıllıyım ben öyle yetişmedim.
Her birisi güzel. O da bana başka bir şey söylüyor,
Ne diyordu?
“Senin dil kâlemiyin mürekkebi, ağzındaki tükürük değil çoban, ağzına tükürülen tükürüktü.”

Anam şimdi çok yaşlı tabi, 96 yaş... En masum duası ANAmın: “Anam seni Allah Fatıma Anamızla Gonşu-Komşu etsin!.” “Benim elim değil Fadime anamızın eli!” gibidir duası hep.
Şimdi soğuk vurduğu için gözükmüyor, Hakan vardı.
Onun ninesi, babasının annesi Mustafa amcamın hanımı Aslı Bacı vardı.
Aslı Bacı, “Bacı” dememizin sebebi.. bizim dememizin sebebi çünkü benim anam ona abla anlamında “bacı” dediği için biz hepimiz çocukluktan o ne diyorsa hepimiz ona “Aslı Bacı” demişiz onun adı Aslı Bacı.

Aslı Bacı; bir ara yazmıştım işte, taş kemerli bir odacık evde, tek kemerin altında Hacı Mahmud, Abdulkadir, Mustafa hepimiz amca çocuklarıyız, ilkokul ikinci sınıf falan belki yok bile yani.
Orada geceleri bir avuç kuru üzüm bir iki kerede iğde falan hatırlıyorum.. bunlar için nasıl zikir yarışı yaptırırdı BİZe.
Kendisi çok güzel söylerdi. “Sordum sarı çiçeğe” der başlardı inlemeye çok güzel sesiyle.
Onların gençlik zamanı bu dediğim. O zaman dediğim zaman taa Ali’nin babasının annesi daha evlenmemişti Ayşe Bacı o zaman daha ilkokula giderdi beşe belki dörde falan. Babam eğitmendi orda. Aslı Bacı öyle bir halaka-i zikir kurardı ki o küçücük çocuklarla hiç unutmam.
Ve o günden bildiğim Aslı Bacı son nefesini verdiği güne kadar 3 ay oruç tutmuştur. Kaç yıl geçmişse belki 50-60 yıl bilmiyorum. Hep oruçtu ve: “Fatıma Anamız geldi “Aç Ağzını Kızım ASLI dedi tükürdü ve 3 ayları oruçlu geçir!” dedi bende hep öyle yaptım ÖMRümce!.” demişti bana..
Kim yetiştirmiş bu öksüz-yetim ve çocuk yaşta evlendirilmiş “Aslı Bacı”mızı canlarım?
Hoca Amcam.
Aslı Bacı, gelin gelmiş annesi yokmuş öksüzmüş. Çok fakir bir ailedenmiş hiçbir şey bilmezmiş. Hiç. Yemek yapmayı şunu bunu hiç bilmezmiş.
Ama ona öyle bir sahib çıkılmış ki, maddî manevî. İlk zamanlarında da gençken.. yani, onu ilahî bir koruma altına almış.
Ben sonraki zamanlarda sordum, o hep beni böyle can-ciğerden âşıkça seven insanlardan birisidir yani.
Antalya’ya sürüldükten sonra ne zaman Aksaray’a gelsem, iki eli kanda olsa köyden koşar hemen gelir. İşte: “Latifim, anam, şimdi duydum da bir göreyim dedim, bir koklayım dedim, şunu dedim bunu dedim, geri gideceğim, taş arabasıylan, şunlan, bunlan!” ağlayarak hasret giderirdi.. vasıta da yok yani o zamanlarda köye.

İşte öyle geliş gidişlerin birinde biz bir zaman çocuklarla gelmişiz, geri dönüyoruz, gece olmuş, akşam geçmiş, yatsı namazı vaktı, otobüse bineceğiz, Aslı Bacı koşarak geldi. Çünkü görüşememiştik.
“Bi köye uğramadınız, bi gelmediniz, ben de akşamüstü duydum da bi taş arabasına bindim de geldim!” diye konuşurken, peltek peltek konuşuyordu, dedim ki “sen oruç musun?”
Cevap neydi biliyo musunuz?
“He anam ya ben oruç olduğumu unutmuşum heyecandan!.”

Ben sordum kendisine: “Nerden geldi Aslı Bacı bu AŞKın temeli?” diye de..
Ne dedi?
Genç gelindim anam, Hoca Babamıza “MeMMed Ağam” diyordu çünkü. Onun kocası Mustafa amcam “MeMMed Ağam” diyordu abisine, o da “MeMMed Ağa” diyordu, anam da “MeMMed Ağa” diyordu ama biz ağa demiyoruz “BaBa” diyorduk.
MeMMed Ağam, bana yol çizdi.. ben gariptim anam babam yok. MeMMed Ağam güvenilirdi. Güvendim ve yürüdüm.
Bir gün seherde uyanıkken yeşil bir alev topu içinde kaldım.
Ay yüzlü, çok güzel bir genç hanım: “Aslı, korkma kızım!” dedi, “Ben Fatımayım” dedi, yanıma geldi. Omuzlarımdan tuttu. “Aç ağzını” dedi. Açtım. Aniden ağzıma ağzının dolusu tükürdü. Ben onu yutarken boğazımdan değil her yerim onu emdi ben de aynı ışığa garkoldum. “Hep oruç tut. Halka karşı ağzını koru!.” Onun söylediği şeyler var bana başka. Şunları şunları yapma dedi. Söyleme dediği için demiyorum. Ama bunları söyledi mesela. Söylerim dedim zâten. Söylüyorum. Ve ben ondan bugüne kadar ne zaman üç aylar gelirse hep oruç olurum âşığım latifim!”
Ben bir ömür yaşadım. Ömründe bir kere Aslı Bacımın evin içinden dışarıdaki çocuğuna “Mahmud! Yusuf! Ahmed!” diye çağırdığını duymadım. Hiç o edesiz karıların külhanbeyi sesini asla duymadım ondan!.
Hiçbir insanla, köy yerinde, bir kere olsun münakaşa ettiğine şahid olmadım. Mustafa Amcam hariç. Mustafa Amcamla kendi aralarında bişeyler olur biz de gülerdik zâten. Çok hoşumuza giderdi. Onların böyle bişeyde birbirlerine kızmaları çok zevkli bişeydi ama her zaman da yaptıramazdık. Onun dışında asla yalnız hiç. Biri Sataşsın, sataşmasın, ne ederse etsin, zannedersin ki dili yok.
İşte budur “BÂDE” denilen şey. Budur AŞK İKSİRi.. Tevhid TÜKRÜğü Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmın..
Hanımların sesinin saçlarından da namahrem oluşu budur.
Budur imanlarının onda dokuzunun hayâ oluşu.
Vakkoları, takkoları, böcek gibi bürünmeyi anladım da, esas olan bu SES de ÖRTülecekti Kur'ân-ı Kerimce..
Bir eşarp bağlarsın ne olur sanki getirin ben de bağlayım.
Eğer mârifet ondaysa yarın biz de bağlayalım birer yaşma. Nedir ki bu, esas ötekisi YÜREK işi AŞK...
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 777
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: KUL İHVÂNİ 14 OCAK 2012 SOHBETİ

Mesaj gönderen tamersah tarik »

Evet, Barbaros diyeceğim bu kadar. Bir şey diyor musun?

Hocam, Salâvat-ı Munciye’nin yazarının kim olduğuna bakıyordum.
İki tâne isim görüyorum ama farklı şeylerden. Birisi Şeyh el Bunî, Mısır’da 1225 yıllarında yaşamış, vefat etmiş.
Birisi de İmam Şâzulî var. Delâ'il-i Hayrat kitabının yazarı. İkisinin de ismi geçiyor içinde. Zannediyorum İmam Şâzulî 200 sene sonra çıkmış ortaya 1400 lü yıllarda.
O Salâvat 1800 yıllarından daha eski yâni Hocam. Bayağı eski bir salâvat. 4. yüzyılda sûfîlerin aralarında kullanılıyor. Fakat tam kökenine inemedim. Ama el Bunî diye düşünüyorum.


-Barboros Can, Afrika’ da hangisi yaşadıysa O ama hangisi bilemiyorum. Yâni şu anda hatırlayamıyorum.

İkisi de Afrika’da yaşamış Hocam. Birisi Mus tarafında birisi Morocco tarafında.

-Birisi birisinden aktarıyor ama hangisi hangisinden aktarıyor. Biri temelde yâni. Buluruz İn şâe ALLAH çıkar o.

Barboros Can, Bak Alper bugün kargo gönderdi sağ olsun. Süheyl Ünver’ in, işte Münir Derman dedim ya, hattâ 5. sinin 1. sayfasına yazmışlar. Altına da Münir Derman. Hocam söylemiş de, sohbetlerinin de de söylüyor. Ben Hallac-ı Mansur gibi alenîEne’l Hakkdemem. Diyeceğini üryân desin diyor ya. Söyleyeceğimi üryân söylerim. Bu söz kime âit diye aradık taradık sonunda bir şey bulduk.

İşte, Ünver, Ahmet Süheyl Ünver, Ordinaryüs Profesörün kitabında kendisine te’sir eden insanlar şu zât diyor. Ama öbür sayfa yok. Bir fotokopiydi o. O zaman kitabı bulalım dedik. Ahmet Amiş Efendi’den önceki kimmiş. O söylemiş bu sözü dedik.
Onu söyleyen zât, Kuşadalı İbrahîm Efendi. Kuşadalı İbrahîm Efendi öyle demiyor aslında. Çünkü onun şâirliği, divanlığı falan yok onun söylediği şey; ben
Ene’l Hakkkelâmından çokEne Mea'l-Hakkderim diyor.Ben Hakk’ımdemem Hakk İLEyimderim. Doğrusu bu zâten.
Hallacı Mansur da böyle demiştir.
Ben El-Hakk ALLAH’ım!dememiştir.Mea'l-Hakk!demiştir. O anlamda söylemiştir. Yâni kesinlikle öyle söylemiştir.
Ama yok
ben El-Hakk’ ın kendisiyim bizâtihi O’yum!diye yorumlanmış. Bunun üzerine söylüyor.

Ben lisânımla Ene’l-Hakk lafzını etmem bir andiyen Süheyl Ünver. Bunu Vehbi Kurtoğlu diye bir zât, Şâir Doktorlar kitabının 431. sayfasında Ünver’den alarak neşretmiş zâten.

Şunu demek istiyorum. Bir söz için bir kitap basın evlerinde bulunamadı şurada bulunamadı burada bulunamadı ama Oğlum Alper onu aradı taradı netîcede buldu. Kalın bir kitap. Süheyl Ünver’ in her şeyini anlatan. Süheyl Ünver tıb Ordinaryüs Profesörlüğü yanında, çok yönlü çok nezih bir insan. Onu yetiştirenler Kuşadalı’dan sonra Amiş Efendiler.

Bir kelime çünkü, Münir Derman’ a hizmet etmek, söylüyorum ya, beni bir kişi bulacak sırtıma binecek beni maskara edecek. Sırtımdan şunu yapacak bunu çatacak mı yoksa benden aldığı eli Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e el açanlara mı verecek. İşte bu
Hasbî Hizmetdediğim.
Onun için de hep istiyorum ki Münir Derman’ı sevmek, eserlerini her yönüyle pırıl pırıl ortaya koymak. İnsanların, hele artistik sosyetik tasavvufçular Münir Derman Hocam’ın, bu kelebeklerin üşüştüğü renkler gibi üşüşüyorlar. Ve bunların Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’e kanalizesinde. Bu bir Hasbî Hizmettir.

Herkesin aklı tercih etmeye mecburdur. Muhtactır zâten. Akıl bu. Mecburdur. Me’murdur ve Mahkûmdur da.
Her kafatasına toprak dolacaktır. Yazıktır günahtır ayıptır yâni. Tabi ki hizmet etmemiz gerekir.

