Bİr Allah Dostu Mahmut Samİ RamazanoĞlu

Cevapla
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Bİr Allah Dostu Mahmut Samİ RamazanoĞlu

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Mahmut Sami Ramazanoğlu


1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Babası tarihte "Ramazanoğulları" diye bilinen aileden Müctebâ Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanım'dır. Sâmi Efendi'nin büyük ceddi Abdülhâdi Bey'in tesbit ettiği aile şeceresine göre, Ramazanoğulları'nın aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Hâlid b. Velid (r.a.) nesliyle münasebeti olduğu anlaşılmaktadır.
İlk, Orta ve lise tahsilini Adana'da tamamlayan Sami Efendi, yüksek tahsil için İstanbul'a geldi. Darü'l-fünun Mektebi'ne girdi. Hukuk Fakültesi'ni birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini yedek subay olarak yine İstanbul'da yaptı.
Zâhir ilimlerini devrin ulemâ ve müderrislerinden tamamlayan Sâmi Efendi için sıra mânevî ilimlere ve batın imârına gelmişti. Fıtrat-ı necibesinin şiddetli meyli sebebiyle tasavvuf yoluna süluk etti. Devrin meşhur Nakşi tekkesi Gümüşhaneli Dergâhı'nda hir müddet erbaîn ve riyâzatla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi'nin babası Rüşdü Efendi'nin delâletiyle Kelamî Dergâhı şeyhi ve Meclis-i meşâyih reisi Erbilli Es'ad Efendi'ye intisâb etti. Kısa zamanda kesb-i kemâlât eyleyip seyr-u sülukunu ikmâlden sonra hilâfetle irşada mezun kılındı. Bir müddet daha mürşidinin yanında kaldı ve bilâhare memleketi Adana'ya irşâda vazifeli olarak gönderildi.

Mahmud Sâmi Efendi, tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana'da bir yandan Cami-i Kebir'de vaaz ve hususî sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütürken bir yandan da maişetini temin için bir kereste ticarethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve
"Hiçhir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir" hadis-i şerifi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. Yazları, Adana'nın Namrun ve Kızıldağ Yaylası ile Kayseri'nin Talas'ında geçirirdi.
Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti.1951 yılında İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da kaldıktan sonra 1953 yılında hac mevsiminden önce hacca, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi'yle Şam'a geldi ve oraya yerleşti. Bilâhare ailesi, damadı ile birlikte yanına gitti. Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürdü.Tekrar İstanbul'a geldi. İstanbul'a bu gelişlerinde önce Bayezid-Laleli'ye, sonra da Erenköyü'ne yerleşti. İstanbul'da bulunduğu yıllarda Adana'daki gibi bir yandan Erenköy Zihnipaşa Camii'ndeki vaazları ve hususi sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütürken diğer yandan da Tahtakale'de bir ticarethanenin muhasebesini tedvirle maişetini temin etmekteydi.
Onun bu vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından; fakir-zengin, Okumuş-Okumamış, esnaf-işçi, memur-tüccar ve fabrikatör binlerce insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni blr nesil teşekkül etmiştir.Talebelerini manevi himaye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından korumaya çalışmıştır.
1979 yılında gönlündeki muhabbet-i Resulullah ateşi, onu, Medine'ye hicrete mecbur etti. Çünkü onun son arzusu Peygamber şehrinde Hakk'a varmaktı. Nitekim 1957 yılında yakınları kendilerine Eyüp Sultan'dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde: "Herkesi arzusuna bıraksalar biz, Cennetü'l-Baki'yi arzu ederiz" buyurmuşlardı. Cenab-ı Hak, sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul'da bulunduğu yıllarda mübtelâ olduğu hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Fakat en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hiçbir şikâyette bulunmamış, yüzünden tebessümü eksik olmamıştır.
Vefatı 10 Cemaziyelevvel 1404/12 Şubat 1984 Pazar günü vakî olmuş ve Cennetul-Baki'ye defnedilmiştir.



Sami Efendi'nin öne çıkan özelliği İslam hukuku ile Batı hukukunu çok iyi bilmesiydi. İstanbul Hukuk Fakültesini Birincilikle bitirmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca’yı çok iyi derecede bilirdi. O, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve "Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir" hadis-i şerifi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir.

''Bir insanın muttaki olduğu yaptığı nafile ibadetlerde değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlaşılır."
Ramazanoğlu Mahmud Sami (Kuddise Sirruh) (1892-1984)



SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ

• Gönenli Mehmed Efendi’nin Sami Efendinin bağlılarından Lütfi Eraslan’a söylediği sözler bu özel konumu aydınlatıcı mahiyette:

"Öyle bir zata sahipsiniz ki bütün kafirler bir araya gelse, gökyüzünden onu yere atsalar, yine ayakları üstüne düşer. Hiçbir kafir ona bir şey yapamaz. Zira Cenab-ı Hak tarafından teyid edilen bir vazifesi vardır… Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi başka ne söylense boştur."




• Esad Erbilli Hazretleri

"Yeryüzünde melek görmek isteyen Sami evladımızın yüzüne baksın. Sami evladımın edebine melekler gıpta ederler. Mahviyeti benden fazladır.''

Bediüzzaman Hazretleri de gençliğinde Esad Erbilli Hazretlerinden Kadiri dersi alırdı. Bir defasında Bediüzzaman gittikten sonra, Esad efendi “Bu genç, gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak. Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi” dedi.



• Abdülvehhab es-Selâhi (Şam’da Halbuni camii imam-hatibi, Nakşibendi meşayihinden)

“Şam ehlüllah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derin bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zât kadar Ebu Bekir es Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.”


• Muharrem Harrânî

Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söylüyordu: “Siz Mahmut Sami Efendi’yi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zâttır. Kadir ve kıymetini biliniz.”


• Seyyid Şefik Arvasi (Sultanahmed camii İmam hatiplerinden,Bediüzzaman’ın talebesi):

“Ben yüzlerce meşayih gördüm. Fakat bu zata karşı sevgim başka.”

• Konya’daki bir konferansı sonrası
Necip Fazıl:

“Sami Efendiyi tanırım.İki kere elini öpme şerefine erdim. Sami Efendi gökten inen taze yağmur gibidir,idrofilli pamuk gibidir, yaralara konur, tedavi edilir.”


Altınoluk dergisi yazarlarından
Taha Kılınç, iki Allah dostunun münasebetine bir örnekle farklı bir açı getirdi: "Rahmetli Bediüzzaman Hazretleri Sami Efendi ile pirdeş idi.

Merhum, doğudan gelen hemşerilerinin tasavvuf yoluna intisap etme arzularını izhar ettiklerinde, onlara adres olarak sadece Sami Efendi Hazretleri'ni gösterir ve eklerdi: 'İrşadla görevli kişi Sami Efendi'dir ona gidiniz, biz sadece iman hakikatlerini yazmak ve yaymakla memuruz'."

Allâh rahmet eylesin. Şefaatinden bizleri de hissedâr eylesin.
Ruhuna bir Fatiha-i şerife, üç ihlas-ı şerif okuyalım...


Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan O gül yüzlü melek, sırtını bir yere dayayarak bir lokma yemek yemediği gibi, vefatından sonra bacaklarını uzatmamış, cenazesi bu halde yıkanmış, kefenlenmiştir. Namazı Ravza'da kılınıp Cennetü'l-Baki'ye gelinceye kadar yine ayaklarını uzatmayan bu mübarek zat, kabre yerleştirenlerin şehadetiyle, ancak kabre konulurken ayaklarını uzatmışlardır.




Günlük Hayatı:

Kuran’a çok düşkün, anlayarak okunmasını tenbih ediyor, telkin ediyor. Değerlerine düşkün.. Çok iyi lisan bilmesine rağmen Latince ilaçlara bile "kırmızı hap, pembe şurup" diye kendi lisanınca anıyor.

Kendisi sünnet üzere günde iki öğünden fazla yemezdi.Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve birkaç lokma katıkla kifaf-ı nefs ederlerdi.


İnsana çok düşkün, kimse kapısından ağırlığınca ağırlanmadan gitmiyor.Torunu yaşındakilere bile hitap ederken isimlerinin sonuna “efendi” “bey” sıfatlarını ekleyerek konuşurdu.

Pek az yerler, pek az uyurlar, az konuşurlardı. Konuştukları zaman ya hikmet söylerler veya nasihat ederlerdi. Değilse sukûtu ihtiyar ederlerdi. Zaruret halinde pek kısa kelimelerle muhatabın seviyesine göre konuşurlardı, mühim olanları üç kez tekrar ederlerdi. Daima kıbleye karşı iki dizi üzerine otururlardı.

Geceleri muhakkak ihya ederlerdi. Evinde misafir kalanlar ve kendileriyle bir yolculuğa çıkanlar, gecenin hangi saatinde kalksalar onu ayakta bulurlardı. Seher vakitlerinde ibadete çok ehemmiyet verir, “Bir insan seher vakti kalkmazsa, seher vakti dışında bütün gün seccadeden başını kaldırmasa, yine o vaktin ecrine ulaşamaz” buyururlardı. Yine “Seher vakti öyle kıymetli bir vakittir ki, bir kıvılcım gelir, letaifleri parlatıverir” demişlerdi.



Edebi:

SAMİ EFENDİ’nin en önde vasfı ihlâsı ve mahviyetkârlığı. Dergâhta ihvanın hizmetini görürken hizmetine içinlik izi taşıyacak hiçbir fiil karıştırmıyor.

• Cide müftüsü Hacı Hüseyin Efendinin hastalığının şiddeti her geçen gün artar. Ve nihayet Müftü Efendi yatağından kalkamaz olur; Müftü Efendi'ye ben baksam ve âilesine telgraf çekilmese, der. Es'ad Efendi de bu teklifi memnûniyetle kabûl eder. Sami Efendi bundan sonra tam on sekiz ay Müftü Efendi'ye en güzel şekilde hizmet ederler. Görenler onun bu hizmetine imrenirler.
Müftü Efendi de yaşlı gözlerle: , "Allâhım! Bana ne ihsanda bulunmuşsan Sami Efendi’ye bağışlıyorum." yakarışında bulunur ve Es’ad Efendi’ye, "Sami Efendi evladımız bize hizmetle inş Hakkın rızasına erdi." diye müjde veriyor.


“Edeb bir tâc imiş nur-i hüdadan,

Giy ol tâcı emin ol her beladan.”
beytini okuyarak kendi yaşadığı edebi anlatırdı.


Tevazuu, tarife sığmazdı. Herkesi kendinden üstün görürdü. Herkesin horladığı, küçük ve hakir gördüğü miskinlerin ziyaretine gider, kendilerinden dua talebinde bulunurdu.


• Musa Topbaş beyefendi, şöyle anlatıyor:

“Vermek, vermek, gaye vermek. Kendilerine hediye edilen en kıymetli halı, seccade, tesbih, kalem, kumaş ve emsali en nadide paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek, en büyük zevklerinden birini teşkil ederdi. Hülasa güneşler gibi, ummanlar gibi sehavet merkezi idi.

Bir kişi kendilerine müracaat etsin de eli boş dönsün imkansızdı.”


Nefislerin Tehlikesinden Korunabilmek için şu tavsiyelerde bulunurdu: Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseder,

1• Açlık ve az yemek yiyerek oruca devam etmek.

2• Az uyuyarak, teheccüde devam etmek.

3• Huşu ibadete, manasını düşünerek Kur’an okumaya devan etmek.

4• Zikri daim içinde bulunmak.

5• Salih ve sadıklarla beraber olmak.

