BEN MELÂMET HIRKASINI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

BEN MELÂMET HIRKASINI

Resim

Ben Melamet Hırkasını
Kendim Giydim Eynime
Ar U Namus Şişesini
Taşa Çaldım Kime Ne

Haydar Haydar Taşa Çaldım Kime Ne..

Gah Çıkarım Gökyüzüne
Seyrederim Alemi
Gah İnerim Yeryüzüne
Seyreder Alem Beni

Haydar Haydar Seyreder Alem Beni..

Sofular Haram Demişler
Bu Aşkın Badesine
Ben Doldurur Ben İçerim
Günah Benim Kime Ne

Haydar Haydar Günah Benim Kime Ne..

Nesimi'ye Sormuşlar
Yarin İlen Hoş Musun
Hoş Oluyum Olmuyayım
O Yar Benim Kime Ne

Haydar Haydar O Yar Benim Kime Ne..


Kul Nesimî



ResimBEN MELÂMET HIRKASINI

Öğünmek cümle âlemleri ve bu âlemlerdeki tüm varlığı kendi zat’ı mevcudiyetinden yaratan ALLAH celle celâlihu’ya mahsustur.
Selâma lâyık olan ise, aşkına cümle âlemler ve âlemlerdeki varlıklar yaratılan, Hz. Muhammed Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve onunla beraber, her zamanda sağ ve mevcut olan ehl-i beyt’tir, Evlâd-ı Resûl’dur. O evlâd-ı Resûl ki, kıyamete kadar insanlığı makamı velâyet irşadı ile geçmişte aydınlattığı gibi, halen aydınlatmakta ve gelecekte de aydınlatacaktır. Çünkü insanlığın yaradılışının ideal gayesi olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaşabilmesi ancak Evlâd-ı Resûl irşad aydınlığı ile mümkündür.
Evlâd-ı Resûl’un en kemâl’li ve ziyalılarından olup, zamanında etrafını irşadı ile aydınlatan ve mahlası/lakabı “Nesimî” olan Hazret’in, Türk dünyasında pek meşhur olup, dilden dile dolaşan ilahi’sini şerh etmeyi, bize ihsan ve nasip ettiği için, Allah’a şükürler olsun.
Hz Nesimî buyurdu:


BEN MELÂMET HIRKASINI
KENDİM GİYDİM EYNİME
AR U NAMUS ŞİŞESİNİ
TAŞA ÇALDIM KİME NE..

HAYDAR HAYDAR
TAŞA ÇALDIM KİME NE..


Melâmet hırkasını eyni’ne giymek, insanın cümle kulluğunda Melâmiliğin hakim olup Melâmiliğe dahil olmasıdır. Ki, Melâmilik cümle peygamber ve insan-ı kâmil olan evliyânın ulaştığı kulluk mertebesidir.

Melâmiler için KurÂN-ı Kerimde buyrulur:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O’nu (ALLAH celle celâlihu’yau) severler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). ALLAH celle celâlihu’yaun yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, ALLAH celle celâlihu’yaun fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir)”
(Mâide 5/54)

Ki, ehl-i kemâl, bu âyetin Melâmîleri târif ettiğini beyan etmişlerdir. Çünkü kınayanın kınamasına aldırmamak Arapça “levm” kelimesidir ki, kınanmak mânâsında olup, melâmet demektir.

Âyette ifade edildiği gibi Melâmîler, ALLAH celle celâlihu’yau sevdikleri gibi, Allah da onları sever, yani ALLAH celle celâlihu ile sevişirler. Melâmiler dâima Cenâb-ı Hak’la vuslatta olduklarından, onlar Hakk’ın kendilerini kınamasından, Hakk’a vuslattan mahrum olmaktan ve ALLAH celle celâlihu’nun emir ve yasaklarına riâyet etmemekten korkarlar. Melâmiler, Halkın onları cehâlet ve gafletle kınamasına aldırmadıkları gibi, cehâlete ve zulme karşı, irfâniyet ve kemâlatlarıyla dik ve çetin durup boyun eğmezler. Hidâyet tecellîlerine ve müm’inlere karşı ise, mütevazı ve hürmetlidirler.

Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde: “Melâmîler; bunlara melâmetçiler de denir. Bu ad dahi lügat yönünden, bunlar için zayıf bir kelime olmuş olur. Bu gibi kişiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün âlemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resûlullah Muhammed aleyhisselâm Efendimizdir. Bunlar, Hak Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bu âlemde yerleştirdiler, kuvvetlendirdiler. Sebeplerini yerli yerinde açıkladılar. Yaramayanların da nedenlerini anlattılar. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bıraktılar, âhiret gününün hacetlerini de âhirete bıraktılar. Eşyaya ALLAH celle celâlihu’nun baktığı nazarla baktılar, gerçekleri birbirine karıştırmadılar.” diyor.

Bu itibarla Yunus Emre, Niyazi Mısrî, Hz. Mevlânâ vb. gibi çeşitli zamanlarda yaşayıp insanlığı aydınlatmış olan İnsan-ı Kâmil velîler de, “Melâmi” olduklarını beyan etmişlerdir. Çünkü Melâmilik Pir Seyit Muhammed Nur Hz. leri nin buyurduğu gibi “ Kulun fenafillah olup Hz. Muhammed s.a.v ahlâkıyla ahlâklanmasıdır. Fenafillah kulun cehaletle kendine ve eşyaya nisbet ettiği varlıkların yokluğunda Hakk’ın zat’ı mevcudiyetinden ve tecellîlerinden gayrı görmemesidir. Melâmiler Hakk’a vasıl / kavuşmuş ve Hakk’ın “Beka”sı ile beka bulmuş kulluklarında “İnsanı kâmil” mârifetinin zâhir olup açığa çıktığı kulluk’tur. Bu itibarla insanlığı tebliğ ve irşadı ile aydınlatmış olan cümle peygamberler ve insanı kâmil olan velîler melâmi’dir.
Peygamberlikle irşad Kur’an-ı Kerîm’deki;

Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. O ALLAH celle celâlihu’yaun Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur…

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---"Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.”
(Ahza 33/40)

Beyânı mucibince cümle peygamberin imamı Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle nihâyete ermiştir. Velâyet yolu ile irşad ise, Hz. Resûlullah’la beraber aynı zaman ve coğrafyada, cümle evliyânın imamı olan Hz. Ali kerremallahu vechehu’nun şahsında zâhir olmuştur. Ve bu irşad kıyamete kadar bu âlemde Evlâd-ı Resûl tarafından icra edilecektir.
Evlâd-ı Resûl yani ehl-i beyt, birincisi soy, ikincisi manevî, üçüncüsü ise hem soy hemde manevî olup, bu iki hasletin birleştiği “Pençyi ali aba”dır. Yani Hz Resûlullah aleyhisselâm ile beraber Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’dır. Ve Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin aleyhumusselâm’ın hem manevî hemde soy hasletlerini taşıyan evladlarıdır.

Asrı saadette Hz. Resûlullah’ın “ehl-i beytimdir” dediği, soyundan gelmeyen Manevî Evlâd-ı Resûl olan sahabeler vardı, fakat bunların en meşhur ve çarpıcı örneği Selman-ı Farisî Hz. lerdir ki, Hz. Selman, Farisî, yani İran’lı olup, Hz. Resûlullah aleyhumusselâm’ın yaşadığı coğrafya ve oradaki insanlarla hiçbir akrabalığı ve yakınlığı yoktu. Selman hakkında Hz. Resûlullah aleyhumusselâm Efendimiz: “Selman benim ehlibetimdir” ve yine “Selman bendendir ben selmandan” buyurmuştur.

İşte manevî Evlâd-ı Resûl olan bu sahabeler, daha ziyade irşadla görevli olanlar idiler. Bunlar gördükleri “merat-i ilahî” seyri süluk’u ile, kendilerinin ve cümle eşyanın nisbet varlığından fenafillah irfaniyeti ile soyunup Hakk’a kavuşmuş, Hakk’ın Bekâsı ile beka bulmuş, Muhammedî ahlâkla ahlâklanıp, yukarıda evsâfı belirtilen “melâmi” neşesi ile yaşayanlardan idiler.

Bu itibarla, cümle zaman ve coğrafyada yaşamış ve yaşayan “Melâmiler” manevî Evlâd-ı Resûl olup, irşadları ile insanlığı aydınlatmışlardır. Ki, bu mevzu Kur'ÂN-ı Kerîm’de;

Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı çetin, aşılmazdırlar. Kendi aralarında ve müm’inlere karşı yumuşaktırlar. Onlar secde ve rükû ederler. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk isterler. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri / izi vardır. Biz bunu Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil’de ise ekin filizi ile misâllendirdik...

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâ’l- kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s- sucûd (sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibu’z- zurrâa, li yagîza bihimu’l- kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ (azîmen).: Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.”
(Fetih 48/29) âyeti ile beyan edilir.

Ki Tevrat, Peygamber Efendimiz aleyhisselâmdan yaklaşık 1200, İncil ise yaklaşık 600 yıl evvel inzal olmuştur. âyette bahsedilen “Hz. Muhammed’le beraber olanlar” manevî Evlâd-ı Resûl’dur. Bunlar fenâfillh irfaniyetiyle yokluğa ulaşmış, Hak’la bekâ bulmuş Muhammedâ ahlâk ve Melâmet Neşesiyle tüm zamanlarda var olan kullardır. Bu itibarla manevî Evlâd-ı Resûl, Peygamber Efendimizin unsur bedenle bu âlemde zuhûrundan evvel de var idiler, halen de mevcut olup sonra da var olacaklardır. Bunların “yüzlerindeki secde izi,” kulun yokluk irfâniyeti olup fenâfillah keşfidir.

Velhasıl “Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” buyurmakla Hz. “Nesimî,” vasıfları yukarıda beyan edilen, Evlâd-ı Resûl irşadı ve Melâmet neşesiyle hasıl olan olgunluğa, yani insan-ı kâmil makamına ulaştığını beyan ediyor.
Melâmilik, insan-ı kâmil mârifetiyle açığa çıktığı için, kâmil’in anlayış ve ahvali câhiller tarafından tenkide uğrar ve âyette belirtildiği gibi o, “kınanır.” Çünkü câhiller doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan atadan kalma değerlere ve geleneğe tabi olurlar. Câhiller Din’e sirâyet etmiş olan, ve KurÂN-la, Hz. peygamberin uygulamalarıyla aynı olmayan değerlere bağlı kalmayı, dindarlık olarak görürler, kendilerini uyaran zamanın Kâmili’ni ise, “sapıklık ve dine riâyet etmeyen” gibi vb. vasıflarla kayıtlar ve Kâmil’e zülum yaparlar. Hatta onun katline fetvâ verip zamanın kâmilin’den istifade edemedikleri gibi onun kanını akıtırlar. Aynı imam-ı azam, Şemsi tebrizî, Şeyhül ekber Muhuddin Arabî hz. leri vb. gibi. Ki, Hz. Nesimî’nin de câhiller tarafından işkence edilerek şehid edildiği rivâyet edilir.

Bu itibarla cümle peygamberler ilim ve irfaniyetle zuhur etmelerine rağmen, Peygamberleri cehâletle red ve inkar edenler daima atadan kalma değerlere ve geleneğe uymamakla peygamberleri itham etmişlerdir.
İşte beyitte ifade edilen “arı namus şişesi,” halkın cehâlet kaynaklı anlayışlarıdır. Bunu beyanla Hz. Nesimî, ben melâmet neşesi ve insanı kâmil mârifetiyle ulaştığım kulluğumda, ALLAH celle celâlihu’nun buyrukları ve Hz. Peygamber aleyhisselâm Efendimizin ahlâkı üzere yaşıyorum ve câhil halkın beni kınamasına aldırmıyorum, ben cehaletin oluşturduğu “Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne” diyor.
Her beyitte tekrarlanan “Haydar” ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu nun lakabı olup, atılgan aslan ve devamlı diriliği ifade eder. Hz. Ali kerremallahu vechehu zâhiren de Hz. Resûlullah aleyhisselâm Efendimizle ve diğer sahabelerle katıldığı savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş, kılıcı Zülfikar ile fetihler yapmış, İslam dünyasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır.
Hakikat’ta ise, Hz. Ali kerremallahu vechehu cümle insan-ı kâmil olan evliyânın kemâlat ve mârifetinde her zaman sağdır, diridir. Fetih açılma açma, Zülfikar ise, Mârifet demektir. Her Kâmil olan velînin irşadındaki fetih’te, Hz. Ali kerremallahu vechehunun imam olduğu velâyet zâhir olur. Ve o velâyet mârifeti olan Zülfikar’la, cehlin oluşturduğu anlayış ve zanların başları kesildiği zaman, o kul, “velâyet fethiyle” ârif ve kâmil olur. Bu itibarla, her zamandaki Melâmi olan insanı kâmil’in mârifet ve irşadında, Hz. Alinin imam olduğu velâyet sağ ve diri olup “Haydar”dır. Vesselâm.

Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

GâH ÇIKARIM GÖK YÜZÜNE
->SEYREDERİM ->ÂLEMİ
GâH İNERİM YER YÜZÜNE
->SEYREDER ->ÂLEM BENİ..


Melâmet Neşesi ile var olan insanı kâmil’in iki yönü vardır. Kâmil’in bir yönü dâima mutlak olan Hakk’a dönüktür ki, Kâmil bu yönü ile Hak’tan hiç gaflet etmez, dâima Hak’la olur. Kâmil’in diğer yönü ise mukayyed olan Kulluğa dönük olup, halk içinde beşeri ihtiyaçlar ve münasebetlerle hasıl olan bir kullukla var olur.

Kâmil’in böyle hem mutlak olan Hakk’a hemde mukayyed olan Kulluğa yönelik olması ona kusur olmaz. Çünkü o, Hakk’a baktığında sırf Vahdet’e ait olan Rahmân, Rahîm, Settar Gaffar vb. gibi olan esmâ tecellîlerini görür ki, bu aynı zamanda onun yükselerek Gök Ehli olmasıdır. Çünkü bu Hakk’a ait olan esmâlar, Halk’ın oluşturduğu ikilik olmayıp, ALLAH celle celâlihu’un Vahdaniyetini temsil eden isimlerdir. Bu itibarla Göğe yükselmek yeryüzündeki kesretle değil, Vahdet olan Gökyüzü ile teşbih ve beyan edilir. Çünkü Gök’te tek renk hakimdir. Bu tek renk olan Uluhuyetin vahdeti’ne, yani ALLAH celle celâlihu’nun Bir’liğine yükselmek ise, bir olan İlahî sevgiliyi, müşâhade etmek olup “Gökyüzüne çıkmak”tır.

Âlem, mutlak varlığın zuhuru olan esmâ demektir. Âlemi seyretmek ise, gerek Hakk’a, gerekse kullara ait olan cümle esmâyı/Âlemi Vahdet’in zuhuru olarak görüp, esmânın/âlemin yokluğunu müşahade etmektir. Vesselâmm..

İnsanı Kâmil, kulluğa yöneldiğinde ALLAH celle celâlihu’nun mukayyed olan kesret zuhurunu müşahade eder. Yani Uluhuyet’in tecellîsi ile Halk’a ait isimler kesretini oluşturan, ağaç, taş, toprak, insan, hayvan vb. varlıkları görür. Bu mukayyed olan kesret yeryüzündeki çokluktur. Bu çokluğu oluşturan esmâlar, kul olması itibarıyla kâmil’e tesir eder, fakat onu gayrıyete düşürmez. Bunun için “yeryüzüne inerim” demek, ben kul ve âciz olmakla kesreti oluşturan esmâların tesirine girerim demektir.
“Seyreder âlem beni” sözünün manası ise, cümle âlem denilen esmâların yokluğunda zâhir olan Hak olduğu için, seyreden Hak’tır, seyredilen ise âciz ve muhtaç olan kuldur. Bunu beyanla Hz. Nesimî: “Gah çıkarım gök yüzüne seyrederim âlemi gah inerim yer yüzüne seyreder âlem beni” buyurmakla bâzen mutlak olan HaKk’ın Vahdaniyetine Bir’liğine ait tecellîlerle göğe çıkıp esmâ olan Âlemin yokluğunu seyrederim. Bâzen de mutlak olan HaKk TeâLâ, esmâ yani âlem zuhuru ile, yokluğum ve acziyetim olan kulluğumu seyreder diyor..


Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
Mutlak: Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
Vahdaniyet: Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
Kesret: Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.
Zuhur: Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

SOFULAR HARAM DEMİŞLER
BU AŞKIN ŞARABINA
YAR DOLDURUR BEN İÇERİM
GÜNAH BENİM KİME NE..


Sofu, din’in bâtın yönünden gafletle, sadece dinin şeriat’a ait olan zâhir yönü ile kulluk yapan, ve bu kulluğunu da Kâmil bir kulluk zanneden, kendisi gibi kulluk yapmayanları ise eksik gören kimsedir. Beyitte ifâde edilen Aşk, Allah aşkı’dır, ilahî aşka dair yapılan irşad şaraptır, bu irşaddan istifadelenmek ise, ilahî aşk’ın şarabı’nı içmektir. Bu irşad dan hasıl olan ilahî zevk, aşığın, sarhoşluğudur. Kadeh ise aşığın gönlüdür. Gönül kadehi, Kâmil olan Mürşid’in telkin ve irşadı ile dolar. Vesselâm..

Din’in zâhir yönü olduğu gibi bâtın yönü de vardır. Din’in zâhirini şeriat oluşturur ki, ilmi şeriat kulun ibadet ve davranışlarının ne şekilde ve nasıl olacağıyla ilgilenir. Meselâ namazda secdenin rüku’nun ne şekilde yapılacağını, insanlar arasında olan ticaret ve sosyal ilişkilerin nasıl olacağını düzenler.

Dinin bâtınına ait olan ilimler vardır. Bu bâtın ilimlerin de tahsil edilmesiyle ancak, dinin hem zâhir hem bâtın kulluğu o kimsenin şahsında kemâl bulur ve o kişi İnsanı kâmil olur. Dinin sadece zâhiri ile yetinip bâtın ilimlerinin câhili ve gafili olmak, o kulun eksiklğidir/nakıslığıdır. İşte sofu böyle nakıs / eksik bir kullukla dinin ilahî aşka ve bâtınına ait olan değer ve ibadetlerle meşgul olmayı cehalet ve gafletle günah olarak görür. Fakat “melâmet” mârifetiyle insanı kâmil olan Hz. Nesimî: “Sofular haram demişler Allah aşkın’dan istifâdelenmeye, ilahî sevgili olan yârim, bana Kâmil’in telkin ve irşadında gözükür, ben o irşad şarabını içmekle, ilahî sevgiliyi müşâhade edip sarhoş olurum, eğer bu hal günah ise ben günahkarım!.” diyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

GÂH GİDERİM MEDRESEYE
DERS OKURUM HAK İÇİN
GÂH GİDERİM MEYHÂNEYE
DEM ÇEKERİM AŞK İÇİN..


Pir seyyid Muhammed nur Hz.leri, “KurÂN-ı kerim dört ilim ve yedi makam üzere inmiştir.” buyurur ki, bu dört ilim Şeriat İlmi, Tarikat İlmi, Hakikat İlmi ve Mârifet İlmidir. Şeriat’a ait olan zâhir ilimler medresede, yâni bu günkü ihtisas elde edilen ünüversiteler, ve yüksek okul vb. gibi olan okullarda tahsil edilir. Ve medresede tahsil ettiği ilimle, o kimse hukukçu, edebiyatçı tıp uzmanı vs. olur. Bu zâhir ilimlerden bazıları meselâ fıkıh, kulun zâhiri ibadet ve davranışlarını düzenler. İşte yukarıda vasıflarından bahsettiğimiz sofular, din’in bâtınından aşk boyutundan gafletle, din demek fıkıh demektir anlayış ve cehli ile, ilahî aşk’a dahil olmayı din dışı olarak görürler..

Bir kimse dinin sadece zâhiri olan şeriat ilmi ile kulluk yaparsa, o kimse âhiret te nefsini cehennem ateşinden koruyup, amel cennetine dahil olur. Fakat makamı insan’a yükselip İnsanı kâmil olamadığı için o kimse eksiktir / nakıstır. İşte bu nakıslık Kâmil bir kulluğa eriştirmediği için o kimse, dünya ve âhirette hüzün ve kederle yaşar..

Makamı insan’a ulaşarak kul’un insanı Kâmil olması, dinin bâtınına ait olup KurÂN-’da “Leddunn” (Kehf-65) olarak beyan edilen, Tarikat, Hakikat ve Mârifet İlimlerini tahsil etmesi ile mümkündür. Bu ilimler eskiden tekkelerde Kâmil olan mürşid’den tahsil edilirdi. Bu gün ise tekkeler fonksiyonlarını kaybettiklerinden, doğru ve isabetli bir kararla kapatılmıştır. Fakat İnsanı Kâmil, daha evvel beyan edildiği gibi “melâmet” neşesi ve Evlâd-ı Resûl irşadıyla her zaman mevcut olup, bu irşad, kulun var olduğu tüm zaman ve mekanlarda devam eder. İşte zamanın kâmili’nin irşad ve mârifetinin hasıl olduğu, ehli zikrin, âriflerin ve ehli kemâlin meclisi, Hak aşıklarının “meyhanesi” olup, aşıklar orada ilahî aşk irşadı ile sarhoş olup zevki ilahî ile lezzetlenirler keyflenirler.

Bunu beyanla Hz. Nesimî:
“Gâh giderim medreseye ders okurum HaKk için”
Beyânı ile: “Medresede öğretilen dinin şeriatına muhakkak tâbi olup, ALLAH celle celâlihu’nun emir ve yasaklarına kesinlikle riâyet ederim. Fakat benim bu riâyetim, nefsimi huri, gılman, köşk vb. amel cenneti nimetleri ile nefsimi lezzetlendirmek için olmayıp, ilahî sevgili olan Cenâbı HaKk emrettiği içindir!.” Yani “HaKk için” dir diyor. Ve devamla:
“Gâh giderim meyhâneye dem çekerim aşk için”
Beyânı ile de, HaKk’ın emri olan şeriat’a kesinlikle riâyet etmekle beraber, Kâmil’in irşadının zâhir olduğu, Ehl-i Aşk, Ehl-i Kemâl ve Âriflerden oluşan Meclis-i Meyhâneye, İLAHÎ AŞK için giderim!.” buyuruyor..


فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Resim---"Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ (ilmen).: Böylece katımızdan, kendisine rahmet verdiğimiz ve ledun (gizli) ilmimizden öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular.”
(Kehf 18/65)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Cebrâil, beni tek harf üzere okutuyordu. Bunu artırmasını istedim ve artırdı. Artırmayı istemeye devam ettim ve artırdı, ta ki, yedi harf oluncaya kadar." buyurdu.
(Buhârî; hadis no:3047. Müslim, hadis no: 819)

Resim---Ömer b. Hattâb radiyallahu anhu: "Hişâm b. Hakîm’in, Furkân Sûresini, başka bir şekilde okuduğunu duydum. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu sûreyi bana okumuştu. Az kalsın kendisine çıkışacaktım, ama okumasını bitirinceye kadar sabrettim. Sonra yakasına yapışıp, onu Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e getirdim ve dedim ki: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! Bu adamı, Kur’ÂNı, senin okuyuşundan başka bir şekilde okurken işittim."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Oku!.” buyurdu. O da ondan duyduğum okuyuşu okudu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Böylece indirildi!” buyurdu. Sonra bana: “Oku!.” dedi ve okudum. O da: “Böylece indirildi. Bu Kur’ÂN, yedi harf üzere indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun!." buyurdu.

(Buhârî; hadis no: 2287. Müslim; hadis no: 818)..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

SOFULAR SECDE EDERLER
MESCİDİN MİHRÂBINA
OL DOST İLE DOST OLMUŞUM
KIBLEGÂHIM KİME NE!.


İlmi Şeriat’a göre Hakk’ın huzuruna durmak, kıbleye, yani Beytullaha yönelmekten ibarettir. Hac için Kâbe’ye gitmek ise Beytullah’ı ziyârettir, yani ALLAH celle celâlihu’nun evini ziyârettir.
İlmi Hakikat’a göre kıble, kulun kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbı’nı müşahade etmesidir. Beytullah yani ALLAH celle celâlihu’nun evi ise, Kul’un gönlüdür/kalbidir. Ki, bunu beyânla Cenâbı Hak, hadisi kutside: “Ben yerlerime ve göklerime sığmam müm’in kulumun kalbine sığarım” buyurur. Kur’an’da ise, “Gözünüzü açın ALLAH celle celâlihu’nun velîleri/dostları için hiç bir korku yoktur. Mahzun da olmaz onlar.” buyrulur.


أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?”
(Yûnus 10/62)

Dost, “Velî” demektir ki ALLAH celle celâlihu’nun bir ismi de Velî’dir, yani Dost’tur. Eğer bir kimse melâmet neşesi ile cümle varlığın ve kendinin yokluğunda/fenâsında Rabbı’na kavuşup Rabb’ın bekâsı ile bekâ bulursa, o müm’in kul ALLAH celle celâlihu’nun dostu olur ki, böyle dostu olan kulunda Hak, Dost ismi ile tecellî eder ve o kul, “dost ile dost” olur.
Dost kulluğuyla, telkin ve irşadında Hakk’ın dostluğunu zâhir edip açığa çıkaran Kâmil, aynı zamanda Hakk’ı mevhumda değil de mevcudda arayan taliblerin, âşıkların kıblegâhı’dır. Kâmil, bu yeryüzünde cümle tecellîleri içinde ALLAH celle celâlihu’nun, kerem, yani ikram yüzü olup, Hakk’ın Cemâli’nin açığa çıktığı mazhardır. Bu itibarla cümle sahabe içerisinde sadece Hz. Ali kerremallahu vechehu, yâni ALLAH celle celâlihu’nun ikram yüzü olarak vasıflandırılır. İşte velâyet irşadının imamı olan Hz. Ali’nin mârifeti, zamanın Kâmili’nin irşadında açığa çıkar. Cümle saliklerin, taliblerin ve âşıkların, Kâmil’in telkin ve irşadındaki Hak Cemâli’ne yönelmelerinden, Zamanın Kâmil’i Kıblegâh olur. Yâni Kâmil’in telkini olan ALLAH celle celâlihu’nun makamları âşıkların, âriflerin kıble’sidir. Yoksa kâmil’in sûretini şahsını kıble yapmak küfür ve açık şirk olup, büyük günahtır.

Kur’an-ı Kerîm’de “O’nun vechinden/yüzünden başka her şey helâktadır, yokluktadır…” buyrulur.


وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar (âhara), lâ ilâhe illâ huve, kullu şey’in hâlikun illâ vechehu, lehul hukmu ve ileyhi turceûn (turceûne).: Ve Allah ile beraber başka bir İlâh’a dua etme (ibadet etme). O’ndan başka İlâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.”
(Kasas 28/88)

Bu ve benzer âyet beyanlarından da anlaşıldığı gibi ehli aşk olan ârif, kendinde ve cümle eşyada apaçık zâhir olan uluhuyet’in yani ALLAH celle celâlihu’nun makamlarndan başka bir şey görmediğinden, onun Allah’tan gayrı kıblesi olmaz. Çünkü Cenâbı Hak, “Doğu da batı da yalnız ALLAH celle celâlihu’yaundır. Siz yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin ALLAH celle celâlihu’yaun yüzü ordadır…” buyrur.

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve lillâhil meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Ve doğu da Allah’ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın Vechi (Zat’ı) işte oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi’dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).”
(Bakara 2/115)

Secde yapmak, kulun Allah karşısındaki en tenezzüllü kulluk halidir. Bir müm’in’in, Şeriat kurallarına riâyetle vakit namazını kılarken, mihrab istikameti olan kıbleye yönelerek yaptığı secde, bunun ispatı olup kulun acziyetinin beyanıdır. Secde hakikatta ise, kulun yokluk/fenâ acziyetiyle Hakk’ın bekâ varlığına secde etmesidir. Çünkü âyette:

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ*
Resim---"Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib.: Hayır! Ona itaat etme ve secde et ve (Allah’a) yakın ol!”
(secde âyeti) (Alak 96/19)

Hadis-i şerifte ise “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır.” buyrulur.
(Müslim, salât, 15; Nesâî, mevâkît,35; Tirmizi, deavât, 118; İbn Hanbel, Müsned, II, 121.)
İşte hakikat’ın secdesi “melâmet” mârifetiyle kulun hiç bir nisbet varlığı olmadan, kendinin ve cümle âlemin mevcudiyetinde Hak’tan gayrı görmeyip, kulun yokluğuyla Hakk’ın varlığına secdesidir. Bunu beyanla Hz. Nesimî, hakikat’tan nasiblenmemiş, kendindeki ve cümle eşyadaki Hak’tan cehâletle perdeli olan sofular, secdenin hakikatı’ı mahiyetinden gafletle, şeriat’ın emri gereği yalnız mihrab istikameti olan kıbleye yönelip secde ederler diyor. Ve devamla “Melâmet Mârifeti beni Hakk’a, dost ettiği gibi, beni Hakk’ın Dost tecellîsine mazhar kıldı ve Dost ile Dost oldum” diyor. “Melâmet Mârifeti ile yaptığım telkin ve irşadımdaki ALLAH celle celâlihu’nun makamları, cümle salik, talib ve âşıklara “kıblegâh” olup, bu mazharıyetimden kime ne?.” buyuruyor.

El Hakku celle celâluhu:
Resim

El Âlim celle celâluhu:
Resim

El Alîm celle celâluhu:
Resim

El Vâsi'u celle celâluhu:
Resim

El Veliyyu celle celâluhu:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

NESİMî’YE SORDULAR
YÂRİN İLE HOŞMUSUN
HOŞ OLAYIM OLMAYAYIM
OL YÂR BENİM KİME NE!.


Hz. Nesimî, Evlâd-ı Resûl ve Melâmi ruhaniyet ve neşesiyle yaşamış olan zamanının Kâmil-i Mürşididir. Kâmil, dâima kendinde ve cümle eşyada tecellî eden meratibi ilahî ile, yani ALLAH celle celâlihu’nun makamlarıyla meşgul olur. Kâmil bu mârifeti ile, bu âlemde ve cümle âlemlerde Hak’la var olup bekâ bulur. Bunu beyanla Cenâb-ı Hak kudsî hadiste: “Beni taleb edene bulunurum, kime bulunursam onu âşık ederim, kimi âşık edersem onu ârif ederim, kimi ârif edersem onu vasıl ederim, kimi vasıl edersem onu katlederim, kimi katledersem onun diyeti ben olurum, kimin diyeti ben olursam onunla benim aramda fark kalmaz.” buyurur.
Rivâyet olunur ki, Bağdat halifesi Mecnûn haline acıyıp, onları birleştirmek için Leylâ ile Mecnûnu huzuruma getirin diye emreder. ve Leylâ ile Mecnûn gelir.
Halife: “Ey Mecnûn nasılsın?” dediğinde,
Mecnûn: “Ben olda bil!.” der.
Halife: “İste Leylâ’yı sana vereyim. Sen Leylâ’yı al, bu hasret sona ersin de kendine gel!.” dedi.
Mecnûn ise:
“Leylâ benim, beni bana nasıl verirsin!” der.
Halife:
“Leylâ’ya sen söyle!." diye emreder.
Leylâ:
“Ey Mecnûn ben Leylâ’yım!” dediğinde,
Mecnûn:
”Eğer sen Leylâ isen ben kimim? Leylâ iki midir ki?." deyip Leylâ’ya bakmadan: “Leylâ Leylâ!.” diyerek oradan gider.

İşte İnsan-ı Kâmil’in mazhariyetinden gâfil ve habersiz olan kimselerin: ”Yârin ile hoş musun?. Yâni din’le aran nasıl, İbâdetlerini yapabiliyor musun, Allah’la aran nasıl iyi mi?.” mahiyetindeki sorularına cevâben Hz. Nesimî: “İlahî sevgili olan o yâr’im, yokluğumda tecellîsi ile var olup benim kulluğumda zâhir olandır” irfaniyeti ile: ”Hoş olayım olmayayım ol yâr benim kime ne!.” diyor.
Câhiller tarafından şehid edildiği rivâyet olunan Nesimî Hz. lerinin, “Haydar Haydar” olarak halk arasında meşhur olan: ”Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” İlahi’sinin şerhi/açıklaması hatalarıyla beraber tamam oldu. Vesselâm.


15 Ekim Çarşamba 2008
Nejdet Şahin
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: BEN MELÂMET HIRKASINI

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

İSÂ gibi==>MANSÛR gibi,
->DÂRAĞACInı KURARLar!.
NEFREte DÖNüşür=>SEVgi,
ÂHREt SORUsu SORRARLar!.

aleyhisselâm..


ZEVK 9402

“gÂH ÇIKarım =>GÖĞe!.” DEme!.=>DERİn YÜZERLer NESİMî!
“HALkın KISKANÇLığı”n =>YEme!.==>BAŞın EZERLer NESİMî!
GÖREMEZLer GÖNÜL GÖZÜn,
BOŞa ÇIKar>GERÇEk SÖZün,
ANLAMAZLar=>SÖZün=>ÖZÜn ==>SIRRIn SÜZERLer NESİMî!.


19.09.19 03:19
brsbrsmmm..tktktrstkkmdeseherLerrr..


>EZEL İZÂNI-n BİLMEZLer
EBED MİZÂNI-n BİLMEZLer
AYAK-tan YÜZERLer>DERİn
KADER YAZAN-ın BİLMEZLer!.


CÂN MISRÎmi =>ÜNLETİRLer
“TEKE TEK”-te =>İNLETİRLer
O gÜN-BU gÜN-YARın-HeR ÂN
KUL İHVÂNim>CÂNda>CÂNÂN
=YEDİ GÖĞ-e =>DİNLETİRLer!.


Resim gÂH ÇIKarım!.

Resim
Cevapla

“Ehl-i Beyt (A.S.)” sayfasına dön