Soru-Cevap

Sorularınızı Ayet ve Hadisler ışığında cevaplamaya çalışacağız.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
_3M-S3Y_
Üye
Üye
Mesajlar: 47
Kayıt: 21 Tem 2007, 02:00

Soru-Cevap

Mesaj gönderen _3M-S3Y_ »

Es selamu Aleykum,
Değerli muhammedinur dostları,
Dini konularda soru cevap şeklinde bir etkinlik düşündük.


Soruyu biri soruyor, cevaplayan kişi sorusnunda soruyor.
Hem bildiğimizi tazeliyeceğiz, bilmediğimizi öğreneceğiz inşallah...



SORU: 32 Farz nelerdir ?
Kullanıcı avatarı
kasva
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 9
Kayıt: 16 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen kasva »

32 FARZ



İMANIN ŞARTLARI
1- Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Allah'ın meleklerine inanmak.
3- Allah'ın kitablarına inanmak.
4- Allah'ın peygamberlerine inanmak.
5- Ahiret gününe inanmak.
6- Kadere, hayır ve şerrin yaratıcısının Allah (Celle Celâlühû) olduğuna inanmak.


İSLAMIN ŞARTLARI
1- Kelime-i şehadet getirmek.
2- Namaz kılmak.
3- Oruç tutmak.
4- Zekat vermek.
5- Haccetmek.



ABDESTİN FARZLARI
1- Yüzünü yıkamak.
2- Kollarını (dirsekleriyle beraber) yıkamak.
3- Başının dörtte birini meshetmek.
4- Ayaklarını (topuklarıyla beraber) yıkamak.



GUSLÜN FARZLARI
1- Ağzına su vermek.
2- Burnuna su vermek.
3- Bütün bedenini yıkamak.



TEYEMMÜMÜN FARZLARI
1- Niyet.
2- İki darb ve mesih.



NAMAZIN FARZLARI
Dışında olanlar:
1- Hadesten taharet
2- Necasetten taharet
3- Setr-i avret
4- İstikbal-i Kıble
5- Vakit
6- Niyet

İçinde olanlar:
1- İftitah tekbiri
2- Kıyam
3- Kırâet
4- Rükû
5- Secde
6- Kaide-i ahire.
BİR SEVDAM VAR..ONUN İÇİN BURDAYIM..
Kullanıcı avatarı
Sufican
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 163
Kayıt: 14 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen Sufican »

Çok güzel düşünmüşün emsey kardeşim ama sorular biraz daha zor ve düşündürücü olursa daha iyi olur bence...
BENİM SORUM "RABITA" NEDİR...
Kullanıcı avatarı
Sufican
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 163
Kayıt: 14 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen Sufican »

TEFEKKÜR HAKKINDA(MÜNİR DERMAN HZ.den)
Hak'kın men ettiği ne varsa insana zararlıdır. Sıhhatine mi. Hayır. Belki o perde altında insan öyle zan eder. insandaki hakkın verdiği kabiliyetlere yararlıdır. Nikâh helâldir. Zina haramdır. Cariye mubahtır. Metres haramdır. Üzüm helâldir. Ondan çıkan şarap haramdır. Bu arada birçok şüpheli olanlar vardır.
Bazı insanlar vardır. Hasta olurlar. Hekimler bazı yiyecekleri onlara men ederler. Yemedikleri zaman rahattırlar. Yavaş savaş şifa bulurlar. Yerlerse rahatsızlıkları şiddetlenir ...
Her hangi birşey karşısında : Aklın anlayıp evet dediği zaman o şeyi idrak edilmiştir. Bu idrak edilen şeyi muhafaza eden teyp şeridi de hafızadır dedik . . .
idrak : Aklın kabul ettiği ve kendisinin deposu olan hafıza çekmecesine koyduğu ne varsa onların anlaşılmağıdır.
Şuur: idrak edilecek hafızada saklanan bilgileri icabında ortaya çıkararak, onu aklın kabul edeceği veya etmeyeceği vanp da ona göre (hareket etmek) demek de hafızasında olan şeylerin artık malı olduğunu acillendirdiği de şuurdur.

Bütün bu malzeme ile herhangi bir şeye ve hadiseyi kabul etmek için çalışmağa tefekkür denir. Tefekkürün kabul edilerek kendi bilgileri hududu içinde ortaya koymak işine de (düşünce) denir. Bütün bunların hepsine (zihin) denir. Bu işi çabuk yapmak hünerine de (iz'an) ismi verilir. Bütün bu anlatılanları normal bir hamlede başarabilen komplekse de zekâ ismi verilir.
Kullanıcı avatarı
_3M-S3Y_
Üye
Üye
Mesajlar: 47
Kayıt: 21 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen _3M-S3Y_ »

hidayet_88 yazdı:Çok güzel düşünmüşün emsey kardeşim ama sorular biraz daha zor ve düşündürücü olursa daha iyi olur bence...
BENİM SORUM "RABITA" NEDİR...

Rabıta:

Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?

Tasavvufta rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla bu sonuca varabiliyor?

Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur?
Rabıtanın Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.

Aslında çözüm kolaydır. Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir. Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)

Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)

Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.

KUR'AN'DA RABITA GEÇİYOR MU?

Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)

Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)

Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.

Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.

TEFEKKÜR YA DA VARLIKLARI RABITA

Kur’an ve Sünnet’te emredilen bir diğer rabıta şekli tefekkürdür. Tefekkür etmek, fikretmek, düşünmek aynı şeydir. Hepsi kalple yapılan bir ameldir.

Düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir; gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli olanı fark etmektir. Görünene bakıp görünmeyene ulaşmaktır. Delile bakıp hedefe varmaktır. Tefekkür, sanata bakıp sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle Yüce Yaratıcı’nın varlıklarda gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp, O’na hayran olmaktır. Bunun sonu O’nu sevmek, zikretmek, yüceltmek ve O’na teslim olup huzura ermektir. Kur’an’da bu sonuç tefekkür, tezekkür, teemmül, tedebbür, ibret, basiret, marifet ve muhabbete bağlanmıştır.

Tefekkürü tarif ettik. Tezekkür, unutulan bir şeyi hatırlamak, unutmamak ve devamlı tekrar ederek onu kalpte tutmaktır. Teemmül, bir şeyi devamlı ve çok yönlü düşünerek içinde saklı olan manayı ortaya çıkarmaktır. Tedebbür, bir şeyi derinlemesine düşünmek ve arkasındaki gizli manayı çözmektir. İbret, bir şeyde verilmek istenen mesajı almaktır. Basiret, işin iç yüzünü görmektir. Marifet, bir şeyi asli haliyle olduğu gibi tanımaktır. Muhabbet, bir şeyi sevmek ve onunla huzur bulmaktır.

Görüldüğü gibi, bütün bunlar bir irade, yöneliş, gayret, iman ve sabır istemektedir.

'MÜRŞİD YERİNE ALLAH'I DÜŞÜN' SÖZÜ DOĞRU MU?

Yüce Allah’ın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ın zatı hiçbir şeye benzemediği için onu düşünmek mümkün değildir. Rasuiullah s.a.v. Efendimiz, bu konuda şu ölçüyü önümüze koymuştur:

“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)

Alimlerimiz bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt). Yüce Allah’ın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir. Fakat Allah nasıl acaba diye düşünülmez, düşünülemez.

Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere cevap vermektedir. Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur, edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu durum Yüce Allah’ın zatı için mümkün değildir.

AYETLER, İBRETLER

Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)

MUHABBET RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan birisi de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası kalbi Allah’ın sevdiği şeylere bağlamak ve onları Allah için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gelmektedir. Yüce Allah onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-158) O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kendisi için her müminden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir: “Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden, çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace, Ahmed)

Ayrıca her müminden Ashab-ı Kiram’ı, alimleri, salihleri ve mümin kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi, dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir. “Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız” hadisi, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. Yüce Allah’ın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hud, 113) uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” (Tevbe, 119) ayeti, kalbin kimlere yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir.

ÖLÜM RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an’da insanı dehşete düşürecek, hayrete sevkedecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır. Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e: “Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye etmiştir. Bu rabıta ile insanın dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî, Nesaî, Münavî, Beyhakî)

Allah dostları tefekküre büyük önem vermişlerdir. İnsanın terbiyesi, konuşması kadar susmasından da anlaşılır. Ancak, boş konuşma ve kötü düşünce kınandığı gibi, içinde güzel düşünce ve tefekkür olmayan suskunluk da kınanmıştır.

Velilerden Fudayl b. İyaz rh.a. der ki: “Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini gösterir. Onda kalbinin halini görürsün.”

Alimlerden Abdullah b. Mübarek rh.a., velilerden Sehl b. Ali k.s.’yi derin bir tefekküre dalmış halde gördü. Onun ahiret hallerini düşündüğünü anladı ve “Nereye kadar ulaştın?” diye sordu. O da, “Sırat köprüsüne kadar.” cevabını verdi.

Bişr b. Haris rh.a., tefekkürle elde edilecek sonucu şöyle özetler: “Eğer insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü anlayabilselerdi, ona isyan etmezlerdi.”

RABITANIN SONUCU

Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta da yukarıda anlatılan tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce Allah’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce Allah’ı zikretmekten ibarettir.

Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.

Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur



Tasavvuf ne demektir?
Kullanıcı avatarı
elifdostu
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 06 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen elifdostu »

Dr. Münir DERMAN(KS) der ki:
TASAVVUF Allahın bir sırrıdır. İnsanın iç aleminde gizli bir sır deryasıdır... Öğretilmez.Öğrenilmez. Tarif edilmez. Ulaşılır. Varılır belki... İşte o kadar...
Acizene bu fakir de der ki ne mutlu o İlâhî sıırrı yakalayabilme temizliğine varabilene... ne mutlu gönlünü dünya sevgisi ve dünya hırsı ile bulandırmayana... Ne mutlu cesedi ile fânide, gönlü ile daima bâkide olana. Selam olsun buna gayret edenlere...
Güzel bir sorum var: Allahı(CC) bir an bile unutmamak için ne yapmalıyız? En güzel cevabı verenle tanışıp ellerinden öpeceğim. Selam ve dua ile...
Âmaya renk tarif etme,
Siyahtan gayrını blmez,
Aşığa DOST'tan bahsetme,
ALLAH'tan gayrını bilmez...
Kullanıcı avatarı
Sufican
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 163
Kayıt: 14 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen Sufican »

elifdostu yazdı:Dr. Münir DERMAN(KS) der ki:
TASAVVUF Allahın bir sırrıdır. İnsanın iç aleminde gizli bir sır deryasıdır... Öğretilmez.Öğrenilmez. Tarif edilmez. Ulaşılır. Varılır belki... İşte o kadar...
Acizene bu fakir de der ki ne mutlu o İlâhî sıırrı yakalayabilme temizliğine varabilene... ne mutlu gönlünü dünya sevgisi ve dünya hırsı ile bulandırmayana... Ne mutlu cesedi ile fânide, gönlü ile daima bâkide olana. Selam olsun buna gayret edenlere...
Güzel bir sorum var: Allahı(CC) bir an bile unutmamak için ne yapmalıyız? En güzel cevabı verenle tanışıp ellerinden öpeceğim. Selam ve dua ile...
Ancak dua ile olabilecek bir şey ancak bu şekilde oda kişinin nefsi( oda serbest bırakıldığı için belli bir sınıra kadar) içindir... Yoksa ruh , ceset zaten unutamaz...unutması Allah'ın kanuna aykırı çünkü hepsi şuurlu ve şuursuz bir şekilde zikir halindedir...
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

âcizane cevabımdır...

Mesaj gönderen kulihvani »

HEP KORKAN - HİÇ KORKUSU OLMAYANLAR…

Elifdostu : “Güzel bir sorum var: Allahı(CC) bir an bile unutmamak için ne yapmalıyız? En güzel cevabı verenle tanışıp ellerinden öpeceğim.” diye sormakta…

Bu Sırr Sorusu için;
Benden Söz Gayreti
Pîrden (ks) Sohbet Himmeti
Resûlullah (sav) den Zevk Şefâatı
Allah (cc) dan Hazz Hidâyeti dilerim…

Derunî Matematikte;
Sıfır, yok demek değil Hiç olmayandır ve aslında târifsizdir… Fenâfillah…
Sonsuz, çok demek değil Hep olandır ve aslında târifsizdir … Bekâbillah…
İkisi arasında “Bir” demek Tek olandır ve aslında tek târiflidir... Tevhidullah...

Tek sayı “1” dir.. “Vahdet”tir..
“ÖZ – İÇ - ENFÜS” ündeki..

Diğerleri rakamlardır. “2” dediğimiz içinde iki adet “1” olan bir “Kap”tır. “1000” de öyle…“Kesret”tir…
“YÜZ – DIŞ – ÂFÂK” ındaki…

Beden Testisine ilk kez üfürülen EL (HAYY cc) esmâsı zuhuru diriden diriye makas yemeden canlar cenginde Cihan içinde aktarılıp gitmekte…

“Elest Meclisi” her “NEFS” in ilk defa sahneye çıktığı, Rububuyiyyet Tevhidini hepsinin kabul edip kendi kendilerine şâhid olup taahhüd ettikleri antlaşmadır.

Resim “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? (onlar da), evet (buna) şâhid olduk, dediler”
(A’raf 7/172)

O meşhur “Elest Bezmi”nde Rububiyyet Tevhidine şâhid olup Rabbimizi bildik diye “SÖZ” vermişiz…
Resim “Peyygamber sizi RABB’inize imân etmeye çağırıp durduğu hâlde niçin ALLAH’a inanmıyorsunuz (imân etmiyorsunuz) ? Hâlbuki O, sizden kesin söz de almıştı (Elest Bezminde)... Eğer gerçek mü’minler olacaksanız.”
(Hadid 57/8)

Ve bu âlemde Azametullah ve Kudretullahın sregilendiği kulluk imtihanı sahnesinde Uluhiyyet Tevhidine şâhid olmaya, ALLAH’ımızı bilmeye geldik..
Her türlü maddî-mânevî imkanlarla donatılmış olarak..
Tek gerçek “Şehâdetullah”ımızdır.
“Geldim, gördüm, bildim, buldum, oldum yaşadım ve şehâdetimi Resûlullah (sav) in şehâdetine kattım!” diyebilmektir işimiz..
Zâten her şey ve her husus bunun için var olmuş, olmakta ve olacaktır…

Sorası mâlüm.. Mahşer cem’i.. Hesap demi.. ve kulluğun karşılığı..

Her an Allah (cc)’dan korkmak?..

Soru bu…
Her an huzurda olana Hızır hazırdır..
Ancak açmak da lâzım ve lâyık…

Mükerrem olarak yaratılan her insan bu âlemde kendi tercihi ile her türlü olmakta..
Tercih açık; Ya Hak ve Hayr, ya da Bâtıl ve Şerr..

En üstün olanımızı ise Allah (cc) ilan etmiş:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

Resim “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”
(Hucurât 49/13)

Demek ki en keremlimiz, Celâlinden ikram eden Zü’l-Celâli ve’l- İkram olan Allah’tan en çok korkanımız imiş..

Takva kelimesi te, kaf ve vav harflerinden oluşur.

Erence dilin bileneler bilir ki gözüken Kahhariyet içinde yaşarken;
Canlı-cansız tüm resimlerin tek, eşsiz, denksiz, zıtsız Zât (cc) olan Ressam’ına- sistemin Ustası’na saygı duymak, kadrini ve kıymetini bilmek sistemi içinde protez diş gibi değil de diri diş gibi yaşarken şâhidi olmak…

İlâhî İlmi Muhammedî Edeble buyuran Aziz Resûlullah (sav ) Efendimiz bunun için:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : kim ki nefsini bildi kesinlikle Rabb’ini de bildi” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Kendini bilebilmek için bunca çabalar…
Ve Hak Erenler hizmetçiliği..
Kişiyi kiralık veya satlık kimlik ve kişilik yaftalarından kurtarıp ezelden ebede Muhammedî, Kur’ânî ve Rabbânî kendiliğinde olduğu şuûruna kavuşturma hasbî hizmeti..

Gerçek Erenler Yolunda yasa:

“Kendini bilmeyene anasının sütü haram
Kendini bilene babasının kanı helâldir..”

Yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) : “Mutî kable en temûtu!... : Ölmeden önce ölünüz!...”
(Keşfü’l-Hâfâ II 291 hadis 2669)

Kim ki kendini bilir de cehâlette ölürse,
Kim ki Rabb’ini bilir de Kemâlâtta dirilirse işte onlar her an, her yer ve her hâlde Allahü zü’l- Celâl’den korkarlar Elif özeli ve güzeli kardeşim..

Ve onlar için Allahü zü’l- Celâl:

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.”
Buyurmakta.. (Yunus 10/62)

İşte bu Hep korkan ve Hiç korkmayanları anlatırken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Resim Ömer İbn Hattab (radiyallahu anhu)’dan, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“ALLAH’ın öyle kulları vardır ki onlar ne peygamberdir ne de şehîddirler. Ancak, ALLAH katındaki derecelerinin yüksekliğinden dolayı kıyâmet gününde peygamberler ve şehîdler onlara imrenirler.” buyurunca Ashab:
“Yâ Resûlullah! Onların kim olduklarını bize bildir!” dediler. Resûlullah (sav):
“Onlar aralarında ne neseb ne de maddî bir bağ olmamasına rağmen birbirlerini ALLAH için sevenlerdir. ALLAH’a yemin olsun ki onların yüzleri nurludur ve onlar nur üzeredirler. İnsanların korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanların üzüldüğü zaman onlar üzülmezler.”

buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Büyû’ 76/3527)

Muhammedi Muhabbeti kaynağından duyduk uyalım İnşâallah..

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ALLAH’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki enbiyâ değiller, şehîdler de değiller amma kıyâmet gününde ALLAH katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler, imrenerek bakacaklardır.” buyurunca ashab:
“Bunlar kimler? ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Resûlallah?” dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bunlar bir kavimdirler ki, aralarında ne akrabalık ne ticaret ve ne de iş ilişkisi olmaksızın ALLAH ruhu ile ALLAH’ta sevişirler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler buyurdu ve: “Bilesiniz ki, ALLAH’ın dosdlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.”

(Yûnus 10/62) âyetini okudu” (Hâkîm,El Müstedrek IV-170)

Peki ben de âcizâne bir soru sorayım size, ödülü Eren Duâsı olsun:

“Hep korkan ve Hiç korkusu olmayan” kişilerin bu hâline ne isim verilmiştir Muhammedi Tasavvufta?..

Allahü zü’l- Celâl’e hamd olsun!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm olsun!


Gönlümüz ve ömrümüz Nur-u Mîm dolsun!

ÜZME! ÜZÜLME! SEV! SEVİL!..
En son kulihvani tarafından 22 May 2008, 00:51 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Sufican
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 163
Kayıt: 14 Şub 2007, 02:00

Re: âcizane cevabımdır...

Mesaj gönderen Sufican »

Kulihvani yazdı:HEP KORKAN - HİÇ KORKUSU OLMAYANLAR…
Peki ben de âcizâne bir soru sorayım size, ödülü Eren Duâsı olsun:

“Hep korkan ve Hiç korkusu olmayan” kişilerin bu hâline ne isim verilmiştir Muhammedi Tasavvufta?..

Allahü zü’l- Celâl’e hamd olsun!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salât ü selâm olsun!


Gönlümüz ve ömrümüz Nur-u Mîm dolsun!

ÜZME! ÜZÜLME! SEV! SEVİL!..
Bekabillah mertebisine çıkanlar bence,, Hak’tan yaratılanları keşif yani seyr edenler...
‘Onun gören gözü ben olurum benimle yürür’ hadisi kutsi buraya kadar gelenlerde ...
----------------------------------------------------
Sadreddin Konevi hazretleri 40 hadis kitabı acıklamasından 7. hadis
7. Hadis-i Şerif: Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Şayet Hakkı tam manası ile bilseydiniz su üzerinde yürürdünüz, dağlar sizinle kayardı..."
Bu Hadis-i Şerifte özellikle fena bulma haline işaret edilmektedir. Anlatılmak istenen mana
kısaca şudur:
"Eğer Hakkın varlığında fani olup, O'nunla beka bulsaydınız, elbette herşeye karşı bir
tasarruf sahibi olurdunuz... Özellikle icad ve yok etme babında. Ama her iki ülkede. Âfakta ve
enfüste..." Yani, hem batınî alemde, hem de zahirî alemde.
--------------------------------------------------------
Kullanıcı avatarı
zarok
Üye
Üye
Mesajlar: 26
Kayıt: 11 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zarok »

Ülfet Nedir ? Hangi Haller Ülfete Örnek Teşkil eder ?
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/adszxo9yx3.png[/img]
Kullanıcı avatarı
gulgoncaa
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen gulgoncaa »

Selamun aleyküm Rabbimin Kul'u
Sadece 'bir dua' ya muhtaç olmanın verdiği cesaretle (doğrusu muhakkak ki sizin bilginizdedir.) Aşk olarak hissediyorum.
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Hocam cehaletimi bağışlayın sorunuz bana şu hadiseyi hatırlattı:

İmam-ı Azam´ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu :

- "Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mümin mi?"

Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine ;

- "Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidir." dediler.

İmam-ı Azam susuyordu : "Ya imam sen ne dersin?" dediler.

İmam-ı Azam, "Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir" dedi.

Itiraz ettiler: "Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?.." diye.

İmam tek tek açıkladı :

"Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah´ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah´ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz kıldığı namaz cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır, (Kur´an´da mal ve evladın müminler için fitne -imtihan- olduğu belirtilmiştir); hakkı istemez, çünkü haktan kasıt ölümdür, mümin de olsa ölümü temenni etmez."


Hocam bu garibanın Bekâbillah, fenâfillahlara aklı ermez, gariban penceresinden "Çok Korkan : Allah'tan ayrı düşmekten, onun sevgisinden mahrum olma cehenneminden, Sila bagından kopmaktan korkan Hak aşıgı mümin bir kuldur ki , vücudunun r zerresiyle bu yüzden el açıp " Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil âhireti haseneten ve kina azabennar. " der.

Hiç Korkmayan da yine aynı Hak âşığı mümindir ki, hiç korkmaması da bu Çok korkmasına bağlıdır. Hakk'tan ayrı düşmekten çok korktuğu için nefsiyle cihad etmekten ve "Eğer biriniz bir kötülük görürse eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. ..." hadisine istinaden Hakki söyleyip batılla mücadele etmekten hiç korkmaz...

Garibanın nacizâne görüsü budur.
Selam ve Muhabbetle
Gariban
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Sözleriniz haktır gariban candost,

Muhammedi Melâmette Havf ü Recâ Ehli olanlar onlar ki zaten bürgülüdürler.

BİZlerin böyle bir davası Allah korusun olamaz, DUAdan başka..
Ama onlardan söz etmek de insana; sohbet, zevk ve hazz vermekte doğrusu..
muhabbetle...
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Re: Soru-Cevap

Mesaj gönderen safa-merve »

Allahü zü’l- Celâl’e hamd olsun!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salâtü selâm olsun!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mim ile nun
Üye
Üye
Mesajlar: 48
Kayıt: 08 Kas 2012, 18:22

Re: Soru-Cevap

Mesaj gönderen mim ile nun »

Hayırlı vakitler Nübüvvet mührü hakkında bilgi verebilirmisiniz nübüvvet mührünün manası nedir ? teşekkür ederim.
Muhabbet benliğin en mühim merhemidir ⊙
Cevapla

“►Soru - Cevap◄” sayfasına dön