ESAD ERBİLİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1111
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

ESAD ERBİLİ

Mesaj gönderen nur_umim »

ESAD ERBİLİ
(1847-1931)
kaddesallahu sırrahu..


Resim

TAKDİM:

Bir devirdi… Milli ruhun künde üstüne künde yediği bir devirdi.
“Âhirzaman mevsim-i elimânesi” nin en sert kışları yaşanıyordu.
O günleri yaşamayan bizler elimizdeki nimetleri hovardaca harcayabiliyoruz maalesef.
Bir büyüğümüzün dediği gibi: “Siz kış bilmediniz, kar kış görmediniz. Fırtına nedir onu yaşamadınız. Evinize girdiğiniz zaman hiçbir zaman dışarıya çıkma endişesini omzunuzda taşımadınız. Dışarda endişesiz dolaşırken evinize gireceğiniz zaman yine endişe içinde değildiniz. Hep bahar yamaçlarında dolaştınız. Bu bakımdan da kışın şiddetini, hiddetini, öfkesini çok iyi bilemeyebilirsiniz. Beni mazur görün; “bilemeye bilirsiniz” derken size cehâlet ittihaz etmiş bulunuyorum. Ama bunu anlamayabilirsiniz”
İşte böyle bir boranın ortalığı kavurduğu bir gün şehid olmuştu Erbilli Esad Efendi…
Gönüllerimizde bir yad-ı cemil bırakarak… Ruhu şad olsun…


KISACA HAYATI:

Şeyh Muhammed Esad Efendi Hazretleri, 1264(1847) tarihinde, şimdi Irak hudutları içinde bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir.
Hem anne ve hem baba tarafı seyyiddir.
Dedesi Şeyh Hidâyetullah efendi Mevlânâ Halid-i Bağdadiî Hazretlerinin Erbil Halifesi idi.
Muhterem pederleri Mehmed Said Efendi de Nakşibendiliğin Halidiyye koluna bağlı bir şeyhti.
İlk öğrenimini Erbil ve Deyr’de tamamladı.
Gençliğinde ata binmeye çok meraklı olduğunu bir mektuplarından anlıyoruz.
Babasının hânkahında yani tekyesinde dini ilimlerini tahsil ettikten sonra, 23 yaşında 1870’de Taha el Hariri’ye intisap etti.
Beş yılda seyri sulukünu tamamlayarak, hilafet aldı ve Hacca gitti.
Hacc dönüşü şeyhi vefat edince, İstanbul’a geldi.
Fatih câmiinde Hafız divanı ile Molla Cami’nin Lüccet-ül Esrar kitabını okuttu.
Ünü kısa zamanda her yana yayıldı.
Abdülhamid Hanın damadı Halid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade etti.
Bu arada Meclis-i Meşayih üyeliğine tayin edildi.
Kendisine bir tekke yöneticiliği verilmesi için müracaat etti.
Fındıkzade Macuncu’da Şehremini Odabaşı semtindeki Kelamî Dergahı şeyhliği boştu.
Burası Kadirî tekkesi olduğu için Kadirî icazetnamesi gerekiyordu.
Esad efendi, 1883 tarihinde Abdülkadir Geylani Hazretlerinin soyundan olan Şeyh Abdulhamid er Rıfkanî’den aldığı Kadirî icazetnamesini sundu ve bu tekkeye tayin oldu.
Burada Kadirî ve Nakşi usullerince zikir meclisleri düzenledi.
İstanbul’a geldiğinde çeşitli konularda derlediği Kenz-ül İrfan adlı hadis kitabını neşretti.
Bu kitap yoğun ilgiye mazhar oldu.
Bu esere nazmen bir takriz yazan zamanın Erkan-ı Harbiye reisi Ahmed Muhtar Paşa Esad efendiyi şöyle tavsif ediyor:

“Mürşid-i Ruşen güher, allame-i ulvi nazar,
Şeyh-i Bostan-ı Siyer, minhac-ı Hakka pişuva
Hazret-i Esad Efendi ki, uluvv-i şanını,
Daniş-u irfanını tasdik eder ehl-i nuha”