Kendimize hizmettir bu. Kendimizin Peygamber aleyhi's-selâmına hizmettir. ALLAH’ımıza hizmettir.
ALLAH’a yardım edinizâyetleri budur. Eğer Rasûlullah’a yardım etmezseniz ALLAH eder, budur. Kendimize yardımdır. Kâmil'imize yardımdır. Ehli Beyt'imize yardımdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ


“Yâ eyyuhâ'lleżîne âmenû in tensurû(A)llâhe yensurkum ve yuśebbit akdâmekum: Ey îman edenler, eğer siz ALLAH'a (ALLAH adına İslâm'a ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”
(MuhaMMed 47/7)

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ


“İllâ tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fî'l-gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferû's-suflâ, ve kelimetullâhi hiye'l-ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).: O'na sizin yardım etmeniz dışında (etmediğinizde) o zaman ALLAH, O'na (Rasûl'e) yardım etmişti. Kâfir olanlar, O'nu (Mekke'den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman iki (kişi)nin ikincisi idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; ALLAH, bizimle berâber.” O zaman ALLAH, O'nun üzerine sekînetini indirdi.Ve O'nu göremediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfirlerin sözünü sufli kıldı. Ve ALLAH'ın sözü; O, çok yücedir. Ve ALLAH; Azîz'dir (üstündür), Hakîm'dir (hüküm sâhibi ve hikmet sâhibidir).”
(Tevbe 9/40)

Rasûlullah’ımıza ve ALLAH’ımıza yardımdan kastım NASR dır.

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ


“İzâ câe nasrullâhi ve'l-feth(fethu).: ALLAH'ın yardımı ve fetih geldiği zaman.”
(Nasr 110/1)

Ne zaman ki NASRullahı getirirse FETHullahı getirecektir.
ALLAH aşkına Keban’dan (Merkezden) bana bir kablo getirin içinden cereyan gelecektir yâni. Gelmez mi? İşte bu, buna hizmettir.

Bir beyit mesnetsiz kalmasın dedim. ALLAH râzı olsun Alper de getirdi.
Çok faydalı bir eser. Çünkü Süheyl Ünver bildiğim bir insan.
Melâmette zâten Kuşadalı İbrahîm Efendi, Ahmed Amiş Efendi son devrin en dosdoğrularından. Fahrettin Râzi Efendimiz gibi, İmâmı A'zam Efendimiz gibi, Elmalılı gibi.

Halkın sen şöyle dur, biz davula zurnaya bakarız, biz yalnız sofra isteriz düşüncesinin dışında Yunusça, Mısrîce, Derbentli Delice, yok Deli Doktorca yürüyüşlerde TEKe TEK, TEK işlerde Hasbî Hizmet için ne gerekiyorsa onlar in şâe ALLAH yapılmalı.

O zaman Barbaros, emin ol ki kesinlikle Munir Hocam'ın söylediği yazıların, kim için yazılmış var ya,
O’na-tek kişiye.. O’nun için Yazdım!ı okudun sen!.. işte “O” dediği sensin, o noktaya gel, sensin!. “Beni yazılarımda, kitaplarımda arasın ben onlara gömülüyorum!” dediği yazı ve kitapları sensin!.

Eğer yazı ve kitablarını pırıl pırıl yüreklere taşıyabilirsen bu düşünceler ne MuhaMMed Aleyhi's-selam, ne Kur’ÂN-ı Kerîm, ne ALLAH dostları, Münir Derman’ın da değildir sâdece ALLAH celle celâluhu'nundur.. .
Münir Derman O’nlarındır.
BİZ BİR İZdir.

Yakınlıklar görüyorum, alâkalar görüyorum, kıskanıyorumdediği, bende olsun demiyor.
Onların hepsini yapardı o. Siyâsete de girerdi, ticârete de girerdi, târikat da kurardı, her şeyi yapardı. Onlar gibi yapardı yalnız.
O zaman Hüsnü Dede'ler olmazdı. Biz de de var ya hani
yâ Rasulullah zahmet ettiniz buraya kadar!buyuruyor Hüsnü Dede var ya hani, bir salkım üzüm hikâyesi Hocam'ın...

Bunlar yaşananlardır. İşte bu bir inançtır. Bu bir sevdâdır.

Onun için iki gözüm, biz ALLAH’ın izni ve inâyetiyle helâli hoş olsun gece gündüz fırsat buldukça çok şükür ALLAH için, Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem için, bir insanlık için en güzel şekilde paralel bağlı çalışıyoruz. Bir şeyler ortaya koyuyoruz.
Onun için Collenler, ya da aklı başında olanlar, ya da okuyanlar bulanlar, dünyânın neresinde olursa olsun ALLAHu zu'l-Celâl'in hidâyeti ulaşıyor senin benim şahsımız söz konusu değil.
Bizim peygamberimizin, bizim ALLAH’ımızın hizmetindeyiz, ibâdetindeyiz.
ALLAH celle celâluhu ibâdetinde Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in hizmetindeyiz. ALLAH dostlarının himmetindeyiz, kendimizin MuhaMMedi gayretindeyiz.

Bizim de canımız var, bizim de nefsimiz var ve çok kıymetli. ALLAHu zu'l-Celâl gibi desem ağır kaçar.
O kadar kıymetli nefislerimiz. Çünkü Kur’ÂN-ı Kerîm’de tek âyet vardır Barbaros.

Nefsu’z-Zâtdiye. Tek. Hiç kimse farkında değil.

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ


"Kul li men mâ fî's-semâvâti ve'l-ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihi'r-rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmi'l-kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).: De: "Kimindir gökler ve yer?" De: "ALLAH'ındır." O ALLAH ki, rahmeti nefsi üzerine yazmıştır. O sizi, varlığında hiç kuşku duyulmayan kıyâmet gününde bir araya mutlaka toplayacaktır. Benliklerini hüsrana yuvarlamış kişiler var ya, onlar îman etmezler.” (En’âm 6/12)

Onun içinnefsin vahidetinu çözmüş mü insanlar.
Biz tek nefisten yarattık.. nefisler birleştiğinde.. âyetlerini...
Ya hele şu, Rahmâniyyet'le Rahîmiyyet'i bir birleştirelim de bakalım Barbaros.
Ondan sonra da birleşenler Rubûbiyyeti birleştirir. Sonrakileri biz birleştiririz bu halâkayı tamamlarız, bizde döneriz in şâe ALLAH. Yoksa dönüyoruz da farkında mı değiliz?

Delilik parayla değil ya yazdıydım.. Babam’ın son 40 günü benleydi BİRlikte.. en son ayrılacağımız gün Siirtli Hocamın sohbetinden döndük.. cama sakalını dayadı..
Âşık bana şöyle sesini koyverde âşıklamalarından oku!dedi.. bende sanki Hasan Dağ başı gibi koyverdim sesimi kalbimi.. gelen gitti.. sonunda baktım ki gözlerinden yaşlar boşanmış ağlıyordu.. ve diyordu ki:ÂŞIK AŞK olsun eğer delilik parayla olsaymış bir TIR dolusu 20-30 ton alırmışsın!..

Evet alırdım. Çünkü bir zevk attım ben Barbaros BİZ BİR İZ.
Ayşe de çok güzel bir resim yapmış oraya
lâ huve illâ huvediye.
Ben de onu küçülttüm Hümeyrâ’ya attım.
Simurg çünkü oradaki resim. Zümrüdü Anka. Gerçekten hârika.

O zevkte,
Kul sarkacı, aşk mi’racı, meşk minhacı, sır sertacı, aslı-faslı işin.

Asıl. Asıl şudur, Bethoven, Cinuçen Tanrıkorur ya da Hacı Arif Efendi bir şarkı yazmıştır eser sâhibidir. Bestelemiştir. Onu da Kâni Karaca, Ahmed Hasan meşk fasl eder.
Bir Rabbi'l-Âlemîn ALLAH celle celâluhu Târık'ı yaratmıştır. Aslı, yaratandır. Fakat Târık da onu fasl ediyor. İn şâe ALLAH en güzel şekliyle meşk eder. Eseri Ustasına, resmi Ressamına lâyık ve lâzım olur in şâe ALLAH.
Deriz değil mi.. Aslı faslı neymiş,

Kul sarkacı… Sarkaç da nerden çıktı?

Vallâhi çıktı işte, olsun olmasın diye aynen saat sarkacı gibi bir sağ bir sol. Al gözüm ver gözüm. Hiç ikilikten çıkması söz konusu değil, mümkün değil zâten. Ne yapsın yâni. Mutfağa mı kapatalım, tuvalete mi kapatalım. Ne yapalım ağzımıza fermuar mı çekelim. Bu şartlar, şehâdet şartlarıdır bunlar.


Lâ huve illâ huve,Lâ ilahe illâ huve”, “Lâ ilâheyi kaldıracak mısın?İllâ huvecennet demektir.
Ama biz bir şey biliyoruz, ikinsin ortasından bizim bir yolumuz geçiyor. Nötr. Sükut yolu. Fırka-i Nâciye yolu.

Kul sarkacı, aşk mi’racında. Neymiş aşk mi’racı?

Hani illiyînden esfelîne uruc ettiydi ya, bize göre yükseldiydi değil mi? Tabiii. Yükselme değil mi? Bezm-i elestte ALLAH aşkına neyimiz vardı Barbaros?

Vallâhi hiç farkında bile değiliz. Anasından doğmamış çocuk gibi orda bir şey olmuş ama biz onu buraya çıkınca anladık. Ne bilelim biz ana karnını falan bildiğimiz mi var?!..

Hattâ çocukluğumuzu bile bilmiyoruz. Taa ki, belli bir yaştan sonra aklımız başımıza geliyor.
Geri dönüş? Onu görüyoruz.Gerçekten bir mi’ractayız yâni. Uruc ve Rücu’.
Akıl için illiyînden esfelîne geliş bir uructur. Ama bunu anlayacaktır ki bu uruc -> rücu’ olacak. Hateme'n-Nebî olacak yâni. OLmalı ve OLuyor zâten.

Meşk minhâcı... Aşkın mi’racı da, bi de bu aşkın meşki var ya, bu minhaç neymiş?

Minhaç mı; Bu mi’racın gidiş geliş yolunun adıymış yâni. Sırât-ı müstakîm, sıla yolu, SALLâtı SALLavatı, SALLı, SELLi vesâiresi diyoruz ya biz.

Sır sertacı…

Ser baş, tac. Başın üzerindeki “Lâ ilâhe İllâ ALLAH MuhaMMedun Rasûlullah” bayrağı yâni. Onun için ben ona ne demişim: “mor ötesi sükut sesi” demişim. Tabi öyle diyeceğim. Ne diyeceğim yani. Ahmediyyet ve Ahadiyyeti öyle söyleyeceğim. Azıcık aklı olan silm aklı olan da bilecek ki, oralar konuşma yeri değildir. Körlük yeridir oralar a’ma yeridir.

Anlat bize BİR BİReBİR Barbaros, anlat şu masalı hikâyeyi bize BİR BİR anlat ALLAH aşkına BİReBİR.
TEKeTEK de TEKeTEK BİR neymiş söyle bir.
Çile çağı-çağrısıyız…
Çağrısıyız ama çağrısİZ…Bizim çağrımız İZdir İZ. Çünkü biz SeSiyİZ.

TEKeTEK Tebliğ-i Kebîr budur. Budur ekber olan tebliğ. Şartı şurtu açıktır. Konuşacaksan Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem adına, hesâbına, şerefine konuş. Akıllıysan sus yoksa. Yaşayacaksan; BİLeceksen, BULacaksan, OLacaksan ve YAŞAyacaksan bunu ANla!. O zaman sen de mor ötesinde bir Simurg olursun yâni. Kendi Kaf Dağında kendi Zümrüd-ü Anka’nı bulursun. Çünkü ALLAH el-Âdildir her cana bunu nasîb etmiştir. Fıtraten yüklemiştir. Onun için emretmiştir: Eyy KULLuğunu TaMMamlamış NEFS!..


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ


“Yâ eyyetuhe'n-nefsu'l-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain olan nefs!”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً


“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).: RABBine dön (ALLAH'tan) râzı olarak ve ALLAH'ın rızâsını kazanmış olarak!”
(Fecr 89/28)

Herşeyi olmayandan ne istenir hiç.
Ondan sonra bir kılçık bir şey yâni.
Yazılanı mı okuduk, okunanı mı yazdık biz Barbaros?
Biz bu hayatta yazılanı mı okuduk, okunanı mı yazdık?
İblisin örttüğü KİMdir?
Birimiz midir ikimiz?

Mehabbet taban tavanı, akıl nakil naz niyazı
Lâ ilâhe İllâ huve, tek nefs, tek nefes BİZ BİRİZ
İşte budur işin azı, özü, özün özeti, sözü hepsi budur.

Lâ ilâhe İllâ huuuuVahidu'l-Kahhar ALLAH…

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ


"Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni'l-mulku'l-yevm(yevme), lillâhi'l-vâhidi'l-kahhâr(kahhâri).: Onların bâriz olduğu (ortaya çıktığı) gün onlardan (hiç)bir şey ALLAH'a gizli kalmaz. O gün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan ALLAH'ındır.”
(Mu’min 40/16)

Öyle dinlemeden, anlamadan, bilmeden, bilişmeden, buluşmadan, oluşmadan, yaşamadan, avara kasnak boş. Kısır döngülerin bir netîcesi yok!..

Onun için zâten ALLAH’ın izni ve inâyetiyle, sonsuz şükürler olsun ki birimiz hepimiz, hepimiz birimiz. Çünkü biz MuhaMMedîyiz.
Kaderlerimiz çok çeşitli, hayatlarımız çeşitli hallerde geçiyor. Geçecek zâten. Hep öyle oldu. Olacak. Birimizi üzen şey diğeri için o kadar basittir ki gülmemek elde değil. İyi ama kardeşim, on kuruş eksik olduğu için ekmek vermiyorlar ki. Gördün mü on kuruşun derdine bak sen. On kuruş nedir ya?
Ne midir? Ekmeği vermeyen paradır.
Bir başkası bir başka yerde, başka hâlde bunlar hep, böyledir. O zaman bir vücut gibi tasavvufta da böyledir. Bir vücut gibi bilişmeyen, buluşmayan, oluşmayan ve yaşamayanlar Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin “1,5” bir buçuğu değildir. Münir Derman’ın da “O” su değildir. Bizim de hiçbir şeyimiz değildir. Öyle midir? Ben demiyorum, YOL böyledir. ALLAH celle celâluhu, hepimizi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’de BİZ BİR-İZ etsin.

Kopan parmak senden değildir Barbaros. Çöptedir. Önemli olan kopmamak demek ki. İşte bu! Kopmamak yeter mi?
El, iş görmesi lâzım. İş nedir? El elden tutmak meselâ. El ele, el ele, el ele el Yedullah’a.
İşte böyle esiyoruz kesiyoruz. Başka da ne yapalım yâni. Herkes sonunda çekip gidiyor bu âlemden. Biz de MuhaMMedî deliler diye anılırız in şâe ALLAH.

Ama her sözümüzün altında Kur’ÂN-ı Kerîm ve Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem mührü olsun, mesnedi olsun. Ona gayret edelim.
Ve bunu da başarıyoruz ALLAH’a şükürler olsun. Çünkü, sitedeki hadislerimizi bile ararken google’dan arıyorum. Biliyorum ki bize gönderiyor. Ben bizimkinin yerini sitede nerde diye arayacağıma, google buluyor bana çünkü. Bu ne kadar güzel bir şey.

Münir Derman’da geçen hadisleri ararken, hadis arıyorum hiç. Doğrudan doğru hadisi hatırlıyorum, googlea bir sözü yazıyorum kendimizinkini buldu mu tak, şu kitabında ya da şu sohbetinde geçmiş. Onun için zâten demin söylediğim şeyi sâdece bana gönderdiği için yâni bizim MuhaMMedinur’a gönderdiği için o kitabı buldurdum ben ona. Kaynağını arayan işte kaynak budur. Diğerlerinde de böyle. Sözlerimizin yeri olmalıdır.
O zaman bu yüreği taşıyan her Hümeyra, her ağıza Fatma anamız tükürmüş demektir ve her ağız Aslı ağzıdır. Bence her erkeğin ağzı da Kerem ağzıdır. Ali keremullâhu veche'nin. Çünkü bu bir sadâkat, samîmiyyet, sabır ve selâmet işidir. “ Lâ ilâhe İllâ ALLAH” bundan ibârettir. İn şâe ALLAH. Tercih de burdadır zâten tercih de buradadır. ALLAHu Zu'l-Celâl bizi affetsin, bağışlasın!. Âmin..
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön