Münir DERMAN SOHBETLERİ-3

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN SOHBETLERİ-3

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesallahu sırrahu

MD.TMMSHBTLR-3
Resim
ŞABAN AYI

(EŞKİŞEHİR SOHBETi)


Aziz cemâat!
Recep ayı gitti, Recep ayı biliyorsunuz Allah’ın ayı.
Şaban ayı Sallallahu aleyhi vessellem’in ayı, ki onun içinde bulunuyoruz.
Ondan sonra da İmam Efendi Mihrabiyye Duasında bir âyet-i kerime okudu:
“yâ eyyuhâllezîne âmenû: Ey inanan kullar.”
Allah’a ve Resûlune inanan kullar, Allah’ın varlığına inananlar.
Kitabının, Kitabullah olduğuna inananlar ve Resûlune itaat edenler.” Âyet-i kerimesini okudu.
İşte Resûlullah’a itaat edenlerin ayıdır bu ay.
Müslüman olmak başka, Resûlullah’a itaat etmek başka.
Bunu, bel kemiğinen düşünmeyip de aklınnan düşünen insan derhal ne demek istediğimi anlar.
Resûlullah’ın ayından sonra da O’na itaat edenlerin ayı, Secde-i Rahmâna başını koyan Müslümanların ayı gelecektir.
Niçin Resûlullah’ın ayı, Allah’ın ayı, Ümmetinin ayı? Onu anlamak biraz güç!

“Efendim sır mı?”Hayır hiç sır değil.
Bundan asırlarca evvel. Bin senenin üzerine daha asırlar koyun.
18-19 yaşlarında 20 yaşlarında yahut 22 yaşlarında nur yüzlü, siyah saçlı, zeytin gibi mübârek güzel gözleri var. Bembeyaz cildi, zayıf.
Hastalandığı için kendisini tebdil-i havaya göndermiştiler.
Tebdil-i Havadan da bir faide görmeyeceğini anladığı için:
“Beni tekrar memleketime götürün!” diyen müstesna, Allah’ın yarattığı insanlar içinde müstesna ve güzel bir kadın.
Hurma dallarından yapılmış bir sedye içinde omuzda, bir diyardan kendi memleketine doğru yola çıkmış.
Birden bire:
“Beni yere indirin!” diye güzel sesi etrafındakilerine yayılıyor yere indiriyorlar.
Yanında beş ila altı yaşlarında bu nur yüzlü kadının çocuğu.
O ondan daha nurlu. 6 yaşlarında bir sabi.
Kadıncağız birden bire baygınlık geçiriyor.
Hurma dallarından yapılmış hasta taşıyan sedyenin içinde kendinden geçiyor böyle.
Yanındaki biricik evladı, 6 yaşlarında, alıyor Anasının elini ellerine.
Gözlerinden yaşlar dökülmeğe başlıyor.
Bir müddet baygınlık geçtikten sonra annesinin eline düşen bu yaşlardan annesi gözünü açıyor ve gözü, evladının gözüne bakıyor.
Kendisi aynı zamanda çok güzel söz söyleyen insanlardan biriydi bu mübârek kadın.

“Bârek Allahu” diyerek başlıyor.
Şimdi Arapçasını okuyacak değilim, Türkçesini söyleyeyim.

“Herkes ölecek! Her yeni eskiyecektir. Her var olan, yok olacaktır. İşte ben de ölüyorum! İsmim dünya durdukça bâki kalacak, çünkü pâk ve güzel bir evlâd dünyaya getirdim!” diyor.
Mübârek gözlerini kapıyor. Allah’ına kavuşuyor.

Bu mübârek kadın, Hazreti Âmine idi. Gözlerine bakıp da bunu söylediği de Hazreti Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vessellem 6 yaşında idi.
İşte bu ayda bu hadise olmuştu. Resûlullah yetim kalmıştı..
Onun için bu ay Resûlulah’ın ayıdır.
Allah şefaatine ikisinin de nâil ve müyesser eylesin!. Âmin!..


Onun için, Resûlullah’ın ayı çabuk geçiyor.
Tabii Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem, ondan sonra mübârek vâlidelerini İlliyyine gönderdikten sonra ağlamağa başlıyor. Yanında
Ümmü Eymen, Hazreti Ümmü Eymen.
Hazreti Ümmü Eymen, Resûlullah efendimizi ondan sonra kendi ana şefkatine alıyor.
Götürüyor Mekke’ye tabi. Amcaları büyütüyorlar kendilerini.
Hazreti Ümmü Eymeni Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz çok severdi.
Hatta kendisine:
“Anamdan sonra ikinci anamdır” derdi.
Bu mübârek kadın bir gün kıymetini Resûlullah indinde anlatmak için bir daha tekrar edelim.
Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem efendimiz oturuyorlar.
Ezvacı’t- tâhirat yani Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin zevceleri bizim vâlidelerimiz Allah hepisinin şefaatine hepimizi nâil ve müyesser eyleye!.
Hazreti Ümmü Eymen de orda oturuyor.
Hazreti Ümmü Eymen, Resûlullah Efendimize muhterem pederleri tarafından kalmış, kendisi aslen Habeşli, mübârek bir kadın. Demiş ki:
“Ya Resûlullah bana SU ver!” demiş.
Şeyin yanında Evzacı’t- Tâhiratın yanında Hazreti Ümmü Eymen. Derhal Ezvacıt’- Tâhirat kalkıyor.

“Resûlullah’tan SU istenir mi?
“Ben Resûlullah’tan istiyorum SU!”
diyor mübârek kadın. Resûlullahü muhterem.
Tabii Resûlullah’tan çok büyük yaşta. Belki 30 yaş daha fazla. 40 yaş fazla.
Mübârek kalkıyor. O zamanın kırbasından nasıl tas ise koyuyor ona. Getiriyor Hazreti Ümmü Eymen e veriyor.
Hazreti Ümmü Eymen oturmuş, Resûlullah ikram ediyor, Hazreti Ümmü Eymen e.
Hazreti Ümmü Eymen SUyu alıyor içiyor. Ayağa kalkıyor.
Diyor ki:
“Resûlullah’tan SU istemenin edeb harici bir iş olduğunu idrak eden bir kadınım ben!” diyor.
Yani istedim de, ben edeb dışı çıktım zannetmeyin! demiş.
“Yarın huzuru ilahîde bir hitabe maruz kalırsam: “Ya Rabbi ben Senin Resûl-ü Kibriyâ’nın elinden SU içtim!” deyip kendimi kurtarmak için yaptım!” demiş.
Hazreti Ümmü Eymen e Fahri Kâinat Efendimiz sarılıyor:
“Anamdan sonra ikinci anamdır” diyor.
Mübârek gözlerinden de iki âlemi gören gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor.
İşte bu mübârek kadın, Handek Harbından sonra.
Biliyorsunuz Resûlulah Efendimiz Medine’yi teşrif ettikten sonra bir çok harbler olmuştur diğer imana gelmeyenlerle.
Bunlara Gazve derler. Gazve, Arapçada harb demektir, gazavat cem’isi.
Harbten sonra Hazreti Ümmü Eymen o zaman 84 yaşında. Mübârek kadın 84 yaşında ve biraz iri.
Resûlullah’ın huzuruna çıkıyor:
“Ya Resûlulah diyor müsaade buyurursanız Mekke’ye gideceğim ben!” diyor
O zaman kızı Mekke de, kızı Mekkede Ümmü Eymen’in birtek kızcağızı varıdı.
Müşrikten birisi ile evli kızı.
“Artık çok yaşlıyım gidiyim kızımı göreyim” diyor. “İzin verirlerse.””
Resûlullah Efendimiz bir deve hazırlanmasını emrediyor.
Deveyi hazırlıyorlar, bu mübârek kadın, mübârek devenin üzerine biniyor, azığını da alıyor. Medine’den Mekke yolunu tutuyorlar.
11 günde Mekke’ye varıyorlar. Bir öğle sıcağında varıyor Mekke’ye. Mekke o zaman küçük bir kasaba.
Mekke’nin kapılarında bulunan muhafızlar Ümmü Eymen’i tanıyorlar.
Devesini elinden alıyorlar, yiyeceklerini de alıyorlar, Mekke’ye sokmuyorlar.
Kızgın kırbaçlarla, demir kırbaçlarla dövüyorlar bu mübârek kadını.
84 yaşındaki kadını dövüyorlar. Ve:
“Mekke ye girmeyeceksin!” diyorlar.
Çarnaçar devesi elinden alınmış, azığı kalmamış bu mübârek kadın dönüyor Medine tarafına.
Yürüyor yürüyebildiği kadar 84 yaşındaki bir insan tasavvur edin!.
Beş, altı, yedi gün yürüyor. Nihâyet vücud motoru istop ediyor. Bir öğle zamanı bir kumun üzerinde kalıyor.
Dudakları kurumuş, tâb-u tuvanı kalmamış. 84 yaşında bu. Susuz aç, yedi gün yürü. Artık öleceğini anlıyor.
Artık o hale geldikten sonra insanı baklavacı dükkanına götürmezler ölecek insan. Dondurmacıya da götürmezler. Kaldırırlar.
Yumuyor mübârek gözlerini dönüyor Rabbına:
“Ya İlahî diyor. Ben şimdi artık her tarafım bitti. Herhalde artık sana kavuşuyorum” demiş.
“Şu dudaklarım Senin Resûlünün verdiği SU ile ıslanmıştı bir zaman. Bunları son nefesimde kurutma da, hem Senin ismi celîlini anayım hem de Resûlune bir salavat-ı şerife getireyim!” diyor.
Bu anda görünmeyen iki el çıkıyor ortaya. Bir kâse SU sunuyorlar Hazreti Ümmü Eymene.
Kudretten bir iki el Hazreti Ümmü Eymen’e SU sunuyorlar.
Hazreti Ümmü Eymen SUyu alıyor içiyor. El, tas mas kayboluyor.
Ve tâb-u tuvanı geliyor kalkıp Medine’ye gidiyor. Kuvveti geliyor yerine gidiyor.
Bundan sonra bu hadiseden sonra bazı kitablar Ümmü Eymen’in 8 sene, bazı kitablar 12 sene daha yaşadığını söylemektedir.

Şimdi burada duralım!.
Sizin hepinizin hiç zorlamadan
“nasıl el çıkar?”
10 tâne el bile çıkar, Müslüman buna inanır.
“Müslüman demek, saçmaya inanır” demek değildir.
Projöktörü başkadır da ondan. Zâtı sungur oyunu değil bu.
Şimdi bir üniversiteli yahutta, Üniversite de var büyük insanlar.
Yani:
“Ben efendim buna inanmam!””
Kabuuul inanma! “Bu hayal görmüştür” diyelim.
Olur ya insan hani SUsuzlanır, susuzluktan bunalır da çöllerde serab görünür. Deniz görür.
Gidersin yok bişey. Öyle olduğunu kabul edelim. Mesele orda değil.
Biz bi defa bu mübârek kadına birisi getirmiş sunmuştur.
Hakiki maddî olarak SUyu içmiştir. Biz öyle kabul ediyoruz.
Amma ötekisi
“Efendim bu hayaldır.”
Hayal olduğunu kabul et. 15.000 defa hayal olduğunu kabul et. Hayaldir. Asıl bundan sonra mesele.
Hayal mahsulü SUyu içmiş tasavvur edelim.
Bundan sonra tab-u tuvanı geliyor. Medine’ye gidiyor.
Asıl bundan daha da büyük mesele, bu 8 veya 12 sene daha yaşamıştır.
Hazreti Ümmü Eymen SUsamamıştır ve SU içmemiştir ömründe. İnsanlar susuzluğa 5 gün mütahammüldürler. Asıl mesele burada.
İster SU içsin, ister SU içmesin. İnanmanın insan uzviyetinde yaptığı büyük te’sire bakınız!.
Onun için:
“yâ eyyuhâllezîne âmenû: Ey inananlar kullar.”
“Resûlune ittiba ediniz Ona inanınız” hikayesi buradan gelir.
Yoksa inanmayan o çölde kaldığı zaman ağzına musluğu tak manda gibi SU içir yine yürüyemez o. İş, inanmadadır.
İşte Hazreti Ümmü Eymen böyle mübârek bir kadındı.
Alıyor, Hazreti Amine’nin vefatından sonra Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi büyütüyor. Teeeeee Resûlullah’ın peygamberliğine kadar ki, bu hadise de ondan sonra oluyor.
Şimdi Resûlullah’ın bu ayında herkeste Resûlullah’ın Nuru vardır bilirsiniz.
İster kâfir olsun, ister dinsiz olsun, imansız olsun, müslüman olsun, ne olursa olsun.
Nur-u Resûlullah kâinat yaratılmadan evvel Cenâb-ı Allah tarafından yaratılmış bir atom manzumesidir.
Hepimizin içinde Hayy Esmâsına bürünerek, O mevcuddur.
İşte, bu ayda o bööööyle olmağa başlar.
Onun projöktörünün akümülatörünü şarj etmeye bakın, doldurmağa bakın!.

“Nasıl dolar?””
Ulan İslam onu bilmezse, gidip de akümülatörcülerden soracak değilsiniz ya!.
Geceler uzun. Ayda gecenin tepesinde duruyor:
“Uyuma!” diyor uyuma!. uyuma!.

Bu gecede, bu gecelerde Resûlullahın gecesinde varlık bakırı,
İnsanın varlık bakırı, rahmet kimyasıyla altına çevrilir.
Bir damla olan ruh, vücud sadefinin içinde bir inci olur bu ayda.
Bir âyet-i kerime de: “fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât ve kânallâhu gafûren rahîmâ.””
Allah bir anda bütün seyiatı hasenate tebdil eder bu ayda.
Her şeyin zamanı vardır. Âyet-i kerimelerin de zamanı vardır oğlum.
Allah seyiatı hasenate tahavvül eder. Ne zaman?
Zamanı var, bu ayda.
Bu ayda bakınız, ağaçlar dikilir. Bu ayda kiraz olmaz.
Bunlar hepisi âyettir. Yemişler, şunlar bunlar.
Bak, yapraklar dökülüyor bu ayda.
Onun için her Arabî ayın Şabanın, Ramazan’ın zamanına aid âyetleri vardır. Onun için bu ayda temizlenir.
Sobalar kış başladığı zaman şeyleri silkilmeye başlar. Kurumlar, temizler boyalarsın hazırlarsın.
Kışın ortasında zemheri de soba almaya kalkmak çıldırmak demektir.
Vücudunu da bu ayda o kadar besleme, lambur lumbur yeme!.
Çünkü vücud, ölüme kurban gider oğlum.
Gönlünü besle gönlünü! Yüce Makamlara o çıkacaktır.
İçinde bağırsak dolu vücudun bi para etmez.
Yarın Ruh Âlemi başladığı zaman, vücudunun ne pis olduğunu anlayacağı için kul utanmasın diye Cenâb-ı Allah vücudu da yer altında çürütüyor.
Yalınız kemikler bekler, kemik:
“ve hiye remîm””
“Hazreti Havva’yı Hazreti Adem’in eğe kemiğinden yarattım.”
Niye demiyor kolunun filatosundan yarattım.
Kemik ne? Kemiğe bişey olmaz.

Şurada radyo var, hepimizde radyo var, çok dikkat ediniz.
İçinde teller, şunlar bunlar, pili de var içinde.
Ankara’dan radyodan söylüyor.
İşte
“şöyle olacak böyle olacak şudur budur” anlatıyor.
Hepimiz radyodan dinliyoruz burda.
Akşam gece saat 11 olduğu zaman havâdis bitiyor.

“Akşamlar hayır olsun! Cıp!..” radyo bitti.
Radyo bitti diye yarın tekrar Ankara Radyosu konuşmayacak demek midir? Yooo konuşacak.
Güneş battı diye yarın tekrar doğmayacak mı? Doğacak.
Şimdi hepimizin içinde radyo var. Pili, Nur-u Resûlullah, kalb.
Cenâb-ı Allah, gönderiyor Hayy dalgalarını bütün herkese.
Hepimizin anteni alıyor. İşte hepimiz hayattayız. Cımbır cımbır gidiyor.
Bir gün bakacaksınız ki asıl radyoda konuşan sipiker Cenâbı Allah
“rabbb!.” diye radyoyu kapayacak.
Kapadı mı kâinatta canlı mahluk diye bir şey kalmayacak.
10 sene radyo çalışmadı. Ondan sonra tekrar radyo istasyonu başladı mı, senin burada nasıl radyon işlerse, yarın bütün mahlukat mahvolduktan sonra kemikleri aşşağıda.
Asıl büyük olan Cenâb-ı Allah spiker nasıl konuşuyor. Yine bir Hayy Esmâsı dalgasını gönderecek.
Gönderdi mi, mezardan böyle filizler gibi hepimiz ayağa kalkacağız.
İşte misali ortada.
Bunu saçma maçma.
“Aklıma girmiyor. Ben aklıma!”
Aklın yoksa girmiyor. İşte hadise bu.
Onun için hepimiz buz gibi dirileceğiz tekrar efendiler.
Buz gibi, filiz gibi, amma filiz gibi dirilmeye bak!.
Bazı güzel ağaçlar vardır. Dümdüz çıkar.
Bazısı da böyle çıkar. Böyle çıkmağa savaş!..

Onun için, Araplar derler:
“Dilin müşterisi kulaktır kulak!”
Benliğini kırdın, benlik demek vücud değildir, insanın vücudu. Benlik “ben şuyum! ben buyum!” budur benlik.
Onun için Şaban Ayında şu dünya üzerindeki hayat, öteki dünyada faideli olabilecek bir tecrübe kazandırır. Bu kazanda beyhude serseri gibi dolaşma bir şeylere yap kendine!.
Onun için dünyada bu tecrübeyi elde etmek lâzımdır.
Allahın ince hikmetlerini bilemeyenler için her felâket her dert abestir.
Kış gelir nezle oluruz:
“Amaan nezle oldum! Amaaaan üşüdüm!”
Kar yağacak tabi üşüyeceksin. Atları görmüyor musun çırçıplak kış-yaz geziyorlar.
Biz:
“ohuuuooo!” haydiii.. irtibatın kesik de ondan oğlum!
Mumların gerisi kesikse şeyi yanmaz. Sen Allahınan irtibatını Kesme bağla, at gibi gezersin sokakta..
Havadaki kuşu, al tüfekle
“Gümm! Gümmm!” vur..
Tüfekle vuracağına fazilet ateşi açarsan ona kuş gelir gelir senin eline konar. İşte böyle lakırtılar vardır.
Onun için Araplarda bir tabir vardır:
“Ereeyte RABBi bi ayni kalbî” derler
“Ereeyte RABBi” RABBini görmek istersen, göreceksen, “bi ayni kalbi” kalb gözüyle.. kalb gözü neymiş?
Ulan burdan başlar o göz! İyi şeylere bak! İyi şeyler dinle!.

Böylelikle kalb gözün açıldı mı..
Kalbindeki iman pröjöktörünü yakan adam herkesin halini şöyle bakar bakmaz anlar..
Bazı adama gidersin
“sen şunu düşünüyorsun sen bunu düşünüyorsun.. sen felan akşam şunu yedin!”
O, işte o fenernen anlanır..
Amma efendim sen evvelki akşam sucuk yedin..
“sizin evinizi ben bilmiyorum.. kapıdan içeri girdinmi sol odanın içinde bir kafes var yanında da 2 tâne kitab var!” dese.
“Ulaaan bu herif nerden biliyor bunu!!.”
Bu mu’cize değil oğlum, bunu hokkabaz da bilir sen de bilirsin!
Asıl senin içinde olup da senin bilmediğini bilip, ortaya çıkaran insan evliya olur..
“oğlum şunu şöyle yap aklın başına gelir!”
Haaa herife gittik uzaktan.. var böyle şeyler kulağıma geldi diye biliyorum.. kapıdan içeri giriyormuşsun aşağıda bir hopörlör: “nerden geldin?” “ Kütahyanın bilmem ne köyünden?” “ne oldu?” “bilmem şu, bu.. Şeyh Efendi Hazretlerini göreceğim”
Haydiii yukarı.. herif zâten korkmuş.. aşağıda tavukları bırakıyor, yağ da orda, Allah ne verdiyse ne getirdiyse..
Yukarı çıkıyor daha girerken:
“Gel Hasannn!” “ulan benim ismimi nerden bilyoo?” “sen Kütahyadan geldin, karın böyle çocuğuyun ismi Dursun şöyle bilmem şusun busun!”
“vayyy vayyy!”
herif başlıyor erimeye, zâten herif erimeye meyyal, mum gibi bir şey, akıl yok şey yok..
“Şeyh Efendi.. Şeyh Efendi Efendim.. Şeyh Efendi Efendim!..”
Şeyh Efendi için adam öldürür.. bunlar serserilik oğlum..

En büyük Şeyh Efendi Hazreti Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!..
Ahaa oraya gitmek için de şu oyuktan gidilir!..
İnsanlara tapmayın, Firavniyyet vardır bunda! Firavniyyet vardır bunda!..
Asıl sen de olup da farkına varmadığını çıkaran adam büyük insandır.
Bu pröjöktör insanda yandı mı, yanmağa başladı mı herkes başını secdeye koymağa başlar.
Bu pröjöktörün akümülatörünü doldurmağa çalış akümülatörünü..
bu akümülatör tamiyle şarj oldu mu yani doldu mu o zaman insanlarda Allahın en çok sevdiği göz yaşı akmağa başlar. göz yaşı akmağa başlar. Bu yaşta riyâ yoktur, yani göz yaşında yalan yoktuuur.
Bu yaşta bir şey daha vardır onu söyleyemem, kafamı vursan söyleyemem!..

“BİLiyor musun?” BİLmesem ben buradan uyduramam kafam aşağı gider!

Ebdel in aynî lâ yarifu ilel ârif vel üddü serüzül zevvatibil eyer.
Kaside-yi Bürdedir bu Kaside-yi Bürdeyi bileniniz varısa.

Levlâl- hevâ lem turık dem'an alâ talelin
Ve lâ erikte zikri'l-bâni ve'l-âlemi

Neam serâ tayfü men ehvâ fe-errekani
Ve'l-hubbu ya'terizu'l-lezzâti bi'l-elemi

Yâ lâimî fî'l-hevâ'l-uzriyyi mâ'zireten
Minnî ileyke ve lev ensafte lem telümi..

onun için o yaşta çok şeyler var, çok şeyler var.
İşte bu gecelerde onunnan uğraşırsan o yaşı harekete geçirirsin!
Simidi vermedi diye
“eeııııee” öyle yaş değil o. Onlar yalancı yaşlardır.
Birisinden de bir şeyler koparmak için riyâ yaşları
“eeeeııh” o yaş değil oğlum o yaş değil.. o gözün etrafına toplanan su!..

Onun için, Cenâb-ı Allah bir Hadis-i Kudsîde buyuruyor: “Benim haşyetimden” haşyet, korku demek değildir. Edeb dışı çıkacağını “acaba edeb dışı çıkar mıyım?” diye duylan korkudur. Haşyet budur.
"Allaha karşı bir edeb dışı çıkacağım" diye korkan bir insanın gözünden gelen yaşı bir Hadis-i Kudsîde: “Ben yere dökmem!” diyor Allahu lemyezel.
Hatta geçenlerde de anlatmıştık..
Ama ne zaman?
Her zaman zırıltı da değil haaa!
O yaş da, bu ayda toplanır oğlum!
Her şeyin zamanı vardır işte Şaban Ayında, Resulullahın Ayında bu göz yaşı toplanır..
Allaha ve Resulüne inananlar..

Arapçada kasideler söylenmiştir..

“Ülferice” diye bir kaside vardır, şöyle başlar:
“…. Ne kadar sıkılırsan sıkıl, bu hadistir aynı zamanda “bir gün selâmete çıkarsın! Güneşi kapayacak kadar karanlık gece bile olsa, ertesi günü güneş doğacaktır. İki hayırlı yağmur, dolu bulut gelir” diyor. Matar yağmur, matar da ism-i âlettir içine su konulan şeydir. Hani askerlerin matarası vardır.
“beklerler hemen gelsin bulut, fakat vakti gelmediği için bulut gider.”

Her şeyin eşref saati vardır.. vaktında vaktında…
Akümülatörler de Şaban Ayında dolar. Şaban Ayının da 10 u gitti haa! 10 u gitti, 19 gün kaldı!.
Onun için, İslamlar, Müslümanlar, gece oturun, kahvede değil..
Evinde mumu yak çok da karanlık olmasın! Işık da olmasın avize “yooo yoo” bir mumu yak, küçücük, şööööyle otur, postunu da ser güzeeeel abdestini al, yanına da bir bardak SU koy!
Sıcaksa da odan
“uuoooh” Allahnan konuş Resulullahnan konuş!..
Herkesinen konuşursun vallahi de billahi de..
kendinden geçmek lâzım.. kendinden geçmek..

Hazreti Ali kerremullahi veche harbde yaralandı da ok girmiş koluna ok, Abdullah ibni Cerrah o zamanın operatörü:
“Çıkaracağım Yâ Ali dişini sık!” demiş.
Hazreti Ali kerremullahi veche:
“Ben dişimi sıkamayacağım beni namaz masasına yatırın!” demiş. “Orada operasyon yapın!” demiş.
Hazreti Ali kerremullahi veche mübârek böyle yatmış bu eli böyle elini kaldırmış:
“Allahuekbeer!” demiş namaza durmuş yattığı yerden.
Abdullah ibni Cerrah çekmiş atmış, o zamanın şeyiyle, neyse dikişlerini dikmiş.
Hazreti Ali kerremullahi veche bir şey duymamış.. işte huzur-u İlahîde..
biz şurada bir pire ısırsa tekme atarız, çifte atarız biz! Niye atıyoruz?.
Eksersizimiz yok.. futbolcular maça gittiler kaybettiler Avrupada, Eksersiz yapmadılar ki çalışmak lâzım.
Bilmem efendim pehlivan güreşe gidecek yatmış aşağı hayvan gibi.. biraz çalış kollarını kaldır, gülle kaldır, kuvvet al!.

İşte bu pröjöktörler de bu aylarda yakılır oğlum!
Aziz cemâat hırsızler bile gece hırsızlık ederler, gece karanlığında.. gündüz hırsız yoktur, gündüz hırsızlarına
“dolandırıcı” derler. Biraz gece hırsızlığı yapın!

Evliyaullahtan Hazreti Dürke diye muhterem bir zât vardı. Kendisi İsfahan’lıdır. Dürke Hemâdanî..
Hemâdan çok var, bu da Dürke Hemâdanî.. 670 Hicrîde yaşamış.
Bir iki tâne, Kul eûzu bi rabbin nâs, Kul eûzu bi rabbil felak, Li îlâfi kureyş, Kul huvallâhu ehad , elhamı bilirmiş.
Onu da yanlış-yunluş bilirmiş, doğru da okuyamazmış.
Kendi konuştuğu lisanı bile düzgün değilmiş, câhilmiş.
Bir veliyullah tefsir yaparken diyor ki:
“Ben Dürke’den Kur'ân-ı Kerimin Hakikatını öğrendim!” diyor.
işte pröjöktörü böyle yakmış.
Bu zât kendisini anlatırken Hocası bunu çileye sokmuş çileye.. 40 gün çileye.. bir gün çıkarmış çileden:
“Git eğlen bu gece yarın gel!” demiş Hocası.
Hocasının kapısının önünde sabaha kadar beklemiş.. sabahtan Hocası kalkmış bakmış ki kapının önünde Dürke bekliyor:
“Oğlum ben sana git eğlen demedim mi 40 gündür çiledeydin.”
“Ben Hocamın kapısında ayazda sabaha kadar beklemekten büyük zevk duyuyorum!” demiş.
Zamanının büyük kutbu olmuş bu insan..

Çile.. eskiden çileye kordular.. erbaine kordular..
Bizim küçüklüğümüzde âdetti, anam da sokardı bizi odaya:
“Çıkmayacaksın dışarı!” derdi.
“Ne ulan çile ne?”
Ulan perhiz be perhiz.. perhiz, gider doktora: “şunu şunu şunu yeme!”
“Mehmet Bey şundan ye!”
“Amaaan yemem!”
“Niye?”
“Doktor dedi!”
“Ulan 1 tâne ye!” “Yooo! Yooo!”

Çünkü o “Yooo! Yooo!”su gebereceğinden korktuğu için “Yooo! Yooo!” diyo!.
Asıl
“Yooo! Yooo!” pröjöktörü yakacağım diye “Yooo! Yooo!” buna işte çile derler..
Öteki
“Yooo! Yooo!” da da perhiz derler.. hayvanî perhiz..
Sen hastaysan gâyet tabi yemeyeceksin:
“şunu şunu şunu yeme!”
Nefes darlığı geliyor, miden ağrıyor felan..

Ben amaliyat yaparım hastayı, bağırsağını keserim bilmem ne.. ikinci günü
“kaşık kaşık su içeceksin!” “Yooo! Yooo!”
“Oğlum amaliyatı yapan benim, ben takib ediyorum suyu içeceksin!”
“Yooo! Yooo!”
içmez.. o beni de dinlemez.. niye?
Zıbaracağından korktuğu için!..
“Nallları dikeceğim” diye korkuyor ondan!.

Onun için, bu ayda
“Yooo! Yooo!” değil, “Yooo! Yooo!” suz biraz perhize girin!
Ondan sonra bu ayda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı işleri çok yapmak lâzımdır.

“Ne yapmıştır?”
İşte emirleri, sünnetleri var.. onları yapıyoruz zâten.
“Gece namazı Gece namazı..” Gece namazı.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme farzolup da bize bir şey olmayan..
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle farzdır.

“Başka farzdır?”
Abdestli gezmek.. Zâten Abdestli gezmeğe alış hiç bırakma, istediğin kadar def çal hiçbir şeyden korkma!
Zâten Abdestli gezmeğe alıştın mı def bile çalamazsın oğlum, işin çoğlaır!
Gece namazı.. Abdestli gezmek.. bir de bu ayda kattiyyen beddua etmeyin!
Bu da hatırıma geldi Allah tarafından da, söylüyorum!
İslamda beddua denilen kelime yoktur. Dua Arapçadır.. Niyaz, bed, Farsçadır..
Arapça beddua denilen kelime bir şey yoktur.
Beddua Allahın takdir ettiği kader zincirine bilmeden, hiddet ederek, menfeatı kırılarak, nefsinin fevaranına uyarak söylenen sizlere, menfeata bağlı dileklere
“beddua” denir.. Bed, lügatta fenâ, çirkin mânâsınadır.
Beddua aslında ind-i İlahîde çirkin bir arzu sûretinde karşılanır..
Bir zâlimin nâhak bir yere zulmüne uğrayan hayvan olsun, insan olsun, kâfir olsun, mü’min olsun hiç şikâyet etmeden sabrederse gözlerinden temiz yaşlar gelmeğe başlar..
O zaman Kadir-i Mutlak bir nevi hâşâaa sana yapılan zulüm Allaha yapılmış gibi olur ki derhal o zâlim tepelenir..
Dedelerimiz bunu değiştirmişler, güzelim sözü mahalle sözü yapmışlar:
“Keskin sirkenin kabına zararı vardır!”
İşte bu bedduanın bir nevi başkasıdır biz onu sirke biliriz.
Bu sabır hali ve göz yaşı, zulme uğrayanın kendinde olmadığı bir ana tesadüf ederse maazallah o zâlim yıldırımla vurulmuş gibi gider..

Ondan sonra aziz cemâat bu ayda yetime dil uzatmaaa!
Yetimler hakkında âyet-i kerime vardır:
“Fe emme’l- yetîme fe lâ takher. Ve emme’s- sâile fe lâ tenher” âyet-i kerime..
Yetimlerin en büyüğü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir. O vakıt Fahr-i Kâinata dil uzatmış olursun!
Rahmetenlilâlemin olan Resuli Kibriyâ bütün dünyadaki yetimlerin en büyüğüdür.
Burada din ayrılmaz ne dinden olursa olsun yetim yetimdir.
Aman dilini, nefsini, aklını dizginle sonunda helâk olursun!.
Efendim, eşşeğine kızıyor pazara getirmiş eşşeğini herif:
“Allah belânı versin!” diyor.
Ulan Allah’ın ismini, eşşeğin yanında anma sokakta anma gel de câmide an!

Beddua etmeyin Efendiler!
Beddua etmeyin! İslama beddua yakışmaz!
Beddua etmeyende hiddet olmaz, hiddet olmayan sabır zırhına bürünmüştür.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin: “Men sabere zafere” sabır bir zaferdir.
“Sabreden derviş muradına ermiş!”

Dinin gayesi insanın kalbini ruhanîleştirmektir.
İnsanın ruhuna nüfuz etmek icâb eder.
Bütün kâinat, bu namütenahi kâinat, ruhun kendini idrak etmesi için bir sahadır, bütün kâinat.
O halde kâinatın her yeri kudsîdir, mukaddestir biz İslam için.

“Efendim felan yer uğursuzdur. Felan yer gavur yeridir!””
Yoo yooo yooo! Hadis-i Peygamberi var.: “Bütün zemin mesciddir.”” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber!..

Onun için İslam dağ başında da, kiremit üstünde de, damda da, tayyare de de her yerde namaz kılabilir.
“Bütün zemin mesciddir.”
Mescid oldu mu, mescide mukaddes abdestli girilir.

O halde aziz cemâat!
Ben sizi zorluyorum, mütemâdiyyen abdestli gezin, kâinatın her yeri mesciddir.
Anladınız mı şimdi. Herşey zamanında geldiği zaman sorulur.
Abdestsiz gezme, abdestsiz gezme!.
Bozuldu, al!. Gece yattın, kalktın gece gittin helâya al!.
Su yok. Bir damla suynan da alır insan. Avucuna dökersin, şöyle bitti.
Abdestli yat, kalkacağın belli olmaz!.
Abdestli yatarken, gece uykuda ruhun kabz olursa şeytan yanına yanaşamaz senin.
Zâten abdest aldın mı şeytan gider oğlum.
Zâten bu âhir zamanda müslümanlarınan şeytanlar uğraşmaz oğlum.
O kadar uğraşacak mevzu’ var ki onlarınan uğraşsın.
Ama dediğim Müslüman.
Müslüman yalan söylemez.
Müslüman gıybet etmez.
Müslüman dedikodu etmez.
Şakadan bile olsun yalan söylemez.
Midesine haram sokmaz. Aç durur geberir, midesine haram sokmaz.
Çünkü haram girdi mi, nasıl ki evvelden size çok anlattım. İş berbattır.
Hakiki insanlık, müsibetle güçlükler tekamülündeki sabırdan ibarettir.
Bu dünya dayanma pazarıdır. Sabredeceksin!.
Şükür insanın nefsini korur.
“Elhamdulillah!”
Sabır kalbini Allah ile doldurur. “Men sabere zafere.””
Her şeyin sonunda Esmâü-l Hüsnâ yı ezbere bilen varsa, “Es Sabûr” ile biter.
Her şeyin altında
Es Sabûr olan Allah gizlidir.
Onun için, kalbini Allah ile doldurur sabreden insan.
Şükr ise nefsini korursun. Nefsini korumadan sabredemezsin.

Onun için aziz cemâat.
Zâten hakikatte
“dindar insan” veya “dinsiz insan” diye bir şey yoktur. Dinsiz insan.
Düşünebilen veya düşünemeyen, ihtiraslarına hakim veya onlara zebun olan insan vardır.
Her insan dinsiz bile, bir şeye inanmıştır. İnanmayan bir şey yoktur. Hayvan bile inanır.
Sürüynen gider akşam köye girdiği zaman kendi evini bulur.

“Nereden buldu?”
“Efendim buldu!””

Bulur işte, öyle bulur…

Onun için aziz cemâat;
Allah’a tâzim hududuna evvela cesedle tâzim ile girilir.
Bu edebe cesedi tâzim ile girilir.

“Nasıl o cesedi tâzim?”
Cesedini temiz tutmak. Midesine haram sokmamak. O da cesedî.
Zehir yediğin zaman cesedin niçin çürüyor. Helâl yoldan yürümek.
Cesedini temiz tutmak. Mideye haram sokmamak. Helâl yoldan yürümek.
Her an abdestli bulunmak. Dâima abdestli olana şeytan yanaşamaz.
Ben söylemiyorum.
Allah’ın büyük incisi Sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz söylüyor bunu.
Çok uyuma!. Mideni çok doldurma!. Dilinden şükrü bırakma! Belâlara sonsuz bir sabır göster!.

“Peki yahu helâl kazanıyorum ben, obur gibi yiyeceğim!””
Oğlum yeme!.
Cenâb-ı Allah insanı yarattığı zaman;
Kaç okka peynir, ne kadar helva,
Ne kadar tavuk, ne kadar yağ, ne kadar ceviz, ne kadar pasta,
Ne varsa yiyeceğini hesap etmiş hazine-yi humayununa, hazine-yi İlahîyyesine koymuştur.
Bu kulumun giyeceği bütün, eş, yemek, şu, bu, su, mu hepisi nedir. 3 tondur dedi.
Sizin üç ton, ötekinin 5 ton. Öteki daha obur olacak 8 ton.
Çok dikkat edin buraya aziz cemâat!.
Bunlar kitablarda yoktur.

“Es Semi” Esmâsına riâyet edersen kulağın almadığı bazı sesler vardır.
İnsana fısıldarlar, o fısıltılardan söylüyorum.
Radyonuz yok sizde. Benim aha burada küçük bir radyom var ordan geliyor sesler.
Anlaşıldı mı? Erzakım da orada!.

Bir âyet-i kerime de diyor ki “Ben” diyor. Kaç ton? Hasan efendiye. Bunun beş ton rızkı var.
Beş tonu yemedikten sonra Ben bunun ruhunu kabzetmem” diyor Cenâb-ı Allah kontratı veriyor, imzalıyor.
Sen dersin ki:
“Efendim ben bunu on senede yerim ama on beş senede yiyeceğim!””
Ömrün uzar. Ömrün uzar.
“Ben efendim ben hepsine dayanamıyorum, börekleri yiyeceğim!””
Geberirsin. Geberirsin!.
Ama bir şartla diyor bunu: “Ben koydum ama. Hasta olursa âyet-i kerime de diyor ki:
“Tedavi olunuz!”” Emrediyor, tedavi olacaksın. “Niye?””
Ruh-u Resûlullah var onun için tedavi olacaksın.
Ben seni boş bırakmadım. Başını boş, serseri değilsin.

E yahsebulinsânu en yutreke sudâ”
Biz insanı başı boş yularsız mı bıraktık zannediyorsunuz diyor. “Nedir o?”
Hasta olursan tedavi olacaksın. O halde bir insan hasta olursa tedavi Allah’ın yarattığı cesede edeb icâbı tedavi olmak mecburiyetindedir.
Tedavi, farzdır insana.
“Ben efendim olmayacağım tedavi.””
Küfre girer, farzı terk eder, kendine göre kâfir olur.
Kâfirlik şimdi kolay oğlum, eskiden zordu kâfirlik.
Şimdi kolay bir saniye de kâfir olursun. Bir saniye de Müslüman olursun.

“Şimdi hasta oldu mu” diyor. “Ben o hazinemdeki hani yiyecekleri var ya onu bir naylon torbaya doldurur sararım gelir başucuna korum hastanın” diyor. “Kimse görmez onu” diyor. “Tedavi olmaz, bilmem ne etmezse” diyor. “Rızkını mızkını ben evvelce kontratımı fes eder, Azrâile: “al bunun canını derim!” diyor.
Öyle kolay değil.
“Ben rızkımı geç yiyim de, az yiyim de.”
Aha öyle değil iş. Şimdi durum bakın neler çıkacak altından.
“Hasta oldu mu” diyor. “Ben kuluma acırım” diyor. “Er Rahîm Esmâm her şeyi kavrar!”

Onun için: ”“El emrazu hedayayi min azzi ve celle li’l- abid”” “Hastalıklar kul için Allah tarafından insana verilmiş bir hediyedir” buyuruyor.
“Ne hediyesi bu. Böyle hediye olur mu? Kıvranıyorum sabah böyle bu ne biçim hediye.?”
Hediye yahu oğlum!
Şimdi hastalıklar iki türlüdür.
Biri mânevî hastalıklar. Biri maddî hastalıklar.
İnsanlar, şimdi şu elinizi sürseniz şuraya. Biraz çizilse.
Başlasanız kaşımağa, kaşı kaşı kaşı.

“Yahu dur kaşıma!.””
“Çok kaşınıyor efendim sabredemiyorum!””

Sabrı da bırak kaşı, kaşı, kaşı deriler soyuldu. Hazırladın mı sen hastalığa yer.
“Giderken toprak da girdi mi?” Girdi!”
“Mikroplar girdi mi?””Girdi!”
Mikroplar var dışarıda amma sen burayı hazırladın.
Hazırlamasaydın girmeyecekti.
Mesela giderken. Şöyle yaparsın, duymazsın bile.
Buradaki kaşıntı birikir, birikir, birikir bir küçük sivilce olurdu.
Bazı insanlar da yapar, edebsizlik yapar.

“Nasıl efendim ben edebsiz değilim. Beş vakit namazımı kılıyorum. Hatta hacıyım!”” Ne olursan ol oğlum!. Aklınnan edebsizlik yaparsan onun tevbesi kolay.
Bir de haberin olmadan edebsizlik yaparsan.

“Nasıl?”
Sokakta giderken bastın bir karıncaya.
“Efendim karınca, nasıl var?””
Açacaksın gözünü. Ne zannettin ya Müslümanlık kolay mıydı?

Giderken birinin kalbini kırdın.
İslamiyette giderken:
“Efendim fena şeylere bakmamak, Efendim günahdır!” der hoca efendi.
Ulan günahdır değil istediğine bak mesele o değil. Sana fenâdır sana fenâ.
O damla damla damla birikir. Bu kaşıntı gibi.
Orası açıldı mı şeytanın mikrobu, şeytanın bilmem nesi sana girer.
Anlaşıldı mı?
O halde hediyedir insana.
Toplarsın edebsizlikleri toplarsın, toplarsın, toplarsın.
Hani cingâneler vardır, sokaktan akşamüzeri iftar zamanı bir dilim ekmek ordan bir dilim ekmek ordan, bir dilim ekmek ordan bir torba ekmek yapar.
Onu ne yapar, yer mi?
Yooo doğru.
O tükürük köftesi yapan heriflere götürür.
O da tenekeye basar birer de et vurur, ötekine berikine sağlar bunu.
Onun için bu bilmediğimiz edebsizlikler!.

Sokakta giderken birine çarptın, herifin ayağı..
Gidersin:
“Efendim affedersiniz kusura bakmayın!”
“Ziyanı yok oğlum! Ziyanı yok oğlum!””

Ama affedersinnen, ziyanı yokunan, herifin parmağı acır ama.
Onun için böyle fenâlıkları.
İşteee bu gibi fenâlıklardan, haberi olmayan fenâlıklardan insan, kendini korumak için dâima abdestli gezecek!.
Bu birikir. Bu fenâlıklar birikir birikir birikir.
Allah onu bir hastalık sûretinde tecellî ettirir, çıkar. O zaman duyarsın.
İşte bu hediyedir.
Senin edebsizliklerini topladı topladı. Aha edebsizliğin önünde kulum.

“Ya tedavi ol. Ya af dile demektir. Tövbe” demektir.
Mânevî edebsizliğin varısa “aman Ya Rabbi sen beni kurtar” dersin.
Maddî edebsizlikse tedavi olacaksın. Onu da mecbur tutuyor.

O halde tedavi olmak maddî bir nevi tövbe demektir.
Allah’ın malzemesiyle. İlacı da Allah yarattı.
Haaa şimdi
“kulumun ekmeğini koydum oraya.
Torbası, naylonuna koydum getirdik.
Bakalım ne yapacaktır.” “Amma”
der.
“Ben kulumu, şimdi bu bunu yerse ağrısı var, şu var.”
Hanı mesela bağırsağa tıkanır herifin öküz gibi su içmeye başlar.
Ooooo
“vır vır vır” aman dereleri içecek. Patlar gider.
Hastâneye de vermeyen.

“Su vermeyin aman buna aman geberirsin. Oğlum ölürsün.”
“Peki beyim!.”
Korkuttu mu, içmez suyu.
Şimdi yemeğe önüne kor amma. O görünmeyen yemeği.
Acır Cenâb-ı Allah. Er Rahmân er Rahîm Esmâsıyla tecellî eder.

“Bu kulumu ben yarattım. Bana secde ediyor.”
Ama kâfir olsun. Dinsiz olsun hepsinde aynıdır bu. Musavat-ı İlahîyye.
Kul yemeğini yemesin diye iştahasını kesiverir Cenâb-ı Allah.
Onun için bütün bazı hastalıklarda insanın iştahı kesilir bilirsiniz.
Bunu tıp halledememiştir. Tıpta halledilememiştir.

“Felan hastalıkta iştahı kesilir.”” Ama niye kesilir kimse bilmez.
İşte Allah kulunu korumak için iştahını çekiyor.

“Niye?”
Tövbesini yapsın bilmem ne. Rızkını sarf etmesin. Ben çünkü kontrat ettim. Rızık biterse giden gürültüye!.

Onun için az ye diyorum az ye.
Oburluk yapma. Oranın rızkını kaybetme. Oranın rızkını kaybetmezsen dünyada kalma müddetin fazla olur. Şükür ve rıza yoluna dövüzün fazla olur.
Üç günde hazırlanmakla, otuz günde hazırlanmak arasında büyük fark vardır.

“Ama efendim felanca yirmi yaşında öldü. Felanca da üç yaşında?””
Onların sebebleri başka oğlum. Onların sebebleri başka.
“Onları biliyor musun?”

Biliyorum yaaaa!. Ama anlatırsam hepiniz çıldırırsınız.
“Aman Allah!” der hepiniz kaçarsınız. Ben de cübbeyi bırakır evime giderim. Her şeyi söylemeyim!.
Siz bunlarnan uğraşın yeter o kadar.

O halde ne diyoruz;
Cesedini temiz tut! Midene haram sokma! Helâl yolda yürü!
Her an abdesti bulun! Dâima abdesti olana şeytan yanaşmaz!
Çok uyuma! Mideni çok doldurma!

“Eee niye uyumayım yahu Allah verdi!””
İstersen öküz gibi uyu!
Efendim bazısı uyamaz da gelir:
“Doktor Bey reçete yaz!””
“Aha yazıyım. Al oğlum!”
gider. “24 saat uyu!”
Onlar zâten uyanık insanlar değildir. Uykudan uyandıkları için sıkıntı duyarlar.
Tekrar uyumak için, onun için ilaç alırlar. Uyumadıklarından değil.

Onun için aziz cemâat,
Gece kervanlar geçer haaa! Ay bak yeni görüldü.
On beşine kadar dünya bildiğin dünya değildir haaa!.
Gece kat bir buçukta bir namaz kıl!.

“Ben illa gebersem de, kalksam da gece namazımı kılacağım!” diye şey et, ahd et. Kendine söz ver!
Bir şey olmazsın korkma, zinde olursun, zinde olursun.

“Efendim ben bir şey!””
Oğlum bir şey görme. Elektriklerin söndükte onun için geçen sinemâyı göremiyorsun.
Bir gün elektriklerin yandı mı çooook şeyler görürsün. Devam et!
Acele yok İslamiyette. Es Sabûr Esmâsına bürünmek vardır.
Dilinden şükrü bırakma!. Belâlara sonsuz bir sabır göster. Sabrında:
“Öff!..””
Yoooo!.. Kış gelir “Aman dondum Beyim!” Yaz gelir nezle oldum, amann başım! Aman dişim!”
Yooo, bu sabır değildir. Bu sabır değildir.

Hazreti Ebu Bekir radiyallahunun dişi ağrımış da..
Huzur-u Risâlette imiş. O kadar ağrımağa başlamış ki tahammül edemiyor.
Gözlerinden yaşlar gelmiş. Resûlullah demiş:
“Ya Ebâ Bekir ne oldu sana?””
“Hiç ya Resûlullah!” demiş.
“Hele hele” demiş.
“Ya Resûlullah üç gündür dişim ağrıyor. Tahammül edemiyorum. Şimdi huzur-u saadetinizde ağrıdı. Tahammülsüzlükten gözümden yaş geldi!” demiş.
Resûlmübârek elini uzattığı gibi duruvermiş.

“Ya Ebâ Bekir bana üç gündür niçin söylemedin?” demiş.
“Ya Resûlullah Allah’ı sana mı şikâyet edeyim?” demiş.

“Aman şuram ağrıdı, ölsemde kurtulsam amaaann, amaaannn!””
Yoooo bu Müslümanlık değil. Bu kâfirlik de değil. Bu hiçbir şeyliktir.
Halinden şikâyet bir nevi kaderi tenkid etmektir.
Kaderi tenkid edenin muhakkak başı kırılır. Bakın tarihe.
Onun için İslamda dünyadan şikâyet katiyyen yasaktır.
Tövbe ve istiğfar fırçasıyla durmadan fırçalanmak lâzım.

“Ama ben edebsizlik yapmadım!”
Yahu demin dedim ya haberin olmadan edebsizlik yaparsın.
Şuranda bak, tozları silkelemek daha iyi değil mi?
Bu da bir istiğfardır. Cesedî istiğfardır. Güzellik istiğfarı saçların büyümüş düzelt!.
Buralarında kıllar büyümüş. Cımbıznan al güzel görün!.
Senin sûretin, Allah’ın bütün nuru yüzündedir senin. İçinde Allah dolu insanın.
Hakiki müslümanın başı da sonu da Allahu Zülcelâl ile doludur.
Yıkayın Allah’ın Kevser Suyuyla insanı; İçine de tıka basa Resûlullah nuru doldur, Kalbine de sok Allah’ı. İşte müslüman budur!.
Kalbi vurduğu zaman:
“Allah! Allah!” diye vurur. Hepiniz vuruyorsunuz.
Amma sen daha dağdasııın!. Gürültüdesiiin!.
Kavgadayken insanın bir yeri bir yere vurulursa kesilir farkına varmaz.
Harbte kurşun girer
“cıvvv!” diye gelir geçer. Sen korkundan kurşunun bile farkında değilsin.
Onun için Müslümanlar gözünüzü açın! Gözünüzü açın.
Güler yüzlü olun! Büyüklere hürmet edin! İtimat edin! Küçüklere dâima şefkatli olun!

Bak şu câminin gelirken gördüm, duvarında yazılar yazılmış.
Bir tâneniz elinize bir ıslak sünger alıp da onu silmiyorsunuz!.
Burada biz kılıyoruz. Çocuklar yapıyor.
Müezzin efendiye söyledim:
“Onları sildirin oğlum, sildirin sildirin!”
Hayvanlara nebatlara karşı sonsuz bir merhamet gösterin!.
Birinnen konuşuyorken dalı çekiyor herif, koparıyor yaprağı.
Hayvan sürüsü bunlar!
Üniversite talebesi de gördüm. Şurda, şurda.
Dalın yanında yazın duruyor. Arkadaşınnan konuşurken.
Dalı koparıyor. Alıyor hemide dişinen yiyor.
Hayvan, hayvanlık taklid ediyor.
Dedesi hayvan da şimdi hayvanlığı unutmuş hatırasını şey ediyor!

Nebatlara dokunmayın! Olduğu yerde seyredin onu, onlar dâima Allah’ı zikrederler.
Resul-i Ekrem Efendimize inan şu âyeti de katiyen unutmayın:
“Sende öleceksin Ya Resûl, onlar da ölecekler”
Hepimiz öleceğiz! O halde, kinin kime? Gürültün kime. Hırsın kime?..

Bu dünyada Resûlullah’ın açtığı edeb ve terbiye yoluna girmeden ebedi saadet için kimse bir şey ummasın!.
Hakiki Mü’min, yanında Allah’ın Resûli anıldığı zaman iç âlemi taşmaya, tâzim ve heybet dalgaları coşmaya başlar.
Resûl ve Allah’a asî olan, O’nun kudretini görmediğindendir.
Asî Allah’ın adâlet sıfatıyla dâima karşı karşıyadır.
İman gözüyle her şeyin taksiminin Allah tarafından olduğunu görüp anlayan, bir şey istemek için utanç duyar.
Hakiki Müslüman, Allah’ın şeyiyle her şeyin taksim edildiği için bir şey isteyemez.
Ellerini kaldırdığı zaman
“bana şunu ver. Bunu ver!” demeye utanç duyar.
Hiç biriniz diyor musunuz ki: “Benim aldığım nefes havasını fazlalaştır ya Rabbi!”Hiç haberin yoktan.
İşte böyle şükredeceksin Allah’a hiç haberin olmadan.

“Şunu, bunu çoğalt. Bana şunu ver. Bunu ver!”
Yok yok oğlum. Edeb haricine çıkar. Edeb haricine çıkan da Müslüman değildir.
Dolsun küpler dolsun bilmem ne!. Yo yo yo oğlum. aaahaa!.
Ama bunu bazı serseriler anlamamıştırlar.
“İslam dini bir hırkaynan, bir çömleknen otur!”
Yok efendim bu değildir. “Aza kanaat edip iç âlemi geniş İnsan” demektir.
Bir kurşunun ciğeri delip geçmesi ve hemen çıkıp gitmesi kadar bir zamanda, bir daha bakarsın perdeler açılıverir gözünün önüne.
Ve hemen kapanır. O anda anlayabilirsen anlarsın.
Bu herkeste vaki’dir. Her an vaki’dir. Fakat farkına varan milyonda bir kişidir.
Farkına vardığın zaman parmağını sokarsın perdenin arasına daha kapanmaz. O zaman ismine
“Velî” derler.
Sokakta giderken, namaz kılarken, şunu ederken, bunu ederken bazen insan dalıverir birden.
“Bir gürültü..”
İşte o an gaflet anıdır. Allah gaflet halında iken bulunur. Akılnan bulunmaz.
Boşanacaksın için. Boşanacaksın.Yolunu şaşıracaksın!.
Yolunu şaşırdığın zamanda sana dümen olacak abdestli bulunmaktır.
Bunları bulmak için ölümün gelmesini beklemeyin Mü’minler.
Ölüm anında bütün kapılar insanan yüzüne kapanır.

Velteffetis sâku bis sâk. İlâ rabbike yevme izinil mesâk. Fe lâ saddeka ve lâ sallâ. Ve lâkin kezzebe ve tevellâ. Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ

Hani sen edebsizliknen, bilmem neynen yükseleceğini zannettin,ne oldu? Sonun ne oldu?
Evlâ leke fe evlâ. Summe evlâ leke fe evlâ
Yazıklar olsun kulum sana. Bir daha yazıklar olsun âyet-i kerime bu!.
Onun için o günü beklemeyin! Tövbe etmeye gücün yetmez olur o anda.
İhsan kapısı kapanmadan acele et!.
Ölüm iman sahibini sevindirir. Küfür ehlini de ürküdür. Münafıkları da korkutur oğlum!.
Verilen şeye rağbet edenin nasibi yoktur. Rağbet verilen şeye değil onu verene rağbet etmek lâzım.

“Oooo baklava geldi!" Verene bak sen!.

Velîler Eczânesinden bir iki ilaç reçetesi ismi biliyorum ben.
Eczânelerde çok iyi eczacılar var değil mi.
“Efendim baş ağrısı için nedir?”
“Optalidon al. Aspirin al. Panalcin al. Şunu al. Primadion al!” derim.
Birde Velîler Eczânesini de ben biliyorum. Orayı da gezdim. Ordan da bir iki reçete ismi söyleyeyim size.
Her derdin bir devası vardır Velîler şeyinde.
İsyan hastalığı vardır insanda.
“Nasıl isyan?”
“Yavv şu olmadı. Yapamadık bu işi ne olacak? Geçinemiyorum bir!”
İsyan bu işte. İsyan bayrağı çekip de hükümete karşı ihtilal yapmak değildir.
Mânevî Âlemde isyan
“kader zincirine tekme atmak” demektir.
“Yav ne yapacağım, ben bu gün şöyle ettim. Böyle ettim! Hırsızlık mırsıszlıkk?”
Yoo yoo yooo isyan değil o!” İsyan bu işte! İsyan hastalığı vardır.
Buna çare itaattır. Kafanı önüne eğmek, Allaha tevekkül etmektir.

“Zülüm gördüm!.””
Zülüm hastalığının şeyini de adâlet yıkar onu, yok eder.
Hata bir hastalıktır, bir insan bir yanlışlıkla bir hata edebilir.
İlacı, gâyet tabi hata yapmamak için doğru olmak lâzımdır.


Afdalul- cihadi kelimetun adlin inde sultanin câir!”
En büyük cihad hiç korkmadan hakikati söylemektir.”
Yalandan kaçmaktan ayrılmayacaksın!
Yalandan kaçmaktan ayrıldın mı,
Allah’ın es Semi’ Esmâsını inkar edersin: “Allah duymuyor ben bu yalanı yapacağım!” diye.
İslamiyyet de en büyük fenâ şey, yalandır. Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu duyduğunu, gördüğünü inkar ediyorsun demektir.
İşte şirk. Şirk-i celîi! Bu götürür insanı!.
Bunu haberin olmadan yaparsan son nefesinde sana kelime-yi şahadet söyletmezler, gümbürtüye gidersin!. Agop efendi gibi!.

Onun için aziz Müslümanlar yalan hep!
Size bir şey söyleyeyim mi? Yalan söyleme de, kılma namazı!.
Yani namaz kılma demiyorum. Kıymetini anlatmak istiyorum.
Onun için, Sallallahu aleyhi vessellem Efendimize hicret emr olunduğu zaman kendisine.
Hicret müşriklerden korktuğu için değil, Emr-i İlahîyle hicret de bir sırrdır…

Güneş doğduğu gibi batmağa gidiyor. Resûlullah da öyle.
Toplanmışlar müşrikler demişler ki:
“Biz bunu öldürelim” demişler. “Peki. Kim?””
Ukate isminde bir adam: “Ben öldürürüm” demiş. Kabadayı, kılıcını hazırlamış.
“Akşam gece yarısına doğru gideceğim! Ben öldürürüm, siz hiç şey etmeyin! ” demiş. Herif sekiz on kişiyi biçecek kuvvette.
Birisi ordan demiş ki:
“Canım ne öldürelim. Bırakın!” demiş “Öldürmeyelim! Biz onu ilan edelim yalan söylüyor” diye!”
Resûlullah’ı öldürmeye giden adam, kılıcını çektiği gibi kafasına indiriyor:
“Peygamber, bizim dinimize buğuz edebilir fakat (Sallallahu aleyhi vesellemin) MuhaMMed (Allahümme salla alâ MuhaMMed) Yalan söylemez!” diyor. Öldürmeye bile giden adam.
Onun için Resûlullah’ın kıymetine bakınız,
“Yalan söylemez!” diyor.
Yalan söylemediği için
“Rahmatenlilâlemin” vahyedilmiştir efendiler.
Resûlullah’ın şefaatine en kolay üsul, katiyyen şakadan bile olsun yalan söylememektir.
Yalan söyleyen adam şirktedir. Bunu böyle bilin.
Bir insan yalan söyledi mi aha beyim!
İsterse her sene hacca gitsin, sabahlara kadar namaz 1000 rekat namaz kılsın! Sus, tamam! Yalan yok!..

Hased vardır bir de hased.

“Efendim felancanın var da benim yok!””
Hasedin ilacı yoktur haaa. Velîler eczânesinde karıştırdım karıştırdım. Kitabları bilmem neleri.
Bir iki tânesine sordum:
“Oğlum yok ne zorluyorsun yok!” dediler.
Bu hastalıkta kendi kendini yemek vardır, yer kendini bu!.
Bunun ilacı bu dünyada yok, cehennemde var.
Hased eden adam, hiç sual sormadan hatta Münkir ve Nekir bile sual sormaz ona. Onun yüzünden bellidir alır götürürler onu cehenneme!.
Çöp tenekesini kapıya koydun, gelir Belediye alır doğru çöplüğüne. Arar mı onun içinde bir şey yok.
Her günah içinde küfre gidecek bir yol vardır aziz cemâat.
O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, gözyaşı ile yıkanıp temizlenmezse, canlanır vücud bulur, harekete geçer ve kalbini ısırmağa başlar senin...

Vaktiyle ben güzel yüzlü bir Allah Dostu gördüm, simsiyah yüzü vardı.

Allah! dediği zaman simsiyah yüzü Allah! kelimesi ağzından çıktığı zaman bembeyaz oluyordu.
Tekrar ses kesildi mi eski yüzünü alıyordu.
Onun için hepimiz de
Allah! diyoruz.
Allah! dediği zaman insan, hani şöyle fenerler vardır altından çektiğin zaman “gıııııı!” diye “gıııı!” dediği zaman yanar.
Hakiki İslam
Allah! dediği zaman yüzünden böyle nur fışkırır hemen dışarı.
Ama o nuru görecek bizde ne göz var. Ne de o nuru çıkaracak akümülatörümüz var!.
Bu asırdaki insanlar yüzlerimiz karalaşır, zevkten servetten ayrılırız diye
Allah! demekten utanıyorlar!.
Allah’ın darılması, aziz cemâat cehennemde yanmaktan daha beterdir.
Onun rızası cennete girmekten de daha tatlıdır.
Bir ümmet içinde Allah Korkusu ile ağlayan bir kişi olsa onun hürmetine ümmete Allah rahmetiyle tecellî eder.
Onun için
“kuliyet, kulubet.” Galub insanlar olmasa idi gök kubbesi devrilirdi.
Evliyâi tahte kubâbi lâ ya’rifuhum ğayri
“Benim sevdiklerim çoktur!” diyor Cenâb-ı Allah. “Onların hürmetine yaşıyoruz. Hürmetine yaşıyorsak bir teşükkür etmemiz lâzımdır onlara.
“Teşekkür nasıl olur?” “Efendim bulup da gitsem elini öpsem!””
Bulmaya lüzum yok! Yalan söyleme! Kimseye hased etme! Hükümete itaat et!
Ötekine berikine fenâ nazarla bakma! İşte bakmadın mı bitti!..

Kazmaların parçalayamayacağı kayaların arasından sigara kağıdı gibi ince nazik bir filiz çıkar.
Allah’ın emri ile çıkar o, kayaların arasından.
Bu hadise, kudretin parmağını inanmayanın gözüne sokmak içindir.
Bakarsınız koskoca kaya bir incir ağacı çıkmıştır ondan.
Sen evinde incir dikersin, baktığın halde bitmez.
Bilmek başkadır aziz cemâat, düşünmek başka.
Hepiniz bir gün öleceğini bilirsiniz, fakat ölümü düşünemezsiniz. Düşünmezsiniz. Niçin?
Cevabını kendiniz verin, ben vermeyeceğim.

“Efendim Nasıl?””
Haaaaaa, hepiniz bir gün öleceğinizi bilirsiniz, hep öleceğiz.
Ama niye ölümü düşünmezsiniz. Niçin?”Cevabını verin!.

“Efendim biz!..””
Ara cevabını ara!. Ben söylersem çıldırırsınız.
Yavaş yavaş bunun cevabını düşüün düşüün düşüün!
Bulduğun dakikada bambaşka adam olursun.

“Efendim öleceğiz beee!””
Sende öleceksin. Onların hepisi de ölecek!”
Allah’ın âyetleri duvara yazılıp, bilmem Hattat Hasan efendinin yazısıyla süs için değildir. Onların içini sokacaksın içine!
Hep öleceğiz evet:
“Âmenne va saddekna!””
Bir de: “Âmenna ve saddekna!” diyorsun. Peki niye düşünmezsin ölümü?
Ölümü düşünmeye yavaş yavaş alışın!
Onun için Cenâb-ı Peygamber buyurmuştur:
“Kabirleri ziyaret ediniz, âkibetiniz hakkında size çok şeyler söyler!””
Kabirleri ziyaretişte, Esselâmü aleyküm. Yâ ehlel gubur! Oku! Oku işte Yâ-Sîn!..
Yok o değil ulannn içeriye gir de neler var bir gör!. Yâ-Sîn’i burdan da okursun.
Hiç kimsenin kitabı radyolarda okunmadığı halde.
İncil okunuyor mu yok. Tevrat okunuyor mu?

“aaıııh!””
Bütün dünya Kur’ân-ı dinliyor!.

Her işe başlarken Allah ismi ile başla!.
Besmele ile İsa ölüleri diriltti.
İbrahîm nara atıldığı zaman gül bahçesi oldu.
Resûli Ekrem parmağı ile
“İkterebetis sâatu ven şakkal kamer””Ayı ikiye ayırdı.
Musa taşa besmele ile vurdu, Su fışkırmaya başladı. Asasıyla koskacaman Bahrü Ahmer’e vurduğu zaman ikiye ayırdı.
Bunlar palavra değil. Masal da değil.

“Masal diyenler var!” Onların zâten kafaları zaten masaldır.

O halde aziz cemâat,
Dâima
Allah! de! O’nun namıyla al! O’nun namıyla ver! O’nun namıyla yap! Allahsız bir saniyen olmasın!
Firavun ebediyyete gitti, sesi gelmiyor. Musa’nın İsa’nın hâlâ sesi geliyor.
Onun dinine mensup olanlar var. Milyonlarca insan peşinden gidiyor.
Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellemin Ruhaniyeti hâlâ devam ediyooor.
Her tarafımızı kaplamıştır, aha şimdi bile içimizdedir.
O halde
Allah! de. Allah! de.

Arapçada bir tâbir vardır.
MuhaMMedün beşerün li küllî beşeri.
Bel huve yakutin beynel- haceri. derler.
Hazreti Resûl bir beşerdir insandır. Fakat beşer gibi değildir. İnsan gibi değildir.
Belki o taşlar arasında yakut gibi bir taştır.
Gerçi yakutta taştır. Fakat diğer taşlar gibi değildir.
Hakiki İslam da, bütün insanlar gibi bir insandır, fakat onlar gibi insan değildir.
Taşlar arasında yakut gibidir.

Yakut; dünyada da yakuttur, âhirette de yakuttur, toprak üstünde de yakuttur, toprak altında da yakuttur, hava da da yakuttur, her yerde yakuttur.
Yakutu üstünde taşıyan su da boğulmaz.
Bir hadisi Peygamberi:
Yakut, hakiki yakut bulur da üzerinde boynuna asarsan su da boğulmaz diyor Cenâb-ı Peygamber.
Sonra yakutu, hakiki yakutu dilinin altına koysan susuzluğu gideriyor.
Çölde gidenler çok susadı mı dilinin altına yakutu koyar.
Bu hadis-i peygamberi.
Kur’ân okunduğu zaman ilahî tecellî oluuur. Fakat bu görünmez.
Görünmekten münezzehtir.

Onun için aziz cemâat, bu işleri.

“Efendim felan kişi böyle dedi de. Felan kişi böyle dedi. Hoca Efendi böyle söyledi. Bilmem ne böyle” dedi!”
Onların lakırtılarına bakmayın!. Size ne söylüyorsam ona bakın.
Karga, bülbülün sırrını bilemez.
Allah’ın dostlarını câhiller bilemezler.
Câhil hasedde olandır, hasedde olan.
Bilgisi olmayan değil. Resûlullah Sallallahu aleyhi vessellem ümmî idi.
Ümmî câhil değildir. Hocası Allah olana ümmî derler.
Allah’ın dostları ile konuşanlar onlara bazen hürmet ederler.
Bazen şüpheye düşerler, bocalarlar, karşısındakilerine dâima onlarda gaflet içine sokarlar. Böylelikle kendilerini saklarlar.
Onların alâmeti yok değildir. Amma bilen azdır oğlum bilen azdır.
Aha şurada bak şurada bir zımbırtı var, sesimi alıyor benim hepimiz işletemeyiz bunu.
Onları da herkes tanıyamaz.

“Efendim felan adam böyle miydi?””
“Ulan öyledir bee!”
“Yok yok canım böyledir!”
”
İşte o seni “öyledir” veya “böyledir” diye şüpheye düşürür.
Peşine takıl da herifin etini ye değil mi?..

Nasreddin Hoca gitmiş şeye. Sabahtan yüklemiş eşeği değirmene gitmiş. Öğütmüş şeyi.
Öğlen üzeri hastalamış, kalkmış yürüye yürüye gelmiş eve, ikindi vakti kapıyı çalmış.
Kızı açmış:
“Anan evde mi?” demiş kıza.
“Evde””
“Çağır bana!”
demiş.
Gelmiş:
“Herif girsene içeri!””
“Yooo!”
demiş.
“Ben bu gün öğlende değirmende hastalandım!” demiş.
“Gelin beni alın!” demiş. Gine gitmiş değirmene.
Onun için Hoca Nasreddin gibi olmayın aziz cemâat!.
Biraz aklınızı başınıza alın!.

Bazıları onları hakikaten sezerler. Hürmet ederler.
Onların zamanı geldi mi feyiz ve sevgilerine mazhar olurlar.
Kimisi hoş bir koku duyar.
Kimisi hallerinden bir hisse alır.
Kimisi onların yanında bir ferahlık duyar, içinde bir böyle bir ferahlık duyar.
Bir çokları da hased zincirinden, kibir elbisesinden, kuğuzdan kurtulamayıp büyük bir şüphe içinde yarı uydurma bir hürmet ederler.

“İyi Efendim nasılsın?”
Bunlar nasibsizdirler.
En büyük belâ da İslam dininde nasibli, nasibde olmayanı aramaktır.
Bu hadis-i peygamberidir.
En büyük bela Mü’min için
“nasibde olmayanı aramaktır!”
“Efendim felan yerde bir şeyh var, gideyim elini öpeyim, feyzini alayım!””
O oraya gider, o oraya gider.
“Felancayı söylediler. Aman herif allameymiş!” O araya.
Ulann nasibin yok arama arama arama!

Sen kendini hazırla onlar sana telefonnan çağırırlar.
Öyle serseriler var. Haydi felan bilmem tekke. Haydi felan yerde.
Diyarbakırda bilmem ne var. Edirne de bilmem ne var. Bunlar serseri kervanlardır.
Allah’ı, Peygamberi unutup yol arayıp bulamayan insanlardır.
Aha aha Şuraya
Allahuekber! de Kâbe önünde.
Allahümme Salli Alâ MuhaMMedin ve Ali MuhaMMed! de Resûlullah işitiyor.
Ulan sesin ne çabuk gidiyor. Daha ne istiyorsun.
Başka yerlere sapıtmayın aziz cemâat!
Şüphede olana bir şey vermezler…

Şüphe, inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yer ile bir eder.

“Ya halli kaddel beled bil bali bali bali bal
bil nevni zelzeleti fil akli zalizal.”

Şüphe etti mi zelzeleyle uğraşır insan, hepisi yıkılır gider.
Onun için öteye beriye daldırmayın.
Secde, Allah, Resûl-i Ekrem yeter hepimize.
Hasır kamışından şeker olmaz!.
Ab-ı hayat ırmağı yanında bile olsa, söğüt ağacı meyva vermez.
Donmuş sudan bir desti tasavvur edin, donmuş su destisi.
İçini su ile dondur, desti buz, içindeki su ma’yi.
İkisi ayrı zannedersin. Şöyle güneşe tuttuğun zaman hepisi bir olur.
Onun için içinde, Allah ile Resûlü, desti ile bu anlattığım su gibi sakla!
Bir gün hakiki içinde yanan iman ateşini birisi bir üfleyiverir.
“Püf!” der.
Bu güneşin bir bahtiyarın kalbine değdi mi hepisi aynı olur su ile buz gibi. Yüzü nur ile dolar.
Hepinizde bu nurdan var. Bu nuru göreni gör, ara bul!
Yüzünü anca ayna ile görürsün. Sende daha başka şeyler var.
Onu sen ayna ile göremezsin. Başkasından ya iyâreten bir iki günlüğüne, yahut onun aynasından göreceksin.
Bu sözleri anlamak için yorganın altından çıkmak lâzım.
Yatağında çok oturma, kilitli kapılarını aç, düşün!

“Ama efendim, bana bir şey olmuyor!””
Sabır edeceksin, sana bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir.
Bu emri veren bir gün onu düzeltir.
Hiç nevmidi yoktur, İslamda hüzün yoktur.

Lâ tahzen.”Yasaktır İslamda. Üzüntü yoktur İslamda.
Üzüntülü olan insanı hiçbir şey kabul etmez.
Suda boğulan gördünüz değil mi? Su ölüyü kabul etmez sahile çıkarır.
Bu gün Müslümanlar dinlerinin safiyetinden o kadar uzaklaşmışlardır ki, Delâletten yürüyenler bile onlarla eğlenmek cüretini gösteriyorlar.
Onun için böylelerinen karşılaştığınız zaman sükut ediiin, sükut.
İşi karıştırırsınız. O, adamına çatarsa ters takla gider, gelsin bana sorsun.
Onun için efendim öyle emr olunmuştur gidersin işte.
Bereket versin ki, İslamın şevketini gösteren tarihler henüz kaybolmamıştır.
Müslümanlar uyanırlarsa
Lâ İlâhe İllallah mânâsı altında toplanamayan gönül, hiçbir mefhum altında toplanamaz, toplansa da kökü yoktur.

Allah Dostlarını bulun aziz cemâat!
Allah’ın mihenginde ayarlarınızı, kıymetli olanları bulun.
Gıybet etmeyin. Yalan söylemeyin.

“Nereden bulalım” da demeyin!.
Ne eşşekler vardır ki at üzerindedir. Ne büyükler de vardır ki binecek eşşekleri yok.
Onun için aziz cemâat kıymetinizi bilin!
Âhir zaman yakındır. Mezarları ziyaret edin. Mezarları ziyaret edin. Ölülerine ta’zim..
Kurban bayramı geliyor. Kurban bayramında ölülerinizi ziyaret edin. Kabirlerinizi düzeltin. Eski dedelerinizin, şunun bunun, yetimlerin.
Beşer tarihi, ölülerine hürmet maksadıyla büyük abideler kurmuşturlar.
Firavunlara, mezarlar, ihramlar, bilmem neler, şunlar, büyük türbeler. Padişahlara, şunlara bunlara kurmuşlar.
Bu ölülerine ta’zim hürmetinden çıkmıştır.
Ölülerine ta’zim eden milletler dâima yükselmişlerdir ve içlerinde büyük insanlar yetiştirmişler.
Ölülerine ta’zim ve hürmet etmeyen milletler de perişan olmuşlardır.
Görülmeyen bir diyara hürmetsizliğin görünür bir perişanlık ortaya çıkarıp getirmesi, çok büyük bir ibret verici hakikatin bağırışıdır, bunu anlamak lâzım.
Gidin hırıstiyan mezarlığına ne kadar güzeldir.
Gidin bizim mezarlıklara bakın perişan, eşşekler otlamaktadır. Ölülerine ta’zim etmeyen milletlere Allah’ın nusreti gelmez oğlum!.
Ben gezdiğim yerlerde öyle mezarlar gördüm ki gül kokuyor.
Öyle mezarlar gördüm ki dikenle dolu.
Öyle mezarlar gördüm ki hayvan sürüleri otluyor.
Öyle mezarlar gördüm ki yer ile bir olmuş.
Öyle milletler gördüm ki fazilet, doğruluk, iyilik diyarı.
Öyle milletler gördüm ki pis, rezâlet, pis kokularla dolu.
Öyle milletler gördüm hepimiz biliyoruz ki can çekişiyor.
Öyle milletler biliyorum ki hâk ile yeksan olmuşlardır.
Öyle milletler görüyorum ki mahvolacaklardır.

Ben bir mezar biliyorum.
Aziz cemâat hepiniz de biliyorsunuz ki cennetten bir bahçe.

Er ravzatin min riyâzih cenneh.
Resûli Sallallahu aleyhi ve sellem kabr-i mübâreki.
Bu söylediklerimi anlamak, akla sokmak, gönle sindirmek için bir şart vardır aziz cemâat, gönülden kibri söküp atmaktır.
Bunu yapmak dağları iğne ile kazıp silmekten daha zordur.

“Efendim bu adam ne anlatıyor?””
Biz bunları anlatmakla, şu kadar aziz bir avuç cemâata, yakınlarımıza giyim kuşam mezâhir alayişi öğretmiyoruz.
Yalınız iç ve bâtın mâmurluğunu dilimize müsaade ettiği derecede söylüyoruz.
Onun için yüzünüzü, gözünüzü açın aziz cemâat.
Âhiret zamanı yakındır, gurur etmeyin, İslam yalınız bir şeyle gurur eder.
İslam olduğu için gurur eder.
Elhamdulilllah müslümanım!””der.
"Ben şuyum, ben buyum!"
Tevazu içinde bulunun!.


Âmiiin!.
Euzu billahihimineşşeytanirracim.
Bismillâhirrahmanirrahîm...

Subhâneke Yâ Allam!
Tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Allahümme ente’l- Mennân!
Bediü’s- semâvati ve’l-ardı zü’l- Celâli ve’l- İkram!
Yâ Hayy Yâ Kayyûm! Yâ Allahu Celle Celâlihu!

Ya İlahî Biz asi kullar değiliz!.
Bizden sadır olacak bilerek ve bilmeyerek kusurlarımızı,
Rahman Esmâsının mağfiret suyuyla yıka bizi temize çıkar Yâ Rabbî!
Midemize helâl lokma nasib eyle Yâ Rabbî!
Memleketimizi, evimizi, çoluğumuzu, çocuğumuzu,
Her türlü afat-ı maraziyye, afat-ı belaiyye, afat-ı semâvaiyye, afat-ı araziyyeden masun kıl Yâ Rabbî!
Ordumuzu her işinde Mansur u muzaffer ver Yâ Rabbî!
Hükümet büyüklerimize zihin ve sıhhat afiyet bağşeyle Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü afetten koru Yâ Rabbî!
Yarın huzuruna geleceğimiz zaman mezarda bize meleklerinle iltifat nasib eyle Yâ Rabbî!
Âhirette Resul-i Ekremin mübârek yüzünü görüp, eliniden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Son nefesimizde ki buyurun: “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enle muhaMMeden ve Resulühü!””
Kelime-yi tayyibesiynen çene kapamak nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbî!

Allahümme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ali MuhaMMed!

Subhâneke Yâ Allam!
Tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Esselatü vesselâmü aleyke Ya Seyidî Ya Resûlullah!
huzbiyedî kad dâkat hilleti edrikni yâ Resûlullah!.

Lillahi’l- Fatiha!.


Resim

Mihrab: Câmide imamın namaz kılarken cemâatin önünde durduğu yer. * Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. * Evin şerefli yüksek yeri, çardak. * Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. * Mc: Harb âleti. * Orman. * Melikin hususi makamı. * Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. * Ümit bağlanan yer.
İtaat: Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek
Tebdil-i hava: Hava tebdili. Hava değişikliği.
Sabi: Henüz süt emen çocuk. * Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. * Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
Nâil: Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
İlliyyun: (İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Âhirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Âhirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
Ümm: Ana, anne, vâlide. Nine. * Asıl, esas. * Başlıca olan şey.
Ezvacıt’- tâhirat: Hazreti Peygamber Efendimizin (aleyhisselâm) ismetli ve iffetli, pâk zevce-i muhteremeleri (RADİYALLAHU ANHU) "Mü'minlerin anneleri" diye bilinen ve Peygamberimize (aleyhisselâm) âilelik etmek şerefine ermiş mübârek hanımlar.
Zevce: Kadın eş. Nikâhlı kadın, eş.
Kırba: (C.: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
Cem’i: Cümle, hep, bütün. * Gr: Çokluk bildiren kelime. Çoğul.
Tâb: f. Parıltı. Parlayıcı. * Güç. Kuvvet. Takat. * Hararet.
Tuvan: f. Güç, kuvvet.
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Manzume: Tertibli, ölçülü yazı, şiir. Vezinli ve kafiyeli olan söz. * Sıra, dizi. Sistem.
Sadef: Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
İcab: Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
Namütenahi: Nihâyetsiz, bitmez, sonu gelmez.
Kudsî: (Kuds. dan) Mukaddes, kutsal, muazzez.
Mütemâdiyyen: Devamlı sûrette.
Müsibet: Afet. Belâ. Felâket. Hastalık. Dert.(Merayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı hâliyle: "Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyâde fâidemizi düşünür. Mâdem onun rızâsı yoktur, dönelim." diye kendisi döner, sürü de döner.Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına mâruz kaldığın zaman $ söyle ve merci-i hakikiye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür. M.N.)
Men sabere zafere: Kim ki sabrder, zafere erer.
Sabır: Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek
Tâzim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Humayun: f. Padişaha aid. * Mübârek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli.
Es Semi’’: İşiten, duyan. * Fık: Allah'ın (celle celâlihu) insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. (O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur.)
Musavat: Eşitlik. Aynı seviyede oluş.
Celî: Parlak, açık, âşikâr, meydanda. * Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
Münkir: Allah'ın (celle celâlihu) râzı olmadığı şey. * İnkâr edilmiş olan. * Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan. * Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
Nekir: Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan. * Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
Bahrü Ahmer: Kızıl Deniz
Ab-ı hayat: Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta: "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer. * Tas: Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söylenir.
İyâre: Emâneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccânen başkasına vermek.

Resim

من صبر ظفر
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Men sabera zafera: Sabreden zafere ulaşır.”

(Hadis-i Şerif-kaynak bulununca eklenmeli)

Herkes ölecek! Her yeni eskiyecektir.:
Yaşayan herkes ölecektir. Yeni olan her şey eskiyecektir. Eğer ben ölürsem gam yemem. Adım alemde dâima anılır. Çünkü, böyle pak ve mübarek bir evlat yadigar bıraktım.
«Herkes ölecek, her yeni eskiyecek, her çok fend bulacak (sonlanacak), ben de öleceğim, fakat namım kalacaktır. Tertemiz bir evlad doğurdum, dünyaya, çok büyük bir hayır bırakıyorum.»
(Hz. Âmine annemiz).
Doğuşun altıncı senesinde de Hazret-i Âmine radiyallâhu anha, yirmi yaşlarında iken vefat etti. Hâl-i ihtizarda, son nefeslerinde, âlemlerin nuru olan mükerrem ve muhterem nur Muhammed’in nurlu yüzüne bakarak şu mealdeki sözleri söylediler: Herkes ölecek, her yeni eskiyecek, her çok fena bulacak, ben de öleceğim fakat namım kalacaktır. Tertemiz bir evlat doğurdum. Dünyaya büyük bir hayır bıraktım. Ve mübarek rûhlarını Medine’den dönerken Ebva’da teslim ettiler. Radıallahuanha. Sallâllâhu âlâ Muhammedin ve âlâ ebeveyni ve âlihî ve ezvâcihî ve ashâbihî ecmâîn. ÂMİN

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Teâlâ sadece bu ümmete mahsus olarak yeryüzünü temiz ve 'mescid' kılmıştır. Müslümanlardan herhangi bir kimse namaz vaktine ererse, erdiği yerde kılsın. Ebu Zer şöyle demiştir: "Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk yapılan mescid hangisidir?" diye sorduğumda: "Mescîd-i Haram" buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. "Mescîd-i Aksa" buyurdu. "Aralarında ne kadar zaman var?" dedim. "40 sene" buyurdu. Sonra: "Namaza nerde yetişirsen kıl, orası mesciddir," buyurdu. Bir rivayette "Yeryüzünün hepsi mesciddir." buyurdu.
(Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce.)

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم : أَفْضَلُ الْجِهَادِ كَلِمَةُ عَدْلٍ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ.
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cihadın en üstünü zâlim sultana karşı doğruyu söylemektir.” Buyurdu.
(Ebû Saîd el-Hudrî radiyallahu anhu’dan; Ebû Davud, Melahim 17; bk. Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Bey'at 37; İbn Mâce, Fiten 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 19, 61; IV, 314, 315; V, 251, 256. Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, X, 91; Beğavî, Şerhu's-sünne, X, 65-66)

Resim---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı Allah buyuruyor: "Evliyai tahte kubabi la yârifühüm ğayri: Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”"
Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.

Kabirleri ziyaret ediniz:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Ben kabirleri ziyaretten sizi yasaklamıştım. Artık onları ziyaret ediniz. Çünkü kabirler sizlere ahireti hatırlatır. Kim kabir ziyareti yapmak istiyorsa yapsın, ancak batıl bir söz söylemesin’!”buyurdu.

(Bureyde radiyallahu anh’dan; Müslim 977/106, Ebu Davud 3235, Nesei 2031, 2032, 4441, 5667, 5668, 5669, Beyhaki 4/77, Ahmed 5/3, 50, 355, 356, 361

Er ravzetin min riyâzih cenneh. Cennet bahçelerinden bir bahçe:
Ravza, bahçe ve cennet anlamlarına gelir.
Ravza-i Mutahhara geniş anlamıyla, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kabr-i şerifinin bulunduğu yer ve Mescid-i Nebi demektir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in kabr-i şerifiyle minber-i şerifi arasında kalan kısım demektir.
cennet bahçesi 10 m. genişliğinde ve 20 m. uzunluğunda 200 m2 lik bir sahadır. Bu alanın fazileti ile ilgili olarak;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : ما بين بيتي و منبری روضة من رياض الجنة : Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir"
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 268).

Resim

فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ
Resim---“Fe emmel yetîme fe lâ takher: Öyleyse, sakın yetimi üzüp kahretme.”
(Duhâ 93/9)

وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
Resim---“Ve emmes sâile fe lâ tenher.: İsteyip dileneni azarlayıp çıkışma.”
(Duhâ 93/10)

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ: Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
(Furkân 25/70)

Her şeyin zamanı vardır:

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Resim---“Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun): (Hakk'ı) yalanladılar da kendi heveslerine uydular. Oysa her işin kararlaştırılmış bir vakti vardır.”
(Kamer 54/3)

مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu), izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn: Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir.”
(Meryem 19/35)

Ya eyyühellezine amenu:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ: Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
(Ahzâb 33/56)

Vehiye ramim:

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ
Resim---Ve darebe lenâ meselen ve nesiye halkah(halkahu), kâle men yuhyil izâme ve hiye remîm: Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.”
(YâSîn 36/78)


أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
Resim---"E yahsebul’insânu en yutreke sudâ: İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”
(Kıyâmet 75/36)

sen de öleceksin, onlar da ölecekler:

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
Resim---İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn: Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.”
(Zumer 39/30)

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
Resim---“Velteffetis sâku bis sâk: Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında”
(Kıyâmet 75/29)

إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ
Resim---İlâ rabbike yevme izinil mesâk:O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.”
(Kıyâmet 75/30)

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى
Resim---Fe lâ saddeka ve lâ sallâ: kat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.”
(Kıyâmet 75/31)

وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى
Resim---Ve lâkin kezzebe ve tevellâ: Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.”
(Kıyâmet 75/32)

ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى
Resim---Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ: Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti.”
(Kıyâmet 75/33)

أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
Resim---“Evlâ leke fe evlâ: Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın.”
(Kıyâmet 75/34)

ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
Resim---“Summe evlâ leke fe evlâ: Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın.”
(Kıyâmet 75/35)

أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى
ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى

Resim---"Evla leke feevla. Summe evlaleke feevla.: Lâyıktır (o azap) sana, lâyık! Evet, lâyıktır sana (o azap) lâyık!”
(Kıyâmet 75/34-35)

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahracehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fîl gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferûs suflâ, ve kelimetullâhi hiyel ulyâ vallâhu azîzun hakîm: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
(Tevbe 9/40)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
Resim---İkterebetis sâatu ven şakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
(Kamer 54/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN SOHBETLERİ-3

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Aziz ALLAH Dostu Münir DERMAN (ks) Hocamız,
Bir ömür Harcadığın İnanç ve Düşüncelerini hiç bir çıkar düşünmeden sadece Livechillah için gençlerimizin hizmetine sunmaya BİZ BİR-İZ devam etmekteyiz İnşâe ALLAH...

SEVenleriyin ve SEVdikleriyin damla damla katılımıyla Ana Tez'in olan Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin buyurduğu, Şeriat-ı Garra'yı DUYma ve UYmada katılımları BİZe Umut ve Güç vermekte çok şükür..
Bu Güzel Resmini gönderen çok sevdiğin, BİZden BİRi OL-AN kardeşimize şükranlarımızı sunarız...

ALLAHu zü'l-celâl'i RAHMETi Her ÂN Üzerine olsun!...

MuhaMMedî MuhaBBetlerimizle..




Resim


HASL-ı HaRMaN
FASL-ı FeRMaN
İSMi M Ü N İ R
ASL-ı DeRMaN


ZEVK 4353 Resim

RIZA RAVZASIn ReHBeRi! SıRR-ı SıFıR SARmaŞıĞı
Ezel-Ebed ALLAH DOSTU!. ASL-ından ALLAH ÂŞıĞı
HABÎBULLAH-ın Her ÂN-da, HaSBî HiZMeT HADEMEsi
GÖNÜL gÖZümüzün NÛRu, MÜNİR DERMAN-ın IŞIĞı..


20.02.11 16:36
gökkuşağında…



Resim
Resim
Cevapla

“SOHBET - 3” sayfasına dön