YAMAN DEDE YANANDEDE
İslâm dini, öyle geniş bir coğrafyada, öyle geniş bir alana yayılmıştır ki, tarihin değişik dönemlerinde Arabı, Türkü, İranlısı, Afrikalısı, Hindusu, Pakistanlısı, Rumu, Ermenisi, Gürcüsü... can u gönülden müslüman olmuştur. Dinimizin ilâhî nefhası bu insanların iliklerine kadar işlemiş, eridikleri o manevi potada bir daha ayrılmamacasına kaynaşıp yekvücut olmuşlardır.
Bütün bu milletlerden ve isimlerini sayamadığımız daha başka milletlerden nice aşık ve yiğit müslüman çıkmıştır. Allah, Peygamber, Kuran ve İslâm aşkıyla yanıp tutuşan, ağlayan, kendilerini duygularının seline bırakıp, hislerini gözyaşlarıyla şiir kalıbına dökerek terennüm eden bu samimi, sadık müslümanları tanımaya, duygularını anlamaya çalışmak bile hayli çaba gerektirir.
Asıl adı olan Mehmet Kadir Keçeoğlu olarak değil, Yaman Dede lakabıyla meşhur olmuş böyle bir Peygamber aşığından söz etmek istiyoruz.
Ünlü şair Yahya Kemal onu bir beytinde şöyle tanıtır:
Yüz sürdü hâk-i pâyine çok Müslüman dede
Mollâ-yı Rûm görmedi senden Yaman Dede.
Yani, nice müslüman dede Allah Rasulünün ayağının tozuna yüz sürdü ama Anadolu alimleri senden yaman dede görmedi.
Üstad, 1887 yılında Kayserinin Talas nahiyesinde dünyaya gelmiştir. Aslen Ermenidir. İlk tahsilini Kayseride yapmıştır. 1900 yılında Kastamonu İdadisine (Ortaokuluna) kaydolmuş, bu okulda bütün derslere ilgi duymakla beraber bilhassa Türkçe, Arapça ve Farsçaya karşı kabiliyetiyle öne çıkmıştır.
O devirde gayri müslim talebe din derslerinde sınıfı terk ederlerdi. Halbuki üstad sınıfta kalır, can kulağı ile dinler, derste geçen ayet-i kerimeleri hafızasına nakşederdi. Bu arada Arapça dersinde ve bazı mısralarda misal olarak zikredilen ayetler, üstadın İslâmiyete olan sevgisini kuvvetlendiriyor, kalbini nurlandırıyordu. Bir süre sonra müslüman öğrenciler bile onun ilminden istifade etmeye başlamıştı.
YAMAN DEDE YANAN DEDE
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
YAMAN DEDE YANAN DEDE
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
MEVLANA İLE AÇILAN KAPI
MEVLANA İLE AÇILAN KAPI
Üstadın hayatında Mevlânanın da büyük etkisi vardır. Daha mektep sıralarında iken Mevlânaya sonsuz bir aşkla bağlanmış, bir çok mecliste Mesnevî beyitlerini gözyaşları içinde okuduğu görülmüştür.
13 yaşında Müslüman olmuş fakat bunu uzun seneler gizlemek zorunda kalmıştı. Bu hususu bizzat kendisi şöyle anlatmaktadır:
Mevlânanın Mesnevîsini okuduktan sonra İslâmiyete karşı muhabbetim arttı. Ailemden gizli olarak bütün vaktimi İslâmî eserleri tetkik ile geçirmeğe başladım. Kiliseye gidiyor, hiçbir dua etmeden dışarıya çıkıyordum.
Onun bu davranışları müslüman öğrenci arkadaşlarının ve hocalarının gözünden kaçmıyordu. Hatta ilk ismi olan Diyamandiyi biraz değiştirerek ona artık Yamandi Molla demeye başlamışlardı.
Kastamonu İdadisini birincilikle bitirdikten sonra yine aynı yerde Nasrullah Medresesi müderrisi Hacı Mümin Efendiden altı ay kadar özel ders almıştır.
Peşinden yüksek öğrenimini tamamlamak için İstanbula gelmiş ve Hukuk Fakültesine kaydolmuştur.
Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Kassam Müşaviri merhum Tevfik Molladan fıkıh dersleri almış, ayrıca Damad Şerhinden faydalanmıştır. Bütün bu gayretler hidayet nurunun gönlüne akmasına, İslâmiyette devamlı merhaleler kat etmesine, bu merhalelerin birinde kendinden geçip yeni bir alemde doğmasına vesile teşkil etmiştir.
Bu arada Mesnevîyi de okuyup bitirmiştir. 1941 yılı temmuz ve ağustos aylarında Tokat, Konya ve Kayseri'de, 1942 senesinin aralık ayında ise Üsküdarda Mevlâna hakkında konferanslar vermiştir.
Üstadın hayatında Mevlânanın da büyük etkisi vardır. Daha mektep sıralarında iken Mevlânaya sonsuz bir aşkla bağlanmış, bir çok mecliste Mesnevî beyitlerini gözyaşları içinde okuduğu görülmüştür.
13 yaşında Müslüman olmuş fakat bunu uzun seneler gizlemek zorunda kalmıştı. Bu hususu bizzat kendisi şöyle anlatmaktadır:
Mevlânanın Mesnevîsini okuduktan sonra İslâmiyete karşı muhabbetim arttı. Ailemden gizli olarak bütün vaktimi İslâmî eserleri tetkik ile geçirmeğe başladım. Kiliseye gidiyor, hiçbir dua etmeden dışarıya çıkıyordum.
Onun bu davranışları müslüman öğrenci arkadaşlarının ve hocalarının gözünden kaçmıyordu. Hatta ilk ismi olan Diyamandiyi biraz değiştirerek ona artık Yamandi Molla demeye başlamışlardı.
Kastamonu İdadisini birincilikle bitirdikten sonra yine aynı yerde Nasrullah Medresesi müderrisi Hacı Mümin Efendiden altı ay kadar özel ders almıştır.
Peşinden yüksek öğrenimini tamamlamak için İstanbula gelmiş ve Hukuk Fakültesine kaydolmuştur.
Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Kassam Müşaviri merhum Tevfik Molladan fıkıh dersleri almış, ayrıca Damad Şerhinden faydalanmıştır. Bütün bu gayretler hidayet nurunun gönlüne akmasına, İslâmiyette devamlı merhaleler kat etmesine, bu merhalelerin birinde kendinden geçip yeni bir alemde doğmasına vesile teşkil etmiştir.
Bu arada Mesnevîyi de okuyup bitirmiştir. 1941 yılı temmuz ve ağustos aylarında Tokat, Konya ve Kayseri'de, 1942 senesinin aralık ayında ise Üsküdarda Mevlâna hakkında konferanslar vermiştir.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
'KEŞKE SİZİN ÇOCUĞUNUZ OLSAK!'
'KEŞKE SİZİN ÇOCUĞUNUZ OLSAK!'
Bu sıralarda ismini henüz değiştirmemiş ve müslümanlığını da ilan etmemişti. Gizli ibadet etmek ona çok zor geliyordu. Özellikle Ramazanda sabah kahvaltılarından kaçınmak, akşam yemeğini tam iftara denk getirmeye çalışmak güç ve azap verici bir işti. Hatta bazen camiye gittiğinde kendisini tanıyan bir arkadaşını görse hemen dışarıya çıkıyordu. İşte bundan kurtulmak ve artık serbestçe ibadet edebilmek için 1942 senesinde ismini değiştirdi. Çünkü müslümanca ibadet yapabilmesine izin vermeleri şartıyla ailesinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeyi önermiş fakat reddedilmişti. Bu anlaşmazlık üzerine bir sabah erken saatlerde evinden ve çok sevdiği kızından ayrılmak zorunda kalmıştır. Ardından bir çile devresidir başlamıştı. Aynı yıllarda Kadıköy Vakıflar İdaresi'nin avukatlığını yapmıştır.
Kalbindeki ilâhî muhabbet ateşi gün geçtikçe büyüyen Yaman Dede, Yunus gibi her yaratılanı Yaradandan ötürü seviyor, etrafındaki herkes bu sevginin yansımalarından nasibini alıyordu. Öyle ki, Saint Benoit Fransız Kız Okulunda Türkçe öğretmenliği yaptığı yıllarda bir öğrencisinin gözyaşları içinde hocam, keşke sizin çocuğunuz olsaydık diyebiliyordu.
Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesine Edebiyat Hocası olarak nakledildiğini Saint Benoitdaki talebelerine haber verdiği zaman, bütün sıralardan, üstadın ölüm haberini almışçasına bir çığlık kopmuş, öğrenciler ayağa kalkarak hep birlikte: Hocam biz sizden ayrılmak istemiyoruz. Siz bambaşka bir insandınız. Ah hocam, bizi kurban verdiniz! diye haykırmışlardı.
Daha sonraları İstanbul İmam Hatip Okulu Farsça Öğretmenliğine, oradan da 1960 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Farsça hocalığına tayin olmuştur. Fakat manen dinç olsa da bedenen ihtiyarlamış olan bu Hak ve Peygamber aşığı zat rahatsızlanmış ve geride ikinci eşi ile ilk evliliğinden olma çok sevdiği gayri müslim kızını ve bir de ölümü ile büyük elem ve ızdıraba boğduğu çok sayıda öğrencisini bırakarak, 3 Mayıs 1962 tarihinde 75 yaşında Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Öğrencisi olma bahtiyarlığına erenler, onun nice dikenli yollardan geçerek ilâhî aşkın son mertebesine ulaşmış gerçek bir mümin olduğunu anlatırlar. Ve tabii yapmacık hareketlerden nasıl kaçındığını, karşısına gelen kimsenin rütbesine bakmadığını, küçük bir çocuğu bile büyük bir insanmış gibi saydığını, bilirim iddiasında bulunmaktan uzak durup daima tevazu gösterdiğini özellikle belirtirler.
Bu sıralarda ismini henüz değiştirmemiş ve müslümanlığını da ilan etmemişti. Gizli ibadet etmek ona çok zor geliyordu. Özellikle Ramazanda sabah kahvaltılarından kaçınmak, akşam yemeğini tam iftara denk getirmeye çalışmak güç ve azap verici bir işti. Hatta bazen camiye gittiğinde kendisini tanıyan bir arkadaşını görse hemen dışarıya çıkıyordu. İşte bundan kurtulmak ve artık serbestçe ibadet edebilmek için 1942 senesinde ismini değiştirdi. Çünkü müslümanca ibadet yapabilmesine izin vermeleri şartıyla ailesinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeyi önermiş fakat reddedilmişti. Bu anlaşmazlık üzerine bir sabah erken saatlerde evinden ve çok sevdiği kızından ayrılmak zorunda kalmıştır. Ardından bir çile devresidir başlamıştı. Aynı yıllarda Kadıköy Vakıflar İdaresi'nin avukatlığını yapmıştır.
Kalbindeki ilâhî muhabbet ateşi gün geçtikçe büyüyen Yaman Dede, Yunus gibi her yaratılanı Yaradandan ötürü seviyor, etrafındaki herkes bu sevginin yansımalarından nasibini alıyordu. Öyle ki, Saint Benoit Fransız Kız Okulunda Türkçe öğretmenliği yaptığı yıllarda bir öğrencisinin gözyaşları içinde hocam, keşke sizin çocuğunuz olsaydık diyebiliyordu.
Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesine Edebiyat Hocası olarak nakledildiğini Saint Benoitdaki talebelerine haber verdiği zaman, bütün sıralardan, üstadın ölüm haberini almışçasına bir çığlık kopmuş, öğrenciler ayağa kalkarak hep birlikte: Hocam biz sizden ayrılmak istemiyoruz. Siz bambaşka bir insandınız. Ah hocam, bizi kurban verdiniz! diye haykırmışlardı.
Daha sonraları İstanbul İmam Hatip Okulu Farsça Öğretmenliğine, oradan da 1960 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Farsça hocalığına tayin olmuştur. Fakat manen dinç olsa da bedenen ihtiyarlamış olan bu Hak ve Peygamber aşığı zat rahatsızlanmış ve geride ikinci eşi ile ilk evliliğinden olma çok sevdiği gayri müslim kızını ve bir de ölümü ile büyük elem ve ızdıraba boğduğu çok sayıda öğrencisini bırakarak, 3 Mayıs 1962 tarihinde 75 yaşında Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Öğrencisi olma bahtiyarlığına erenler, onun nice dikenli yollardan geçerek ilâhî aşkın son mertebesine ulaşmış gerçek bir mümin olduğunu anlatırlar. Ve tabii yapmacık hareketlerden nasıl kaçındığını, karşısına gelen kimsenin rütbesine bakmadığını, küçük bir çocuğu bile büyük bir insanmış gibi saydığını, bilirim iddiasında bulunmaktan uzak durup daima tevazu gösterdiğini özellikle belirtirler.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
İLAHİ AŞKIN KALEMİ
Yaman Dede sitayişle anlatılan birçok özelliğinin yanı sıra, ilâhî kaynaktan aldığı feyze bağlı kuvvetli bir kaleme de sahipti. Bu, şiirde olduğu kadar düz yazıda da sezilir. İşte Medet başlıklı yazısından bir örnek:
İşte göz yaşlarıma ruhsat verdin, kapını açmayacak olsan, senden bu ruhsat gelmezdi. Her katre senden gelen bir müjdedir. Bu gözleri, bu kalbi al. Başka bir çift göz, başka bir kalb ver. Ta ki nefesinin hararetini sezip de göremediğim Cananın müşahedesine erebileyim. Bana öyle bir kulak ver ki Elest Bezmi'nde beni mest eden o tatlı sesi yeniden işitmek nasib olsun.
Keçeoğlu, birçok dini ve edebi dergide yayınlanan yazılarında, kendisine Kayseri Mevlevi Şeyhi Remzi Dede tarafından verilen Yaman Dede müstear ismi ni kullanmayı tercih etmiştir. Ancak tanıdıkları onun Allah ve Peygamber aşkıyla yanışına telmihle bu ismi küçük bir harf oyunuyla Yanan Dede şeklinde telaffuz ederlermiş.
Bir sonraki sayfada sizlere Dedenin ne Yaman bir Yanan dede olduğunu ayan-beyan gösteren, hemen hepimizin neredeyse ezbere bildiğini zannettiğim, bilmiyorsa da ezberlemesi gerektiğine inandığım bir naatını takdim ediyoruz.
Şiir anlatılmaz hissedilir derler. Doğrudur. Bu naatta ifade edilen duyguları bütünüyle bütün zerrelerinizle hissedeceğinize eminim. Ancak, dilinden soğutulmuş, dilin o güzelim inceliklerine yabancılaştırılmış ve Türkçe zevkinden mahrum bırakılmış kayıp neslin çocuklarının anlama güçlüğü çekeceğini varsaydığımız kelimelerin anlamlarına işaret etmeye çalıştık.
Şiiri okurken her kelimesini anlamasanız da, akıp gidişi belli belirsiz bir ırmak kenarında, ulu bir çınar ya da mütevazi bir söğüt gölgesinde, Rabbinizle ve namütenahi nimetleriyle başbaşa bir ikindi serinliğinin huzurunu tadacağınızı biliyorum. Bir müddet geçince, o serinliğin yerini, içinizi önce ılıtan, sonra ısıtan ve en sonunda yakıp kavuran bir ateş ve aşk harmanının alması dileğiyle...
Öyle bir âlemdeyim ki, gam nedir kasvet nedir?
Mestü bitâb tüvânım, çektiğim firkat değil
Bir serencâm-ı hazînim ki serâpâ hasretim,
Bilmedim gönlümde bir dem, yâr ile sohbet nedir?
Yaman Dede sitayişle anlatılan birçok özelliğinin yanı sıra, ilâhî kaynaktan aldığı feyze bağlı kuvvetli bir kaleme de sahipti. Bu, şiirde olduğu kadar düz yazıda da sezilir. İşte Medet başlıklı yazısından bir örnek:
İşte göz yaşlarıma ruhsat verdin, kapını açmayacak olsan, senden bu ruhsat gelmezdi. Her katre senden gelen bir müjdedir. Bu gözleri, bu kalbi al. Başka bir çift göz, başka bir kalb ver. Ta ki nefesinin hararetini sezip de göremediğim Cananın müşahedesine erebileyim. Bana öyle bir kulak ver ki Elest Bezmi'nde beni mest eden o tatlı sesi yeniden işitmek nasib olsun.
Keçeoğlu, birçok dini ve edebi dergide yayınlanan yazılarında, kendisine Kayseri Mevlevi Şeyhi Remzi Dede tarafından verilen Yaman Dede müstear ismi ni kullanmayı tercih etmiştir. Ancak tanıdıkları onun Allah ve Peygamber aşkıyla yanışına telmihle bu ismi küçük bir harf oyunuyla Yanan Dede şeklinde telaffuz ederlermiş.
Bir sonraki sayfada sizlere Dedenin ne Yaman bir Yanan dede olduğunu ayan-beyan gösteren, hemen hepimizin neredeyse ezbere bildiğini zannettiğim, bilmiyorsa da ezberlemesi gerektiğine inandığım bir naatını takdim ediyoruz.
Şiir anlatılmaz hissedilir derler. Doğrudur. Bu naatta ifade edilen duyguları bütünüyle bütün zerrelerinizle hissedeceğinize eminim. Ancak, dilinden soğutulmuş, dilin o güzelim inceliklerine yabancılaştırılmış ve Türkçe zevkinden mahrum bırakılmış kayıp neslin çocuklarının anlama güçlüğü çekeceğini varsaydığımız kelimelerin anlamlarına işaret etmeye çalıştık.
Şiiri okurken her kelimesini anlamasanız da, akıp gidişi belli belirsiz bir ırmak kenarında, ulu bir çınar ya da mütevazi bir söğüt gölgesinde, Rabbinizle ve namütenahi nimetleriyle başbaşa bir ikindi serinliğinin huzurunu tadacağınızı biliyorum. Bir müddet geçince, o serinliğin yerini, içinizi önce ılıtan, sonra ısıtan ve en sonunda yakıp kavuran bir ateş ve aşk harmanının alması dileğiyle...
Öyle bir âlemdeyim ki, gam nedir kasvet nedir?
Mestü bitâb tüvânım, çektiğim firkat değil
Bir serencâm-ı hazînim ki serâpâ hasretim,
Bilmedim gönlümde bir dem, yâr ile sohbet nedir?
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
Gönül hûn oldu şevkinden boyandımyâ Resûlallâh
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Resûlallâh
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Resûlallâh
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Gül açmaz, çağlayan akmaz, İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Erir cânlar o gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından
Güneş titrer, yanar dîdârının, bak, ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Susuz kalsam, yanan çöllerde cân versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandımyâ Resûlallâh
Ne devletdir yumup aşkınla göz, râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Boynu büktüm, perîşânım, bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu âteşden döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîri
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Dahilek:...........Sana sığındım
Hûn:................Hor ve zelil olmak
Şevk:..............Arzu
Nîrân:..............Nurlar, ateşler
Bezm:.............Sohbet meclisi
Figân:..............Bağırıp, çağırma
Cemâl:...... .....Güzellik, yüz güzelliği
Ferah-nâk:.......Neşeli, sevinçli
Muazzam:........Büyük
Sehâ:..............Cömertlik
Reh (râh):....... Yol
Reh-nümâ:.......Yol gösteren
Habîb-i Kibriyâ: Hz. Peygamberimizin özel sıfatlarından
Felek:..............Gök, devir
Manzûr:............Bakış
Firâk:...............Ayrılık
Visâl: ..............Kavuşma
Mestûr:.............Örtü
Bûy:.................Koku
Revân:..............Giden
Dîdâr:...............Görünme, yüz
İhtirâs: ............Arzu
Müntehâ:...........Sona erme
Messeylesem:....Dokunsam
Haremgâh:........Kişinin kendisine özel, herkesin giremedigi yer
Âsân:................Kolay
Leb:.................. Dudak
Pây:..................Ayak, takat, iz
Tezkîr:..............Hatırlamak
Taltîf:................İltifat, değer
Kıtmîr:..............Ashâb-ı Kehfin köpeğinin adı
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Resûlallâh
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Resûlallâh
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Gül açmaz, çağlayan akmaz, İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Erir cânlar o gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından
Güneş titrer, yanar dîdârının, bak, ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Susuz kalsam, yanan çöllerde cân versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandımyâ Resûlallâh
Ne devletdir yumup aşkınla göz, râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Boynu büktüm, perîşânım, bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu âteşden döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle Kıtmîri
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Resûlallâh
Dahilek:...........Sana sığındım
Hûn:................Hor ve zelil olmak
Şevk:..............Arzu
Nîrân:..............Nurlar, ateşler
Bezm:.............Sohbet meclisi
Figân:..............Bağırıp, çağırma
Cemâl:...... .....Güzellik, yüz güzelliği
Ferah-nâk:.......Neşeli, sevinçli
Muazzam:........Büyük
Sehâ:..............Cömertlik
Reh (râh):....... Yol
Reh-nümâ:.......Yol gösteren
Habîb-i Kibriyâ: Hz. Peygamberimizin özel sıfatlarından
Felek:..............Gök, devir
Manzûr:............Bakış
Firâk:...............Ayrılık
Visâl: ..............Kavuşma
Mestûr:.............Örtü
Bûy:.................Koku
Revân:..............Giden
Dîdâr:...............Görünme, yüz
İhtirâs: ............Arzu
Müntehâ:...........Sona erme
Messeylesem:....Dokunsam
Haremgâh:........Kişinin kendisine özel, herkesin giremedigi yer
Âsân:................Kolay
Leb:.................. Dudak
Pây:..................Ayak, takat, iz
Tezkîr:..............Hatırlamak
Taltîf:................İltifat, değer
Kıtmîr:..............Ashâb-ı Kehfin köpeğinin adı
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12887
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
- zahidzenderun
- Özel Üye
- Mesajlar: 1026
- Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasulallah
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah
Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen
Bulunmaz bir sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen
Habib-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafasın Sen,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulsssssallah...
Yukarıdaki dörtlüklerin bir tekke veya bir divan şairine ait olduğunu düşündünüz değil mi?
Ben de yıllar yılı bu mısraların Osmanlı döneminde yaşamış mutasavvıf bir şaire ait olduğunu düşünmüştüm. Şiirin altında yer alan Yaman Dede imzası, bu düşünceyi pekiştiren en büyük saikti.
Fakat bu samimi ifadelerin, Kayseri Rumlarından iplik Tüccarı Yuvan oğlu Afuraniden doğma Dyamandiye ait olduğunu yıllar sonra bir dergide okuyacak, onun Hz. Muhammede (sas) olan büyük sevgisine, Mevlâna sevgisinin vesile olduğunu öğrenecektim.
1877 yılında Kayserinin Talas ilçesinde dünyaya gelen Dyamandi daha çocukluk döneminde İslama ait güzelliklere ilgi duyar. Bir gayrimüslim olsa da hocalarından rica eder, din derslerinde sınıftan çıkmayıp İslâma ait güzellikleri gönül kulağıyla dinler ve kendi tâbiriyle daha bu dönemlerinde yanmaya başlar.
İsminin Rumca mânâsı da elmas olan Dyamandi, sanki bu mânâya uygun hâle gelmenin yollarını arıyordu.
Okumak için geldiği İstanbulun mânevî havası, tanıştığı muhterem şahsiyetler onun gönlündeki Muhammedî ateşin daha da artmasına vesile olur. İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra uzun süre avukatlık yapan Dyamandi, I931de edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlar (1961e kadar ondan fazla okulda öğretmenlik yapar).
Her şey iyidir, güzeldir de içindeki yangını çevresine bir türlü açamamaktan mustariptir. İçinden geldiği gibi, Muhammedim Muhammedim diyememek onu kahretmektedir. Gönlü çoktan Müslüman olmuş; fakat âlem bilmemekte, en yakınlarına bile inancını söyleyememekte, sırrını açıklayamamaktadır. Kızacaklarsa kızsınlar, ayıplayacaklarsa ayıplasınlar, küseceklerse küssünler, kim ne derse desin, sırrını açma düşüncesindedir.
İçindeki iman çağlayanlarını daha fazla saklayamayıp 1942de Müslüman olduğunu açıklar. Dedenin Müslümanlığı, ciddi sıkıntılar yaşamasına, zaman zaman aile içinde huzursuzluklar çıkmasına sebep olur. Fakat onun derinden duyduğu, ruhunu eriten Allah sevgisi, bütün sıkıntıları ve kederleri unutturur.
Müslümanlığı Bütün kâinatı kuşatan bir aşk olarak gören bu ince insan; lâtif, nâmütenahi aşkın tayflarında kaybeder kendini.
Afuraninin oğlu Dyamandi, Yaman Dede oluşunu şöyle anlatır:
Hidâyet nurunun alevden damlalar halinde gönlüme akması, şahlar güzelinin (Mevlana) tatlı ve mübarek ismini işittiğim andan itibaren başladı. Ondan sonraki merhaleler baş döndürücü bir hızla birbirini takip etti. Merhum ve mağfur Ahmet Remzi Dededen Mesnevi okudum. Ufkum son derece genişledi. İmanım da o nispette kuvvetlendi. Koca Mevlananın büyüklüğü karşısında ürpermeye başladım. Koca Sultan, Mesnevide mikrobu ve serumu haber veriyor; hayata gözlerini kapayacağı yılı da (ebced hesabıyla) bildiriyordu. Mesnevinin görebildiğim derinlikleri karşısında gözüm kararıyor, korkuya benzer hisler bütün benliğimi kaplıyordu. Bütün derinliğini görmemin imkânı yoktu. Mesneviyi bitirdim, daha doğrusu Mesnevi beni bitirdi. Her zerremde aşkın alevleri çıkmaya başlamıştı. Hidayete doğru deyişim şunun için pek yerindedir. Hidayetin dereceleri vardır. Kelime-i Şehadetin gönülden söylenmesiyle iman ve İslâm tahakkuk eder. Fakat bununla hidayetin son mertebesine, iman kuvvetinin pek yüksek derecelerine erişmiş olur muyuz? Elbette olamayız. Bunun içindir ki, Nasıl Müslüman oldum? sorusunu şöylece tamamlamak lâzım: Nasıl Müslüman oldum ve olmaktayım?
Mevlana sevgisi onu tabiî bir süreç içinde Hz Muhammed (sas) ve Kurân sevgisine götürür.
Mesnevideki :
Sine hâhem şerhâ şerhâ ez firâk
Ta be gûyem şerh-i derd-i iştiyâk
beytiyle başlayan Mevlana sevgisi, rüyalarında Mevlanayı görme arzusu onu yaktıkça yakan bir ateştir. Kendi ifadesiyle ruhu kanamaktadır. Bu derin hasretini bir şiirinde şöyle anlatır:
Sultan Veledin pâyina düştüm de geçende
Sordum seni ahım yanarak kalb ü dehende
Bir kerrecik olsun gelerek hâbıma (uykuma) sen de
Göster bana didârını gel ey Ulu Sultan.
Dedenin fenafil-Mevlana hali, aşkın kanatlarında merhale merhale fenafir-Rasule (sas) ulaşır. Yaman Dedenin gönlü zamanları aşıp Rahmanın dilediği gönüllere ulaşan Hz Muhammed sevgisiyle yanar da yanar.
Şairin dediği gibi olmuştur hâli:
Aşkın ile âşıklar yansın Yâ Rasulallah...
Peygamber aşkı bu ince ruhu yaktıkça yakar, erittikçe eritir.
Bunu Ahmet Kahraman şöyle anlatıyor:
Yaman Dede 1959-1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksime doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elçiliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız? dedim.
Baktım Hoca ağlıyor. Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi? dedim.
Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: Hayır yavrum hayır! dedi. Resulullah (sas) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor."
Yaman Dede sadece bir âşık değildir, inancını her mahfilde her vesile ile dile getirir. Dedenin Dahilek Yâ Rasulallah natının bestekârı Dr. Ali Kemal Belviranlı anlatıyor:
"Konyada lise talebesi olduğum günlerde, Hazret-i Mevlana ile ilgili toplantıda bir konuşma dinlemiş, Yüce peygamberimiz (sas) ile Hazret-i Mevlana hakkındaki şiirleri gözyaşlarıyla okuyan bir zâta şahit olmuştum. Bu zât; maruf ve meşhur Yaman Dede, daha doğrusu Yanar Dede idi."
Evet Resulullah (sas) aşkıyla böyle yanmayan, yana yana erimeyen bir gönlün; Cemalinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah; Dahilek Yâ Rasulallah gibi samimi şiirleri yazması ve hayatını bu şiirlerin inceliğiyle yaşaması mümkün olmasa gerek.
Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü Hakka kavuşur.
Anadoluda yangını âşikâr olmuş ve olmamış nice Dyamandi (Yaman Dedeler) var.
Ruhları şad olsun.
Kaynaklar
1- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 11.
2- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 187-188.
3 - A.g.e s. 191-19.
4- A.g.e s. 229.
Nasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasulallah
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah
Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen
Bulunmaz bir sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen
Habib-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafasın Sen,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulsssssallah...
Yukarıdaki dörtlüklerin bir tekke veya bir divan şairine ait olduğunu düşündünüz değil mi?
Ben de yıllar yılı bu mısraların Osmanlı döneminde yaşamış mutasavvıf bir şaire ait olduğunu düşünmüştüm. Şiirin altında yer alan Yaman Dede imzası, bu düşünceyi pekiştiren en büyük saikti.
Fakat bu samimi ifadelerin, Kayseri Rumlarından iplik Tüccarı Yuvan oğlu Afuraniden doğma Dyamandiye ait olduğunu yıllar sonra bir dergide okuyacak, onun Hz. Muhammede (sas) olan büyük sevgisine, Mevlâna sevgisinin vesile olduğunu öğrenecektim.
1877 yılında Kayserinin Talas ilçesinde dünyaya gelen Dyamandi daha çocukluk döneminde İslama ait güzelliklere ilgi duyar. Bir gayrimüslim olsa da hocalarından rica eder, din derslerinde sınıftan çıkmayıp İslâma ait güzellikleri gönül kulağıyla dinler ve kendi tâbiriyle daha bu dönemlerinde yanmaya başlar.
İsminin Rumca mânâsı da elmas olan Dyamandi, sanki bu mânâya uygun hâle gelmenin yollarını arıyordu.
Okumak için geldiği İstanbulun mânevî havası, tanıştığı muhterem şahsiyetler onun gönlündeki Muhammedî ateşin daha da artmasına vesile olur. İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra uzun süre avukatlık yapan Dyamandi, I931de edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlar (1961e kadar ondan fazla okulda öğretmenlik yapar).
Her şey iyidir, güzeldir de içindeki yangını çevresine bir türlü açamamaktan mustariptir. İçinden geldiği gibi, Muhammedim Muhammedim diyememek onu kahretmektedir. Gönlü çoktan Müslüman olmuş; fakat âlem bilmemekte, en yakınlarına bile inancını söyleyememekte, sırrını açıklayamamaktadır. Kızacaklarsa kızsınlar, ayıplayacaklarsa ayıplasınlar, küseceklerse küssünler, kim ne derse desin, sırrını açma düşüncesindedir.
İçindeki iman çağlayanlarını daha fazla saklayamayıp 1942de Müslüman olduğunu açıklar. Dedenin Müslümanlığı, ciddi sıkıntılar yaşamasına, zaman zaman aile içinde huzursuzluklar çıkmasına sebep olur. Fakat onun derinden duyduğu, ruhunu eriten Allah sevgisi, bütün sıkıntıları ve kederleri unutturur.
Müslümanlığı Bütün kâinatı kuşatan bir aşk olarak gören bu ince insan; lâtif, nâmütenahi aşkın tayflarında kaybeder kendini.
Afuraninin oğlu Dyamandi, Yaman Dede oluşunu şöyle anlatır:
Hidâyet nurunun alevden damlalar halinde gönlüme akması, şahlar güzelinin (Mevlana) tatlı ve mübarek ismini işittiğim andan itibaren başladı. Ondan sonraki merhaleler baş döndürücü bir hızla birbirini takip etti. Merhum ve mağfur Ahmet Remzi Dededen Mesnevi okudum. Ufkum son derece genişledi. İmanım da o nispette kuvvetlendi. Koca Mevlananın büyüklüğü karşısında ürpermeye başladım. Koca Sultan, Mesnevide mikrobu ve serumu haber veriyor; hayata gözlerini kapayacağı yılı da (ebced hesabıyla) bildiriyordu. Mesnevinin görebildiğim derinlikleri karşısında gözüm kararıyor, korkuya benzer hisler bütün benliğimi kaplıyordu. Bütün derinliğini görmemin imkânı yoktu. Mesneviyi bitirdim, daha doğrusu Mesnevi beni bitirdi. Her zerremde aşkın alevleri çıkmaya başlamıştı. Hidayete doğru deyişim şunun için pek yerindedir. Hidayetin dereceleri vardır. Kelime-i Şehadetin gönülden söylenmesiyle iman ve İslâm tahakkuk eder. Fakat bununla hidayetin son mertebesine, iman kuvvetinin pek yüksek derecelerine erişmiş olur muyuz? Elbette olamayız. Bunun içindir ki, Nasıl Müslüman oldum? sorusunu şöylece tamamlamak lâzım: Nasıl Müslüman oldum ve olmaktayım?
Mevlana sevgisi onu tabiî bir süreç içinde Hz Muhammed (sas) ve Kurân sevgisine götürür.
Mesnevideki :
Sine hâhem şerhâ şerhâ ez firâk
Ta be gûyem şerh-i derd-i iştiyâk
beytiyle başlayan Mevlana sevgisi, rüyalarında Mevlanayı görme arzusu onu yaktıkça yakan bir ateştir. Kendi ifadesiyle ruhu kanamaktadır. Bu derin hasretini bir şiirinde şöyle anlatır:
Sultan Veledin pâyina düştüm de geçende
Sordum seni ahım yanarak kalb ü dehende
Bir kerrecik olsun gelerek hâbıma (uykuma) sen de
Göster bana didârını gel ey Ulu Sultan.
Dedenin fenafil-Mevlana hali, aşkın kanatlarında merhale merhale fenafir-Rasule (sas) ulaşır. Yaman Dedenin gönlü zamanları aşıp Rahmanın dilediği gönüllere ulaşan Hz Muhammed sevgisiyle yanar da yanar.
Şairin dediği gibi olmuştur hâli:
Aşkın ile âşıklar yansın Yâ Rasulallah...
Peygamber aşkı bu ince ruhu yaktıkça yakar, erittikçe eritir.
Bunu Ahmet Kahraman şöyle anlatıyor:
Yaman Dede 1959-1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksime doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elçiliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız? dedim.
Baktım Hoca ağlıyor. Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi? dedim.
Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: Hayır yavrum hayır! dedi. Resulullah (sas) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor."
Yaman Dede sadece bir âşık değildir, inancını her mahfilde her vesile ile dile getirir. Dedenin Dahilek Yâ Rasulallah natının bestekârı Dr. Ali Kemal Belviranlı anlatıyor:
"Konyada lise talebesi olduğum günlerde, Hazret-i Mevlana ile ilgili toplantıda bir konuşma dinlemiş, Yüce peygamberimiz (sas) ile Hazret-i Mevlana hakkındaki şiirleri gözyaşlarıyla okuyan bir zâta şahit olmuştum. Bu zât; maruf ve meşhur Yaman Dede, daha doğrusu Yanar Dede idi."
Evet Resulullah (sas) aşkıyla böyle yanmayan, yana yana erimeyen bir gönlün; Cemalinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah; Dahilek Yâ Rasulallah gibi samimi şiirleri yazması ve hayatını bu şiirlerin inceliğiyle yaşaması mümkün olmasa gerek.
Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü Hakka kavuşur.
Anadoluda yangını âşikâr olmuş ve olmamış nice Dyamandi (Yaman Dedeler) var.
Ruhları şad olsun.
Kaynaklar
1- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 11.
2- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 187-188.
3 - A.g.e s. 191-19.
4- A.g.e s. 229.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12887
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Allah razı olsun zahid kardeşimiz,
Bu eşi bulunmaz, çile çöllerinde açan ve çilesini hayatı boyunca yaşayan öz Muhammedi Yanan Dedemizi BİZ e tanıttın.
Derunumuzda derin derin düşüncelere dalmamıza,
"Kalbim bu gün nekadar yaklaştı Âlemlere rahmet olan AZiz Efendimiz Muhammed aleyhisselâm'a!" dedirttin...
Kulaktan duyma Taklidî sevgi alışkanlıklarımdan,
"Canımı veririm!" deyip de saçımın bir telini bile vermeyiş aymazlığımdan,
Ve bir türlü O'na Hakk Âşık olamama ahmaklığımdan nefsimi ayıktırdınız ve utandırdınız..
Nefsim adına teşekkür ederim...
Ve sana Hak ve hayr bulup ebediyyen Muhammedî Âşıklardan olman için duacı olurum..
Allah cc Yaman Dedelerimize rahmetler yağdırsın...
İnşâallah..
Bu eşi bulunmaz, çile çöllerinde açan ve çilesini hayatı boyunca yaşayan öz Muhammedi Yanan Dedemizi BİZ e tanıttın.
Derunumuzda derin derin düşüncelere dalmamıza,
"Kalbim bu gün nekadar yaklaştı Âlemlere rahmet olan AZiz Efendimiz Muhammed aleyhisselâm'a!" dedirttin...
Kulaktan duyma Taklidî sevgi alışkanlıklarımdan,
"Canımı veririm!" deyip de saçımın bir telini bile vermeyiş aymazlığımdan,
Ve bir türlü O'na Hakk Âşık olamama ahmaklığımdan nefsimi ayıktırdınız ve utandırdınız..
Nefsim adına teşekkür ederim...
Ve sana Hak ve hayr bulup ebediyyen Muhammedî Âşıklardan olman için duacı olurum..
Allah cc Yaman Dedelerimize rahmetler yağdırsın...
İnşâallah..
- Gul
- Moderatör
- Mesajlar: 5155
- Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00
Re:
zahidzenderun yazdı:İLAHİ AŞKIN KALEMİ
Yaman Dede sitayişle anlatılan birçok özelliğinin yanı sıra, ilâhî kaynaktan aldığı feyze bağlı kuvvetli bir kaleme de sahipti. Bu, şiirde olduğu kadar düz yazıda da sezilir. İşte "Medet" başlıklı yazısından bir örnek:
"İşte göz yaşlarıma ruhsat verdin, kapını açmayacak olsan, senden bu ruhsat gelmezdi. Her katre senden gelen bir müjdedir. Bu gözleri, bu kalbi al. Başka bir çift göz, başka bir kalb ver. Ta ki nefesinin hararetini sezip de göremediğim Canan'ın müşahedesine erebileyim. Bana öyle bir kulak ver ki Elest Bezmi'nde beni mest eden o tatlı sesi yeniden işitmek nasib olsun."
kulihvani yazdı:sevgili zahid can,
güzel gönlüne selâmet,
ellerine sağlık dilerim.
Allah razı olsun ki, çetin bir imtihandan geçen aziz ve kâmil Hakk Dostu Yaman Dedemizi tanıttın.
Hasbi hizmet budur inşaallah...
- MINA
- Özel Üye
- Mesajlar: 2740
- Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00
Re: 'KEŞKE SİZİN ÇOCUĞUNUZ OLSAK!'
zahidzenderun yazdı:
Öğrencisi olma bahtiyarlığına erenler, onun nice dikenli yollardan geçerek ilâhî aşkın son mertebesine ulaşmış gerçek bir mümin olduğunu anlatırlar. Ve tabii yapmacık hareketlerden nasıl kaçındığını, karşısına gelen kimsenin rütbesine bakmadığını, küçük bir çocuğu bile büyük bir insanmış gibi saydığını, bilirim iddiasında bulunmaktan uzak durup daima tevazu gösterdiğini özellikle belirtirler.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''
Hacc / 78
Hacc / 78