DOST-TAN DOST'A
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
DOST-TAN DOST'A
Barbaros:
S.a. Halim
Halim:
Aleykümselâm Barbaros can
Nasılsın iyi misin?
Barbaros:
Çok şükür iyiyiz siz nasılsınız?
Halim:
Barbaros şükür ben de iyiyim de... Niye bana siz diyorsun... Resmiyet mi var aramızda
Barbaros:
Aileni de katarak kastettim Halim
Halim:
Eyvallah kardeşim... İyi onlar da şükür... Lakin iyilik ince bir denge gibi Allah dert vermesin
Barbaros:
Evet, Sûfiler Allah derdini arttırsın derler ama o dert başka bir dert
Halim:
Öyle onların derdi dert değil aslında... Dertsizlik Dert olmazsa onlara dert oluyor
Barbaros:
Evet
Halim:
Niye ki acaba...
Dert bize ayrı onlara ayrı mı yüzünü gösterir
Yoksa dert hep aynı dert te gözler mi farklı görür
Barbaros:
Onların ki ask derdi hayat derdinden tasaları yok ondan
Halim:
Niye tasaları yok... Tasa etmedikleri için mi?
Yoksa tasa gören için midir?
Barbaros:
Allah onlara başka şeyleri düşünmelerine fırsat vermediği için
Halim:
Öyleyse aslında tasayı var eden tasalı düşünmek
Allah onların bunu düşünmesine fırsat vermez gönüllerini başka şeylerle meşgul edince tasa kalkar ortadan
Çünkü tasayı var eden... Daha doğrusu her şeyi var eden ona nazar eden gönüldür
Barbaros:
Tabi hayat ile ilgili olan gider Allah'a doğru olan dert baslar o an
Halim:
Görüp bilmediğin bir şey senin için var değildir eşya anlamında
Barbaros:
Çünkü yol kat etmek için gerekenleri yapmaktır derdi, kendi ile meşgul olup kendi tahlilini isin içinden nasıl sıyrılacağını düşündüğünden başka şeyi önemsemez
Halim:
Amma derin konulara daldık Barbaros...
Barbaros:
Evet
Halim:
Haydi, benim burada öğlen ama sen daha
Barbaros:
11.35 burada
Halim:
Sabah sabah diyeceksin ne yapıyor bu adam
Eh ancak kendine geliyor insan
Uyanmak yetmiyor ki
Burada 13.35
Barbaros:
Evet
Halim:
İki saat var
Neler yapmaktasın...
Hangi alemlerdesin bu aralar
Barbaros:
Çeviri yapmaktayım Ölmeden Evvel Ölmek 11.bolum
Halim:
Bawa'nın
Barbaros:
Evet, dokuman çok
Halim:
Evet, valla eline emeğine sağlı
Okuyoruz onları hep...
Barbaros:
Biraz unsurları inceledim esir unsuruna baktım
Halim:
Çok da istifade ediyoruz.
Hazır sen onları incelerken ben de sorayım
O esir unsuru dediği şey
Sen de okudun zaten... Bir yerde
Sayıyor melekleri
Toprak su ateş hava ve karşılığında
işte İsrafil Mikail Azrail
Ben orada Cebrail'i göremedim
Barbaros:
Esir: Cebrail
Halim:
Onun yerine esir vardı
Barbaros:
Esir: akil
Halim:
Niye ona Cebrail demiyor da esir diyor... Biliyorum esir akıl ama sanki bir başka vurgu var gibi
Barbaros:
Zannediyorum hocamın dediği gibi esir akil ile nakil arasındaki bilinemeyene uzanan bir
Ara kesit
Cebrail de akil ile nakil arasında
Esasen esir diye feza boşluğunu
Uzay boşluğunu dolduran bilinmeyen deneyle bulunamayan elemente derler
Halim:
Evet, onu okumuştum bir bilimsel kitapta
Einstein ile ilgili bir kitap
Barbaros:
Evet, Einstein rölativite ile bazı teorileri altüst etti
Ama oda esiri tarif edemedi
Halim:
Evet...
Ve o hatasını sonradan fark etti...
En büyük hatam gibi bir şey demişti galiba
Çünkü daha önceden esirin varlığını bir formülde kullanmıştı
Tam hatırlayamıyorum şimdi
Ama aklıma bir şey geldi
Sen dedin ya Cebrail akıl ile nakil arasında
Hani SAV bir gün sorar Cebrail'e
Kendisine getirdiği ayetleri kimden aldığını
Biliyor musun onu
Okumuş muydun?
Barbaros:
Evet, Bawa anlattı bunu fakat ben onu sade Bawa'dan duydum sen anlat bide...
Çünkü ben bunun menşeini merak ediyordum
Halim:
İşte SAV Cebrail'e sorar kendine ilettiklerini kimden aldığını
Cebrail as. Der ki
Bilmiyorum Ey Muhammed. Bir örtü vardır... Ben önünde dururum... Oradan biri uzatır bana bunları
Hiç bakmadım kim vardır örtünün ardında
SAV der ki
Peki... Bu sefer gittiğinde arala o perdeyi bir bak bakalım kim varmış bana söyle
Cebrail bir dahaki gelişinde der ki SAV e
Ya Muhammed... Ey Allah'ın Resulü
Dediğin gibi yaptım... Araladım perdeyi ve baktım kim varmış diye
Vallahi alan da sen veren de sensin
Perdenin ardındaki de sensin
Şimdi bu çok ilginç aslında
Burada işin zahiri kısmı canlanıyor insanın aklında
Oysa batındaki anlamına bakmak lazım
Cebrail akıl ise
Akıl kimden alıp kime vermekte
Ve kim kimi örtülemekte
Esir olan kim
Cebrail mi insan mı akıl mı?
Cebrail olamaz
Barbaros:
Güzel soru
Halim:
Niye... Çünkü o kaynağın kendisi değil... O aracı
Perdenin gerisindeki nakildir
Alan akıldır
Cebrail aracıdır
Esir perdedir
Bana göre
Çünkü eğer esir akıl olsa Cebraile söylemez perdenin arkasındakini
Esir Cebrail olsa hem akılla hem nakille olamaz
Esir nakil de değildir düşünülemez bile
Esir nakil ile akıl ayrımı yapmaktır... Perdedir
Az önce konuşurken Sûfilerin niye tasa etmediklerini sordum ya
Çünkü tasalar perde gerisinden tasa olarak görünür
Perdeyi kaldıran kimsede tasa kalmaz
asıl esaret kendimizi nakilden ayırmamızdır
İşte dünya hali kuluz
Elbet dertler olacak dememizdir
Biz kendimizi esir ederiz
Bilgiler esirdir...
Çünkü bilgiler hep görünene ilişkindir... Perdenin bu yanına
Bilgileri kabul eden kişi esirdir
Çünkü o da o zaman perdenin varlığından habersizdir
Perde akıl ile nâkili BİR eylemektir
Esir budur
Valla Barbaros helal olsun sana
Nasıl daldırdın beni denize
Bak hepsini şimdi düşündüm
Allah doğrusunu bilir
Ama kafa çalıştı
Barbaros:
Maşallah kardeşim iyi şeyler söylediniz
Avni Konuk Fûsus'ta Esir için
Halim:
Ben bunu şuna benzetirdim genelde
Sözünü kestim ama
Denizde sırt üstü durmaya benzetirim
Denizde sırt üstü durmak için tamamen hareketsiz kalmak lazım...
Hareket çaba. Batma korkusu
Olmamalı
Bunlar olmaz batma da olmaz
İşte aynı şey
Aklından bunları sil
Batmak esaretinden kurtulursun
Duyu organları ile elde edilen bilgilere dayalı kabuller esirdir
Buyur kardeşim
Barbaros:
Avni konuk esiri Rahmanin nefesi olarak tanımlıyor
Halim:
Ne demekmiş Rahman'ın nefesi
Nasıl izah ediyor
Barbaros:
Esiri anlatmak için uzun tafsillere giriyor
Sonunda bu sözle bitiriyor
Bak simdi
Isa A.S
İn yaratılısı
Ve kendi yapısı en zor olan
Bölümlerdendir
ISA a.s değişik yönlerden
Bakılınca değişik halleri vardır
İlahi ruhtur(Ruhullah derler)
Allah'tan bir kelimedir
Peygamberdir
İnsanlık vardır yapısında annesinden gelen
Annesinden gelen ademiyette var
melekiyet te var Cebrail'in ruhu üfleyişindeki aldığı nurani yapıdan dolayı
Simdi Cebrail'in ruhu üfürmesi Meryem'e
Sanki Cebrail'in vahyi Resulullah SAV aktarışı gibi
Çünkü Isa a.s Allahın bir yerde kelimesi gibi
Sanki canlı ilahi söz vahiy gibi
Yani zahire cıkmış diyeyim
Halim:
Anladım demek istediğini...
Barbaros:
Rahmanin nefesi üfürmesi
Halim:
Ama şu var... Meryem bakire idi... yani Cebrail ona yaklaştığında...
Oysaki SAV de vahyin ortaya çıkışı kendinde olmayan bir şeyin ona aktarılışı değil
Tam aksine kendinde olanın farkına varışı... Bu anda Cebrail çıkmış ve oku demiştir
Çünkü Hırada SAV zaten OKU'mak için uğraşıyordu
O an netice verdiği andır
O neticenin sonucu Cebrail ortaya çıkmıştır
Barbaros:
Evet, Abdul Kadir Geylani Hz.leri
İlahi vahiy nur olarak Resule Cebrail den evvel gelmişti diyor
Cebrail'in yaptığı
Bunu kelimeye dökmek oldu bir nevi çevirmen gibi
Halim:
Onu bilmiyordum ama iyi isabetli bir görüş ileri sürmüşüm demek ki... Ama ben şunu düşünerek dedim... Yani ağaç dal çekirdekte gizli olmasa ortaya çıkmaz
Bir de şunu söylerler ya
İbadet insanda olanı ortaya çıkarır yalnızca sen de olmayan bir şeyi sana kazandıramaz
Barbaros:
Fakat bizde olan bizim değil bunu da ayırt etmek lazım
Halim:
Bizde olan bizim değil dersen biz de biz değiliz deriz
Barbaros:
Bunun manası insana verilen şey Allah'a aittir onun mülküdür sahiplenilmez demektir
Faydalandırılırız
Halim:
Doğrudur...
Ama zaten şu var insanın bizatihi insan olarak bir varlığı yoktur ki
Yani bir yanda insan diğer yanda sahip olduklarını ona veren Allah
Ayrı ayrı değil ki
Barbaros:
Evet, bunu bende fark ettim sanki biz halleriz
Halim:
İnsanın esareti bu zaten
İnsan dediğin anda...
Barbaros:
Onu diyecektim esir biziz belki
Halim:
Evet, ama işte kabul ediş esirdir
Yani O'ndan başka bir şeyin var olduğu düşüncesi
Araya mesafe koymak
O bir yerde biz bir yerde
Sonra da onu aramak
Hani ben bir şiirimde demiştim belki okudun
İnsan kendini arasa... Nerde bulacağını sanır
Yani olmayan bir şeyi aramış olur
Ama vardır
Çünkü arayan odur
Fakat bunu fark etmezse bulacağını arar durur
Bulamayınca da yok sanabilir
O zaman da kendini inkâr etmiş olur
Barbaros:
Bana babaannemi hatırlattın
Halim:
O da mı öyle derdi rahmetli
Barbaros:
Yok, daha rahmetli olmadı da mutfakta bezi kafasının üzerine koyardı
Sonra her yerde bez arardı
Halim:
Allah ömrünü uzatsın
Barbaros:
Ben gelince bana sorardı
Derdim tepende
Halim:
Hah işte aynı şey
Barbaros:
Demek ki bize bunu fark ettirecek biri de lazım
Halim:
Bulamayınca yok mudur?
Bak Barbaros
Senin babaannen ile onu yaşaman burada işine yaradı
Aslında her şey anlatıyor ama
İnsan ancak bir noktadan sonra fark ediyor
İşte o nokta Cebrail'in ortaya çıktığı noktadır
O zaman ayrı sanılan akıl ile nakil arasında hiç olmazsa bir bağ kurulur
Gide gide Cebrail de açar örtüyü bakar
Demek ki arada gidip gelmesi aslında hiç bir işe yaramamaktadır
O zaman aradan çekilir
İki... Bir olur
Nakil ve akıl aynı noktaya çekilir
Zaten ayrı değillerdi ki
Bulduğunun zaten kendinde olduğunu fark eder
Yani hayali bir ayrılıktır bir varsayımdır
Başının üzerindeki bezi başka yerde arayıp bulacağını sanmak gibi
Oysa ancak uzakta ve ayrı olmadığını fark ediştir bulmak
Esir ise bundan önceki halin adıdır
İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı der ya sav
O zaman ayrı noktaları çekip aynı noktanın üzerine koymak lazım
O zaman tek nokta kalır
Ya Barbaros bazen ne güzel şeyler çıkıyor aslında bunları derleyip toplayıp yayınlamak lazım
Barbaros:
Evet
Halim:
Yazık oluyor böyle yapboz gibi
Barbaros:
Mevlana'nın
Hazine aramak için
Çıkıp ta Mısır'a giden
Rüyasında Mısırda hazine var deyip
Mısıra gidisi ve sonra orda bekçi ile
Karsılaşışı bekçinin onu yakalaması
Ve adamın rüyasını bekçiye anlattıktan sonra
Bekçinin ya be adam bana da rüyamda
Falanca memleketteki falanca evdedir hazine diye çok rüyalar
Görünürdü deyip aslında adamın evini tarif
Ediyor olması ve adamın esas hazineyi evinde bulması
Halim:
Değil mi ya...
Barbaros:
Kâbe'nin içinde kıblenin kalmaması vesaire
Örnek çok
Halim:
Evet... İşte her şey O'nu anlatıyor ama... Sorarak bak gönül olursa
İnsan neden kendisini layık görmez hazineye de taaaa gider Mısır ellerine
Barbaros:
Oda bir muradı ilahi
Halim:
İnsan neden kendini alçaltır da yaptığı putların önünde eğilir
Barbaros:
Olsa gerek
Arayana veriyorlar
Gayret takdir ediliyor
Halim:
Niye kendini önünde eğilinecek olmaya layık görmez bir taşın karşısında böyle bir eziklik niyedir
Barbaros:
Esir olduğundan
Halim:
Valla işte esir budur
Barbaros:
Ben bunu senelerdir nefsin şeytan ve dünyaya köleliği
Der durur, Yusuf'un zindandaki haline
Yorardım
Halim:
Kuran da her şey misallerle anlatılır da geçen gün bir şey okudum... Sağ olsun bizim bir arkadaşımız yazmış kendi bloğunda
Hani sağ elinin verdiğini sol elin görmesin diye hadis var ya
Barbaros:
Evet
Halim:
Kadın sadaka verdikten sonra dönüyor aniden geri geliyor
Sadakayı alıyor tekrar... Sol elini arkasına gizleyerek yeniden sağ elle veriyor
Düşünebiliyor musun? Bu kadar işin şeklinde kalanlar var diyeceğim ama şekil bile değil ki bu
Bu nasıl bir anlayış... Bu nasıl bir esaret
Barbaros:
Tabi geçenlerde Mehmet'in bir
Halim:
Şimdi buna neyi nasıl misal verebilirsin ki
Barbaros:
Yazısına cevap verdim
Falanca evliya kıbleye ters düşmemek için hep
Yürürken kıbleye donuk sokakları kullanırmış deyince
Halim:
Nasıl geri geliyormuş...
Barbaros:
Dedim inşallah okuyucu kardeşlerimiz
Sokaklarda yürürken yon tayini yapmaya çalışmazlar dedim
Halim:
İnsanlar hep başlarsa tersten yürümeye
Ya bir de gittiğin yolun dönüşü var
Her seferinde dünyayı turlayıp gelecek değil ya
Ya bazı şeyleri aslında örnek olarak vermemek lazım ama işte çok şey lazım
Barbaros:
Peki, sana bir soru
Halim:
Şimdi onu okuyan kaç kişi imanı kıbleye sırtını dönmemek zanneder
Ha buyur sor
Barbaros:
Sağ elinin verdiğini sol elin görmesinden sen ne anlıyorsun?
Halim:
Verirken sol elini gizle anlamak olabilecek en son şey...
Yaptığın iyiliği nefsine bile duyurma ki böbürlenmesin
Barbaros:
Evet güzel
Halim:
Ben yaptım deme...
Yaptıranı bil...
Ama insanlar en azından şu kadarını anlasalar
Yani orada burada anlatma... Reklâm yapma
Buna da razıyım da
Hiç akla gelmeyecek bir şeyi nasıl düşünebiliyorlar ona şaşıyorum
Barbaros bu sohbeti derleyip yeni bir sohbet zevki başlığı açalım mı?
Barbaros:
Tabiî ki kullanabiliriz
Halim:
Sen mi yaparsın ben mi yapayım
Barbaros:
Peki, sana dersem ki
Halim:
Yoksa birimiz yapsak diğerine mi göndersek
Barbaros:
Dur simdi sofrayı toplama
Daha yiyoruz
Halim:
Daha yeni sofralar kuracağız... Sofradan doymadan kalkın diye hadis var
İştahımız hep taze kalsın
Barbaros:
Yok, o can lokması için geçerli değil
Can lokmasını dilediğin kadar ye
Halim:
Yok, onun için de geçerli...
Çünkü lokma hangi lokma olursa olsun...
Biraz daha istiyorum dediğin anda biraz bu işin içine bir şey karışır diye düşünürüm ben âcizane... Kendime güvenemediğimden olsa gerek
Çünkü gerçekten doyan... Ne sofranın farkındadır ne de ihtiyacın
Barbaros:
Haa o ayrı mesele konuşmanın da hududu vardır anlayışı
Halim:
Aslında asıl mesele şu Barbaros
Ben öğleyi kılacağım da o yüzden güzellikle bitireyim dedim
Yoksa elbette sohbetimize doyum olmaz...
Barbaros:
Haa... Git o zaman en iyisi
Makul bir sebep
Sohbeti sen aktar
İnşallah
Halim:
Hah işte kardeşim ne söyletiyorsun beni... Ne güzel şöyle okkalı bir şekilde konuşup kapatacaktım
Peki kardeşim... Allah razı olsun... Yine görüşürüz... Nice nice sofralarda
S.a
Barbaros:
A.s
S.a. Halim
Halim:
Aleykümselâm Barbaros can
Nasılsın iyi misin?
Barbaros:
Çok şükür iyiyiz siz nasılsınız?
Halim:
Barbaros şükür ben de iyiyim de... Niye bana siz diyorsun... Resmiyet mi var aramızda
Barbaros:
Aileni de katarak kastettim Halim
Halim:
Eyvallah kardeşim... İyi onlar da şükür... Lakin iyilik ince bir denge gibi Allah dert vermesin
Barbaros:
Evet, Sûfiler Allah derdini arttırsın derler ama o dert başka bir dert
Halim:
Öyle onların derdi dert değil aslında... Dertsizlik Dert olmazsa onlara dert oluyor
Barbaros:
Evet
Halim:
Niye ki acaba...
Dert bize ayrı onlara ayrı mı yüzünü gösterir
Yoksa dert hep aynı dert te gözler mi farklı görür
Barbaros:
Onların ki ask derdi hayat derdinden tasaları yok ondan
Halim:
Niye tasaları yok... Tasa etmedikleri için mi?
Yoksa tasa gören için midir?
Barbaros:
Allah onlara başka şeyleri düşünmelerine fırsat vermediği için
Halim:
Öyleyse aslında tasayı var eden tasalı düşünmek
Allah onların bunu düşünmesine fırsat vermez gönüllerini başka şeylerle meşgul edince tasa kalkar ortadan
Çünkü tasayı var eden... Daha doğrusu her şeyi var eden ona nazar eden gönüldür
Barbaros:
Tabi hayat ile ilgili olan gider Allah'a doğru olan dert baslar o an
Halim:
Görüp bilmediğin bir şey senin için var değildir eşya anlamında
Barbaros:
Çünkü yol kat etmek için gerekenleri yapmaktır derdi, kendi ile meşgul olup kendi tahlilini isin içinden nasıl sıyrılacağını düşündüğünden başka şeyi önemsemez
Halim:
Amma derin konulara daldık Barbaros...
Barbaros:
Evet
Halim:
Haydi, benim burada öğlen ama sen daha
Barbaros:
11.35 burada
Halim:
Sabah sabah diyeceksin ne yapıyor bu adam
Eh ancak kendine geliyor insan
Uyanmak yetmiyor ki
Burada 13.35
Barbaros:
Evet
Halim:
İki saat var
Neler yapmaktasın...
Hangi alemlerdesin bu aralar
Barbaros:
Çeviri yapmaktayım Ölmeden Evvel Ölmek 11.bolum
Halim:
Bawa'nın
Barbaros:
Evet, dokuman çok
Halim:
Evet, valla eline emeğine sağlı
Okuyoruz onları hep...
Barbaros:
Biraz unsurları inceledim esir unsuruna baktım
Halim:
Çok da istifade ediyoruz.
Hazır sen onları incelerken ben de sorayım
O esir unsuru dediği şey
Sen de okudun zaten... Bir yerde
Sayıyor melekleri
Toprak su ateş hava ve karşılığında
işte İsrafil Mikail Azrail
Ben orada Cebrail'i göremedim
Barbaros:
Esir: Cebrail
Halim:
Onun yerine esir vardı
Barbaros:
Esir: akil
Halim:
Niye ona Cebrail demiyor da esir diyor... Biliyorum esir akıl ama sanki bir başka vurgu var gibi
Barbaros:
Zannediyorum hocamın dediği gibi esir akil ile nakil arasındaki bilinemeyene uzanan bir
Ara kesit
Cebrail de akil ile nakil arasında
Esasen esir diye feza boşluğunu
Uzay boşluğunu dolduran bilinmeyen deneyle bulunamayan elemente derler
Halim:
Evet, onu okumuştum bir bilimsel kitapta
Einstein ile ilgili bir kitap
Barbaros:
Evet, Einstein rölativite ile bazı teorileri altüst etti
Ama oda esiri tarif edemedi
Halim:
Evet...
Ve o hatasını sonradan fark etti...
En büyük hatam gibi bir şey demişti galiba
Çünkü daha önceden esirin varlığını bir formülde kullanmıştı
Tam hatırlayamıyorum şimdi
Ama aklıma bir şey geldi
Sen dedin ya Cebrail akıl ile nakil arasında
Hani SAV bir gün sorar Cebrail'e
Kendisine getirdiği ayetleri kimden aldığını
Biliyor musun onu
Okumuş muydun?
Barbaros:
Evet, Bawa anlattı bunu fakat ben onu sade Bawa'dan duydum sen anlat bide...
Çünkü ben bunun menşeini merak ediyordum
Halim:
İşte SAV Cebrail'e sorar kendine ilettiklerini kimden aldığını
Cebrail as. Der ki
Bilmiyorum Ey Muhammed. Bir örtü vardır... Ben önünde dururum... Oradan biri uzatır bana bunları
Hiç bakmadım kim vardır örtünün ardında
SAV der ki
Peki... Bu sefer gittiğinde arala o perdeyi bir bak bakalım kim varmış bana söyle
Cebrail bir dahaki gelişinde der ki SAV e
Ya Muhammed... Ey Allah'ın Resulü
Dediğin gibi yaptım... Araladım perdeyi ve baktım kim varmış diye
Vallahi alan da sen veren de sensin
Perdenin ardındaki de sensin
Şimdi bu çok ilginç aslında
Burada işin zahiri kısmı canlanıyor insanın aklında
Oysa batındaki anlamına bakmak lazım
Cebrail akıl ise
Akıl kimden alıp kime vermekte
Ve kim kimi örtülemekte
Esir olan kim
Cebrail mi insan mı akıl mı?
Cebrail olamaz
Barbaros:
Güzel soru
Halim:
Niye... Çünkü o kaynağın kendisi değil... O aracı
Perdenin gerisindeki nakildir
Alan akıldır
Cebrail aracıdır
Esir perdedir
Bana göre
Çünkü eğer esir akıl olsa Cebraile söylemez perdenin arkasındakini
Esir Cebrail olsa hem akılla hem nakille olamaz
Esir nakil de değildir düşünülemez bile
Esir nakil ile akıl ayrımı yapmaktır... Perdedir
Az önce konuşurken Sûfilerin niye tasa etmediklerini sordum ya
Çünkü tasalar perde gerisinden tasa olarak görünür
Perdeyi kaldıran kimsede tasa kalmaz
asıl esaret kendimizi nakilden ayırmamızdır
İşte dünya hali kuluz
Elbet dertler olacak dememizdir
Biz kendimizi esir ederiz
Bilgiler esirdir...
Çünkü bilgiler hep görünene ilişkindir... Perdenin bu yanına
Bilgileri kabul eden kişi esirdir
Çünkü o da o zaman perdenin varlığından habersizdir
Perde akıl ile nâkili BİR eylemektir
Esir budur
Valla Barbaros helal olsun sana
Nasıl daldırdın beni denize
Bak hepsini şimdi düşündüm
Allah doğrusunu bilir
Ama kafa çalıştı
Barbaros:
Maşallah kardeşim iyi şeyler söylediniz
Avni Konuk Fûsus'ta Esir için
Halim:
Ben bunu şuna benzetirdim genelde
Sözünü kestim ama
Denizde sırt üstü durmaya benzetirim
Denizde sırt üstü durmak için tamamen hareketsiz kalmak lazım...
Hareket çaba. Batma korkusu
Olmamalı
Bunlar olmaz batma da olmaz
İşte aynı şey
Aklından bunları sil
Batmak esaretinden kurtulursun
Duyu organları ile elde edilen bilgilere dayalı kabuller esirdir
Buyur kardeşim
Barbaros:
Avni konuk esiri Rahmanin nefesi olarak tanımlıyor
Halim:
Ne demekmiş Rahman'ın nefesi
Nasıl izah ediyor
Barbaros:
Esiri anlatmak için uzun tafsillere giriyor
Sonunda bu sözle bitiriyor
Bak simdi
Isa A.S
İn yaratılısı
Ve kendi yapısı en zor olan
Bölümlerdendir
ISA a.s değişik yönlerden
Bakılınca değişik halleri vardır
İlahi ruhtur(Ruhullah derler)
Allah'tan bir kelimedir
Peygamberdir
İnsanlık vardır yapısında annesinden gelen
Annesinden gelen ademiyette var
melekiyet te var Cebrail'in ruhu üfleyişindeki aldığı nurani yapıdan dolayı
Simdi Cebrail'in ruhu üfürmesi Meryem'e
Sanki Cebrail'in vahyi Resulullah SAV aktarışı gibi
Çünkü Isa a.s Allahın bir yerde kelimesi gibi
Sanki canlı ilahi söz vahiy gibi
Yani zahire cıkmış diyeyim
Halim:
Anladım demek istediğini...
Barbaros:
Rahmanin nefesi üfürmesi
Halim:
Ama şu var... Meryem bakire idi... yani Cebrail ona yaklaştığında...
Oysaki SAV de vahyin ortaya çıkışı kendinde olmayan bir şeyin ona aktarılışı değil
Tam aksine kendinde olanın farkına varışı... Bu anda Cebrail çıkmış ve oku demiştir
Çünkü Hırada SAV zaten OKU'mak için uğraşıyordu
O an netice verdiği andır
O neticenin sonucu Cebrail ortaya çıkmıştır
Barbaros:
Evet, Abdul Kadir Geylani Hz.leri
İlahi vahiy nur olarak Resule Cebrail den evvel gelmişti diyor
Cebrail'in yaptığı
Bunu kelimeye dökmek oldu bir nevi çevirmen gibi
Halim:
Onu bilmiyordum ama iyi isabetli bir görüş ileri sürmüşüm demek ki... Ama ben şunu düşünerek dedim... Yani ağaç dal çekirdekte gizli olmasa ortaya çıkmaz
Bir de şunu söylerler ya
İbadet insanda olanı ortaya çıkarır yalnızca sen de olmayan bir şeyi sana kazandıramaz
Barbaros:
Fakat bizde olan bizim değil bunu da ayırt etmek lazım
Halim:
Bizde olan bizim değil dersen biz de biz değiliz deriz
Barbaros:
Bunun manası insana verilen şey Allah'a aittir onun mülküdür sahiplenilmez demektir
Faydalandırılırız
Halim:
Doğrudur...
Ama zaten şu var insanın bizatihi insan olarak bir varlığı yoktur ki
Yani bir yanda insan diğer yanda sahip olduklarını ona veren Allah
Ayrı ayrı değil ki
Barbaros:
Evet, bunu bende fark ettim sanki biz halleriz
Halim:
İnsanın esareti bu zaten
İnsan dediğin anda...
Barbaros:
Onu diyecektim esir biziz belki
Halim:
Evet, ama işte kabul ediş esirdir
Yani O'ndan başka bir şeyin var olduğu düşüncesi
Araya mesafe koymak
O bir yerde biz bir yerde
Sonra da onu aramak
Hani ben bir şiirimde demiştim belki okudun
İnsan kendini arasa... Nerde bulacağını sanır
Yani olmayan bir şeyi aramış olur
Ama vardır
Çünkü arayan odur
Fakat bunu fark etmezse bulacağını arar durur
Bulamayınca da yok sanabilir
O zaman da kendini inkâr etmiş olur
Barbaros:
Bana babaannemi hatırlattın
Halim:
O da mı öyle derdi rahmetli
Barbaros:
Yok, daha rahmetli olmadı da mutfakta bezi kafasının üzerine koyardı
Sonra her yerde bez arardı
Halim:
Allah ömrünü uzatsın
Barbaros:
Ben gelince bana sorardı
Derdim tepende
Halim:
Hah işte aynı şey
Barbaros:
Demek ki bize bunu fark ettirecek biri de lazım
Halim:
Bulamayınca yok mudur?
Bak Barbaros
Senin babaannen ile onu yaşaman burada işine yaradı
Aslında her şey anlatıyor ama
İnsan ancak bir noktadan sonra fark ediyor
İşte o nokta Cebrail'in ortaya çıktığı noktadır
O zaman ayrı sanılan akıl ile nakil arasında hiç olmazsa bir bağ kurulur
Gide gide Cebrail de açar örtüyü bakar
Demek ki arada gidip gelmesi aslında hiç bir işe yaramamaktadır
O zaman aradan çekilir
İki... Bir olur
Nakil ve akıl aynı noktaya çekilir
Zaten ayrı değillerdi ki
Bulduğunun zaten kendinde olduğunu fark eder
Yani hayali bir ayrılıktır bir varsayımdır
Başının üzerindeki bezi başka yerde arayıp bulacağını sanmak gibi
Oysa ancak uzakta ve ayrı olmadığını fark ediştir bulmak
Esir ise bundan önceki halin adıdır
İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı der ya sav
O zaman ayrı noktaları çekip aynı noktanın üzerine koymak lazım
O zaman tek nokta kalır
Ya Barbaros bazen ne güzel şeyler çıkıyor aslında bunları derleyip toplayıp yayınlamak lazım
Barbaros:
Evet
Halim:
Yazık oluyor böyle yapboz gibi
Barbaros:
Mevlana'nın
Hazine aramak için
Çıkıp ta Mısır'a giden
Rüyasında Mısırda hazine var deyip
Mısıra gidisi ve sonra orda bekçi ile
Karsılaşışı bekçinin onu yakalaması
Ve adamın rüyasını bekçiye anlattıktan sonra
Bekçinin ya be adam bana da rüyamda
Falanca memleketteki falanca evdedir hazine diye çok rüyalar
Görünürdü deyip aslında adamın evini tarif
Ediyor olması ve adamın esas hazineyi evinde bulması
Halim:
Değil mi ya...
Barbaros:
Kâbe'nin içinde kıblenin kalmaması vesaire
Örnek çok
Halim:
Evet... İşte her şey O'nu anlatıyor ama... Sorarak bak gönül olursa
İnsan neden kendisini layık görmez hazineye de taaaa gider Mısır ellerine
Barbaros:
Oda bir muradı ilahi
Halim:
İnsan neden kendini alçaltır da yaptığı putların önünde eğilir
Barbaros:
Olsa gerek
Arayana veriyorlar
Gayret takdir ediliyor
Halim:
Niye kendini önünde eğilinecek olmaya layık görmez bir taşın karşısında böyle bir eziklik niyedir
Barbaros:
Esir olduğundan
Halim:
Valla işte esir budur
Barbaros:
Ben bunu senelerdir nefsin şeytan ve dünyaya köleliği
Der durur, Yusuf'un zindandaki haline
Yorardım
Halim:
Kuran da her şey misallerle anlatılır da geçen gün bir şey okudum... Sağ olsun bizim bir arkadaşımız yazmış kendi bloğunda
Hani sağ elinin verdiğini sol elin görmesin diye hadis var ya
Barbaros:
Evet
Halim:
Kadın sadaka verdikten sonra dönüyor aniden geri geliyor
Sadakayı alıyor tekrar... Sol elini arkasına gizleyerek yeniden sağ elle veriyor
Düşünebiliyor musun? Bu kadar işin şeklinde kalanlar var diyeceğim ama şekil bile değil ki bu
Bu nasıl bir anlayış... Bu nasıl bir esaret
Barbaros:
Tabi geçenlerde Mehmet'in bir
Halim:
Şimdi buna neyi nasıl misal verebilirsin ki
Barbaros:
Yazısına cevap verdim
Falanca evliya kıbleye ters düşmemek için hep
Yürürken kıbleye donuk sokakları kullanırmış deyince
Halim:
Nasıl geri geliyormuş...
Barbaros:
Dedim inşallah okuyucu kardeşlerimiz
Sokaklarda yürürken yon tayini yapmaya çalışmazlar dedim
Halim:
İnsanlar hep başlarsa tersten yürümeye
Ya bir de gittiğin yolun dönüşü var
Her seferinde dünyayı turlayıp gelecek değil ya
Ya bazı şeyleri aslında örnek olarak vermemek lazım ama işte çok şey lazım
Barbaros:
Peki, sana bir soru
Halim:
Şimdi onu okuyan kaç kişi imanı kıbleye sırtını dönmemek zanneder
Ha buyur sor
Barbaros:
Sağ elinin verdiğini sol elin görmesinden sen ne anlıyorsun?
Halim:
Verirken sol elini gizle anlamak olabilecek en son şey...
Yaptığın iyiliği nefsine bile duyurma ki böbürlenmesin
Barbaros:
Evet güzel
Halim:
Ben yaptım deme...
Yaptıranı bil...
Ama insanlar en azından şu kadarını anlasalar
Yani orada burada anlatma... Reklâm yapma
Buna da razıyım da
Hiç akla gelmeyecek bir şeyi nasıl düşünebiliyorlar ona şaşıyorum
Barbaros bu sohbeti derleyip yeni bir sohbet zevki başlığı açalım mı?
Barbaros:
Tabiî ki kullanabiliriz
Halim:
Sen mi yaparsın ben mi yapayım
Barbaros:
Peki, sana dersem ki
Halim:
Yoksa birimiz yapsak diğerine mi göndersek
Barbaros:
Dur simdi sofrayı toplama
Daha yiyoruz
Halim:
Daha yeni sofralar kuracağız... Sofradan doymadan kalkın diye hadis var
İştahımız hep taze kalsın
Barbaros:
Yok, o can lokması için geçerli değil
Can lokmasını dilediğin kadar ye
Halim:
Yok, onun için de geçerli...
Çünkü lokma hangi lokma olursa olsun...
Biraz daha istiyorum dediğin anda biraz bu işin içine bir şey karışır diye düşünürüm ben âcizane... Kendime güvenemediğimden olsa gerek
Çünkü gerçekten doyan... Ne sofranın farkındadır ne de ihtiyacın
Barbaros:
Haa o ayrı mesele konuşmanın da hududu vardır anlayışı
Halim:
Aslında asıl mesele şu Barbaros
Ben öğleyi kılacağım da o yüzden güzellikle bitireyim dedim
Yoksa elbette sohbetimize doyum olmaz...
Barbaros:
Haa... Git o zaman en iyisi
Makul bir sebep
Sohbeti sen aktar
İnşallah
Halim:
Hah işte kardeşim ne söyletiyorsun beni... Ne güzel şöyle okkalı bir şekilde konuşup kapatacaktım
Peki kardeşim... Allah razı olsun... Yine görüşürüz... Nice nice sofralarda
S.a
Barbaros:
A.s
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- katre-iNur
- Saygın Üye
- Mesajlar: 272
- Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00
Sohbet
Saygıdeğer Kardeşlerim;
Elleriniz dert görmesin. Sohbetinizin devamını ve paylaşımınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Allah cc Yar ve Yardımcınız olsun.
Elleriniz dert görmesin. Sohbetinizin devamını ve paylaşımınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Allah cc Yar ve Yardımcınız olsun.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
HALA ARAMAYA DEVAM EDİLEN EVREN MADDESİ: ESİR
--------------------------------------------------------------------------------
İnsanoğlu varolduğundan bu yana içinde yaşadığı evrenin kusursuz işleyişi ve harika düzeni karşısında meraklı gözlerle etrafını seyreder ve çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışır. Hele başını şöyle bir kaldırdığında, gündüzleri gökyüzünün o büyüleyici maviliği, geceleri karanlığı aydınlatan gökteki esrarengiz cisimlerin o güzelim duruşları karşısında kendinden geçer.. İlk insanlar gökyüzünü hayretle seyrederken düşünmeye başlamıştı. Gündüzleri gökyüzündeki maviliği, karanlık maviliğe hakim geldiğinde etrafı aydınlatan o şeyler de neyin nesiydi? Peki ya onlar nasıl oluyor da boşlukta tepemize düşmeden kalabiliyorlar? Yoksa yukarılarda boşluğu dolduran onları tutan bir şeyler mi vardı?
Tarih boyunca insanoğlu bilgisini sürekli artırdı ve arttırmaktır. Özellikle bilimsel yöntemin oluşturulmasında, ortaçağda İslam bilimcilerinin çalışmalarının büyük katkısı oldu. Oradaki gelişmelerin batıya aktarılmasıyla özellikle Galileo ve Newton'un tabiattaki harika ahengin belirli kanunlara formüllere dayandığının belirlenmesi ve bunlar üzerine yapılan yorumlar bilim tarihinin dönüm noktalarından birisi oldu. Bu arada bilimsel bilgiye giden yolun temel taşları belirlenmiş oldu. Bilim adamları deney ve gözlemler ışığında akıl yürütüyor ve evrenin sırlarını çözmeye başlıyordu..
Madde ve Esir
Evren sırları bir bir çözülüyor, ama kainatta madde ile boşluk arasında bulunması gereken bir özün eksikliği kendini belli ediyordu. Gerçekten de maddeler dünyası olarak bildiğimiz kainat içinde uzay boşluğunun tam bir boşluktan ibaret olabileceği pek akla yatkın bir düşünce değildi.
Genel çekim, elektrik ve manyetizma gibi kuvvetlerin bulunmasından sonra uzayın iki farklı noktasında bulunan iki cisim arasında cereyan eden etkileşimlerin nasıl taşındığı veya iletildiği sorusu gündemi sürekli meşgul etti. Genel çekim kanununu keşfeden Newton, arada hiçbir bağlantı olmadan boşluktaki iki uzak cismin birbirlerine kuvvet uygulayabileceği düşüncesinin aklî melekeleri sağlam hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söylüyordu. İki kütle arasındaki çekim muammasını çözümü hayatı boyunca uğraştığı temel problemlerden birisiydi Nevtonun. Bu maksatla tüm uzayı dolduran esir parçacıklarının rol oynadığı mekanik bir model kurmaya çalıştı. Ancak bu parçacıkların maddeyle nasıl etkileştiği ve nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlamak mümkün olmuyordu. Boş uzay boş olmayıp çekim kuvvetinin iletilebildiği, elektrik kuvvetleri taşınabildiği bir şey vardı. Bu şeyin ne olduğuna gelince, onun durgun, saydam, gaz halinde bir madde, yani her yere nufuz edebilen esir maddesiydi.
Mutlak referans çerçevesi dediği bir problem üzerinde kafa yormuştu Nevton. Eğer evrende tek hareketsiz madde olarak düşünülen esirin varlığı ispatlanabilseydi, bilimciler sonunda Newtonun aramış olduğu sabit referans çerçevesine kavuşacaklardı. Nasıl bir deneyle ispatlanabilirdi esir?
Michelson Morley Deneyi
Esirin varlığını belirlemek için deney macerasını Abraham Michelson üstlenmişti.. Michelson, deniz subaylığından ayrılmış genç bir fizikçiydi, fen dalında Nobel alan ilk Amerikalıydı o. 1880 yıllarında araştırmaya tek başına koyuldu. 1887de çalışmalarına bir kimya profesörü olan Edward Williams Morley de iştirak etti.
Görünmez hava içinde planörde bulunan bir pilot açık bir kabin içinde olsaydı, şüphesiz havayı yüzünde hissedecekti. Veya uçağa bir flama takılabilir, hava akımı dolayısıyla onun çırpınışı gözlenebilirdi. 19. uncu yüzyıl fizikçileri durgun esir içinde hareket eden dünyanın içinde hareket ettiği düşünülen esir akımını veya rüzgarını harekete geçirerek benzer bir etki oluşturduğuna inanıyorlardı.
İki bilim adamına göre uzayı dolduran esir hareketsizdi. Dünyamız evreni kaplayan esir içinde sanki su dolu bir kavanozdaki bir bilyeye benziyordu. Nasıl bilyemizi hareket ettirdiğimizde suda bir dalgalanma vuku buluyorsa, gök cisimlerinin hareketlerinden dolayı esirde dalgalanmalar vaki olacaktı. Bu dalgalanmalar yüzünden ışığın hızında değişmeler meydana gelecekti. Denizde giden bir su motorunda iken elimizi denize daldırdığımızda bir akıntı ve direnç hissederiz. Öyle de Güneş etrafındaki yörüngesinde ilerleyen dünyamız da hareketsiz esirde bir akıma sebep olacaktır. Bu akım ise dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı geciktirme şeklinde olacaktır.. Bu gecikmeyi belirleyebilirsek esirin varlığını da tecrübi olarak ispatlamış olacaktık.
Madem ki ışık dalgalarla hareket ediyordu, yapışık tek bir ışın bitiş çizgisine farklı fazlarda varacaklardı. Michelson, her ışık dalgasının frekansları arasındaki farkı ölçebilen ve kendi icadı olan bir aygıtı kullanarak ışık ışınlarının gidiş geliş zamanları arasındaki herhangi bir değişmeyi saptayabileceğini ummuştu.
Deney yapıldı. Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirilen deneyde ışık kaynağından çıkan ışınlar, 45 derecelik açıyla duran yarı gümüşlenmiş ayna tarafından ikiye ayrıldı Bu iki ışından biri dünyanın hareketi yönünde, diğeri bu doğrultuya dik bir yönde ilerledi. Dünyamız güneş etrafında ortalama 30 km/s hızla yol aldığı için dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı 299.970 km/s olarak ölçülmesi gerekiyordu. Sonuçta iki ışık ışınlarının hızları arasında çok az bile olsa bir fark görülmedi. Yani deney sonunda beklenenler gözlenmedi. Deney tekrarlanıyor, günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde tekrarlanıyordu. Sonuç değişmiyor, ışık hızında en ufak bir sapma gözlenemiyordu.
Deneyin sonucuna göre, eğer esir vardıysa, ya dünya hareket etmiyordu ya da esir dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu. Dünyanın hareketinden şüphe edilemeyeceğine göre, esirin, belirli bir gezegenin hareketini izlediğine inanmak da pek tatminkar görülmüyordu. Michelson Morley deneyi, bu sonuçlar yüzünden başarısızlığa uğrayan en meşhur deney olarak bilinir oldu. Michelson başarısızlığı kabul etmiyor, sadece bir yerde, her nasılsa , bir şeyin eksik kaldığını düşünüyordu. 1931de ölümüne değin iki yıl daha aynı konuda çalışmaya devam etti.
Michelson -Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete geçirdi. Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin hızlarıyla doğru orantılı bir şekilde boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler. Buna göre interferometre aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın aldığı yolun da kısalması gerekir. Bu kısalma hesaba katıldığında ise hızların birbirine eşit çıktığı görüldü. Böylece esir varolmamaktan kurtuluyordu bir bakıma. Ancak bunu deneysel olarak ortaya konma zorluğu vardı. Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının değişmesine izin vermiyor, sanki evren esirin belirlenmesini istemiyordu.
Bu son gelişmeler karşısında fizikçiler ihtilafa düştüler. Kimileri esirin varlığını savunurken kimileri de bu esir düşüncesinin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Ama fiziğin o günkü aldığı seviye ile esir hakkında doğruyu bulmak pek mümkün gözükmüyordu.
Gözden kaçan noktalar
H. C. Dudley, Science Digest de yayınlanan Esir: yeniden keşfedilen beşinci element başlıklı makalesinde Michelson-Micheal deneyinde göz ardı edilen noktaları şöyle dile getiriyor: Michelson, güneşin çevresindeki esir içinde hareket ederken dünyanın hızını ölçmekle ilgileniyordu. Dünyanın hareketinin karmaşıklığı düşünülerek, onun deney teşebbüsünün biraz safça olduğu görünüyor. Fakat o zamanlar sadece bir yönde hareket eden dünyanın, başka bir yönde hareket eden bir güneş sisteminin sadece bir parçası olduğunu ve güneş sisteminin de bir çok hareketli galaksinin parçası olduğunu kimse bilmiyordu. Dahası, interferometre deneyinde, esir rüzgarının kendi aygıtıyla aynı düzlem içinde hareket etmiyor olabileceği ihtimalini hesaba katmamışı. Esir, pekala devreden aygıta hemen hemen dik bir bir açısıyla hareket ediyor olabilirdi. Michelson Morley deneyi, 1900 öncesinin sınırlı klasik mekaniği esas alınarak gerçekleştirilmişti. Michelson önsezisinde haklıydı: çalışmalarında gözden kaçan bir çok nokta vardı. Örneğin bunlardan birisi dünyanın bir değil birkaç tane hareketi aynı anda yapıyor olmasıydı.
Michelsondan bu yana esir konusunun bazı kesimlerde tekrar rağbet gördüğü dikkatimizi çekiyor. Florida State Üniversitesi fizik profesörü lan (Nobel ödülü) Dirac yeni bir esir kavramı önerdi. Dirac, esirin her yanı kaplayan ve gelişigüzel hareket eden bir elektron denizi olduğunu ifade eder. 1959 da bir Fransız fizikçisi olan Victor de Broglie esirin leptonlardan (bir sınıf küçük kütleli, atomdan küçük parçacık) ve olası ki nötrinolardan (hemen hemen kütlesiz ve yüksüz leptonlar) oluştuğunu söylüyordu.
Karanlık Madde Kara Enerji
1965 lerden önceki astronomi anlayışı büyük ölçüde değişti ve ders kitapları yeniden yazıldı. 1925lerde evrenin sadece Samanyolu galaksisinden ibaret olduğu sanılıyordu. Michelson Morley deneyi dünyanın sadece Güneş etrafındaki hızı esas alınarak tek hareket yaptığı esas alınarak yapılmıştı. Halbuki teleskopların büyümesiyle anlaşıldı ki dünya bir değil birkaç hareketi aynı anda yapmaktadır. Yapılan incelemelere göre dünyanın hızının galaksimiz merkezine göre saatte 220 km dir. Bir önemli bir diğer keşif ise yıldızlar arası boşluğun yıldızların ve gezegenlerin içerdiği kütleden daha büyük kütleye sahip olduğunun belirlenmesidir. Kısaca, boş uzay gerçekte, birbirine bağlı manyetik ve elektriksel alanlarla doluydu. Yıldızların nükleer reaksiyonları ve özellikle süpernova patlamaları açığa çıkan yüksüz ve çok küçük olan nötrino fışkırmaları ile devamlı besleniyordu.
Evren, gerçekte evrende olmasi gereken maddenin yüzde onudur. Bu evren, yüzde
doksan, ne olduğunu bilmediğimiz, hakkında hiçbir fikrimizin bulunmadığı,
"Karanlik Madde"den oluşmaktadır Bu demektir ki uzay boş olmayıp, gözlenen maddenin 9 katı kadar ağırlıkta görünmeyen kütle ile dolu bulunmaktadır. Görünmediğinden ve doğrudan belirlenemediğinden karanlık ünvanı verilen kayıp kütle yada Karanlik Madde" nin ve kara enerji nin varlığını gerektiren bir çok gözlem bulunuyor. Evreni ivmeli olarak genişleten etkinin bu kara enerji olduğu bildiriliyor.
Açığa çıkarılan sırlar evrende hakim olan muazzam gücün varlığını daha belirgin hale getiriyor. Elbette sayısız gök cisimlerini düzen içerisinde ayakta tutan bir güç var. Elbette tanımlanabilen belli bir amaca yönelik böyle büyük bir gücün sahipsiz olduğunu iddia edecek kimse bulunmuyor. Tüm evrene hakim olan bu kuvvet beraberinde yıldızları ve galaksileri de bir düzen içinde tutuyor, dengeyi sağlamada aracı ve vasıta bir madde ve enerji olmalıdır. Adına ister kara enerji diyelim isterse esir enerjisi diyelim açık olan şu ki böyle olağanüstü bir kuvvetin kontrolü, herşeye hakim, sınırsız güce sahip Yüce bir Varlık sayesinde mümkün olabilir. Elbette ki, bu gücün sahibi dünyayı ve tüm evreni yaratan, gücü sonsuz ve her şeye içine alan Allahtan başkası olmayacaktır.
Gözardı Edilen Noktalar
Michelson -Morley deneyinde göz ardı edilen ve hatta aşıra kaçılan noktalar vardır ki onları da belirtmeden geçemeyeceğim. Bunu itiraf edenlerden birisi de Einsteindır. 1905 yılında yayınladığı Özel İzafiyet Teorisi ile ilgili makalesinden sonra, esire göre hareketin ölçülememesinin esirin var olmadığı üzerindeki yorumlarda aşırıya kaçıldığını belirtir Einstein. Hattâ 1920 yılında Leyden'de yaptığı bir konuşmasında, esiri kabul etmeden uzay - zamanın yapısının kavramanın mümkün olmayacağını, ışığın yayılması ve genel çekimin de esir olmadan düşünülemeyeceğine dikkat çekmişti. Einstein, Michelson Morley deneyinin ve Özel İzafiyet Teorisinin aslında esirin olmadığını değil, bize esirin hareketinin uzay zamanda izlenemeyeceğini, dolayısıyla esire göre hareketin tanımlanamayacağını ve esirin, referans sistemlerinin üstünde bir gerçekliğe sahip olduğunu belirtiyordu. Çünkü eğer uzay mutlak boşluksa o zaman uzay zaman nasıl eğilip bükülebilir genişleyip büzülebilirdi? Demek uzayın bu özelliklerini ortaya koyan Genel İzafiyet Teorisi, boş uzayın (vakum) yokluk olmayıp bir tür nesne olduğunun ispatıydı.
Esir konusundaki kafa karışıklığına dikkat çeken Nobel ödüllü 2004 Frank Wilzcek, Einstein'ın esiri fizikten silmek şöyle dursun bilakis esiri yüceltip fizikçilerin araştırma ve çalışmalarında çok mühim bir konuma yükselttiğinden söz eder. Bugünkü teorik fiziğin büyük bir kısmının, bilhassa Süpersicim Teorisi'nin, adı konmamış bir şekilde esirin mahiyetinin ve özelliklerinin incelenmesi olduğu söylenebilir. Eğer öyleyse kadim anlayışa göre beşinci element olan esir maddesi, diğer elementlerin de anası ve atası ve varlığın asli unsuru olarak yakın gelecekte kendinden en çok bahsedilen kozmoz maddesi ve gerçeği konumuna çıkabilir.
Esiri Maddesel Dünyada Arayanları Yanılgısı
Esir maddesinin bir sır olarak kalmasının nedeni neydi? Neden esir konusu temizlik yaparken halının altına atılan toz gibi bir kenarda bırakılmak istendi?
Amerikalı kuantum fizikçisi Arthur Zajonc"Işık ve Şuurun Ortak Tarihi" adlı kitabında yer alan ifadeleri bir kısım çevrelerce esire karşı sürdürülen mücadelenin iç yüzünü ortaya koymaktadır aslında: "Maddesel bir esir yoktur. Bu kavram materyalist düşüncenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır." Zojoncun şu ifadeleri de ilginç: "Eğer ışığın bir dalga olduğunu söylersek, bir soru akla geliyor : Bu salınımı sağlayan etken nedir ? Örneğin su dalgalar ve ses dalgaları salınımlar sonucu oluşur. Ses ve su dalgaları hava ile iletilir. Peki ışık dalgalarının taşınmasını sağlayan ortam şey nedir ? Bana göre bu sorunun cevabı olan ortam, maddesel bir tabiatın içinde değildir.
Neden bazı ortamlarda ışık-dalgası, ışık-parçacıkları gibi davranıyor. Bu soru hâlen çözümlenememiştir. Işık dalgaları çift yarık deneyinde, birer ışık- dalgaları olarak davranacaklarını nasıl biliyorlar? Fötonların birbirleri ile nasıl iletişim kurdukları ayrı bir muamma olmaya devam ediyor. Birbirine zıt doğrultuda iki ışık kaynağını ele alalım. Bunların birisinden çıkan bir fotonun hareketi, öteki ışık kaynağından çıkan fotonun hareketini etkiler. Fotonlar ışık ile hareket ettiklerine göre birbirleri arasındaki iletişimin hızı, ışık hızından büyük olması zorunludur. Ama nasıl anlaşıyorlar? Bu telepati de aracı nedir? Daha ilginç bir olay ise, son çalışmalarda bazı özel ortamlarda elektromanyetik dalgaların, ışık hızından daha da hızlı gidebileceğinin anlaşılmasıdır. Eğer bu teorik düşünce, pratiğe uygulanabilirse fiziğin temel direği olan "İzafiyet Kanunu" büyük bir sarsıntı içinde demektir. Tabi tüm bunların ortamı esir maddesi ise, esirin ışık hızının da ötesinde bir gerçekliğe sahip olduğunu gösteren işaretler olmaktadır..
Esir Maddesi ve Bediüzzaman
Bilimin özellikle yeni fiziğin gittikçe madde ötesi unsurları gündemine sokmasıyla ve türlü türlü ince teknolojiyle bilinmeyenlerin sırları üzerinde yoğun çaba göstermesiyle, yakın gelecekte esirle ilgili daha açık bir anlayışa ulaşacağımızı söyleyebiliriz.
Bediüzzamanın dikkat çektiği gibi, ruha yakın bir yapıda ve vücudun en zayıf mertebesi olan esiri anlaşılır kılmak kolay bir mesele olmasa gerek. Esir; ışınlarla, manyetik ve nükleer kuvvetlerle bildiğimiz anlamda fizikî ve kimyevî herhangi bir etkileşime girmiyorsa, spektroskopik cihazların ölçüm alanının dışında kalıyorsa, müşahhas ve ayrıntılı neticelere ulaşılamayacaktır. Önümüzde evrenin hâlâ bilmediğimiz nice kanunları ve çözülmesi gereken sayısız sırrı, keşif bekliyor.
Âlemin sırlarını Kurân'ın ışığında keşfeden Bediüzzaman, esir ortamının sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun "nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle techiz" edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğu anlatır. Arş ile alan kavramı arasındaki vazife itibarıyla parelelliğe dikkat edelim lütfen. Su ve toprak da birer arş olarak yaratılmışlardır. Yani varlığın faaliyet alanı ve ortamı.. Elbetteki esir ortamındaki faaliyetler, su ve topraktakinden farklı olacaktır. Çünkü esir, Cenab-ı Hakk'ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye girmeyenlerin, ruhanî ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanı olmalıdır. Bediüzzamanın dikkat çektiği gibi hava unsurunun manevî cephesi olan esir, bir hüve olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar olmaktadır. Bu sebeple, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madde olarak esir, madde âlemini mânâ âlemlerine bağlayan, hem bu âleme hem de öbür âlemlere benzeyen, ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır
Hala esir konusunda bilimsel ve açık sonuçlara ulaşılmadığı halde, esir maddesi ile ilgili yaygın ve kadim inancın kaynağı ne olabilir? Kanaatıme göre bu inancın temelinde esirin vahiy kaynaklı bir gerçekliğe sahip olmasıdır. Bediüzzaman, Esir Maddesinin yaratılış silsilesinin ilk adımı teşkil ettiği üzerinde durur. Daha sonra esirden atom altı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını Kuranın ilgili ayetinin yorumu olarak ele alır: 'Arşı su üzerindeyken...' (Hud Suresi, 7) âyeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir. "(İşarat-ül İcaz). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nufuz kabiliyeti, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri ile esir maddesi olsa gerek. Öyleyse bizler ruh ve enerji bedenimizle hayat enerjisini oradan aldığımız esir deryası içinde yüzen ama deryadan haberi olmayan balık misâlindeyiz.
Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzüp gitmektedir. (Yâsin, 36/40) ayet-i kerimesi Güneş, Ay, Küre-yi arz ve milyarlarca gök cismi uzay boşluğunda, belli yörüngelerde yüzüp gittiklerini ifade ediyor. Yüzme boşlukta değil, bir madde içinde olur. Ayet-i kerimede boşluk denize benzetilerek evrenin boş olmadığı, dolayısıyla bu boşluğu dolduran maddeye işaret edilir. Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kurân Dili" adlı tefsirinde, Hud suresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar Arşın herşeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir" diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat çekmektedir..
Esirin anlaşılması ile ilgili bilim tarihi içindeki geçirdiği evreleri dikkate alırsak, onun zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçekliği ifade ettiğini fark edebiliriz. Bu yüzden İlahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması şüphesiz ki daha büyük önem taşımaktadır. Zira esir, dua hamd tesbih gibi ibadetlerden hasıl olan neticelerin yayılma ortamı, kulu Yaratanı ile buluşturan bir alan görevi ifa etmektedir. En uzağın en yakın hale geldiği, bir şeyin herşeyle münasebet kazandığı esir ortamı Yaratanın birliği ile beraber her şeyin her işi ile bizzat ilgilenmesinde bir aracı ve ortam (arş) görevi ile teçhiz edilmiş olmaktadır. Tüm evren katlarının ondan yapılandığı ve ondan hayat ve enerji aldığı esir ortamı kainata adeta ruh hükmündeki işlevi ile de C. Hakkın Kayyumiyetinin medarı olmaktadır. Esire yüklenen böylesine hayati roller ve görevler Bediüzzaman gibi Kuran yorumcularının neden esirden ziyadesiyle söz ettiğinin bir sırrına ve hakikatına ışık tutar zannederim.
Alemde sergilenen ilâhî lütûf, güzellik ve hayırlara karşı dua, tesbih, hamd ve ibadetle mukabele eden varlıkların her biri aynı zamanda İlâhî isimlerin güzelliklerini, kozmik sırları de sergileyen ve haykıran birer ilanname ve dellaldırlar. O dellalların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve onların kelimelerini her tarafa neşir ve arş-ı azamın canibine sevketmek için esir unsuru, emirber neferler küçücük diller ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergah-ı uluhiyete takdim etmek için o pek harika acib vaziyeti hava ve esire verilmiştir ki hava âleminin maddi cephesi atmosfere tekabül ederken manevi cephesi (ışınları elektromanyeik dalgaları ve hattâ duaları nakleden) esire karşılık geldiği kanaatındayız.
Tabi ki bu harika faaliyetlerde gerek esiri oluşturan tanecik(ler) ve gerekse hava tanecikleri basit bir sebepten öteye gidemezler. Bu icraatların sahibi kâinatı esir vasıtasıyla bir bütün haline yapıp en uzağı en yakın hale getiren, bununla evren çapında birliğini açıkca gösteren boyutların ve uzayların gerçek sahibi olan âlemlerin Rabbidir. Aksi takdirde esirin zerreden çok derecede daha küçük olan zerrelerine; herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücud bulan fiilleri, eserleri isnad etmek demek olacağından, böyle bir fikir esirin zerreleri adedince yanlıştır
Osman Çakmak (Prof. Dr.) [color=black]Asagidaki siteden Alintid ... e&aid=9420
--------------------------------------------------------------------------------
İnsanoğlu varolduğundan bu yana içinde yaşadığı evrenin kusursuz işleyişi ve harika düzeni karşısında meraklı gözlerle etrafını seyreder ve çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışır. Hele başını şöyle bir kaldırdığında, gündüzleri gökyüzünün o büyüleyici maviliği, geceleri karanlığı aydınlatan gökteki esrarengiz cisimlerin o güzelim duruşları karşısında kendinden geçer.. İlk insanlar gökyüzünü hayretle seyrederken düşünmeye başlamıştı. Gündüzleri gökyüzündeki maviliği, karanlık maviliğe hakim geldiğinde etrafı aydınlatan o şeyler de neyin nesiydi? Peki ya onlar nasıl oluyor da boşlukta tepemize düşmeden kalabiliyorlar? Yoksa yukarılarda boşluğu dolduran onları tutan bir şeyler mi vardı?
Tarih boyunca insanoğlu bilgisini sürekli artırdı ve arttırmaktır. Özellikle bilimsel yöntemin oluşturulmasında, ortaçağda İslam bilimcilerinin çalışmalarının büyük katkısı oldu. Oradaki gelişmelerin batıya aktarılmasıyla özellikle Galileo ve Newton'un tabiattaki harika ahengin belirli kanunlara formüllere dayandığının belirlenmesi ve bunlar üzerine yapılan yorumlar bilim tarihinin dönüm noktalarından birisi oldu. Bu arada bilimsel bilgiye giden yolun temel taşları belirlenmiş oldu. Bilim adamları deney ve gözlemler ışığında akıl yürütüyor ve evrenin sırlarını çözmeye başlıyordu..
Madde ve Esir
Evren sırları bir bir çözülüyor, ama kainatta madde ile boşluk arasında bulunması gereken bir özün eksikliği kendini belli ediyordu. Gerçekten de maddeler dünyası olarak bildiğimiz kainat içinde uzay boşluğunun tam bir boşluktan ibaret olabileceği pek akla yatkın bir düşünce değildi.
Genel çekim, elektrik ve manyetizma gibi kuvvetlerin bulunmasından sonra uzayın iki farklı noktasında bulunan iki cisim arasında cereyan eden etkileşimlerin nasıl taşındığı veya iletildiği sorusu gündemi sürekli meşgul etti. Genel çekim kanununu keşfeden Newton, arada hiçbir bağlantı olmadan boşluktaki iki uzak cismin birbirlerine kuvvet uygulayabileceği düşüncesinin aklî melekeleri sağlam hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söylüyordu. İki kütle arasındaki çekim muammasını çözümü hayatı boyunca uğraştığı temel problemlerden birisiydi Nevtonun. Bu maksatla tüm uzayı dolduran esir parçacıklarının rol oynadığı mekanik bir model kurmaya çalıştı. Ancak bu parçacıkların maddeyle nasıl etkileştiği ve nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlamak mümkün olmuyordu. Boş uzay boş olmayıp çekim kuvvetinin iletilebildiği, elektrik kuvvetleri taşınabildiği bir şey vardı. Bu şeyin ne olduğuna gelince, onun durgun, saydam, gaz halinde bir madde, yani her yere nufuz edebilen esir maddesiydi.
Mutlak referans çerçevesi dediği bir problem üzerinde kafa yormuştu Nevton. Eğer evrende tek hareketsiz madde olarak düşünülen esirin varlığı ispatlanabilseydi, bilimciler sonunda Newtonun aramış olduğu sabit referans çerçevesine kavuşacaklardı. Nasıl bir deneyle ispatlanabilirdi esir?
Michelson Morley Deneyi
Esirin varlığını belirlemek için deney macerasını Abraham Michelson üstlenmişti.. Michelson, deniz subaylığından ayrılmış genç bir fizikçiydi, fen dalında Nobel alan ilk Amerikalıydı o. 1880 yıllarında araştırmaya tek başına koyuldu. 1887de çalışmalarına bir kimya profesörü olan Edward Williams Morley de iştirak etti.
Görünmez hava içinde planörde bulunan bir pilot açık bir kabin içinde olsaydı, şüphesiz havayı yüzünde hissedecekti. Veya uçağa bir flama takılabilir, hava akımı dolayısıyla onun çırpınışı gözlenebilirdi. 19. uncu yüzyıl fizikçileri durgun esir içinde hareket eden dünyanın içinde hareket ettiği düşünülen esir akımını veya rüzgarını harekete geçirerek benzer bir etki oluşturduğuna inanıyorlardı.
İki bilim adamına göre uzayı dolduran esir hareketsizdi. Dünyamız evreni kaplayan esir içinde sanki su dolu bir kavanozdaki bir bilyeye benziyordu. Nasıl bilyemizi hareket ettirdiğimizde suda bir dalgalanma vuku buluyorsa, gök cisimlerinin hareketlerinden dolayı esirde dalgalanmalar vaki olacaktı. Bu dalgalanmalar yüzünden ışığın hızında değişmeler meydana gelecekti. Denizde giden bir su motorunda iken elimizi denize daldırdığımızda bir akıntı ve direnç hissederiz. Öyle de Güneş etrafındaki yörüngesinde ilerleyen dünyamız da hareketsiz esirde bir akıma sebep olacaktır. Bu akım ise dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı geciktirme şeklinde olacaktır.. Bu gecikmeyi belirleyebilirsek esirin varlığını da tecrübi olarak ispatlamış olacaktık.
Madem ki ışık dalgalarla hareket ediyordu, yapışık tek bir ışın bitiş çizgisine farklı fazlarda varacaklardı. Michelson, her ışık dalgasının frekansları arasındaki farkı ölçebilen ve kendi icadı olan bir aygıtı kullanarak ışık ışınlarının gidiş geliş zamanları arasındaki herhangi bir değişmeyi saptayabileceğini ummuştu.
Deney yapıldı. Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirilen deneyde ışık kaynağından çıkan ışınlar, 45 derecelik açıyla duran yarı gümüşlenmiş ayna tarafından ikiye ayrıldı Bu iki ışından biri dünyanın hareketi yönünde, diğeri bu doğrultuya dik bir yönde ilerledi. Dünyamız güneş etrafında ortalama 30 km/s hızla yol aldığı için dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı 299.970 km/s olarak ölçülmesi gerekiyordu. Sonuçta iki ışık ışınlarının hızları arasında çok az bile olsa bir fark görülmedi. Yani deney sonunda beklenenler gözlenmedi. Deney tekrarlanıyor, günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde tekrarlanıyordu. Sonuç değişmiyor, ışık hızında en ufak bir sapma gözlenemiyordu.
Deneyin sonucuna göre, eğer esir vardıysa, ya dünya hareket etmiyordu ya da esir dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu. Dünyanın hareketinden şüphe edilemeyeceğine göre, esirin, belirli bir gezegenin hareketini izlediğine inanmak da pek tatminkar görülmüyordu. Michelson Morley deneyi, bu sonuçlar yüzünden başarısızlığa uğrayan en meşhur deney olarak bilinir oldu. Michelson başarısızlığı kabul etmiyor, sadece bir yerde, her nasılsa , bir şeyin eksik kaldığını düşünüyordu. 1931de ölümüne değin iki yıl daha aynı konuda çalışmaya devam etti.
Michelson -Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete geçirdi. Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin hızlarıyla doğru orantılı bir şekilde boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler. Buna göre interferometre aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın aldığı yolun da kısalması gerekir. Bu kısalma hesaba katıldığında ise hızların birbirine eşit çıktığı görüldü. Böylece esir varolmamaktan kurtuluyordu bir bakıma. Ancak bunu deneysel olarak ortaya konma zorluğu vardı. Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının değişmesine izin vermiyor, sanki evren esirin belirlenmesini istemiyordu.
Bu son gelişmeler karşısında fizikçiler ihtilafa düştüler. Kimileri esirin varlığını savunurken kimileri de bu esir düşüncesinin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Ama fiziğin o günkü aldığı seviye ile esir hakkında doğruyu bulmak pek mümkün gözükmüyordu.
Gözden kaçan noktalar
H. C. Dudley, Science Digest de yayınlanan Esir: yeniden keşfedilen beşinci element başlıklı makalesinde Michelson-Micheal deneyinde göz ardı edilen noktaları şöyle dile getiriyor: Michelson, güneşin çevresindeki esir içinde hareket ederken dünyanın hızını ölçmekle ilgileniyordu. Dünyanın hareketinin karmaşıklığı düşünülerek, onun deney teşebbüsünün biraz safça olduğu görünüyor. Fakat o zamanlar sadece bir yönde hareket eden dünyanın, başka bir yönde hareket eden bir güneş sisteminin sadece bir parçası olduğunu ve güneş sisteminin de bir çok hareketli galaksinin parçası olduğunu kimse bilmiyordu. Dahası, interferometre deneyinde, esir rüzgarının kendi aygıtıyla aynı düzlem içinde hareket etmiyor olabileceği ihtimalini hesaba katmamışı. Esir, pekala devreden aygıta hemen hemen dik bir bir açısıyla hareket ediyor olabilirdi. Michelson Morley deneyi, 1900 öncesinin sınırlı klasik mekaniği esas alınarak gerçekleştirilmişti. Michelson önsezisinde haklıydı: çalışmalarında gözden kaçan bir çok nokta vardı. Örneğin bunlardan birisi dünyanın bir değil birkaç tane hareketi aynı anda yapıyor olmasıydı.
Michelsondan bu yana esir konusunun bazı kesimlerde tekrar rağbet gördüğü dikkatimizi çekiyor. Florida State Üniversitesi fizik profesörü lan (Nobel ödülü) Dirac yeni bir esir kavramı önerdi. Dirac, esirin her yanı kaplayan ve gelişigüzel hareket eden bir elektron denizi olduğunu ifade eder. 1959 da bir Fransız fizikçisi olan Victor de Broglie esirin leptonlardan (bir sınıf küçük kütleli, atomdan küçük parçacık) ve olası ki nötrinolardan (hemen hemen kütlesiz ve yüksüz leptonlar) oluştuğunu söylüyordu.
Karanlık Madde Kara Enerji
1965 lerden önceki astronomi anlayışı büyük ölçüde değişti ve ders kitapları yeniden yazıldı. 1925lerde evrenin sadece Samanyolu galaksisinden ibaret olduğu sanılıyordu. Michelson Morley deneyi dünyanın sadece Güneş etrafındaki hızı esas alınarak tek hareket yaptığı esas alınarak yapılmıştı. Halbuki teleskopların büyümesiyle anlaşıldı ki dünya bir değil birkaç hareketi aynı anda yapmaktadır. Yapılan incelemelere göre dünyanın hızının galaksimiz merkezine göre saatte 220 km dir. Bir önemli bir diğer keşif ise yıldızlar arası boşluğun yıldızların ve gezegenlerin içerdiği kütleden daha büyük kütleye sahip olduğunun belirlenmesidir. Kısaca, boş uzay gerçekte, birbirine bağlı manyetik ve elektriksel alanlarla doluydu. Yıldızların nükleer reaksiyonları ve özellikle süpernova patlamaları açığa çıkan yüksüz ve çok küçük olan nötrino fışkırmaları ile devamlı besleniyordu.
Evren, gerçekte evrende olmasi gereken maddenin yüzde onudur. Bu evren, yüzde
doksan, ne olduğunu bilmediğimiz, hakkında hiçbir fikrimizin bulunmadığı,
"Karanlik Madde"den oluşmaktadır Bu demektir ki uzay boş olmayıp, gözlenen maddenin 9 katı kadar ağırlıkta görünmeyen kütle ile dolu bulunmaktadır. Görünmediğinden ve doğrudan belirlenemediğinden karanlık ünvanı verilen kayıp kütle yada Karanlik Madde" nin ve kara enerji nin varlığını gerektiren bir çok gözlem bulunuyor. Evreni ivmeli olarak genişleten etkinin bu kara enerji olduğu bildiriliyor.
Açığa çıkarılan sırlar evrende hakim olan muazzam gücün varlığını daha belirgin hale getiriyor. Elbette sayısız gök cisimlerini düzen içerisinde ayakta tutan bir güç var. Elbette tanımlanabilen belli bir amaca yönelik böyle büyük bir gücün sahipsiz olduğunu iddia edecek kimse bulunmuyor. Tüm evrene hakim olan bu kuvvet beraberinde yıldızları ve galaksileri de bir düzen içinde tutuyor, dengeyi sağlamada aracı ve vasıta bir madde ve enerji olmalıdır. Adına ister kara enerji diyelim isterse esir enerjisi diyelim açık olan şu ki böyle olağanüstü bir kuvvetin kontrolü, herşeye hakim, sınırsız güce sahip Yüce bir Varlık sayesinde mümkün olabilir. Elbette ki, bu gücün sahibi dünyayı ve tüm evreni yaratan, gücü sonsuz ve her şeye içine alan Allahtan başkası olmayacaktır.
Gözardı Edilen Noktalar
Michelson -Morley deneyinde göz ardı edilen ve hatta aşıra kaçılan noktalar vardır ki onları da belirtmeden geçemeyeceğim. Bunu itiraf edenlerden birisi de Einsteindır. 1905 yılında yayınladığı Özel İzafiyet Teorisi ile ilgili makalesinden sonra, esire göre hareketin ölçülememesinin esirin var olmadığı üzerindeki yorumlarda aşırıya kaçıldığını belirtir Einstein. Hattâ 1920 yılında Leyden'de yaptığı bir konuşmasında, esiri kabul etmeden uzay - zamanın yapısının kavramanın mümkün olmayacağını, ışığın yayılması ve genel çekimin de esir olmadan düşünülemeyeceğine dikkat çekmişti. Einstein, Michelson Morley deneyinin ve Özel İzafiyet Teorisinin aslında esirin olmadığını değil, bize esirin hareketinin uzay zamanda izlenemeyeceğini, dolayısıyla esire göre hareketin tanımlanamayacağını ve esirin, referans sistemlerinin üstünde bir gerçekliğe sahip olduğunu belirtiyordu. Çünkü eğer uzay mutlak boşluksa o zaman uzay zaman nasıl eğilip bükülebilir genişleyip büzülebilirdi? Demek uzayın bu özelliklerini ortaya koyan Genel İzafiyet Teorisi, boş uzayın (vakum) yokluk olmayıp bir tür nesne olduğunun ispatıydı.
Esir konusundaki kafa karışıklığına dikkat çeken Nobel ödüllü 2004 Frank Wilzcek, Einstein'ın esiri fizikten silmek şöyle dursun bilakis esiri yüceltip fizikçilerin araştırma ve çalışmalarında çok mühim bir konuma yükselttiğinden söz eder. Bugünkü teorik fiziğin büyük bir kısmının, bilhassa Süpersicim Teorisi'nin, adı konmamış bir şekilde esirin mahiyetinin ve özelliklerinin incelenmesi olduğu söylenebilir. Eğer öyleyse kadim anlayışa göre beşinci element olan esir maddesi, diğer elementlerin de anası ve atası ve varlığın asli unsuru olarak yakın gelecekte kendinden en çok bahsedilen kozmoz maddesi ve gerçeği konumuna çıkabilir.
Esiri Maddesel Dünyada Arayanları Yanılgısı
Esir maddesinin bir sır olarak kalmasının nedeni neydi? Neden esir konusu temizlik yaparken halının altına atılan toz gibi bir kenarda bırakılmak istendi?
Amerikalı kuantum fizikçisi Arthur Zajonc"Işık ve Şuurun Ortak Tarihi" adlı kitabında yer alan ifadeleri bir kısım çevrelerce esire karşı sürdürülen mücadelenin iç yüzünü ortaya koymaktadır aslında: "Maddesel bir esir yoktur. Bu kavram materyalist düşüncenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır." Zojoncun şu ifadeleri de ilginç: "Eğer ışığın bir dalga olduğunu söylersek, bir soru akla geliyor : Bu salınımı sağlayan etken nedir ? Örneğin su dalgalar ve ses dalgaları salınımlar sonucu oluşur. Ses ve su dalgaları hava ile iletilir. Peki ışık dalgalarının taşınmasını sağlayan ortam şey nedir ? Bana göre bu sorunun cevabı olan ortam, maddesel bir tabiatın içinde değildir.
Neden bazı ortamlarda ışık-dalgası, ışık-parçacıkları gibi davranıyor. Bu soru hâlen çözümlenememiştir. Işık dalgaları çift yarık deneyinde, birer ışık- dalgaları olarak davranacaklarını nasıl biliyorlar? Fötonların birbirleri ile nasıl iletişim kurdukları ayrı bir muamma olmaya devam ediyor. Birbirine zıt doğrultuda iki ışık kaynağını ele alalım. Bunların birisinden çıkan bir fotonun hareketi, öteki ışık kaynağından çıkan fotonun hareketini etkiler. Fotonlar ışık ile hareket ettiklerine göre birbirleri arasındaki iletişimin hızı, ışık hızından büyük olması zorunludur. Ama nasıl anlaşıyorlar? Bu telepati de aracı nedir? Daha ilginç bir olay ise, son çalışmalarda bazı özel ortamlarda elektromanyetik dalgaların, ışık hızından daha da hızlı gidebileceğinin anlaşılmasıdır. Eğer bu teorik düşünce, pratiğe uygulanabilirse fiziğin temel direği olan "İzafiyet Kanunu" büyük bir sarsıntı içinde demektir. Tabi tüm bunların ortamı esir maddesi ise, esirin ışık hızının da ötesinde bir gerçekliğe sahip olduğunu gösteren işaretler olmaktadır..
Esir Maddesi ve Bediüzzaman
Bilimin özellikle yeni fiziğin gittikçe madde ötesi unsurları gündemine sokmasıyla ve türlü türlü ince teknolojiyle bilinmeyenlerin sırları üzerinde yoğun çaba göstermesiyle, yakın gelecekte esirle ilgili daha açık bir anlayışa ulaşacağımızı söyleyebiliriz.
Bediüzzamanın dikkat çektiği gibi, ruha yakın bir yapıda ve vücudun en zayıf mertebesi olan esiri anlaşılır kılmak kolay bir mesele olmasa gerek. Esir; ışınlarla, manyetik ve nükleer kuvvetlerle bildiğimiz anlamda fizikî ve kimyevî herhangi bir etkileşime girmiyorsa, spektroskopik cihazların ölçüm alanının dışında kalıyorsa, müşahhas ve ayrıntılı neticelere ulaşılamayacaktır. Önümüzde evrenin hâlâ bilmediğimiz nice kanunları ve çözülmesi gereken sayısız sırrı, keşif bekliyor.
Âlemin sırlarını Kurân'ın ışığında keşfeden Bediüzzaman, esir ortamının sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun "nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle techiz" edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğu anlatır. Arş ile alan kavramı arasındaki vazife itibarıyla parelelliğe dikkat edelim lütfen. Su ve toprak da birer arş olarak yaratılmışlardır. Yani varlığın faaliyet alanı ve ortamı.. Elbetteki esir ortamındaki faaliyetler, su ve topraktakinden farklı olacaktır. Çünkü esir, Cenab-ı Hakk'ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye girmeyenlerin, ruhanî ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanı olmalıdır. Bediüzzamanın dikkat çektiği gibi hava unsurunun manevî cephesi olan esir, bir hüve olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar olmaktadır. Bu sebeple, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madde olarak esir, madde âlemini mânâ âlemlerine bağlayan, hem bu âleme hem de öbür âlemlere benzeyen, ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır
Hala esir konusunda bilimsel ve açık sonuçlara ulaşılmadığı halde, esir maddesi ile ilgili yaygın ve kadim inancın kaynağı ne olabilir? Kanaatıme göre bu inancın temelinde esirin vahiy kaynaklı bir gerçekliğe sahip olmasıdır. Bediüzzaman, Esir Maddesinin yaratılış silsilesinin ilk adımı teşkil ettiği üzerinde durur. Daha sonra esirden atom altı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını Kuranın ilgili ayetinin yorumu olarak ele alır: 'Arşı su üzerindeyken...' (Hud Suresi, 7) âyeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir. "(İşarat-ül İcaz). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nufuz kabiliyeti, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri ile esir maddesi olsa gerek. Öyleyse bizler ruh ve enerji bedenimizle hayat enerjisini oradan aldığımız esir deryası içinde yüzen ama deryadan haberi olmayan balık misâlindeyiz.
Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzüp gitmektedir. (Yâsin, 36/40) ayet-i kerimesi Güneş, Ay, Küre-yi arz ve milyarlarca gök cismi uzay boşluğunda, belli yörüngelerde yüzüp gittiklerini ifade ediyor. Yüzme boşlukta değil, bir madde içinde olur. Ayet-i kerimede boşluk denize benzetilerek evrenin boş olmadığı, dolayısıyla bu boşluğu dolduran maddeye işaret edilir. Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kurân Dili" adlı tefsirinde, Hud suresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar Arşın herşeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir" diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat çekmektedir..
Esirin anlaşılması ile ilgili bilim tarihi içindeki geçirdiği evreleri dikkate alırsak, onun zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçekliği ifade ettiğini fark edebiliriz. Bu yüzden İlahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması şüphesiz ki daha büyük önem taşımaktadır. Zira esir, dua hamd tesbih gibi ibadetlerden hasıl olan neticelerin yayılma ortamı, kulu Yaratanı ile buluşturan bir alan görevi ifa etmektedir. En uzağın en yakın hale geldiği, bir şeyin herşeyle münasebet kazandığı esir ortamı Yaratanın birliği ile beraber her şeyin her işi ile bizzat ilgilenmesinde bir aracı ve ortam (arş) görevi ile teçhiz edilmiş olmaktadır. Tüm evren katlarının ondan yapılandığı ve ondan hayat ve enerji aldığı esir ortamı kainata adeta ruh hükmündeki işlevi ile de C. Hakkın Kayyumiyetinin medarı olmaktadır. Esire yüklenen böylesine hayati roller ve görevler Bediüzzaman gibi Kuran yorumcularının neden esirden ziyadesiyle söz ettiğinin bir sırrına ve hakikatına ışık tutar zannederim.
Alemde sergilenen ilâhî lütûf, güzellik ve hayırlara karşı dua, tesbih, hamd ve ibadetle mukabele eden varlıkların her biri aynı zamanda İlâhî isimlerin güzelliklerini, kozmik sırları de sergileyen ve haykıran birer ilanname ve dellaldırlar. O dellalların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve onların kelimelerini her tarafa neşir ve arş-ı azamın canibine sevketmek için esir unsuru, emirber neferler küçücük diller ve kulaklar gibi o güzel kelimeleri dergah-ı uluhiyete takdim etmek için o pek harika acib vaziyeti hava ve esire verilmiştir ki hava âleminin maddi cephesi atmosfere tekabül ederken manevi cephesi (ışınları elektromanyeik dalgaları ve hattâ duaları nakleden) esire karşılık geldiği kanaatındayız.
Tabi ki bu harika faaliyetlerde gerek esiri oluşturan tanecik(ler) ve gerekse hava tanecikleri basit bir sebepten öteye gidemezler. Bu icraatların sahibi kâinatı esir vasıtasıyla bir bütün haline yapıp en uzağı en yakın hale getiren, bununla evren çapında birliğini açıkca gösteren boyutların ve uzayların gerçek sahibi olan âlemlerin Rabbidir. Aksi takdirde esirin zerreden çok derecede daha küçük olan zerrelerine; herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücud bulan fiilleri, eserleri isnad etmek demek olacağından, böyle bir fikir esirin zerreleri adedince yanlıştır
Osman Çakmak (Prof. Dr.) [color=black]Asagidaki siteden Alintid ... e&aid=9420
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Sevgili Allah'ın kulu kardeşim...
Dün Barbaros kardeşimle sohbet ederken aklımızda böyle bir şey yoktu...
sohbetin sonunda baktık güzel şeyler var... hiç olmazsa kaybolmasın dedik...
İnşallah nasip olursa yine yayınlarız Allah'ın izniyle...
Sohbetlerimiz daim olsun Hep BİR-likte inş.
Selam ve dualarla
Dün Barbaros kardeşimle sohbet ederken aklımızda böyle bir şey yoktu...
sohbetin sonunda baktık güzel şeyler var... hiç olmazsa kaybolmasın dedik...
İnşallah nasip olursa yine yayınlarız Allah'ın izniyle...
Sohbetlerimiz daim olsun Hep BİR-likte inş.
Selam ve dualarla
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9090
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
ESİNTİ...
Âşık beri, akıl geri
Sattı aşk aldı serseri
Kırıldı çile çenberi
İhvânim esrâr alıyor...
İnci yolun kim kesecek
Deniz yok rüzgâr esecek
Av avcıya iş kesecek
Sedef deryaya dalıyor...
Halka hak avazın âşık
Evvel-âhir nazın âşık
Zâhir-bâtın sazın âşık
Tenha tellerde çalıyor...
Bırak lafı, sohbete bak
Zevk eyle ki söksün şafak
Sükûn- Sükût-huşû bulmak
Geriye huzur kalıyor...
Âşığa aşk var kurada
Meyleden erer murada
Yan gelip yatan burada
Orada avcunu yalıyor...
Atın Yâr yolun sürmüyor
Ağyâr defterin dürmüyor
Gönül taşların görmüyor
Eleğinde un eliyor...
Arındır ağyârdan özü
Görsün Yâri gönül gözü
İyi dinle âşık sözü
Kulağa küpe deliyor...
Şaşkın insan coşamıyor
Doluyor da taşamıyor
Aşk Sıratın aşamıyor
Gidiyor, geri geliyor...
Bilmeyen belki sarhoştur
HAKK bilenin hâli hoştur
Bilmeyenin sözü boştur
Bilenler dolu biliyor...
Duran deniz, akan dere
Bezm-i Elestten Mahşere
Oturmuş Seyr-i Sehere
Göz yaşı günah siliyor...
Dışı sebeb, içi işi
Gösterir gidiş-gelişi
Niyeti: Er-Hatun kişi
Kendi namazın kılıyor...
Gübreden güller çıkıyor
Kokusunu kim yıkıyor?
Kin çıkarıp, kim tıkıyor?
Zehir-zıkkım, bal oluyor...
Damla cevlân coş oluyor
Kanatlanıp hoş oluyor
Yağan yamur boş oluyor
Bulut rahmetle doluyor...
Aşk sınırın aşan deniz
Dört bir yana koşan deniz
Dalga dalga coşan deniz
Bilmem rüzgâra noluyor...
Giden insan - gelen insan
Birleştiren bölen insan
Doğan insan ölen insan
Doğup yaşayıp ölüyor...
Kendin bilmez, bağın yolmaz
Dibi delik olan dolmaz
Aramayan, âşık olmaz
Arayan, bir gün buluyor...
Yoğu tevhid, varı tevhid
Zehire bal, arı tevhid
İnkârı - ikrarı tevhid
Ucu ucuna uluyor...
Her baharda gülmez gülşen
Gül bağa bülbül gelmeden
Aşk dağının gülü neden?
Âşık olana gülüüyor...
Leylâ yayla, Mecnun çölü
Derd dikeni, derman gülü
İlk baharın Aşk Bülbülü
İhvânim güzün tülüyor...
19.10.1988 22:54
Esrâr : (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
Tülüyor : Geç de olsa yıllık tüylerin döküyor.
Âşık beri, akıl geri
Sattı aşk aldı serseri
Kırıldı çile çenberi
İhvânim esrâr alıyor...
İnci yolun kim kesecek
Deniz yok rüzgâr esecek
Av avcıya iş kesecek
Sedef deryaya dalıyor...
Halka hak avazın âşık
Evvel-âhir nazın âşık
Zâhir-bâtın sazın âşık
Tenha tellerde çalıyor...
Bırak lafı, sohbete bak
Zevk eyle ki söksün şafak
Sükûn- Sükût-huşû bulmak
Geriye huzur kalıyor...
Âşığa aşk var kurada
Meyleden erer murada
Yan gelip yatan burada
Orada avcunu yalıyor...
Atın Yâr yolun sürmüyor
Ağyâr defterin dürmüyor
Gönül taşların görmüyor
Eleğinde un eliyor...
Arındır ağyârdan özü
Görsün Yâri gönül gözü
İyi dinle âşık sözü
Kulağa küpe deliyor...
Şaşkın insan coşamıyor
Doluyor da taşamıyor
Aşk Sıratın aşamıyor
Gidiyor, geri geliyor...
Bilmeyen belki sarhoştur
HAKK bilenin hâli hoştur
Bilmeyenin sözü boştur
Bilenler dolu biliyor...
Duran deniz, akan dere
Bezm-i Elestten Mahşere
Oturmuş Seyr-i Sehere
Göz yaşı günah siliyor...
Dışı sebeb, içi işi
Gösterir gidiş-gelişi
Niyeti: Er-Hatun kişi
Kendi namazın kılıyor...
Gübreden güller çıkıyor
Kokusunu kim yıkıyor?
Kin çıkarıp, kim tıkıyor?
Zehir-zıkkım, bal oluyor...
Damla cevlân coş oluyor
Kanatlanıp hoş oluyor
Yağan yamur boş oluyor
Bulut rahmetle doluyor...
Aşk sınırın aşan deniz
Dört bir yana koşan deniz
Dalga dalga coşan deniz
Bilmem rüzgâra noluyor...
Giden insan - gelen insan
Birleştiren bölen insan
Doğan insan ölen insan
Doğup yaşayıp ölüyor...
Kendin bilmez, bağın yolmaz
Dibi delik olan dolmaz
Aramayan, âşık olmaz
Arayan, bir gün buluyor...
Yoğu tevhid, varı tevhid
Zehire bal, arı tevhid
İnkârı - ikrarı tevhid
Ucu ucuna uluyor...
Her baharda gülmez gülşen
Gül bağa bülbül gelmeden
Aşk dağının gülü neden?
Âşık olana gülüüyor...
Leylâ yayla, Mecnun çölü
Derd dikeni, derman gülü
İlk baharın Aşk Bülbülü
İhvânim güzün tülüyor...
19.10.1988 22:54
Esrâr : (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
Tülüyor : Geç de olsa yıllık tüylerin döküyor.
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Barbaros kardeşim, kıble meselesi ile ilgili aklıma geldi... bir ayet ekleyeyim istedim;
Bakara Suresi-115:
"Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir."
...
BİR Çınarın altında...
BİR Çınarın altında,
Gece olur gündüz olur.
Bir çınarın altında,
Nurdan-kara bir yüz olur.
Zenci Şaban derler adına,
Ermiştir O muradına.
Ayakları inadına,
Kıbleye karşı düz olur.
Gafiller der soranlara.
Kıble sabittir onlara.
Oysa Hakkı bulanlara,
Yüreğindeki söz olur.
Halim KÖK
19.01.2008
Bakara Suresi-115:
"Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir."
...
BİR Çınarın altında...
BİR Çınarın altında,
Gece olur gündüz olur.
Bir çınarın altında,
Nurdan-kara bir yüz olur.
Zenci Şaban derler adına,
Ermiştir O muradına.
Ayakları inadına,
Kıbleye karşı düz olur.
Gafiller der soranlara.
Kıble sabittir onlara.
Oysa Hakkı bulanlara,
Yüreğindeki söz olur.
Halim KÖK
19.01.2008
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Halim ...B_err
Halim: Mavi
...B_err : Kırmızı
selamünaleyküm... B_err
nasılsın iyi misin
A.s.
sağol sen nasılsın dostum
eyvallah... iyiyiz hamdolsun...
yazılarını okudum dün... o yazan kişi bizim ...deki hanım değil mi
evet
üslubundan belli
eski bir maili aktardım
üslub kaçmaz erbabından
he ya... erbabları öyle söyler
ne hallerdesin... neler yaşıyorsun
daha sakin, daha durgun..
yok bişey valla
sen müthiş döktürüyon
ondan dedim işte daha sakin daha durgun
okudum şiirlerini de
kitap yazsan bence daha iyi
yazıyoruz ya işte... illa ciltli olması gerekmez değil mi
bana birilerinin cesaret vermesi şart
sen gibi
kimse kimseye kendinde olmayan bir şeyi veremez ki
sen ihtiyacını biliyorsun da aynı bilmeyi niye başka alana aktarmıyorsun
nasıl yani anlayamadım
cesaret lazım diye biliyorsun
bunu bilen yapacağı işi biliyordur ki ne gerekir bilsin
yapacağı işi bilirken niye cesaret gereksin
gerekir gerekir
bana illaki..
sen kendinle kendinde olan arasında gidip gelirsin...
yapacağın iş kendinde olanda... sen kendinde kalıyorsan oraya varmaya cesaret istersin belki
ama canım orası da senden uzakta değil ki
yabancı değil
çok derinsin bugün .. anlamakta zorluk çektim valla
eeee bu işler böyle... ben bir zaman sana demiştim "çok derinsin" diye
çok yüzeysel kaldım harbiden
insan kınadığını yaşamadan ölmezmiş
kendimi çok beşer hissettirdin:)
demek ki ben kendim çağırdım
kınamadım asla..
aşkolsun
ben kınadım
bana aşk olsun
senden derin olmadım hiçbir zaman
seni kınadım kendim derinleştim
derin dediğin ne ki
hepsi bir gölge ki
hep aynı bölge ki
senden ayrı olan mı var
bir insan hep aynı derinlikte nasıl kalır
kalmasa o şiirler nasıl yazılır
o şiirler arada bir dalınca yazılıyor
bir de düşünmüyorum çok fazla
hemen geliyor
sen hep aynı yere dalıyon.
benden değil sanırım
..
ama sana şunu derim ki
neye imrenirsen o sensin
bugün değilse bile yarın
çok güzel söyledin
sen genede ilham ve cesaret kaynağım ol..
hep ol..
olmak istediğim gibi olursam elbette...
ama sana hep olduğum gibi görünürsem zaten sorun yok
fakat sana olduğum gibi görünürken
ben kendimin göründüğüm gibi olmadığını düşünürken ne etmeli
dedin ya derinsin
anladım
iyice derinleşeyim dedim
bak anladın
demek ki sen de derinsin
çok normal ama böyle düşünmen
doğru herhalde
çünkü ben de kime sen şöylesin desem o da bana aynı şeyi söylüyor
insan kendini ancak başkasının aynasından görebiliyor
benim düşündüğüm gibi "yok ben hiç bir şey değilim" diyor
biliyor musun şiir yazmaktan normal konuşmayı unuttum nerdeyse...
normal konuşurken bile bazen şiir yazar oldum
bulaşıcı falan galiba
dışardan nasıl algılandığını bilmezsen kendini hiç tanıyamazsın
ben dışarıdan senin nasıl algıladığını bildikten sonra kendimi tanımak için can attım
kendimi sevdirdin bana
çünkü kendimle olanı farkettim
hayııır
onu sen yaptın
çünkü senin gördüğün ben değildim
sayende kendimi keşfettim
ve sen bunu çok iyi yapıyorsun
kime el atsan cevherini çıkarırsın
çok isterim öyle olayım
yav yapma şimdi bunu.. benim gördüğüm elbetteki sensin
az birazda kendimim o ayrı..
he işte ben de onu diyorum
ben biraz benim biraz sen
beni kendinde bulursun istersen
gel bak bana ne görürsün
kendinden başka ne var ki bir görsen
bak gene şiir oldu
demek ki var olan tek sen
sana bundan sonra aşık halim dememe izin ver
allah layık eylesin ve hazmını versin
ama sen bana halim de
halim de yeterince sevgi var... aşk var ...
EL HALÎM
ayrıca aşık demeye ne gerek var
var elbet
aşkın kendisine aşık denir mi
Allah aşığı
her yiğitte bulunmaz aşk
bunları bana düşündüren yazdıran sensin bak şu anda...
aşk bazen aşık olur bazen maşuk
bir de diyorsun ki
ayna
işte aynadan yansıyanlar
ayna ayna
gerçi sen sevmezsin aynaydı maynaydı
biliyor musun bazen düşünürken diyorum ki
bu düşünce nerden geliyor
niye bir şey başka bir şeyi düşündürüyor
ve düşündükçe bir şey bulacağımı nerden biliyorum
anla ki hiçbirşey elimizde değil
bu güven nerden
ben de ona bağlayacaktım
Allah'tan
hiç bir şey elimizde değilse
herşey Allahtan'sa
kulunun eksiklenmesini nasıl yorumlamak lazım
herşeyin Allahtan olduğunu bile bile eksiklenmek
nasıl bildiğine uygun davranmak olur ki
bildiğini yalanlamak olur
yalanladığın Allah olur
o zaman bunun karşılığı eksiklenirsin
çünkü her işin amelin karşılığı vardır
bunu iyi düşünmek gerek
asıl mesele razı olabilmekte
eksiklenmek terimini ilk defa duydum
ne halde olursa olsun
tam anlamlandıramıyorum şu anda..
eksiklenmek şu;
ben niye böyleyim... niye ben şunu bilmiyorum veya niye benim şuyum yok... falan aklına ne gelirse
insanın kendinden memnun olmadığı her hal ve düşünce
yani bu öyle bir şey ki benim kafamda
şöyle söyleyim
tutsa Allah beni ebu cehil yapsa
allah korusun
ebu cehil olarak dahi bilsem ki bu Allahtandır
ben gene aynı ben olurum
ne şartta olduğumun önemi yoktur
bazı şeyleri yazarak izah etmek zor
karmakarışık düşünceler yazmak yetmiyor
haklısın
ama ebu cehil olsan inan bunları biliyor olmazdın
işte asıl mesele o
demek ki farklı yapan tek şey
olanın kimden olduğuna dair inanç
karun dedi ya
bu hazine bana kendimdeki bir bilgi sayesinde verildi
işte yanıldı
kendindeki bir bilgi yoktu
nerden girdim buna
şiirlerden
sansam ki şimdi bu şiirleri ben yazıyorum
ve sen sansan ki sen beşer boyutta kaldın
DOĞRU
hazine onlarda
sen beşer boyutta kalışının (senin deyiminle) allahtan olduğunu bilirsen
ben de bu şiirlerin allahtan olduğunu bilirsem
senin o halinle benim bu halim eşit olur
eksiklenme olamaz
evet anladım
hah şükür
şimdi anladım
eksiklenmeyi
çünkü bir an ben bile ucunu kaçırdım dedim
rıza dedin sonra
evet rıza varsa herşey yolunda zaten
evet
memnuniyet hali
eyvallah hali
varsın halim şiir yazsın
o da biliyor ki yazan kendisi değil
varsın sen beşer boyutta kal
o boyuta giren de değil çıkan da değilsin
o da başkası
ne farkımız var ki
fark karşındakini fark etmemekten dolayı
kendin yarattığın bir farktır
senin ise yaratma gücün olmadığı için gerçekte fark olmasa bile sen kendi yalanına kanarsın
senin için var olur
hani mevlana diyor ya
tüm istekler ve korkular sona ermeden
yani bu öyle işte
evet
bir kere şu var
çünkü hiç kimse ne ilerleyebiliyor
ne de gerileyen var
herşeyde seyrettiğimiz aynı şey
başına her ne gelirse gelsin bunun yaratandan sana bir armağan olduğunu seni sevdiğini ve seni her daim kolladığını hissetmek
ve buna hayran olmak
buna şükürü becerememek
şükür dediğin şey duyduğun o hayranlıktan başka bir şey değil ki
allahın nimetini görmektir şükür
görmesen hayran olmazsın
aslında
kelimelerin zihnimizdeki anlamlarına takılı kalmışız
ve Allah bunu ne anlamda kullanıyor diye çok anlamak için çaba sarfetmiyoruz
geçen gün aklıma bir şey geldi
henüz tam bir sonuca varamadım ama
hani cehenneme girenlerden bahsederken
onların ... bir görsen
onların... dediğini duyarsın şeklinde ifadeler var
kuranda
biliyorsundur
evet
onların der
okuyan dışındakilerin gibi bir anlam çıkıyor
onların der ve hallerinden sözlerinden bahsederek
görürsün
duyarsın
duysan
görsen
vs. der
evet
şimdi benim aklıma şu geliyor
sen evet onları o hallerde görürsün bir azap içinde
ama herşey sana göründüğü gibi mi görünür herkese
yaşarken bile görüyoruz zaman zaman
eğer sen cennetliksen
onları azab çeker görürsün
yani görüntü sana öyle görünür
ama kişi cehennemlikse onun gördüğü
senin gördüğünle aynı olmaz
o belki de hallerinden menmun insanlar görür
cehennemlik olanın o ayeti okumayacağı muhakkak
okusada anlamayacak
okusa da okumasa da
allah hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez
arabi de buna ilişkin der ki
cehennemdekiler azaptan haz duyacaklardır
çünkü allah herkese layık olduğunu verir
hmm
insan layık olduğu şeyden şikayet etmez
ilginç
duymamıştım bunu
azab kelimesinin köküne bak
cennet kelimesinin kök anlamına bak
cennet örtü demek
Allah ne buyurur
ben insanın sırrıyım insan da benim sırrım
Allah Ademi kendi suretine perde yapmıştır
perde örtü
bir de şu
kendini bilen rabbini bilir
kendini nasıl bilirsin
örtüden perdeden kurtulunca
kimki nefsini bildi rabbini bildi
ve cennetime girdi
kendim kalmıyor o zamanlarda
herkesin kendine örtüsü altındadır cennet
cennet cehennem tasası bitiyor
cennet biziz
herkesin cenneti kendinde örtülü olan
ey örtüye bürünen
şu konuşmaları kaydedebilirmiyim
elbette
örtüye bürünen kim
daha sonra üstünde düşünülecek kadar güzel
zahir de muhammed
batın da muhammed örtüsünde Allah
örtü beşeriyet
cennet örtü demek işte
örtünün bu yanında kalan görünenle yetinenler
bak hallerinden mutlu
örtünün bu yanında kalmayanlar ise
can atıyor örtü açılsın diye
kim ne tarafı arzularsa onunla mutlu olacaktır
dolayısıyla bizim cennetimiz ne ise
kafir in de cenneti kendindedir
o da bildiğinde gördüğünde mutlu olacaktır
kim ne için yaratılmışsa ona o kolaylaştırılmıştır
e cehenneme girmek sana kolay mı
hayat kolay mı
bunlar kolaysa ne arıyorsun bu konuşmalarda
ne arıyorsun ...b_err
valla bak şimdi bunu düşündüm
çünkü ne arıyorsan O sun
cehenneme girmek kolaymı
yada tercih edermiydim diye
sana o zordur
diğerlerine de cennete girmek zor
Allah öyle takdir ettiyse ..
Allah ın takdiri seninle işler
bana cevap vermek düşmez
yok öyle işte ayırdın kendini
sen özlemin kimden yana iraden kimden yana
...b_err
ne yana girersen gir mutlusun
senin girdiğin yer senin cennetin
anladım bakış açısı..
orda olmayan seni görürse o seni cehennemde sanır
allahla bir olmak cennet zaten
ya da sen cennette ol
cehennemden seni gören cehennemde sanır
bu benim yorumum doğrusunu allah bilir
çünkü kim neye baksa kendi içindekini görür
muhammed çirkinmiydi
güzel miydi
herkes kendi içini görür
hıı hatırladım o olayı
herşey öyle
allahın vaadinde değişiklik bulamazsın
bakana göre değişir
bazen öyle bazen böyle olmaz
geçen gün barbarosla konuşurken öyle güzel şeyler konuştuk ki
tuttuk sitede yayınladık
o kim?
ben de bu konuşmaya bakacağım
yayınlayabilir miyim
elbette
eyvallah
zaten bende fikir yok..
hepsi senden..
barbaros bizim muhammedi nur sitesinden
bir can dost
bak istersen o konuşmayı bir oku
sitedemi yazı
muhammedinur sitesinde
bakarım
bak derinsin dedin ne derinlere daldık
çok süper
daldığın yerde etrafını görüyorsan sen de ordasın
düşünen insan o kadar az ki
ben dahil..
düşündürten insan da az
ben dahil deme işte
ben küçük tekmelerle uğraşıyorum bu aralar
ben düşünüyorsam seninle düşündüm
ondan güzel şey mi var
zeynep berra nın tekmeleri..
Allahın HAYY sıfatına mazhar oluyorsun
Rahim
Settar
evet muhteşem bir şey
Mevlana der ya
kadın adeta yaratandır... yaratılan değil
çok muhteşem
eşim durup durup bana ne kadar şanslısın diyor
valla kadın kendi kıymetini bilse....
münir dermanda benzeri şeyler söyler
evet
çok derin bir konu belli
evet o cümleyi ben dermandan duydum
biz gıdım gıdım anlıyoruz
ama sanırım kadın üzerine çok araştırılması gereken şey var
düşünülmesi gereken
hocam der ki
kıymetini örtmeyi dilemiş rab
insanın dünyada dört sıratı vardır
hep hakir hor aşağı görülmüş
kadın... evlat... mal mülk... vs.
kadını geçemezsen
sıratı geçmeyi unut
veda hutbesinde SAV
Kadınlar size Allah'ın emanetidir
buyurur
evet
İblis Ademe secde etmemişti
Havva ya secde söz konusu değil
o cümleyi bazıları mal olarak algılıyor
niye havvaya secdeden bahsedilmiyor
adem topraktan ama havva değil
Şeytan diyor ki Allaha
beni aldatmana karşılık
şeytan ademle kanmıştır
havva da olanı biliyordu
burda kalsın
kendine iyi bak
sende
ben bir çay içeyim
oh oh
iç bakalım
sağolasın sohbet için...
ben çay bile içemiyorum
sen sağol
varol
ben de senin yaptıklarını yapamıyorum
bir şey diyor muyuz
ilahi ..
hep haklısın
eyvallah... Hep HAKK ı biliyorsun demek ki haklıyı bilirsin
s.a
a.s.
sağlıkla kal..
sen de... yeğenimiz de ...
...B_err : Kırmızı
selamünaleyküm... B_err
nasılsın iyi misin
A.s.
sağol sen nasılsın dostum
eyvallah... iyiyiz hamdolsun...
yazılarını okudum dün... o yazan kişi bizim ...deki hanım değil mi
evet
üslubundan belli
eski bir maili aktardım
üslub kaçmaz erbabından
he ya... erbabları öyle söyler
ne hallerdesin... neler yaşıyorsun
daha sakin, daha durgun..
yok bişey valla
sen müthiş döktürüyon
ondan dedim işte daha sakin daha durgun
okudum şiirlerini de
kitap yazsan bence daha iyi
yazıyoruz ya işte... illa ciltli olması gerekmez değil mi
bana birilerinin cesaret vermesi şart
sen gibi
kimse kimseye kendinde olmayan bir şeyi veremez ki
sen ihtiyacını biliyorsun da aynı bilmeyi niye başka alana aktarmıyorsun
nasıl yani anlayamadım
cesaret lazım diye biliyorsun
bunu bilen yapacağı işi biliyordur ki ne gerekir bilsin
yapacağı işi bilirken niye cesaret gereksin
gerekir gerekir
bana illaki..
sen kendinle kendinde olan arasında gidip gelirsin...
yapacağın iş kendinde olanda... sen kendinde kalıyorsan oraya varmaya cesaret istersin belki
ama canım orası da senden uzakta değil ki
yabancı değil
çok derinsin bugün .. anlamakta zorluk çektim valla
eeee bu işler böyle... ben bir zaman sana demiştim "çok derinsin" diye
çok yüzeysel kaldım harbiden
insan kınadığını yaşamadan ölmezmiş
kendimi çok beşer hissettirdin:)
demek ki ben kendim çağırdım
kınamadım asla..
aşkolsun
ben kınadım
bana aşk olsun
senden derin olmadım hiçbir zaman
seni kınadım kendim derinleştim
derin dediğin ne ki
hepsi bir gölge ki
hep aynı bölge ki
senden ayrı olan mı var
bir insan hep aynı derinlikte nasıl kalır
kalmasa o şiirler nasıl yazılır
o şiirler arada bir dalınca yazılıyor
bir de düşünmüyorum çok fazla
hemen geliyor
sen hep aynı yere dalıyon.
benden değil sanırım
..
ama sana şunu derim ki
neye imrenirsen o sensin
bugün değilse bile yarın
çok güzel söyledin
sen genede ilham ve cesaret kaynağım ol..
hep ol..
olmak istediğim gibi olursam elbette...
ama sana hep olduğum gibi görünürsem zaten sorun yok
fakat sana olduğum gibi görünürken
ben kendimin göründüğüm gibi olmadığını düşünürken ne etmeli
dedin ya derinsin
anladım
iyice derinleşeyim dedim
bak anladın
demek ki sen de derinsin
çok normal ama böyle düşünmen
doğru herhalde
çünkü ben de kime sen şöylesin desem o da bana aynı şeyi söylüyor
insan kendini ancak başkasının aynasından görebiliyor
benim düşündüğüm gibi "yok ben hiç bir şey değilim" diyor
biliyor musun şiir yazmaktan normal konuşmayı unuttum nerdeyse...
normal konuşurken bile bazen şiir yazar oldum
bulaşıcı falan galiba
dışardan nasıl algılandığını bilmezsen kendini hiç tanıyamazsın
ben dışarıdan senin nasıl algıladığını bildikten sonra kendimi tanımak için can attım
kendimi sevdirdin bana
çünkü kendimle olanı farkettim
hayııır
onu sen yaptın
çünkü senin gördüğün ben değildim
sayende kendimi keşfettim
ve sen bunu çok iyi yapıyorsun
kime el atsan cevherini çıkarırsın
çok isterim öyle olayım
yav yapma şimdi bunu.. benim gördüğüm elbetteki sensin
az birazda kendimim o ayrı..
he işte ben de onu diyorum
ben biraz benim biraz sen
beni kendinde bulursun istersen
gel bak bana ne görürsün
kendinden başka ne var ki bir görsen
bak gene şiir oldu
demek ki var olan tek sen
sana bundan sonra aşık halim dememe izin ver
allah layık eylesin ve hazmını versin
ama sen bana halim de
halim de yeterince sevgi var... aşk var ...
EL HALÎM
ayrıca aşık demeye ne gerek var
var elbet
aşkın kendisine aşık denir mi
Allah aşığı
her yiğitte bulunmaz aşk
bunları bana düşündüren yazdıran sensin bak şu anda...
aşk bazen aşık olur bazen maşuk
bir de diyorsun ki
ayna
işte aynadan yansıyanlar
ayna ayna
gerçi sen sevmezsin aynaydı maynaydı
biliyor musun bazen düşünürken diyorum ki
bu düşünce nerden geliyor
niye bir şey başka bir şeyi düşündürüyor
ve düşündükçe bir şey bulacağımı nerden biliyorum
anla ki hiçbirşey elimizde değil
bu güven nerden
ben de ona bağlayacaktım
Allah'tan
hiç bir şey elimizde değilse
herşey Allahtan'sa
kulunun eksiklenmesini nasıl yorumlamak lazım
herşeyin Allahtan olduğunu bile bile eksiklenmek
nasıl bildiğine uygun davranmak olur ki
bildiğini yalanlamak olur
yalanladığın Allah olur
o zaman bunun karşılığı eksiklenirsin
çünkü her işin amelin karşılığı vardır
bunu iyi düşünmek gerek
asıl mesele razı olabilmekte
eksiklenmek terimini ilk defa duydum
ne halde olursa olsun
tam anlamlandıramıyorum şu anda..
eksiklenmek şu;
ben niye böyleyim... niye ben şunu bilmiyorum veya niye benim şuyum yok... falan aklına ne gelirse
insanın kendinden memnun olmadığı her hal ve düşünce
yani bu öyle bir şey ki benim kafamda
şöyle söyleyim
tutsa Allah beni ebu cehil yapsa
allah korusun
ebu cehil olarak dahi bilsem ki bu Allahtandır
ben gene aynı ben olurum
ne şartta olduğumun önemi yoktur
bazı şeyleri yazarak izah etmek zor
karmakarışık düşünceler yazmak yetmiyor
haklısın
ama ebu cehil olsan inan bunları biliyor olmazdın
işte asıl mesele o
demek ki farklı yapan tek şey
olanın kimden olduğuna dair inanç
karun dedi ya
bu hazine bana kendimdeki bir bilgi sayesinde verildi
işte yanıldı
kendindeki bir bilgi yoktu
nerden girdim buna
şiirlerden
sansam ki şimdi bu şiirleri ben yazıyorum
ve sen sansan ki sen beşer boyutta kaldın
DOĞRU
hazine onlarda
sen beşer boyutta kalışının (senin deyiminle) allahtan olduğunu bilirsen
ben de bu şiirlerin allahtan olduğunu bilirsem
senin o halinle benim bu halim eşit olur
eksiklenme olamaz
evet anladım
hah şükür
şimdi anladım
eksiklenmeyi
çünkü bir an ben bile ucunu kaçırdım dedim
rıza dedin sonra
evet rıza varsa herşey yolunda zaten
evet
memnuniyet hali
eyvallah hali
varsın halim şiir yazsın
o da biliyor ki yazan kendisi değil
varsın sen beşer boyutta kal
o boyuta giren de değil çıkan da değilsin
o da başkası
ne farkımız var ki
fark karşındakini fark etmemekten dolayı
kendin yarattığın bir farktır
senin ise yaratma gücün olmadığı için gerçekte fark olmasa bile sen kendi yalanına kanarsın
senin için var olur
hani mevlana diyor ya
tüm istekler ve korkular sona ermeden
yani bu öyle işte
evet
bir kere şu var
çünkü hiç kimse ne ilerleyebiliyor
ne de gerileyen var
herşeyde seyrettiğimiz aynı şey
başına her ne gelirse gelsin bunun yaratandan sana bir armağan olduğunu seni sevdiğini ve seni her daim kolladığını hissetmek
ve buna hayran olmak
buna şükürü becerememek
şükür dediğin şey duyduğun o hayranlıktan başka bir şey değil ki
allahın nimetini görmektir şükür
görmesen hayran olmazsın
aslında
kelimelerin zihnimizdeki anlamlarına takılı kalmışız
ve Allah bunu ne anlamda kullanıyor diye çok anlamak için çaba sarfetmiyoruz
geçen gün aklıma bir şey geldi
henüz tam bir sonuca varamadım ama
hani cehenneme girenlerden bahsederken
onların ... bir görsen
onların... dediğini duyarsın şeklinde ifadeler var
kuranda
biliyorsundur
evet
onların der
okuyan dışındakilerin gibi bir anlam çıkıyor
onların der ve hallerinden sözlerinden bahsederek
görürsün
duyarsın
duysan
görsen
vs. der
evet
şimdi benim aklıma şu geliyor
sen evet onları o hallerde görürsün bir azap içinde
ama herşey sana göründüğü gibi mi görünür herkese
yaşarken bile görüyoruz zaman zaman
eğer sen cennetliksen
onları azab çeker görürsün
yani görüntü sana öyle görünür
ama kişi cehennemlikse onun gördüğü
senin gördüğünle aynı olmaz
o belki de hallerinden menmun insanlar görür
cehennemlik olanın o ayeti okumayacağı muhakkak
okusada anlamayacak
okusa da okumasa da
allah hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez
arabi de buna ilişkin der ki
cehennemdekiler azaptan haz duyacaklardır
çünkü allah herkese layık olduğunu verir
hmm
insan layık olduğu şeyden şikayet etmez
ilginç
duymamıştım bunu
azab kelimesinin köküne bak
cennet kelimesinin kök anlamına bak
cennet örtü demek
Allah ne buyurur
ben insanın sırrıyım insan da benim sırrım
Allah Ademi kendi suretine perde yapmıştır
perde örtü
bir de şu
kendini bilen rabbini bilir
kendini nasıl bilirsin
örtüden perdeden kurtulunca
kimki nefsini bildi rabbini bildi
ve cennetime girdi
kendim kalmıyor o zamanlarda
herkesin kendine örtüsü altındadır cennet
cennet cehennem tasası bitiyor
cennet biziz
herkesin cenneti kendinde örtülü olan
ey örtüye bürünen
şu konuşmaları kaydedebilirmiyim
elbette
örtüye bürünen kim
daha sonra üstünde düşünülecek kadar güzel
zahir de muhammed
batın da muhammed örtüsünde Allah
örtü beşeriyet
cennet örtü demek işte
örtünün bu yanında kalan görünenle yetinenler
bak hallerinden mutlu
örtünün bu yanında kalmayanlar ise
can atıyor örtü açılsın diye
kim ne tarafı arzularsa onunla mutlu olacaktır
dolayısıyla bizim cennetimiz ne ise
kafir in de cenneti kendindedir
o da bildiğinde gördüğünde mutlu olacaktır
kim ne için yaratılmışsa ona o kolaylaştırılmıştır
e cehenneme girmek sana kolay mı
hayat kolay mı
bunlar kolaysa ne arıyorsun bu konuşmalarda
ne arıyorsun ...b_err
valla bak şimdi bunu düşündüm
çünkü ne arıyorsan O sun
cehenneme girmek kolaymı
yada tercih edermiydim diye
sana o zordur
diğerlerine de cennete girmek zor
Allah öyle takdir ettiyse ..
Allah ın takdiri seninle işler
bana cevap vermek düşmez
yok öyle işte ayırdın kendini
sen özlemin kimden yana iraden kimden yana
...b_err
ne yana girersen gir mutlusun
senin girdiğin yer senin cennetin
anladım bakış açısı..
orda olmayan seni görürse o seni cehennemde sanır
allahla bir olmak cennet zaten
ya da sen cennette ol
cehennemden seni gören cehennemde sanır
bu benim yorumum doğrusunu allah bilir
çünkü kim neye baksa kendi içindekini görür
muhammed çirkinmiydi
güzel miydi
herkes kendi içini görür
hıı hatırladım o olayı
herşey öyle
allahın vaadinde değişiklik bulamazsın
bakana göre değişir
bazen öyle bazen böyle olmaz
geçen gün barbarosla konuşurken öyle güzel şeyler konuştuk ki
tuttuk sitede yayınladık
o kim?
ben de bu konuşmaya bakacağım
yayınlayabilir miyim
elbette
eyvallah
zaten bende fikir yok..
hepsi senden..
barbaros bizim muhammedi nur sitesinden
bir can dost
bak istersen o konuşmayı bir oku
sitedemi yazı
muhammedinur sitesinde
bakarım
bak derinsin dedin ne derinlere daldık
çok süper
daldığın yerde etrafını görüyorsan sen de ordasın
düşünen insan o kadar az ki
ben dahil..
düşündürten insan da az
ben dahil deme işte
ben küçük tekmelerle uğraşıyorum bu aralar
ben düşünüyorsam seninle düşündüm
ondan güzel şey mi var
zeynep berra nın tekmeleri..
Allahın HAYY sıfatına mazhar oluyorsun
Rahim
Settar
evet muhteşem bir şey
Mevlana der ya
kadın adeta yaratandır... yaratılan değil
çok muhteşem
eşim durup durup bana ne kadar şanslısın diyor
valla kadın kendi kıymetini bilse....
münir dermanda benzeri şeyler söyler
evet
çok derin bir konu belli
evet o cümleyi ben dermandan duydum
biz gıdım gıdım anlıyoruz
ama sanırım kadın üzerine çok araştırılması gereken şey var
düşünülmesi gereken
hocam der ki
kıymetini örtmeyi dilemiş rab
insanın dünyada dört sıratı vardır
hep hakir hor aşağı görülmüş
kadın... evlat... mal mülk... vs.
kadını geçemezsen
sıratı geçmeyi unut
veda hutbesinde SAV
Kadınlar size Allah'ın emanetidir
buyurur
evet
İblis Ademe secde etmemişti
Havva ya secde söz konusu değil
o cümleyi bazıları mal olarak algılıyor
niye havvaya secdeden bahsedilmiyor
adem topraktan ama havva değil
Şeytan diyor ki Allaha
beni aldatmana karşılık
şeytan ademle kanmıştır
havva da olanı biliyordu
burda kalsın
kendine iyi bak
sende
ben bir çay içeyim
oh oh
iç bakalım
sağolasın sohbet için...
ben çay bile içemiyorum
sen sağol
varol
ben de senin yaptıklarını yapamıyorum
bir şey diyor muyuz
ilahi ..
hep haklısın
eyvallah... Hep HAKK ı biliyorsun demek ki haklıyı bilirsin
s.a
a.s.
sağlıkla kal..
sen de... yeğenimiz de ...
En son halimkok tarafından 12 Şub 2011, 00:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Doğru dostum,
Cehennemde olan kişi cennettekinin halini kavrayamaz ve kendi halinden gayet memnundur. Latif hocam ne diyor: Ne sırlar var bunları sokağa döksen kimse bakmaz bile diye. Herşeyin kıymetini, bilen takdir eder.
Hasta insanlar vardır çöp toplarlar sokaktan, buldukları çöpü eve getirir evlerinin içini çöple doldururlar, dahilindeki kudret ve imkanını bu uğurda feda eder, çöplük çöplük gezer ne bulursa alır eve getirirler, ülkemizde ve değişik ülkelerde TV proğramlarında gösterirler bunu, belediye görevlileri bu kişilerin evine burunlarına özel maske takarak girerler. Bu insanlar hep binlerce torba topladığı kurtlanmış, böceklenmiş pisliğin içinde mutlu bir şekilde iskemlelerinde oturuyor bulunurlar kokuya alışmışlardır onlar için misk o dur.
Komşular kokudan rahatsız oldukları için belediyeye şikayet ederler, belediye bu sebepten sağlığa aykırı diye teftiş eder. Görevliler ihtar verirler bu evi temizle yoksa falanca güne kadar cezası var diye. İşte böyle bir proğramda görevliler bir yandan evi temizliyorlar, adamda küfrü basıyor görevlilere, bir yandan da yalvarıyor, "yapmayın etmeyin beni çöpümden ayırmayın" diye. Evi zorla temizledikten bir iki yıl sonra eve geliyorlar ev yine aynı konumda. Sonunda adamı huzur evine götürüyorlar, bir yandan da psikolojik tedavi veriyorlar. Yaşlı adamın odasına giderken ceplerini yokluyorlar, cebinden yemekhaneden topladığı ufak tefek bir sürü çöp çıkıyor.
Tuhaf, tuhaf ki ne tuhaf, milyarla insan bu hadiseyi TV'den seyreder sağda solda anlatır sonra "zavallı adam, hasta bu hasta, yahut delidir deli" der geçerler. Halbuki bu hadiseler insana açıkça bir gerçeği beyan edip durmaktadır. Esas bunu görüpte anlamayan insanlardır hasta. Bu gibi adamların hastalığı ve bu durumları, AHA bu göremeyenler anlasın diye tekerrür eder durur ama "gören göz" kimde.
Mevlana hazretlerinin mesnevide bir yerde şöyle bir hadiseden bahsettiğini hatırlar gibiyim, adamın biri yerde baygın yatmaktadır. İnsanlar etraftan gelip adamı ayıltmak için suratına gül suyu dökerler. Adam bir türlü ayılmaz sonra adama biri elinde pislikle gelir ve adamın burnuna bu pisliği tutar, koklayınca adam derhal ayılır. Pislik adam için gül suyu gibidir.
Bakın bu konuda Sultan Veled (K.S) Maarifin'de şöyle diyor:
"Ey Âdem oğlu! sen, şeytanın eğlencesi oldun ve bir gafil gibi, bu gaflet uykusuna daldın ve gaddar, hilekâr, buğday gösterip arpa satan, yüzüne pudra sürmüş, kara yüzlü, kendini sâf ve temiz gösteren ve seviştiğin acuze bir dünyadasın ve orada, cennetliklerin cennette oldukları gibi mutlu ve huzur içindesin. Gözlerini açtığın ve bu gaflet uykusundan uyandığın zaman, bizzat cehennemde olduğunu göreceksin."
Ya Halim, senin dediğin bu cehennemde mutlu oluş, bu uyanışın öncesine dair bir konu, Fütuhat'ta İbn Arabi cehennemdekilere uyku verilir diyor bu sebepten yanarken acıyı hissetmezler. Can kardeşim birde perdenin kalkışı bu uykudan uyanış var. O zaman, Allah korusun, iş değişiyor işte. Ne diyeyim bize uyanmak gerek.
Selam ve sevgiler
Gariban
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
Öğlen namazından sonra gittim, bu çöp biriktiren adama niye çöpleri biriktiriyorsun evine diye sordum, bana hal diliyle söyle söyledi:
Beni ve evimi kokuyor görüyorsunuz. Benim bu zahiri pisliğimi görüp kendi pis kokunuzu duymuyorsunuz. Çoğunuz her gün gönül evlerinize ellerinizde torbalarla cimrilik, bağnazlık, küfür, nimet-i küfran, ucb, sarhoşluk, riya, oburluk, zina, ashabiye, yalan, kibir ve haset gibi bin bir çeşit pislik ile gelip bunları kalplerinizde biriktiriyor ve bunlar size bu benim zahiri çöplerimden daha yakin olduğu halde kendi içinizde olduğu halde bu pis kokuya tahammül ediyor, bu kokulardan rahatsız olmuyor memnuniyet içerisinde yaşam sürdürüyorsunuz.
Hatta bazılarınız var ki ellerini açarak dua edip böyle rezillik içinde olan kalp evlerine Subhan olan Allah'ı davet etme edepsizliğini dahi gösterebiliyorlar ve gelmedi diye de hayıflananlarınız var. Bu yetmemiş gibi bazılarınız yüreklerindeki bu pislikleri ve o berbat kokuları etraflarına , işlerine ve dünyanın her köşesine yayma çabası içinde bir de örgütlenmişler. Bâtınlarındaki pis kokuları fiillere dönüşmüş, tabiattan yer yüzünde yaşayan bütün canlılara ve masum insanlara kadar her canlı cansıza zarar vermekte.
Hem içinizi hem de dünyayı obur ve şehvetinizle bir çöp yığınına çevirmişsiniz. Bunların hiç birini görmüyorsunuz da benim gibi zavallı bir adamı kendi halinde zahirinde biriktirdiği çöplerden dolayı pis ve leş kokulu, deli bir adam olarak ilan ediyorsunuz. Aha bu topladığım çöpleri de sizler ürettiniz. Size iyilik olsun ve ders olsun diye bunları topladım, Allah beni sizin pisliğinizden bir parça sizi kurtarayım göründe aklınız başınıza gelsin diye bana bu hastalığı verdi, benim hiç değilse zahirim pis içim temiz, şimdi ben böyleyim diye deli mi oldum.
Hayır aklım çok başımda ESAS DELİ OLAN SİZLERSİNİZ SİZLER! Hadi beni kendi halime bırakın da işime devam edeyim gidin şimdi kendi evlerinizdeki pisliği temizleyin, ne zaman kendinizi temizlersiniz bu bendeki hastalıkta o zaman tedavi bulur. Sizler bunu fark etmedikçe benim gibi sizlere mesaj veren binlerce hastalık türeyecektir. Pislik içinde yetişen nice güller vardır. "
Evet dostlar Resûlullah (SAV) bir hadisinde diyor ki "abdest üstüne abdest nur üstüne nurdur." Cennette iki nurludur. Zahiri abdestiniz bir nur bâtınınızda ikincisi olsunda mekanınız CENNET olsun.
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
Beni ve evimi kokuyor görüyorsunuz. Benim bu zahiri pisliğimi görüp kendi pis kokunuzu duymuyorsunuz. Çoğunuz her gün gönül evlerinize ellerinizde torbalarla cimrilik, bağnazlık, küfür, nimet-i küfran, ucb, sarhoşluk, riya, oburluk, zina, ashabiye, yalan, kibir ve haset gibi bin bir çeşit pislik ile gelip bunları kalplerinizde biriktiriyor ve bunlar size bu benim zahiri çöplerimden daha yakin olduğu halde kendi içinizde olduğu halde bu pis kokuya tahammül ediyor, bu kokulardan rahatsız olmuyor memnuniyet içerisinde yaşam sürdürüyorsunuz.
Hatta bazılarınız var ki ellerini açarak dua edip böyle rezillik içinde olan kalp evlerine Subhan olan Allah'ı davet etme edepsizliğini dahi gösterebiliyorlar ve gelmedi diye de hayıflananlarınız var. Bu yetmemiş gibi bazılarınız yüreklerindeki bu pislikleri ve o berbat kokuları etraflarına , işlerine ve dünyanın her köşesine yayma çabası içinde bir de örgütlenmişler. Bâtınlarındaki pis kokuları fiillere dönüşmüş, tabiattan yer yüzünde yaşayan bütün canlılara ve masum insanlara kadar her canlı cansıza zarar vermekte.
Hem içinizi hem de dünyayı obur ve şehvetinizle bir çöp yığınına çevirmişsiniz. Bunların hiç birini görmüyorsunuz da benim gibi zavallı bir adamı kendi halinde zahirinde biriktirdiği çöplerden dolayı pis ve leş kokulu, deli bir adam olarak ilan ediyorsunuz. Aha bu topladığım çöpleri de sizler ürettiniz. Size iyilik olsun ve ders olsun diye bunları topladım, Allah beni sizin pisliğinizden bir parça sizi kurtarayım göründe aklınız başınıza gelsin diye bana bu hastalığı verdi, benim hiç değilse zahirim pis içim temiz, şimdi ben böyleyim diye deli mi oldum.
Hayır aklım çok başımda ESAS DELİ OLAN SİZLERSİNİZ SİZLER! Hadi beni kendi halime bırakın da işime devam edeyim gidin şimdi kendi evlerinizdeki pisliği temizleyin, ne zaman kendinizi temizlersiniz bu bendeki hastalıkta o zaman tedavi bulur. Sizler bunu fark etmedikçe benim gibi sizlere mesaj veren binlerce hastalık türeyecektir. Pislik içinde yetişen nice güller vardır. "
Evet dostlar Resûlullah (SAV) bir hadisinde diyor ki "abdest üstüne abdest nur üstüne nurdur." Cennette iki nurludur. Zahiri abdestiniz bir nur bâtınınızda ikincisi olsunda mekanınız CENNET olsun.
Selam sevgi ve muhabbetle
Gariban
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Sevgili Barbaros kardeşim,
Leş nasıl ki köpeğe, kurda bal şeker ise,
Nasıl ki pislik içinde yaşayan nice canlılar için o pislik bir hayat ve neşe kaynağı ise...
Nice örnekler verilebilir...
Her birimizin gözü önünde... tabi ki bakıp, görüp düşünenler için her türlü örnekler vardır.
Şu Görecelilik Teorisini keşfeden Einstein acaba düşünmüş müdür bir gün
bizim gibiler için tefekkür konusu olabileceğini acaba...
İşte O görecelilik yüzündendir ki bize leş olan başkasına bal şekerdir.
Ben bunu hem bu dünya hem de ahiret hayatı için böyledir diye düşünüyorum. Lâkin bu konuda bir şey söylediğimiz de yine aynı teoriden ötürü... bizim yanılgı ve yanlış içinde olduğumuzu söyleyenler de olacaktır bunu da biliyorum. O yüzden ben sadece kendi düşüncemin bu yönde olduğunu iletmekle kalmış olayım... çünkü delilimiz yoktur... hem benim hem de benim söylediğimin aksini iddia edenin...
Belki herkes kendine Kitabımızdan deliller bulur.
Ama O delil Ona onu anlatır bir başkasına bir başka şey.
SAV; Ya ilahi BİZ seni lâyıkıyla bilemedik buyuruyorsa başka türlü nasıl düşünmek icab eder ki.
O bile lâyıkıyla bilemediğini söylüyorsa... bizim hangi bildiğimizde ısrar etme şansımız kalır.
Bunları aktarmaktaki amacımız eğrisiyle doğrusuyla dost yüreklerle paylaştıklarımızı diğer dostlarımızla paylaşarak düşünmeye bir vesile olsun nedeniyledir biliyorsun sen de.
Ve inşallah daha buraya nice nice bu türlü karşılıklı arayış çablarımızın ürünü olan yazıları aktaracağız... Sorular oluşsun... itirazlar oluşsun... insanlar konuşsun... sorsun soruştursun... düşünsün
Senim kardeşimiz Kur'an'daki ayetleri derlemiş... DÜŞÜNMEYE ilişkin...
Allah O'ndan razı olsun... o da insanlara benzer şeyleri telkin etmektedir bizim gördüğümüz,
BİZ DE BUNU SÖYLÜYORUZ ; DÜŞÜNMEZ MİSİNİZ?
Leş nasıl ki köpeğe, kurda bal şeker ise,
Nasıl ki pislik içinde yaşayan nice canlılar için o pislik bir hayat ve neşe kaynağı ise...
Nice örnekler verilebilir...
Her birimizin gözü önünde... tabi ki bakıp, görüp düşünenler için her türlü örnekler vardır.
Şu Görecelilik Teorisini keşfeden Einstein acaba düşünmüş müdür bir gün
bizim gibiler için tefekkür konusu olabileceğini acaba...
İşte O görecelilik yüzündendir ki bize leş olan başkasına bal şekerdir.
Ben bunu hem bu dünya hem de ahiret hayatı için böyledir diye düşünüyorum. Lâkin bu konuda bir şey söylediğimiz de yine aynı teoriden ötürü... bizim yanılgı ve yanlış içinde olduğumuzu söyleyenler de olacaktır bunu da biliyorum. O yüzden ben sadece kendi düşüncemin bu yönde olduğunu iletmekle kalmış olayım... çünkü delilimiz yoktur... hem benim hem de benim söylediğimin aksini iddia edenin...
Belki herkes kendine Kitabımızdan deliller bulur.
Ama O delil Ona onu anlatır bir başkasına bir başka şey.
SAV; Ya ilahi BİZ seni lâyıkıyla bilemedik buyuruyorsa başka türlü nasıl düşünmek icab eder ki.
O bile lâyıkıyla bilemediğini söylüyorsa... bizim hangi bildiğimizde ısrar etme şansımız kalır.
Bunları aktarmaktaki amacımız eğrisiyle doğrusuyla dost yüreklerle paylaştıklarımızı diğer dostlarımızla paylaşarak düşünmeye bir vesile olsun nedeniyledir biliyorsun sen de.
Ve inşallah daha buraya nice nice bu türlü karşılıklı arayış çablarımızın ürünü olan yazıları aktaracağız... Sorular oluşsun... itirazlar oluşsun... insanlar konuşsun... sorsun soruştursun... düşünsün
Senim kardeşimiz Kur'an'daki ayetleri derlemiş... DÜŞÜNMEYE ilişkin...
Allah O'ndan razı olsun... o da insanlara benzer şeyleri telkin etmektedir bizim gördüğümüz,
BİZ DE BUNU SÖYLÜYORUZ ; DÜŞÜNMEZ MİSİNİZ?
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
ÜZÜLÜYORUM
Yollarda yürüyorum,
İnsanları görüyorum,
Üzülüyorum YA RAB...
Üzülüyorum...
Senin takdirin biliyorum,
Islah et diliyorum...
Bu da senin takdirin YA RAB...
Üzülüyorum.
Halim KÖK
09.04.2008
En son halimkok tarafından 10 Nis 2008, 00:02 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12885
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
Değerli düşünür ve uygular kardeşlerim,
Ne kadar içten ve samimi bir sohbet zevki içindesiniz,
Bir solukta okudum doğrusu.
Halim canla sohbetteki kardeşimiz en önemli bir hususu vurgulamış ama tersten görmekte konuyu.
Beşer boyutunda kalmaktan şikayetçidir kendisi.
Boyut kelimesinin aslı,
BUD : (C.: Eb'ad) Uzaklık. Baid olma. * Aralık. * Geo: Bir cismin uzunluk, genişlik ve derinliği.
Tasavvufta ise,
HÂL : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Sûret. Keyfiyet.
Ancak beşer boyutu KULluk hâlidir.
Bu ise İnsanın görevi ve ana imtihanıdır.
Bu nedenle Allahın Kulu olan Abdullah (sav)i duyar da Allahın Elçisi olan Resûlulah (sav)e uyarız..
Halim candaki kemâlât gelişiminin yansımaları ve ortaya dökülmesi doğaldır ve gereklidir.
Hakk için yaşamın, halk içinde engelleri aşmak ve düğümleri çözmekte anahtar oluşu ne güzeldir.
İç dengelerin, dış düzen yansımaları
Barboros canın bildirdiği evini çöplük yapan zavallı kişi ve dediklerini okuyunca:
Benden bir selâm ediver çöpçü kardeşe demek geldi içimden.
Gerçekten kalbler bir çöp sepetine dönmüştür.
Dahası var ki benzini de ateşi de atmakta insanlar içlerine..
Sultan Veled (K.S) Maarifin'de buyurduğu gibi ikilik şeytanı zor soru bu imtihanda o kadar zor ki;
Kurânda bir tek âyet var insanlar bakmazlar bile:
Ve le kad saddeka aleyhim iblisü zannehu fettebeuhü illa ferikam minel mü'minin : Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular.
Buradaki inananlardan olabilmek için bu hayat imtihanındayız işte!..
BEN deki İKİLİK-Şeytanlığı CEHENNEM gibi değil mi?
BİZ deki BİRlik Tevhidi CENNET gibi
İkilikte kalan ham akıldır, kendi ilahlığını görür ve felsefe batağına saplanır ikilikten çıkamaz bir yardım olmazsa!..
İlahi İlim öğretimi, Muhammedi edeb eğitimi alan Akıl, Nakle kavuşmuştur. Bu ise tasavvufta Tevhiddir.
Halim can hak söyler.
Leş böceği ile Arı bu imtihan tiyatrosunda oyunculardır.
Oyun bitince seyredip, oyundaki rollerini gereğince oynayıp oynamadıklarına bakılır
Leş böceği veya Arıdan taraf olmak değil mesele, Zıtların Zevkidir.
Aklın Lâ ilahe inkarı-küfrü ile,
Naklin illallah ikrarı-imanı birleşti mi bu Zıtların Zevkinden BİZim BİR Tevhidimiz doğar..
Bu hep böyledir dostlar..
Bu güzellikler devam etsin ve yeni düşünenler de katılsın da,
İlim İrade İdrak İştirakta
Sözlerimiz Sohbete, Zevke ve Hazza dönüşsün..
İnşâallah
Ne kadar içten ve samimi bir sohbet zevki içindesiniz,
Bir solukta okudum doğrusu.
Halim canla sohbetteki kardeşimiz en önemli bir hususu vurgulamış ama tersten görmekte konuyu.
Beşer boyutunda kalmaktan şikayetçidir kendisi.
Boyut kelimesinin aslı,
BUD : (C.: Eb'ad) Uzaklık. Baid olma. * Aralık. * Geo: Bir cismin uzunluk, genişlik ve derinliği.
Tasavvufta ise,
HÂL : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Sûret. Keyfiyet.
Ancak beşer boyutu KULluk hâlidir.
Bu ise İnsanın görevi ve ana imtihanıdır.
Bu nedenle Allahın Kulu olan Abdullah (sav)i duyar da Allahın Elçisi olan Resûlulah (sav)e uyarız..
Halim candaki kemâlât gelişiminin yansımaları ve ortaya dökülmesi doğaldır ve gereklidir.
Hakk için yaşamın, halk içinde engelleri aşmak ve düğümleri çözmekte anahtar oluşu ne güzeldir.
İç dengelerin, dış düzen yansımaları
Barboros canın bildirdiği evini çöplük yapan zavallı kişi ve dediklerini okuyunca:
Benden bir selâm ediver çöpçü kardeşe demek geldi içimden.
Gerçekten kalbler bir çöp sepetine dönmüştür.
Dahası var ki benzini de ateşi de atmakta insanlar içlerine..
Sultan Veled (K.S) Maarifin'de buyurduğu gibi ikilik şeytanı zor soru bu imtihanda o kadar zor ki;
Kurânda bir tek âyet var insanlar bakmazlar bile:
Ve le kad saddeka aleyhim iblisü zannehu fettebeuhü illa ferikam minel mü'minin : Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular.
Buradaki inananlardan olabilmek için bu hayat imtihanındayız işte!..
BEN deki İKİLİK-Şeytanlığı CEHENNEM gibi değil mi?
BİZ deki BİRlik Tevhidi CENNET gibi
İkilikte kalan ham akıldır, kendi ilahlığını görür ve felsefe batağına saplanır ikilikten çıkamaz bir yardım olmazsa!..
İlahi İlim öğretimi, Muhammedi edeb eğitimi alan Akıl, Nakle kavuşmuştur. Bu ise tasavvufta Tevhiddir.
Halim can hak söyler.
Leş böceği ile Arı bu imtihan tiyatrosunda oyunculardır.
Oyun bitince seyredip, oyundaki rollerini gereğince oynayıp oynamadıklarına bakılır
Leş böceği veya Arıdan taraf olmak değil mesele, Zıtların Zevkidir.
Aklın Lâ ilahe inkarı-küfrü ile,
Naklin illallah ikrarı-imanı birleşti mi bu Zıtların Zevkinden BİZim BİR Tevhidimiz doğar..
Bu hep böyledir dostlar..
Bu güzellikler devam etsin ve yeni düşünenler de katılsın da,
İlim İrade İdrak İştirakta
Sözlerimiz Sohbete, Zevke ve Hazza dönüşsün..
İnşâallah
En son kulihvani tarafından 09 Nis 2008, 23:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Allah razı olsun Can Hocam,
Sizin sözleriniz, takdiriniz, teşvikiniz...
Aşkımıza AŞK,
Şevkimize şevk katar...
Ellerinizden öperim.
BİLMEK İSTER.
Her "ŞEY"de farklı biçimi,
Sorar NASILı, NİÇİNi,
Bilmez İKİsi, ÜÇÜnü,
BİR OL-AN ı bilmek ister.
ÂLEM, ÂDEM'in gözünde,
Hem Aklında hem ÖZ'ünde,
Göklerde ve yeryüzünde,
SIR OL-ANı bilmek ister.
SIR OL-AN NEY, SIR değil "ŞEY"
Kendini arar mı birşey,
Kendisi deyip te herşey,
VAR OL-AN'ı bilmek ister.
O'ndan ister neler neler,
HAKK ta istesin diler,
Kimi ağlar, kimi güler,
YÂR OL-ANı bilmek ister.
KUL'u bildiğini bilir,
İlmi ona DOĞRU gelir,
Başkası nasıl düzelir,
ZOR OL-ANı bilmek ister.
ÖZ'ünde bulduğu kadar,
Kalana kaldığı kadar,
Onunla olduğu kadar,
NUR OL-ANı bilmek ister.
Ondan ister ne isterse,
VERİLEN değil, ne verse,
Nerde bulsa, nerde görse,
SOR OL-ANı bilmek ister.
Nebî, Evliya, ERENi
VAR mı BİLENi göreni,
KUL'una gönül VERENi
BERR OL-ANı bilmek ister.
Halim KÖK
08.04.2008
Sizin sözleriniz, takdiriniz, teşvikiniz...
Aşkımıza AŞK,
Şevkimize şevk katar...
Ellerinizden öperim.
BİLMEK İSTER.
Her "ŞEY"de farklı biçimi,
Sorar NASILı, NİÇİNi,
Bilmez İKİsi, ÜÇÜnü,
BİR OL-AN ı bilmek ister.
ÂLEM, ÂDEM'in gözünde,
Hem Aklında hem ÖZ'ünde,
Göklerde ve yeryüzünde,
SIR OL-ANı bilmek ister.
SIR OL-AN NEY, SIR değil "ŞEY"
Kendini arar mı birşey,
Kendisi deyip te herşey,
VAR OL-AN'ı bilmek ister.
O'ndan ister neler neler,
HAKK ta istesin diler,
Kimi ağlar, kimi güler,
YÂR OL-ANı bilmek ister.
KUL'u bildiğini bilir,
İlmi ona DOĞRU gelir,
Başkası nasıl düzelir,
ZOR OL-ANı bilmek ister.
ÖZ'ünde bulduğu kadar,
Kalana kaldığı kadar,
Onunla olduğu kadar,
NUR OL-ANı bilmek ister.
Ondan ister ne isterse,
VERİLEN değil, ne verse,
Nerde bulsa, nerde görse,
SOR OL-ANı bilmek ister.
Nebî, Evliya, ERENi
VAR mı BİLENi göreni,
KUL'una gönül VERENi
BERR OL-ANı bilmek ister.
Halim KÖK
08.04.2008
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Halim - Mavi
GÜL - Kırmızı
çok kötüyüm
ağlamak istiyorum
merhaba
nerdesin
namaz kılmak için kalkıyordum ama seni görünce geri geldim
niye ağlamak istiyorsun yine
sınavlarım kötü geçiyor
ve söylediklerini
ben de düşündüm tevafukki
ben kötü geçirtiyorum
yanlış düşünce ile başladım
her farkedilen yanlış doğruyu buluştur
o yüzden ikramdır aslında
ben şikayet etmiyorum
o sonuçları görünce herkes yüksek alırken kendime
şikayet etmiyorsun ama kendine eziyet ediyorsun... üzüyorsun...
sadece oh sen hakettin
canıma değsin diyeceğim
öyle demeye de hakkın yok...
peki niye
sen adil olmak zorundasın...
kimsenin düşmesine de sevinemezsin
kendin bile olsan
ben kendime hep acıdım zaten
hele de bunu başkaları yüksek alıyor diye yaparsan asla olmaz...
alışkanlıkları bırakmak zordur bilirsin
yok kıskandığımdan değil
elbette zordur... ama zor olmayan şeyi başarmanın ne tadı olur ki
kimseye niye çok çalışıp
yüksek aldın diyemem
var mı böyle bişey
suç benim
GÜL yapma güzelim be... yani hepsi bir oyun oyalanmaca...
nedir ki... Allah korusun bugün ölmüş olsak hangi sınavın soruları makbuldür bizim için
hangi doğru cevaplar makbuldür
niye önemsizi önemli edersin... o zaman önemli olur senin için... ve işte böyle üzülürsün
bırak sen gönlünü çevir gerçek sınava...
çok haklısın
Bak ne buyuruyor Allah cc...
Kimin derdi Allah'a ulaşmak olursa o yolda Allah o kuluna kâfidir
ama kimin derdi de dünya olursa... o zaman Allah o kulun hangi çukurlarda boğulduğuna bakmayacaktır
senin derdin dünya ile mi
gönlün Allah ile iken... elinden geleni yaparsın... gerisi Allaha kalmış
bak şimdi
dünyayı
veballe karıştırma
evet
belki
arada şaka takılıp
ferrari
ferrari
diye tutturuyorum
ama dünya tutkusu
değil
kaygım
şu an
ailemin
emeğine yazık
bir sn tel...
...
bitmedi mi?
az kaldı
peki
geldim kusura bakma
sen varya sen ...canını yeyim senin....allah iyiki yaratmış seni
Allah seni de iyi ki yaratmış... ki bana bunları duymak nasip olmuş
senin benden ne farkın var GÜL kız
benden farkın olsa bana değer vermezsin ki
bilmiyorum
ama
sen çok farklısın
bak yoldaşımsın
unutma
ben düşünce
unutan taş olsun..
sen elimden tutacaksın
ben de tutarım elimden geldiği kadar benim gibi tutacak nice güzel insanlar da var
sen gelsene bizim siteye
katıl bak ne insanlar var orada bir gör
senin derdini kendi derdi gibi bilen...
biraz karıştırdım
korkma yemezler seni... öcü yok yani
ama pek anlamıyorum zaten
bir şey anlaman gerekmiyor ki
insan gibi bir yüreğin olsun yeter
kayıt yaptım
girdim
baktım
hem gelmen ya da gelmemen zaten gönlüne kalmış...
yani sen gelince bizim bir kârımız yok maddi anlamda... sadece BİZ im gibi olan bir gönülü tanımış oluruz
BİZ dediğim de bir tarikat falan değil...
herkesi kendimiz gibi gördüğümüzden
biz insanı severiz.. makbul biliriz... SAV yolu bunu gerektirir
YANLIŞ
anladın
teknolojik özürlüyüm
o yüzden
ben biraz yanlış anlayayım ki sen doğrusunu anlat...
senin hiç bir konuda özürün yok... tek özürün belki şu
kendi toprağında gömülü hazineden habersiz yoksulluğa mahkum etme kendini
ben ayna istiyorum
biraz işleyince ışıldayan hazineleri görür insan
zaten
sadece ayna
o zaman okumalı araştırmalı, paylaşmalı
kendi başına insan kendini ancak sıkıntıya sürükler
öyle
ama seni senden önce düşünen, hatırını soran sevenler olunca çiçek çiçek açar insan
şimdi evde ağlardım krizlere girerdim eğer senle konuşmasam
yok be gülüm... bu dünyada ağlayacaksan tek Allah için ağla.. ancak o gözyaşı makbuldür
ben asi olmasam olmasam bir tek damla çıkmazdı benden
bir rüya gördüm iki sene falan oldu.
hayır olsun
Rüyamda Allah'ın Sesi bana konuştu
Üzülme Gül, diye başladı ve kısa bir şeydi.
güzel çok farklı bir türkçeydi
Kuran dili gibi ama kelime kelime hatırlıyorum.
Özet olarak bu dünya sinek kanadı kadar bile değerli değil
hiçbir şeye üzülme şeklindeydi.
tuttun mu öğüdünü...
bu konuşmadan önce çok üzgün
eğilmiş duruyordu
sonra bunlar geldi
sonra öyle bir güçtü ki
irkildim
uyandım hemen
öğüdü tutamadım
cezamı çekiyorum
o zaman ben niye sana habire üzülme diyorum
beni de dinlemezsin
sağol allah razı olsun
ama hatırlatıyorsun
Senden de Allah razı olsun...
en azından
ya da teşvik edersin
GÜL seni en çok üzen şey ne bana söyler misin
bak sana öykümü özetliyorum
gül gördüm
gül açtım
tutayım benim olsun dedim
elimi uzattım
elime diken battı
bir daha tekrarladım
ve tekrar ve tekrar
hatada ısrar ediyorsun yani illa ki tutacağım diyorsun...
bu kadar denedim çünkü gül acımı unutturuyordu
sonra bir gün ortada gül olmadığını anladım
ama elimde bir çok delik deşik olmuş yara vardı
işte bu
e şimdi yarana mı üzülüyorsun... gülü tutamadığına mı... yoksa tutulacak gül yok diye mi
hepsi
e senin çok büyük derdin varmış GÜL....
sağol
hiç kimsenin yaşadıklarına benzemiyor
iyi moral veriyorsun
bunun altından kalkılmaz ki
ya niye öyle diyorsun
benim başıma gelenler hatta aynı olaylar başka insanlara
başka şekillerde sarıp duruyor
hayatın tuzakları bir
peki senin farkın ne onlardan
onlar takmıyor
ya da unutuyor
kabulleniyor
bense kabullenemiyorum
belki de güle meraklı değillerdir senin gibi
nasıl yani
nasıl olabilir sen bir düşün bakalım
anlamadımki
biraz kafa yor seni onlardan farklı yapan ne
allahın sevgisi
o kendine çağırıyor beni
o zaman özel olan kim... onlar mı sen mi
ayrıcalıklı olan kim
iktisatta
bollaşan şeyin değerinin düştüğünü çoktan öğrenmiştik ama
insanlara da diyemem özel genel diye
kimin değeri yüksek allah bilir
insanların görüntüde hepsi insandır...
değer takva iledir... Allah a duyulan muhabbetledir
senin Allah katındaki değerin... senin Allah'a verdiğin değer kadardır
o zaman iyi
Senin Allahım demen O'nun kulum demesine eşit olduğu gibi
çünkü benim bir tek rab bim var
Allahın senden razı olması senin Allahtan razı olmana bağlıdır
bunları iyi anla GÜL
iyi de kul
allahtan zaten razıdır
bunun tersi mümkün mü
o dille razılıktır... hatta çoğu insanlar diliyle bile razı değildir
Allahtan razılık O'na telimiyet iledir...
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
aşkın ile avunurum
he işte...
bana seni gerek seni
işte budur razılık
sen öyle misin
yok henüz
o aşamaya gelmedim
razı değilsin demek ki
çok yol almam gerek
hepimiz öyle
kul razı olduğunda Allah ta kuldan razıdır
aslında Onun her işi senden ayrı değildir
yani O sana şahdamarından daha yakın olan değil midir
şahdamarından daha yakın ne vardır insana
düşünüyorumluyorsun
bunu düşündüm
he ya... hepimiz düşümüzü yorumluyoruz
evet
bir de içinde
şu var
o zaman hayra yormak lazım
hıı
iç içe girmiş
düşünüyorum yorumluyorsun
işte zaten hayat öyle
düş gerçek iç içe
kimi ona saldırır kimi buna
herkes te kendi yaptığı yorumun kurbanıdır
evet
tıpkı sınavlarım gibi
halim
ben hep dilimden çektim
hep işe başlarken ben yaparım ederim diye başladım
olmadı
hep tersi çıktı
Besmele ile başlasaydın...
ve bilseydin niye besmele çektiğini
salaklık etmek benim yaptıklarım gibi olur zaten
besmele kimin aklına geliyordu
ki hala
benim salaklıklarım sende fazladır üzülme
bu gün bile
yani bu böyle... herkes bir anda kavuşmuyor bazı şeylere
salaklık ede ede... düşe kalka
hım
sana bir
yazı
yazmıştımya
gizli
kalan
...
evet...
işte şöyle bitiyordu....
henüz hayatın başındayım belkii ama yanılgıları tükettim.....
asıl bunu derken en büyük yanılgıyı etmişim
daha dün bile yanıldım
bunu geç anladım
Ömer Hayyam ın bir dörtlüğü vardır
hala büyük konuşuyorum
söyle bakalım
TAm olarak aklımda değil de
kısmen
tamam artık bilgiden yana eksiğim yok
bir de baktığım bildiğim bir şey yok
öyle
böyle işte...
en büyük yanılgı yanılmam demektir
evet haklısın halimcan
çünkü onu söyleyen kendine güvenmekte ve kendisini alim sanmaktadır
aa
bak
Oysa bizim bildiklerimiz Mutlak Alim'in nazarında bir hiçtir
alim
dedin ne gördüm
( h) alim
sen bu arayışla daha çok şey göreceksin...
daha önce gördüğün ama bakmadığın şeylerin sana niye gösterildiğini göreceksin
bişeye bakarken çok enteresan şeyler görmeye başladım
sen göre göre kendini göreceksin
delirmiyorumdur umarım
yok tam tersine akıllanıyorsun
söyledim sana
artık izle... değişimleri
ezbere yaşama
hayat senin bildiğin gibi değil
hayata koşu maratonunda okulda başlıyoruz
ezberletiyorlar işte.
o yüzden heran etrafına bak ki olan mucize nevi şeyleri görmekten perdeleme kendini
beynimizi uyuşturuyorlar
Biliyorum ama işte nasipte varsa birgün farklı olduğunu anlarsın
sen şimdi bu arayıştasın
bundan sonra değişim ve gelişim çağın başladı
hergün yeni şeyleri göreceksin.
farkı farkettirmek için önce farkı farketmek gerek
aynen
farkı farketmek için de farketmeyenlerden farklı olmak gerek
fark zaten sensindir
sonuçta farkettiğini sandığın fark senin farkından doğar
ve onu sen farklı kabul ettiğin için farkı yaratan sen olursun
çok mu karışık konuştum
yoksa anlayabildin mi
çok salata oldu
dur tadına bakayım
mmmmmm
leziz
eline sağlık
GÜL aslında sana söylemek istediğim şeyleri söyleyebilmem için önce gerçekten
senin neyi nasıl anladığından emin olmam lazım
çünkü söz içinde söz... anlam içinde anlam vardır
bak
çok
güzel dedin
süper teşhiş
zekisin
aklına hayranıım
maşallah
maşallah sana bana BİZ'e
Muhammedi nur sitesinde açtığımız bir başlık var
Sohbet Zevki diye
onu okudun mu
blogta yayınladım ya bir kısmını
topluluğumuz bu diye
okudum
ama hepsini değil
baya uzundu sanırım
işte bak mesela o şiirleri yazarken nasıl yazıyoruz ona bir bak
şimdi otursan yazayım desen yazamazsın
aklına bile gelmez
anlıyorum
Biz vardır
farklı manevi bir
BİZ de bir GİZ vardır
esinti hissediyorum ben bile
Her damlanın özünde
Gizli bir DENİZ vardır
bu benim bir dörtlüğüm daha önce yazmıştım
bak işte o gizin bir kısmı budur
aklında hiç bir şey yokken
karşındaki gönül insanı sana bir şey söyler
çok harika yazıyorsun
ondan sonra pınar gibi akar senden
maşallah sana
sen de yazacaksın
bak böyle deme
heves edip
salata çıkartmayım ortaya
farkettiğim bişey var
mutlusun
yani GÜL kız.... demem o ki... bunu benim kendi başıma yapmam mümkün değil...
öyle
tabi
bu işte birbirimize akan sevginin meyvesidir
allah yazdırıyor
ozan aşık molla şair müşavir retorikçi evliya ermiş derviş
başka hangi rengin var
O yüzden GÜL Can... Allah diyen herkes Canımızdır bizim
onun canı yanarsa bizim canımız yanar
o sevinirse biz seviniriz
hep BİR iz çünkü
müslüman olmanın gereği bu
zaten
biri ağlarken gülünürmü hiç
peki GÜL Canımız...
ben başta da söylediğim gibi henüz namazım kılmadım
bana müsade...
kılınca bana da dua ediver
hep ediyorum için rahat olsun...
allah razı olsun senden
çok iyisin
Allah senden de razı olsun güzel GÜL...
meleksin
melek
uçuracaksın sen beni
hadi git artık
canını sevdiğim can
allaha emanetsin.
bak işte sana şiir
Canını sevdiğim Can
bunun gerisini getir
peki ama şimdi gelmez
seni düşünüp tamamlarım sonra
tamam o kendiliğinden gelir... sen yeter ki gönlüne sor... aklına sorma
hiç düşünmeden gelir...
peki uç namaza
haydi eyvallah
hadi
canını sevdiğim can .....bu can canını yaratana kurban.....
ikincisi geldi...
gerisi de gelir inş
duayla ...
GÜL - Kırmızı
çok kötüyüm
ağlamak istiyorum
merhaba
nerdesin
namaz kılmak için kalkıyordum ama seni görünce geri geldim
niye ağlamak istiyorsun yine
sınavlarım kötü geçiyor
ve söylediklerini
ben de düşündüm tevafukki
ben kötü geçirtiyorum
yanlış düşünce ile başladım
her farkedilen yanlış doğruyu buluştur
o yüzden ikramdır aslında
ben şikayet etmiyorum
o sonuçları görünce herkes yüksek alırken kendime
şikayet etmiyorsun ama kendine eziyet ediyorsun... üzüyorsun...
sadece oh sen hakettin
canıma değsin diyeceğim
öyle demeye de hakkın yok...
peki niye
sen adil olmak zorundasın...
kimsenin düşmesine de sevinemezsin
kendin bile olsan
ben kendime hep acıdım zaten
hele de bunu başkaları yüksek alıyor diye yaparsan asla olmaz...
alışkanlıkları bırakmak zordur bilirsin
yok kıskandığımdan değil
elbette zordur... ama zor olmayan şeyi başarmanın ne tadı olur ki
kimseye niye çok çalışıp
yüksek aldın diyemem
var mı böyle bişey
suç benim
GÜL yapma güzelim be... yani hepsi bir oyun oyalanmaca...
nedir ki... Allah korusun bugün ölmüş olsak hangi sınavın soruları makbuldür bizim için
hangi doğru cevaplar makbuldür
niye önemsizi önemli edersin... o zaman önemli olur senin için... ve işte böyle üzülürsün
bırak sen gönlünü çevir gerçek sınava...
çok haklısın
Bak ne buyuruyor Allah cc...
Kimin derdi Allah'a ulaşmak olursa o yolda Allah o kuluna kâfidir
ama kimin derdi de dünya olursa... o zaman Allah o kulun hangi çukurlarda boğulduğuna bakmayacaktır
senin derdin dünya ile mi
gönlün Allah ile iken... elinden geleni yaparsın... gerisi Allaha kalmış
bak şimdi
dünyayı
veballe karıştırma
evet
belki
arada şaka takılıp
ferrari
ferrari
diye tutturuyorum
ama dünya tutkusu
değil
kaygım
şu an
ailemin
emeğine yazık
bir sn tel...
...
bitmedi mi?
az kaldı
peki
geldim kusura bakma
sen varya sen ...canını yeyim senin....allah iyiki yaratmış seni
Allah seni de iyi ki yaratmış... ki bana bunları duymak nasip olmuş
senin benden ne farkın var GÜL kız
benden farkın olsa bana değer vermezsin ki
bilmiyorum
ama
sen çok farklısın
bak yoldaşımsın
unutma
ben düşünce
unutan taş olsun..
sen elimden tutacaksın
ben de tutarım elimden geldiği kadar benim gibi tutacak nice güzel insanlar da var
sen gelsene bizim siteye
katıl bak ne insanlar var orada bir gör
senin derdini kendi derdi gibi bilen...
biraz karıştırdım
korkma yemezler seni... öcü yok yani
ama pek anlamıyorum zaten
bir şey anlaman gerekmiyor ki
insan gibi bir yüreğin olsun yeter
kayıt yaptım
girdim
baktım
hem gelmen ya da gelmemen zaten gönlüne kalmış...
yani sen gelince bizim bir kârımız yok maddi anlamda... sadece BİZ im gibi olan bir gönülü tanımış oluruz
BİZ dediğim de bir tarikat falan değil...
herkesi kendimiz gibi gördüğümüzden
biz insanı severiz.. makbul biliriz... SAV yolu bunu gerektirir
YANLIŞ
anladın
teknolojik özürlüyüm
o yüzden
ben biraz yanlış anlayayım ki sen doğrusunu anlat...
senin hiç bir konuda özürün yok... tek özürün belki şu
kendi toprağında gömülü hazineden habersiz yoksulluğa mahkum etme kendini
ben ayna istiyorum
biraz işleyince ışıldayan hazineleri görür insan
zaten
sadece ayna
o zaman okumalı araştırmalı, paylaşmalı
kendi başına insan kendini ancak sıkıntıya sürükler
öyle
ama seni senden önce düşünen, hatırını soran sevenler olunca çiçek çiçek açar insan
şimdi evde ağlardım krizlere girerdim eğer senle konuşmasam
yok be gülüm... bu dünyada ağlayacaksan tek Allah için ağla.. ancak o gözyaşı makbuldür
ben asi olmasam olmasam bir tek damla çıkmazdı benden
bir rüya gördüm iki sene falan oldu.
hayır olsun
Rüyamda Allah'ın Sesi bana konuştu
Üzülme Gül, diye başladı ve kısa bir şeydi.
güzel çok farklı bir türkçeydi
Kuran dili gibi ama kelime kelime hatırlıyorum.
Özet olarak bu dünya sinek kanadı kadar bile değerli değil
hiçbir şeye üzülme şeklindeydi.
tuttun mu öğüdünü...
bu konuşmadan önce çok üzgün
eğilmiş duruyordu
sonra bunlar geldi
sonra öyle bir güçtü ki
irkildim
uyandım hemen
öğüdü tutamadım
cezamı çekiyorum
o zaman ben niye sana habire üzülme diyorum
beni de dinlemezsin
sağol allah razı olsun
ama hatırlatıyorsun
Senden de Allah razı olsun...
en azından
ya da teşvik edersin
GÜL seni en çok üzen şey ne bana söyler misin
bak sana öykümü özetliyorum
gül gördüm
gül açtım
tutayım benim olsun dedim
elimi uzattım
elime diken battı
bir daha tekrarladım
ve tekrar ve tekrar
hatada ısrar ediyorsun yani illa ki tutacağım diyorsun...
bu kadar denedim çünkü gül acımı unutturuyordu
sonra bir gün ortada gül olmadığını anladım
ama elimde bir çok delik deşik olmuş yara vardı
işte bu
e şimdi yarana mı üzülüyorsun... gülü tutamadığına mı... yoksa tutulacak gül yok diye mi
hepsi
e senin çok büyük derdin varmış GÜL....
sağol
hiç kimsenin yaşadıklarına benzemiyor
iyi moral veriyorsun
bunun altından kalkılmaz ki
ya niye öyle diyorsun
benim başıma gelenler hatta aynı olaylar başka insanlara
başka şekillerde sarıp duruyor
hayatın tuzakları bir
peki senin farkın ne onlardan
onlar takmıyor
ya da unutuyor
kabulleniyor
bense kabullenemiyorum
belki de güle meraklı değillerdir senin gibi
nasıl yani
nasıl olabilir sen bir düşün bakalım
anlamadımki
biraz kafa yor seni onlardan farklı yapan ne
allahın sevgisi
o kendine çağırıyor beni
o zaman özel olan kim... onlar mı sen mi
ayrıcalıklı olan kim
iktisatta
bollaşan şeyin değerinin düştüğünü çoktan öğrenmiştik ama
insanlara da diyemem özel genel diye
kimin değeri yüksek allah bilir
insanların görüntüde hepsi insandır...
değer takva iledir... Allah a duyulan muhabbetledir
senin Allah katındaki değerin... senin Allah'a verdiğin değer kadardır
o zaman iyi
Senin Allahım demen O'nun kulum demesine eşit olduğu gibi
çünkü benim bir tek rab bim var
Allahın senden razı olması senin Allahtan razı olmana bağlıdır
bunları iyi anla GÜL
iyi de kul
allahtan zaten razıdır
bunun tersi mümkün mü
o dille razılıktır... hatta çoğu insanlar diliyle bile razı değildir
Allahtan razılık O'na telimiyet iledir...
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
aşkın ile avunurum
he işte...
bana seni gerek seni
işte budur razılık
sen öyle misin
yok henüz
o aşamaya gelmedim
razı değilsin demek ki
çok yol almam gerek
hepimiz öyle
kul razı olduğunda Allah ta kuldan razıdır
aslında Onun her işi senden ayrı değildir
yani O sana şahdamarından daha yakın olan değil midir
şahdamarından daha yakın ne vardır insana
düşünüyorumluyorsun
bunu düşündüm
he ya... hepimiz düşümüzü yorumluyoruz
evet
bir de içinde
şu var
o zaman hayra yormak lazım
hıı
iç içe girmiş
düşünüyorum yorumluyorsun
işte zaten hayat öyle
düş gerçek iç içe
kimi ona saldırır kimi buna
herkes te kendi yaptığı yorumun kurbanıdır
evet
tıpkı sınavlarım gibi
halim
ben hep dilimden çektim
hep işe başlarken ben yaparım ederim diye başladım
olmadı
hep tersi çıktı
Besmele ile başlasaydın...
ve bilseydin niye besmele çektiğini
salaklık etmek benim yaptıklarım gibi olur zaten
besmele kimin aklına geliyordu
ki hala
benim salaklıklarım sende fazladır üzülme
bu gün bile
yani bu böyle... herkes bir anda kavuşmuyor bazı şeylere
salaklık ede ede... düşe kalka
hım
sana bir
yazı
yazmıştımya
gizli
kalan
...
evet...
işte şöyle bitiyordu....
henüz hayatın başındayım belkii ama yanılgıları tükettim.....
asıl bunu derken en büyük yanılgıyı etmişim
daha dün bile yanıldım
bunu geç anladım
Ömer Hayyam ın bir dörtlüğü vardır
hala büyük konuşuyorum
söyle bakalım
TAm olarak aklımda değil de
kısmen
tamam artık bilgiden yana eksiğim yok
bir de baktığım bildiğim bir şey yok
öyle
böyle işte...
en büyük yanılgı yanılmam demektir
evet haklısın halimcan
çünkü onu söyleyen kendine güvenmekte ve kendisini alim sanmaktadır
aa
bak
Oysa bizim bildiklerimiz Mutlak Alim'in nazarında bir hiçtir
alim
dedin ne gördüm
( h) alim
sen bu arayışla daha çok şey göreceksin...
daha önce gördüğün ama bakmadığın şeylerin sana niye gösterildiğini göreceksin
bişeye bakarken çok enteresan şeyler görmeye başladım
sen göre göre kendini göreceksin
delirmiyorumdur umarım
yok tam tersine akıllanıyorsun
söyledim sana
artık izle... değişimleri
ezbere yaşama
hayat senin bildiğin gibi değil
hayata koşu maratonunda okulda başlıyoruz
ezberletiyorlar işte.
o yüzden heran etrafına bak ki olan mucize nevi şeyleri görmekten perdeleme kendini
beynimizi uyuşturuyorlar
Biliyorum ama işte nasipte varsa birgün farklı olduğunu anlarsın
sen şimdi bu arayıştasın
bundan sonra değişim ve gelişim çağın başladı
hergün yeni şeyleri göreceksin.
farkı farkettirmek için önce farkı farketmek gerek
aynen
farkı farketmek için de farketmeyenlerden farklı olmak gerek
fark zaten sensindir
sonuçta farkettiğini sandığın fark senin farkından doğar
ve onu sen farklı kabul ettiğin için farkı yaratan sen olursun
çok mu karışık konuştum
yoksa anlayabildin mi
çok salata oldu
dur tadına bakayım
mmmmmm
leziz
eline sağlık
GÜL aslında sana söylemek istediğim şeyleri söyleyebilmem için önce gerçekten
senin neyi nasıl anladığından emin olmam lazım
çünkü söz içinde söz... anlam içinde anlam vardır
bak
çok
güzel dedin
süper teşhiş
zekisin
aklına hayranıım
maşallah
maşallah sana bana BİZ'e
Muhammedi nur sitesinde açtığımız bir başlık var
Sohbet Zevki diye
onu okudun mu
blogta yayınladım ya bir kısmını
topluluğumuz bu diye
okudum
ama hepsini değil
baya uzundu sanırım
işte bak mesela o şiirleri yazarken nasıl yazıyoruz ona bir bak
şimdi otursan yazayım desen yazamazsın
aklına bile gelmez
anlıyorum
Biz vardır
farklı manevi bir
BİZ de bir GİZ vardır
esinti hissediyorum ben bile
Her damlanın özünde
Gizli bir DENİZ vardır
bu benim bir dörtlüğüm daha önce yazmıştım
bak işte o gizin bir kısmı budur
aklında hiç bir şey yokken
karşındaki gönül insanı sana bir şey söyler
çok harika yazıyorsun
ondan sonra pınar gibi akar senden
maşallah sana
sen de yazacaksın
bak böyle deme
heves edip
salata çıkartmayım ortaya
farkettiğim bişey var
mutlusun
yani GÜL kız.... demem o ki... bunu benim kendi başıma yapmam mümkün değil...
öyle
tabi
bu işte birbirimize akan sevginin meyvesidir
allah yazdırıyor
ozan aşık molla şair müşavir retorikçi evliya ermiş derviş
başka hangi rengin var
O yüzden GÜL Can... Allah diyen herkes Canımızdır bizim
onun canı yanarsa bizim canımız yanar
o sevinirse biz seviniriz
hep BİR iz çünkü
müslüman olmanın gereği bu
zaten
biri ağlarken gülünürmü hiç
peki GÜL Canımız...
ben başta da söylediğim gibi henüz namazım kılmadım
bana müsade...
kılınca bana da dua ediver
hep ediyorum için rahat olsun...
allah razı olsun senden
çok iyisin
Allah senden de razı olsun güzel GÜL...
meleksin
melek
uçuracaksın sen beni
hadi git artık
canını sevdiğim can
allaha emanetsin.
bak işte sana şiir
Canını sevdiğim Can
bunun gerisini getir
peki ama şimdi gelmez
seni düşünüp tamamlarım sonra
tamam o kendiliğinden gelir... sen yeter ki gönlüne sor... aklına sorma
hiç düşünmeden gelir...
peki uç namaza
haydi eyvallah
hadi
canını sevdiğim can .....bu can canını yaratana kurban.....
ikincisi geldi...
gerisi de gelir inş
duayla ...
En son halimkok tarafından 12 Şub 2011, 00:15 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Barbaros : Kırmızı
Halim : Mavi
23.04.2008
s.a Halim
aleykümselam Barbaros... nasılsın iyi misin
iyiyim meşgul falan anlamam bir selam veririm
bir haftadır konuşamadık
selam başımız üstüne... meşguliyet ise dünya işleri hiç bitmez
evet haklısın ben de eksikliğini çekiyorum
bir boşluk oluyor
vakit yetmiyor ondan Halim
belki de biz vakte yetişemiyoruzdur
evet buda mümkün
valla Barbaros öyle bir çekim var ki
yani buna çekim mi demek doğru yoksa sürükleniş demek mi bilmiyorum ama
hayat sanki kendi koşullarını zorla dayatıyor gibi
gönül başka yerlerde ama akıntıdan çıkamıyor ki
bazen tam konsantre oluyorum bir şeyler düşünürken
evet akıntıya kapılanın gönlü böyle
olmayacak şeyler öyle üst üste geliyor ki sanki inadına yapar gibi
kimi Sarayburnu'ndan denizi seyreder
düsenin hali başka
sen ne hallerdesin
hocam Naz Niyaz namazını
İngilizceye çeviriyorum
bana sanki içinde geniş derin bir açılım var gibi geliyor
senin içinde yani çevirinin değil
bir yerlere dalıp çıkıyor gibisin
bana çevirirken açılıyor inşallah
e tabi o da var
kim kimi çeviriyor artık ona iyi bakmak lazım
bu günlerde biraz sessizim bakalım hayırlısı
sen mi çeviriyorsun yoksa çeviri mi seni çeviriyor
çeviri bizim kendimiz
çeviren de bizim kendimiz
evet kendimizin tercümanıyız
bazen ben kendime şunu soruyorum
kendimi anlayabilir miyim
ayrıca ahiretimiz ide çeviriyoruz bugünümüzden
bu soruya da cevap vermek kolay olmuyor
şöyle düşünüyorum
ben hangisiyim... anlamak isteyen mi anlaşılmadığını düşündüğüm mü
ikisi de ben isem benim beni anlamamam nasıl olur ki anlama ihtiyacı duyuyorum
eğer ki bu ihtiyacı duyuyorsam anlamadığım bir şeyler vardır
peki anlamadığım bir şeyler varsa bunu nasıl anlıyorum
evet anlamak için kendine nerede bakmalısın ? Aynada mı?
birisi anlatmalı ki anlamadığımı fark edebileyim
Hah
iste o birisinde senden yansımayı görmelisin
yoksa bilmeyen ben bilmediğimi nerden bilirim... bilmediğimi biliyorsam o zaman ben bilmeyen değilim... bilmeyen değilsem niye bilgi eksikliğim olduğunu düşünüyorum da bilmek anlamak istiyorum
Güllale kardeşimiz in yazdıklarını okumadan önce bunları düşünüyordum
kendi kafamdakileri öylesine döndürüp duruyordum ki kafam da
berbere
hani yazsam kağıda döksem paylaşsam diyordum ama
gitmiştim küçükken
hıı
iki aynanın arasına koymuştu beni
gelen giden saçını arkasını görsün diye
önde bir ayna arka planda da bir ayna
öndeki aynaya
ama aynaya bakınca aynalar hiç bitmiyor iç içe
hah iste onu diyecektim
onu ben de çok yaşamışımdır Barbaros
sen gidip bu bilmecenle ikinci üçüncü aynanın
arasındasın
söylediğin sözler bana bu arada kalmışlığı anlatıyor
sanki iki üç görüntü
içeride sorguluyorsun
küçükken özellikle de ilkokul birinci sınıfa giderken
hep görürdüm benden büyükleri... gerek okulda gerek okul dışında
özellikle de mezun olmuş insanlar... ki o zamanlar üniversite falan hak getire
adam lise mezunu ise gördüğü itibar bir bakan ya da başbakan gibiydi
özellikle de kırsal yörelerde tahsilli insana çok hürmet edilirdi
yaşlı başlı adamlar kalkar önlerini ilikler ve yer verirlerdi
o tahsilli kişide kendine yakışır şekilde vakur ve edepli idi
imrenirdim
ileriki sınıflarımı hayal ederdim... aklımda yalnızca öyle bir görüntüye nasıl ulaşılır sorusu vardı... yani bir insan nasıl bu kadar kendinden emin bir görüntü içerisinde olur
sonra sonra sınıflar ilerlemeye başladı
bir iken iki üç dört beş
ortaokul lise üniversite
ben hep o hale nasıl ulaşıldığını bulmaya çalıştım bulamadım
aynen birinci sınıftaki eksikliğimi hissediyorum
ne güzel
çünkü o eksikliğimin dolduğuna inanmadım hiç bir zaman
yeni bilgiler edinmek
boşluğu doldurmuyor... yeni boşluklar açıyor
öyle düşünseydin zaten ilerleyemezdin
hem de daha büyük
ne kadar bilirse insan anlıyor ki ne kadar bilinecek şeyler var daha
gittikçe büyümek yerine küçüldüm
evet bir kaç ayna daha içeri gidelim bakalım inşallah
imrendiğim o vakurlu duruşa ulaşmanın bir hayal olduğunu öğrendim
doğru bu insanlar kendi gelişimlerini gençlik cağında durduruyorlar
insanin bir öğrenme eğrisi var
toplumdaki şartlandırmalar ile ve kendi kibri girince devreye
bu eğri kesiliveriyor
evet kardeşim... şuna bağlayacaktım ben bunun sonunu
hani başta varacağım nokta somut olarak önümde vardı birinci sınıfta iken
ama o amaçlanan noktaya vardığımda aslında asıl varılması gereken yerin orası olmadığını anladım
hani dedim ya kendimi anlayabilir miyim
şimdi kendimi anlama düşüncesi o hedef gibi önümde
anladıkça ya da anladığımı düşündükçe aslında ne kadar da anlaşılmaz olduğumu daha doğrusu ne kadar da anlamakla bitmeyen tam tersine çoğalan bir şey olduğumu anlıyorum
dolayısıyla anlamaya çalıştığım statik bir ben yok yerinde beni bekleyen
aynalar gibi iç içe
baktıkça daha derine gidiyor
dinle
kopek yarışı seyrettin mi hiç?
eh işte tv de falan
poligonda kopekleri öyle
yarıştıran nedir biliyor musun?
nedir?
kenara bir yere küçük bir sahte oyuncak kopek korlar
yahut bir hayvan oyuncağı
onu poligon etrafında
hareket ettirirler
kopekler o oyuncağı yakalamak için koşarlar
oyuncak hızla hareket eder
bilirsin koşulan yerde bir çember
evet biliyorum... aklıma geldi...köyde eşeğe bindiğimizde eşek yürümezse bir sopanın ucuna yeşillik bağlar önüne doğru uzatırdık sopayla
eşek yürürdü ha bire hevesle
bize de bir şey koymuşlar gideceğiz iste kimi kale almıyor oturuyor
bak simdi
somon balıkları vardır
dikkat ettiysen akıntının tersine yüzerler
ırmakta yukarı yüzerler
duymuştum onu ama somon oldukları aklımda kalmamış
evet...
simdik insanda bir yüzüş içinde
nefsini terbiye etmeyen insan
kendini hayatin içinde akıntıya bırakır
somon kendini akıntıya bıraksa
su onu dere yatağındaki taslara çarpa çarpa
parçalar
fakat somon balığı doğduğu yer olan
o ana kaynağa geri dönme çabasıyla yüzer durur akıntının tersine
gerçi kader bu arada bir kaçını iki üç boz ayı alır yer
ama bunlarda suyun yüzeyine sıçrama yapanlardır
ayılar yakalar o zaman
Aklıma Mevlana ile Şems'i getirdin
şu aralar "KİMYA HATUN" adlı bir kitap var onu okuyorum
duydum
Mevlana'nın ikinci eşinden olan kızı
ne güzel isim
onun ağzından şahit olduğu olaylar anlatılıyor
Konya halkı Mevlana'yı o kadar seviyor ve sayıyor ki O'nu kendilerinden alan Şems 'e düşman oluyorlar
Mevlana ise kendinden geçmiş... Şems ten başka kimseyi gözü görmüyor
Bu dönemde ihmal edildiğini düşünen ve hepsi de Mevlana'yı seven sayan kişiler
eşi de buna dahil
Şems e öylesine beddua ve buğz ediyorlar ki öldürecekler onu
Oysa sevdiklerinin hatırına O nu da sevmek akıllarına bile gelmiyor
Mevlana için ... Mevlana'ya rağmen Şems i bir şekilde uzaklaştırıyorlar şehirden
Mevlana bitap düşüyor... yemek içmekten kesildiği gibi kimseyle de konuşmuyor
şimdi bazen sevilmek te tersine akan bir nehir oluyor bizim için
herkes bir yana yüzerken sen tek başına aksi yöndesin
Mevlana'nın tek istediği Şems le bir arada olabilmek iken
Mevlana yı isteyenler güçlü bir akıntı halinde üzerine geliyor
Ve sanki dışarıdaki o kalabalığın gücü, çokluğu
Mevlana'nın Şems e duyduğu AŞK ın tepkisel anlamdaki dışa vurumu gibi
etki aşk ise tepki Konya ahalisi
ters yönlere akışlar
Halim dostum masiva deyip dururlar
evet
Masivanın tanımı Allah'tan gayri herşeyin sevgisi ise
Allahtan gayri herşeyin sevgisi Allah yolunda ters bir akıntı olsa gerek
hah yüreğine sağlık be kardeşim ne güzel dedin valla
O insanların hepsi Mevlana yi kendilerinin olmasını istiyor sahiplenme çabası içindeler o ise dünyaya sırt cevirmiş
sahiplenmeye çalışan kaybediyor
Maarifin başında bu olayları Sultan Veled'de genişçe anlatıyor
oradan da bak cifte dikiş olsun
bir sn Barbaros bir misafirim geldi
bak işte bu misafir de ters akıntı
ben boş boş dururken gelmez ne zaman güzel bir sohbete dalsak
biri çıkar gelir
neyse gönderdim
misafir bizdendir seni akıntıda beş fersah ileri atar sen bilmezsin
valla zaten her olaya artık başka bir gözle bakıyorum ki ne anlatıyor acaba diye
hiç bir şey rast gele olmuyor kainatta madem
her olanın bir hikmeti vardır mutlaka
evet bakılan pencere çok olduğundan
bunların bazılarına şeriat marangozu gelmiş tahta çakmış demiş ki bak bu
pencereden bakmayın zararlıdır
yoksa akıla bırakırsak isi pencere bitmez
her yerden bakmak ister
filozofun kafası o yüzden karışık olur ama BİZ filozof değiliz Allah'tan
bir de bakanların gördükleri farklı farklı oluyor.... Derman Hocam der ya; İki mahkum pencereden baktı biri yerdeki çamuru gördü diğeri gökteki yıldızları
tabi kimi yere kimi göğe meyleder
aslında gerçek filozof öyle olmalı ki
anladığımız anlamdaki filozofluğun pek bir işe yaramadığını fark edebilmiş olsun
yoksa bunu fark edemediyse istediği kadar dalsın çıksın düşüncelere
akılla gidebildiği yere kadar gitsin
tıkacaktır
Akıl o akıldır ki kendi yetersizliğini fark etsin ve Cebrail gibi bu çizgiden bir karış ileri gidersem helak olurum desin
zaten Kenan Rifai sohbetler kitabında Nietsczhe gibi filozofların kafalarının karıştığını anlatır sonunda
güzel bir tabir
ağzına sağlık
senin de ağzına yüreğine sağlık Barbaros kardeşim
bugünlük sohbetimizi burada balla keselim
zira beyannamelerin son günü bugün
tamamdır beyan et bakalım
işlerimi bir halledeyim inşallah rahat bir zamanda derinlere dalar tersine kulaçlar atarız seninle...
benimde yemek hazır aşçı kırmızı kart çıkaracak
birazdan
afiyet olsun kardeşim... haydi s.a
a.s
Halim : Mavi
23.04.2008
s.a Halim
aleykümselam Barbaros... nasılsın iyi misin
iyiyim meşgul falan anlamam bir selam veririm
bir haftadır konuşamadık
selam başımız üstüne... meşguliyet ise dünya işleri hiç bitmez
evet haklısın ben de eksikliğini çekiyorum
bir boşluk oluyor
vakit yetmiyor ondan Halim
belki de biz vakte yetişemiyoruzdur
evet buda mümkün
valla Barbaros öyle bir çekim var ki
yani buna çekim mi demek doğru yoksa sürükleniş demek mi bilmiyorum ama
hayat sanki kendi koşullarını zorla dayatıyor gibi
gönül başka yerlerde ama akıntıdan çıkamıyor ki
bazen tam konsantre oluyorum bir şeyler düşünürken
evet akıntıya kapılanın gönlü böyle
olmayacak şeyler öyle üst üste geliyor ki sanki inadına yapar gibi
kimi Sarayburnu'ndan denizi seyreder
düsenin hali başka
sen ne hallerdesin
hocam Naz Niyaz namazını
İngilizceye çeviriyorum
bana sanki içinde geniş derin bir açılım var gibi geliyor
senin içinde yani çevirinin değil
bir yerlere dalıp çıkıyor gibisin
bana çevirirken açılıyor inşallah
e tabi o da var
kim kimi çeviriyor artık ona iyi bakmak lazım
bu günlerde biraz sessizim bakalım hayırlısı
sen mi çeviriyorsun yoksa çeviri mi seni çeviriyor
çeviri bizim kendimiz
çeviren de bizim kendimiz
evet kendimizin tercümanıyız
bazen ben kendime şunu soruyorum
kendimi anlayabilir miyim
ayrıca ahiretimiz ide çeviriyoruz bugünümüzden
bu soruya da cevap vermek kolay olmuyor
şöyle düşünüyorum
ben hangisiyim... anlamak isteyen mi anlaşılmadığını düşündüğüm mü
ikisi de ben isem benim beni anlamamam nasıl olur ki anlama ihtiyacı duyuyorum
eğer ki bu ihtiyacı duyuyorsam anlamadığım bir şeyler vardır
peki anlamadığım bir şeyler varsa bunu nasıl anlıyorum
evet anlamak için kendine nerede bakmalısın ? Aynada mı?
birisi anlatmalı ki anlamadığımı fark edebileyim
Hah
iste o birisinde senden yansımayı görmelisin
yoksa bilmeyen ben bilmediğimi nerden bilirim... bilmediğimi biliyorsam o zaman ben bilmeyen değilim... bilmeyen değilsem niye bilgi eksikliğim olduğunu düşünüyorum da bilmek anlamak istiyorum
Güllale kardeşimiz in yazdıklarını okumadan önce bunları düşünüyordum
kendi kafamdakileri öylesine döndürüp duruyordum ki kafam da
berbere
hani yazsam kağıda döksem paylaşsam diyordum ama
gitmiştim küçükken
hıı
iki aynanın arasına koymuştu beni
gelen giden saçını arkasını görsün diye
önde bir ayna arka planda da bir ayna
öndeki aynaya
ama aynaya bakınca aynalar hiç bitmiyor iç içe
hah iste onu diyecektim
onu ben de çok yaşamışımdır Barbaros
sen gidip bu bilmecenle ikinci üçüncü aynanın
arasındasın
söylediğin sözler bana bu arada kalmışlığı anlatıyor
sanki iki üç görüntü
içeride sorguluyorsun
küçükken özellikle de ilkokul birinci sınıfa giderken
hep görürdüm benden büyükleri... gerek okulda gerek okul dışında
özellikle de mezun olmuş insanlar... ki o zamanlar üniversite falan hak getire
adam lise mezunu ise gördüğü itibar bir bakan ya da başbakan gibiydi
özellikle de kırsal yörelerde tahsilli insana çok hürmet edilirdi
yaşlı başlı adamlar kalkar önlerini ilikler ve yer verirlerdi
o tahsilli kişide kendine yakışır şekilde vakur ve edepli idi
imrenirdim
ileriki sınıflarımı hayal ederdim... aklımda yalnızca öyle bir görüntüye nasıl ulaşılır sorusu vardı... yani bir insan nasıl bu kadar kendinden emin bir görüntü içerisinde olur
sonra sonra sınıflar ilerlemeye başladı
bir iken iki üç dört beş
ortaokul lise üniversite
ben hep o hale nasıl ulaşıldığını bulmaya çalıştım bulamadım
aynen birinci sınıftaki eksikliğimi hissediyorum
ne güzel
çünkü o eksikliğimin dolduğuna inanmadım hiç bir zaman
yeni bilgiler edinmek
boşluğu doldurmuyor... yeni boşluklar açıyor
öyle düşünseydin zaten ilerleyemezdin
hem de daha büyük
ne kadar bilirse insan anlıyor ki ne kadar bilinecek şeyler var daha
gittikçe büyümek yerine küçüldüm
evet bir kaç ayna daha içeri gidelim bakalım inşallah
imrendiğim o vakurlu duruşa ulaşmanın bir hayal olduğunu öğrendim
doğru bu insanlar kendi gelişimlerini gençlik cağında durduruyorlar
insanin bir öğrenme eğrisi var
toplumdaki şartlandırmalar ile ve kendi kibri girince devreye
bu eğri kesiliveriyor
evet kardeşim... şuna bağlayacaktım ben bunun sonunu
hani başta varacağım nokta somut olarak önümde vardı birinci sınıfta iken
ama o amaçlanan noktaya vardığımda aslında asıl varılması gereken yerin orası olmadığını anladım
hani dedim ya kendimi anlayabilir miyim
şimdi kendimi anlama düşüncesi o hedef gibi önümde
anladıkça ya da anladığımı düşündükçe aslında ne kadar da anlaşılmaz olduğumu daha doğrusu ne kadar da anlamakla bitmeyen tam tersine çoğalan bir şey olduğumu anlıyorum
dolayısıyla anlamaya çalıştığım statik bir ben yok yerinde beni bekleyen
aynalar gibi iç içe
baktıkça daha derine gidiyor
dinle
kopek yarışı seyrettin mi hiç?
eh işte tv de falan
poligonda kopekleri öyle
yarıştıran nedir biliyor musun?
nedir?
kenara bir yere küçük bir sahte oyuncak kopek korlar
yahut bir hayvan oyuncağı
onu poligon etrafında
hareket ettirirler
kopekler o oyuncağı yakalamak için koşarlar
oyuncak hızla hareket eder
bilirsin koşulan yerde bir çember
evet biliyorum... aklıma geldi...köyde eşeğe bindiğimizde eşek yürümezse bir sopanın ucuna yeşillik bağlar önüne doğru uzatırdık sopayla
eşek yürürdü ha bire hevesle
bize de bir şey koymuşlar gideceğiz iste kimi kale almıyor oturuyor
bak simdi
somon balıkları vardır
dikkat ettiysen akıntının tersine yüzerler
ırmakta yukarı yüzerler
duymuştum onu ama somon oldukları aklımda kalmamış
evet...
simdik insanda bir yüzüş içinde
nefsini terbiye etmeyen insan
kendini hayatin içinde akıntıya bırakır
somon kendini akıntıya bıraksa
su onu dere yatağındaki taslara çarpa çarpa
parçalar
fakat somon balığı doğduğu yer olan
o ana kaynağa geri dönme çabasıyla yüzer durur akıntının tersine
gerçi kader bu arada bir kaçını iki üç boz ayı alır yer
ama bunlarda suyun yüzeyine sıçrama yapanlardır
ayılar yakalar o zaman
Aklıma Mevlana ile Şems'i getirdin
şu aralar "KİMYA HATUN" adlı bir kitap var onu okuyorum
duydum
Mevlana'nın ikinci eşinden olan kızı
ne güzel isim
onun ağzından şahit olduğu olaylar anlatılıyor
Konya halkı Mevlana'yı o kadar seviyor ve sayıyor ki O'nu kendilerinden alan Şems 'e düşman oluyorlar
Mevlana ise kendinden geçmiş... Şems ten başka kimseyi gözü görmüyor
Bu dönemde ihmal edildiğini düşünen ve hepsi de Mevlana'yı seven sayan kişiler
eşi de buna dahil
Şems e öylesine beddua ve buğz ediyorlar ki öldürecekler onu
Oysa sevdiklerinin hatırına O nu da sevmek akıllarına bile gelmiyor
Mevlana için ... Mevlana'ya rağmen Şems i bir şekilde uzaklaştırıyorlar şehirden
Mevlana bitap düşüyor... yemek içmekten kesildiği gibi kimseyle de konuşmuyor
şimdi bazen sevilmek te tersine akan bir nehir oluyor bizim için
herkes bir yana yüzerken sen tek başına aksi yöndesin
Mevlana'nın tek istediği Şems le bir arada olabilmek iken
Mevlana yı isteyenler güçlü bir akıntı halinde üzerine geliyor
Ve sanki dışarıdaki o kalabalığın gücü, çokluğu
Mevlana'nın Şems e duyduğu AŞK ın tepkisel anlamdaki dışa vurumu gibi
etki aşk ise tepki Konya ahalisi
ters yönlere akışlar
Halim dostum masiva deyip dururlar
evet
Masivanın tanımı Allah'tan gayri herşeyin sevgisi ise
Allahtan gayri herşeyin sevgisi Allah yolunda ters bir akıntı olsa gerek
hah yüreğine sağlık be kardeşim ne güzel dedin valla
O insanların hepsi Mevlana yi kendilerinin olmasını istiyor sahiplenme çabası içindeler o ise dünyaya sırt cevirmiş
sahiplenmeye çalışan kaybediyor
Maarifin başında bu olayları Sultan Veled'de genişçe anlatıyor
oradan da bak cifte dikiş olsun
bir sn Barbaros bir misafirim geldi
bak işte bu misafir de ters akıntı
ben boş boş dururken gelmez ne zaman güzel bir sohbete dalsak
biri çıkar gelir
neyse gönderdim
misafir bizdendir seni akıntıda beş fersah ileri atar sen bilmezsin
valla zaten her olaya artık başka bir gözle bakıyorum ki ne anlatıyor acaba diye
hiç bir şey rast gele olmuyor kainatta madem
her olanın bir hikmeti vardır mutlaka
evet bakılan pencere çok olduğundan
bunların bazılarına şeriat marangozu gelmiş tahta çakmış demiş ki bak bu
pencereden bakmayın zararlıdır
yoksa akıla bırakırsak isi pencere bitmez
her yerden bakmak ister
filozofun kafası o yüzden karışık olur ama BİZ filozof değiliz Allah'tan
bir de bakanların gördükleri farklı farklı oluyor.... Derman Hocam der ya; İki mahkum pencereden baktı biri yerdeki çamuru gördü diğeri gökteki yıldızları
tabi kimi yere kimi göğe meyleder
aslında gerçek filozof öyle olmalı ki
anladığımız anlamdaki filozofluğun pek bir işe yaramadığını fark edebilmiş olsun
yoksa bunu fark edemediyse istediği kadar dalsın çıksın düşüncelere
akılla gidebildiği yere kadar gitsin
tıkacaktır
Akıl o akıldır ki kendi yetersizliğini fark etsin ve Cebrail gibi bu çizgiden bir karış ileri gidersem helak olurum desin
zaten Kenan Rifai sohbetler kitabında Nietsczhe gibi filozofların kafalarının karıştığını anlatır sonunda
güzel bir tabir
ağzına sağlık
senin de ağzına yüreğine sağlık Barbaros kardeşim
bugünlük sohbetimizi burada balla keselim
zira beyannamelerin son günü bugün
tamamdır beyan et bakalım
işlerimi bir halledeyim inşallah rahat bir zamanda derinlere dalar tersine kulaçlar atarız seninle...
benimde yemek hazır aşçı kırmızı kart çıkaracak
birazdan
afiyet olsun kardeşim... haydi s.a
a.s
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12885
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
- Gariban
- Moderatör
- Mesajlar: 2834
- Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
- fatmaana
- Aktif Üye
- Mesajlar: 199
- Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00
Çok sağ olasın halimcan oğul,
Biz de yeniden okuduk.
Saçma sapan işlerle ömür tüketen toplumumuzda gençlerimizin gerçek kemalat bulmasından çok mutluyum kendi adıma..
Sağ olun var olun inşaallah..
Biz de yeniden okuduk.
Saçma sapan işlerle ömür tüketen toplumumuzda gençlerimizin gerçek kemalat bulmasından çok mutluyum kendi adıma..
Sağ olun var olun inşaallah..
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
- turabi
- Dost Üye
- Mesajlar: 76
- Kayıt: 14 Şub 2008, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
- nafile
- Aktif Üye
- Mesajlar: 169
- Kayıt: 02 Kas 2008, 02:00
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Eyvallah Nafile Kardeşimiz... Allah CC. razı olsun...
BİZ-ce SOHBET başlığı altındaki sohbetlerimizin linklerini de ekleyeyim dedim... İnşaallah yararlı olur...
Selamlar...
BİZ-ce SOHBET -1
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ight=b%DDz
BİZ-ce SOHBET -2
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ight=b%DDz[/color]
BİZ-ce SOHBET başlığı altındaki sohbetlerimizin linklerini de ekleyeyim dedim... İnşaallah yararlı olur...
Selamlar...
BİZ-ce SOHBET -1
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ight=b%DDz
BİZ-ce SOHBET -2
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... ight=b%DDz[/color]
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- nisa77
- Aktif Üye
- Mesajlar: 133
- Kayıt: 01 Ağu 2007, 02:00
CAN İÇİNDE CAN OLAN KULİHVANİ HOCAM VE DEĞERLİ KARDEŞLERİM;
HEPİMİZİN YOLU BİZLİKTE BİR, AMACIMIZ HİZMET...BU BÖYLE OLUNCA BİRİBİRİNİ BULAN YÜREKLERİZ HEPİMİZ...ALLAH(C.C) GANİ GANİ RAZI OLSUN HEPİNİZDEN, YOLUNUZA IŞIK YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN İNŞAALLAH.....
SEVGİ VE MUHAMMEDİ AYDINLIKDA MUHAMMEDİ DOĞRULUKTAN ŞAŞMADAN MUHAMMEDİ SADAKATLA YÜRÜMEK DUALARI İLE.....
HEPİMİZİN YOLU BİZLİKTE BİR, AMACIMIZ HİZMET...BU BÖYLE OLUNCA BİRİBİRİNİ BULAN YÜREKLERİZ HEPİMİZ...ALLAH(C.C) GANİ GANİ RAZI OLSUN HEPİNİZDEN, YOLUNUZA IŞIK YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN İNŞAALLAH.....
SEVGİ VE MUHAMMEDİ AYDINLIKDA MUHAMMEDİ DOĞRULUKTAN ŞAŞMADAN MUHAMMEDİ SADAKATLA YÜRÜMEK DUALARI İLE.....