Münir DERMAN SOHBETLERİ-1

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN SOHBETLERİ-1

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesallahu sırrahu


MD.TMMSHBTLR-1
Resim

NÜBÜVVET ve VİLÂYET

(ALMANYA SOHBETİ)


http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 170&t=9699

Resûlullah Efendimiz, Nebîlik cesed-i muâllâlarına aiddir.
Mühr-ü Nübüvvet vardır biliyorsunuz..
Resûlluk, bir tek Resûldur. Evveli de o dur sonu da.
Resûl, Allah’ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi cesedlerinden Ruh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik Vilâyet makamı ile kaldı. Vilâyet makamı nebîlikten yüksektir.
Bu vilâyet makamı, doğrudan doğruya zâten Resûlullah Efendimizden evvel yoktu Velî denilen şey.
Bu vilâyet makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir Gavs bulunur her devirde. Gavs!..
Gavs demek, her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Resûlullah’ın şefâatından, Allah’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir. Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir. Allah’ın nazarı.

Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon adalarındadır. Belki İngiltere dedir. Belki Kutuptadır. Belli değil.
Yalnız bu ZÂT, Kürre-yi Şimalindedir. Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur. Bu da bir hikmettir.
Yeri mâlum değildir Gavsın.
Bunun sol tarafında mesela şimdi.
Sol tarafında, Nazarı, Âlem-i Mülke; Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdulmelik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdulmelik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdurrab denilen nazarı, Âlem-i Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır. Abdurrab o da.
Nazara Âlem-i Mülke olan Abdulmelik, Abdurrabdan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.

(M.D.Hocama bir hanım sormakta: Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?..)”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavsın yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır. Bu makam bazen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
Bazen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı; bir Şimal de Abdulmelik, Cenubde Abdulkâdir. Makam bunlar, isim değil! Şarkta Abdulhayy, Garbde Abdulalîm denilen 4 kişi vardır.
Bunlara Evtad denilir. Dörtler-Direkler…
Bu evtadların yerleri mâlumdur, bazen yerleri değişir.
Ruhen Kâbe’de dâima müctemi’dirler. Bazen de ceseden toplanırlar.


Her asırda bir Gavs vardır. Resûl-i Ekrem Efendimizin Nâibi o.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu
dörtler, her zaman Mekke de mânen toplanırlar.
Bazen de cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların emirlerini
Kırklar, Mülk Âleminde görürler.
Kırkların müşkülleri olursa, Yediler hallederler bunları. Bir de
Yediler vardır…

Birde Üçler vardır. Bunlar ümmîdirler. Mânevî ziynet gibidirler.
HAKK’ın onlara teberrüken dâima, Abdurrabba nazar eder ve niyâz ederler onlar. Hiç kimseyle alâkadâr olmaz.


Üçyüzler vardır, seyyar-gezerler.
Üçbinler vardır. Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler. Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve ubidiyetlerinin mükafâtı olarak Velî Makamındadırlar. Yâni mesela burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefâreti yoktur.
Teberrüken Fillandiya sefâreti gibi o makama otururlar orada.


Bir de Meczûb Mecnûnlar vardır. Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinden, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar. Bunlarla yemek yenmez, Elbiseleri giyinmez, Sohbet de edilmez.

Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Resûlullah’ın ruhanîyetinin Velîye intisabı..
Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, efendim maddî!...
Kim verdi bu emri. Göster o emrin yerini.
Maddî -Ruhanî bu. İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idare ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..


Velîler vardır. Doğrudan doğruya Vilâyet-i Resûlullah’a hâkim Velîler vardır. Evliyâ-yi tahtet gubâbî la yarifu gayri.
Onun içün:
Arz-ı vasi ister isen gir Velînin Kabzına,
Arşı Kürsîden geniştir bir Velînin âyesi.

Bunlar tamamiyle, hanıefendi, bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu. Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumadan aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor. Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız! Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız! Yaprak, çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek taze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz.

Nebatata kadar merhamet gösteriniz! Bunda şefâatim gizlidir diyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz! Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır. Zengin veya hükümdâr olsa da.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler. İçinde haram var ise.. Sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne Allah’ın belâsı şey!” i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar tabîi olaylardır. İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her türlü şahsî veya umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir sûretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâima uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veya bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâima güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz! Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır. Sonra yavaş yavaş erir. Mekandan sıyrılır gideriz lâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar. Bir kısmı tekrar doğmaz. Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler. Hemen hududdadır.
O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri maddî sıhhat, diğeri mânevî sevgi ve ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur. Padişah olsun.
Aksinde devranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.

Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...

Bu gelişimde Ankara’da, kendi varlıklarını lâikiyle bilmemişler gördüm. Suâl soruyor da.
Belki anlayamayacaksınız bazı yerlerini çünkü onun suâline...
İrşad makamına daha ayak basmamış, kendilerine meşâyih süsü vererek etrafına mürid toplamış, irşâd davasında bulunurlar. Müridleri vardır.
Bir diğerine:
Sultanım! veya Efendi Hazretleri! hitâbıyla kendilerini dünya halkına Velî tanıtırlar. Biz Mârifet Ehliyiz! derler…
Evliyâ sözlerini, tasavvufî cümleleri satan tellallara rastladık.

Sin, Lâm yazın, yazın, Elif yazın, Nun yazın! Bunu okuyun. “Sultan” değil mi?
Bu
Sîn’in mukabili “Yâ Sîn” dir. Yâ Sîn dir.
Ondan sonra Lâm geliyor. Elif Lâm.
, Tâ-Hâ ve Ta, Mim, Sin.. Aynı zamanda Nun, Nur Sûresi anlaşıldı mı?
Bunlar Sultanın mânâsını verirler.
Arapça da Sultan Kur’ân dilinde Burhan demektir. Delil mânâsı demektir.
Bir diğerine: “Sultanım! veya Efendi Hazretleri!” hitâbıyla kendilerini dünya halkına Velî tanıtırlar. “Biz Mârifet Ehliyiz!” derler.
Evliyâ sözlerini - Tasavvufî Cümleleri satan tellallara rastladık.
Mârifet ilimdir. Bu ilimle Rabbıyla arasındaki perdeyi kaldırmaya yarar.
Mârifet sahibi her şeyin sıfatını görür, Hakikatini göremez.
Sıfatların tevhidi, mârifettir.
Bu tevhidi bilmekle Velî olmuş olmazsın, Hakikati göremezsin.
Eğer eşyanın zâhirini gören Velî olsaydı, hiç kimse azaba müstahak olmazdı.
Mârifet sahibi bile hayır sahibi değildir…
Herifi uçuyor görürsün ilâ nihaye...

Hatta Yediler, Yediler başka, Kırklar, Üçyüz Vilâyet sahibi değildir.
Vilâyet sahibi değildir.
Bu mürşidler Vilâyet Makamına ayak basmış olsaydı, irşâd davasında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında aziz bilip ve HAKK katından uzak olmazlardı. Kendilerini Velî tanırlar bunlar.
Resûlullah, âhrete intikal eder etmez Nübüvvet Allah’ın izniyle Vilâyete tebeddül olundu.
Nübüvetün hükmü tamam oldu. Vilâyet Devri ortaya çıktı.
Resûlullah Efendimizin RUHÎ KUDRETİ evliyâda zâhir oldu.
Evliyâ öyle kimselerdir ki bütün Âleme ve her şeye gizlidir. Her ilmi bilirler.
Dünya halkı tasarrufun kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı evliyâ, zamanında bilinmez.
Zâhirî varlığı her ne kadar gizli değil ise de hakikî SIRRı gizlidir.
Bu gün Vilâyet Devri olduğu için, Kudret Makamı evliyânındır. Evliyâya sürülen, Resûlullah’ın nübüvetidir.
Bugün bir bu Velî, bundan 300 sene evvel 3.000 kilo yükü varsa bu gün 30.000 kilodur.
Çünkü âhrete, kıyamete yakın Allah’ın sevmediği işler o kadar çok olacak ki, Cenâb-ı Allah gazab vermesin diye, Resûlullah’ın ruhanîyeti müteessir olmasın diye Velîler omuzlarının üzerine almışlardır.
Eskiden bir Velîyi kızdırmak için 10 sene uğraşacaksak bu gün 300 sene beklememiz lâzım. Allah bu derece
Es-Sabûr Esmâsıyla tecellî ediyor.
Kavm-ü Lût iki mahalle idi, l500 kişi idi.
Nuh’un Kavmi 2000 kişi idi.
Musa’nın 1200 kişi idi.
Bir anda Cenâb-ı Allah onları hâk ile yeksan etti.
Kavm-i Lût’un 30 sene de yaptığını bu gün yarım saatte yapıyor beşeriyet. Adamlar!...

Çünkü Rahmetenlilâlemindir.
Rahmet şu demektir; şu elimize be her santimetrun murabba sahaya havanın 1 kilo 33 gram te’sir eder.
Bir balon tuttuğunuz zaman nasıl şişer.
Havayı ref’ edin mizanda tutulur.
Rahmette böyledir. Resûlullah efendimizin Cesed-i Mübârekleri arzda iken RAHMETi hâlâ devam ediyor. Âhirete yakın kıyamete yakın hadis bu.
En son Mekke’de kopacak kıyamet. 5 dakika sonra da Medine’de.

Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil Aleyhisselâm inecekler. Cesed-i Resûlullah’ı aşağıya inip koparacaklar. O, onun şiddeti görmesinler diye. Korkmasınlar diye. Onun için Resûlullah müteessir olmasın diye yukarı böyledir.
Dünya halkı da:

Bir Hanım sormakta: Efendim ama bu kıyamet koptuktan sonra bu dünyadan hayatından başka, başka bir dünya daha olabilir mi? Başkabir Âlem daha olabilir mi?””
Halkın arasında gizli yürüyenler vardır.
HAKK’tan başka onları kimse bilmez.
Bunlara eşyanın sıfatları da perde olmaz.
Onlar gizli bir şey, onlara gizli bir şey yoktur.
Dilerlerse bir anda şarktan garba varırlar. Bunlara
EHLULLAH derler.
Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrâil peygamberleri gibidir. Hadis-i Şerîf.
Buradaki âlimlerden maksad Evliyâlardır.
Nübüvvet Makamına bu dünyada Evliyâdan başkasının erişmesine imkan yoktur.
Hatta Vilâyet ve Nübüvvetin ikisi de bir
NURdur.
O NURun, Velînin varlığından vücudundan doğup çıkınca buna VİLÂYET denir.
Nebînin varlığından çıkarsa, buna da
NÜBÜVVET denir.
Bu NURun açıklanması Enbiyâya farzdır. Peygamberlere.
Evliyâya men’ edilmiştir.
Çünkü Nübüvvetlik-Peygamberlik addia etmiş olur. Onun için yasaktır.Derhal kâfir olur.
Her hâlin kendine has ÖZü ve SÖZü vardır.
Konuşması belki birden bire anlaşılamaz.
Fakat konuşmalarında bir HEYBET sezilir.
Her Velînin kelâmı başkadır. Her biri kendi MAKAMına göre konuşur.
İrşad ederler, ilme bürünmüştürler. Affederler.
Halkın ayıbını örterler. Cefaya da bicâmildirler.
Aslında Allah’tan gelen fakat zâhirde kullardan görünen hallere razı olurlar.
Bunlar aşikâr olsalardı. Halka da eziyet addetmiş olsalardı HaKK ile çekişmeye ve muharabeye girişmiş olurlardı.
Onların bu gizlenmesi, Hakk tarafından halka bir merhamettir.
Halka belli olan bir Velî, ancak zâhirdeki ilmiyle belli olur.
Vilâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Her Velîyi gizleyen bir çok perdeler vardır. Perdeler çeşitlidir.
Herkes Velîyi anlayamaz.
Birçokları inanmaz, mu’teriz kalır. Bu da bir sırdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi, yalan isnad edenlere de karşı sabır halinden alacağı ecri bulamayacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zamanda HAKk’a şükredemeyecekti.


Onun için iman iki türlüdür. Birisi SABIR, bir diğeri ŞÜKÜR.
Bu günün ulemâ ve mürşidlerinin ağzında bir TASAVVUF kelimesi gidip durur.
Tasavvufun özü vardı, hakikati vardı, fakat ağızda dolaşan ismi yoktu.
Bu gün yalnız sadece ismi var, özü kalmadı, hakikati de yok oldu!.
Tasavvuf; yazıları, kitabları, o Velînin yaşadığı haldir.
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise,

Bir kimsenin içi, dışından daha değerli ise, onun adına VELÎ derler lügatta..
İçi dışı aynı olursa ona da ÂLİM derler.
Bir kimsenin dışı, içinden kıymetli olursa ona da CÂHİL tabakası derler.

Sana dâima, size dâima söyledik, yazdık, imâ ettik.
Fakat sen bildiğin gibi gidersin, her şeyin dibini öğrenmek sevdasındasın. Yoksa bir lâhzada iş biter!
Fakat aslında kaybettiğini söyleyip, başka bir kağıda yazılmış yazanın el yazısı bile, değil.
Onun ricâ ve selâmını aldık onun hatırı içindir.
Hatırı zamanında neredeyse akıp gidiyor. Her şeyin sonu vardır.
Onun için bedastan laflarından uzaklaş oğlum!
Maddî Planda çalışanlar, Mânâ Makamlarının sözlerine ve adamlarına da muhtaçtır.
Bu son cümleyi yurdumuz kaybettiğinden bu günkü duruma düştük.
Gördüğüne, işittiğine inan! Hükmünü sonra kendin bil ve de bul!

Sofra kalktıktan sonra dökülen ekmek parçalarını, düşen pirinç tânelerini yiyenin gözü açılır. Bu laf 10 ciltlik kitâbın ÖZÜdür.
Böyle olursan gezdiğin yerlerdeki ağaçlar, kurtlar, taşlar ve hayvanlar seninle konuşup söyleşirler.
Bu sözleri söyleyecek kimse kalmadı. Yerlerini de dolduracak da yok.
Kütüphâneler 40 senedir kapalı. Kitabları okuyacak da yok. Başka yazı, başka lisân, başka zihniyet.
Daha seninle bile mektubu bile yazamıyoruz birbirimize eski Türkçe.
Ben sağdan yazarım. Sen soldan başlarsın.
Muhterem Efendim! Sayın, Bay good!
Memleketimizde 40-50 senelik nesil Bit Pazarından toplanmış uydurma kelimelerle Câhiliyet Lisanı kuruldu.
Ammaaa, bir bakıma iyi oldu. Belli olacaklar ortaya bütün üryânlığıyla çıktı.


Akşemseddin Hazretlerinin babası, Şeyh Hamza adında kerâmetleri olan bir zâttır.
Şeyh Hamza, Akşemseddin 7 yaşında iken Allah’ın emri ile Amasya’ya gelip yerleşti. Kavak Mahallesinde. Hâlen kabirleri ordadır.
Şeyhü’l Hamza âhirete intikal edip kabre konduğu gece sırtlan kurdu adındaki bir canavar kabrini açar. Cesedini yemek ister.
Şeyh elini çıkartır. O canavarın boğazından sıkar öldürür.
Ertesi sabah halk ziyârete geldiğinde merhumun elini dışarıda görürler. Herkes hayret içindedir.
O anda kalb gözü açık mübârek bir zât da orada bulunuyor.

Zikredilen zât: Kurdu tuttuğundan meyyitin elinin yıkanması gerekir!” der. Ve yıkarlar.
Hakikaten de eli derhal içeri çekilir.
O zamandan beri merhuma
“Kurtboğan Şeyh” denir.
Şimdi o diyârda bu adla anılır. Şeyh Hamza’yı tanımazlar.


Bu hikayede ne var? Ara bul!..
İşte bu günün menkibesi.
Elinin yıkanması gerektiğini bilecek, o kadar ulemânın, mürşidlerin arasında bir tek gölge bile yok maalesef.
Kiminle konuştu isen, hepsi kendi büyüklüğünü izhar ve kabul ettirmek sevda ve gafletindedir.
Nakşibend Şeyhleri, Rifaî Halifeleri, bunların müridleri, mürşid diye bize tanıttırılan bî-namazlar.
Alevîyim diye geçinen, pos bıyıklı güsulsüz câhiller.

“Ehl-i Beyti seviyorum!” diye Ehl-i Beyti rencide edip Allah’ın Resûlulunun ruhunu ta’zib eden, dindâr görünen yerine göre kendine makam veren münafıklar gördüm.
Aralarında menfaat kisvesine bürünerek onlara bilmeden tâzim ve hürmet eden, aklı ermediğinden küfr içerisinde olanlar, tamamıyla şirke düşmüş insanlar gördük.
Tantanalı laflarına kapılıp onların peşinde koşan temiz gençleri gördük.
Bir diyârda mânevî kalb hışır olur, küfür olur, münafık çoğalırsa o diyârın zâhirî, maddî, iradî nizamı da karışır..

Her türlü iş ehlinin gayrına tevdi edilirse, kıyamete intizar et! demiş hadis-i Resulullahta..
Kıyamet alâmetlerini saymaya hâcet yok! Ne soruyorsun?
“Şu oldu, şöyle olacak” diye laf etmeye de lüzum yok.
Bütün insanların kendileri teker teker bir nev’i kıyamet alâmetidir.
Artık maddeten ruhlara, bu âlemin alâmetleri intikal etmiştir.


Resim

Muâllâ: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.
Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Aid olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Makam: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Kürre-yi Şimal: Kuzey yarım küre.
Müstakil: Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Meleküt: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
Müctemi’: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
Nâib: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Ümmî: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Alâkadâr: Alâkalı, münâsebetdar.
Tâat: İbadet etmek. Allah'ın (celle celâlihu) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Ubidiyyet: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (aleyhisselâm) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak
Teberrüken: Uğurlu ve mübârek olarak. Bereket mevzuu ederek.
İnd-i İlahî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Vasi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (celle celâlihu)
Arz-ı vasi’: Genişçe yer.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Âye: Avuç içi.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Suâl: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Nâ-mekan: Mekansız.
Nisab: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Tekâmül: Kemâl bulma. Olgunlaşma.
İrşad: Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibâdet ve itaata kavuşturmak. Velî bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakîm olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve târif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)
Mürid: İrade eden, istiyen. Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.
Meşâyih: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.
Mukabil: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Burhan: Bürhan. Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek sûrette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
Tellal: Dellal. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Dâvet eden.
İlâ nihaye: Sona kadar, nihâyete kadar. Böylece devam eder.
Tebeddül: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak: Hudus)
Nübüvet: (Nebi. den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (celle celâlihu) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak
Müteessir: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü.
Sabûr: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden.
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. Allah'ın (celle celâlihu) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Hâk: f. Toprak. Turab.(Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.)
Yeksan: Beraber. Bir. Düz. Her zaman.
Beşeriyet: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Santimetrun murabba: Santimete kare. Cm2
Te’sir: Bir şeyde eser ve nişâne bırakma. Vasıfları ve halleri değiştirme. İşleme, dokuma, iz bırakma. İçe işleme.
Ref’’: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Mizan: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
Şark: Doğu. Güneşin doğduğu taraf.
Garb: (C: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
Ben-i İsrâil: İsrâil oğulları. Yahudiler. Yahudi.
HEYBET: Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
Âşikâr: f. Belli, meydanda, açık. Bedihi.
Addetmek: Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek.
Muharabe: (C.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.
Mu’teriz: İtiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.
İsnad: Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. Peygamberimiz'in (aleyhisselâm) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. Bir nesneye, bir şeye dayanmak. Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
İmâ: İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret.
Bedastan: f. Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı.
Zihniyet: Düşünce. Düşünce yolu. Anlayış. Kafa
Üryân: intikal
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Meyyit: (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.
Menkibe: Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe.
İzhar: Açığa vurma. Meydana çıkarma. Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek
Rencide: f. İncinmiş, kırılmış.
Ta’zib: Azab verme. Eziyet etme. Men eylemek.
Kisve: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet.
Şirk: En büyük günah olan Allah'a (celle celâlihu) ortak kabul etmek. Allah'tan (celle celâlihu) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm)
Tantana: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.
İradî: İrade ile alâkalı, iradeye dâir.
Tevdi: Emânet vermek, bırakmak. Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi. Mutlaka terkedip bırakmak.
İntizar: (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek.
Hâcet: (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.
Nev’i: Nev'e aid, çeşit ile alâkalı.
Alâmet: İz, nişân, işâret.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yerde bitmiş olan hiçbir nebat yoktur ki, onu bekçi bir melek korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hesap edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiyi basıp ezerse, o melek kendisine lanet eder.” Buyurmuştur.
(El- Muttakî, Kenzu’l- Ummal : 3-905)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim, yerine yenisini dikmeden bir sidre ağacını kesecek olursa, Allah ona cehennemde bir ev yapar.” Buyurmuştur.
(İbn Esir : 3-676 )

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için ağaçtan hasıl olan ürün miktarınca Allah sevap yazar. " Buyurmuştur.
(İ.Ahmed -Müsned :5/415)

Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrâil peygamberleri gibidir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetimin ālimleri, Benī İsrāīl peygamberleri gibidir!” buyurmuştur.

(Aclūnī, Keşfü'l-Hafā, II, 64/1744; İmâm-ı Yâfi’î, Neşr-ül-mehâsin; Abdülganî Nablüsî, El-hâmilü fil-fülk kitâbında da yazılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye kütübhânesinin (Es’ad efendi) “rahmetullahi teâlâ aleyh” kısmında (3606) sayıda vardır.)

Her türlü iş ehlinin gayrına tevdi edilirse, kıyamete intizar et:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Emanet kaybolunca ve emanete hıyanet edilince kıyameti bekleyin” buyurur. Emanet nasıl kaybolur? denilince de “İşler ehline verilmezse emanete ihanet edilmiş olur” buyurmuştur.

(Buhari, İlim, 2; Rikak, 35)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Emânet ehline verilmediği zaman, işte o zaman kıyâmeti bekle!” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim, 2; Ahmed, II, 361)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN SOHBETLERİ-1

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

ADın Yâd OLsun!
RuHun Şâd OLsun!
Resûllah (sav) AŞKın ve,
YOLun ÂbÂd OLsun cAN HocaM MüNiR DERmÂN kaddesallahu sırrahu!..


KuL İhvÂNî KITmirin


Resim
Aziz kardeşlerim,

Ömrünü Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'i ve,
şahsında Kur'ÂN-ı Kerim ve RaBBü'l-âlemini,
MuhaMMedî Şuurla BİLmeye
MuhaMMedî Nurla BULmaya,
MuhaMMedî Sururda OLmaya
MuhaMMedî Onuru YAŞAmaya ve Yaşatmaya Vakfedetmiş OL-AN,
İlim-Edeb-İrfan-Erkan Hasbi Hizetinin Habibî Hizmetçisi,
Rahmet Çeşmememiz, ALLAH DOSTU Hocamız MüNiR DERmÂN kaddesallahu sırrahu..,
Kabrine NURullah ve Nur-u MîM Yağsın! İnşâe ALLAHu TeÂLÂ...


DermAN'ımızı BİZler gibi sadece HAKK ve HAYRda Hizmetçisi olarak SEVen, İZleyen vefakâr kardeşlerime şükranlarımı sunar dua ederim.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ...



MuhaMMedî MuhaBBetle...

Resim

ZEVK3864 Resim

Zâhir, Akyeleli ASL-AN!.. ZiKR-i Dâimin DeRM-ANı!..
Bâtın, HAKın Kulu-SuLT-AN!.. FiKR-i Dâimin DeRM-ANı!..
SEVilen RaHM-AN Nefesi!.. SeBeBsiz SEVenler SeSi!.
NaZ-NiYaZ Nûrun NeŞesi!.. ŞÜKR-ü Dâimin DeRM-ANı!..


07.10.09 22:47
a n t a l y a …


Resim
Resim
Cevapla

“SOHBET - 1” sayfasına dön