1900 yılında Abdülhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple Erbil’e nefyedildi.
Sultanın meşhur vehmi tahrik ettirilerek gerçekleşen bu sürgünün açıklamasında ise “sıla-i rahm” deniyordu.
Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad faaliyetini sürdürdü.
Mektubat adlı eserini teşkil eden mektupların ekserisi bu zaman zarfında yazılmıştır.
Esad efendi Meşrutiyet ile beraber İstanbul’a döndü.
Kelamî dergahını zemin kat üzerinde genişleterek inşa ettirdi.
1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh üyesi, Meclis-i meşayih reisi Elif efendinin istifası üzerine de başkanı oldu.
Tekkelerin başına ehliyetli kimselerin görevlendirmesi için çalıştı.
Bu sıralar Tasavvuf ve Beyan-ül Hak gibi mecmualarda tasavvuf içerikli yazılar yazdı. Sultan Reşad’ın sevgisini kazandı.
Aynı yıl padişah tarafından Hacca “Sürre emini” olarak gönderildi.
1915’te Meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.
Kuvva-i Milliyeyi sonuna kadar destekledi.
Hatta, Fevzi Paşa Anadolu’ya geçerken elini öpmek ve duasını istirham için geldiğinde, paşayı zaferle müjdeledi.
Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek, Erenköy Kazasker’de satın aldığı köşkünde inzivaya çekildi.
Evi sürekli polis gözetimine alındı.
23 Aralık 1930’da Menemen vakasıyla ilgili olarak tutuklanarak Menemen’e sevk edildi.
İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbede çevrildi.
Oğlu Ali Efendi idam edildi.
Menemen’de askeri hastanede üremiden tedavisi yapıldığı sırada 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece yarısı vefat etti. Zehirlendiği de söylenir.
Cenazesi ailesine verilmeyerek Menemen’de defnedildi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1111
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: ESAD ERBİLİ

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim Es'ad Efendinin Kabri şerifi~Safa Camisi~Menemen

KADERE TESLİMİYET:

Aziz şehid Esad Efendi Menemen tırpanının harekete geçtiğini sezmiş gibidir.
Mâhut basının aleyhinde başlattığı yaygara üzerine oğlu Ali Efendi kendisine:
“Babacığım! Ben havayı beğenmiyorum. Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz ve sokağımız tarassut altında .. Bir tedbir alalım!… Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim. Biz de göz önünden silinelim.” diye yalvarınca, Şeyh Efendi mahzun bir tebessümle şöyle cevap veriyor: “Allah’ın takdiri neyse o olacaktır! Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir.”
İstanbul merkez vaizlerinden değerli âlim merhum Hacı Cemâl Öğüt Hoca Efendinin şu acı hatırası da hem bu meseleyi, hem Menemen’in iç yüzünü ortaya sermektedir:
“Bir gün eski dostu Emniyet genel müdürü Rıfat Bey, Cemâl Öğüt’ü Ankara’ya çağırır.
Hocaya: “Artık Esad Efendiyi ziyaret etme. Çünkü onu istemiyorlar. 70 bin müridi var diye korkuyorlar. “Bu adamın mutlaka ortadan kaldırılması lâzım” diyorlar. Ben: “Niçin?” diyorum, “Kabahati nedir?” diye soruyorum. Ve bu makamda kaldığım sürece de böyle bir işe âlet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vâli yapacaklar. Bu makama da bir adamlarını getirip bu işi halledecekler. Sakın sakın Esad Efendiyi ziyaret etme. Hatta birkaç ay evinden dışarı çıkma.”
Cemâl Hoca bu sıkı tenbihata rağmen Esad Efendiyi ziyaret eder.
Daha o, anlatıp anlatmama kararsızlığı içinde iken Esad Efendi büyük bir tevekkülle şu şiiri okur:


Esad unuttu Erbil’i, Kâbe’yi
Canımı Cânânıma vermişim artık..


ŞEMÂİL VE AHLÂKI.:

Esâd Efendi, uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, sürme gözlü, şişmana yakın cüsseli, esmer tenli, heybetli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zât idi.
Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zâtı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.
1925’te kendisini dergâhında ziyaret eden ve bir müddet burada kalan Danimarkalı yazar Carl Wett hatıralarında Esad Efendiyi şöyle anlatıyor: “Uzun beyaz sakalı, nurlu yüzü, tatlı ve yumuşak bakışlı siyah gözleriyle seksen yaşından çok daha genç gösteren Şeyh Efendi, bu haliyle insanda saygı uyandırıyordu.”
Es’âd Efendi, Muhammedî Meşrebde, isâr ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı.

Nitekim vefâtına yakın şunları söylemişti:
İntisâbımın ilk yıllarında gönlüme; Yâ Rabbi, huzuru ilâhiyene çıplak olarak geleyim. Şayân-ı kabul amelim varsa onları günahkar kullarına bağışlayayım.şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.


BİR İRFAN MEKTEBİ: KELÂMÎ DERGÂHI.

Esad Efendi’nin İstanbul’da Kelami Dergâhındaki halesi özellikle meşrutiyet sonrası alabildiğince parladı.
Toplumun her kesimini kuşatan bir mektep vazifesi gördü.
Carl Wett hatıralarında bu durumu şöyle anlatıyor: “Tarikat bütün sosyal tabakaları kucaklıyordu. Gelenlerin arasında yüksek idareciler ve zabitlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı.”
“Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir kardeşlik havası içinde diz dize oturmakta idiler.”
Bu cennet misâl irşad merkezi o zamanlar İstanbul’un tanınmış bir çok simâsının da her daim uğrağı olmuştur.
Bediüzzaman, Babanzâde Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahmud Muhtar Paşa, Mehmed Akif Bey gibi…
Merhume Münevver Ayaşlı Hanım: “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı eserinde Ahmed Naim Beyin alâkasına şöyle ışık tutar: “Bir de Naim Bey hakkında bildiğim, Menemen’de şehid edilen Şeyh Esad Efendi Hazretleri ile görüştükleri, kendisini sık sık ziyarete gittikleridir.”
Bediüzzaman Hazretlerinin de sık sık Esad Efendiyi ziyaret ettiğini görüyoruz.
Ayrı bir başlık altında bu konuyu inceleyeceğiz. Burada kısaca bir hatırayı nakledelim.
Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Abdurrahman Cerrahoğlu bey bir ziyaretinde Üstad’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Bundan kırk yıl kadar evvel Şeyh Esad Efendi kardeşim bana geldi: “Kardeşim Said, tuttuğun bu yolu tarikatla birlikte devam edersen zamanın imam veya reisi olursun” dedi.”
Cevaben dedim: “Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, iman âdet kabilinden sallantıda olacak. Biz-tarikat bir tarafa-hepimiz bugünden tezi yok imanî hüccetlerin gönüllerde yerleşmesi için birleşirsek, o zaman en faydalı, en lüzumlu vazifemizi yerine getirmiş oluruz.”
Devrin padişahı sultan Reşad’ın Esad Efendiye hususi bir sevgisi varmış. Kastamonu ulemâsından Mehmed Feyzi Efendi, hocası Ömer Aköz Hoca Efendiden naklen şöyle bir hatıra naklediyor:
“Bir gün kendilerine(Esad Efendi’ye) bir cübbe hediye etmişler. Gönderdiği şahsa “Cübbeyi giyerken ne dua ederse, onu yaz, getir!” diye emir buyurmuşlar. O duayı elbisesinin göğüs kısmının içine diktirmişler. ”

Esad Efendi kendisiyle mülakat yapan Carl Wett’e Dergâhın hizmet metodunu şöyle anlatmış:
“Bu tekkede bizim takip ettiğimiz yol Nakşibendi ve Kadirî Tarikatları olarak bilinen iki tarikatın arasında bir yoldur.
Ve bu dergâh Arabistanlı Şeyh Kelamî tarafından tesis olunduğundan bulunduğumuz yere Kelami Dergâhı adı verilmiştir.”
Carl Wett dergâhın insanı asude bir iklime götüren nuranî havası için şunları da yazmakta hatıralarında:
“Tekkede on üçüncü günümde Deniz Harp akademisinden emekli olmuş bir profesör ile görüştüm. Şeyh Efendiyi ziyarete gelmişti. Çok kibar ve insana güven telkin eden bir zâttı. Esasen tekkede herkes insanda bu hisleri uyandırıyordu. Burada kaldığım müddet içinde münakaşa ve en ufak bir sert konuşmaya rastlamadım. Bu hal, Şeyh Efendiye duyulan derin hürmet hissinden doğuyordu. Bu öyle derin bir saygı idi ki, onu huzurunda herkes alçak sesle konuşur, ayak parmaklarının ucuna basarak yürürdü.”


nOt:
Carl Wett KİMdir?.:
Hindistan’da tanıştığı bir imamın tavsiyesi ile İslam tasavvufunu araştırmaya karar veren Vett, 1925 baharında bu amaçla İstanbul’a gelir. İlim ve kültür dünyamızın en azından kulak aşinalığımızın olduğu bazı önemli isimleri ile tanışır, kimisiyle dostluk kurar. Türkçe çevirinin giriş bölümünde bu zevattan birkaçı hakkında kısaca bilgi de verilmiş. Tasavvuf alanındaki çalışmalarıyla bilinen, 1930 yılında Oxford’da toplanan Uluslararası VII. Felsefe Kongresi’nde Türkiye’yi temsil eden ve Esad Erbilî’nin bağlılarından Prof. Mehmet Ali Aynî ve Süleymaniye Medresesi Umumî Felsefe Tarihi müderrisi Ömer Ferid Kâm, Carl Vett’in görüştüğü ve kitabında zikrettiği isimlerden.

Carl Vett’in “dostum” diye hitap ettiği ve birçok konuda fikrine başvurduğu Gazi Mahmut Muhtar Paşa (ö.1935) ise Osmanlı devletinde ordu komutanlığı, nâzırlık, sefirlik gibi görevlerde bulunmuş büyük bir devlet adamıdır. Müridi olduğu Fatih türbedârlarından Ahmet Âmiş Efendi vefat edince Şeyh Esad Erbilî’ye intisap eder. Kitapta, kendisinin kaynaklarda geçen eserlerinden başka, oryantalist Gibb tarafından Londra’da İngilizce olarak basılmış “The Quranic Wisdom” adlı bir eserinin bulunduğu kaydedilir. Vett, “Dostum Mahmut Muhtar Paşa bir Batılıyı şaşırtabilir. O, Doğu ve Batı kültürlerine hakkıyla vâkıftı. Parlak kariyere sahip dostum, sosyal pozisyonunu yenip dervişler arasına katıldı” der ve ekler: “Fakat bu durum bir Doğuluya göre son derece tabîidir.” Bu Doğu-Batı karşılaştırması, Vett’in yoğunlaştığı noktalardan biridir ve I. Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz birkaç yılın geçmiş olduğu bir dönemde, dünya barışı için kafa yoran birinin kaçınamayacağı bir karşılaştırmadır diyebiliriz sanırım.
Carl Vett’i dergâhında kalmak üzere Esad Efendi’ye götüren de Mahmut Muhtar Paşa’dır. Danimarkalı araştırmacı bunun öncesinde muhtelif tarikat erbabını, Mevlevî ve Rufâî tekkelerini ziyaret etmiş, zikir törenlerine katılmış, birçok olağan dışı tecrübeye şahit olmuştur. Ama asıl gözlemlerini ve tasavvufî tecrübeyi bir şeyh efendi (Esad Erbilî) ve dervişleri ile kısa da olsa bir süre birlikte yaşayarak edinir. Zaman zaman namazlara ve zikir halkalarına katılır, Esad Erbilî Efendi ile sohbet eder, karşılıklı soru-cevaplarla hem birbirlerini hem de birbirlerinin şahsında Doğu ve Batı’yı tanımaya çalışırlar. Gerek şeyh efendi, gerek dervişler, gerekse bu yabancı misafir birbirinin iyi niyetinden emindir ve gayet şeffaftırlar. Hatta Müslüman olmamasına rağmen Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini kabul eden Vett, Esad Efendi tarafından Avrupa halifesi olarak tayin edilir.
Dinleri “bir amaç değil, bir araç” olarak düşünen Carl Vett, tâbi olacağı bir hak din değil, dinlerin insanları birleştirecek ve barışı sağlayacak ortak noktasını bulma derdindedir. Tabi, Kelamî Dergâhı ahalisi bunu tasvip etmese de İslam’a girmesi için baskı söz konusu olmaz. Dergâhta geçen on dört gün içerisinde özellikle toplu zikirler esnasında vecde kapılan dervişlerden, Kur’an-ı Kerim tilavet edilirken sözlerini anlamasa da hissettiği sükûnetten ve Şeyh Efendi ile sohbetlerinden bahseder.


“Kelamî Dergâhından Hatıralar”
Zeynep Yücel yazdı. Kitabının ana kısmı, Danimarkalı bir araştırmacı olan Carl Vett’in 1925 yılında İstanbul’daki Kelâmî Dergâhı’nda geçirdiği iki hafta boyunca aldığı notlardan oluşuyor. İlk olarak yazarı tarafından 1935’te Danimarka dilinde yayınlanmış. Sonra Almanca ve İngilizce’ye de çevrilmiş. Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’na ait elimizdeki Türkçe çevirisi ise özgün adı “Dervish Diary” (Los Angeles 1953) olan İngilizce baskısından, Muradiye Kültür Vakfı Yayınları tarafından Ankara’da 1993 yılında yayınlanmış. Eserin Türkçe’de farklı yayınevlerinden baskıları da mevcut.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ESAD ERBİLİ

Mesaj gönderen Gul »

ResimSafa Camisi

Eserleri

1. Kenzü’l-irfan (İstanbul 1317, 1327). İbadet ve ahlâka dair 1001 hadisin metin, tercüme ve şerhinden ibarettir. Eser daha sonra hadislerin kaynakları da gösterilerek yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1989).

2. Mektûbât (İstanbul 1338, 1343). Erbil’de sürgünde iken dostlarına ve müntesiplerine gönderdiği mektupları ihtiva eden eserin ilk basımında 147, ikinci basımında 154 mektup yer almaktadır. Eserin Hasan Kâmil Yılmaz ve İrfan Gündüz tarafından yapılan baskısına (İstanbul 1983) iki mektup daha ilâve edilmiştir.

3. Risâle-i Es’adîyye (İstanbul 1343). Tasavvuf ve tarikatın mahiyetini ve seyrü sülûk âdâbını anlatan otuz sayfalık bir risâledir. Müellif müridlerinin arzusu üzerine risâlenin sonuna kendi hal tercümesini de eklemiştir. Eser Latin harfleriyle de basılmıştır (İstanbul 1986).

4. Tevhid Risâlesi Tercümesi. Evhadüddîn-i Balyânî’ye


TDV İslâm Ansiklopedisi

Not: Resimdeki Cami Menemen'deki Safa Camisidir. Erbili Esad Efendinin Kabri caminin girişi sağ tarafta bulunmaktadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ESAD ERBİLİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim


TECELLAY-I CEMALİNDEN HABİBİM NEV-BAHAR ATEŞ!

Son devrin büyük meşayıhından Menemen şehidi M. Es'ad Erbili Hazretleri,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve's-sellem)'a duyduğu aşkın kavurucu ateşi içinde yanışını ne güzel ifade eder:


ResimTecellay-ı cemalinden habibim nev-bahar ateş!
Gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, hak ü har ateş!

(Habibim, senin güzelliğinin tecelli ederek ortaya çıkmasından (dolayı, sana aşık olan)
ilkbahar ateş, Gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, toprak ve diken ateş!..)


ResimŞua'-i afitabındır yakan bil-cümle uşşakı;
Dil ateş, sine ateş, hem dü çeşm-i eşk-bar ateş!

(bütün aşıkları yakan, (o mübarek yüzünün) güneş (gibi parlak) nurudur..
(Bu sebeple) gönül ateş, kalp ateş, (aşkınla) ağlayan (su) iki göz ateş!..)


ResimHayâl-i şem‘-i rûyinle acep mi yansa cân u dil?
Nigârım gel de gör kalbimde âteş, âh u zâr âteş!

“Güzel yüzünün hayal ve hasretiyle can ve gönül yanıp kavrulsa, bunda şaşılacak ne var?!
Habîbim gel de kalbimdeki, feryâdımdaki ateşi gör!”



ResimNe mümkün bunca ateşle şehid-i ışkı gasl etmek?
Cesed ateş, kefen ateş, hem ab-i hoş-güvar ateş

(Bu kadar ateşle aşk şehidini yıkamak mümkün mu?
Cesed ateş, kefen ateş, şehidi yıkayacak tatlı su dahi ateş!.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ESAD ERBİLİ

Mesaj gönderen Gul »

ResimBen el çektim safâ-yı hâtır u ârâm-ı cânımdan,
Safâ âteş, cefâ âteş, firâr âteş, karâr âteş!

“Ben gönlümün safâ bulup rahata kavuşması arzusundan vazgeçtim.
Zira safâ ateş, cefâ ateş, kaçmak ateş, kalmak ateş!”


ResimNe yapsam bu dil-i mahzûnu mesrûr eylemem şâhım,
Gam âteş, gam-güsâr âteş, temennâ-yı mesâr âteş!

“Sultânım! Ne yapsam bu mahzun gönlümü sevindiremem!
Zira dert ateş, dert ortağı ateş, hattâ sevinme arzusu bile ateş!”


ResimÜmîd-i âfiyet besler mi Es‘ad yârdan hâşâ!
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-izâr âteş.

“O gül yüzlü güzel Sevgili, gözlerinden aşk ateşi saçıp dururken
-hâşâ- Es‘ad hiç Yâr’inden kendisine rahatlık ve huzur vermesini ümid edebilir mi?!”
Resim
Cevapla

“İz Bırakanlar” sayfasına dön