Sami Efendi Hazretleri, her nefesinin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üstüne abdest almaya büyük itina gösterirdi. Nitekim muhasebesini tuttuğu bir zatın tesbitine göre Efendi defterleri abdestli yazardı. Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur'ân okurdu. Az sonra ezan okununca bu sefer namaz için tekrar abdest alırlardı.


Mahmûd Sâmi Efendi hiç kimseye; "Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl, sakal bırak, sarık sar, cübbe ve şalvar giy." gibi emirler vermezdi. Dikkat çekecek, fitne uyandıracak hareketlerden kaçınırdı. "Bizim kapımız, hak kapısıdır. Nasîbi olan gelir. Hiç kimseyi zorlamayınız." derdi.

İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Kimseye kırılmaz, kimseden karşılık beklemezdi.Onlara örnek olmak suretiyle irşad etmeyi tercih ederlerdi.

Yakınlarından Ali Hüsrevoğlu diyor ki: “Sohbetleri kısa tutar ve sohbet edenleri de zaman zaman şu şekilde ikaz ederdi: “Bir insanın bir defada dinleme takati kırk beş dakika olarak tespit edilmiştir. Sözün bundan fazlasının faydası yoktur”


“İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Ama incinmemek elde değildir.”derlerdi.


Hiç kimseye; "Şunu niye yaptınız veya şunu niye yapmadınız." demez, yeme, içme ve giyinme husûsunda; "Şunu alın yiyelim, bunu alın içelim, şöyle olsun veya böyle olmasın." demezdi.

Kendisi ile bir konuda istişare edenlere:
- Büyükler şöyle yaparlarmış, veya biz sizin yerinizde olsak şöyle yaparız diyerekten emir vermekten kaçınırlardı.
Hayatı belli bir düzen, nizam ve intizam içerisinde idi. Nitekim Erenköy'deki evlerinden Tahtakale'deki iş yerine gidişlerinde vapur ve trene aynı saate biner, gişe memurlarını meşgul etmemek, yolcuları bekletmemek için bilet ve jeton paralarını devamlı surette bozuk olarak verirlerdi.



Rüya ve kerametlere ehemmiyet vermezler ve “En büyük keramet Cenab-ı Hakkı görürcesine ubudiyet vazifemizi kemaliyle ifa edebilmektir” derlerdi.

Bizim çocukluğumuzda Adana’da biz bir bukalemun yakaladık, getirdik, kaçmasın diye onu bir fesin altına kapattık. Fes kırmızı idi. Açtığımız zaman baktık ki, bukalemun da kıpkırmızı olmuş. Bir müddet sonra eski rengine dönmüş. Sonra siyah bir kadın çarşafı ile örttük. Açtığımız zaman da simsiyah bir renge girmişti. Sonra da eski rengine dönmüştü. Bukalemun hangi rengin yanında olursa o renge girdi.

İşte kalp de böyledir.Yanındakilerden renk alma kabiliyeti vardır. Huzurlunun yanında huzur alır, gafilin yanında gaflet alır.


SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ:

• Ali Yakup Cenkçiler Hoca efendi:

“Takva babında bütün evsafıyla selef-i salihinin zahid ve abidlerini andıran bu zatın kemalat-ı maneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçiz bir abd-i acizin kârı değildir.”


• Mahir İz (v.1974)

“O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahiden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik.

• Ali Yekta Efendi (Esad Erbili'nin halifelerinden):

"Evliyâullah'ın tasarrufları ya kavlen ya da hal ile olur. Sâmi Efendi'nin tarassufu hal iledir. Kelâmi dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulemâ ve fuzalâ vardı. Fakat Sâmi Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hâl sâhibi idi."

Ali Yektâ Efendi, müftülüğünün yanısıra Kelâmî dergâhında seyr u sülûkunu Es'ad Efendi'den tamamlayarak hilâfet icâzetnâmesi almış bir zattır. O, bu icâzetnâmesini ömrü boyunca saklamış ve bir gün tesâdüfen o icâzetnâmeye muttali olan yakınlarına "Onu sakın kimseye söylemeyin. O vazifenin ehli ve salâhiyetlisi Sâmi Efendi'dir." Demişti
.

• Süleyman Hilmi Tunahan:

Süleyman Efendi kendisini ziyarete gelen Sami efendi’yi gülümseyerek karşılar ve “Şeyh baba hoş geldin. Ben senin ziyaretine gelemedim ama”dermiş.


• Mahmud Ustaosmanoğlu Efendinin Şeyhi Ahiskalı Ali Haydar Efendi:

Sami Efendinin kendisini mükerrer ziyaretlerinin birinde oradakilere şöyle demişler: “Bu zatın bizi sekizinci ziyaretidir. Biz henüz bir defa bile gidemedik. İşte Allah için ziyaret budur, kemalat da budur"
• Abdülvahid Mutkan Bey anlattı:

“Sami Efendi Hazretleri benim tespit ettiğime göre Üstad Bediüzzaman Said Nursi'yi birkaç kez ziyaret etmiş. Birisinde Draman’da, birisinde zannedersem Akşehir palas otelinde...

Orada Üstadımız daha önceden ağabeylere tembihte bulunuyor ki: “Hocaefendi geldiğinde elini öpün” diye”


• Lütfi Eraslan anlatıyor;

“Yunak müftüsü Süleyman efendi bir gün M. Sami Üstadımıza sormuş: “Efendim, Said Nursi hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti?


Mahmud Sami Üstadımız cevaben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihata ederse,sair korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.”


• Sâdık Dânâ hazretleri:

“Muhterem üstaz hazretlerinin hiçbir fert ile çekiştiklerini; münakaşa ettiklerini, gıybetini yaptıklarını gören, işiten yoktu. O büyük Allah vesilesinin her an kader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiçbir kimse hakkında su-i zanda bulunmazlardı.

Sevenlerini katiyyen ümitsizliğe düşürmezdi. Huzur-ı âlîlerine gelenler (her ne kadar ihmalci ve hatalı halleri var ise de) büyük bir huzur ve ümit içinde yanlarından ayrılırlardı. Sükût ve edeb ehlini çok severler, yanlarından yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Hülasa o, asırların yetiştirdiği ististani bir şahsiyetti.”


Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyâlar saçan gözlerinin isabet ettiği vücûd, tir tir titrerdi. Hatta O' nun nazarlarından müteessir olup cezbeyle düşüp bayılanlar bile olurdu.

Sohbetlerinde sıkça az yemenin faziletinden çok yemenin zararlarından bahseder bunu âyet, hadis ve hikmetli sözlerle anlatırdı.İhvanla birlikte yenildiğinde "ihvanla yenilende bereket vardır ve bundan suâl olunmayacaktır" buyurarak fazlaca yenilmesine müsâade, hatta teşvik ederlerdi.


En ciddi insanların, en otoriter simaların bile bir zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında böyle bir zaaf ve hafiflik hiçbir zaman görülmemiştir. İstikamet ve edebi her yerde ve her an muhafaza edebilmek keskin kılıcın üzerinde yürümeye benzer. Bu ancak kemâl ehli, tevfik-ı ilâhiye mazhar kimselerin kârıdır.

Allah Rasûlü (s.a.) Efendimiz'in "Emrolunduğun gibi istikamet üzre ol!" (Hûd, 112) ayeti beni ihtiyarlattı" buyurması, bu işin güçlüğüne en güzel delildir.


Şöhretten ve aşırı hürmetten çok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale'de çalıştığı yıllarda önceleri öğle ve ikindi namazlarında Rüstempaşa ve Marpuççular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini tanıyanların aşırı tâzim ve hürmeti onu rahatsız etmiş, bilâhare bu namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır. Yalnız, ihvâna;


- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.


Kanser olan Gürses'e ilginç müjde

Merhum Reisülkurra Abdurrahman Gürses, Sami Efendi'nin hayatında müstesna bir yere sahipti. 1970'li yıllarda prostat kanseriyle doktorlar hayatından ümit keser gibi olduğunda, hastanede ziyaret eden Sami Efendi, manevî bir işaretle yeniden sağlığına kavuşup uzun yıllar Kur'an–ı Kerim'e hizmet edeceği müjdesini verdi.

Sami Efendi hafızdı ve Kur'an–ı Kerim'e aşk derecesinde bağlıydı. Hamele–i Kur'an'a çok saygılıydı. Kur'an–ı Kerim dinlemeyi severdi. Huzurlarında bir hafızın Kur'an okuması gerektiğinde onu yanına çağırır, mutlaka yüksek bir yere oturturdu. Kur'an'ı en iyi anlama yolunun onu yaşamaktan geçtiğini sık sık ifade ederdi.


Sami Efendi, İslam hukukuna ve fıkhî malumata vâkıf olmasına rağmen fetva istemek üzere kendisine gelenleri İstanbul müftüsüne havale ederdi. Meseleyi ehline havale etmenin ve akademik ihtisasa hürmetin önemini bu hareketiyle gösteriyordu. Madde ve mânâ dengesine dikkat eder ve zahirin desteklemediği batına önem atfetmezdi.


Nakşibendiyye’de “Silsile-i Âliye”nin otuz üçüncüsüdür. Sahibü’z-Zaman’dır. Muttakiler imamı, veliler başbuğu, arifler sultanı, bâb-ı Ebâ Bekirü’s-Sıddîk (r.a.)’ın son dönem postnişinlerindendir. Zü’l-cenaheyndir. Haya, edeb, takva, vera’, hikmet, irfan, nezaket timsâlidir.

Cenâb-ı Hak Teala’nın ümmet-i Muhammed’e asrımızda bahşettiği Hak dostu, Hak rahmeti ve Hak nurudur. Gününün yirmi dört saatini Rasûlullah Hazretlerinin (s.a.v.) “Sünnet-i Seniyye”lerine ve “Her biri birer hidayet yıldızı” olan Ashâb-ı Kiram (r.anhüm) hazeratına uyduran ahlak-ı hamide sahibi bir veli-yi âli-i kadir’dir. Yetmiş yılı aşan irşad dönemlerinde ümmet-i Muhammed’den binlerce kimse kendilerinden, sohbet ve telifatlarından feyz almışlardır.


Sade, mütevazı ve muntazam bir hayatları vardı. Ahlakları, dillerinden düşürmedikleri Sahabe (r. anhüm)’nin ahlakına benzerdi. Emanete riayet ederler ve verdikleri söze titizlikle sadakat gösterirlerdi.

Bu uzun ve mübarek ömrü Hakk Teala’nın emrinde ve taatinde geçirmişlerdi. Allah u Teala’nın zikriyle, fikriyle ve şükrüyle dopdoluydular. Öyle ki en çetin ızdırapları çektikleri günlerde bile zikir, fikir ve şükürden bir lahza ayrılmamışlardır.



ESERLERİ1. Hazreti İbrahim (AS)2. Hazreti Yusuf (AS)3. Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri4. Bedir Gazvesi ve Enfal S.5. Uhud Gazvesi6. Tebük Gazvesi7. Hazreti Ebu Bekir (RA)8. Hazreti Ömer (RA)9. Hazreti Osman (RA)10. Hazreti Ali (RA)11. Hazreti Halid İbni Velid (RA)12. Ashab-ı Kiram (RA) (1-2)13. Musâhabe ( 1-6)14. Mükerrem İnsan15. Fatiha Suresi Tefsiri16. Bakara Suresi Tefsiri17. Dualar ve Zikirler.Kaynak: Son devrin kutup yıldızları-Yener Dönmez



Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Allah razı olsun. Mekanı cennet olsun. Bizlere de şefaat eyler inşallah.
Cevapla

“İz Bırakanlar” sayfasına dön