Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12860
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen kulihvani »

pehlivan yazdı:Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Sadaka ALLAH namınadır...
Sadakada nefsin haz duymasın!
Yuvarlanırsın!.
Aman dikkat et!..
Kendini o kadar çok maddeye verme, kaptırma!..

[Allah Dostu Der ki I.Cilt]


Hilmi: Geçen hafta eşim ile bu mesele üzerine tartışıyorduk. Eğer bir dilenciye para verirsen ve sonrasında bundan dolayı mutlu olursan, bu iyiliği kendini mutlu hissetmek için mi yaptın yoksa yardıma ihtiyacı olan insani düşündüğün için mi yaptın. Kimileri "neyse ne dilenci iki ihtimalde de mutlu" diyebilir. Ama bu önemli değil önemli olan seni bu iyiliği yapmaya ne sevketti?


garibAN: Evet Hilmi can çok haklısınız, Ameller niyetlere göredir hadis!.. Nefs kendi namına bundan gurur duyup, ben iyiyim çok yardımsever birisiyim gibi bir hisse kapılırsa mülkün sahibinin Allah olduğunu unutuyor demektir. Karşılıklı yapmıştır o ameli. O aldığı histe bunun karşılığı olur. Allah'ın rızasını kazanmak amacı varsa o zaman is başka . Sadaka vermek birisine iyilik yapmak insanın fıtraten olması lazım gerekenidir, bu ne alçaklık ne üstünlüktür, olması gerekendir. Allah ahlaki ile ahlaklanmak isteyen kişi, El-Vehhab: Hibe eden, karşılıksız veren ismiyle hareket etmek istiyorsa, yaptığı iyiliklerden kendi nefsine bir sahiplik çıkarmamalıdır. Sahiplendiği şeyi Allah için sahiplenmeli, mutluluk duyarsa Allah için mutlu olmalıdır. Kenan Rifai (k.s) 'nin sohbetler kitabında geçiyordu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize bir gün birisi şiirle övgüler yapmış ve başka birisi bundan ötürü memnun olduğunu görerek kendisine bu övgüden memnuniyet duymasının kibir sebebi olup olmadığı sorulduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o kişi bana övgüler yaparken esasen bende tecellî eden Hakk'ın güzelliklerini (esmalarını) görüyor onları övüyordu , bu yüzden kendi nefsim için değil Hakk namına bundan sevinç duyduğumdan tebessüm ettim. Kitaptaki kısmı tam hatırlayamadım simdi eksik aktarmış olabilirim Allah affetsin. MuHaBBetle.


Aksiseda: SıDDıK olmalı ki verdiği SaDaKa olsun! Sadık olmalı, samimi olmalı...olmazsa olmaz!


Hilmi: Bizi sadaka vermeye sevk eden şeyin önemi büyük. Sizin de dediğiniz gibi sadik olmalı ve Allah'ın rızasını kazanmak amaç olmalı. İnanan ve inanmayan arasındaki fark böylece ortaya çıkıyor. İnanan diyor ki "yardıma muhtaca yardım etmeliyim Allah cc böyle emrediyor", inanmayan diyor ki "iyi ahlak, toplumsal dayanışma adına yapmalıyım". İnanan bu yardımlaşma kavramına bir devamlılık anlamı yükleyerek bakar, inanmayan ise yeteri kadar güzel ahlaklı olduğuna kanaat getirirse yada toplumun zenginlik düzeyi artıp düşkünler azalırsa bu isten vazgeçebilir. Belki de bu yüzden Allah cc kitabında bize emrediyor

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ

Ve emmes sâile fe lâ tenher.


garibAN: Toplum için bir şeyler yapmak dinimizde sadakayı cariye adı altında bir çok hadisle teşvik edilmiştir fakat yine dediğiniz gibi Allah için olacak nefisler adına değil. Batıda popüler olan bir düşünce sistemi sizin yine dediğiniz Allah adına değil sade toplum namına bir şey bırakmak diye bir inanç var. Batıda inançsız olan bir kesim daima din deyince, sosyal yardımlaşma ve sistem içinde ahlaklı yasama kaidelerini anlatan kurallar bütünü diye algılıyor dini. Bunun için dine ve Allah'a ihtiyacım yok ben kendim doğru ve eğriyi zaten bilirim diyor. Yani din kavramı onlar için kendi pencerelerinden kısmi olarak kabul ettikleri iyilik ve güzelliği anlatıyor çünkü kitaplar bu kaideleri geçmişte kurmaya çalışan eski akıllı kimselerin anayasaları gibi görülüyor, Allah'ta onların toplumu etkilemek için kullandıkları bir inanç yalanı, fakat bu iyilik ve güzelliğin ne olduğunu bilmediklerinden kendi inandıkları doğru ve iyiler üzerine kurmak istiyorlar düzenlerini. Fakat her kafadan ayrı bir ses çıkınca toplum içinde doğrular eğriler çatışmaya başlıyor. İnsan nefsi bu dünyanın keyfini kendi istekleri doğrultusunda çıkarmak isteyen birçok negatif materialist yöne yönlendirir insanları ve çoğu insan bu yönlere iten dürtüleri gemlemek istemez. Toplumdaki nefisler bu yöne doğru toplumu çekip sindirmeye baslar . Doğruyu ve yanlışı anlayabilecekleri, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecekleri merkezi bir mihenk taşı tutmak istemedikleri için herkesin çıkarları yönünde bir sistem kurma yoluna gidilir ve o düzeni kurduk yanılgısıyla başka patlaklar içinde mutsuzca omur tüketilir. Toplumun belki refah düzeyi yükselir ama ruhsuz bir cesede dönüşür ve gittikçe batar ve bir gün yıkılır o düzen. Bir sure sonra özgürlük kavramını sınırlayan kurallar ve kanunlar nefsin çıkarlarına göre düzenlenir. Basa gelen kişiler kanunları da kendi egoları yönünde değiştirir. Devlet kurumu insanları uyutan bir kuruma ve insanlarda uyuyan gruplara dönerler. Onlar için dünyanın sefahatini sürmek , eğlenmek , tepinmek ve bu dünyadan böyle göçmek önemlidir. Savaşı istemezse mesela bunun için istemez çünkü kendi kıymetli canı da tehlikeye girmektedir, ne güzel gül gibi yaşıyoruz ne gerek var yani denir, malini mülkünü de bu sistem anlayışı için feda eder. Batıda bir çok şeye özgürlük verilir mesela ve diğer taraftan yaraları sararlar bilirsin. İçkiyi serbest bırakır mesela, bir yandan alkol satan reklam ve eğlence yerleriyle teşvik ederken, halkın yarışı alkolik olduğu için alkol rehabilitasyon uniteleri kurmaya başlarlar, özel fonlar ayrılır, oralara paralar akıtılır, bağımlı insanları kazanmaya çalışırlar ama başarılı olamazlar. Istatistiksel olarak onun zararını tespit ettiği binlerce figure rağmen yasaklayıcı bir kanun getirmemeleri bu az evvel ki bahsettiğim kendi çıkar ve istekleri doğrultusunda dediğim kısma delildir. Ingiltere'de pubların kalktığını düşünebiliyor musun Dinin haram kıldığı evlilik dişi cinselliği serbest bırakır mesela, sonra fuhuşun önüne geçemez, okullarda prezervatif dağıtmayla başlanır ve eğitimle çözeceğini sanır bunu, çocuk annelerin onunu alamaz, sayısız kürtajların önüne geçemez, katliamın büyüğünü bile bile onaylarlar. Harika Hasta haneler kursanız, mükemmel hasta taşıma sistemleri kursanız ne fayda!.. Din kavramında toplumsal yasayış kurallarını bildirmekle beraber insanın var oluş amacını, kendisini ve Rabbisini bilip bulup olup yasamaya dair, içinde bulunduğu zahir ve batin su sistemde, Rabbani insan olmasına dair lazım ve layık olanı insana bildiren ve akli kemale erdiren bir yapı var. Bunu keşfedemeyen çok kişi , dışarıda kusursuz ve nefsani bir hayat kurma zıtlık ve yanılgısında dolaşır durur. Dindarım bile dese dini anlayamaz. Al sana The Giver diye bir filim yapmışlar dun izledik, onu izle orda bu yapıya değinilmiş filim siyah beyaz başlıyor sonra renkleniyor bununda bir sebebi var onu da söylemeyim keşfedin insaallah :



http://www.youtube.com/watch?v=xvp6FnYWRZU
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

“Gerçek Psikolog kişideki sorunu teşhis eden değil, sorunun sebebini bulup onun çözümüne hizmet edendir. Hakikat eri ise bunun daha ilerisine gider, sorunun yalnız görünen sebebini değil perde arkasındaki ASıL sebebini de bilir. Bu yüzden bazı hastalıklar ve manevi sebepleri diye lakırdılar ortaya çıkmıştır…" [garibANgarga]
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Soru : Allah büyüktür demek ne demektir?

Cevaben: Ekber: A-KeBiR : Rububiyet Bileligini Kevne getiren, Kûnfeyekûn'a sokan demektir. Ölçü mahiyetinde bir büyüklük değildir. Fiziksel olmayan bir ilâhın fiziksel boyutlara dayalı bir nicelik ölçüsü de olmaz küfre düşülür.. bütün nicel büyüklükler ise O'ndandır, bununla birlikte insan aklı için büyüklük ve azamet namına ne sıfat varsa bunlarda niteleme babında belki kişi bir büyüklük niteliğini Allah'a yakıştırır. “Ben kimim ki benim gücüm şu kadar ama Allah daha güçlüdür” der. “Allah bize ilim verdi ama en büyük ilim sahibi el-Âlim olan O'dur” der . “İnsan cömerttir fakat, en cömert olan El-Kerim” dir diyerek ne kadar "En" varsa sayar durur. Bu sefer de, şu durum ortaya çıkar : aklın ikiliği içinde yani bir kendi bir de karşısındaki ilâh olan ALLAH var durumunda fikrettiği bir niteleme durumu zuhur eder. Halbuki kendinde tecellî eden ve aklın benliğiyle sahip çıktığı ilimde Allah'ın ilmi dir, “seviyorum” derken kendinde tecellî eden sevgide El-Vedûd'un sevgisidir, kimse o sevgi ve şefkat kendinde tecellî etmese ne sevebilir ne ağlayabilir. Cömertim dediğin de, tecellî eden cömertlikte Allah'ın cömertliğidir. Âdem'den payımız olan ve aklımızda yüklü olan esma ul hüsnâ da O'na ait ise ikilikten kurtulup bütün büyüklediğimiz niteliklerin bizde olsun ve diğer canlılarda olsun hepsinin tecellîsi O'na işaret eder. O halde kevniyette Rububiyet Bileliğini işleten ve herkese ilahî bağışıyla iyilik eden el-BiRR de O'dur. O tek olunca kıyas da yoktur... Böyle bir el-KeBiR'den bahsediliyor. KeBiR'in ortaya zuhuru için kevniyetin olşsması ve Rububiyet bileliğinin kurulması gerekir. Bu bilelikte akıl kendi merkezindeki Rabbul âlemine yani Kur'an da aKRaBu denilen kişinin bile olduğu Rabbısına bağlanışı ve bu bilelikle kevn'de sebbaha eden her atomda bu şuuru hissetmesi ve seyr edebilirse bunu Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem'in gözünden seyretmesi onun kevniyetteki ekberliğinde aklın son kemal durağı gibidir. Daha ilerisine zâten akıl ermez ve ancak Resûli Ekrem gibi: "Seni ancak SEN hakkıyla hamd edersin!" der geçeriz. Dr.Münir Derman hocam da yazılarında bu yüzden el-KeBiR için, “büyük” dediniz mi yanlışa düşersiniz diye söyler. Hatta daha ağır bir laf kullanır orada...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

HAKK'a ermiş haykırıyor:
“Ey adalet ile uğraşanlar!
Bana cevap veriniz:
Dış görünüşüyle namuslu, fakat ruhu ile hırsız olan bir adamı hangi cezaya çarparsınız?
Gövdesi ile katil olan, ruhuyla maktul olan bir kimse hakkında nasıl hüküm verirsiniz?
Hareketleriyle aldatıcı ve zâlim olduğu hâlde, aynı derecede aldatılan ve zulme uğrayan kimse hakkında ne dersiniz?
Sonra, nedametleri suçlarından daha büyük olanlar hakkındaki hükmünüz nedir?
Nedamet, sizin hizmet ettiğiniz kanunun tatbik etmek istediği adaletin hedefi değil midir?
Fakat siz suçluya nedamet aşılayamadığınız gibi onu masumun kalbinden de çıkaramazsınız.
Mâbeddeki köşe taşının, temelindeki taştan daha yüksek olmadığını bir anlasanız.. Fakat nerede?..
Deniz kenarında oynayan ve kumdan kuleler yapmak için uğraşan, sonra güle güle yıkan çocuklar gibisiniz!..
Fakat siz o kuleleri yaparken deniz, sahile daha fazla kum yığıyor ve siz kulenizi yıktığınız zaman deniz size gülüyor...
Zâten deniz daima masumlara güler...
Gülerim o topallara ki, rakkaselere hased ederler..
Gülerim o öküzlere ki, boyunduruğunu sever ve ormanın içinde gezen geyikleri sürüden ayrılmış zavallı sayarlar...
Gölgelerini görürler, güneşi bir gölge kaynağı sanırlar!..”
[Allah Dostu Der ki, Maneviyat Bahçesinden]

Yukarıdaki kısım Halil Cibran'ın kitabındaki kısımlara referans etmektedir :

ve ey siz doğruluktan yana olması gereken yargıçlar,
dış görünüşüyle dürüst fakat ruhen hırsız biri için nasıl bir ceza düşünürsünüz?
Gövdesiyle katil, ruhuyla kurban olan birisi için hangi cezayı uygun görürsünüz?
Olay sırasında hain ve saldırgan davranmış olan, bir o kadar da incitilmiş ve öfkelendirilmiş olan birini nasıl sorguya çekersiniz?
Sonra,çektiği pişmanlık yaptığı hatalardan kat be kat yüksek olanları nasıl cezalandırırsınız?
Hem pişmanlığı tattırmak sizlerin hizmet edebilmeye uğraştığınız kanunun öngördüğü Adalet’in hedefi değil midir?
Buna rağmen sizler, ne masumların yüreklerine pişmanlık sokabilecek, ne de suçluların yüreğindeki pişmanlığı söküp atabilecek durumdasınız.
Gece oldu mu,pişmanlık çağırılmadan çıkagelir ve insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar ister.
Ve ey adaleti tanıması gereken sizler,yapılan işlere tüm aydınlık altında bakamadıkça, onları anlayabilir misiniz?

Ayakta dimdik duranla, yere düşmüş olanın, cüce-benliğinizin gecesiyle tanrısal-benliğinizin gündüzü arasındaki alacakaranlıkta bekleyen aynı adam olduğunu bilmenizden sonradır ki,
Tapınaktaki köşe-taşının, yapının temelindeki en alt taştan daha yüce olmadığını ancak anlayabilirsiniz.
[Halil Cibran, Ermiş, Suç ve Ceza]





KANUNLAR

Gerçi siz
kanunlar koymaktan hoşlanırsınız .
Ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten
daha çok hoşlanırsınız .

Tıpkı okyanusun sahilinde
durmadan kumdan kaleler yapan
sonra da bir vuruşta,
gülerek yıkıveren çocuklar gibi.

Oysa sizler, kumdan kaleler yaptıkça,
okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır.
Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça
okyanus sizlere gülmektedir.

Ama, hayatın kaya
ve kanunların da bu kayanın üzerine
kendi beğenilerini işleyebilecekleri
birer keski olduğunu kabul edenlere ne demeli ?

Rakkaselerden nefret eden topala ne denir ki?

Boynuna vurulmuş boyunduruğu seven
ve ormanda gönlünce yaşayan geyiği
ve ceylanı serseri sanan öküze ne denir ki ?

Ve dügün şölenine herkesten önce gelip
tıkabasa karnını doyuran,
sonra da yorgun düşüp,
başkalarına tüm şölenlerin aykırılık
ve tüm şölencilerin de kanun bozucu olduklarını
söyleyene ne denir ki ?

Bu gibi kimselerin,
güneş ışığında durduklarını,
sırtlarını güneşe dönmüş olduklarını
söylemekten başka ne diyebilirim ki ?

Bu gibi kimseler,
salt kendi gölgelerini görmektedirler
ve kendi gölgeleri de
kendi koydukları kanunlardır .

Ve onlar için güneş,
kendilerine gölge dağıtan bir kaynaktan başka
bir şey değil de nedir ki ?

Bu gibi kimseler için,
kanunları bilebilmek demek,
yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip,
onları ölçmek değil de nedir ?

Ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler,
yeryüzünde hangi tasarım gölge
sizleri yolunuzdan alıkoyabilir ?

Sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz,
hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki?

Sizler insanlığın zindan kapısı önünde
boyunlarınıza vurulmuş olan boyundurukları kırsanız,
hangi kul yapısı kanun sizi engelleyebilir ki?

Raksederken
ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri çarpmıyorsa,
hangi kanun sizleri korkutabilir ki?

Sizlerin giysilerinizi paralayıp da
insanlığın yolu üzerine atmadıkça,
kim sizi yargıçların önüne sürükleyebilir ki?

Ey halkım, davulun sesini boğabilir,
gitarın tellerini gevşetebilirsiniz,
ama hangi biriniz çıkıp da
tarla kuşunu ötmekten alıkoyabilir ki?


[Halil CİBRAN , Kanunlar, Kum ve Köpük - 1926]
Burada Derman Hocamın yazısındaki " Fakat siz suçluya nedamet aşılayamadığınız gibi onu masumun kalbinden de çıkaramazsınız."
cümlesi Halil Cibran'ın yazısında
"Yet you cannot lay remorse upon the innocent nor lift it from the heart of the guilty: Fakat siz masumun kalbine nedamet yerleştiremediğiniz gibi onu suçlunun kalbinden de çıkaramazsınız " olarak geçmektedir.

Derman hocamın kitabındaki bu cümle kitaba hatalı aktarılmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

"Kış ve yaza inanmak, onları olduğu gibi kabul etmek, onların eziyetini hafifletir.
İşte belâlara da inanmak bunun gibi bir şeydir.
HAKK'tan geldiğine inanmak ve sabırlı olmaktır.
Sabırlı insanlar, ALLAH'ın heybet nûru altındadırlar, ölüdürler.
Hayat insana emânet verilmiştir, ibâdet için verilmiştir.
Dünyada her şey emânettir. " [Allah Dostu Derki Cilt 1.]


ÖLü gASLedilirken ASLa
Soğuk-Sıcak demez, yASLa

Yüzünü sağa döndür - sola döndür
Nereye döndürürsen o yöndür

Sahiplenmez hiç bir şeyi
Çıplak artık yok bir şeyi
Ölmeden evvel ölenler
Şerrde iken sabr her şeyi

Vırvır dırdır edip durma,
Kafanda vehimler kurma,
Sözüm sana garibAN'ım
Kendi aklına çekiçle vurma
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

"Hayır, iki kelime üzerinde toplanmıştır..
ALLAH'ın emrini yüce bilmek ve kullarına şefkat göstermek...
İçi bozuklara ancak ALLAH yolcuları güler, buğz gösterir.
Tövbe, bir kuvvettir. Her iyiliğin kalbi sayılır, iç âlemi temizler.
Tövbeyi önce kalbinizle sonra dilinizle..."
[Prof.Dr.Munir Derman (k.s), Allah Dostu Der ki, I.Cilt]


Münir Derman hocamın bu sözlerini bazı hadislerle yorumlamaya çalışalım:

"Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz." (Buhâri, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, Tirmizi, Birr 16)

هَلْ جَزَاءُ الْاِحْسَانِ اِلَّا الْاِحْسَانُ
Hel cezaul ihsani illel ihsân.
"İhsânın cezâsı elbette ihsân" [Rahmân, 55/60].

Bu ayeti ilk once okuyunca kişi " birisi sana iyilik yaparsa ona iyilik yap" diye düşünmektedir fakat cezayı veren yani karşılığı verenin ALLAH olduğunu düşündüğümüzde başkalarına ihsanda bulunan onlara şefkat eden, güzelliklerde bulunan, hayr yapan kişilere ALLAH'u Zul Celal'de Er-Rahim esması ile tecelli edecek ve onlara çeşitli güzellikler ihsan edecektir. Allah'ın kullarına olan en büyük ihsanı , onların gönüllerine koyduğu Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Nuru'dur. Bu Nur Alemlere Rahmet olarak Allah'ın ihsanıdır. Muradullah "KuN" dur ve Nurullah'ın Kevne çıkışıdır, Emrullah ise "Feyekun"dur bu kevniyeti sebebe dayalı olarak Nurumim ile efallere döker.

Derman Hocam işte böyle bir durumda feyekun'da yaşıyorsunuz, bu şehadet alemi içinde Allah'ın emrullah'ını bu alemin içindeki işleyişin sıfa esma ve eşya mertebelerinde açılışların yüceliğini bilin ve bu yüceliği bilerek bularak ve olarak, gönül aleminizin noktat-ı merkezi olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Nuruna sall edin ve Allah'ın kullarına şefkat gösterin ki bu Rahmeten lil alemin çeşmesinden fayda bulasınız. Siz şefkat gösterdiğiniz vakit sizde tecelli eden bu rahmet-i Rahim, o çeşmeden gelmektedir ki bunun manası hayr yapıyorsunuz, ihsanda bulunuyorsunuz ve çeşmeden akan rahmetten faydalanıyorsunuz, karşılık buluyorsunuz demektir. Bunu nefsinize çekerseniz şerr olur , Hakk'ın hesabına ve şerefine ahseni amele yaparsanız , kullara merhamette bulunursanız o zaman da hayr işlemiş olursunuz. Şerr denilen şey emrullah'ı takmayıp iyilik ve güzellikleri kendinden bilmektir. Bu yüzden Allah'ın emrini yüce bilmek Derman hocam tarafından hayrın odaklaştığı iki kısımdan birisi olarak bahsedilmiştir. İman'la alakalı bir söyleyiştir bu!. Emrullah'ta işlediğiniz amelleri hakk ve hayr yönünde tercih yaparak işleyin. Bunun bilincinde amel ederseniz hayr olur inşaeALLAH. Bir başka deyişle emrullah din dir ve din de daimiyet nurudur, Dinin emir ve yasaklarına uymak ve saygı göstermek hayr işlemenin esasıdır. Dinin önüne geçmemek Allah'ın din diye verdiği daimiyet nurunu yüce bilmek hayr amel için esastır.

Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edildi:Rasulullah (sav) buyurduki: Kim Alah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, hayır söylesin, yahutsussun, kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, komşusuna ikram etsin, kim, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, misafirine ikram etsin. [Buhari ve Müslim]

Burada hadisi şerifte hayrı dille söylemek kadar şerr işlememek için diline sahip çıkmakta bir nevi hayr sayılmaktadır. Dilin afetleri ile ilgili bir çok hadis mevcuttur. Dilden çıkan her kelime yaydan çıkan ok gibidir. Okun istikameti batıl ve zulm üstüne midir yoksa hakka ve hayra mı fırlatılmıştır. Bunu bir müslümanın iyi muhakeme etmesi gerekir.

“Sizden biri bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, yetmezse diliyle düzeltsin, onu da yapamazsa, (hiç olmazsa) kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Bu hadisi şerifte dıştan içe doğru gelindiğinde elle, dille ve içten kalpte buğz etme vardır. Kalptekini amele dökmenin sadece içinde tutmaktan daha ahsen olduğunu ifade etmektedir. Zahirde görülen zulüm ve münkere tepkidir. Bu hadiste el,dil ve kalbin buğzu vurgulanırken dıştan içe doğru gelinirken Derman hocam tevbeyi once kalbinizle sonra dilinizle yapın demektedir. Neden böyle diyor? Ya münkeri işleyen ve şeytanlık eden aklımın ta kendisiyse ne edeceğim ?.. Once kabenin içini sonra dışını temizlemeyecek miyim? Şu ayetlere bakalım bizi nereye götürecek acaba ?


رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ
Rabbena vec'alna muslimeyni leke ve min zurriyyetina ummetem muslimetel lek, ve erina menasikena ve tub aleyna, inneke entet tevvabur rahîm:
Ey bizim Rabbımız hem bizi yalnız senin için boyun eğen müslüman kıl ve zürriyetimizden yalnız senin için boyun eğen bir ümmeti müslime vücude getir ve bizlere ibadetimizin yollarını göster ve tevbe ettikçe üzerimize rahmetinle bak öyle tevvab, öyle rahîm sensin ancak sen. [Bakara , (2/128)]

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ
Le kad caekum rasulum min enfusikum azizun aleyhi ma anittum harisun aleykum bil mu'minine raufur rahîm:
Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet ızzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü'minlere raûf, rahîmdir [Tevbe , (9/128)]


Bu iki ayette garip şekilde iki surede 128.ayetlerdir. Allah'ın tevbe edenlere rahmet kapısı olarak kalplerinde Resul-i Ekremin Nurunu, Rahmeten lil alemini bulacaklarını , bu kapıya yönelmelerini , o Nur'dan can cereyanı bulup içlerini temizlemeleri gerektiğini ifade etmektedir bu ayetler. Tevbe'nin aslı, bileliğin vücuda gelişini senin yaşamandır, senin Rabbın ile bile olduğunu anlamandır bu emrullah feyekunu içinde. Şeytan aklına "bir dakika, sen beni mahvettin helak ettin , zulmettin fakat bir dakika dur. Ben Rabbımla bileyim . Bir salavat çekerim , tevbe edip bilelik nuruma dönerim ve Rahmeten lil alemin bulutundan bir göz yaşı damlası iner yüreğime ve bu tevbe ile gelen damla içimdeki bütün kirleri temizler. Seni nakillerim şimdi." demendir. O yüzden demiş bir dost "Onun için bir kez Allah dese aşk ile lisan, dökülür cümle günah misli hazan.".

Derman hocam tevbenin merkezde olması gerektiğini ve dile sonra dökülmesi gerektiğini bu yüzden ifade etmektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Rızkın için üzüntüye düşme, o seni arar, o kadar arar ki sen o kadar arıyamazsın...
Ateşten o kadar korkma…
Sanki ona tapıyorsun!


4-5 sene evveldi Basildon'daki evimizin içinde top böcekleri evin içine bir yerden giriyor duvarda yürüyorlardı. Bende bir peçete ile onları tek tek toplayıp bahçeye salıveriyordum fakat bir kaç saat sonra duvarda yine bir grup top böeceğinin olduğunu görüyordum. Bunlar eve nereden giriyor diye izlediğimde duvardaki lambanın arkasındaki kablo deliğinin içinden duvardan çıktıklarını gördüm. "Bu ne ki şimdi acaba bundan ne çıkarmalıyım ki bu oluyor" diye düşünmeye başlamıştım. Bu böyle bir kaç gün devam etti. Bu arada içeriye sızan bazı böcekler olmuştur ben işte iken ve bunları yakalayamamış olabilirdim. Kablo deliğinin oraya bir peçete sıkıştırdım bloke ettim. Ama yine içeride 10 böceğin yürüdüğünü görüyordum. Aradan bir kaç gün geçti evin sağında solunda örümcek ağı içerisinde paketlenmiş olduklarını görünce anladım. Örümceklerin rızkını ALLAH içeriye ağlarına getiriyordu. Böcekler içine düşecek ağı arıyordu. Hanım biraz titizdir içeri böcek sinek girer diye camları açık tutmaz. Allah'ta bir şekilde onları içeri sokuyordu. Rızkın kefili O, Er-Rezzak!..İngiltere'de evlerde örümcek ağı çok olur, sağda solda siyah uzun bacaklı ev örümcekleri görürsünüz bazen avuç içi kadar büyürler. Bunların rızkıda bir şekilde kendilerine ulaşacaktı. O dönemde Örümceğin Ördüğü İnsan Aklın gördüğü isimli bir yazımızı kaleme almış yayınlamıştık. Bu konuyu orada işledik ama şimdi denk geldi yazmak istedik. Her şeyin bir vakti vardır der Kulihvani hocam. Kur'an da da ayet vardır işlerin müstekar zamanı vardır diye.

Örümcekteki tevekkülü insanında göstermesi gerek. Ben çok dırdırlandım bir zaman yokuşa girince tevekkülde güme gitti hocam haklıydı Allah affetsin. Yazmak başka yaşamak başka. Neyse yukarıdaki alıntıya gelelim tekrar, burada Derman hocamın yazılarından anladıklarımızı yazalım diye açtık bu köşeyi, hizmet olsun diye, gün gelir birilerine faydası dokunur bilinmez. Dediklerinin manası kesin bu dur demiyoruz, sadece akıl seviyemize düşenleri anladıklarımızı yazıyoruz. Rızk deyince hep yiyecek gelir akla fakat rızk geçimmidir sadece?

Abraham Maslov , Herzberg gibi insan ihtiyaçlarını inceleyen ve basamaklara oturtan kişiler dahi temel ihtiyaçlardan (barınak yiyecek v.s), can emniyeti, sosyal statü derken piramidin üstüne çıktıkça en üst kısıma kendini farketme ile ilgili kısmı getirmiş.

Resim

Kul İhvani Hocamızda bize der zaten " iş <-> aş <-> eş <-> baş" diye. İnsanın kendine zaman ayırabilmesi için bazı şeyleri de dengeye oturtması gerekir. Maddi anlamda sonuçta sünnetullah içinde şehadet aleminde madden yaşıyoruz ve bu alemin kanunlarından etkileniyoruz, aynı zamanda manevi olarak varlığımızı da inkar etmiyoruz. Manevi hadiselere kafa yormak için insanın içinin durgun olması gerekiyor ve kendi içini dalgalandıran şeylerden arınması gerekiyor , bu yüzden dünyevi kargaşada içini bulandıracak şeyleri ne kadar tevekkülle kontrol edebilir ve sabır gösterebilirse o kadar başı Muhammedi yola doğrultmakta ve aklını bu yolda kullanabilmektedir. Maslow'un bu basamaklarını çoğu insan temel kısımdaki tabana endeksli yaşarsa o kadar dünyaya gömülüyor. Muhammedi bir insanın piramidinin ucunda "Nefsini Bilen Rabbını bilir , Rabbıyla bile yaşar " vardır. Özüne yolculuk vardır. Ressamın fırçasının ucu vardır.Diğer basamakları kurarken direksiyon bu uca endeksli Resulullah sallallahu aleyhi vesellem'e sal ederek kurulmalıdır . Buna endeksli olmayan beyinler için basamaklar nefsani doğrultuda oluşturulmakta benlik dolu oluşturulmaktadır. Nefsin 7 basamağı konusunu sitemizde hocam yukarı ve aşağı doğru inen nefs seviyeleri olarak daha evvel açıklamıştı. Siteden isteyen inceleyebilir. Basamak çıkayım darken aşağı yönede gidip yerin dibine de batıyor olabilir insan!...Bununla birlikte merak edenler sitemizdeki dairesel öze doğru giden çizimlerden de faydalanabilir.

Rızk denince rızkın içine yeme içme geçimle birlikte bu basamaklardaki gibi bir çok şey girer. Muhammedi Teknik Tasavvufa bakıyoruz :
1-Rızk risaletin kevne gelisidir. Bir irmak gibi hep yenileri gelmektedir.
2-İrfan dedigimiz sey Rüşd, rüyettir, rızk’tır.

اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Ellezine yu'minune bil ğaybi ve yukîmunas salate ve mimma razaknahum yunfikûn.
Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak ederler. {Bakara Suresi, (2/3)]

3-Rızk: kudretullahtan senin payına düşenin buna sahibliğinin rüşde ermiş halidir rızk.
İnfak ve Nifak arasindaki fark: N harfi dir. Mevlevi gibi Hakk tan alip Halka verdimi infak olur.

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰـذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Fe tekabbeleha rabbuha bi kabulin haseniv ve embeteha nebaten hasenev ve keffeleha zekeriyya, kullema dehale aleyha zekeriyyel mihrabe vecede indeha rizka, kale ya meryemu enna leki haza, kalet huve min indillah, innellahe yerzuku mey yeşau bi ğayri hisâb:
Bunun üzerine rabbı onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu ve güzel bir surette yetiştirdi, Zekeriyanın himayesine verdi, Zekeriyya onun üzerine mihraba her girdikçe yanında yeni bir rızk bulur, ya Meryem! bu sana nereden? derdi, o da Allah tarafından, derdi: Şüphe yok ki Allah dilediğini hisabsız merzuk buyurur [Ali İmran (3/37) ]

4. Meryem a.s.'a da Allah burada bir rızk veriyor rahimiyette. Mana alemine dair bir rızk bu.

Yani rızkta çeşit çeşit hep maddede arıyoruz biz rızkı.
Şu hadis aklıma geliyor şimdi:

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O , beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim." Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da'avat 142, (3598)

Zikir kelimesindeki harflerle rızık yazmak ta mümkün mü acaba?

O bana bir karış yaklaşırsa BEN ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.

Bu cümle manidar değil mi? Rızk insanın infak ederek Rabbına yaklaştıran şey değil mi? İslamda rızk aranmalıdır tembellik olmaz! Rızk arandığında Rabb insana maddi kısımda sebeplerle çeşit çeşit imkanlar yaratmıyor mu? Bakıyorsun birden olmuyor dediğin iş oluyor. Bir satarken bir gün bin satıyorsun. Bir bebek daha doğmadan anasının memelerine sütü dolduran ALLAH , bu alemde herkesin suyunu havasını sürekli temin eden ALLAH'ın senin durumunu bilmediğini ve bunu hesabın içine dahil etmediğini sanmak gafletten başka nedir ki? Bu gafletin içinde olan kişi eğer üzüntü içinde Rabbından umudunu kesmiş ise tevekkülü sabrı koyvermiş ise dünyalığı için endişe içine düşer. O endişe onun ateşidir. Korkusudur. Bu korku ve endişe onu Rabbın korusundan harama da sokabilir. Bu yüzden ona adeta tapıyorsun diyor Derman Hocam. Cehennem korkusuyla ve cennet sevgisiyle yapılan ibadetlerde de bir çeşit bu tapınma gizli olduğdan.

Rabiatul Adevviye (k.s) anamızı bir elinde ateş bir elinde su ile giderken gördüklerinde nereye gidiyorsun diye sorduklarında , “bu elimdeki su ile cehennemden korktukları için ibadet edenlerin ateşini söndüreceğim ve bu elimdeki ateş ile de cennet için ibadet edenlerin cennetlerini ateşe vereceğim ki Allah’ı Allah için sevsinler ve bunun için ibadet etsinler” demiş. Yunus Emre (k.s) ise “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni” diye bu sözü destekler. Kul İhvani hocamızda “ Biz onların cennet ve cehennemini yırtar ellerine veriririz” demektedir. Burada önemli bir nokta var, cennet ve cehennem denen Kur’an-ı Kerimdeki anlatılan bu mekanları yermek değil maksat. Ham bir akıl belki sorgulayıp bu sözleri “ Allah’ın vadettiği ve korunulmasını istediği şeyleri siz inkar mı ediyorsunuz” diyebilir. Hayır inkar değil burada İLAHİ AŞK’ı, hakiki Muhammedi rotayı ortaya koymaktır esas . Cennet ve cehennem inkarı değildir olay fakat yer gelir insanın cehennem korkusu ve cennet arzusu dahi Muhammedi yolda önüne perde olur !..

Maddi kısımdan çıkıp manevi kısma gidiyoruz tekrar, başka bir şey var maddi kısımdan farklı bir şey. iş aş eş ten geçip baş kısmında olan bir şey. Başın aklın bir rızkı var. İlm olsun irfan olsun, hikmet olsun bir şeyler var burda. Meryem anamızın bulduğu bir şeyler. Derman hocam arama demiyor burda bak ara ama üzülme. Burdaki üzülmek ümit kesme demek, Rabbının yolunda yürümeye azmeden insanı Allah ummadığı yerden rızıklandırır, yese düşmeyen manevi rızıkları arayan kişide sabr ederse her adım attığında Rabbı ona yakinlik elde edeceği bir ecir bir rızk verecektir. Oruçlular ile ilgili bir kudsi hadiste:

"Oruç sırf Benim rızâm için edilen bir ibâdettir. Onun mükâfatını da Ben veririm..." Hadîs-i Kudsî

Denilmektedir. Derman hocam da soruyor yazılarında diğerlerinin mükafatını kim veriyor diye?

Zat -> Sıfat -> Esma -> Eşya

dörtlümüz var bu açılışta bir geriye doğru toplanışta mümkün lakin biz Resulullah sallalahu aleyhi ve sellemde kalırız haddimizi biliriz, mükafatı BİZ BİR İZ olarak yaşarız umuduyla inşaeALLAH. Rızk çok geniş bir kavram ona girdik mi bahis uzun olacak çok ayeti kerime var biz köşeden geçtik aklımızın aldığı kadarıyla, doğrusunu ALLAH c.c bilir.

Es Selam ve sevgiyle
garibAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

"Resûlullah’ın Nurunu yüzünde tecellî ettirirsen kızmazsın.
Zâten kızmak İslam işi değildir. Birine kızmanın peşinde sabırla, sabır..
Min cim ile min cumuhu min câmihi kudretihi.
Gemleriyle tutarsan hiddetini, hiddetini, o sabır değildir.
O sabır değildir. O frene basmak demektir oğlum!.
Şey gidiyor, baktı ki yuvarlanacak, frene basmak demektir!. O kendin için.
Sabır, karşındakinin bütün edebsizliğine karşı hilmi şefkatle bakabilmektir. Sabır budur!. "


Rahmâniyet, Rahîmiyet kapısından zuhur eder. Rahîmiyet ise Rahmeten li’l- Âlemin olan Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimizin Nurundan Rahmâniyetin tecellî etmesi gibidir. Bu ise kader gibidir, aklın seçim sahasındaki seçimine dayalıdır. Bu durumda akıl fişi Nur-u Mim nakil prizine takılı olan Samimî Sadık ve Sabırlı Hak Dostları, Rahîmiyyet tecellîsi ile hareket edip başkalarındaki kusurları gördükleri halde onları karşısındaki kişilerin yüzlerine vurmaz, sabr eder, onların iyiliği için duâ eder, bu kişilerin gaflet ile hareket ettiklerini bilir, onlara şefkatle yaklaşıp hilm ile uyarır, öğüt eder, onlara karşı kalbinde kin tutmaz. Kızıp kişisel olarak onlara lânet etmez. Bu davranışları, onların edebsizliklerini onayladığı mânâsına gelmez. Sadece herkes için Hak ve Hayrı diler, onların bulundukları durumdan kurtulmalarını , zulmetten aydınlığa çıkmalarını, battıkları bataktan çıkmalarını diler. Onların gübrede gül yetiştirmelerini, ancak onu yememelerini ister. Uçurumun kenarındakilere ellerini verirler “bana ne?!.” diyerek ellerini çekmezler. Kendilerini atanlarsa ELini bırakanlardır. Kalblerindeki “rabıta”larını koparanlardır. Gabirunlardır.. Türkçesi DÖNeklerdir.. Kalb şehirlerinin elektriğini kesenler, Keban’ın kablosuna balta vuranlardır..

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ
“Fe bi ma rahmetim minellahi linte lehum, ve lev kunte fezzan ğalizal kalbi lenfeddu min havlike fa'fu anhum vestağfir lehum ve şavirhum fi'l- emr, fe iza azemte fe tevekkel alellah, innellahe yuhibbu'l- mutevekkilîn: Deme ki mahza Allahdan bir RAHMET iledir ki sen onlara yumuşak bulundun, eğer katı yürekli bir nobran olsa idin elbette etrafından dağılmış gitmişlerdi, o halde kusurlarını afvet de günahlarına istiğfar ediver ve emirde reylerini al, sonra da azmettin mi artık Allaha mütevekkil ol, çünkü Allah mütevekkil olanları sever.” (Âl-i İmrÂn 3/159)

فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
“Fe kula lehu kavle'l- leyyinel leallehu yetezekkeru ev yahşa: Varın da ona belki dinler veya korkar diye yumuşak dille söyleyin..” (TâHâ 20/44)

وَلَا تَسْتَوِى الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذٖى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَمٖيمٌ
“Ve la testevi'l- hasenetu ve les seyyieh, idfa' billeti hiye ahsenu fe izellezi beyneke ve beynehu adavetun keennehu veliyyun hamîm: Hem hasene de müsavi olmaz seyyie de, seyyieyi en güzel olan hasene ile def'et! O vakıt bakarsın ki seninle arasında bir adâvet bulunan kimse yakılgan bir hısım gibi olmuştur.” (Fussilet 41/34)

Es SaBûR celle celâlihu esmâsında El-BiRRu celle celâlihu vardır. SaBR eden kişi el-BiRRu'ya sahabe gibi sahib çıkar. Rububiyyet bileliğiyle hareket etmek ise, Münir Derman kaddesallahu sırrahu Hocamın: "Resûlullah’ın Nurunu yüzünde tecellî ettirirsen kızmazsın!." dediği HÂLde bulunmaktır..
Bu Nur'a fişini takmayan akıl ise; sabrı, tahammül zanneder.
Seneler evvel Basildon'daki iş yerimde bulunan bir arkadaşım bana: “Ben maraton koşuyorum, yolun zorluğuna tahammül ediyorum sonuna kadar koşmak için gayrediyorum, o zaman ben de sabırlıyım!.” demişti.

Aha işte bu, sabır değil tahammüldür. Sonucunda nefsin ödül alması, bir şeyi başarmaktan dolayı kazanacağı ve böbürleneceği bir mükafat bir çıkar vardır, madalya vardır, kişiseldir, hiç kimseye yararı yoktur, övünç vesilesidir ve koşulan maraton MuhaMMedî yYOLun YOKuşlarına, ALLAH celle celâlihu için Sabr etmek ise, hiç değildir.
MuhaMMedî YOLda gösterilen gayret ve sabr ise, Gayretullah ile hak ve hayr için gösterilen sabırdır.
ALLAH celle celâlihu'nun El-Birr’ini, lütf-u-inâyetini, keremini, iyiliğini cümle âleme benliksiz zuhur ettirebilmek meselesidir. Ben yapmadım bu iyilik ve lütuf özümdeki Nurun tecellîsidir demektir.
BİLElik Sabrı ile hareket ise:

اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
"İllellezîne amenu ve amilu's- salihati ve tevasav Bİ'L- HAKKi ve tevasav Bİ'S- SABR:
Ancak o kimseler başka ki iyman edip salih ameller işlediler ve hep hakka vasıyyetleştiler ve sabra vasıyyetleştiler.
(Asr 103/3)

Derman Hocam kaddesallahu sırrahu'nun yazılarından arayınız Rabiât'ul- Adeviyye kaddesallahu sırraha anamız ile ilgili bir kısım vardır.

“Ben bütün bunları niye yaptım biliyormusun Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!. Sen ÜMMtinle beni de methet!.” diye.
Burada Rabiât'ul- Adevviyye kaddesallahu sırraha'nın maksadı, nefsanî değildir, amaçta “BİZ-BİR-İZ” olmak vardır. ALLAH celle celâlihu'nun rızasını kazanabilmek için TAMMlanıp TÜMMlenme meselesidir.

“MeDH” te “MuhMMedî Dâimiyyet Hakikatinin Tecellîsi”ne kavuşturulmak vardır. KeSReTin kesikliliğinden, Noktanın dâimiyyetine ULAŞtırılmak vardır. Bu zâten olması gerekendir ki bunda, nefsî bir övünme hususu Rabiât'ul- Adevviyye kaddesallahu sırraha için mevzu bahis değildir. İlahî yardım olmadan insan nefsi, hiç bir zaman tek başına kurtuluşa eremez. İlahî yardımı , rahmetin tevzi’/dağıtım kanalı da, Rahmeten li’l- Âlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'dir. Rabiât'ul- Adevviyye kaddesallahu sırraha 'nın bu sözü Nuru M'ye Rabiâ'nın tazimidir. Sunum “Nur-u MiM”'e aittir ve, medhi o yapar.
AHMED aleyhisselâm en mükemmel HaMD edendir..

وَاِذْ قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنٖى اِسْرَایٖٔلَ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَیَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتٖى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰـذَا سِحْرٌ مُبٖينٌ
"Ve iz kâle 'isebnu meryeme ya beni israile inni resulullahi ileykum musaddikal lima beyne yedeyye minettevrati ve mubeşşirem biresuliy ye'ti mim ba'dismuhu AHMED, felemma caehum bilbeyyinati kâlu haza sihrun mubîn: Bir vakıt da Meryemin oğlu İsâ şöyle dedi: Ey İsraîl oğulları! Ben size Allahın Resulüyüm, önümdeki Tevratın musaddıkı ve benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi AHMEDdir, sonra o onlara beyyinelerle gelince «bu apaçık bir sihir» dediler.” (Saff 61/6)

Rabiât'ul- Adevviyye kaddesallahu sırraha Anamızın aklını ilahî pikapta çalınacak bir plak gibi, bu pikabın iğne ucunuda “MiM” diye düşünürsek plak okunur hale gelince “radiyeten merdiyeten” olunca MiM Nokta-i ucu bunu, İlahî Koro’da okur. Bu okunuş esnâsında plaktan Hakk'ın güzellik ve özellikleri zuhur eder. Bu sunum “medh”tir.
Rabiat'ul- Adevviyye kaddesallahu sırraha Anamızın bu ta’zimi, bu iğne UÇunadır. TAMMlanıp TÜMMlenmek , Radiyeten Merdiyeten olmak için Rahîmiyyet kapısına dönmek zorunluluktur. Bu, İlahî Sistemin işleyişinden dolayıdır. Akıl plağının bu imtihan âleminde üzerine açılan dişlerin ne melodi çıkaracağını her insan, yaşamının sonucunda görecektir...

Kevser Deryâsında “damla” olanın MeDHi, Kevser Sahibinindir, onunda MeDHini ALLAH c.c. Kur'AN-ı KeRiM'inde yapmıştır ZATen..

اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
“İnna a'taynake'l- kevser.: Biz verdik sana hakikatte kevser” (Kevser 108/1)



ALLAH celle celâlihu en doğrusunu bilir..

Es Selâm ve Sevgiyle
garibÂN
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Bilgisizliğimizin ve aklın inanç ile tamamlanması lâzımdır.
Aklın durduğu yerde, aklın ötesine hürmet, edip, boyun eğmek, aczini anlamak ALLAH'a inanmak demektir.
Akıl, ta’zim, hürmet ve edeb içinde söylersek, Tanrı'nın üç büyük vasfı vardır; akıl ve idrâk ölçümüzde:
“Halkeder, idâme ettirir, yok eder.”
Onun mâhiyetini tâyin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur...
Bugünkü matematik, fizik, uzay ilmi karşısında bunu inkâr değil şüphe kapıları tamamen kapanmıştır.
Halk eder yani başlangıcı yoktur, idâme ettirir.
Bütün kâinat kanunlarının değişmiyen icâbları cereyan eder.
Yok eder, her maddî cismin sonu gelir demektir.
İlim malzemesi ile konuşursak:
Başlangıcı olmayan, sadece yaratılmamış olandır.
Başlangıcı olmayan hiç olandır.
Her şey hiçlik içindedir.
Dünyanın dışında hiçlik vardır.
Hiçlik her yerde hazır ve nazırdır.. [ Münir Derman (k.s), Allah Dostu Der ki, 1.Cilt]


Zira esma-I ilahiyye namütenahi (sonsuz) olduğu cihetle onların asarı (eserleri) dahi namütenahidir. Şu halde tecelliyat-ı ilahiyye mine’l –ezel-ile’l ebed münkatı’ değildir (ezelden ebede kesik değildir). Ve son mevcuddan maksad arzımıza ait olan son mevcuddur. Zira kıyamet-i Kübrada (büyük kıyamet) bizim alemimizin sureti bozulur. Ve alemimiz bozulmakla tecelliyat-ı ilahiyye münkatı’ (ilahi tecelliyat kesilmez) olmaz. Çünkü feza-yı la-yetenahide (sonsuzluk uzayında) avalim-i şehadiyye –l bi-nihaye vardır (sonsuz şehadet alemleri vardır). Bunların efradı (fertleri) bir taraftan tekevvün ve diğer taraftan tefessüd (bozunmaktadır) etmektedir.
[Avni Konuk (k.s) , Fususu'l- Hikem Şerhi, Kelime-i İseviyye’de Mündemic Hikmet-i Nebeviyye]




لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
---"Lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yuhyî ve yumît (yumîtu), ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O’nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kaadirdir.” (Hadîd 57/2)

هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
---"Huvellezî yuhyî ve yumît (yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Hayat veren de öldüren de O’dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "Ol!" der. Ve o, hemen olur.” (Mü’min 40/68)

لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
---"Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumîtu, rabbukum ve rabbu âbâikumu’l- evvelîn (evvelîne).: O’ndan başka İlâh yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin ve evvelki (sizden önceki) babalarınızın Rabbidir.” (Duhân 44/8)

قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
---"Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecmeukum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ raybe fîhi ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: De ki: “Allah sizi yaşatır, sonra öldürür. Sonra sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet günü (birâraya) toplar.” Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.” (Câsiye 45/26)

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ
---"İnnâ nahnu nuhyî ve numîtu ve ileyne’l- masîru.: Muhakkak ki Biz; Biz diriltiriz ve Biz öldürürüz. Ve dönüş Bize’dir.” (Kaf 50/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

İnanç insan hayatını kısıtlamak için değil insanı İNSAN etmek ve aklın kördüğümlerini ve bağlı olduğu zincirleri kırarak onu hürriyetine kavuşturmak içindir. İnanç insanın noksanı ya da fazlası değil olması gerekenidir. Noktaya iman etmeyen akıllar sayısız virgüllerin kul ve kölesi olurlar...

garibAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

BİLİM VE DİNİ ÇARPIŞTIRARANLARA

“Kur’ân-ı Kerim, beşerin fikir ve muhakeme ile istikra’ ve tecrübe yolu ile elde edeceği ilim ve fenleri tâlim için gönderilmemiştir.
Tahlil ve istikra’ (analiz etme ve karar çıkarma), hiss ve tecrübe ile elde edilebilecek olan ilimler onun mevzuu haricindedir.
Bunlardan bahsederken matlubu (istenilen, aranılanı) bizzât olarak değil, dolayısıyla izah eder ve bu ilimleri öğrenmeğe teşvik eder.
Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerim bu gibi maddî ilimlerin menba’ı olan akıl ve hisse çok büyük ehemmiyet verir.
Hatta dünyevî olan muamelata ait hususlarda yed'-i küllî olan mebadiyi (mebdeler, başlangıçlar,ilk unsurlar) bildirerek her zamanın icâblarına göre olanlardan ahkâm (yargı, hüküm) istinbat (ortaya çıkarmak, açığa çıkarmak) etmek selahiyyetini (yetkisini) bize terk etmiştir.”

M. Derman (k.s)

Kur’an-ı Kerim sadece toplum kurallarını ve bireylerin bir biri ile yaşayışlarını düzenleyen, yaşam içerisinde iyi ahlaka sahip olmak ve güzel bir sosyal yaşantı sistemi kurulsun, insanlar çilesiz bir yaşam sürsün diye insanoğluna verilmemiştir. Ama bunlar onun konusu dahilindedir. Evet Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Din güzel ahlaktır” demiştir lâkin bu hadis dahi derin mânâlar ifâde eder. “ALLAh ahlâkı ile ahlaklanınız" diye de hadis vardır.

Kur’ân-ı Kerim bilimle ilgili âyetlere sahiptir lakin bunlarda dahi anlatılan oluşumlar insanın kendi ile Rabbı arasındaki biliş buluş oluş ve yaşayışına dair yolculuğunda ona ışık tutan manevi sırlar taşırlar. Maksat insanlara Jeoloji’yi, Coğrafya’yı Fiziği anlatmak değildir. Âyetler kişinin kendi olgunlaşmasıyla farklı manalar ihtiva ederler. Bazen öyle olur ki aynı ayetten aklın ilk anlayışında çıkardığı mananın tezatında mânâlara dahi açılırsınız. Kur’an İnsan psikolojisini âdeta ilmek ilmek söker ve sonra onu tekrar dokur.

Asırlardır insanoğlu dine karşı hep mücadele halinde olmuştur. Bu mücadelenin alt tabanında iki önemli temel neden taşı vardır, insanın işlediği cürumlardan dolayı ahirette çekeceği ceza korkusu ve dünya lezzetlerinden vazgeçememek, bu lezzetlerden mahrum bırakılmak ve nefsin hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmaya karşı tembelliğidir. Bu iki korkuyu kendi bulduğu nedenlerle maskeleyen insanlar dinin maksadını anlamak ve Rabbıyla iletişim kurmak yerine onu yeryüzünden kibirle kaldırmak yoluna gitmek eğiliminde de olmaktadır, kimisi ise bu korkuların ahirete doğru yansıması olan, cezadan kurtulmak ve sonsuz mükafata kavuşmak için dine yakınlık göstermekte ve onu yine nefsin kendi lehine fayda umduğu bir alana dayalı hareket etmektedir.

Din, insanlara maddî âlemden nasiplerini kesmelerini emretmez, hiç uyumayın, hiç yemeyin içmeyin, hiç cinsellik kurmayın, durmadan 24 saat ibâdet edin gibi dengesiz bir yaşam tarzıyla insanları mükellef kılmaz. Her şey lazım ve layıkıyla bir denge içindedir. Öyleyse mahrumiyet yoktur. Mahrumiyet denilen, azmak ve sınırları aşmaktan mahrum olmamak ve rezil rüsvâ olmaksa, bu ne biçim bir istektir!..

Bilim adamlarının insanın yeryüzündeki menşeini, bulunduğumuz galaksinin oluşumunu, dünyanın yaradılış safhalarını araştırması ve bunları yayımlaması tüm peygamberlerin ortak olarak açıkladıkları hakiki DİNi rahatsız etmez, bulunan bilgilerin bir şekilde dini ortadan kaldırmak için kullanılması ise ilahi mesajı doğru anlayamamaktan kaynaklanır ve bu da beyhude bir çabadır. Gelen şeriatlerin yollarının insanlar tarafından kesilmesi, ve insanların çarpık yorumlarıyla din hususundaki kavramları ve anlayışları çarpıtmaları, mukallitlikleri, insanların Dante’nin ilahi komedyasındaki tarzda bir inanışla yaşama bakmaları da bu tarz eserlerin yazılmasına ve dine cephe alınmasına sebep olmaktadır.

Hz.Ali (k.v) Efendimizin insanları yaptıklarıyla dine karşı cephe almaya iten dindarlar hakkında meşhur bir sözü vardır : “İki insan belimi büktü, âlimun mütehettikun ve câhilun mütenessikun”
Yani; birincisi ahlaksız (günah işleyen ve ibadetsiz) âlim, ikincisi ise ibâdete sarılan câhil sofu.

Bilim doğru kullanılırsa Kur’ân’a hizmet eder. İnsanın maddi âlem ile ilgili yaptığı tespitler ve bunların yorumu, insan aklı ve aklın beş duyu ile zaman ve zann algısıyla biriktirdiği öğrenimlerini kıyas özelliği ile çıkarımlar yaparak kullanması ile teşekkül etmektedir. İnsanları ALLAH’ın yokluğu hususuna inandırmaya çalışan felsefik akıllar, onları inandırıcı kıyaslarla kafeslemeye çalışmaktadırlar, bunu yaparken aklı negatif yönde kullanmaktadırlar ve bu yöntemle ALLAH’ı yok ettiklerinde dolayısıyla dinide ortadan kaldırmış olacaklarını düşünmektedirler. Halbuki onlar bir eşya, bir put aramaktadırlar ve bunu bulamadıkları için yok saymaktadırlar, onların yok demeleri aslında gizliden tevhidi ortaya koymaktır .

Çünkü fiziksel bir eşyanın, maddenin ilah olarak kabul edilmesi yahut bir fiziksel şeyin ALLAH’ı içermesi (hulul) İslam’ın bildirdiği ilah anlayışının kabul etmediği bir inanıştır ve küfürdür. ALLAH peygamberlerine bir eşya yahut madde olma sıfatı olduğunu bildirmemişken , onların akıllarıyla böyle bir ilah arama çabası ve bulamayınca ALLAH’ı reddetmesi yanlış bir kıyasın hem kendini hem de başkalarını yoldan çıkarmasına sebep olmaktadır. Çünkü kafa karıştırıcı kıyaslar zayıf düşünen bireylerin tökezlemesine ve yuvarlanmasına sebep olmaktadır. Müslüman: "Lâ ilâhe (İlâh Yok)" derken bu şekilde ilah olduğu inanılan ne varsa inkar eder ve “İllâ ALLAH (Allah’tan başka)" derken de ALLAH’ın varlığını ikrar eder. Tevhid bu iki kutbu birleştirmektir.

Münir Derman (k.s) hocam bunu şu şekilde çok güzel ifade etmiştir:
“Madde, mabud değildir.
Ancak mâbed ve mescid olabilir.
Müslüman maddeye mabud olma değil, mabed olma şerefini vermiştir. “


ALLAH c.c. ise bu duyularla sınırlanamaktan münezzeh olduğu, bir eşya olmadığı için O’nu aklın kavrayamaması , fethedememesi doğaldır. Neden ALLAH’ı ALLAH’ın Resulü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bildirdiği sıfat ve esmalarıyla aramıyoruz da maddeden bir ilah aramaya gidiyorlar. Zâtın akılla kavranamayacağı ortada iken reddedenler neyi reddediyorlar şaşarım!..

Din, insana aklından başka letaiflerinin de olduğunu bildirmektedir. Perde ardını ancak perde arkasındaki Hakiki varlığa inananlar araştırır ve aralarlar. Bu nedenle inanç ve iman ileriye adım atmak ve ilerlemek için başlangıç noktasıdır. Kulihvani hocamızın meşhur bir sözü vardır, say diyorum sense bir demiyorsun, bir demeden nasıl sayacaksın ki ?


وَمَنْ كَانَ فٖى هٰـذِهٖ اَعْمٰى فَهُوَ فِى الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَبٖيلًا
Ve men kane fi hazihi a'ma fe huve fi'l- ahirati a'ma ve edallu sebîla.
Her kim de bu Dünyada körlük ettise o artık Âhırette daha kör ve gidişçe daha şaşgındır (İsrâ 17/72)

Bu letâiflerini aramak yerine kendini bir madde yığını olarak düşünerek bu şekilde kendi nefsinin heva ve hevesi ardına düşmek ve hür düşündüğünü ve hür olduğunu savunmak, nefsin kendi kendisine aklı yanlış kullanarak kurduğu bir tuzaktan başka bir şey değildir. Bu tuzak ona hür olduğu duygusunu verirken, zaman ve zann algısıyla madde aleminden örülü ve maddeye kul köle olarak yaşamını idame ettirmesine sebep olmaktadır.
Halbuki dine bağlı yaşayan insan maddi alemden de ölçülü seviye de nasibini almakta ve hayatla ilgili düşünmektedir, bununla beraber manevi alemi ve kendini de keşfetmektedir. Bu durumda mahrumiyet söz konusu değildir. Bu durumda maddi ve manevi yaşantı arasındaki dengeyi kurmaya çabalamaktadır. Bakara suresindeki şu âyetlerde bu anlatılmaktadır:

“………….nâsın kimisi «rabbena, der bize Dünyada ver» buna âhirette kısmet yoktur” [Bakara Sûresi, 2/200]

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Ve minhum mey yekulu rabbena atine fid dunya hasenetev ve fi'l- ahirati hasenetev ve kina azaben nâr.
kimisi de «rabbena bize dünyada bir güzellik ver âhirette de bir güzellik ve bizi ateş azabından koru» der [Bakara Suresi, 2/201]

اُولٰـئِكَ لَهُمْ نَصٖيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللّٰهُ سَرٖيعُ الْحِسَابِ
Ulâike lehum nasıbum mimma kesebu, vallahu seriul hisâb.
işte bunlar, bunlara kazandıklarından bir nasîb var, Allahın hisabı da çabıktır [Bakara Sûresi, 2/202]

Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »


Nefsini bu dünyaya kul köle olmaktan kurtaran ve aklını kemâlâta erdiren kişi esas hür olandır. Manevî âlem maddî âleme galebe çalar. Bir gün istese de istemese de insan bu âlemi ve maddi bedenini terk edecektir ve bu kendisine buraya gelirken sorulmadığı gibi giderken de sorulmayacaktır. Tutunmaya çalıştığı bu dünyadan istese de istemese de bugüne kadar ispat ettiği insanlık tarihinde gördüğü tüm bireyler gibi bu âlemden mahrum kalmaya mahkumdur.

قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذٖى تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاقٖيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“Kul innelmevtellezi tefirrune minhu feinnehu mulakikum summe tureddune ila 'alimilğaybi veşşehadeti feyunebbiukum bima kuntum ta'melûn.:
De ki: haberiniz olsun o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip size çatacak, sonra, o bütün gayb ve şehadeti bilene iade olunacaksınız da o size neler yaptığınızı haber verecektir ( Cumâ 62/8)

Lâkin nasıl gideceği, bu âlemde yaptığı seçimlere/tercihlere dayalıdır. Böyle olduğu halde insanın bu hayata ve âleme aşırı şekilde bağlanması ve hür olduğunu sanması ironik bir durumdur ve büyük bir gaflettir. Bu durumu Malcolm X bir sözünde ne güzel özetliyor:
“Bize kalmayacak dünya için bize kalacak günahlar işliyoruz”

Bunu yapan kişi kendi iç âlemine set çekmiş ve esas hürriyetini aramamaktadır. ALLAH’a kul olmak en büyük hürriyet iken binlerce şeye kul köle olan nefsin hür olduğunu sanması nasıl bir aldanıştır?.
Ölmeden evvel ölerek, özündeki Rububiyet HUviyyetini bilmiş bulmuş olmuş, ve bu Hakikatle yaşamaya başlayan Rabbanî İNSAN’a HüR denir.

Bilim ile dini çarpıştırmaya çalışan kitle:
Maddî âlemde insanın ve üzerinde yaşadığı âlemin ve içinde yaşadığı galaksinin başlangıcını araştırmaktadır, bununla ilgili yaptığı ilerlermeleri kudsal kitaplardaki âyetlerle çarpıştırmaktadır.

Adem aleyhisselâm’ın ve âlemin yaradılışı ile ilgili âyetleri günümüz İncillerinden ve Tevrattan alıntılar yaparak bunları çürütme yoluna gitmektedirler. Batıda ki bilim adamları bu hususta Kur’ÂN’ı Kerim’le uğraşmaktan çekinmektedirler, bunun temel nedeni henüz Kur’ÂN’ı fazla bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

İnsanoğlu nereye giderse gitsin, dine kulak vermedikçe, bilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin kendi içindeki boşluğu asla dolduramayacak ve huzur bulamayacaktır..

Günümüz incillerinin orjinal arami dilinde olmaması, kitapların Hakiki İncil'den farklı ve karmaşık olması bir yana dursun, bilim adamlarının tevrattaki Adem a.s ve yaradılış bahislerini ibranice dili üzerinden derinlemesine incelemek yerine ingilizce çevirilerden yüzeysel değerlendirme yoluyla hareket etmeleri, onların bazı üstü örtülü kısımları anlamamalarına sebep olmaktadır. Bu açıklamalar insanlara çok masal vari ve karmaşık gelmektedir.

İslam alimlerinin burada devreye girip Kur'an'ın orjinal bozunmamış yapısı ve zengin Arapça kelime açılımlarıyla, teknolojik olarak ileri gidilen bu çağda Kur'an-ı Kerim'in nurundan yansımalarla günümüz insanına bazı mevzularda açılımlar getirmesi gerekmektedir.

İbn-i Kesir 'in tefsiri batıda ingilizce'ye çevrilmiş ve kitapçılarda bulunabilirken, Elmalılı Hamdi Yazır (k.s)'ın tefsiri maalesef İngilizce'ye çevrilmemiştir, neden ? Daha çağımıza yakın. Bunda bizim de suçumuz var. Risale-i Nur'u 72 dile çevirten kitleye sorarım, neden Elmalılı'nın tefsirine dokunmadınız!..
Diyanet kurumumuza, binlerce imam hatip ve ilahiyat fakültesi mezununa da sorarım neden çevrilmedi bu tefsir ingilizceye? Bu kadar dini müessese ve okul ne yapıyor? Alim yetiştiremiyor muyuz artık!.Devletin bu çalışmaları destekleyecek kaynağı mı yok ?

Batıya İbn-i Kesir ve Kral Fahd'ın Kur'an mealleriyle açılan kesim neden yeni tefsirlere bakmadan bunu yapıyor ? Çünkü bunun kökeninde halen şekilci bir islami yapının dünyaya empoze edilmesi ve eskiye yönelik sürekli bir özenti vardır. Halen okunulan duaların ve surelerin manaları bilinmeden hazmedilmeden okunmaktadır. Halen kılık kıyafetler, sakal, cübbe, namazın orucun v.b. ibadetlerin şekilleri ezbercilikle önden gitmekte içleri ise bomboş uygulanmaktadır. Bunları makine gibi sayan ve bu hususlarda birbirlerine kibirle öğüt veren müslüman kardeşlerimiz, bunların halen manalarına bakmamaktadırlar. Senelerce yurtdışında bir çok milletten müslüman ile aynı camide namaz kılan biri olarak bunu görebiliyorum.

İlimsel terakki Hristiyanlık aleminde ve Yahudilikte adeta durmuştur, Elmalılı Hamdi Yazır Metalib ve Mezahip isimli eserinin başında islam dünyasında ilerlemelerin devam ettiğini belirterek Hristiyanların bazı noktalarda ne kadar kör olduklarını belirtmekte ve İslam'da bu yolun açık olduğunu bildirmektedir. Münir Derman (k.s) ise bir müslümanın bilimden geri kalmaya hakkı yoktur sözleriyle bu aydınlanmada nakil-akıl birliğini ortaya koymanın gerektiğini bize bildirmektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Münir Derman Hocamızın sözlerine geri dönüyoruz:
Bilgisizliğimizin ve aklın inanç ile tamamlanması lâzımdır.
Aklın durduğu yerde, aklın ötesine hürmet, edip, boyun eğmek, aczini anlamak ALLAH'a inanmak demektir.
Akıl, ta’zim, hürmet ve edeb içinde söylersek, Tanrı'nın üç büyük vasfı vardır; akıl ve idrâk ölçümüzde:
“Halkeder, idâme ettirir, yok eder.”
Onun mâhiyetini tâyin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur...


Burda Hocam inanç ile aklın tamamlanması lâzım derken aklın nakillenmesi, TÜMMLenip TAMMLanması için inancı tetiklemek gerektiğini ifade ediyor çünkü akıl kuşu ancak inanç kanatlarıyla uçacaktır özüne doğru, fakat özüne yaklaştıkça güneşe atılan buzdan bir ok gibi eriyecektir. Aklın nakle SALL ettiricisi/ulaşım sağlayıcısıda Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve sellemdir. Ham akıl ve duyular ile âlemi dahi müşâhadede yanılgıdasın, ALLAH’ın varlığını yokluğunu tartmak ne demek? Hangi teraziye vuracaksın ALLAH’ı?.

Münir Derman Hocam, bir yerde bahsediyordu yabancı bir yazar var diyordu, kitabının yarısında ALLAH’ın varlığı üzerine delil getirir diğer yarısında yokluğuna dair delil getirir. Bunu niye söylüyor Hocam? Şunu ifâde ediyor, ham akılla bazı meseleleri halletmenin mümkün olmadığını ortaya koyuyor, kapasiteyi bildiriyor, aklın ikiliğini çift kutupluluğunu anlatıyor. Ne demek bu?. Şu demek :
Akıl yarı çapı kadar bir iple, kişinin sabit fikirle MERKEZe zikkelenip aynı çember üzerinde şüphe ile dolanması demektir MUHİTte...

Kulihvani Hocam’ın tâbiri bu, kendim de o çemberlerde dolandığım için bu söz içime yer etmiştir. Habirem daire çiziyor. Aklı sürekli deliller getiriyor. Dinî kitapları okuyor onlarla negatif kutupta kıyaslar üretip kendi çelişkilerinde boğuluyor. Bir adamın ömür boyu bir kapının önünde durup içeri adım atıp keşfetmesi gerekeni keşfetmek için çabalamaması ve kapı önünde “içerde bir şey var mı yok mu?” diye bir ömür boyu tefekküre yatması gibi ömrü hebâ ediyor. “Dur bi önce ALLAH’ı kavrayayım sonra içeri girerim!.” Neyi kavrayacaksın?!. Ömür boyu kapı önünde dolanır durursun. Her söylenilene bir kulp bulursun, habirem Kelâmullah ve Resûlullah salallahu aleyhi ve sellem'i örselemeye çalışırsın. Dini kılığa girmiş yobazları onların çelişik yaşantılarını, yanlış ettiği sözleri görürsün, onların bu hallerine bakar İSLAM dinini yargılarsın. Bu sefer DİN diyen kim varsa hepsini aynı kefede tartıp yargılarsın. Kendi kulak ve gözüne perde çekersin, hepsinden şüphe duyarsın.

Bu yüzden Kur'ÂN'da Bakara Sûresi 2. âyette:

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ
“Zalike’l- kitâbu la raybe fih, hudel li’l- muttekîn.:
İşte o kitap, bunda şüphe yok, ayni hidâyet, korunacaklar için.”

buyuruluyor. Şüphe yok diyor kitapta niye şüphe yok diyor?.
Şüphe, inancın pozitif yönde yaptığının tam tersini yapmaktadır, âdeta zıt kutup gibidir. Bu yok bu kitapta. Şüphe ile yaklaşırsan şüpheyi bulursun burada şüphe yok demek ayna gibidir kitap, şüphe duyuyorsan bu senin kendi içindedir kitaba bahane bulma diyor.

Sana şahdamarından daha yakın olduğunu bildireni, her yerde arayıp duruyorsun, ne zaman kendi özüne yolculuk edeceksin, daha kendini tanımıyorsun. İnadı bırakıp aklının yetmediğini anlayıp, Kelâmullah ve Resûlullah 'a hürmet eden ve kulak veren bu yolda samimîyyet sabır ve sadakatle yol alır..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Kur’ÂN-ı Kerim’deki Tîn Sûresi insanın yaradılışı ve kendini arayışına dair bize önemli mesajlar vermektedir.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖى اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍ
Lekad halaknel'insane fî ahseni takvîm.
Ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık [Tin Sûresi 4.âyet]

Bu âyeti kerime de insanın “ ahseni takvim” olarak yaratıldığı vurgulanmıştır. “Hüsn” güzel demektir , “Ahsen” ise en hüsn olan yani en güzel olan demektir. Burada bulunan takvim kelimesinde “kıvam” vardır. Bu âyet insanın bedeninden ziyâde diğer letâiflerine daha çok işâret etmektedir. Çünkü bir sonraki âyeti kerime’de “esfel-i safilin” gelecektir. Bu da insanın daha beden âlemine , yani şu şehadet âlemine inmeden nelerle donatıldığına dair bize bir işâret verir. Demek ki insanda öyle bir kıvam var. Bu kıvam Âdem’e talim edilen esmâu’l- husna’dan oluşan bir kıvam. ALLAH celle celâlihunun bizde tecellî ettirdiği bizim Âdem aleyhisselâm dan bir nevi genetik olarak payımız olan bir kodumuz var, bir terkibimiz var ve bu kutsal terkib üzere yaratıldık. Fakat insanların çoğu kendini sadece beden zannediyor.

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ
Summe radednahu esfele safilîn.
Sonra da çevirdik Esfel-i Sâfilîn'e kaktık [Tin Sûresi 5.âyet]

İşte bu kıvamla yaratılan insanı BİZ aldık Esfel-i Safilin’e kattık. Beden verdik geldi âleme bu kıvamla bu âlemde gözünü açtı ve kendini bilemez oldu. Görme yetisiyle donatıldığı halde daha baktığını göremeyen kimi insan BİZe meseller getirdi, kendisinden tecelli eden el-alîm esmâsını , yani aklını , ve ona yüklediğimiz esmâların cümlesini bilim adını verdiği ve ilmimizden keşfettiği şeyleri BİZe karşı silah olarak kullanma cüretini gösterdi. Bu şehadet âlemine, bu suflî olan âleme tutuldu, âşık oldu.

اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
İllellezîne amenu ve amillus salihati felehum ecrun gayru memnûn.
Ancak iyman edip yarar ameller yapan kimseler başka, onlar için kesilmez bir ecir vardır. [Tin Sûresi 6.âyet]

Halbuki iman edip salih ameller işlese ona kesilmez bir ecir var, şu dünya da her yeri kazarak Âdem (aleyhisselâm) ın kemiklerini aramak yerine kendi letâiflerini keşfetse ve kendi iç âlemine yolculuk yapsa bu kesintisiz ecre sahip olacak, kesintisizlik ancak nakil cereyanı ile mümkün , akıl nakillenmezse cerr yapamaz ve iç âleme yönelemez. Kevser Nuruna erişemez. İzole kalır.

فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدّٖينِ
Fema yukezzibuke ba'du biddîn.
O halde sana dîni ne tekzîb ettirir? [Tin Sûresi 7.âyet]

Kendisine böyle bir kesintisiz ecir verilen kişi artık ALLAH'ı tekzib edebilir mi?

Cüz-i akıl nakle uymadığı taktirde kibirle benlik iddiası kurarak hareket edecek ve asıl hüviyeti bilemeyecektir.

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا
Fe a'rid am men tevella an zikrina ve lem yurid illel hayated dunya.
O halde bakma sen o bizim zikrimizden yüz çevirip te Dünya hayattan ötesini istemiyen kimselere [Necm Sûresi 53/29)

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى
Zalike mebleğuhum minel ilm, inne rabbeke huve a'lemu bi men dalle an sebilihi ve huve a'lemu bi menihteda.
İşte odur onların ılimden irebildikleri gaye, şübhesiz ki rabbın, odur en bilen yolundan sapanı, hem de odur en bilen hidâyeti tutanı [Necm Sûresi 53/30)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

İnsan kendi menşeini maddede aramaya devam ettikçe kendi iç âleminden bi haber olacaktır. Jeolojik kazı yapmak istiyorsak içimize doğru yapalım ki Hakkı bulalım. Dışarı açılır gidersek bu bahis uzar sonu gelmez kaybolur gideriz . Trilyonlarca insan geldi geçti bu âlemden , kendi zamanlarının imkanları doğrultusunda yaşadılar, imtihan edildiler. Toprakta toz oldu bedenleri. Onlarda çok zekiydi. Kemiklerini rüzgar âlemin her yerine dağıttı.

Herşeyi bilmekle mükellef değiliz âlemde, bunu ne aklımız alır ne ömrümüz buna yeter, bu yüzden ALLAH celle celâlihu. bize bu kadar ağır yük yüklemediği halde biz niye kendimize yükleyelim? ALLAH celle celâlihu, Kur’ÂN-ı Kerim'i tarih, kimya matematik ve fizikle doldurup ezberlenip öğrenilsin diye yüz binlerce sayfa yapmadı, ama ona sınırsız bir derinlik verdi. Herkes kendi aklı kadar derine iner. Kur’ÂN daki sistemler âlemin heryerinde cereyan etmekte okuyan için. Eğer ALLAH celle celâlihu sayısal sistemleri Kur’ÂN'da bildirdiyse bir anahtar verdi insana , kendi zamanında lazım ve layıkıyla müşahade edebilsin diye , o anahtarla açsın kendi aklını ve kendi iç âlemini keşfetsin sonra dışarı baksın. O zaman maddede bile, âlemde bile neler görür neler.

Dünya burdan geldi, yok efendim Big bang oldu patlamadan gezegenler evrene yayıldı, araları açıldıkça genişliyor eeee!
Big bang'den önce ne vardı peki?. Nereye genişliyor?. Bu bitmez bu sorgu, bitmez hiç. Sonsuz buutun hangisindeyiz?. Aç Youtube'u hem uzaya hem atoma zoomlayan ve senin bir hiç olduğunu hissettiren bir sürü videolar var seyret ve gör çaresizliğini, hiçliğini anla fakat insanı da yabana atma!. Bilim öğrenilmesin demiyoruz. Müslüman bilimden geri kalmamalı, daima zamanının gereğini yerine koymalı ve ileri bile gitmeli ilimde fakat İÇini DIŞına kurban etmemeli!..

Kur'ÂN, insanın Rabbıyla kendi arasında aklı kemale erdiren kitaptır. En çetin zekalar dahi kurdukları sistemlerde açık bırakırlar ve bu açıklık ve zayıflıklar bunlara hücum edilecek cepheler oluştururlar. Yıllardır insanların dine karşı açtıkları mücadeleye karşı bir kitabın mükemmel şekilde kendini savunması, Peygamber’in onu uydurmadığının, onun bir akıl ürünü olmadığının ve ayetlerin ilahi vahiy olduğunun en harika bir delilidir.

ALLAH celle celâlihu ancak bizim için hakkı ve hayrı murad eder. Bunda bozgunculuk yapan ise insanın ta kendisidir. Bunu şerri seçerek yapar.
Kur'ÂN-ı Kerim'in âyetlerini tefekkür ederken duygusal zekanızı negatif değil pozitif yönde kullanmalısınız, olumsuz olarak gördüğünüz şeylerde ALLAH’ı hemen yargılamayınız, bunu yaparsanız kendi nefsinizdeki olumsuzlukları seyredersiniz , Kur’ÂN ise size sadece aynalık eder, sizdeki sapkınlığı size gösterir...

سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِىَ الَّذٖينَ يَتَكَبَّرُونَ فِى الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَاِنْ يَرَوْا سَبٖيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبٖيلًا وَاِنْ يَرَوْا سَبٖيلَ الْغَىِّ يَتَّخِذُوهُ سَبٖيلًا ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلٖينَ
Seasrifu an ayatiyellezine yetekebberune fil erdi bi ğayril hakk, ve iy yerav kulle ayetil la yu'minu biha, ve iy yerav sebiler ruşdi la yettehizuhu sebila, ve iy yerav sebilel ğayyi yettehizuhu sebila, zalike bi ennehum kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilîn.
Âyetlerimden uzaklaştıracağım yer yüzünde o haksızlıkla büyüklenenleri, ki her âyeti görseler de ona iyman etmezler, rüşd yolunu görseler de onu yol tutmazlar, ve eğer sapıklık yolunu görürlerse onu yol tutarlar, öyle: çünkü onlar âyetlerimizi tekzib etmeyi âdet edinmişler ve hep onlardan gâfil olagelmişlerdir [Araf Suresi 7/146]
Resim
sevgi
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 1
Kayıt: 14 Nis 2018, 14:50

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen sevgi »

Merhaba güzel insanlar Allah hepinizden razı olsun Münir Derman Hazretlerine dair en geniş kapsamlı paylaşımlar yapmışsınız. nette dağınık bölük pörçük okudum. bu site hazine odası gibi. sağ olun var olun. nasıl bir vahamet içersinde uykuda olur keliemeler yetmiyor câhilce geçen zamanımı anlatmaya ki şu an dahi bildiğim bir şey yok. Ve Allah Münir Derman'dan bin kere razı olsun. Ben çarpıldım hayranlık babında diyorum islamda hayvana nebata doğaya naifliği bulamayacağımdan öyle öfkeli ve asiydimki islama şimdi bambaşka bakıyorum. İslamı, Kur'ÂN'ı Munir Derman anlatımıyla yorumuyla yaşamak Bu da kısmetse tabi Munir Derman yorumuyla diliyle islama yeniden dönmek... derdim kendi kendime bir yanlışlık olmalı, yüce yaratıcı hayvanlara doğaya yarattığı herşeyde onu göreceksek ayırım olmamalı derdim anlatılan farklı gelsede İLK yaratıcı yüce Allahım beni sevdiğini her an gösterdi isyanıma rağmen çok şükür çok şükür. ve Munir Derman yazılarında Allahın Resûlun âdil olduğunu okudukça içim içime sığmıyor..
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

MeRHaBa.
SEVGİli kardeşimiz Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimizin hasbi ve habibi hizmetçilerinin sitesi olan Muhammedinur web sitemize hoş geldiniz. Münir Derman Hz. (k.s)lerinin yazılarını dijital ortama ilk aktaranlar biziz ve onları sürekli olarak ancak bu sitemizde kontrollü olarak yayınlıyoruz. Ayet ve hadisler ile eşliyoruz, daha iyi anlaşılmaları için hizmet ediyoruz.

Derman hocamızın hayranı çok fakat maalesef yolundan yürüyen çok az. Kendisi de bu sebeple bu yolda yürümeyeceksen benim mavi kaplı kitabı rafa koy demektedir. Bunları bir tek kişi için yazdım gibi sözler etmektedir. Sitemizden alıntı yaparak alınan bu yazılar web sitelerinde çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. İlmi doğru kaynaktan ehil olmayanların hatalı yorumlarından uzak durarak öğrenmek için Kur'an ve sahih hadislerin ışığında gitmek elzemdir. Bu Münir Derman Hz.nin eserleri de olsa, başka velilerin eserleri de olsa , ancak yazılanı doğru anlamak Kelamullah ve Resulullah (s.a.v)'ın yolundan giderek mümkündür. Biz bu sebeple buna çabalıyor ve burada sadece hizmet ediyoruz.
Sizi de aramızda görmekten mutluluk duyar, yürekten paylaşımlarınızı bekliyoruz.
Es Selam ve Sevgiyle
garibAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

“Siru fil-ardi fenzuru keyfe beasel halka..”
“Arzda seyir ve seyyahat ederek hilkatın nasıl başladığını görünüz.” Burada Jeolojik tedkikler murad ediliyor.
[Vahdet-i Vücut Kitabı, Prof.Dr.M.Derman (k.s)]


Derman Hocam burada aşağıdaki ayeti kerimeyi kastetmektedir:

قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾
Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhırat( âhırate), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

1. kul : de, söyle
2. sîrû : yürüyün, dolaşın
3. fî el ardı : yeryüzünde
4. fanzurû (fe unzurû) : o zaman, böylece bakın
5. keyfe : nasıl
6. bedee : ilk defa başladı
7. el halka : yaratma, yaratış
8. summallâhu (summe allâhu) : sonra Allah
9. yunşîu : inşa edecek, yaratacak
10. en neş'ete el âhırete : ahiretin inşası, ahiretin yaratılması
11. innallâhe : muhakkak ki Allah
12. alâ kulli şey'in : herşeye
13. kadîrun : kaadir, muktedir, kudreti yeter

"Yeryüzünde dolaşın ve böylece ilk yaratılışın nasıl olduğuna bakın. Sonra Allah, ahiretin yaratılışını inşa edecek (gerçekleştirecek). Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir." de.

Bu ayette jeolojik tetkiklere işaret etmektedir demektedir. Bu ayette bilime yönlendirme vardır. Hocam Kur'an'ın insan aklını kullanmaya ve bilime teşvik ettiğini bildirmektedir. Bu jeolojik tetkik dediği kısımları kopyası yazılmamış sırlar kitabında anlatacaktır. Kant ve Laplace teorisinden ve yaradılış safhalarından bahsedecektir. Salsal, Tiyn gibi Kur'an-ı Kerimimizde yaradılış safhalarını anlatan bazı kelimeleri açarak günümüz biliminin geldiği noktaları Kur'an-ı Kerim'den gösterecek ve yaklaşık 15 asır önce vahyedilen ilahi mesajın bunları nasıl anlattığını bize gösterecektir. Bu ayeti gören bir bilim adamının kalkıpta Kur'an-ı Kerim'in bilim karşıtı bir kitap olduğunu iddia etmeye çalışması bozgunculuktan başka bir şey değildir…

garibAN
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Halil Cibran'ın bazı yazılarından yapılan alıntıların Münir Derman hocamın kitaplarında yer alması üzerine Halil Cibran'ın Nebi (Ermiş) isimli kitabını alarak okumaya başladım bu kitabın ön sözü içerisinde Asaf Halet Çelebi (1907-1958) isimli başka bir şairin şiirinden bir alıntı gördüm. İlginç olan şey şu ki Asaf Halet'in şiiri Derman Hocam'ın mezar taşında yazan sözlerden ibaretti. Derman hocamın Asaf Halet Çelebi'nin bu şiirini sevmiş yada o devirlerde okumuş olması gerekir ki bu şiirdeki sözler mezar taşına yazılmış. Asaf Halet Çelebi'nin Cüneyd isimli şiiri aşağıda verimiştir :

Cüneyd

bakanlar bana
gövdemi görürler

ben başka yerdeyim

gömenler beni
gövdemi gömerler

ben başka yerdeyim

aç cübbeni cüneyd

ne görüyorsun
görünmeyeni

cüneyd nerede
cüneyd ne oldu

sana bana olan
ona da oldu

kendi cübbesi altında
cüneyd yok oldu



Cüneyd.: Küçük asker. Askercik..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hilmi
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 95
Kayıt: 07 Mar 2008, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Hilmi »

Yıllar önce bu konuya değinmiştim bu sitede.

http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 10&t=10582
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Hakikaten Hilmi Can ben tamamen görmemişim bunu iyi araştırmışsın iyi oldu bahsettiğin, Allah Razı olsun.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Resim
160 Hicri senesinde ölen ve 500 kadar telif eseri olan Tavaslı Musa İbn-i Ebû Hayyan’ın el-Halis isimli kitabında , göz hastalıklarında , boğaz anjinlerinde Resulullah’ın şu tavsiyesi yazılıdır: “Mantarı alınız, rutubetli karanlık bir yerde üç gün muhafaza ediniz, üstünde küf hasıl olur. Demir bir şiş alınız, kızdırınız! Soğuduktan sonra üç defa bu küfe sürünüz, bu küfü boğaza talâ ediniz! “ [Dr. M.Derman (k.s) ]

Resimde görülen antibiyotik olarak kullanılan penisilin küfüdür. Penisilin günümüzde modern tıpta keşfi 1928 yılında Londra’da Alexander Fleming tarafından yapılmıştır. Bakteriyoloji Uzmanı Fleming bir gün staph aureus isimli bir bakteriyi agarda incelerken dikkatsizce hareket ederek günümüzde penicillium notatum adı verilen küf ile agarın kontaminasyonu sonucu bu küfün bakterinin üremesini durdurduğunu ve enfeksiyonlarla savaştığını keşfetmiş ve günümüz penisilin antibiyotik ilaçları bundan doğmuştur. Bugün küften kolesterol tedavisi için kullanılan lovastatin ve bağışıklık sistemini güçlendiren Cycolosporine yapılmaktadır...

Bir müslümanın günümüz biliminden geri kalmaması için ilim ve bilim Resulî ve Kurânî bir teşvik ve günümüz bilim adamınında bildiğiyle kibirlenmemesi için ibretliktir... Bu son cümleyi anlamayan iki grup yobazlar ve kibirliler çatışırken , kibirle değil ALLAH’ın verdiği izzetle ortalarından yürürüz...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

"Günahkar, iddiacıdan daha hayırlıdır.
Çünkü birincisi tövbe kapısını çalarken, ikincisi de iddianın tuzağında mahvolur. "
[Dr.Münir Derman (k.s)]

Adamın biri vardır alkoliktir, sabaha kadar içer ama alkolün günah olduğunu bilir, müpteladır ama Allah'ın ayetlerinde hamr'ın haram olduğunu bilir. Günah işler ama yarın bir gün tevbe eder. Bir başkası Kur'an'da böyle bir şey yoktur der küfre girer, olanı inkar eder. Bu düşüncesinde ısrar eder. Tuzağa düşer.

Adamın biri vardır günahkardır, günah işlediğini bilir tevbe eder. Bir başkası da kendini veli sanır , temiz sanır, öyle gösterir, temiz olduğunu iddia eder. Bu tuzağın içinde mahvolur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (k.s) FİKRÎ DERLEMELER ve İNCELEMELER

Mesaj gönderen Gariban »

Soru: Merhaba, Münir Derman Hocamızın kabir taşında nefsin kendi haline bırakılmasından bahsediyor bunu ne şekilde anlamalıyız? Örneğin Nefsimizin isteklerine göz mü yumalım bu durumda?.

Sevgili Kardeşim,
Kıymetli sorunuz için teşekkür ederiz. Sorunuza cevap olabilir mi bilemiyorum, Münir Derman (k.s) hocamızın kabir taşında şöyle demektedir.:

Nefsinle uğraşma bu savaş değildir,
Kabirde azâbın esası budur.
Bırak nefsini kendi haline,
Uğraşma onunla yakışmaz sana.

Aziz kardeşim insan nefsini tezkiye etmeye me'mur mecbur mahkumdur ve bundan sorumludur. Nefisle Kıtal (savaş) başka cihad başkadır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kişinin nefsi ile yaptığı cihadı büyük cihad olarak hadisi şeriflerinde tanımlamıştır. Bu cihad ise insanın nefsini hasım olarak alıp ondan kurtulmaya çalışması, onu öldürmesi demek değildir. Savaş bir muharebedir, düşman ile yapılan bir çarpışmadır ve katletmek vardır. İnsan nefsi ile cennete cehenneme girer. Allah c.c. Kur'ân-ı Kerim'de bir çok âyette nefsimize zulmetmememizi söylemektedir. Bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
“Nefsinizin sizin üzerinizde hakkı var, ailenizin sizin üzerinizde hakkı var, Allah'ın sizin üzerinizde hakkı var.. Her hak sahibine hakkını veriniz.” (Buhârî, Edeb/86).
"Hakiki mücâhid nefsine karşı cihâd açan kimsedir." (Tirmizî, Cihâd, 2)
Kişinin nefsini tezkiye etmesi, ALLAH (c.c.)'nun yasakladığı şeylerden uzak durması ve bunlara karşı olan isteklerini kontrol altına almasıyla olur. Daha ilerisi helallerinde bazılarını azaltması ve aşırıya kaçmaması olabilir. Fakat bu taşıyabileceği, yapabileceği ölçüdedir. Nefsi ortadan kaldırmaya çalışmak olmamalıdır. İslam ölçülü bir dindir. İfrat ve tefritte insanın nefsini boğmaz, i'tidal de yürütür, tezkiye eder, parlatıp nurlandırır, yaradılış amacına yönelik amellere yöneltir. İtidal sınırlarının dışı ise insanı harama ve yasakları çiğnemeye ve nefsin kirlenmesine sebebiyet verir. Nefsi kirletmek ona zulmetmektir. Derman Hocamın burada nefsinle uğraşma bu savaş değil demesi, onu hasım gibi görüp ortadan kaldırmaya çalışma, ona zulmetme demektedir. Kulihvani Hocamızın sitemizde Abdurrahman Çavuş'la ilgili camda kendini görüp görüntüsüne toslayan koç ile ilgili yaşanmış bir hadisesi vardı. Bu konuya onu güzel bir örnek olarak verebiliriz. Yine Münir Derman Hocam kitaplarında Hintlilerin aşırı oruç tuttuklarını ama bunun nefislerini daha güçlü yaptığını anlatan bahisleri vardır sitemizde bunlarla ilgili çok örnek verilmiştir. Algıladığım bu, daha derinine garibin aklı yetmemekte..

Es-Selam ve Sevgiyle,
garibAN..

Resim
Cevapla

“Fikrî Derlemeler, İncelemeler ve Zevkler” sayfasına dön