SILA-İ RAHİM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

SILA-İ RAHİM

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

SILA-İ RAHİM
SELİM GÜRBÜZER

Hiç kuşkusuz imandan sonra en mühim amellerden biride Sıla-i Rahimdir. Üstelik vacib hükmünde bir ameldir bu. Terk edildiğinde âlimlerin ittifakıyla haram olduğuna hükmedilmiştir. Madem öyle, maddi soy ağacı bakımdan başta anne baba olmak üzere tüm aile ve akraba-i taallukatla bağlılığımızı güçlendiren sıla-i rahim amelini terk etmememiz icab eder. Aksi halde terk edipte terk edilmiş hale düşenlerden oluruz. Keza mürşid ziyaretini terk etmekte öyledir. Zira bir sofi için Sıla-i Rahim demek, intisab ettiği Tarikat-ı aliyyenin manevi soy ağacıyla olan bağlılığını güçlendiren mürşidini Allah için ziyaret etmesi demektir. O halde şayet bizde sofilik yoluna girmişsek, bir yandan zahiri neseb bağımızla, diğer yandan da Tarikat-ı aliyyenin silsile-i şerifesinde yer alan Gönül sultanlarıyla bâtıni bağını koparmamamız icab eder. Çünkü soy sop bakımdan bağlı olduklarımız bizim fiziki ihtiyaçlarımızı karşılamada en büyük pay sahibi olurken, manevi veraset bakımdan bağlı olunan Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi, Mevlana, Yunus, Akşemseddin ve Hacı Bayram-ı Veli gibi başbuğ velilerde manevi ihtiyaçlarımızı karşılamada, yani ahlaken terbiye olmamızda en büyük pay sahibi olmaktadırlar. Bu yüzden gerek maddi soy bakımdan gerekse manevi soy bakımdan nerelerde ne tür bağlarımız varsa, onların sık sık ziyaretlerinde bulunmakla çok büyük ecir kazanacağız demektir.
Bakınız, bir adam Rasulullah (s.a.v)’in huzuruna varıp bir umutla derdine çare arar bir halde hal ve ahvalini arz ettiğinde, Allah Resulü o adamın derdiyle hem hal olup şöyle sual eder;
-Annen var mı?
Adam:
-Yok, der.
Allah Resulü:
-Teyzen var mı?
Adam:
-Var der.
Allah Resulü (s.a.v) bunun üzerine:
-O halde ona iyilikte bulun, ihsanda bulun, ikramda bulun diye öğüt verir. Aslında Allah Resulünün verdiği bu öğüt, o adamın şahsında tüm ümmet-i Muhammed’i kapsayan bir öğüt olur da. Düşünsenize hayatta yaşayan bir anne ya da babamız yoksa da geride kalan diğer neseb bağlarımızla irtibata geçip alakadar olmak yeterince sıla-i rahim olarak karşılık bulabiliyor. Ki, Müberra Dinimizde teyze ana yarısı yürek olarak kabul görür. Hatta bir sofi içinde öyle olup hayatta yaşayan mürşidi yoksa tıpkı neseb bağındaki teyzede olduğu gibi mürşidinin ardından bıraktığı halifelerinden biriyle irtibata geçmesiyle birlikte kendisi açısından yeni bir manevi sıla-i rahim kapısını açmak olacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, Yüce Allah can-ı gönülden Sıla-i Rahim yapmak isteyen kullarını bir şekilde hem madden hem manen yetim bir halde ortada sahipsiz bırakmamaktadır. Yeter ki, o kul oturup durduğu yerde sıla-i rahim kendiliğinden ayağına gelsin handikabına kapılmasın gerisi gelir elbet. Mutlaka müminler olarak fert fert kıpırdamamız gerekir ki, Yüce Allah kulları için bir sebep halk edip sıla-i rahimle şereflenmek nasib olsun.
Bakınız Dahhak isimli bir zat vasıtasıyla aktarılan bir başka örnekte ise Allah Resulünün ümmetine şu öğütte bulunur:
“Bir kısım insanlar var ki; üç günlük ömrü kalmışken Allah Teâlâ bu kullarını sıla-i rahimde bulunmaları sebebiyle otuz seneye çıkardığı, diğer bir kısım insanlarda akrabalarına sıla-i rahim eylemediği içindir otuz senelik ömrü üç güne indirilir.”
Tabii ki Allah Resulünün sıla-i rahimle ilgili beyanları bunlarla sınırlı değil, bu hususta toplamda kırk bir hadis daha zikredilmiştir. Her ne kadar hadislerin lafz edenleri ve ravileri farklı olsa da sonuçta hepsinde; sıla-i rahim eyleyenin rızkı çoğalacağı, ömrü uzayacağı, elem ve kederlerden arınmış olacağı hususlar hemen hemen hep aynıdır. Ancak şunu iyi ayırt etmek gerekir, bir kere ravilerin ortaya koyduğu hadislerde zikredilen rızık ve ömrün artışından maksat maddi ecel saatinin uzaması manasına bir artış değil, bilakis manevi ecelin bereketlenmesi manasına bir artıştır. Dahası burada kast edilen bir mü’min yaşadığı hayat boyunca ne kadar çok sıla-i rahimde bulunursa cennetteki derecesi o nispette artmış olur manasına bir ziyadeliktir. Nitekim sıla-i rahimle ilgili bahse konu olan o kırk bir hadislerin birinde Resul-i Ekrem (s.a.v) bu hususta şöyle der: “Her kim rızkının çokluğunu istiyorsa, ecelinin geri kalmasını istiyorsa sıla-i rahim yapsın.”
Evet, sıla-i rahim ömrümüzün bereketlenmesinde manevi kaynak hükmünde bir rızıktır. Madem sıla-i rahim manevi kaynak bir rızık hükmünde bir salih amel, o halde ecel kapıya dayanmadan sıla-i rahim yapılacak yurdun yakınlığına uzaklığına bakılmaksızın ziyaretin ihmal edilmemesi gerekir. Unutmayalım ki, Allah rızasını kazanmaya yönelik niyeti sıla-i rahim olan bir müminin nazarında uzun sanılan yollar bir anda kısalır da.
Bakınız, Musa (a.s) Rabbül Âlemi’ne münacatta bulunduğunda;
-Ya Rabbi! Nasıl Sıla-i rahim eyleyeyim ki, her biri bir tarafta.
Allah Teâlâ mealen:
-Ey Musa! Olsun, kendi nefsin için istediğin ve sevdiğin şeyleri onlar içinde sevmen ve istemende öyledir diye buyurur.
Besbelli ki, sıla-i rahim ihmal edilecek türden bir amel değil, bilakis Rasulullah (s.a.v)’in; “Âdemoğullarının amelleri her perşembe ve cuma geceleri bana arz olunur da Allah Teâlâ sıla-i rahim yapmayanların amellerini kabul etmez” diye beyan buyurduğu veçhiyle belki bir değil bin kez üzerinde hassas olmamız gereken bir ameldir bu. Öyle ki, bir insanın anne babası bu dünyadan göç etmiş olsa da tıpkı hayatta yaşadıklarında olduğu gibi yine boş durmayıp anne ve babasını hak ve hukukunu gözetmeye devam ederse hiç kuşkusuz Peygamberimiz (s.a.v)’in “Her kim anne ve babasının ölümünden sonra onlar için Hac ederse Allah onu cehennemden azatlıklardan yazar” hadis-i şerifin müjdesine mazhar olacaktır. Bu ne büyük bir müjdedir ki ana baba öldükten sonra bile hak ve hukukunun gözetilmesine fırsat tanınmaktadır. Nitekim Enza Hz.leri bu hadis-i şerifin mana ve ruhundan hareketle şöyle der:
-“Ana ve babasına asi olan kişi onların vefatından sonra onların borçlarını öderse bu zat anasına babasına iyilik edenlerdendir.”
Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var, tüm bu anlatılardan sakın ola ki, Allah katında en makbul amel sadece sıla-i rahim amelinden ibarettir. Şayet böyle bir zanna kapılırsak diğer Salih amelleri boşlayın manasına gelebilecek bir anlam kargaşasına yol açar ki, maazallah bu son derece tehlikeli bir durum olur. Bilindiği üzere İslam’da Allah Kur’an’da ne emredilmişse bütününü uygulamak esastır. Nasıl mı?
Bakınız, bir adam Rasululah (s.a.v)’in huzuruna vardığında;
-Ya Resulullah! Allah’ın en sevdiği ameller nedir diye sormuş.
Cevaben:
-İlki Allah’a imandır.
Adam bu kez:
- Peki, sonrası nedir sormuş.
Rasulullah (s.a.v):
-Emri maruf ve nehy-i anil münkerdir buyurdu.
Adam:
-Peki, Allah nezdinde amellerin en kötüsü hangisidir?
Resul-i Ekrem (s.a.v):
-Allah’a şirk koşmaktır.
Adam:
-Sonra ki nedir?
Rasulullah (s.a.v):
-Sıla-i Rahim yapmamaktır, yani kat-i rahim yapmaktır.
Adam:
-Daha sonra nedir?
Resul-i Ekrem (s.a.v):
-Münkeratı işlemekle (günah işlemek) emr-i maruf olan hayırlardan men etmektir.
Tabii, yine bu arada şunu da ifade etmekte fayda var, Sıla-i Rahim yapmak demek sırf barışık olduğumuz akrabaya gitmek değildir, icabında bundan daha evlası bize darılıp gelmeyene de gitmekte sıla-i rahimdir. Yani sana küs olanın kapısını çalmak ta sıla-i rahimdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v):
-Ey Ebu Hüreyre, güzel ahlaka sarıl.
Ebu Hureyre (r.a):
-Ey Allah’ın Resulü güzel ahlak nedir?
Allah Resulü (s.a.v):
-Senden alakayı kesene sen gidersin, sana zulmedeni affedersin ve sana vermeyene sen verirsin” (Beyhaki, Şuabül’l-İman, nr 7725) diye beyan buyurur.
İşte, bu hadis-i şerifin mana ve ruhundan anlaşılan o ki, ümmeti için yanıp tutuşan Allah Resulü ümmetinin tıpkı tuğlaların birbirine harçla kaynaşması gibi kaynaşmasını murad etmekte, dahası ruz-i mahşerde ümmetine şefaat olabilecek sıla-i rahimle sıkı bağ oluşturun mesajı vermekte adeta. Hatta sıla-i rahmin önemi şundan da belli ki, bin aydan daha hayırlı kadir gecesinin konu başlıkları arasında yerini almış bile. Nasıl mı? Rabbül Âlemin kadir gecesi olduğunda Cebrail’e şöyle emir buyurur:
-Yeryüzüne inin diye,
Tabii Cibril Emin derhal emrin gereği olarak başkanlığını yaptığı melekler taifesiyle birlikte yeryüzüne şeref vererekten inerler. Yeryüzüne indiklerinde insanlardan ilk olarak namaz kılanlara ve zikredenlere selam vererek şeref verirler, hatta birbirleriyle dua edip tokalaşanların niyazlarına icabet edip âmin demeyi de ihmal etmezler. Derken vazifelerini tamamlayıp Cibril Emin başkanlığında melekler tekrar semaya yükselecekleri sırada, başkanlarına şöyle seslenirler:
-Ey Cibril! Âmin demek iyi hoşta, Yüce Allah (c.c) bu gecede âmin diyen Salih kulları için acaba ne gibi mükâfat ve hediyeler ihsan eyledi ki?
Cibril Emin cevaben şöyle der:
-Allah onlara rahmet nazarıyla baktı, afvü mağfiret eyledi, böylece affolunanlardan oldular ancak şu dört zümre hariç:
-İçki içen,
-Ana babasına asi gelen,
-Sıla-i rahmi terk eden,
-Bidat ehli olup İslam cemaatini terk eden diye sıraladı.
İşte görüyorsunuz anlatılan bu dört unsurun içerisinde önemine binaen sıla-i rahim ve ana baba hakları da yer almıştır. Dolayısıyla bunların üzerine bir şeyler eklemek haddimize mi, meramımızı ziyadesiyle anlatmaya yetmiştir elbet.
Hâsıl-ı kelam Sıla-i Rahim yaparak Allah'a ve onun sevdiklerine yakınlığımızı artıralım ki; affedilenlerden olalım.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/kose-yazisi/4065/sila-i-rahim
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön