"Sana kurtuluş verdik"

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

"Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

“Fenecceynake” “Sana kurtuluş verdik”
TâHâ Sûresinin 40. Âyetinde geçmekte bu kelime.

إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى
İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh(yekfuluhu), fe reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen(tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnâ(futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.

1.iz temşî : yürümüştü
2.uhtu-ke : senin kızkardeşin
3.fe : böylece, o zaman
4.tekûlu : söylüyor
5.hel edullu-kum alâ: size delil olayım mı, size yardım edeyim mi
6.men yekfulu-hu : ona kefil olacak kimse
7.fe : böylece
8.reca'nâ-ke : seni geri döndürdük
9.ilâ ummi-ke : annene
10.key : için, diye
11.takarre aynu-hâ : onun gözü aydın olsun, sevinsin
12.ve lâ tahzene : ve kederlenmesin, mahzun olmasın
13.ve katelte : ve sen öldürdün
14.nefsen : bir nefsi, bir kimseyi
15.fe : böylece, bundan sonra
16.necceynâ-ke : seni kurtardık
17.min el gammi : gamdan, kederden, üzüntüden
18.ve fetennâ-ke : ve seni imtihan ettik
19.futûnen : sınavlar
20.fe lebiste : böylece kaldın
21.sinîne : senelerce, yıllarca
22.fî ehli medyene : Medyen halkı içinde
23.summe : sonra
24.ci'te : sen geldin
25.alâ kaderin : bir kader üzerine, takdir edilen zamanda
26.yâ mûsâ : ey Musa

Ömer Nasuhi Bilmen :«O vakit ki, hemşiren gidip de diyordu ki: «O'na bakacak bir kimse için size delâlet edeyim mi?» Artık seni validene döndürdük ki gözü aydın olsun da mahzun olmasın. Ve sen bir şahsı öldürdün. Sonra seni o gamdan kurtardık ve seni fitneden fitneye uğratmıştık. Sonra Medyen ahalisi arasında senelerce eğleştik. Sonra da ey Mûsa! Mukadder olduğu üzere (bu muayyen zamana) geliverdik.»

40 yaşıma yaklaştığım zamanlarımdayım ve kalbimle 40. âyetler üzerine sabitlenmiş haldeyim.
“Mim” harfinin ebced ile rakamsal karşılığının 40 olduğunu öğrenmiştim.
Sebebini bilemiyorum tabi, ama bu esen rüzgarı kelimelere dökmek iyi olacak gibi hissetmekteyim.
40 yaşın çok büyük ve önemli değişimler getireceği beklentisi içerisinde değilim elbette,
lâkin sayıların da bir mânâsı olduğunu düşünmeden edemiyorum.
hep olgunlaşmak ve aklın olması gerektiği hacmine ulaştığı bir yaş olarak anlaşılıyor 40. yaş.
Düşünüyorum da, biz olgunlaşmak isteği ve kapasitemizi üst noktalarına kadar kullanmak azminde olmazsak,
bize 40 tane 40 yaş yaşatılsa faydası olmayacaktır.
Yine de, bu yaşa ulaştıran Rabbim hayrlar ile olmamız gerektiği hale Bizi ulaştırsın inşallah!.

Yukarıdaki âyet-i kerimenin tefsirini okumadım. Yazılan açıklamadan anladıklarımı ise şöyle ifade edebilirim.
Hz. Musa Aleyhisselam sepetin içerisinde Firavunun sarayına ulaştığında ve orada ona bir süt anne arandığı vakitte,
Musa Aleyhisselam'ın kızkardeşi durumdan haberdâr olup ona kendi annesini süt anne olarak getiriyor,
Rabbimizin izni ve takdiri ile annesinden ayrılmadan büyümesi sağlanmış oluyor.
Ne annesi ne de Musa Aleyhisselam mahzun edilmemiş oluyor.

Bizlerde hayatlarımız da ayrılıklar ve kavuşmalar ile imtihanlar yaşamaktayız.
ve âyet-i kerimenin devamındaki ifadeler de hep bize doğrudan hitap gibi,
fitneden fitneye uğramakta, gam ve keder yaşamakta hep bu dünya hayatının imtihanları.
ve hepsinden de kurtaran bize salah ve necat veren Rabbimize sonsuz hamd ve senâlar olsun.
ve hepimiz bize takdir edilmiş bir kader ile yaşamaktayız.
hiç mahzun olmamak elimizde değil, demek ki hepsinden biz de geçeceğiz.
ve her hayat safhamızda Rabbimizin sonsuz inâyetleri lutufları ile karşılaşacak ve
hamd edenler olmaya gayret edeceğiz, inşaallah. Âmin!.
belki de ömrün ahirinde buna daha fazla önem vermemiz gerekmekte.
Bu güne kadar yaşamış olduğumuz hayatımız,
bundan sonra yaşayacak olduğumuz hayatımızın (inşaallah hayrlar ile) bize bir takdimi gibi.

Ya evvelce mevcut olan eksikliklerimizi görüp onları düzeltme yoluna gitmemizin, tevbe ve istiğfarımızı çoğaltmanın
ve bunda sabit kalmamızın işareti,
veya iyi olan bazı özelliklerimiz de var ise, onlarıda artırmanın yollarını arayıp bulmamızın
ve şükür etmemizin bir uyarıcısı.

Her durumda aslında her gün, belki de günün içinde birçok defa kendimizi hesaba çekmemizin
denetlememiz gerektiğinin bir izahı gibi.
Çünkü biz başıboş değiliz,
bu dünyaya kendi başımızın hükmüne göre yaşamak içinde getirilmiş değiliz.

İşte bunları anlamamızın ve anladıklarımızı uygulama fırsatını henüz kaçırmamışken
hüsrana uğrayanlardan olmamak için yaşamamızın ip uçları gibi bu âyet-i kerimeler.


Ve sonra, devamlı üzerinde düşündüğüm kurtuluş yani “necat” kelimesinden bahsedeyim inşaallah,
Bu kelime, 40. Sûrenin 41. âyet-i kerimesinde geçmekte.

Mu’min Sûresi 41. Âyet-i Kerime;
وَيَا قَوْمِ مَا لِي أَدْعُوكُمْ إِلَى النَّجَاةِ وَتَدْعُونَنِي إِلَى النَّارِ


Ve yâ kavmi mâ lî ed’ûkum ilen necâti ve ted’ûnenî ilen nâr(nâri).

1.ve : ve
2.yâ : ey
3.kavmi : kavmim
4.mâ lî : benim için nasıl (bir hal ki)
5.ed'û-kum : sizi çağırıyorum, davet ediyorum
6.ilâ en necâti : kurtuluşa
7.ve ted'ûne-nî : ve siz beni çağırıyorsunuz, davet ediyorsunuz
8.ilâ en nâri : ateşe

Ömer Nasuhi Bilmen :
«Ve ey kavmim! Benim için ne var ki, ben sizi necâta dâvet ediyorum ve siz beni ateşe dâvet ediyorsunuz?»

Bu açıklama çok manidâr ve öylesine BİZ’i (hepimizi) anlatmakta ki,
üzerinde düşünüp dikkatimizi toplamak neredeyse şart olmakta.
Çünkü eminim ki, hepimizin de içerisinde bulunduğumuz kavimlerimiz ile
yaşayageldiğimiz bir imtihan bu mesele.

Çünkü her, nefsimize ait olan veya toplumsal olan mesele gibi
geçmemiz gereken bir sırat, durak,aşama yada kademe teşkil etmekte.
Dedim ya, sebebini hiç bilemiyorum,
ama bu mesele üzerinde açılan penceremden,
bâd-ı sâbâ gibi süzülüp gelen nefhayı dile getirmeye çalışayım.
Duymazdan gelmemin, gelenleri savmamın, unutmak yollarını aramanın faydası yok.
Çünkü bu mesele dile geldiği için ve
inşallah nihâyete erdiğinde bana da bir necat ulaşacak inancı içerisine dahil oldum bugün.
Okuyan, düşünen her birimizin BİZ için duaları sebebi ile cümlemize bir necat ulaşmasını dua ediyorum inşallah ve bütün kalbimle Âmin!.


وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى

Ven necmi izâ hevâ.

1.ve en necmi : yıldıza andolsun
2.izâ : olduğu zaman
3.hevâ : düştü, kaydı, kayboldu

Necm sûresi de bana necat kelimesi ile aynı anda çağrışım yapmakta.
Elbette sebebini bilemiyorum.
Bir sebebi var mı onu bile bilemiyorum.
(İçimden gelenleri söylemek istediğim için,
ancak eğriyi doğrudan ayırmaya da yeterli olmadığım için,
yazdıklarım arasındaki bütün yanlışlıklar bana ait onu öncelikle ifâde etmeliyim.)


bir süredir bir vesile ile dikkatim yıldızlara çevrilmişti,
uzun zamandır da orada durmakta.
Zaman içinde gelip giden düşünceleri kimi yazdım,
kimi zaman ise olgunlaşmasını beklemek gerektiğini düşünüp bekledim.

Şimdi zamanı sanırım,
“lütfen” deilmesi kadar beni etkileyen ikinci bir letâfetin ve nezâketin zirvesinde emir daha olmadı çünkü hayatımda.
Rabbimizin Sonsuz keremi ile lutuflarına, liyâkatımıza hiç bakılmaksızın nâil olmuş olan bizler,

beden-nefs-kalb-ruh” hayatlarımızda bu lutuflara asla karşılık veremeyeceğimizi bize hatırlatmakta.”LUTFEN”

Ancak en azından gayretimizin olması gerektiğine vurgu yapan bu kelime insana muhakkak çok ciddi tesir ediyor.
En latif haliyle kalbimizi kuşatıveriyor mânâsı.
Çünkü bizler (biz aksini sanıyor olsak da) hiçbir iş ve fiili yapamayanlar ve yapamayacak olanlarız.
Biz sadece “niyet ederek” “talep ederek” hayr yada şerre yollar isteyenleriz.
Yolları açan ve yaratan ve iş ve fiillerin asıl Mâliki ve sahibi ise Rabbimiz.

Ve Biz’im neyi istemeli ve neyi istememeli olduğumuzu da Kur'ân-ı Kerimimiz de bize açıkça buyuran teklif eden yine Rabbimiz.
Bizzat Kur’ân-ı Kerimimizin canlı ve Hayy hali ise Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri.
İşte Bütün hayatımızın rotasını çizen, yönünü işaret eden,
tıpkı bir Kutup Yıldızı misâli daima bize aynı istikameti gösteren Kur’ân-ı Kerimimiz de bizim Nur-u Muhammed Yıldızımız.
Bizimle yaşayan ve bizi yaşatmak için daim hazırda bulunan.

Yıldızlar insanı takip etmekten asla vazgeçmiyor, durmak dinlenmek ve ara vermek bilmeden daim bizi izliyorlar.
Çünkü bizim yıldızları izlememizi istiyorlar.
Çünkü İZ’lemezsek yolumuzu şaşıracağımızı çok iyi bilmeye programlanmışlar.

Gündüz güneşin görünmesiyle yıldızları göremeyişimiz onların olmayışından değil elbette,
Onlar gece ve gündüz hep aynı yerde daima kaim halde ve BİZ’imleler.
Ah kadar karanlık bir gecede durdukları yerde bizimleler,
Ve karanlığın bir elmas parlaklığı gibi olan, göz kamaştıran aydınlığında yine oradalar.
Bazen portakal büyüklüğünde yeşil bir ışık olup baş ucumuzda düşüncelerimize klavuz oluyor bir YILDIZ
Elimizi uzatıp dokunduğumuzda ellerimizi ışığa ve yeşile boyayıp, beş parmağımızı yıldıza çeviriyor.
İçimize yeşil akisler dolarken Ehl-i beyti ve kablodaki ceryanı anlayıveriyoruz.
Ve rüyalarımızda beşiz Ehl-i beyt aleyhumesselamın annesi oluveriyoruz.

İsimler müsemmaya dönüşecek elbet.
Yıldızlar evsafını bize akıtacak.
Böyle olmayacak olsa neden bizi durmadan takip edip dursunlar ki.
Yıldızlar cemaatine hayranlık ile karışık bir bağ var hepimizde.
En son simurg tarafından 21 Kas 2011, 01:20 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

"Necm Sûresi Mi'rac’dan bahsettiği için
ve Mi'rac ise İslam'ın en tekemmül etmiş olma hali
ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sadece kendisine mahsus olan
özel makamı ve mucizesi olduğundan burada
“Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikatin”
zirvesi ve tevhidin hakikati yaşanmış olduğundan surede anlatılanların anlaşılması çok önemli."

Yukarıdaki bilgiyi Necm Sûresi hakkında araştırmalarım sırasında not almışım
Kaynak; Necdet Ardıç (Terzi Baba) Hazretlerinin Külliyatı

Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Popüler şarkıcılara “yıldız” diyor insanlar.
Kur'ân-ı Kerimimizde Rabbimizin üzerine yemin ettiği isimlerden bir tanesi “yıldız” kelimesi.
Her harfin ve her kelimenin bir elbisesi var hiç şüphesiz.
Ve temsil ettiği bir mânâ var.
Yıldız kelimesinin mânâsına vakıf olmak nimeti ile nasiblenelim inşallah,
Bu ümit ve murad ile bu konu hakkındaki düşünme çalışmalarını yazmaya çalışmaktayım.
Dağınık giden düşüncelerime bir istikamet vermek zamanı gelmiştir beklide.
Çünkü ne de olsa istikametimi ve gidişatımı gözden geçirme gereğinin en fazla hissedildiği yaşlarıma gelmekteyim.
Yıldız kelimesi bana hep yalnız kelimesi ile birlikte düşünceler getiriyor.
Harf ve seslerin benzerliğinin yanı sıra, her yıldızı gökyüzünde yalnızmış gibi görmemden kaynaklanıyor sanırım.
Belki de onlar yalnız değiller, bu bize öyle görünmekte.
Zâten her görünenin aslında göründüğü gibi olmayabileceğini de öğrenmiş durumdayız.
Aklıma;
“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar/Yeryüzünde sizin kadar yalnızım”
Şarkısı gelmekte.
Bu da bir tesadüf olmamakla birlikte, bildiğimiz bir şarkı ve ezgi ile bizi şartlanmalara itmekte olabilir.
Gökyüzünde elbetteki yıldızlar arasında da bir bağ ve bir görevler dağılımı mevcuttur.
Daha yazacaklarım var ama ayıklamakta zorlandığım için sonra devam edeceğim inşallah.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

………….
Bu sabah ki düşüncelerimi araya yazayım, zaman zaman konu dışına çıkabileceğime inanıyorum.
.........
"Bu dünyadan göçtüğümde geride özleyeceğim bir şey kalır mı?"
Bunu düşünmeye başladım.
Cevap çok netti, kalmazdı.
Sevdiğimi bildiğim şeyler yok değil, ama özlerim diyemiyorum.
Bu dünyanın en çok sabah vakitlerini seviyorum meselâ,
Alacakaranlık son demlerini yaşarken, bohçalayıp bütün mahmurluğunu,
Uykulu gözlerini kapatıp, kendisini saklamaya hazırlanırken ki hali seviyorum.
Bir taraftan da güneş usul usul ışıklarını dünyaya yetiştirmeye çalıştığı,
Yerin göğün görünür olma acelesine giriştiği zamanlarda,
O kısacık tâzelik ve yenilik duygusunu yaşamayı çok seviyorum.
Sabahları kaçırılmış bir gün yitirilmiş ve yazık edilmiş bir gündür bana göre.
Ve insanın mânâ cevherine dair aralayabileceği tek kapının anahtarı verilir o anlarda eline,
İşte kayıp bu derece büyük.
kaçırmıyor muyum? Elbette kaçırdığım çok oluyor.
Hem yitikleri ve kayıpları düşünmeye başladığımda bu en başlarda bile gelmiyor sanki.
İnsan hep aldandı zâten.

Sebe Sûresi 20 Âyet-i Kerimede söylenildiği gibi.

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ

Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).

1. ve lekad : ve andolsun
2. saddaka : doğruladı, yerine getirdi
3. aleyhim : onların üzerinde
4. iblîsu : iblis
5. zanne-hu : onun zannı, hedefi
6. fe : o zaman, böylece
7. ittebeû-hu : ona tâbî oldular
8. illâ : ancak, den başka
9. ferîkan : bir fırka, topluluk, zümre
10. min el mû'minîne : mü'min olandan

Ömer Nasuhi Bilmen:
Andolsun ki, şeytan onların aleyhindeki zannını tahakkuk ettirmiş oldu. Ona tâbi oldular. Ancak mü'minlerden bir zümre müstesna.

“mü’minlerden bir kısmı hariç” bu çok dikkat çeken bir durum.

"Asra Yemin Olsun ki, İnsan Gerçekten Hüsran İçindedir.
Ancak İman Edip Amel-i Salih İşleyenler,
Birbirlerine Hakk'ı Tavsiye Edenler ve Birbirlerine Sabrı Tavsiye Edenler Müstesnâ
." (Asr: 1-3)

"İnsanlar Helâk Olmuşlardır, Ancak Âlimler Müstesna.
Âlimler de Helâk Olmuşlardır, İlmi İle Amel Edenler Müstesna.
İlmiyle Amel Edenler de Helâk Olmuşlardır, İhlâs Sahipleri Müstesna.
İhlâs Sahipleri de Büyük Bir Tehlike Üzerindedirler
." (Hadis-i Şerif)

Her halin daha ilerisi ve inceliklerin bile incelmesi söz konusu.
İslam gittikçe incelen latifleşen bir ruhu,
nezaketi ve zerâfeti,
kalbi yüksekliği ifade ediyor desek
eksik söylemekle birlikte asla yanılşmış olmayız sanırım.

Her durumumuz bir üst duruma göre bir aldanma sayılabilecek bir mahiyette olacaktır daima.
Ve bu sebep ile bize daima tevbe ve istiğfar üzere olmamız
ve bundan sabit kadem bulunmamız tavsiye edilmiş demek ki diye düşünüyorum.

İnceliklerimizinde bir yönlü değil 4 vecheli olması elbetteki asıl olması gereken
Beden-Nefs-Kalb-Ruh” her birisinde de aynı anda ve belki eşit derecede ilerleme ve derinleşme ile yürünmesi gerekiyor.
Çünkü birisinde sonuna kadar yükselip ilerleyip,
diğerine geçmek demek gibi bir durum söz konusu olamayacaktır,

Çünkü yükselmek ve ilerlemek diye de ifade etmeye çalıştığımız
ÖZ’e doğru yaklaşma,
anlama ve idrak etmeye doğru tekamülümüzde
asla SON diye bir durumun olmayışı bize bunu düşündürmekte.
Her 4 ayağı da aynı seviyede yükseltmek ve emek vermek zorunlu oluyor neredeyse,
Çünkü masanın hangi bacağı diğerinden farklı olsa denge kaybolacaktır.
Kâbenin dört köşesinin farklı açılarda değiştiğini düşünelim mesela,
Dörtgen şekil değiştirmeye başlayacaktır.

“Burada aklıma bir şey geldi,
İbrahim Alehisselam’ın inşa ettiği ilk Kâbe binası iki köşeli ve diğer tarafı yarım daire şeklinde imiş.
Bunun ise İbrahim Aleyhisselam’ın şeriatında sadece “Şeriat-Tarikat” basamaklarının bulunmasından dolayı olduğu izah edilmiş.

İslam’da ise Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin getirmiş olduğu son ve tekamül etmiş şeriat da ise
Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikat” olarak 4 vechenin de artık âşikâr ve hazır olması anlatılmaktaydı.”

Neyse bu da bir şekilde aklımda kalmış.
Asıl hedef mânâ, BİRR olduğu için hep bu yöne dönmek gerek,
zaten diğer tüm bilgilerde bu manaya ulaşma yolunda yardım ve destek için çalışmaktalar.

Yine de zerreden kürreye önem sıralaması yapmadan (kıyasa asla yönelmeden) herşeyi eşit önem ve kıymette bilerek,
her mânâya bulunduğu yerdeki görevinden dolayı müteşekkirim.
Rabbime sonsuz hamd ve senâlar ederim!.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »


.........
Yıldızlar neleri çağrıştırmaz ki aklımıza.
Düşününce en ulaşılmaz ,en ihtimal dışı hayallerimizi yıldızlar kadar kendimizden uzak görürüz,
Böyle tanımlarız.
Nihayetinde çok iyi biliriz ki, heva ve heveslerimizden kaynaklanan hayallerimiz bizim olmayanlardır.

Aslında hiçbir şeye malikiyetimiz olmadığı halde,
kendimizi sahip ve malik sandığımız onca şeylerin arasında,
Hayaller kurup zenginleştirdiğimizi düşündüğümüz mana yönümüz,
aslında bu hayallerin esiri olursa bir o kadar da kısırlaşmakta, ve katılaşmakta.

Hayallerimiz olmasa yaşayamayız sanırız.
Onlar olmasa dünya ile başa çıkamayız zan ederiz.
Hep bu zanlar ile de dünya vaktimizi heba ederiz aslında.

Hakikat peşinde olduğumuzu söylediğimiz halde,
hayal ürünleri ile dolu bir kalbimiz olduğunu bazen çok geç fark ederiz.
Zaman hep aleyhimize çalışmıştır. Böyle düşünürüz.
Kader bizden yana değildir ve kesinlikle bir suçlu var ise şayet, bu ancak kaderdir bize göre.
Ve yıldızlar kadar gerçek sandığımız onca hayali görüntünün,
Bize yine yıldızlar kadar uzak olduğunu anlayınca,
Deniz kıyısına binbir emek ve zahmet ile inşa ettiğimiz
o güzelim kalelerimiz bir su dalgası ile yıkılıverince hayalkırıklıklarının en büyüğünü yaşarız.

Ve bunu bir çok defalar yaşadığımızı, ancak taa yolun sonu bize yaklaştığında anlarız.
Neden bunca hayali izahlar yapıyorum?
Ve neden bu kadar çok hayali yazılar yazıyorum?
Neden hayallerimden başka anlatacak hiçbir şeyi olmayanım?

Çünkü bende “kendi yıldız hayallerim ile avunmak oyununu” oynamakta olan birisiyim.
Hakikat dediğim aslolana ne kadar hayran ve onun taliplisi isem de,
Ona o kadar uzak olduğumu fark etmiş olanım.
Onca senedir adım adım yürüdüm saydım kendimi.
Oysa uygun adım saymışım yerimin dibinde.
Ve zor olan uyanmaktı belki,
Uyandım diyebiliyor myum? Bunu düşünüyorum.
Diyemiyorum.
Çünkü her uyandım sandığım uyku, başka bir uykunun içindeki uyku olmakta.
En son ve gerçek uyanmamın ise ancak ÖLÜM’üm olacağını fark ettim mi?
Bilemiyorum.
Bir yıldız, alıp ilk satırda getirdi buraya beni,
Bunları düşünmeye ve yazmaya gönüllü olurken,
Bu görevin üstesinden geleceğimi düşünürken,
Bu derece şaşıp kalacağımı ve
Kendimle yüzyüze kalmak zorunda olacağımı hiç bilmiyordum.
Yazdıklarımı foruma yollamamak kararındayım şimdilerde.
Gün gelip fikrim değişirse eğer,
hiç hoşa gitmeyecek olan bir sürü saçmalık ürünü ile karşı karşıya kalabileceksiniz.
Günlerden Pazar, havalar soğumaya başladı.
Soğuk kış günleri ve daha uzun gecelerde kapalı gökyüzünde yıldızlar daha uzun süre varlık düzlemindeler.
Ama daha az görünür durumdalar.
Her gökyüzüne baktığımda onları göremiyorum.
Yıldızları gözlüksüz asla göremeyen birisi olarak düşünüyorum da,
Birileri gözlüğü icat etmiş olmasaydılar eğer, ben ömrüm boyunca hiç yıldız görmeden yaşamak durumunda kallmış olacaktım.

"Bir çok şeyi herkesin yaşamadığı" gerçeği ile bu durumum sayesinde tanıştım.
Dünyaya gelen her insan her alanda varlık gösterecek,
ve her şeyi yaşayacak diye bir kural yoktu o halde.
Ve bu imtihanın çeşitleri demek oluyor.
Kimsenin imtihanının kimseninkine benzememesi demekti bu.

.........
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

.........

kimsenin aklının kimseninkisine benzememesi gibi tıpkı.
Ve hiç kimse de kendi aklından başkasının aklını beğenmiyor normalde.

Aklını kamil akıl sahibi bir Hakk Dostuna teslim eden kişileri ayırmak lazım ama.
Çünkü Akıl dini olan dinimizde,
akıl ile imtihan olmamızın hem sebebi, hem de sonucu bizi buraya getirip bırakıveriyor.

Nasıl ki yıldızlar dahi zamana, mevsimlere, geceye ve gündüze göre bize devamlı yol gösteriyorlarsa,
Dünya hayatında takip etmemiz gereken bir yıldız mana olarak da olmalı o halde.
Ve yıldızların yıldızı ise,
en parlak en emin, en batmayan ve asla ışığı solmayacak olan ise,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz elbette.
Onsekiz bin alemin yıldızı,
Kainatın yıldızı,
Varlık ve yoklukta her şeyin sebeb-i hilkati.
Yıldızların bile O’nun nurundan parlamakta olduklarını,
Her canın canını kendisinden aldığını,
Ve cümle mevcudata, O’nun Nur-u Muhammed Nurunun
hayat verdiğini düşünmek en doğru ve isabetli düşünmek olacaktır.

Kuran-ı Kerimin her harf ve her kelimesi hatta her işareti hep kendisini anlatmakta,
Ve kendisi zuhur ettiği için kelam zuhur etmiş durumda.
Beklide “ben batan ve doğan yıldızları sevmem” diyen Hz. İbrahim Aleyhisselam,
bu batıp doğan yıldızlara değil de,
Hiç batmayacak olan hakiki yıldıza dikmişti gözünü.
O’nu göreceği ümidi ile gökte muhabbet edeceği bir nur aramakta idi.
Ve beklide hakikatında O’nun Nurunu görüp Rabbini öyle bilmiştir.
Yine hayaller ile devam etmekteyim.

İlmi olmayan kişinin yapması muhtemel olan şekilde hareket etmekteyim.
Bunların Âyet-i Kerimelerini bulup,açarak üzerinde düşünmek en doğrusu olacaktır eminim.
Lakin o derece derin ve kapsamlı çalışmaya güÇ bulamıyorum kendimde,
Zaman bulmaktan daha zor kendimde güç bulmak.

En baştan sistemli bir çalışma ile Kuran-ı Kerimi anlamaya çalışmak isterdim.
Ve bunun da hep bir istek olarak kalacağından öyle eminim ki,
Çünkü kendimi yeterince donanımlı ve buna layık bulamıyorum.
Ve her ilim isteği içimden geldiğinde,
Cahil olmayı isteyen bir kuvvet de paçamı çekiştirmeye başlıyor.
Edep olmadan ilim beni saptırır.
Edebim yeter diyemiyorum,
Ve bunu nasıl değiştirip, kendimi edepli ilime kavuşur bir hale getirebilirim?
Bunları bilemiyorum.
Öyle çok şeyler için “benim buna gücüm yetmez” diyebilirim ki.
Bunları saymaya başlasam, herkes bana
“o halde kımıldamadan öylece vaktini bekle ve ölüp git” diyebilir.
Ve öyle zan ediyorum ki sonunda olacak olan da bu olacaktır.
Allah celle celaluhu hayrlar versin inşallah.
Doğup batanları sevmem diyen İbrahim Aleyhisselam
Yıldızlara yolculuk gibi hayal ediyor olduğumuz Mi’rac mucizesini yaşamış olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin atası.
Ve bizimde atamız elbette.
Bizlerde İbrahim Milletindeniz hiç şüphesiz.
Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz hamd ve senalar ederim.

.............
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Aslında İslam fıtratı üzerine doğduğu için her insan,
doğal olarak tasavvufunda dahilindedir diye bir düşünce içerisindeyim.
Tasavvufu İslam’dan ayıramıyorum.
Fakat yaşadığımız farklı ve göreceli, uzak hayatlar içerisinde somut olarak bundan bahsetmekte zorlanıyorum.

Her yaradılmış olan varlığın aslı aynı olduğundan,
ve o ise "su" olduğundan,
varlıkları da ayırmak imkansızlaşıyor.

Kuran-ı Kerimin ilk gelen vahyi "oku"
yani "ikra"

ve devamı ise ;

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ

Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
1. ıkra' : oku
2. bi ismi : ismi ile, adıyla
3. rabbi-ke : senin Rabbin
4. ellezî : o ki, ..... olan
5. halaka : yarattı

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Halakal insâne min alak(alakın).
1. halaka : yarattı
2. el insâne : insan
3. min alakın : bir alaktan, bir yere bir noktadan bağlı olan şeyden, döllenmiş hücreden, embriyodan



Ayet-i Kerimeleri olduğundan,
demek ki hepimiz aynı bir damla su'yuz.
ve hepimiz aynı şeyi "oku"malıyız
ve aynı "okuyuş" ile okuyacağız.

Kalbimin bir tarafı her zaman her ol-anın Hakk olduğunu ve zaten böyle olması gerekiyor diye öyle olmakta olduğunu söylemekte.
Furkan bende zuhur etmediği için, ben bu iç sesimin Hakk olup olmadığını elbette ki ayırt edememekteyim.
Yine de Hakk’tan başka hakikat yok diye ısrar eden düşünce ve duyguma sahip çıkmak istiyorum.
Mana tecellisi yada bir hal olduğunu bilemediğim bu rüyam şöyle idi.

Sessizce ve ağlamakta idim ve zahiren kabe yönünde seccademde oturmakta idim.

(Kalbimin bunca zaman sonra bile hala kıbleye dönük olup olmadığını ise tam bilememekteyim.)
Bu oturur halimde sağ tarafımdan kime ait olduğunu bilemediğim bir el uzanmıştı.
Bu ışıl ışıl benden daha büyük sol el başımı mesh etmişti.
Ve başımdan aşağı bütün olarak elektrik sarmalındayım gibi hissetmiştim.
Saçlarıma yıldızlar inmişti sanki.
Koskocaman gökyüzü sadece beni içine almış gibi gelmişti.
Ve sanki ben bir yıldızdım ama yoktum.

Hiç’lik bu olabilirdi.
O zaman bu zamandır hiç’lik bu şekilde şekillenmekte aklımda.
Yok’luk diyemiyorum hiç’liğe.
Var’lık da diyemiyorum.
Ama içine dahil olduğum bu duygularım eşliğinde,
Hayalim beni yatıştırıyor,sakinleştiriyor,durultup arındırıyor.
hayalen dahi olsa böylesi bir şefkat bana ulaştığı için kalbim sevinçlerin binlerce çeşidini deneyimliyor.
bu elin sahibinin Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz olduğuna hükmetmek istiyorum.
Her zaman, hiçbir şeye liyakatı bulunmayan birisi olduğum hissi hakim kalbimde.
O sebeple her ne olmaktaysa her şey daima Rabbimizin sonsuz lutuf ve keremi iledir diye kendi kendime devamlı olarak telkin etmekteyim.
Yazdıklarım bir bakıma kendimle konuşmalarım.
İnsanın kendisiyle konuşmalarından dahi kibir zuhur edebilir endişesi hiç gitmiyor kalbimden.
O sebeple kibirden ve ben’lik davasından Rabbim daima hıfz ve muhafaza etsin,
Var olan bütün kalbi hastalık ve dertlerimize şifalar ihsan etsin, Lutf’en ve Kerem’en inşallah ve amin ecmain.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Bir terziye yapılabilecek en, en, en, büyük kötülüğü size anlatmak istiyorum.
Hocamın ipteki düğümleri anlatması üzerine devam eden,
Ve tecrübelerimle kendisini yüzeye çıkarmış olan,
bence çook önemli bir tesbitimi yazacağım şimdi.

Bir terzinin olmazsa olmaz malzemesi ipliğidir. (olmazsa olmazların da en önemlisi belki)
Bir diğer deyişle bobin halindeki iplik makarası diyelim,
(Bizim muhammedimelami anlayışımızdaki “hablil verid ipine" “hablil verid dairesine”gelecek sözün devamı,
şimdiden bir kenarda tutun lütfen bunu.)

Herkes ilgili olduğu ve en iyi bildiği alan üzerinden yol alıyor,
tasavvuf neşe ve meşreplerine de “meslek” denilmesinin sebebi de belki budur.
Gelelim konumuza;
İplik işlevi gereği dikiş dikmenin temel malzemesidir ya,
Ve dikme işleminin sürekli ve kesintisiz devam edebilmesi de iplik bobini ile alakalıdır.
Bir terzinin iplik makarasına bıçak,makas veya benzeri bir alet ile küçük bir çentik atarsanız,
İşleri kördüğüm etmiş,durdurmuş,
Ve büyük bir olasılıkla da terziyi çileden çıkartmış ve de çıldırtmış olursunuz.
Açtıkça kesilmiş ipliklerin ortaya saçıldığı bir iplik makarası sadece çöptür.
O kadar kısa parçalara ayrılmış olur ki, en adi dikiş olan teğel için bile kullanamazsınız onları.

Hele makineye hiç takamazsınız.
Demem o ki, bir iplik nasıl düğümleri var ise iğneden geçemiyor ve iş göremiyorsa,
Bu şekilde harap edildiğinde de hiç işe yaramayan bir hale gelir.
Yüz tane iplik makaranız olsa ve hepside bu şekilde tahrip edilmiş olsa,
Aslında sizin “hiç” ipiniz yoktur.
Çünkü çalışmayan bir malzemeye “var” diyemezsiniz.
Benim canım sultanım hocamın ,bize anlayışımıza uygun olarak verdiği iplik örneği ile
Taa bu anlayışa yol açılıverdi kalbimde.
Allah daima kendisinde razı ve memnun olsun inşallah,
BİZ’i hep birlikte Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin Muhammedi muhabbetinde mahviyet ile nimetlendirsin inşallah. Sonsuz amin.

Aynı bu ipliğin bana düşündürdüğü anlayışı bizim “hablil verid” ipimiz üzerinden düşünecek olursak ise,
Sadakatimizi böyle benlik,kibir,yalan,riya vs arıza ve hastalıklar ile yaraladığımızda
Aynı kesik iplikler gibi hiç çalışmayan bir duruma geçecektir, demektir.
Sadakat-Samimiyyet-Sabır-Selamet
Bu bizim eksiz, düğümsüz “hablil verid” ipten dairemiz ya,
Bu ipi de önceleri bildiğim ip diye anlayıp,
Baş ucu, son ucuna düğmüksüz nasıl ekleyeceğim diye düşünüp dururdum,
Oysa yeni anladım ki, bu iplik çok sağlam su ip,
Muhabbet malzemesinden bir ip,
Ve biz yaralamadığımız sürece eksiz birleşip daireyi oluşturabiliyor.
Ne güzel ,şimdi anlayışım normalleşti bana göre.
Çünkü küçük de olsa manasız dünyevi benzetmeler anlayışımı farklılaştırıp, hakikatten uzaklaştırabiliyor,
Oysa yine küçücük diyebileceğimiz arı,duru bir Muhammedi anlayış farkı bütün idrakimi derleyip toparlayabiliyor. Elhamdülillah, sonsuz şükürler olsun Rabbimize.
Bu sıcacık yeni anlayışımın inşallah bereketiyle herkese hayrlı akşamlar ve Muhammedi Muhabbetler dua ederim.
Allah’a emanet olun.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Resim

Kıymetli Pehlivan Can,
hüsn'ü zannınız için teşekkür edeyim,
lakin söylemeliyim ki, bir üslubum olduğunu ben düşünmüyorum
ayrıca edebi ürünler değil yazdıklarım
üstelik su gibi dediğiniz yazılarım yerine,kendim "su"olmayı bütün kalbimle diliyorum.
çünkü hala koskocaman bir buz kütlesiyim,
benlik buzlarımın daha buzlaşmaması için istirham etmek istiyorum ki,
methedici sözlerden ziyade ihtiyacım olduğunu çok iyi bildiğim
eksiklik ve kusurlarımı söyleyin bana.
çünkü elimden geldiğince ve görebildiğimce eksiklerimi yazmayı ve ortaya dökmeyi tercih etmem gerektiğini biliyorum
ve eksikliklerimi görebildiğim sürece tamir edebilmeye şansım ve fırsatım olacaktır inşaallah.
bu eksiklik ve kusurlarımı yeterince dile getiremeyişim ise,
onları saklamak tercihimden değil de,
henüz kendisinden haberi olmayan birisi olduğum için onları göremeyişimden.
kusurlarımızı görmeyi ve görüşümüzün önündeki sislerimizin dağılmasını yine bütün kalbimle dua ederim.
İnşaallah ve Amin.

Yazmak insanın söylemek istediklerini söyleyecek muhatabı yoksa çok isabetli bir iş.
Çünkü bizler,
"kitabını OKU" emri ile karşılaşacağımız AN gelmeden kitabımız ve kendimizi okumak durumundayız
ve inşaallah buna muvaffak olanlar oluruz. Amin.
Başaramamış gafiller olarak son nefesimizin vebali ile karşılaşırsak eğer,
işte o zaman bize, ne güzel yazılar yazmak, ne güzel sözler söylemek,ne de "su" olamamışsak
su gibi olmuş taklitçiler olmuş olmak fayda etmeyecektir.

Bütün bunların sonsuz bir ümit ve çok büyük bir hüsrana uğramak korkusu arasında hissettiklerim olduğunu söylemeliyim.
Ve lafları uzatıyor olmamın bir tek sebebi ise şu ki,
söylemek istediklerimi sığdıracak kelime ve ifadelerim hep yetersiz kalmakta,
belki izole ve soyut hayat tarzım sebebiyle yalın ve yalnız olma halimin getirdiği bir durum olarak,
kalbimin hissettiklerine yoğunlaşabilme ve bu yoğunlukla yoğrulma halim kuvvetlenmekte,
bu ise ifadelere sığmayacak izahı zor olacak hale getiriyor düşündüklerimi,
ve bütün istediğim yazdıklarımı kalbim gibi karşıma alabilmek
ve kendimin yalansız muhatabı olabilmek
başarabildiğimden emin olamadığım bu duygu ile
kimi zaman istekle
kimi zaman mahcubiyet hisleri altında kendimle konuşmalarımı sizler okumaktasınız.

ve üzerine basa basa yeniden belirteyim ki,
inşaallah daima eksik ve kusurlu olan düşünce ve ifadelerimizi biribirimize gösterelim.
Bu bize gerçek bir "bağ" ve "muhabbet" kazandıracaktır inancı içerisindeyim.

..

Şimdi bugün ki ahvalimizi dışımıza çevirelim,
ve yaşadığımız ve artık yalan olmayan bir olayı sözcüklere çevirelim.
kendimize ayna olup kendimizi okumaya çalışalım.
İnşaallah.

(Önce kendimizi okuyamazsak başka hiçbir şeyi de okuyamayız sanmaktayım hep)

..
Akşam olmuştu ve dükkandan eve dönmek vakti gelmişti.
Ezan okunmuş olduğu için namazı da geciktirmemek acelesi yaşamaktaydım.
Bir an evvel evime atacaktım şu et kemik elbisemi,
çünkü soğuktan buz kesmiş dışım,içimi de soğutmakta
ve katılık ruhuma kadar işlemekteydi.
Eve dönmeden evvel "gidip mısır alayım da akşama nefsimize biraz jest yapalım" demiştim.
yakındaki kuruyemişçiye gitmek üzere yola koyuldum,
arada şehrin ana caddesi olan bir engel vardı,
akşam trafiğinde gözlüksüz geçmek benim için her zaman ciddi bir tehlikedir bu caddeyi.
caddeye varmış yolun kenarından arabaları kontrol etmeye çalışarak yürüyordum,
pardesünün içine şişme yelek denilen şu çok kabarık yeleklerden giyinmiş olduğumdan sağa ve sola dönmekte çok zorlanıyordum.
bu şekilde ilerlerken yanımdan bir köpek geçti,

o da benim gibi yolun kaşısına geçmek istemekteydi,
zira arada durum başını sağa sola çeviriyor ve arabaların ışıklarından panikler halde yerinde bir iki adım atıp
geçmekten vazgeçip tekrar kıyıdan benim az önümden yürümeye devam ediyordu,
bir kaç adımda bir bunu tekrarlamaya başladık,
hayvana çok üzülmüştüm,
şehir hayatına uyum sağlamak zorunda kalmış olması çok acı verici geldi bana.

yakınlaşıp elimle işaret edip "gel, gel" diyerek benimle birlikte karşıya geçmesini sağlamak isteği duyuyordum.
ve öyle de yaptım,
ama geçecek hiç fırsatta yoktu.
Arabalarının içinde kaloriferlerini yakmış halde yol alan sürücüler çok üşümüş ve zor durumda kalmış olacaklar ki
çok aceleleri vardı.
hiç fırsat vermiyorlardı.

sonra sağdan gelen araba uzak göründü bana ve yola doğru adım atmıştım,
tam o sırada köpek sola bakmış olacak ki, gelen arabayı gördüğü halde aldırmaksızın atlayıvermiş yola
ve bu sebeple köpeği gören sürücü ise yavaşlamış ve dolayısıyla sol şeritte geçmeye uygun hale gelmişti.
karışık olarak anlattığım bu durum aslında bir-iki dakikada yaşanıvermiş bir olay,
netice ise, köpek sayesinde soldan gelen araba tehlikesini atlatarak karşıya geçmiş olmamız.

Yani ben değil de, köpekçik beni karşıya geçirmiş oldu.
hemde bana işaret edip "gel, kuçu kuçu" bile dememişti.
kendisini arabaya siper etmişti.

geçer geçmez de uzaklaşıp, nereye gittiğini bilir gibi kararlı uzaklaşmıştı yanımdan.

bunu bir insan yapmış olsaydı eğer, teşekkür beklentisiyle duraklar,
yüzüme bakar, hatta kendisini bir iyilik yapmış olmanın verdiği mutlulukla göstermek isterdi büyük ihtimalle.

veya sağına soluna bakmazsan böyle ezilme tehlikesi atlatırsın nutukları bile atabilirdi.

bazen hayvanlara hayranlıktan başka bir nazarla bakamıyorum.
bizler hayvanlardan ve bitkilerden öyle çok şeyler öğreniyoruz
ve hayatımızı kaliteli anlayışa sahip olarak yaşama fırsatını bulabilme imkanlarıyla zenginleştiriyoruz ki,
hayvanlardan ve diğer canlılar olan bitkilerden uzak yaşıyor olmamızın eksikliği her eksikliğin önüne geçiveriyor benim gözümde.

mekanik ve soğuk ve metal ve ayrışmış ve de kabuslaşmış hayatlarımızın hiç farkında değiliz üstelik.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Hocam demiş ya,

"Kaplumbağa sırtında taşır, atamaz kabuk yükünü"

işte hayatlarımız aynı böyle göründü gözüme bu zevkini okuyunca.
kendimi kaplumbağa hissettim.
hemde fıtraten ve doğuştan değil de
kendi tercihlerimden,
kabullendiklerimden,
korktuklarımdan,
başka çıkar yol yok sandıklarımdan dolayı.

say say bitmez bu sırtımıza yapışık kabuklar.
kendimizi bu dayanılmaz yükleri çıkarıp atamamacasına taşımaya mahkum etmiş olmamız
sözlere sığmayacak bir ahmaklık zaten.

işte hocam söyleyince farkına varıp anlayabildiğim bir gerçeklik de bu oldu bugün.
bakıp durduğum halde tesbit edip göremediğim herşeyi hocamdan duyunca anlıyorum hep.

şaşkınlık ve hayretim hiç bitmeyecek.
Allah razı olsun canım hocam.

Çok üşüdüğüm için başka yazı yazamayacağım şimdilik.
ebedi üşümeyeceğimiz seviyeli sıcaklıktaki iklimlerin sahibi olan gönlü ile
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri bizi sinesine alsın inşaallah. Amin.

Aşk-ı Resulullah duam daimen ve ebeden BİZ'im için hamdolsun.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Dijital kitap, sesli kitap kavramları hayatımıza girdikten sonra,
Aklımdaki kitap algılaması değişti,
Demek ki kitap; sayfalardan oluşan,iki kabuğu olan,
içinde derli toplu bir anlatımın barındığı sözcükler toplamı,
Ve baştan sona akan fikirlerin ve bilgilerin kaydedildiği bildik nesneden ibaret değildi,

Yaprak kitap, çiçek kitap, dalın ucundaki meyve kitap,
Etten kemikten,kanı canı olan pembe beyaz vucut kitabımız
İnsanların bir arada olması ise,
dev bir kütüphane gibi görünmeye başladı gözüme,

Her insanı bir sayfa beya bir ayet (cümle) olarak da düşünebiliriz,
O halde istersek sayfada,istersek kitapta,istersek kütüphanede herkesi BİZ (cem') edebiliyoruz,

Çünkü küçükten büyüğe veya büyüken küçüğe olması hiçbirşeyi değiştirmeksizin,
Maksadın BİR’lemek olduğunu öğrenince,
her şeyi CAN ile kayıt altına alınca görünen resim değişiyor.

Değişmiyor da resim görünür mü oluyor acaba?

odaklama (algılama ve AN’lama) bozukluğundan dolayı darmadağınık
ve karışmış halde görünen renkler ve cisimler,
Yerli yerine oturuverecek,
ve resim net haliyle belirecek ALGILAMAMIZ MUHAMMEDÎ GÖZLÜKLERİ ile odaklamayı başardığında.
inşaallah Allah'ım, Âmin!.
Bu sabah Pazar’ın neden “ebedi tatil sayıldığı gün” olduğunu düşünürken buldum kendimi,
Erkenden uyanmış, uyanmasını beklediğim ev halkımı rahatsız etmemek için sessizce avuntular bulmaya çalışıyordum.

Pazar hayatım boyu tatil günü olarak algıladığım bir gün olmasına rağmen,
İlk kez bu gün tatilmiş gibi gelmekteydi,
İşsizliğinde dayanılmaz bir hafifliği varmış ve çok süpermiş hani, bunu da eklemeyi ihmal etmeyeyim.
Canlar PAZARI, dedim kendime,
bu kelime tamlaması, beni neden şimdi düşündürüyor ki
oysa bu ifadenin aklımda yer etmesinin üzerinden çok uzun bir zaman geçmişti,
"hatta anladığımı bile sanmıştım" dedim kendi kendime.

“Hayat can’ların cengi pazarı” demekteydi Hocamız,
Ve can emanetini yüklenmişler olarak, Pazar sakinleriydik her birimiz,
Bu Pazar da can alınıp, can satılacaksa, bu canı verenin işi olabilir,

Bizler taşıyıcısı olarak, korumak ve kıymetini zayi etmemek adına sahip çıkanlarız ancak CAN'larımıza,
ve tüm CAN'lara üzerine titrercesine asla zarar vermemek üzere kıymet vermesi gerekenleriz.

CAN CENGİ, denilmesinin sebebi ise, bu işin hiç de o kadar kolay bir iş olamamasıydı,
İblis var,
Nefs var,
Dost var,
Düşman var,
En önemlisi şu başa dert olan “ben”lik var.
Erimek davası var,
Buhar buhar yükselmek umudu var,

VAR olan onca şeyin yanında yok nerede ki?
İman varsa her şey var,
O yoksa şayet ne olsa faydası yok işte,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yüreğinde makbul olmak kıymetlerin en kıymetlisi,
İmanın en tekemmül etmiş hali,
Ve bütün canların derdi ve muradı da bu
Bilsin bilmesin fark etmiyor.
Kendisini diğerlerinden ayırarak üstün hale getirmek isteyen
en “ben”likli birimiz de aslında aynı duygunun çırpındırdığı,
benlik ağlarına takıldığından habersiz,
tuzakta kendisini kırıp dökmek pahasına boşa kanat çırpmakta kurtulmak için,
Ve en beğendiği halinde ise,
o beğenme duygusunun kaynağı, ruhunun ASL’ına vuslat hasreti olmakta.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Resimen-füsümden fısıltı...

Kulağımda hamd makamında bir beste var
Buraya geçerken ki peşreve hüzün sindiği doğru

Ama her köprü biraz engebelidir,
varılacak yere nisbetle yüksek ve tehlikelide olabilmektedir

hem şarkıyı meşk etmekse murad,
nağmelerin hüznüne de,sevincinede tanık olmak gerekmez mi,
şehâdet belki böyle bir şeydir,
razıyım diyebilmektir belki,

bu şarkı mâdem bestelendi
biz dinlesek de dinlemesek de
zevk etsek de edemesek de zâten meşk edilecekse eğer
vaktin bestesine kulak vermek
belki besteye iştirak etmek demek bile olabilir,

fark etmiyor
farkların ortadan kalkması için
hiçbir şeyin fark etmeyeceği bir kımıltısızlık durağına varmış olmak gerekiyor

canı gönül ve en halis kalb âali ile bu duyguya sahib çıkmak demek belki de bu
hem hamd makamından bir beste içinde,
bedeller üstü bir bedel ödemekte hakk olsa gerek,

HaKK'ın halkına hali şikayet bir büyük kabahat
el verip bundan vazgeçmiş olmak ise bir vesile-i hamd
ne gelene üzülmeli, ne gidene sevinmeli insan
"yer yansa hasırım yok ki içinde yansın!" diyebilmeli

bir sap-saman kadar mülkümüz yok iken
neyimiz için derdimiz var diyelim

ne dert, ne gam, ne tasa
Hayy’dan geldik Huu’ya kadar mesafe

O ise iki kaşımın arası kadar bile değil
Nefesim dar ciğerim tükenir hemen
Sabaha senedim de yok, sarılıp güveneyim

Ha dağlar, ha ben
Ha taşlar, ha ben
Ha keder, ha sevinç
Cisim cisimse, eti kanı olsa ne, olmasa ne

Duygu varsa, kalb var olduğunu bilmek için onu kullanmaktaysa
Ölmeden evvel ölmenin anlamı
Kalbin seçimsiz varlığının hissi ile şükürde olmasından başka ne!.

Hüzün dahi hazz kelime kökündendir belkide
Zevk ise varolduğunu sanmalardan ayrılarak anlamak demek öyleyse

Aklım şeylerini ikide de bir görüp zevk edebilir
Zâten şeyler hiç ikilikten ayrılamaz ki
Birr olduğuna hükmetmek aklımın kalbime biat secdesi

Mevsim henüz erken
Çiçeklenmiş bahçe istiyorsam baharı beklemek zorundayım
Çiçekler tomurcuk bile değil
Ama için için
Fısıltılar ile geçen rüzgârı duymaktalar

İç çekip geçen rüzgâr
Baharı getirecek diye beklemekteyim
Bekli de bahar kendi gelir,
rüzgâr ise baharın haberini, ve kokusunu taşıdığı için mesuddur
bahar bütün mevsimleri içine alsın da öyle koyulsun yola
bu beste mevsimleri de hamd ile çağırmanın bestesi

iki dünya yokmuş,
o zaman iki dünya algımdan birisini yıkmam lâzım
fâni olan rüyâ âlemi
veya ebedî olan hakikat âlemi

Resulullah’ım ikincisini müjdelediği için
Bunca emek ve ahenk ile bu kâinât onun için yaratıldığına göre
Ben de O’nun içinim o zaman
Bence ben de O’nun içinim!..

Henüz çalışmakta iken aklım, gönüllü olarak buna dönüyorum
Yarın mes'ul olacak bir akıl olmayabilir bu başta
Kalbimin zabıdları kaydetsin inşaallah
Ben Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem içinim
Ve O’na tarafım!..

Bu geceki uykumdan itibaren bütün uyuklayan duygularımı hibe edeyim o hâlde
Hamd kolay değil mâdem
Zor da olsa odur muradım

Şükür sevinci
Hamdın sevinç, keder taşımayan kabulü
Hepsine de başım gözüm üzerinde yer var

Kalbimin SaHiBi beni bensiz bırak
Ama asla ve kat’a SEN’siz bırakma lütf’en ve kerem’en inşaallah.
Çünkü kurtuluşun adının mânâsı bu
Lâ ilâhe illâllah Muhammede'r-resulullah
Âmin! Âmin! Âmin!. Yâ Muîn celle celâlihu!.
Elhamdülillahirabbü'l-âlemîn!..
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen der-ya »

asla ve kat’a O'nsuz OLunmaz ki...
-Ben size şah damarınızdan daha yakınım buyurmuş.
Günde kaç kez aldığımızın nefesi geri verdiğimizin farkındayız,
Bu AYNı zamanda şuda demek OLuyor ki, ne verilmişse sİZE BİLin ki geri alınacaktır.
Veren BİZ...Alacak Olan da BİZ...
Ben ZANnettiğinse bir ''HİÇ''
HÂLen anlayamayack mısın!

Ne nefes alırken, haydi nefesleneyim diyoruz, vede nede nefesi vereyim şimdi.
Yada bu nefesi 10 dakika tutayım içimde, verdikten sonrada 20 dakika nefes almayayım içime diyemiyoruz, diyebilmek zaten akıl işi değil...
NefesSİZ'likten maddi ölüm gerçekleşiyor.
O'nsuz ZANnetmek kendini, (ya bu nasıl tâbir oldu şimdi Tevbe Yarabbii) manevi ÖLüm demektir ki, hani Kur'ân-ı Kerim de buyrulduğu gibi, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar, ölü benzetmesi bu değil mi,
Duymayanları Hayvana bile benzetmek hayvanlara HAKSIZlık olmaz mı...Çünkü hayvanların çoğu İnsanlardan daha iyi DUYar.
Acıkmış bir kedi yada köpeğe SEslenin elinizdeki yemekle, dönüp bakar ve eğer açsa koşa koşa gelir. AÇ hayvanın istemem kalsın diye bir hâli olamaz, hayvan açlığının-SUsuzluğunun giderilmesi için gün boyu arayıştadır.

İnsan ruhu da, ilahi sevgiye aç....Çölde Leyla..Leyla diye GEZen MECNUN,
Dünya çölünde 'de 'Allah..Allah....''diye GEZen kulları.
Çağırıyor ilahî SES, manevî rızkını almazsan ÖLeceksin...
Dönüp BAKmayanları nasıl tâbir etmeli. Manevi rızkı önemsemeyenlere ne demeli,

Mecazî AŞKlarda seven sevdiğine aldığım nefes gibiSİN benzetmesi yapar,
Sensiz OLmaz mânâsın da, sen olmazsan ben de OLamam ânlamın da...
İlahi AŞK'ta bunu HÂL DİLiyle ânlatanlar var, BİR HAK dostunu GÖRüp de İÇİ titremeyen varmıdır?... Varsa o İnsan mıdır?
Allah celle celâlihu NURundan yerleştirmiş mübarek sevdiklerinin kalbine O NURla O'ndan haber verir sevilenler...
O NUR'un etrafında dönüşümüz, YAKınlık dileyişimİZ ve asla bundan vazgeçme niyetinde OLmayışımız, BİR O'nda huzur BULduğumuz, O'nun muhabbetiyle DEMlenenleri BİR b-AŞKa SEVişimiz..

Bundan ziyade daha ne diyeyim diyor ya mana aleminin SU-ltanları...
Ben de O büyükleri taklit etmek istiyorum işte.
''Bundan ziyâde daha ne diyeyim''!..

Sevdiklerimi taklid etmemden daha doğal ne olabilirki diyorum kendime, Taklidden tahkike ULAŞmak dileğimle.
En iyi BİLen Subhan Allah'tır.

"Eğer içerde kimse varsa, bir söz de yetişir!" der-ya İmam-i Rabbanî Hz.leri...
YOKluyorum işte sanırım ben de kendimi, İçerdeki ben'den BİZ SÖZ DUYabilirmiyim niyetiyle...
(Onların) Kulağı var ama duymazlardan değilsem DUYarım inşaAllah.
Ben'den içeri OL-an BEN, beni var etmiş ben'i GÖRmezden gelmem de OLmaz...
Benn dediğimle, âlemde dolaşıpp, HAKİKATi ile benim ben'den ibaret OLmadığımı anlayana kadar,
sözle değill, kalbi ÖZle DUYana kadar geçireceğmİZ süreç benSİZ olmaz...
Hakikatına erene kadar verilmiş bir emânet...
Çocukların eline birden değerli bir eşyayı, oyuncağı hemen vermeyiz ya,
büyüsün deriz, değerini nasıl nerede kullanacağını kavrasın, anlasın sonra veririz.
Aklı ile sınırlı insan bunu çocuğu için böyle düşünür de , OL demesiyle alemi donatanYÜCE RabbimİZ DÜŞÜNÜP ANlamamız için bize tefekkür nimetini vermiş, tefekkür nimetine nâfile ibadetten daha üstün NAZarını takmış, ZÂTına ULAŞılan yolardan biri eylemiş..
Yanii "GELLL kulum!" diyor, SESleniyor, İlahî Sevgiye aç SU-suz OLanların akıl almaz "GELMEMM!" inadını tutunca,
nASIL OLacak bilemiyorum!.


Nefes'le nefsin anlam YAKINlığı nasıl diye düşünüyorum,
Okumuştum nefsi, ekleyip hatırlatayım kendime,

Allah kainatı ve mahlukatı yaratmadan önce, nefs ve aklı yaratmıştır. nefse ve akla şu soruyu sormuştur:

ilk önce akla:sen kimsin? Ben kimim? dediginde,

akıl:Sen benim Rabbimsin bende Senin aciz bir kulunum.demiştir

nefse:sen kimsin? Ben kimim? dediginde,

nefs de şunu söylemiştir:sen sensin, bende benim.

Allah onun bu küstahlıgını cehennemle ödetmiştir.onu(nefsi) 100 sene cehennemde aç ve susuz olarak yakmış,sonra huzuruna getirterek:sen kimsin? Ben kimim? demiştir.

nefs yine:sen sensin, bende benim.demiştir.

Allah yine onu cehennemde aç ve susuz olarak 100 sene yakmıştır.100 senenin sonunda yine huzuruna getirterek:sen kimsin? Ben kimim demiştir.

nefs yine: sen sensin bende benim demiştir.

Allah yine onu cehennemde 100 sene yakmış ve huzuruna getirterek:sen kimsin Ben kimim dediginde, nefsin aklı başına gelmiş: "Tövbe Ya Rabbi Sen benim Rabbimsin ben de senin aciz bir kulunum!" demiştir.

Demekki nefes alışımız sürdüğü sürece nefsleyİZ...
Nefes aldığımızı unutsak bile, nefsin OLduğunu, bununda imtihan gereğince gerektiğini ilahî takdirle tâyin edildiğini unutmamaya ÖZen göstermeliyiz.
Oldu ya unuttuk, o zaman da Tevbe'yi geciktirmemeliyiz.
Son nefesin hangi nefeste saklı OLduğunu bilemiyoruz.

Geçmiş zamanlrın BİRinde bir büyüğüme demiştim, nefs olmasa, bizde rahat rahat kulluğumuzu yapsak... (Ne kadar hamca bir söyleniş değil mi?)
O da dediki: "Sen kulluğuna bak!" oda kendine düşeni yapmakta!


HAK DOSTu İmam-ı Rabbanî Hz.lerinin Mektubatta hatırlattığı gibi (447.mektup)

Şu da malumdur ki, heva ve heves, Allahu Teala'nın düşmanları olan nefsin ve şeytanın beğendikleri şeylerdir; şeriatın iktizasına göre ilim ve amel ise, yüce Sultan Hazret-i Rahman'ın razı olduğu şeydir.

Mevlâ'nın düşmanlarını beğendirmeye çalışmak, nimetlerin sahibi yüce Mevlâyı darıltmaktır. Böyle bir şeyi yapmak da akıldan ve zekâdan uzak bir iştir.

Başarı ihsan eden Sübhan Allah'tır.


***

Yüce MEVLÂ' yı darıltmaktan, yine Yüce MEVLÂ'ya sığınırız...

Üstad Necip Fazıl Kisakürek, ne hoş SÖYLE'miş
"" Bu yük senden Allah 'ım , çekeceğim , naçarım !
Senden sana sığınır, senden sana kaçarım!..
!

MuhaMmedî MuhaBbetle...
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim "DUY!"-mak ve de "UY!"-mak…

Gönül Kapımı ÇAL!-ÂN Resim KiM?.
“KiM”-in "ÖRT!"-üsü CeM’de Resim MîM
HeVVe - HaVVa - HüVVe!.. Resim tÜMM-ü…
“ben Resim KiM dEĞİLim?. BEN Resim KİM?-iM?..”
Resim

ZEVK
4741

“OL!.-sun.. Olma!-sın.. OL-ÂN” da.. “İNs-ÂN-ın AKLı ResimN” DER!” ya..
CeVR-i cihÂNResim çARK-ı ÇiLLe!.. “ÇEK-en Resim ÇEK-tiren!.. Resim KaDER!..” yaa!..
A” dan ResimZ” ye.. Resim NaZZ Resim niYAZZ-ı… Resim RASÛLULLAH RaVZ-ın Resim RâZZ-ı..
DUY!” -mak.. ResimUY!” -mak… Resim TeKMiL TEVHîD… DaMLa-da Resim DERyâ bu!.. Resim DeR!..” yâa…
sallallahu aleyhi ve sellem..


18.01.12 11:48
brsbrs..trstkksssz…

RâZZ: Gizli sır, saklı şey.. SıRRSı-fıRR
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen der-ya »

Mutlak hakikat Allah'dır. Herşey O'ndan... Fakat hiçbir şey O değil... (Tevhid) bunu bilmektir ve bu Hak demektir. Aman dikkat et. Anlamayanlar Mansur gibi başını vururlar...
O zaman ne kulak, ne göz işe yaramaz. Hiç olduğunu anlamak (Hak) demek budur.
Mansurluğunu ilân etme... Allah ile senin aranda sır kalsın...

O zaman ceset ile insanın görünmeyen öte tarafı hududundasın~.Bunun arası kalp gözü dedikleri ve tarifi mümkün olmayan (gönül)dür.


ResimElhamdülill.âhhhhh.....


ADın hürmetine mâkbul dilekler, sallallahu aleyhi ve sellem..

Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: "Sana kurtuluş verdik"

Mesaj gönderen simurg »

Resim



Yanma özelliğine sahip olan (taşkömürü) gibi taşların da aslı karbon elementidir.
karbon, canlı organizmaların hepsinde bulunan ortak bir elementtir aslında.
Ve yanabilmek ancak bu karbon unsuru ile alakalı sanırım.
Ancak bu somut ve maddi yani zahiri alem için geçerli olan bir özellik.

Nasıl ki,
bazı elle tutulmayacak, gözle görülmeyecek darbe, olay,söz vs etkiler ile insanın
hiç de varlığını somut şekilde algılayamadığı ama mevcut olduğu tartışılmayacak kadar gerçek olan
içerisindeki bir cevheri acıtıyor ve yandırıyor ise,
asıl yanmanın maddenin yanması olmadığını anlamak imkanı doğuyor buradan.

çok defa düşünmüşümdür, cehennem ateşi denilen ancak böyle bir şeydir diye.
Zahiri somut, anasır-ı erbaa dediğimiz dört unsurdan birisi olan ateşi
elleri ile tutup kullanan insanlar (hakiki insanlar) var.
Birde Batıni ateşlere hükmedebilmek diye bir durum ve özellikten de söz edebiliriz aslında
tam da burada.

Hz. İbrahim Aleyhisselam, batıni varlığının içerisindeki bir acı ile öyle bir yanmıştır ki mesela,
Nemrut'un ateşi takaatsiz kalıp, gül gülistana dönmek zorunda kalmıştır.
Elbette ki, Emr-i ilahi ile
ama Emr-i İlahi olmadan OL-AN ne var ki şu varlıklar ve imkanlar aleminde değil mi?

İbrahim Aleyhisselam'ın ateş ile imtihanı dönüp dolaşıp içine girdiğim bir tuhaf düşünme döngüsüdür hayatımda.
Böyle zamanlarda insanların "su sesi" ni müzik halinde kaydettikleri kayıtları bulup dinlemek isterim,
ve dinlerim de.
Çünkü başka hiç bir ses, içimdeki bu karmakarışıklığı bir araya getiremez.

Bu yöntemi bulma maceramda çok ilginç ve ibretlik bir olaydır aslında,
belki bir vakit gelir burada yazarım onuda.

İbrahim Aleyhisselam'ın yerine kendimizi koyalım şimdi.
Diyelim ki ben yaşlı ve yorgun ve ölme zamanı gelmiş birisiyim.
ve diyelim ki, can parem evlatlarım var,
ve onlardan alaka ve sevgi görüp yaşayarak uğurlanmak istemekteyim.

Onlardan belki en gözbebeğim olan halimden haberdar olsun mesela,
ve bana birisiyle haber yollasın, desin ki;
"annemin bir ihtiyacı var ise söylesinde yapayım"

sanırım ciğerim kanar ve şöyle derim

"gelmedi ve bana kendisi ile arama birisini koyarak haber ulaştıracak kadar kalbi benden uzak,
demek ben bunca muhabbetimi yöneltip tüm varlığımla inandığım evladım ile aracı yolu ile konuşabileceğim,
ve hatta şu an ellerim avuclarında olmasından başka bir dileğim olamayacakken,
o benim ne dileyebileceğimi dahi bilmeyecek bir uzaklıkta, ve benden gayri hissetmekte,
zaten öldüm demek değil midir bu.
ve öleyim zaten.
Ateşlere de atılayım, ne çıkar. Asıl ateşe girmişim ve muhabetimin hakikati bir heva kadarmış ancak.
başka ölüm mü var ki bundan başka"
diyesim gelir sanırım. ve derimde nitekim.

İşte "taş kalb" kelimesi boşa kullanılmış bir kelime değildir gibi gelmekte bana.
Hiç bir et-kan (cisim) kalb taştan olamayacak ve
hiç bir vakitte de taş haline cismen geçemeyecek olduğu halde,

Batıni KALB'imizin taşlaşabilmek gibi kötü bir özelliği mevcut.
Rabbim Biz'lerin kalblerimizin taşlaşmasını dilemesin inşaallah ve Amin.

Biz'e de bu yolda adımlar attırıp kendi cehennemini kendi kalbinde tutuşturan zalimler olmamıza asla müsade etmesin inşaallah.

Ne demek istemiştim asıl?
Ha!
Her ne var ise, insanın şu göğsünün içerisinde vesselam.
cennet mi arıyoruz?
cehennemden mi bahsetmek istiyoruz?
hepside zaten Küçük bir kainat olan insanın KALB'inin içerisinde potansiyel halde mevcut.
Hangisini beslersek onu YAŞA'yacağız.
Rabbimiz daima Hakk ve Hayr olanı seçtirip yaşatsın bizlere inşaallah. amin.
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön