Münir Derman için...

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Münir Derman için...

Mesaj gönderen kamuran »

Başka mıntıkanın lakırdısı :

Münir Derman için...

sadık yalsızuçanlar


Şafaktan bir saat önce uyandı. Suadiye'deki Cemal apartmanının teras katındaki iki odalı evinin, denizi gören penceresinden baktı. Deli bir poyraz, dokunduğu her şeyi dondurarak esiyordu. Kaldırımda doğrulmaya çalışan bir adam gördü. Giyinip indi. Keskin bir pislik ve sidik kokusu genzini doldurdu. Adam tir tir titriyordu. Uzun saçları kirden keçeleşmiş, yüzü kir pastan tanınmaz haldeydi. Kalkmak için çırpınıyor, soğuktan kaskatı kesilmiş bedenine söz geçiremiyordu. fark edince, elini güçlükle uzatıp yardım istedi. Sağ eliyle kolunu kavradı, doğrulttu, eve getirdi. Doğruca banyoya soktu. Yıkadı, temizledi. Adam kirden ve buzdan çözüldükçe, Rodin'in oyduğu taştan çıkan heykel gibi belirmeye başladı. Yüzündeki donmuş ifade yeniden kımıldadı, bedeni hareketlendi. Annesinin, izne gittiğinde bez torbaya koyup verdiği tarhanadan çorba yaptı. Buğusu üzerinde içirdi. Kendi yatağına yatırırdı, yorganı başına çekti.
Kulluktan sonra, bitap düşmüş, seccadeye yığılmış, uyumuştu.
Düşünde sağ eline bir ışık verdiler.
Uyandı. Baktı, sağ eli fanus gibi, ışıl ışıl.
Kimse görmüyordu ama, sokakta, işte, evde, sağ elin sürekli ışık saçıyordu.
Yeni ev arkadaşı yedi gün konuk olduktan sonra gitti.
O gece akşamdan sonra, denize bakan pencerenin yanındaki sedirde otururken, sağ avcunu açtı ve kainatı gördü. Artık ne zaman alemleri seyretmek istese sağ avcuna bakardı.

Bir gece gayret kubbesinde gizlenmiş olanları gördü, selam ettiler ona. Edep içinde divan
durdular. Kulağına benliğinin kapılarının açılması için okudular. Üçler, yediler sonra dörtler buz gibi su ikram ettiler.
Kırklar sofrasında bulundu. Bunlardan üç kişi ile halen haftada bir gece
buluşmakta. "Kırklardan mısın?" diye sormayın. O üç ile dört
yapar, hiç ile kırk olurdu. Kendisi, hiç ve üç bir alem kurar, birleşir, gezerlerdi. Hem kırk, hem dört hem de hiçti onlar.
Hareketlendikleri yerde üç, durduklarında yedi, tekrar yürüdüklerinde hiçleşirlerdi.
Çünkü onlar kırklardı.
Elini tutmak istediklerinde şükrün mukabili değil de bahane ararlardı.
Birinde bahane bulduklarında kendisi, üç ve hiç görünürdü.
Kimin elini tutsalar, içlerine alır, kırk olur ve iki görünürlerdi.
Sonra, ister görünür ister görünmezlerdi.
Sonra gönülleri dilerse belirir, dilemezse yiterlerdi.
Onlar her yerdeydi, her yer onlardaydı.
Elleri işte gözleri oynaştaydı. Gündüz insanlık halleriyle, gece kendi melalleriyle meşguldüler.
Bazen görünür ama bulunmazlar, belirir ama tutulmazlar, aranır ama gelmezlerdi. Çünkü gaflet ve kuşku bulutlarıyla örtülüydüler.
Renkten renge girerlerdi, binbir renkte görünmek zorundaydılar.
Ödevleri ağırdı, insanların ve şehirlerin üzerine yağmur gibi yağan belaları havada yakalar, geri gönderirler, yıldırımlar düştüğünde tutar, gökten ateş yağdığında söndürür, yerden mağma fışkırdığında dindirir, hastalıkları iyileştirir, gönlü kırıkların kalbini hüzünle yıkar, aşıkların sırrını saklar, meczupları arı su ile temizler, yetimlerin karnını doyurur, melankoliye iyi gelirlerdi.
Onlar yeryüzünde bahane arayıcısı, yer altında berzah ışığı, gökte yıldız, güneş ve aydılar.
Hikayeden kırk kişi olmuşlardı.
Kimi zaman veli kimi zaman deli kimi zaman kafir görünürlerdi. Halleri buydu, sessizliğin ve huzurun yitmemesi için böyle olmaları gerekiyordu.
Bu denli çok kuşku ve neden arasında hala varlıklarına inananlar için şükrün tadını bilmek kaçınılmazdı.
Göründüklerine, 'kendine güvenme' der, kuşkuları kırmak için bahane dağıtırlardı.
Onların bahanesine habersiz yakalanılır sonra saklanırdı.
Günü gelince onun hesabı görülür, o zaman el verilir, el alınır, el tutulurdu.
Çünkü onların duası, kendilerine yaramaz, başkalarına yarardı.
Çünkü onlar sadece güvenen kuşkunun belini kırar ve benlikleri için değil O'nun için dua ederlerdi. Kıymet de buradaydı kıyamet te.
"Onüç yıldır kırklardanım" dediğinde henüz kırkdört yaşındaydı, kırkların yedincisi ve en genci idi.
İkisi burada, sonra Mısır'da, Şam ve Bağdat'ta, Belki Mekke'de, Endülüs'te, Cava'da, Hindistan'da, Salamon adalarında, Güney Amerika'da, yedisi onsekizi, otuzüçü başka bir yerdeydi, dördü söylenmezdi, onların yeri göğü belirsizdi.
kırklar da görünür dünya dili ile öteyi beriye bağlayan köprü gibi.
Biri diğerini duyar, beriki öbürünü görür, yeri yersizliği örten perdedirler, perdeleri kaldırır yeri ve zamanı yok ederler.

Derman, bir gece gördü ve bu sözleri söyledi.
Dostları şaşırdı, "haklısınız" dedi, "çok tuhaf söylüyoruz; cidden tuhaftır... Bu kelime gafletin ta kendisidir. Size tuhaftır, fakat asıl hakikat budur..."
Kimse bir şey anlamadı, dostlarının çoğu onu terk etti. Yanında kalan birkaçı ise, ayıp olmasın, üzülmesin diye sözlerine inanır göründü.

Yine bir gece hücresinde anma anındayken, bir fısıltı duydu:
"bu da Kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu? Yok canım..."
Birden istemsiz bir biçimde şu sözcükler döküldü dudaklarından:

"Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun? O da kul.. Amma Kul...
Şüphe yolundan çıkmayana bir şey vermezler...Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder...Kırkları kaçırdın elinden. Allah'a ısmarladık...Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz... Dünyada o kadar Veli'ye ihtiyaç yok...Sen yine bildiğine devam et... Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır."

www.sadikyalsizucanlar.net adresinden alıntıdır.
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli Kâmuran kardeşim, Sadık Yalsızuçanların Derman doktorumuz hakkında anlattıklarını paylaşmanız ile dirinin nefesinden soluk bulduk çok şükür. Derman doktorumu ne güzel anlatmış. Kâmuran kardeşim, Munır Derman hocanın kitabında, sağ elinin projektör gibi aydınlatıcı olma özelliği, bir sabah görev yaptığı köyde insan pisliklerinin biriktiği çukura sahip tuvalete gittiğinde, bir örümceğin pisliğe bulandığını görmesi ve kurtulmaya çabaladığını farketmesi ile hiç düşünmeden elini pisliğe sokup o örümceği kurtarması ile olduğunu okumuştum. Sadık Yalsızuçanların bilgi kaynağı nedir bilmiyorum ama ne olursa olsun Derman doktorumuzun bu pürüzsüz yaşantısında hikmet. Hiçbirşeyin hesabını yapmayan, ölçüp biçmeyen, uyan ve uygulayan oluşu... Aklımızda ölçüp biçmelerimiz olduğu sürece gaflete dalmak zor, bahaneye ermek zor...
Bir ara televizyonda albeni çikolatalarının reklamı vardı. Kim güzel bahane uydurursa bu çikolatayı yiyebiliyordu. Hatta bir reklam filminde "albeni bahanecisi" vardı. Albeni yemek için bahane üreten biri vardı. Bunları boş söz için demememekteyim. Demeye çalıştığım bizi alması için bahaneyi de ihsan edecek olan verecek olandır inşallah. Biz umar, ümid eder dileriz. Nasibimizse elimizden tutulur, alırlar "ben"i inşallah.
Resim
Kullanıcı avatarı
turabi
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 76
Kayıt: 14 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen turabi »

Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder...
BİZ NEYİ BİLİRİZ, NEYİ BİLMEYİZ, BİLEN BİRİSİ ÇIKSIN DA BİLENLERİN NE OLDUĞUNU BİLELİM...
Cevapla

“Fikrî Derlemeler, İncelemeler ve Zevkler” sayfasına dön