LİAN VE İ’LA YEMİNİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

LİAN VE İ’LA YEMİNİ

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

LİAN VE İ’LA YEMİNİ
SELİM GÜRBÜZER

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’da bakın ne buyuruyor; “Eşlerini zina ile itham edip kendilerinden başka şahitleri olmayan kimselerden her birinin dört kere şahadet etmesi, sözünde gerçek olduğuna Allah’ı şahit tutması, beşinci kerede yalancı ise Allah’ın lanetine uğramayı dilemesi lazımdır. Kadınında kocası yalan söylüyor diye Allah’ı şahit tutarak dört kez yemin etmesi, beşincide eğer kocası doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğramayı dilemesi onu zina cezasından kurtarır.” (Nur 24/6–8)
İşte yukarıda zikredilen ayet-i kerimenin mana ve ruhundan anlaşıldığı üzere lian hadisesi kocanın iddiasını ispatlamadığı durumlarda hâkim önünde karşılıklı restleşme veya lanetleşmeyle vuku bulan bir süreçtir. Öyle ki bu süreçte önce erkek; 'Şahitlik ederim ki bu kadın zina işlemiştir' ya da 'Bu çocuk benden değildir' diye dört kez kendi kendine şahitlik eder, beşincisinde 'Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun' dediğinde lian hadisesi başlamış olur. Sonrasında kadında erkeğin bu çıkışına reddedici sözlerle karşılık verip masumluğunu Allah'ı şahit tutarak dört kez yemin etmesi ve en nihai süreç olan beşincisinde şayet kocası doğru söylüyorsa Allah'ın gazabına uğramayı dilemesiyle birlikte zina cezasından kurtuluşuna vesile olacak bu hadise tamamlanıp hâkim ayrılmalarına karar verir de. Anlaşılan o ki, kadına yönelik isnad edilen bu zina ithamı için gereken dört şahit gösterilmediği durumlarda liân bir çözüm metodu olarak imdada yetişmekte. Zaten böyle bir yola başvurulmadığı takdirde 80 değneklik kazf haddinin tatbiki kaçınılmaz olacaktır.
Hele bir erkek karısını zinakârlıkla itham etmeye dursun ispat edemeyince bir takım sıkıntılara yol açacağı muhakkak. İşte tüm vuku bulacak sıkıntılara meydan vermemek için illa ki lian ahdi şarttır. Oldu ya, bir erkek lian ahdine yanaşmadı, bu durumda ya yalan söylediğini itiraf eder ya da yemin etmesi için hapsedilmeyi göze alması gerekir. Zaten doğru olan da budur. Düşünsenize hem eşine ithamda bulunacaksın hem de yemin etmeyeceksin bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi adama, dolayısıyla yapılan ithama karşılık hapse mahkûm ve kazife ihtiyaç kalmaksızın hâkim önünde lian yemini etmeli ki erkek iftira cezasına, kadınsa zina cezasına maruz kalmasın.
Bir erkek düşünün ki eşine hitaben ‘Ey zinakâr kızı zinakâr’ demiş olsa bu itham kapsamına değil sadece eşi, buna kayın validesi de dâhil olmuş olur. Yukarıda da belirttik ya, bir insanın ağzından söz çıkmaya dursun ister istemez sarf ettiği o sözlere karşılık eşi için lian, kayın validesi için iftira cezası gerektirir. Yok, eğer eşi lian yerine sırf iftira cezası talep ediyorsa bu kez kendisi ve annesine yönelik itham için had cezası kâfi gelip liana gerek kalmaz. İcabında eşi önce lian sonra had cezası da talep edebilir, zaten buna hukuken engel bir durumda yoktur.
Bir kimse eşinin karnı şişkin veya büyüklüğünden hareketle ‘Bu şişkinlik benden değildir’ dediğinde İmamı Azam’a göre lian gerekmez. Çünkü karın büyüklüğü her zaman hamilelik anlamına gelmez, bir hastalık sonucu veya gaz birikimi kaynaklı da olabilir. Kaldı ki, ortada hamilelik söz konusu olsa bile iddia sahibi iddiasını doğum anına denk getirmesi uygundur. Yani, çocuk doğduğunda hayırlı olsun babından yapılan tebrik (kutlama) günleri zaman aşımına uğramadan iddiasını dile getirmelidir. Ayrıca nesebi reddetmek suretiyle yapılan iftira doğum anına rastlamalıdır. Ki; söz konusu tebrik günlerinin zaman aşımı İmamı Azam'dan nakledilen bir görüşe göre yedi gün olarak belirlenmiştir. Şayet doğumun akabinde tebrikleri kabul eder, birde üstüne üstük adet gereği doğum eşyalarını da almaya kalkışırsa delaleten çocuğun nesebini kabul etmiş olur.
Şu da var ki, bir erkek karısını zina isnadıyla suçlayacak olsa da bunu herhangi bir şarta bağlayarak ifa edemez. Dolayısıyla bir kimse karısına ‘Eğer hamileysen..’ ya da ‘Zina etmişsen..’ türünden başlayan şarta bağlı ifadelerle lian gerçekleşmez. Zira lianın gerçekleşebilmesi için illa ki bir erkeğin zina isnadında bulunduğu karısı için kullanacağı ifadeleri hiçbir şarta bağlı olmayan isnadla dillendirmesi gerekir. Ayrıca lianın oluşması için sadece dilden sadır olan lanet-gazab içeren yemin ifadelerinin çıkması yetmez bunun yanı sıra şahitlik mekanizmasının işletildiği bir desteğe de ihtiyaç vardır. Böylece hâkim huzuruna çıkıldığında kral çıplak misali desteksiz çıkılmamış olunur. Yine de her şeye rağmen hâkim usul gereği önce her ikisine de yalan yere yemin etmenin ahrete yönelik bir vebali olduğu noktasında bir takım telkinlerde bulunup sonrasında ise bu telkine kulak asmayıp eşlerin halen lian yapmada ısrarcı tutumlarını sürdürdükleri kanaatine vardığında ancak birbirlerinden ayrılmaları yönünde tam hükmünü vermesi uygundur. Nitekim lian hükmünün karara bağlanmasıyla birlikte artık bundan böyle İmamı Azam ve İmama Muhammed'e göre karı koca arasında bain talak ayrılık gerçekleştiğinden dolayı bu arada nikâhta kendiliğinden düşmüş olur. Çiftlerin yeniden bir daha evlenebilmeleri için illa ki tekrardan nikâhlanmaları gerekir. Ancak İmam Yusuf bu noktada karı koca birbirlerine ebedi haram olur görüşündedir. Sonuçta ulemanın görüşlerinden hareketle asıl bizi ilgilendiren yönüyle meseleye baktığımızda eşler arasında geçen lian yeminini destekleyen ifadeler ve lanetleşmeler eşliğinde gelinen en son noktada erkekten kazf cezası (zina iftirası cezası) düşerken, kadından da zina cezası düşmüş olduğunu görürüz.
Tabii bu arada şunu da unutmamak gerekir ki, liaân sahih nikâhla hayatlarını birleştiren çiftler için geçerli müeyyide uygulaması gibi görünse de ortada karakter bakımdan zıt ve denklik bakımdan farklı olan eşler söz konusu olduğunda bu müeyyide-i uygulama geçerlilik kazanmaz. Nitekim akıllıyla deli arasındaki denksizlik, ergenle çocuk arasındaki denksizlik, hür erkekle cariye arasında ki denksizlik, hür kadınla köle arasında ki denksizlik, Müslim’le gayrimüslim kadın arasında ki denksizlik, konuşanla dilsiz arasındaki denksizlik gibi örnekler lianın gerçekleşmesine engel durum teşkil eder de. Hatta eşlerden birinin ölümü de liana engel bir durumdur. Yani, bir kişi karısının ölümünden sonra iftirada bulunsa liana gerek kalmaz. Çünkü ölümle birlikte nikâhta düşmüş olur. Aynı şekilde bain (kesin) talakla boşanmış bir kadın içinde liân geçerlilik kazanmaz. Ancak ortada ric’i talakla boşanmışlık söz konusu olduğunda, böyle bir durumda kadına iftirada bulunulsa derhal lian davasının görülmesi elzemdir. Zira ric’i talak kocaya geriye dönüş imkânı veren bir talaktır, dolayısıyla ortada daha henüz tam boşanma hadisesi vuku bulmamışken bu noktada kurulan yuvanın kurtarılması ümidiyle lian davasının tez elden görülmesinde fayda vardır.
Liân hususunda eşlerden birinin başvuruda bulunması yeterlidir. Ancak yine de kendinden emin bir kadının kocasının zina suçlamasına karşılık hemen savunmaya geçerekten lian davasının hararetini körüklemek yerine kocasının öfke halini yatıştıracak ya da hislerinin galebe çaldığı akılsızlığını örtmeye yönelik bir duruş sergilemekle kendisi hakkında çıkarılacak her türlü dedikodunun önüne geçmesi daha akıllıca bir tutum olacaktır.
Liân hususunda bir başka şer'i hükümde şudur ki; bir erkeğin karısı hakkında ileri sürdüğü zina isnadının dârülislâm topraklarında olması gerekir. Zira dârülharb topraklarında lian davalarının görülmesi veya had cezalarının tatbiki caiz değildir.
Bir erkek kendisinin çocuk yapamaz, yani kısır olduğunu söyleyerekten neseb reddedemez. Zira kısır olduğu söylenen pek çok erkeğin sonradan çocuğu olduğu bilinen bir gerçekliktir. İşte ihtimal dâhilinde bu bilinen gerçekliğe rağmen illa da bir erkeğin karısının zina ettiğini ısrarla vurgulayıp dört şahitle ispat edemeyecek durumda ise lianda bulunmasına mani olunmaz. Ancak şu gerçeğinde göz önünde bulundurup nasıl ki bir kadının gayrimeşru yollarla bir başkasından doğurduğu çocuğu aile içinde barındırmak ne kadar çirkin bir fiili durumsa aynen öyle de bir erkeğinde durduk yere eşine zina iftirasında bulunması da o nisbette Allah indinde lanetlenen bir fiili durumdur. İşte tüm bunları göz önünde bulundurup söz ağızdan daha çıkmadan kılı kırk yardıktan sonra liân’da bulunmalıdır. Aksi halde kaş yapıyım derken göz çıkarılmış olunacaktır.
Kelimenin tam anlamıyla liân kocanın iddiasına dört şahit getirememe sonucunda hâkim huzurunda yeminle birlikte Allah'ı şahit tutaraktan eşlerin laneti üzerlerine çekmesi hadisesidir.
İ’LA
Allah Teâlâ mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerimde ilâ hususunda bakın ne buyuruyor:
“Zevcelerine yaklaşmamaya yemin edenlere dört ay beklemek vardır. Bunlar zevcelerine geri dönerlerse şüphesiz Allah affedicidir ve merhametlidir. Şayet boşamaya karar verirlerse şüphesiz ki Allah işitici ve bilicidir” (Bakara, 2/226).
İşte görüyorsunuz ayeti kerimeden de anlaşıldığı üzere bir insan karısının yüzüne karşı 'Bir daha sana yaklaşmayacağım' diye yemin ettiğinde i’la hükmüne muhatap kalır. Ya da tam tersinden düşündüğümüzde; bir adam yemin etmeksizin eşine yaklaşmamış olsa bile i’la gerçekleşmez, illa ki ortada yeminli bir söz olması gerekir. Dolayısıyla bir adam karısına hitaben ‘Vallahi seninle dört ay ilişki kurmayacağım’ diye yemin etmiş olsa bu söz i’la’nın oluşmasına kâfi sebeptir. Ancak dört aydan az bir süreliğine yemin ettiğinde ilâ için kâfi sebep teşkil etmez.
Hiç kuşkusuz fakihler i’la yemininde kişinin niyetini de esas almışlardır. Öyle ki, bir kimse niyetinin i’la olduğunu izhar ettiğinde i’la gerçekleşmiş olur. Yok, eğer 'İ’la amaçlı söylemedim’ derse böylesi bir durumda elbette ki i’la hükmü gerçekleşmez. Hükmün gerçekleşmesi için fıkıh kitaplarında geçen fakihlerin verdiği örneklerden hareketle illa ki şu ifadelere ihtiyaç vardır:
-Mesela bir kimse karısına i’la amaçlı (niyetli) ‘Sen benim helalim değilsin’ şeklinde bir ifadeyle ahd etmiş veya yemin etmiş olması gerekir,
-Mesela bir kimse karısına hitaben ‘Vallahi sonsuza dek sana yaklaşmayacağım’ ya da ‘Kıyamete kadar yaklaşmam’ şeklinde bir ifade de bulunması gerekir ka ebediyen i’la gerçekleşmiş olsun.
-Şayet bir kimse sonsuzluk vurgusu yerine sınırlı bir süreliğine, mesela ‘Beş ay yaklaşmayacağım’ dediğinde ise geçici ilâ gerçekleşmiş olur.
Peki ya, i’la da şart koşmak var mıdır? Elbette vardır, ancak şart oluştuğunda şarta bağlı ilâ gerçekleşmiş olur.
Çocukların, delilerin i’la’sı asla nazarı itibara ve dikkate alınmaz. Zira İslam hukukunda akıl baliğ olmayanın asla boşama ehliyeti söz konusu değildir.
Bir erkek düşünün ki, nefsine adeta etten duvar örüp kendi kendini cinsel arzularından men etmesi durumunda hür bir kadın için en az dört ay, cariye içinse en az bekleme süresi olarak iki ay müddet gerekir. Şayet o erkek dört ayın bitimine az bir zaman kala karısına yaklaşırsa boşanmış olmaz. Şer’an bu demektir ki, eşine yaklaşmaksızın kendisine tanınan bu dört aylık zamanı doldurduğunda ancak geriye dönüşü olmayan denen talak-ı bain boşanma gerçekleşmiş oluyor. Bir başka ifadeyle ila’dan dönüş ancak şer’an ortaya konan dört aylık süre tamamlanmadan cinsi ilişkiye girmekle sabit olmakta. Aksi halde şer’i hükmün dışında ‘İ’la’dan vazgeçtim’ sözü i’ladan dönüşe kâfi gelmeyecektir. Hiç kuşkusuz hastalık hali bundan istisnadır. Fakat yine de o kişi iyileştiğinde cinsel ilişkiye girmesi lazım gelir. Aslında normal şartlarda bir erkek önce eşine yaklaşmamaya yemin edip sonrasında dört aylık süre tamamlanmadan dönüş yapsa (ilişki kurduğu takdirde) bile tam manasıyla aralarında ki mesele kapanmış olmaz, illa ki yaptığı yemin için kefarette ödemesi gerekir ki aralarında ki mesele tam manasıyla kapanmış olsun.
Malumunuz kefaretten maksat bir köleyi azad etmek olabileceği gibi on fakir ya da bir fakiri on gün doyurmakta olabilir, bundan başka giyindirmekte olabilir, daha da olmadı üç gün ard arda oruç tutmakla da maksat hâsıl olmuş olur. İşte şayet bu sıralananlar arasından mesela giyim türünden kefaret ödenecekse böylesi bir tercihin ifası için en az üç aydan fazla giyilebilecek tek parça elbise giyindirmek kâfidir. Şimdi belki kendi kendimize diyebiliriz ki “Hay da, köle azad etmekte, fakiri doyurmakta, fakiri giyindirmekte, oruç tutmakta nerden çıktı, tekrardan hanıma dönüş yaptık ya, bu yetmez mi” diye, oysa unutmayalım ki kefaret bir takım meselelerin çözümünde derde deva kabilinden günahları gidermede tek kurtuluş reçetesidir, bu yüzden bunu yapmaya mecburuz. Kaldı ki, helali haram kılmak yemin sayıldığından bu tür yapılan yeminler kefaret gerektirir. Mesela bir adam düşünün ki, helal olan bir şeyi kendisine haram ya da mubah kılmış olsa elbette ki böyle bir kişinin yaptığı o yemine karşılık gelen şer’an kefaret vermeyi gerektirir.
Şurası muhakkak; İslam'da bir erkek eşinin yüzüne karşı bir daha yaklaşmayacağına dair yemin ettiğinde i’la hükmü gerektirdiğinden bu tür edilen yeminler sadece kınanmakla kalmayıp mekruh olarak da addedilir. Ancak şu da var ki; bir kadın emzirdiği çocuğu sütten kesmemek amacıyla hamile kalma endişesi taşıyorsa, böylesi hallerde kendi isteği doğrultusunda yapılan i’la mekruh olarak karşılık bulmaz. Yine bir kimse ‘çocuğu sütten kesilinceye kadar ilişki kurmayacağım’ diye yemin ettiğinde de i’la gerçekleşmez. Hakeza yine karı koca arasında cinsel ilişkiye mani bir durum ya da kadının vajinal kanallarında tıkalılık (retak), aşırı kanama hali, vajinal organın dışında cinsi ilişkiye engel olacak doku veya kemik türünden marazlar söz konusuysa böylesi durumlarda da i’la hükmü gerçekleşmez.
Malumunuz cahiliye döneminde i’la uygulaması kadının cinsel duygularını ihlal etmeye yönelik öne alınmış bir boşama biçimi idi. Ne zaman ki hak geldi batıl zail oldu, işte o eski cahiliye uygulamaları yerine ‘ertelenmiş bir bâin boşama’ anlamına gelen dört aylık süreyle sınırlı tutulan i’la hükmü yerini alır. İyi ki de İslam güneşi doğdu da bu sayede cahiliye döneminde yeni bir yuva kurmak (evlenmekten) imkânından mahrum kalan kadınların hak kayıpları giderilmiş oldu. Tabii ki iki yılı bulan o bildik cahiliye uygulamalarının rafa kalkması çokta kolay olmadı, gönüller fethedilerek ancak halledilebildi. Zira çölde yıllar boyu başsızlığa alışmış bir toplumun hukuki kurallara bir anda uyum sağlayamaması son derece tabii bir durumdur. Her neyse asıl konumuza döndüğümüzde fıkıh ulemasının verdiği örneklerden hareketle dikkatimizi çeken birkaç şer’i uygulamalardan:
-Mesela bir adam düşünün ki karısının yüzüne karşı ‘Eğer seninle cinsel ilişkide bulunursam falan karım boş olsun; Kâbe’ye gidip ziyarette bulunmak bana vacip olsun; yemin kefareti ödemem gereksin’ gibi kendini kadına yaklaşmaktan alıkoyacak müeyyide niteliğinde ifadelerle yemin billâh ettiğinde ilâ gerçekleşmiş olur.
-Mesela yine bir adam düşünün ki karısına hitaben ‘Eğer yaklaşırsam iki rekât namaz kılayım; ‘Savaşa gitmek bana vacip olsun’ gibi namaz ve cihad kavramlar üzerine yemin billah ettiğinde ise i’la gerçekleşmemiş olur. Zira böylesi yeminde namaz kişinin nefsine ağır gelmeye tarafından bilinmeyen bir yemin türü olması hasebiyle gerçekleşmeyecektir. Hiç kuşkusuz hac ve oruç üzerine yapılan yeminlerde ise bunların tam aksine bir durum söz konusudur. Nitekim bu hususta hem fikir olmuş fıkıh âlimlerin görüşlerine baktığımızda gerek hac gerekse orucun İslam’ın beş şartı kapsamında biliniyor vecibeler olmasının yanı sıra aynı zamanda nefse ağır gelen ibadetler olması hasebiyle bu vecibeler üzerine yapılacak olan bir yeminle de i’la hükmünün gerçekleştiğini görürüz.
Bu arada ehlisünnet ulemasının ortaya koyduğu fıkıh kitaplarında dikkatimizi çeken birkaç şer’i kurallara baktığımızda:
-İ’la yemini eden kişinin hür olması şart değildir hükmünü de görürüz. Nitekim köle olan bir kişi mülk sahibi olmadığı halde bir bakıyorsun Allah adını anaraktan yaptığı i’la yemini geçerlilik kazanabiliyor. Yeter ki köle mal üzerine yemin ederekten i’la yapmamış olsun her halükarda yapacağı i’la dikkate alınır da. Zira kölelerin malı yok ki, mal üzerine yemin etme durumu olsun. Aksi halde bir köle ‘Karıma yaklaşırsam bir köle azad edeyim, şu kadar sadaka vereyim’ dediğinde i’la geçerlilik kazanmayacaktır.
- İ’la yemini eden kişinin Müslüman olması da şart değildir. Ancak bir gayrimüslimin hac, sadaka, oruç gibi İslami kavramlarla yapacağı bir yeminle de i’la hükmü gerçekleşmez. Şayet bir gayrimüslim İslami kavramların dışında karısına ‘Seninle cinsel ilişkide bulunursam kölem azad olsun ya da boş olsun’ gibi ifadelerle yemin ettiğinde ancak bu durumda ilâ hükmü geçerlilik kazanır. İşte tüm bu ve buna benzer fıkhi hükümlerden anlaşılan o ki; bir kimse Müslim ya da gayrimüslim hiç fark etmez her iki konumda da bilsinler ki kendi inançları doğrultusunda hukuk önünde i’la hükmüne eşit muameleye tabii tutulurlar. Burada sadece uygulamada tek bir fark vardır ki, o da gayrimüslim için kefaret gerekmediğidir. Değim yerindeyse kefaret sadece Müslümanlara has günahlardan arınma manasına bir diyet ödemedir. İlla ki, mümin olmak gerekir ki kefaretle günahlar temizlenip giderilebilsin.
Velhasıl-ı kelam, i’la ağızdan çıkan bir yeminle zevcesine yaklaşmaya yemin eden bir kocanın yeniden kadınına ayetle sabit tanınan süre içerisinde dönüş imkânı veren şer’i hükmün adı bir uygulamadır. Yetmedi evli çiftler arasında nükseden sıkıntıyı kefaretle giderme fırsatı sunan da bir şer’i hükümdür.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/lian-ve-ila-y ... ,4969.html
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön