İSLÂMDA NESEB VE İDDET

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

İSLÂMDA NESEB VE İDDET

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

İSLÂM’DA NESEB VE İDDET

ALPEREN GÜRBÜZER


Neseb deyince ilk evvela ana, baba ve sülale akla gelir, gelmesi de gayet tabiidir, neticede bir çocuğun nesebi şer’i ölçüler içerisinde aynı soy ağacına ait erkek bireylerden gelen babasıyla sabit olmakta. İşte bu sebeple bir insan nesebini reddetmekle, neseb reddedilmiş sayılmaz. Yine, bir insanın kendi babası dışında bir başkasını baba edinmekle de neseb bağı oluşmaz. Çünkü İslam’da gönüllülük esasına dayalı neseb bağı kabul görmez. Bakın, Yüce Peygamberimiz (s.a.v) böylelerini lanetlemiş bile. Kaldı ki, bir insan nesebini inkâr etse ne olur, etmese ne olur, sonuçta doğduğu anneye nispetle annelik bağını inkâr edemez ya. Nitekim bir çocuk dünyaya ister meşru, ister gayri meşru yoldan gelmiş olsun, her iki durumda da çocuk kimden doğmuşsa annesi odur elbet. Ama baba cihetiyle düşündüğümüzde; neseb her zaman babadan sabit olmayabiliyor. Çünkü çocuğun bir başkasından olma ihtimal dâhilindedir. İşte bu tür ihtimallere mahal vermemek adına çocuğun babalık yönünden nesebinin belirlenebilmesi için bir kere sahih ya da fasit nikâhla bir araya gelmiş eşler arasında şüpheye dayalıda olsa cinsel ilişkinin yaşandığına dair bir emarenin olması ve bunun neticesinde de babanın çocuğu kabullenmesi kâfi gelebiliyor. Tabii, böyle bir kâfilik nesebin görünen yüzü bakımdan kâfiliktir, birde nesebin görünmeyen yüzü var ki, hiç kuşkusuz o yüz ayrılık ve ölüm gibi vakıalar eşliğinde alarm veren bir takım neseb davalarıyla alakalı gizemli yüzdür. Ki, Hanefiler bu tür davaların gizemliliğini giderme noktasında ilk adım olarak gebelik süresini en az altı ay, en fazla iki yıl bir süre belirlemişlerdir. Madem neseb için böyle bir ölçü belirlenmiş, o halde Peygamberimiz (s.a.v)’in; “Çocuk yatak sahibine aittir” beyanından hareketle yeni doğmuş bir çocuğun nesebi annesinin sahih nikâh akdi kıydığı tarih itibariyle en az üzerinden altı ay ve daha uzun bir zaman diliminin geçmiş olmasıyla sabit olacaktır. Bu hadis-i şerif bize aynı zamanda cinsel iktidar sahibi bir erkeğin meşru nikâh yoluyla koynuna girdiği kadından doğan çocuğun babası olduğunu bildirir bir teyittir. Demek oluyor ki bir çocuğun nesebi sahih nikâhın kıyıldığı an itibariyle belirlenmekte. Ancak, fasit nikâh böyle değildir, malum fasit nikâhta nesep, cinsel ilişkiye girildiği an itibariyle belirlenir. Bir an fasit nikâhı göz ardı edip sadece sahih nikâhı esas aldığımızda normal şartlarda bir çocuğun altı ay ve altı ay üstü bir zaman dilimi içerisinde dünyaya gelmesiyle birlikte babadan nesebi belirlenmiş olur. Velev ki, bu zaman diliminde karı kocanın ilişkiye girip girmediği hususunda ortada her hangi bir itiraf edilmiş beyan olmasa da hüküm değişmez ve çocuğun nesebi yine nikâh kıymış aynı babadan sabit olur. Zaten eşler arasında geçen mahremiyetin başkalarıyla paylaşılması caiz olmadığı gibi bunun tam aksine dışarıdan birilerin karı koca arasında ki mahremiyeti sorgulaması da doğru olmaz. Zira böyle bir şeye kalkışmak hem suizan etmek olacak hem de haddi aşmak olacağından şer’an bu ilişkinin yaşandığı düşünülür hep.
Peki ya, iddet bekleyen bir kadının doğurduğu çocuğun nesebi nasıl belirlenir? Malum, bu hususta da Hz. Aişe (r.anh)'ın beyan buyurduğu “Çocuk annesinin rahminde iki yıldan fazla kalmaz” sözü meselenin açıklığa kavuşmasında önemli bir mihenk taşı olmaya yeter artar da. Şöyle ki; talak iddeti ya da ölüm iddetinin sonlandığını itiraf etmeksizin hamile kalmış bir kadının iki yıla kadar bir kısa zaman dilimi içerisinde doğum vuku bulmuşsa çocuğun nesebi talak ve ölüm nedeniyle ayrı düştüğü kocadan neseb sabit olur. Yok, eğer kadın daha öncesinde iddet müddetinin bittiğini itiraf edip sonrasında çocuk doğurmuşsa böyle bir durumda iki şıktan biri gerçekleşir: Birinci şık seçenekte: bir kadın iddetini itiraf ettiği gününün üzerinden altı ay geçmeden bir çocuk doğurmuşsa bu çocuğun nesebi aynı babadan sabit olur. İkinci şık seçenekte ise; kadın itiraf ettiği iddet gününün üzerinden altı ay ve üstü bir zaman dilimi geçip te çocuk doğurmuşsa, böyle bir durumda çocuğun nesebi sabit olmaz.
Yine bir kadın düşünün ki, gözden uzak biriyle gıyaben nikâh kıymış olsun, işte böyle bir kadının doğurduğu çocuğun nesebi gıyaben evlendiği o erkekten sabit olur. Zira kocasının uzak diyarlarda olması ilişki kuramayacağı anlamına gelmez, ortada nikâh kıyılmışlık söz konusu olduğu müddetçe eşlerin her an bir şekilde bir araya gelmeleri ihtimal dâhilindedir. Kaldı ki Hanefiler bırakın eşlerin bir araya gelmelerini icabında aklen ve tasavvur yoluyla da birleşme (duhul) olabileceğini düşünmüşlerdir. Dolayısıyla Hanefiler bu noktada 'Çocuk yatak sahibinindir' hadis-i şerifini temel ölçü almakla birlikte kerameti de göz ardı etmezler. Böylece 'evliyanın kerameti haktır' düsturunu hem çocuğun nesebini belirlemek hem de kadının ırzını korumak açısından bir fırsat, bir çıkış yolu olarak görmüşlerdir. Öyle ki, bir kadın nikâhlandığı erkekle aralarında duhul (birleşme) olmaksızın boşanmış olsa da hüküm aynıdır. Yani, böyle bir kadın boşandığı günün üzerinden altı ay geçmeksizin bir çocuk doğurmuşsa, çocuğun nesebi boşandığı kocadan sabit olur. Ancak yine de Hanefiler ihtiyatı elden bırakmamak adına ortada herhangi bir cinsel birlikteliğin olmaması halinde mulâane (liân- hâkim huzurunda yemin edilerek karşılıklı lanetleşme) yoluyla çocuğun nesebini reddetmenin mümkün olabileceğini belirtmişlerdir. Bunun dışında normal şartlarda bir çocuğun nesebi annesinin daha önceden bildirdiği iddet müddeti üzerinden altı ay geçmeden doğduğu tarih itibariyle sabit olur. Bu demektir ki, altı ay ve sonrası bir zaman diliminde nesep sabit olmaz. Zaten Ömer Nasuhi Bilmenin Hukuk-ı İslamiyye Kamusuna baktığımızda bu meselelerle alakalı dikkat çeken şu şer’i kural ve kaideler dikkatimizi çeker:
-İmamı Azam ve İmam Muhammed’e göre; bir kız gerdek gecesinden sonra boşanıp akabinde iddet müddetinin bittiğini itirafla hamile olduğunu ileri sürmeksizin boşandığı tarih üzerinden dokuz aydan az bir zaman kala çocuk doğurmuşsa bu çocuğun nesebi gerdek gecesi sonrası boşandığı kocasından sabit olmaz. Bu hususta İmam Yusuf ise; talak bain (tam boşanma) ise iki yıla kadar, ric’i (geriye dönüş olabilecek boşanma) ise yirmi yedi ay bir sürede neseb sabit olur demiştir. Peki ya ergen kadın? Evet, bu hususta İmam Azam ve İmam Muhammed; ergenliğe erişmiş bir kadının kocasının vefatının üzerinden on ay on günden az bir süre kala çocuk doğurduğunda, çocuğun nesebi sabit olur demişlerdir. Yani, bu zaman diliminden daha uzun bir süre aştığında neseb sabit olmaz. İmam Yusuf ise iki yıla kadar ki sürede neseb sabit olur demiştir.
- Evlatlık edinmekle nesep belirlenmez.
-Her ne kadar zina yoluyla dünyaya gelen bir çocuk için neseb sabit olmasa da eğer zina eden kadının hayatta nikâhlı kocası ya da efendisi varsa nesep bunlarla sabit olur.
-Müslüman kadının gayrimüslimle birileriyle evlendiğinde doğacak çocuğun nesebi sabit olmaz.
-Kocası olmayan kadına zina eden bir kişi; ‘bu benim zinadan olan çocuğumdur’ derse nesep sabit olmaz. Sabit olmayınca da çocuk için ömür boyu bir yıkım olacaktır. Dahası haramlığı sabit olan böylesi çirkin bir fiil sonucu dünyaya gelen çocukların ruh dünyalarını altüst etmesi bir yana ömür boyu alınlarında utangaç bir leke ve iz bırakacağı muhakkak. İşte zinanın yol açtığı bu tür psikolojik travmalardan dolayı toplum nezdinde hep namussuzluk olarak addedilmiştir. Hatta bu çirkin fiil tüm semavi dinlerce şiddetle kınanıp cezasız bırakılmaz da. Hele zina denen bu illetin bir toplumu sarmaya dursun, artık o toplum kolay kolay iflah olmayacağı gibi fakirlik ve miskinlikten geçilmezde. Derken buna ilaveten toplum içinde sonu gelmez düşmanlık ve kavgaların fitilini ateşleyecek bir veba olur bile. Dahası zina yeryüzünde hayır ve bereketi bitirecek, aynı zamanda nesebi ortadan kaldıracak türden çirkin bir fiil olarak gelecek kuşakları esir alır da.
- Bir adam eşine zina isnadında bulunup ve bu isnadın üzerinden daha altı ay geçmeden bir çocuk doğmuşsa neseb sabit olmaz. Fakat adam zinaya yormazda ‘bu benim çocuğumdur’ derse nesep kendisinden sabit olduğu gibi doğan çocuk veraset hükümlerine tabii olurda.
- Kocası on yaşından aşağı bir hanımdan dünyaya gelen çocuğun nesebi sabit olmazken, on yaş ve üzeri bir kocadan neseb sabit olabiliyor. Ancak Ebubekre göre ise on yaşta olsa ergen olmadıkça neseb sabit olmaz.
-Boşanmış bir kadının doğurduğu çocuğun hemen akabinde daha üzerinden henüz bir altı ay daha geçmeden yeni bir çocuk daha doğduğunda bu çocuğun nesebi yine boşanmış olduğu kocadan sabit olur.
-Bir kimsenin nesebi eşlerin itirafıyla belirlenebileceği gibi delille de sabit olur. Yani, bir adamın sadece ‘bu çocuk bana aittir’ itiraf etmesi yetmez, aynı zamanda itiraf edenin akıl baliğ olması şartı da aranır. Oldu ya akıl baliğ bir kimse önce itiraf edip sonra itirafından dönmüş olsa bile önceki itiraf göz önüne alınarak neseb yine kendisinden sabit olur. İlla da ortaya bir delil konulsun deniyorsa delilin şüphe götürmeyecek derecede açık ve net olması gerekir ki neseb sabit olsun. Malum, delil noktasında iki erkek ve iki kadının şahitliği kâfidir. Ancak şu da var ki; artık günümüz teknolojisinde kimlik tayini çalışmalarıyla neseb davaları çok kolaylıkla DNA testi ile açıklık kazanabiliyor. Anne, baba ve çocuktan alınacak biyolojik numunelerin DNA analiz çalışmaları sonucunda; DNA profilleri karşılaştırılarak çocuğun soy bağı çok rahatlıkla tespit edilebiliyor. Böylece çocuğun hangi anne, hangi babadan olduğu belirlenmiş olmaktadır. Nasıl ki, dünyada her insanın parmak izleri birbirinin aynı değilse, aynen öyle de, tek yumurta ikizleri haricinde her insanın DNA tiplemeleri de farklıdır. Bu yüzden kimlik tayininde şahitlere pek iş düşmüyor, bilakis neseb tayini işleri DNA analiz ve tipleme çalışmalarıyla çözüme kavuşturmak pekâlâ mümkün. Nitekim bir fakir kimse; ‘bu benim oğlumdur’ diye delilsiz nesep iddiasında bulunsa dışarıdan bir başka birisi de; ‘hayır bu benim oğlumdur’ diye DNA profili gibi bir delil gösterse elbette ki böyle bir durumda çocuğun nesebi delili ortaya koyan kişiden belirlenir.
- Bir kadının rahminde iki erkeğin sıvısıyla (spermi) çocuk oluşumu mümkün olsa da, bunun tam aksine bir çocuğun iki kadın sıvısından oluşması mümkün değildir. İşte bu mümkün olandan hareketle İmam Ahmed ve Hanbelî’den aktarılan görüşe göre; dünyaya gelen bir çocuğun uzmanlar tarafından üç dört erkeğe mal edildiğinde bu noktada neseb hepsinden sabit olur. Tabii ki bu tip görüşleri o çağlarda DNA testi gibi güçlü bir delilin olmamasını göz önünde bulundurarak değerlendirmek lazım gelir.
Hâsılı kelâm; şer’i neseb konusu sağlıklı kuşakların doğması ve neslin devamı için her anne ve babanın hassasla üzerinde eğilmesi gereken bir vecibedir.

İDDET

İddet; bir kadının kocasından ayrılıp ya da ölümü gibi sebeplerle belirli bir süre beklemesi gereken zaman dilimi manasına gelen bir kavram. Mesela bir kadın düşünün ki, kocası ölmüş, ya da evliliği sona ermiş, işte böyle bir durumda birincisinde ölüm iddeti, ikincisinde ise talak iddeti beklemek durumundadır. Ki; bir kadının başkasıyla evlenebilmesi için böyle iddet müddetlerin bitimine ihtiyaç vardır. Ancak şu da var ki, bir kadın hamile iken kocası vefat etmiş, yine hamile iken kocasından boşanmış veya fesh yoluyla ayrılmışsa bu durumda doğumla birlikte iddet müddeti son bulabiliyor. Çünkü doğum yapmakla rahim (döl yatağı) temizlenmiş olur.
Normal şartlarda bir kadın için iddet başlangıcı boşanma, ölüm, karşılıklı fesih veya anlaşma yoluyla ayrılma gibi hususlardan birinin vuku bulmasıyla başlayıp, şeran bunlar için kaç aybaşı, ya da kaç temizlik günü belirlenmişse o iddet sürelerin sona ermesini beklemek vacip olur. Sadece beklemek mi? Elbette ki hayır, mesela üç talakla (tam boşama) boşanmış bir kadının iddet müddet süresi bitmeden seyahat etmesi caiz değildir. Hakeza buna bainen boşanmış (tam boşanmış) veya kocası ölmüş bir kadının değil seyahat etmesi, iddet müddet süresi içerisinde makyaj yapması, süslenmesi, ipek giyinmesi, eline kına türü şeyler sürmesi, güzel koku kullanması ve birtakım takılar takmak gibi şeyler de dâhil olup, asla caiz değildir. Hele ki; kocasının ölümü üzerine böyle şeyler yapması anısına hürmetsizlik olacaktır. Tabii ki bu kadınlar açısından dikkat edilmesi gereken önemli bir adaptır. Birde erkekler açısından düşündüğümüzde şayet bir erkek nikâhlı dört hanımından birini boşayıp bu arada kafasına bir hanımla daha evlenmeyi koymuşsa boşamış olduğu kadının iddet müddeti daha sona ermeden beşincisiyle nikâh kıyması çok büyük adapsızlık olup evlenemezde. Belli ki böyle bir hükmün varlık sebebi hem eşlere hürmetsizlik olmasın diye, hem de dört eş sınırı kuralının ihlal edilip çiğnenmesine fırsat vermemek içindir. Evet, bir erkeğin İslam’da şer’i hükümleri yerine getirmek kaydıyla dört hanımla evlenmeye ruhsat vardır, bu inkâr edilemez. Ama Kur’an’da çok eşlilikle ilgili hususlar anlatıldığında ‘yinede sizin için tek olması daha hayırlıdır’ ilahi hükmü esastır. Hele bir insan hanımının kıymetini bilemeye dursun üç talakla boşayıp iddet müddet süresi sona erdiğinde pişmanlık duyup tekrar yuva kurmak istediğinde şer’i ölçülere uygun hulle yapmadıkça yeniden bir nikâh kıyıp evlenememektedir. Erkeğin bir daha nikâh kıyılabilmesi için; ilk aşamada boşadığı kadının iddet müddet süresinin dolmasını beklemesi gerekir, ikinci aşamada boşadığı kadının başka biriyle evlenip ayrılmasını beklemesi gerekir, üçüncü aşamada ise boşadığı kadının evlendiği erkekten ayrılıp bu ayrılık sonrasındaki iddet müddeti de bitmesi gerekir ki yeniden evlenebilsin. Aksi takdirde böyle bir evlilik haram olur.
Anlaşılan o ki; iddet deyip geçmemek gerekir, iddetle ilgili şer’i kural ve kaideler neyse harfi harfine uymak lazım gelir. Öyle ki; bir kadın çocuk yaş ya da yaşlı olması gibi sebeplerle hayız (adet) görmese de yine üç aylık iddet müddet süresine uymak zorundadır. Tabii iddetle ilgili hükümler bu anlatılanlarla sınırlı değil, fıkıh kaynaklarda çok daha ayrıntılı bilgiler var. Biz sadece bu kaynaklar içerisinde en dikkat çeken mevzulardan birkaçına baktığımızda şu kural ve kaidelerle karşılaşırız:
-Sahih evlilikte iddet başlangıcı talak, fesih ve kocanın ölümüyle start alırken, fasit evlilikte ise iddet başlangıcı fiili ayrılıkla start alır. Fakat ric'i talakla (geriye dönüş olabilecek boşanma) boşanıp kocası ölen kadın için böyle değildir, sil baştan yeniden iddet beklemesi gerekir.
- Kocası ölen bir kadının ölüm iddeti dört ay on gündür. Hatta kocası duhul öncesi ya da duhul sonrası ölmüş olsa da bu hüküm ayetle sabittir.
-Ölüm iddeti içerisinde bir kadının nafaka hakkı düşse de iddet müddetini kocasının evinde geçirmesinde herhangi bir beis yoktur. Her ne kadar ölümle nikâh düşse de sonuçta iddet süresi tamamlana dek yine o evin hanımı sayılır.
- Hayız görmeyen bir kadın boşandığında üç ay iddet müddet süresi beklemesi lazım gelirken, hayız gören bir kadın da ilk temizlik başlangıcından üçüncü hayzın bitimine kadar beklemek durumundadır.
- Hayız görmeyen bir kadın ister küçük yaşta ister büyük yaşta olsun fark etmez, boşandığında beklemesi gereken iddet müddet süresi üç aydır.
-İddet müddeti içerisinde hayız gören bir kadının iddeti sil baştan hayız gördüğü tarih itibariyle start alır. Şu da var ki hayza göre iddet bekleyen bir kadın hayızdan kesildiğinde bu kez ay hesabına göre iddet beklemesi lazım gelir.
-Duhul (birleşme) ve halvet hali (baş başa) vuku bulmaksızın boşanan bir kadının iddet beklemesi gerekmez.
-Duhul ve halvet hali yaşamış bir kadın boşandığında iddet beklemesi gerekir. Hatta fasit bir nikâh ya da şüphe götürür bir duhul söz konusuysa da yine iddet beklenmesi lazım gelir.
-Bir erkek boşadığı hür karısının iddet süresi dolmadan cariyesiyle evlenemez. Dahası bir erkek boşadığı kadının mahremiyle evlenmeye kalkıştığında da hüküm yine aynıdır. Hatta bir erkek, üç talakla boşadığı hanımının iddet müddeti dolmadan bir başkasıyla evlenemez hükmü de öyledir.
-Bir başkasından hamile kalmış bir kadınla nikâh kıyan bir erkek, hamilelik son bulmadan, yani çocuk dünyaya gelmeden cinsel ilişkide bulunması helal değildir. Hatta zinadan hamile kalmış bir kadınla nikâh kıymış olsa da bu hüküm değişmez.
-Bir adam düşünün ki, daru’l harbden kaçırmış olsun, işte kaçırılan bu kadın hayız hali görmedikçe o erkeğin cinsel ilişkiye girmesi caiz değildir.
-Bir erkek Daru’l İslam’a geldiğinde Müslüman bir kadını nikâhlamak istese de hamile olması durumunda o kadından çocuk doğuncaya kadar nikâh kıyamaz.
-Bir erkek ölümcül hastalığa tutulduğunda karısına; ‘falan kişi bu eve gelirse sen benden boşsun’ deyip, o şahısta eve geldiğinde şarta bağlı olarak talak gerçekleşir, ama bu süreçte kadının iddet müddeti bitmeden kocası vefat ettiğinde varisliği düşmüş olmaz. Yok, eğer bir erkek şarta bağlı olmaksızın ‘sen filan şahsı bu eve kabul edersen bainen boşsun’ dediği halde kadında gönül rahatlığıyla o kişiyi eve almışsa elbette ki böyle bir durumda varis olamaz.
-Zina yoluyla duhul vuku bulmuş bir kadının iddet beklemesi gerekmez. Belli ki, bundan maksat veled-i zina nesli meşru nesilden ayırt etmek içindir. Nitekim bu ayırımda; veled-i zina bir çocukla babası arasında sıhrî hısımlık bağı oluşurken, diğerinde ise gerçek anlamda asli neseb babalık bağı oluşur. Zaten İslam’da asl olanda budur, yani zinadan uzak ak ve pak bir neseb edinmek esastır. Her şeye rağmen yine de Hanbelîler ve Malikiler gayrimeşru doğumlar hususunda annenin iddet beklemesi yönünde görüş belirtmişlerdir. Tabi burada bizim için esas raci olan cumhurun görüşüdür.
Hiç kuşkusuz İslam’da iddet hükmünden maksat kadına herhangi bir yaptırım uygulamak, eza veya ceza vermek değildir, temel amaç kadının hamile kalıp kalmadığını anlamak ve gelecek kuşak açısından nesebin korunmaya alınmasıdır. Zira bir kadının kocasından her an hamile kalması mümkündür. Dolayısıyla her türlü ihtimalleri göz önünde bulundurarak şer’i hukuk hangi hususlarda ne kadar iddet süresi belirlemişse o iddet sürelerin tamamlanmasına ihtiyaç vardır. Aksi halde iddet süreleri sonlanmadan yapılan bir evliliğin nesep karışıklığına kapı aralaması kaçınılmaz olacaktır. O halde her türlü olumsuzluğa mahal vermemek için Yüce Allah’ın (c.c) şu buyruğuna uymak gerekir: “Kadınlarınızdan hayızdan ümit kesmiş olanlar ile henüz hayız görmeyenlerin iddetinden tereddüt şüphe ederseniz, (bilin ki) onların bekleme süresi üç aydır. Hamilenin iddeti ise çocuklarını doğurmaları ile biter (yüklerini bırakıncaya kadardır). Kim Allah'tan sakınırsa onun işinde kolaylık oluşturur” (Talak,65/4). Şayet bu buyruğun dışında hareket edilirse Allah korusun nasıl ki dinini inkâr eden dinsizlerin etrafımızda kol gezdiği gibi aynı ölçüde soyunu inkâr eden soysuzların da kol gezdiğini görmek her an mümkün.
Velhasıl, nesebin korunması için şer’i kurallar neyi ortaya koyuyorsa ona riayet etmek şarttır.
Vesselam.
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön