MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen simurg »

MUHAMMEDÎ KADIN TİMSÂLİ
Resim
Fâtımatuz-Zehrâ
Aleyhis-selâm

Hz. Fâtıma Annemizin Hırka-i Şerifesi




Hz. Fâtıma annemizin mubârek seccâdeleri



Dünyâ hayâtında israfa zerre kadar yönelmeden,
bir yolcunun ihtiyacı olacak olan azığı miktarınca
ve Dünyâ’nın alının pulunun, süsünün birer put olduğu idraki içerisinde
istikametlerinden asla taviz vermeden yaşamış olan,
her birimize bir cevher-i numune olan
Hz. Fâtımatu’z-Zehrâ annemizin giydiği ve büyük olasılıkla bir ikincisi hiç olmamış olan mubârek hırkalarının resmi bu. İnternette var, gördüğümde burnum sızladı.
dolabımdaki giysileri çıkarıp yakasım geldi.

Canım hocam Kulihvâni sohbetlerinde dâimi olarak İslâm kadınının önemi ve değerini işâret ediyor.
Olması gerekeni bizlere anlatıyor, bugün neredeyse gözardı edilen birçok değeri anlamamız ve yaşamamız için bizleri teşvik ediyor.


ALLAH Celle Celâluhu kendisinden ebediyyen râzı olsun inşaALLAH , âmin.

Sâdece dinlemek bizi elbette ki olmamız gereken hâle ulaştırmaz, neler yapmalıyız ki, bizler de birer Hz. Havva, Hz. Asiye, Hz. Hacer, Hz. Âmine, Hz. Fâtıma, Hz. Âişe, Hz. Hatîce, Hz. Meryem
ahlâkı, hayâsı, edebi, ve kıymeti ile aslımızı yaşayabilelim?
diye devamlı düşünmekteydim.


Canım Hocam'ın 07.01.2011 târihli sohbetini yazıya döktüğüm sırada, aşağıda ki bölüme gelmiştim, şöyle demekteydi Gül Hocam,

"İslâm’ın en büyük eksiği Muhammedî kadındır.
Yâni Fâtımâtu’z-Zehra ahlâkında, hayâsında, edebinde, bilgisinde, görgüsünde,
cesâretinde, yürekliliğinde, şerefinde, haysiyetinde kadınlara büyük ihtiyaç vardır.
Ve bizim İslâm milletimiz kadından yıkılmıştır ve yıkılmaya devam etmektedir.
Kadın arabanın rotu gibidir, çıktığı zaman yapacak bir şey kalmaz.
Daha o millet ayağa kalkamaz. Hâşâ o din bile zor durur, onu demek istiyorum.
Bugün İslâm düşmanları, kadından yıkmıştır İslâm’ı.
Kimliksiz kişiliksiz haramsız, kendi mahremine sâhip çıkmayan,
hayâ yoksunu bir kadın çıkmıştır.
Vakko’ya sardığı kadın, bizim Muhammedî kadınımız gibi gözükmemektedir.
Muhammedî kadın bizim köydeki Aslı bacım gibidir. Hasan dağındaki deli Anşa gibidir.
Olduğu gibidir, her hususta eminlerdir... Savaştaki Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin hanımları gibidir…



Bu cümleler her dinlediğimde beni sarsıyor,
yeniden yeniden kendimde inşaa ve îmar çalışmaları yapmam
gerekiyor hissi yaşıyorum.
Bu çalışmalar, kendime bâtınen ve zâhiren yeni bir şeyler eklemekten önce,
daha önce hiç gereği olmadan üzerime giymiş olduğum özellikleri,
yanlış bir sürü davranışları,
özünden uzak hâl ve tavırları, belki sözleri,
duruş, davranış ve yaşayışların hepsini kendimden çıkarmak ve temizlemek elbette.

Olmaması gerekenleri silmeli atmalı ve arınmalıyım ki,
yeni ve güzel olanları için yer açayım.
Kendi üzerime düşeni, kendi imkânım dâhilinde olanı ben yapmaya gayret edeyim,
gücümün yetmediğini, ama olması gerekeni, RABB’im ihsan buyursun inşaALLAH.

Bu sebeple işe bir numûne-i cevher olan
Rasûli Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin
biricik, nurlu ve eşsiz bir nur olan kerîmesi Hz. Fâtıma annemi
tanımak ve anlamak ile başlamak istedim.

Elbette miktârım kadar, ancak inanıyorum ki, bu azmi bana veren RABBim, maksadıma beni muvaffak edecektir.


İnşaALLAH ve âmin.

Haşr gününde, Hz. Fâtıma annemiz haşr meydanına geleceği sırada münâdiler şöyle sesleneceklermiş,

"Kapatın gözlerinizi Hz. Fâtıma binti Rasûlullah geliyor."

Bizler O'nun cemâline bakacak gözlere sâhip olmadığımız için böyle seslenilecekmiş.

Böyle bir numûne-i cevher elbette ki kendimize örnek aldığımız takdirde,
bizleride ne derece kıymetlendirir ALLAH Celle Celâluhu bilir ancak.

Herşey ALLAH'ın Celle Celâluhu rızâsına kavuşmak için,
Herşey, fâni olanı bırakıp, ebedî olana yönelmek,
ve şu zamanda elde imkân verilmiş iken,
imkânları zâyii etmeden gayret ehli olmak için,

Herşey, Rasûli Kibriyâ Efendimizin
sallALLAHu aleyhi ve sellem’in has ve hakîki ümmetine dâhil olabilmek için.

RABBir- Rahim’imiz Celle Celâluhu bizleri af ve mağfiret edip,
Dâimâ hayr istetip, istettiği hayra kavuştursun inşa
ALLAH.

Âmin.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Ne zaman Fâtımatu’z-Zehrâ Annemizin adı geçse,
Haticetu'l Kübra Annemizin Hazreti MuhaMMed (sav) üMMetine ES SeLâM deyişini dUYarım her zerremde.
Hatice Annemizin selâmıyla beraber
Amine ANNEmizin HAYYat dolu dizeleri düşer ellerimden,

" Ey çekilen dehşetli ölüm okundan Allah'ın lütuf ve yardımı ile 100 deve karşılığında kurtulan zatın yavrusu!

Ey masum çocuk!

Allah seni mübarek ve devamlı kılsın!

Ey rüyalarda gördüğüm gerçek...

Sen celâl ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından Ademoğullarına helal ve haram bildirmeye,

Ve ceddin İbrahim'in dini İslamlığı ihyaya memursun!...

Çünkü Allah, İbrahim gibi Seni de,

Putlara ve puta tapanlardan korudu...

Her yaşayan ölür,

Her yeni eskir.

Her yaşlı göçer.

Her çok fena bulur.

Ben de öleceğim;

Fakat senin gibi temiz bir vekil bırakacağım için

Adım asla ölmeyecek...
"

Ellerim boş kalırken ....

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem'in,
Ayşe Annemize, Cebrail (aleyh'i-s selâm)ın selâmını iletişiyle dolar her yan.

"Ey Âişe , bu Cebrail'dir, sana selâm söylüyor"

"Ve Aleyhisselâm ve rahmetullahi ve berkâtühü" derken Ayşe Annemiz bir itiraf dökülür dudaklarından...

"Sen benim göremediğimi görürsün"

***

Göremediklerim var
Diyemediklerim var
Bilemediklerim var
Silemediklerim var
Bir damla göz yaşım var...


***

Havva Annemiz de saklanır bir damla göz yaşım, Hacer Annemize koşar...

Çöllerden çıkar gelir...


Asiye Annemize ırmak olur akar...

Meryem Annemiz de GARİBleşir.. Uçar gider gökyüzünün gökyüzüne...

Sevginiz yüreğimizde. Yüreğimiz Nebiyyül üMMi'mizde sallallahu aleyhi vessellem.

****

Hz Âişe (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (sav) kendisine: "Ey Âişe , bu Cebrail'dir, sana selâm söylüyor" buyurmuş, O'da: "Ve Aleyhisselâm ve rahmetullahi ve berkâtühü(=Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun da üzerine olsun)" diye selâmı almış ve Hz. Peygamber (sav)'i kasdederek:"Sen benim göremediğimi görürsün." demiştir.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, Hadis No:1360)
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim

Dertlerim depreşti, yaralarım kanadı.
Hem okudum hem ağladım.
Sanıldığı gibi ya da öyle sanılmasına sebeb olduğum gibi, sulu gözlü değilim.
İnsanlar arasında ağladığımı belli etmeyi, âcizliğimi göstermeyi sevmem.
Aslında gözlerinden yaşlar dökerek, hıçkırarak ağlamak, en kadınsı özelliklerden biridir.
Ama doğru dürüst kadın olamadım ki....
Dışımız hanım, iç dünyamız karışık...
Benim çocukluğumda, tütün tarlasında, su taşıma, karık açma, ve yamka vurma işlerini erkekler yapardı..
Bir de yağmur yağdığın da, tütün rangalarını erkekler kapalı alana taşırdı...
Nedense rahmetlik ağa babam, ne zaman onlardan biri hasta olsa veya gelmese o işleri bana da yaptırırdı...
Hele yağmurlu günlerde, ranga taşımaya mutlaka kendi karşısına beni koşardı..
Önce basit tüfekle, sonra da çift kırma tüfekle eteş etmeyi öğretti.
Bir gün de tabanca kullanmayı...
Altı yıl. Ortaokul ve lise tahsilimi yaparken, köyümüzden şehire sabah akşam trenle gider gelirdik.
Sabah yedide çıkar, akşam sekizde eve dönerdik.
O zamanlar okullar sabahtan akşama kadardı..
Yanlış doğru, her hafta hemen hemen bir iki tane emsalim erkeklerin ya gözünü şişirir, ya da sustalı ile kovalardım.
Gücümün yetmediğini de abime söylerdim.
Oysa son derece güzel giyinir, saçıma başıma özen gösterirdim.
Dış görünüşüm tam bir hanımefendi gibiydi...
Aslında çok kitab okurdum. konuşmam düzgündü .o zamanlarda şiir yazardım.
Meslek sahibi oldum bir gün. İyi kazanıyordum.
Bizim aile bir vurgun yedi Kaderullah'dan..
Tüm sülale elime kaldı.
Onüç sene onlara analık babalık yaptım..
Yıllar üstümden hızla akıp geçtiler, silinmez izler bırakarak.
Hiç başımı göğsüne koyup ağlayacak ya da nazlanacak kimse olmadı..
Benimse omuzum ve kucağım tüm yakınlarıma açıktı.
Bunca yaşıma rağmen, hâlâ omuzlarım geniş, başım diktir..
Herkes beni çok güçlü dayanıklı bilir..
Cenâzelerimizde bile sesle ağladığımı kimse hatırlamaz.
Çocukluğumdan kalma bir alışkanlıktır; yatağımda sesizce ağlarım.
Kimse duymadan kimse görmeden.
Yalnız BİRR'i hariç.
İşte bu günün dünyâsından size bir "kadın " örneği..
Bu kadının neresi o Mubârek Anne'lerimize benziyor?
Cenâze namazımı "ER" niyetine kılarlar mı bilemiyorum.
Bu kadar erkekce yaşadıktan sonra...
ALLAH (cc) selâmı üzerinize olsun!..


Not:
Doğru yolu bulduktan sonra, çok şeyler değişti hayatımda.
Örneğin; Sigara içmiyorum.
Bacak bacak üstüne atıp, hiç oturmuyorum.
"Tevekkelteallah "deyip, çakı, silah vs taşımıyorum.
Ve kara böcekleri bile öldüremiyorum...

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen hamdolsun »

İmam Cafer-i sadık, ağlamalar konusunda beş kişiyi ifratta sayar:
Bunlardan ilki Hz. Âdem’dir (As)…dünyaya indirildikten sonra, yıllarca aralıksız ağlamış, pişman olmuş, af dilemiştir Rabbinden…

Bir diğeri ise Hz. Yakup’tur ki, oğlu Yusuf için ağlayıp hıçkırmaktan gözleri kör olmuştur…

Üçüncü ağlayan Hz. Yusuf’tur (as), onun hayatı baştan başa aşk ve ayrılık üzerine yazılmış bir göz yaşıdır…

Bir diğeri imam Zeynelabidin’dir (k.s) ki; Kerbela vakasından sonraki kırk yıl durmadan ağlamış, etrafa gözyaşı dökmüştü…

Fatıma da, beş ağlayanların arasındaydı…
O, babasından sonra, bir daha hiç gülemedi…

alıntıdır
Hz Fatıma /Can parçası
elest yayınları
sibel eraslan

doğru biz onlara hiç benzemeyiz ...
böyle bir acayip şeyler yaşıyoruz ...bir acayip bir devir..
o kadar eksiğimiz varki...
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen gullale »

HATİCETU'L-KÜBRÂ
aleyhasselâm


ResimGönlünde tecellî eden güzelliklerin akıl almaz ihtişamlarla çektiği yüce Rasûlumuzun yeryüzündeki ilk aksi ve ilk sedâsı olan Hz. Hatîce annemiz, Selâmun aleyküm!
Seni anmak cüretini gösterdik, ne yapalım ki, bugün kimse bir şey bilmiyor. Kadınlığı mahvettiler, insanlığı mahvettiler, Rasûlullahı hüzne boğdular. İnşaALLAH senin sırrın, senin güzelliğin bütün Müslüman annelerimizin gönlünde yansıyarak tekrar Müslüman beşerîyeti kurtarır. Selâmun aleyküm ya Hz. Hatîce!
Onunla berâber onun sırrını sezmek için gelen mânâdaki kardeşlerimiz Selâmun aleyküm!

ALLAH'ın yarattığı her şeyde, atomundan galaksilere, canlılardan cansızlara kadar her şeyde âdetâ aşk sevdâsını esas aldığı ve bunu Rahman sırrı içerisinde bütün varlıklara nakşettiği biliniyor. Bu nakşın özünde Fahr-i Kâinat Efendi­mizin sevdâsı var. Onun için biz sevgiyi yüce bir katali­zörden ayrı düşünemiyoruz. Bu mümkün değil. Bugün beşerîyete bakınız. Fahr-i Kâinat Efendimize inanmayan toplumlar sevgisini kaybetmiştir. Biz de böyle bir felâketin eşiğinden döndük. Bu memlekette çok hazin günler yaşadık. Ezanımızın sedâsını kulağımızdan atmak istediler. Ama ALLAH Rasûlu'nun bu millete çok özel bir sevgisi olduğu için felâketin, uçurumun eşiğinden döndük. Hâlâ bugün ölmüş bir leşin taklidini yapmak isteyenler var. İnsan bir şeyi taklid eder, ama yaşayan bir şeyi taklid eder. Ölmüş bir leşin taklidi yapılmaz. Batı (ben batı deyince genellikle Avrupa'nın Hristiyanlığı terkedilmiş ateistlerini kastediyorum) kendisinin mahvolduğunu bağıra bağıra söylüyor. Biz hâlâ onu taklid etmeye, kadınlığı ondan almaya çalışıyoruz.

Kadın yalnızca İslâmiyet'te vardır. Bunu herkes böyle bilsin. Kadının Sevdirilmesi İslâmiyet’in dışında kadın olmaz, dişi olmaz, maddesi de olmaz, mânâsı da olmaz. Çünkü sevgi olmaz. Sevilmek şerefine yalnız İslâm kadını nâil olmuştur. Bu Fahr-i Kâinat Efendimizin "BANA DÜNYÂDA KADIN SEVDİRİLDİ" sözleri içerisinde gizli çok özel bir hikmettir. Ve ancak tesettürüyle, gönlündeki rikkatiyle Hz. Hatîce annemizin, Hz. Âmine annemizin, Hz. Fâtıma annemizin himâyesinde bu nâdide çiçek yetişmektedir. Eşşek tarlalarında kadın yetişmez. Ancak ibâdetle nâzenin İslâm ortamında kadın yetişir.

Şimdi bunlardan çok büyük bir yücemizi anlatmaya çalışacağım. Çünkü Hz. Hatîce o kadar yüceydi ki, âlemlerin Fahr-i Ebedisi Hz. Hatîce'nin dünyâsını değiştiği yıla HÜZÜN YILI adını koymuştu. Hüzün... Efendimizin ağzından çıkan bu HÜZÜN YILI tâbiri bütün maddeye ve mânâya sirâyet etmiştir. Mânâ, hüzün çekmiştir, melekler ağlamıştır. Halbuki Hz. Hatîce'nin o tarafa intikâli çok büyük bir mânâya intikaldir ama Efendimizin gönlü daralmıştır. Gönlü daraldığı için o yıla HÜZÜN YILI adını vermiştir. Hz. Hatîce annemizi anlayabilmek için sevginin tanımını yapmak lazım. Aşkın Öğretmeni Mânâ ilimleri veyâ tasavvufta aşk ve sevgi yalnız Hatîce annemizden öğrenilebilir. İnsan ne kadar sevgiye düşerse düşsün, Hatîce annemizi, onun sırrını anlamadıkça sevgiyi bulamaz. Hatîce annemiz mânâ deryâsında, Elest'in ışık ışık sonsuz ikrar okyanusunda Fahr-i Kâinat Efendimizin güzelliğini seyrederken mutlaka şiddetli bir ceryana kapılmış olmalıydı ki, ALLAH yeryüzüne göndereceği sevgilisine eş olarak Hatîce annemizi seçti.
Hz. Hatîce Fahr-i Kâinat Efendimizin sevgilisi olma şerefini kazandığı an Cenâb-ı HAKK bütün laboratuarlarının en ince detaylarında Hz. Hatîce annemizi bir kez daha analiz etti. Ayrıca dünyâ zaman dilimine intikal ettirirken de belli bir süre önce intikal ettirmiştir. Neden biliyor musunuz? Dünyânın zaman dilimi içerisinde o müstesnâ gönlü bir kez daha seyretmek istemiştir. Taa ki, Fahr-i Kâinat efendimizi görene kadar. Fahr-i Kâinat Efendimiz gelmeden evvel o gönlü bir kez daha seyretmek istemiştir. Dünyâ laboratuarında bu mûcizevî varlık âdeta bir kez daha denenmiştir. Ve bundan sonra da Cenâb-ı HAKK Sevgilim, Habîbim Muhammed Mustafa'ya bundan başkası eş olamaz demiştir.


Halûk NURBÂKİ
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen Gul »

Resim---Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Ahiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmrân'dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu Huveylid'dir."
Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti.

(Buhari, Menakıbu'l-Ensar 20, Enbiya 45; Müslim, Fezailu's-Sahabe 69, (2430); Tirmizi, Menakıb, (3887).)


Resim---Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmran'ın kızı Meryem, Firavun'un karısı Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve Muhammed'in kızı Fâtıma'dan başka kimse kemâle ermemiştir. Hz. Aişe'nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir."
(Bu rivayet Buhari'de Ebu Musa hadisi olarak gelmiştir. (Enbiya 45), Müslim, Fezailu's-Sahabe 70, (2431); Tirmizi, Et'ime 31, (1835).)
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen gullale »

ResimZerâfet, Asâlet, Merhâmet

Hz. Hatîce annemiz zerâfeti, asâleti, duygusallığı yanında haysiyeti, merhâmeti ve özellikle de sehasıyla meşhur bir hanımefendiydi. Hz. Hatîce annemiz bu sehâ sırrı dolayı­sıyla gönlünde beklenen aşkı o kadar iyi hissediyordu ki, çok varlıklı, fevkalâde güzel olduğu halde evliliğe kapıları kapa­lıydı. Bunu bilmeyen yoktu. Hz. Hatîce gönül kapısını kimseye açmadı. Taa ki, Fahr-i Kâinat Efendimizi görene kadar. Sevgilinin Özlemiyle... Çünkü Hz. Hatîce annemizin o yıllarda gönlü beklenen sevgilinin özlemiyle Mütemâdiyen yoğruluyordu. İnanınız şaka değil. Yeryüzünde hiç kimse ALLAH'ı Fahr-i Kâinat gibi sevememiştir. Fahr-i Kâinat Efendimizi de hiç kimse Hz. Hatîce gibi sevememiştir. Hz. Hatîce annemiz Fahr-i Kâinat Efendimizi ilk gördüğü andan îtibâren gönlüne düşen dayanılması imkânsız aşk rüzgârlarına kapılmıştır. Efendimizi kervanının başında ticârete gönderdiğinde arkasından dama çıkmış, gözyaşlarıyla uğurlamıştır. Henüz o zaman aralarında bir şey yoktu. Efendimiz kervanın müdürü olmuştu sâdece. Dama Çıkar, hattâ tasavvuf âleminde derler ki Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Hatîce ile tanıştığı andan îtibâren hangi gün vak'adan ayrı kalmışsa yüreğinin yangını, yüreğinden akan kan, aşka tahammülsüzlük, hasretin zirvesi devamlı sûrette Hz. Hatîce annemizin gönlünü süslemiştir.
Hz. Hatîce annemiz Efendimizle evlendikten sonra da Efendimiz Şam'a gittiği zaman dama çıkar ve Efendimiz dönene kadar güneşin altında beklerdi. Bu arada bir Muhammed türküsü söylerdi. Üç Büyük Beste! Biliyorsunuz Efendimiz için üç tâne büyük mûsikî bestesi vardır. Bunlardan bir tânesi Peygamberlik Hz. Cebrâil tarafından geldiği zaman Hz. Şeymâ'nın okuduğu
"MÜJDELER OLSUN, YETİMLER, AÇLAR, SUSUZLAR, KİMSESİZLER, MUHAMMED GELDİ" diye başlayan ünlü Muhammed türküsüdür. Bir diğeri Dede Efendi'nin nağmelerini yakalayabildiği Efendimizin Medîne'ye girişlerinde bütün mü'minlerin gönlünden aynı anda çıkan o meşhur bestedir. Ve Hz. Hatîce'nin Fahr-i Kâinat Efendimizi beklerken söylediği türkü. Sevgilinin Dayanılmaz Aşkı Hz. Hatîce annemizin Efendimize olan müthiş aşkını varsayıyoruz ama bu arada Efendimizin Hz. Hatîce'ye olan sevdâsını unutmamak gerekir. Hz. Hatîce'nin dünyâsını değiştiği çağa HÜZÜN YILI diyecek kadar âşıktı. Hattâ Hatîce annemizden sonra Hz. Âişe diyor ki: "NE ZAMAN EVDE BİR ET KESİLSE Hz. HATÎCE'NİN TANIDIĞI ÜÇ, DÖRT TÂNE HANIM VARDI. ONLARA ET GÖNDERMEDEN iÇİN RAHAT ETMEZDİ. BİR ZAMANLAR HZ. HATÎCE'NİN ARKADAŞIYDIN DER MÜTHİŞ İLTİFATLAR YAĞDIRIRDI." Bu sevgilinin gönlündeki dayanılmaz aşkın, heyecanın eseridir.

ResimAşkı Öğrenmek İsteyen…

Hz. Hatîce'nin damda söylediği türküyü belki Cenâb-ı HAKK Efendimize yansıtmadı, hüzünlenmesin, rahatsız olmasın diye ama bir hâdise oldu ki, o hâdiseyi Hz. Cebrâil bile kıskandı. Cebrâil mesajları getirmeden evvel biliyorsunuz Efendimiz 45 gün o mağarada çok özel bir hâl yaşadı. Mânâ ilimlerinin sırrıyla gönlünün son revizyonları yapılıyordu. Çünkü Efendimiz Mustafa sırrı ile 40 yaşına kadar arınmış arıtılmış, yalnız ALLAH'ın yansıyabileceği bir gönül hâline gelmişti. İşte bu Mustafa safhasında son revizyonları yapılıyorken Hz. Hatîce annemiz o mağaraya yemek taşırdı. O mağarayı görenleriniz vardır inşaALLAH. Çıkılması zor, durul­ması zor, yolu çok zordur. Bir kadının eşine yemek taşıması normal bir olay. Ama bir şey daha yapardı ki, bu kimsenin yapamayacağı çok özel bir şeydi. Eğer benim burada beklediğimi görürse rahatsız olur, huzûru kaçar diye bir taşın arkasına çekilir, 3 gün, 3 gece su içmeden, yemek yemeden, tıkırtı çıkarmadan beklerdi. İşte aşk budur. Ciddi aşk budur. Başkalarının uydurma sevdâlarına bakıp da aşka leke sürmeyelim. Aşkı öğrenmek isteyen Hz. Hatîce'nin sırrından öğrensin.
Bir defâsında Hz. Cebrâil, Fahr-i Kâinat Efendimize
"YA RASÛLALLAH HATÎCE'Yİ GÖRÜYORUM SANA YEMEK GETİRİYOR" deyince Efendimiz "EVET" diyor Hz. Cebrâil "YÂ RASÛLALLAH O HEP BURADA KALIYOR, AYLAR OLDU. KISKANDIM BU SEVDÂYI. BU NE BİÇİM BİR SEVDÂDIR. HEM SANA KENDİNİ GÖSTERMİYOR HEM DE BURADAKİ ZORLUKLARI ÇEKİYOR. SENİN HİMÂYEN İÇİN EN ZOR GÖREVİ YAPIYOR" demiştir. Cebrâil'in kıskandığı bu birinci hikmet, ikincisi de bütün mânâyı miraçta hayran bırakan bir olaydır. Hz. Hatîce annemizin Fahr-i Kâinat efendimizle olan evliliği hemen hemen her kitapta yazar ve okunabilir. Asıl mesele Hz. Hatîce'deki aşkı anlatabilmek.

ResimServetin Anahtarları

Hz. Hatîce ve Efendimiz evlendikleri zaman Hz. Hatîce büyük bir servetin sâhibi idi. Bugünkü değerle yaklaşık 120-­160 milyar arası bir serveti vardı ve bu servetin anahtarlarını getirip Efendimizin önüne koydu.
Efendimiz
"HAYIR, ONLAR SENİN SERVETİNDİR, BEN ANCAK SENİN KERVANININ MÜDÜRÜ OLABİLİRİM. BENİ PERÎŞAN ETME" dedi.
Hz. Hatîce
"İNSAN SENİ TANIDIKTAN SONRA DÜNYÂYA ÂİT BİR İLGİYİ NASIL MUHAFAZA EDER? iNSAN SENİ TANIDIKTAN SONRA DÜNYÂ DİYE BİR ŞEY DÜŞÜNEMEZ. YAPMA BU ANAHTARLAR SENİNDİR" dedi.
Kim Ne Derse Desin, İşte bu olay mânâda çok önemlidir. Fahr-i Kâinat uğruna bütün anahtarları atmak mânânın sembollerinden birisidir. Bir başka güzel olay da şudur. Hz. Hatîce annemizin gönlüne Efendimizin aşk ateşi düştükten sonra bu ateşe tahammül edemedi. Nasıl etsem de evlenme teklifi yapsam diye düşündü ve Nefîse isminde bir akrabasından yardım istedi. Arap ırkından bir kadının, bir erkeğe tâlip olması görülmüş bir şey değildi.
"BEN MUHAMMED'E TÂLİBİM, GİDİN AMCASI İLE KONUŞUN" dedi.
Başta Hz. Nefise olmak üzere herkes karşı çıktı.
"NASIL OLUR BÖYLE BİR ŞEY. BÜTÜN ARABİSTAN, MEKKE BU LAFLA ÇALKALANIR" dediler. Ama,
Hz. Hatîce
"KİM NE DERSE DESİN BEN ÂŞIĞIM" dedi.
Kim ne derse desin. İşte bu da tasavvufun ana ilkelerinden biridir. Tabii bu İslâmiyet'e âşık kadın, erkek bütün insanlar için geçerlidir. Çünkü devrimizde bir takım insanların aşamadığı noktalar var. Bu noktaları aşmak için
"kim ne derse desin " demek size düşüyor.
"İslâm" hanımları, ALLAH aşkına tesettürü şerefle müdâfaa ediniz. İslâm kadınını şerefle müdâfaa ediniz. Sizin karşınıza İslâm diye sizi şaşırtmak için çıkan olursa onlara karşı da şerefle kendinizi müdâfaa ediniz.
Hz. Hatîce'nin ilk Müslüman olduğu, Hz. Sümeyye'nin ilk
"İslâm şehidi" olduğu bir toplum içerisinde kadını ikinci sıraya oturtmak hakkına hiçbir manyak sâhip değildir.
Kadın bir numaraya oturacaktır. Herhangi bir kararı eşiyle istediği zaman alır.


ResimÖzü Bitirmeden Yaşamak

Eğer ALLAH takdirini tesâdüf sayıyorlarsa, ilk şehit tesâdüfen Sümeyye oldu. İlk Müslüman tesâdüfen Hz. Hatîce oldu sanıyorlarsa onlarla konuşacağımız bir şey zâten yok. Ama bilin ki takdir bunu isteyerek getirmiştir. İffeti, şerefi, şeklin özünde yatan kadınlık sırrı olarak bilin ve sâhip çıkın. Bunu Hz. Hatîce öğrenmiş ve kâinata öğretmiştir. Biz sâhip çıkmıyoruz. Dört tâne yalınayak çıkıyor, mayoyla gezerse sanıyor ki kadınlık yapıyorum. Halbuki içinin özündeki cevher bitiyor. Kadınlık öyle bir cevher ki o özü bitirmeden yaşamak gerekiyor. Sevdiği gönülde şiddetli bir potansiyel tutmak gerekiyor.

ResimAşka Çağrı

Hz. Hatîce bizi aşka çağırıyor. Sevgiyi özde saklamaya çağırıyor. Niçin mağaranın arkasındaki taşların arasına saklanıyordu? Efendimize gözükmüyordu? Çünkü sevgisi için yapıyordu, kimseye hesap vermeyecek ki, kimseye gösteriş yapmayacak ki. Niçin dünyâ malını elinin tersiyle itiyor? Çünkü sevgisi gerçek, o sevgi onu yaşatıyor.
Hz. Âdem'in Fahr-i Kâinat Efendimize mîraçta söylediği bir söz vardır. Bunu aklınızdan hiç çıkarmayın.
"YÂ MUHAMMED SEN MÂNÂ ÎTİBÂRIYLA MÜSTESNÂ BİR MEVKİİ TEMSİL EDİYORSUN, BEN ONUNLA YARIŞAMAM AMA KULLUK NOKTA-İ NAZARINDA İKİ ŞEY VAR Kİ. BENDEN ÜSTÜN BEN ONU YAKALAYAMAM; BUNLARDAN BİR TÂNESİ BEN ŞEYTAN TARAFINDAN ALDATILDIM, SEN ŞEYTANI MÜSLÜMAN KILDIN... (Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz şeytanı Müslüman kılmıştır. Bu ayrı bir mânevî sırdır. Mâdem ki bu cümleyi söyledik bunun hesâbını verelim. Biliyorsunuz şeytan kıyaâmete kadar hayâtiyetine müsaade edilen, kıyâmette imhâ edilecek bir varlıktır. Halbuki Cenâb-ı HAKK yarattığı bütün varlıkların bir kopyasını mutlaka cennete eşantiyon gibi koymuştur. Hattâ bir akrabam var ona takılırım. Ben cennete gidecek miyim enişte dediği zaman, cennette eşantiyon sını­fından bir tâne olacak inşaALLAH o da sen olursun, derim. İşte eşantiyon sınıfı olarak Fahr-i Kâinat Efendimiz şeytanı İslâm kılmıştır. Bunun hikmeti de şeytan enerjiden yaratılan bir varlıktır. Sevgiyi buna anlatmak çok güçtür. Ama buna rağmen Efendimizde insanlara olan sevgi karşısında erimiş Müslüman olmuştur. Tâif olayındaki sabrı, oradaki insanları mahvolmaktan kurtarması gibi Efendimizin bir kaç olayında Efendimize bakarak Müslüman olmuştur.) ...ŞEYTAN BENİ YENMİŞKEN SEN ŞEYTANI MÜSLÜMAN KILDIN. BUNDAN DOLAYI BEŞERÎ ÜSTÜNLÜĞÜN ORTADADIR. AMA BİR ŞEY DAHA VAR Kİ ONU SENDEN BAŞKA HİÇ KİMSE YAKALAYAMAZ. O DA Hz. HATÎCE'DİR. Hz. HATÎCE ÖYLE BİR NİMET Kİ, ALLAH'IN SANA OLAN SEVGİSİ DOLAYISIYLA VERİLMİŞ, VE BÜTÜN İNSANLARA IŞIK TUTUYOR, SEVGİYİ ÖĞRETİYOR, SEVGİLİNİN NASIL OLACAĞINI ÖĞRETİYOR" demiştir Hz. Âdem.
Onun için insanlar gönüllerinden geçirirken, Fahr-i Kâinat Efendimizin hayâtını tetkik ederken çok iyi tetkik etsinler. Hz. Fahr-i Kâinat Efendimiz hayâtının bir taraftan en meşakkatli zamânında, bir taraftan da en güçlü en ateşli zamânında Hz. Hatîce'nin ışığında ne bir gönül düşünebilmiş, ne de bir kadın düşünebilmiştir. Bunu hiç unutma­yınız. Bundan sonra yine Cenâb-ı HAKK'ın emriyle bizlere vereceği ayrı ayrı dersler için ayrı ayrı hanımlarla evlilik yaparak ayrı motiflerdeki hanımları bize tanıtmıştır. Ama bunların içerisinde Hz. Hatîce hep o özel yerini muhafaza etmiştir.. Hatîce annemizin, Efendimizden 10-15 yaş büyük olması gerekmezdi. Cenâb-ı HAKK isteseydi ikisini de aynı an yeryüzüne ışınlardı. Ama bize bir şey öğretmiştir. Sevgiyi ve aşkı. Sevginin Hükmü Efendimizin bir rivâyete göre 7, bir rivâyete göre 8 evladı Hz. Hatîce'den olmuştur. Bu ayrıca aşkın bir başka ışığıdır. Biyolojiye ışık tutacak, bugünkü çağda yaşayan insanların anlayamadığı bir takım şeylere ışık tutacak bir hikmettir. Bir çok genç hanımlarından çocuğu olmamıştır ama Hz. Hatîce 63 yaşında bir yavru dünyâya getirmiştir. Demek ki sevdânın biyolojiye bile hükmü vardır. Fahr-i Kâinat Efendimizin özündeki o akıl almaz genetik şifreleri çekecek bir sırra sâhiptir. Öyle bir şeydir sevdâ.
ALLAH Fahr-i Kâinat Efendimizin şahsında sevmeyi öğretsin bize. O sevgiyi beşerî çizgilere bağlamak gerekmez. Kadın erkek arasındaki sevgiye bağlamak gerekmez. Daha önceki konuşmalarımda da söyledim. Cenâb-ı HAKK Fahr-i Kâinat Efendimize âit çok çeşitli misallerle yansıtmıştır. Tek bir noktaya yansıtmaya kıyamamış, Hz. Nesîbe misâlinde yansıtmıştır. Biliyorsunuz Hz. Nesîbe'nin sevdâsı hiç bir beşerî yanı olmayan ama RasûlALLAH uğruna kolunu veren, oğlunun savaşta şehit olmasına râzı olan bir müthiş sevdâdır. Hz. Sümeyye misalinde yansıtmıştır. Göğsünde kafirin kılıcı o kalbi sökmedikçe içi rahat etmemiştir. Hz. Sümeyye Ebu cehil ve şürekâsına NE OLUR BU KALBİMİ ÇIKAR MUHAMMED UĞRUNA PARÇALANSIN diye mânâsıyla yalvarıyordu. İşte bunlar böyle sevdâlardı. Bizler, küçük insanlar büyük insanları anlayamıyoruz da kendi kendimize yaptık zannediyoruz. Bu, koskoca bir İslâm davasıdır unutmayınız arkadaşlar. Sağdan soldan söylenen lafları dinlemeyiniz. Medeniyetin tek emniyet sibobu İslâm davasıdır. İnsanlığın tek emniyet sibobu İslâm davasıdır. Fahr­i Kâinat ve Hz. Hatîce'nin sevdâsı kadın-erkek arasındaki o müthiş münasebeti öğretti kâinata. Siz sanıyor musunuz ki Osmanlı ordusu, Selçuklu ordusu sıradan bir takım beşerî yapılardan doğdu. Genetik şifrelerden doğdu, yeryüzünü bir kağıt gibi yıktı. Ne zaman kadar? Sevdâsını kaybetmeyene kadar. Sonradan sevdâsını kaybetti. Yoksa o kadının gönlündeki aşk olmasaydı, o asker olur muydu? Eğer kadının gönlündeki aşk olmasaydı, erkeğin gönlündeki Fahr-i Kâinat aşkı olmasaydı bir ULUBATLI HASAN çıkar mıydı? Üstüne dökülen kızgın zeytinyağına rağmen vücuduna saplanan oklara rağmen müttebessim bir yüzle MÜJDELER OLSUN SULTANIM RESULULLAH BURADAYDI diyecek bir erkeğin doğması için aşk olması gerekir. Aşkın İki Kanadı Bu aşkın bir kanadı erkek bir kanadı kadındır. Onun için İslâmiyet kadına önem vermiştir. Yoksa kadın süs olsun diye değildir. Bugün, batı, kadını süs olsun diye taşıyor, aksesuar olarak taşıyor. Aslında 14 asır önce esir pazarında satılan kadın ne ise bugün televizyonda çıplak oynatılan kadın odur. Nerede kadınlar? Niye sahip çıkmıyorlar? Bu sözleri bana Hz. Hatîce söyletiyor. ALLAH aşkına sâhip çıkın bu kadınlara. Yazıktır, günahtır. Esir pazarındaki gibi oynatıyorlar.

ResimGeldi Mi Sevdâ

Ama aşk geldi mi, sevdâ geldi mi bütün beşerî sırlarını bir tarafa "itiyor" kadınla erkeği Cenâb-ı HAKK’ın bir mûcizesi hâlinde birleştiriyor. Yeni nesiller de aşk-ı İlâhiye naklediyor ve kâinat böyle var oluyor, medeniyet böyle var oluyor. Boşu boşuna İslâm’a düşman oluyorlar. İslâm söndüğü an medeniyet söner, dünyâdaki hayat söner,evrenler yıkılır, kıyâmet düğmelerine basılır. Hz. Hatîce annemizin çok özel bir yanı da bütün servetini İslâmiyet uğruna harcayarak yetmiş kişiyle İslâmiyeti 11 yıllık o dar günlerde yürütmesidir. Hz. Hatîce annemizin serveti çölde ölüme terk edilen bir avuç (70 veya 80) Müslümanın karaborsa su ve ekmek ihtiyacına giderek İslâmiyeti ayakta tuttu. Lüzumsuz sözler söylemek câiz değildir. Hz. Hatîce annemiz olmasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu gibi konuşmamak lazım. Ama o 70-80 kişinin günlerce susuzluktan titreyen dudakları Hz. Hatîce'nin servetiyle alınan karaborsa suyun ve ekmeğin sâyesinde gülmüştür. Bunu insâniyet unutacak da çocuğuna Hatîce ismini koyarken tereddüt edecek. Niye? Çünkü aşkı sembolleştiriyor. ALLAH bu ismi yalın ayak takımına lâyık görür mü? Bir sürü isim var. Hepsi peşine takılmış gidiyorlar. ALLAH lâyık görür mü o isme? O isim müthiş bir isim. Biliyorsunuz Hz. Cebrâil'in getirdiği mesajlar iki türlüdür. Biri BU KUR'ANDIR diye söylediler, onlar Kur'anîdır, Kur'an hâlinde ciltlenir. Bir diğeri ALLAH ŞÖYLE BUYURUYOR diye emredilir. Bu Kur'an’a dahil değildir. Bir gün Hz. Cebâil, ALLAH buyuruyor ki " HZ. HATÎCE İÇİN CENNETTE HİÇ KİMSENİN DUYMADIĞI İNCİYE BENZER ÇOK ÖZEL BİR MEKAN HAZIRLADIM BU MEKANA SEVGİSİ OLMAYAN BAKAMAYACAK" dedi.. Hz. Hatîce annemizin Cenâb-ı HAKK yanında o kadar büyük bir hatırı var ki, onun için kimse zannetmesin ki ben Hatîce ismini yavruma koymadım. Hatîce annemiz çok ganî gönüllüdür ama ALLAH müsaade etmez. Yine bir gün Hz. Cebrâil geldi ve Efendimize "ALLAH'IN HATÎCE'YE SELAMI VAR BENİM DE SELÂMIMI SÖYLERSİN" dedi. Efendimiz bu Emr-i İlâhiyi Hatîce annemize söylediğinde Hatîce annemiz müthiş bir tasavvuf analizi olan şu sözleri söyledi. "BEN DE CEBRÂİL’E SELAM GÖNDERİYORUM. SELÂMINA MUKÂBELE EDİYORUM AMA ALLAH'IN SELÂMINA MUKABELE EDEMEM ÇÜNKÜ BİZZAT SELÂM VE SELÂMET O'DUR." Bu sözleri bize naklolsun diye söylüyor. BEN O SELÂMI ZATEN GÖNÜLDEN ALDIM diyor. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimizin ALLAH sevdâsı ile büyüttüğü yüreğinde bir şelâle geçtiği zaman, Hatîce annemizin de yüreğinden bir şelâle geçiyordu. Bunun müthiş bir örneği de bütün tasavvuf ve mânâ âlemine nakşolmuştur. Fahr-i Kâinat Efendimizin İslâmiyeti intişârından 10-12 gün sonra. İslâmiyet iyice güncelleşti. Fahr-i Kâinat Efendimiz ne zaman mesajları anlatmak için dışarı çıksa, Hz. Hatîce annemiz odasından çıkar avluya gelir otururdu. Bu sevdânın müthiş bir işâretidir. Hz. Hatîce annemizi anlayabilirsek, ondaki sevginin tabirini kazanırsak, müthiş insanlar oluruz. Birbirimizi sever, kardeş oluruz. İslâmiyetin arasına sokulmak istenen nifakların hepsini asit gibi yakarız. Hz. Hatîce odasından çıkar güneşin sıcaklığının 60 dereceyi bulduğu havada avluda otururdu. Hatîce annemizin Nefîse ve Hâle adlı arkadaşları genellikle yanında olurlardı. "YA HATÎCE ÇOK SICAK İÇERİ GİRSEN" dediklerinde "RASÛLULLAH DÖNENE KADAR GİREMEM, RASÛLULLAH GÜNEŞİN ALTINDA İKEN BEN GÖLGEDE OTURAMAM. ELİMDE DEĞİL, GÖNLÜM BIRAKMAZ BENİ. NE ZAMAN O GÖLGEYE ÇEKİLİR ANCAK O ZAMAN İÇERİ GİREBİLİRİM" diye cevap verirdi. . Hz. Hatîce annemizin bir diğer özelliği de şudur. İslâmiyetin çıkış ânı bomba gibi bir hâdisedir. Hz. Cebrâil'in bütün İlâhi ceryanları Fahr-i Kâinat Efendimizin etrâfında toplaması, bir insan bedeninin tahammül edemeyeceği kadar bomba gibi bir hâdisedir. Bu olay dâhil, ondan sonra Müslümanlara yapılan işkenceler dâhil, Efendimize yapılan hakâretler dâhil bütün bunların karşısında bir insanın 12 yıl bir davayı sabırla yürütmesi mümkün değildir. Batılı düşünürlerin ortak bir ifâdesi vardır. Hiç bir insan 12 yıl 100 kişinin inandığı bir dâvâyı ateşler içerisinde yürütmeye tahammül edemez, diyorlar.

ResimHüznü Gönülden Alışı

Dikkat ederseniz 12 yıl boyunca Müslümanların sayısı 150 kişiyi aşmamıştır. Her gün kavga, her gün şehitler, her gün dayak buna 12 yıl kimse tahammül edemez. Yalnız Fahr-i Kâinat Efendimiz tahammül edebilir. Bütün hakîkatleri bildiği halde dört tâne yalınayak karşısına geçip, BEN ALLAH'A İNANMIYORUM diyecek. Buna insan tahammül edemez çıldırır, yâhut erir biter. Ama bunların hiç birisini yapmadı, sabırla bu mücâdeleyi yürüttü. Bir gün Hz. Âişe vâlidemiz, Fahr-i Kâinat Efendimize "SEN HATÎCE'YE NEDEN BU KADAR SEVDÂLISIN, NEDEN ONU HÂLÂ UNUTAMIYORSUN" diye sorduğunda: "ONUN GÖNLÜNDE HİÇ KİMSEDE BULUNMAYAN BİR ÖZELLİK VARDI. İNSANIN GÖNLÜNDEKİ HÜZNÜ BİR VAKUM GİBİ ÇEKER ALIRDI" diye cevap verdi. Çünkü Efendimiz kendisinden ziyâde, Müslümanların hırpalanmalarından, dayak yemesinden, şehit olmasından müteessir olurdu. Rasûlullah uğruna evlâdını terk etmiş bir insan "DÂRU’L-ERKAM'A GİDİP RASÛLULLAH’I DİNLEYEYİM" diyen insanı bir de işitiyorsunuz ki yarım saat sonra ya dövmüşler, ya parçalamışlar, ya öldürmüşler. Bu tür olaylar Efendimize fevkalâde elem ve hüzün veriyordu. Bu hüznün geri alınması da mümkün değildi. Çünkü Efendimiz bu hüznü kendi iç dünyâsında teselli etmek imkânında zâten değildi. Takdir derdi, şehâdet derdi, cennete gidiyorlar derdi ama hüznü kaldıramazdı. İşte bu hüznü yalnız Hz. Hatîce annemiz kaldırıyordu. Bu hassa ondan başka kimsede yoktu. Bu sevginin başka bir tarzıdır. Sevgi, gönülden gönüle akan bir ceryandır. Gönülün içine aktıktan sonra ne var ne yok alıp tekrar kendi gönlüne getiriyor, bütün hüzünleri kendine naklediyor. Hz. Hatîce'nin hüzün alıcı hassası o gönüldeki bütün hüzünleri alıp kendi gönlünün devresine bağlıyor. "O hüzün beni yaksın, beni kavursun ama Rasûlullahı rahatsız etmesin" diyor.
İşte Hatîce annemiz bu akıl almaz gönül desteği ile Efendimizin hüzünlerini dağıtmıştır. Gönlü tahammül hudûduna geldiği an bir Ramazan’da Cuma günü dünyâsını değişmiştir. Gerçekten Efendimizi çok müteessir etmiştir ve eğer tâbiri câiz ise Cenâb-ı HAKK ve Hz. Cebrâil Efendimize tâziyette bulundular.
ALLAH, Hatîce annemizin bize özel olarak verdiği Fahr-i Kâinat sevgisinden ve onun rahle-i tedrisinden yetişmekten İslâm hanımlarını mahrum etmesin. Hz. Hatîce'nin yüzü suyu hürmetine İslâm kadınlarının gönlünde İslâm sevdâsını doğursun ve İslâm sevdâsını Hz. Hatîce'nin damgasıyla damgalasın inşaALLAH. Başımı örttüm şöyle dediler, ben bunu yaptım böyle dediler yok. İnsanın utanacağı bir tek RABBi var. ALLAH'ın zevkle seyrettiği İslâm kadrosundan kaçarak ondan utanmaya kalkmak büyük bir cehâlet ve densizliktir. Hz. Hatîce annemiz koyduğu aşk formülleriyle KİM NE DERSE DESİN yasasını getirmiştir. O YANARKEN, TERLERKEN BEN GÖLGEDE OTURAMAM, FAHR-İ KÂİNAT SEVDÂSINA DÜŞTÜKTEN SONRA BENİM İÇİN DÜNYÂ BİTMİŞTİR. DÜNYÂ ARTIK SÂDECE HİZMET İÇİN VARDIR yasasını Hz. Hatîce koymuştu.. Dünyâya âit bütün malının mülkünün anahtarını Efendimize teslim etmesi bir jesttir ama bir köşeye mi çekilmiştir? Hayır! Kendisini Efendimize hizmete adamıştır. En zor çağda, câriyelerin, kölelerin Efendimizi gizli gizli ziyâret ettikleri dönemde onlara Efendimizden çok Hz. Hatîce muhatap olmuştur. Hattâ bir gün Ebû Sufyan'ın câriyesi Efendimizi ziyâret için gelmişti. Kapıyı çaldığı zaman onu Hz. Hatîce buyur etti. Hz. Hatîce bir simgeydi ama Hatîce annemiz o câriyeyi bal şerbeti yaparak ağırladı. Hatîce annemizin bütün câriyelere ve mazlumlara gösterdiği bu asil davranış bütün yürekleri tatmin ve hayran ederdi.

ResimNefis Bir Gönül, Muhteşem Bir Ahlâk

Böylesine içtimaı mevkisi çok yüksek olan üstelik de Peygamber eşi olan bir hanımefendinin bir câriyeye hizmet etmesi ne asil bir davranıştır. Dikkat edin bir çok yanlış huylarımızı atamamışızdır. Hangimiz bir lokantaya gittiğimiz zaman oruç tutan bir garsona sen otur da ben çorbanı getireyim diyebiliriz. Ama Hz. Hatîce câriyelere hizmet ederdi. Çünkü onun nazarında asâlet îmanda idi. Yılların birikimi Arap geleneği onun gözünde sıfırdı. Câriyeler içeri girip oturmak istemezlerdi, sıkılırlardı, odaya giremezlerdi, çünkü alışkın değillerdi. Bahçede dururlardı. Hatîce annemiz "MADEM BAHÇEDE OTURMAK İSTİYORSUNUZ BUYRUN OTURALIM" der minderleri bahçeye getirirdi. Böyle nefis bir gönüle, böyle muhteşem bir ahlâka sâhipti. Aşk Meyvası Fâtıma Hz. Hatîce annemizin en büyük hikmetlerinden birisi de elbette ki aşkın ne getirdiğinin en büyük sırrı Hz. Fâtıma meyvasıdır. Çünkü Hz. Fâtıma da tıpkı Hz. Hatîce gibi mânâ dünyâsından çok özel bir şekilde getirilmişti. Hz. Fâtıma'nın çok özel geliş intikâli Hz. Hatîce'nin aşk meyvasıdır.. Gönüllerden çok ince bir şiddetle geçen ışın maddelerde akıl almaz bir ihtişam ve bunların sonunda da İslâm mânâ ceryanlarını birleşerek ortaya koyduğu ve bizim ancak okuya okuya binlerce velinin büyük güçlüklerle yaklaşmaya çalıştıkları hâdise onların sırrını öğrenmektir. Tasavvuf, velâyet ve târikatların verdikleri formüllerin tümü Hz. Hatîce'nin İlâhi aşkı ve Sevdâyı Muhammedî'yi simgeleyen sırlardan gelişmiştir.
Tasavvufta iki ana formül vardır.

1- KİM NE DERSE DESİN ALLAH UĞRUNA ÇALIŞMAK
2- ANAHTARLARI ATMAK.
Gönlü, Rasûlullah’ın gönlü ile bağlanmadıktan sonra hiç bir yere varılamayacağı Hz. Hatîce'nin getirdiği ilkedir. Mânânın ana düsturlarını yaşamak, yaşatmak ve Müslümanlara öğretmek Hz. Hatîce ile Hz. Fâtıma annemizin sırrıdır. Nasıl ki İslâm hukûku Hz. Âişe ile gönderilmiştir, tasavvufun ana ilkeleri de Hz. Hatîce ve Hz. Fâtıma kanalıyla intikal etmiştir. Hz. Fâtıma Kur'an’ın enfusî mânâsının tek yorumcusudur. Yâni âyetlerin iç mânâsının tek yorumcusudur. Efendimiz zamanında bu yorumları yapan Fâtıma annemiz, Efendimizden sonra yaşamamıştır. Hz. Hatîce annemiz de Efendimizin gönlündeki bütün hüzünleri çeke çeke gönlü tahammül edememiştir. İnanınız Hatîce annemizin dünyâsının değişmesi yaşı dolayısıyla değildir. Fahr-i Kâinat üzerine sevk edilen takdirin o büyük yükünü ala ala, kendisini eze eze dünyâsını değiştirmiştir. Efendimiz bunu bildiği için HÜZÜN YILI demiştir. Cenâb-ı HAKK inşaALLAH Fahr-i Kâinat Efendimize olan sevdâsı yüzü suyu hürmetine Türk kadınlarına Hatîce annemizin sırrını verecektir.
Hepimiz biliyoruz ki beşerî kalıpta ilk Müslüman Hz. Hatîce’dir. Hepimiz ilk Müslümanın arkasında Fahr-i Kâinata îman ettik bunu hiç unutmayınız. Îman Kervanı Hz. Hatîce'ye karşı sevginizi, saygınızı bu çizginin dışında görmek istemem. Milyonlarca, milyarlarca insan tek tek o ipin ucuna bağlandı. Fahr-i Kâinat Efendimizin sevdâsı Kalb-i Muhammedî’de Hz. Hatîce'nin eliyle yapışık olmasaydı arkasından belki tutunamazdık. O büyük sevdânın, o aşkın sâyesinde tutunabiliyoruz. Hz. Hatîce'nin îman kervanına
ALLAH hepimizi dâhil etsin. Yâ RABB’im, Hz. Hatîce'nin sırrından bütün mü'min kardeşlerimizin gönlüne zerresinde zerresi olsa bir ışık lutfet. Hz. Hatîce'nin yüzü suyu hürmetine İslâm düşmanlarına fırsat verme.

Halûk NURBÂKİ
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen gullale »

ResimHZ. FATIMA SIRRI
Mânâ ilimlerinde olsun, gönüllerde semâ sırrında olsun anlaşılması en güç sır Fâtıma Sırrı'dır. Kâinatın İncisi Efendimizin sırrının evrene yansıdığı nokta Fâtıma annemizin gönlüdür.

Bu hikmet Elestte de böyle başlamış, Efendimiz
«Beli (Evet)» niyazını yaptığı an doğan Nûr-u Muhammedî tüm varlıklara Efendimizin en yakınında olan bir noktadan, Fâtıma annemizden yansımıştır. Bu gerçeği ifâde için Fâtıma annemiz yeryüzüne Efendimizin göz bebeği yavrusu olarak ışınlanmış, bu dünyâdan ayrılırken de O'nun makâmının kapısındaki mevkii alarak bu mesajı vermiştir.

Hz. Fâtıma annemizin bilinmezlik sırrı işte bu özelliğinde gizlidir. Efendimizin bu konudaki mesajı ise bu hikmetleri büsbütün derine çeker:


«ALLAH kendisini bende, ben de kendimi Fâtıma'da seyrettim.»

Hz. Fâtıma annemiz sırrını çevresine yansıtarak bölüm bölüm açmıştır. Hz. Ali ve yavruları (Hz. Hasan, Hz Hüseyin, Hz. Muhsin) kâinatın sonsuz boyutlarına yansıyan sırlarını Hz. Fâtıma annemizin gönlünden alır.

Mânâ ilimlerinde Fâtıma annemizin sırrı: varlıkların âhenk ve ilgilerindeki sevgi ceryanı olarak bilinir Bir gönül Hz. Fâtıma sırrına ne kadar yakın olursa o kadar hayat bulmuş demektir. Onun tasarruf hikmeti gönüllerin âşık ve mâşuk makamlarında raks'ına fırsat verir. Hz. Fâtıma sırr olmayan gönül kesinlikle ölüdür. Çünkü Sırr-ı Muhammedî ile ceryanı kesikdir.

Fâtıma annemiz, Hatîce annemizden aldığı şefkat ve merhâmet dolu gönülle Âmine annemizden mânen tevârus ettiği şâirliği ve nâzenin hassâsiyeti ile zâten gönül pencerelerini perde perde açıyor ve âdetâ sonsuzlukta Efendimizin en özdeki ufuk noktada kendini seyretmesini bekliyordu.

Güzeller güzeli
RABBimizin en nazlısı ve en sevdiklerinden biri olduğu halde dâima RABBine şöyle yalvarırdı:

«Yâ RABBî! beni bana, göz kırpması kadar dahi, bir an için bırakma...» Bu duânın sırrını annemizin penceresinden seyretmeliyiz.

O,
ALLAH'sız geçen bir ânı, ibâdet ve sevgide eksiklik duyma korkusundan değil; onun sevdâsındaki hazdan bir ânı kaybetmekten korktuğu için istemiyordu. Mânâ ilimleri açısından bu duânın sırrı annemizin mahviyyeti târifi olarak tanınır. Fâtıma annemiz Cenâb-ı HAKK'ı akıl almaz bir îmân ve ihlâs sırrı içinde öylesine anlamıştı ki onsuz bir an düşünemiyor; kendiyle kaldığı bir ânı gönle has mahviyet açısından dev bir yanlış sayıyordu.

Benlikten kurtulup
ALLAH'da yok olma san'atı demek olan mahviyeti böylesine net bir şekilde tanımlamak ancak Fâtıma annemize has bir hünerdir.

ALLAH'a inanmak, O'na ibâdet etmek, hattâ O'nu sevmek başkadır, ALLAH'ı gönlünün mâverâsında hissedip ondan gayri her şeyin bir hiç olduğunu bulmak başkadır. İkinci tecelli ALLAH’ı anlamak, bulmak demektir. İşte Fâtıma annemizin duâsının sırrı budur.

Ve de Efendimizin
«Fâtıma’nın gönlünde seyrettiği Muhammedî sır» da budur. Çünkü Efendimiz tâ ezelde yokluğu, mahviyetin ufkunu bularak tüm âlemleri yok olmaktan kurtarmış, Elest bilmecesini böyle çözmüştü. Bir kul ibâdetin zirvesine varsa, hattâ ALLAH'ı deli gibi sevse bu mahviyyeti bulmadıkça ALLAH'ı anlayamaz.

Îmân'ın san'atlaşan sırrındaki hikmet; işte Fâtıma annemizin yakaladığı bu mahviyyeti bulmaktır.


«Aman yâ RABBî! beni bana, göz kırpması ânı kadar bile bırakma.»

ALLAH, annemizin bu duâsını kesin olarak kabul ettiğini bildirmek için onu normal kadın eylemlerinin dışında bir hikmetle süsledi. Namazı hiç kesiksizdi.

Mânâ bilimlerinde kavranması en zor hikmet, Fâtıma annemizde ilâhi sevdânın iç içe raksıdır. Hem ilâhi tecelli, hem de Muhammedî tecelli Fâtımâ annemizin gönlünde iç içe semâ etmiş, akıl almaz rakslar doğurmuştur. Veysel Karânî hazretleri geldiği zaman, Fâtımâ annemizin gönlünde Sırr-ı Muhammedî'yi seyretti..

Fahr-i Kâinat Efendimiz, o gönülde, çoğu kez kendi sırrını, bâzan da Cemâl-i İlâhi'yi seyrederdi. Aslında Efendimizin akıl almaz nûr'u bu çift fazlı ilâhi sevdâ raksından âlemlere intikal etmiştir. Tüm varlıkların âhengindeki kimyâ, bu sırrın ta kendisidir. Çünkü böylesine coşkulu bir sevdânın semâ sahnesi olan Fâtımâ annemizin madde çatısı altında kulluğunu sürdürmesi, hayat ekranında kalabilmesi de bir ilâhi mûcizedir. Böyle bir sevdânın zerresine uğrasa, galaksiler bile dağılırdı. Onu hayat ekranında tutan en büyük güç; şüphesiz, Efendimizin hayat veren nazarlarıydı.

Nitekim Efendimiz sonsuz boyutlara yansıyınca tahammülü tükeniverdi. Bizzat kendisi bunu ifâde için:


«Onun Cemâle intikaliyle üzerime öyle bir ızdırap çöktü ki; karanlığın üstüne çökse, onun rengi değişirdi» mısralarını söyleyiverdi.

Buradaki inceliğe dikkat etmek lâzım, çünkü Fâtıma annemiz mânâdaki emsalsiz mevkii ile her an Efendimizi hissedebilir, bulabilirdi. Fakat gönlündeki iç içe rakseden ilâhi ve Muhammedî tecellîlere, O'nun nazarları ve sıcak nefesi olmadan dayanamazdı.


«Karanlığın rengi değişirdi» tanımı, yalnız, şiirin mâverâsında, ufkunda en güzel söz olmaktan ötede bir mânâ tanımıdır.

Gönül raksındaki sevdânın ne denli bir ateş fırtınası olduğunu ifâde etmektedir.

Ve sonra evrenin bu en korkunç fırkatından Fâtımâ annemiz tüm evrenin bitmez boyutlarına yansıdı. Efendimizi hissettiği her noktada semâ ederek sonsuzluğu mekân tuttu. Âşıkların gönlüne bir seher rüzgârı gibi esti de mecalsizlere güç verdi. Şekilleri âhenkleştirdi.

Fâtımâ annemiz gönül semâsının müthiş ateşinde böylece en büyük aşk şehidi sırrına erdi. Tüm şehidlerin mânâ âleminde lideri Fâtımâ annemiz oldu. Çünkü Efendimizin hasret ateşinde yanıp boyut değiştirdi.

Dünyâdaki hikâyesini, altın bir halka gibi mahviyyetinin sonsuzluğunda Efendimizin ayak ucunda noktaladı
(Mescid-i Nebevî'deki makâmı.)

Sanki Evrenlerin incisine altın bir halka niyazı oluverdi.

Şimdi artık onun sırrı, şefkat ve merhâmetinin sonsuzluğunda mahviyeti bulan gönüllerde bir hayat iksir gibi akıp durmakta ve Efendimizin izini aramaktadır.


ALLAH yüce kitabında tüm bu gerçekleri net bir şekilde açıklamıştır. Efendimize «Sana Kevseri verdik» âyeti doğrudan doğruya Fâtıma annemizin tanımıdır.

Şimdi Sûre-i Kevser sırrı içinde Fâtıma annemizi görmeye çalışalım:

Kevser, çokluk âlemine yansıyan güzellikler demektir.

Evrenlerin incisi Efendimizin,
ALLAH'a sevgili olmasa O'nun Vahdet’teki çok özel bir hikmetidir. Onun sonsuz boyutlara yansıyan Nûr-u Muhammedî yansıması ise kevser sırrıdır.

ALLAH, yaratılması imkânsız diye tanımladığımız, seyrine tahammül edilemeyen Nûr-u -Muhammedî'yi halketmiş; onu evrenin sonsuz boyutlarına yansıtmıştır. Bu yansıma dünyâ hayâtında Hz. Fâtımâ annemizin gönlünden tüm kalplere aksettiği gibi; mânâda da tüm boyutlara ışık ışık nur saçmıştır. Kevserin tanımı budur.

ALLAH, önce Efendimizi halketmiş, sonra da O'nun tahammülsüz güzelliğini Nûr-u Muhammedî ışığıyla evrenlere saçmıştır. İşte bu intikal, dünyâ hayâtında sembolize edildiği gibi, Hz. Fâtımâ gönlünden yansıtılmıştır. Bu yüzden ALLAH Hz. Fâtımâ annemize hilkat katında verdiği «Kevser» ismini âyetleştirmiştir.

Hilkatın ilâhi güzelliği yansıtan sırrında: Mahviyyet temeldir. Bir varlık kendini ne kadar benlikten arıtırsa o kadar güzelleşir. Bunu, madde dünyâsında bile hissederiz.

Bir güzel, tevâzu' eşiğine bastı mı, bambaşka bir güzel olur. Mânâ güzelliği de böyledir; varlık evhamından kurtulan her nefs,
ALLAH'ı hissetmeye başlar. Varlık evhamı ise, var olan şeyin etrâfındaki bir sis perdesi gibidir. Güzelliği ve gerçeği gizler.

İşte Hz. Fâtımâ annemizden yansıyan Nûr-u Muhammedî, taşıdığı mahviyyet iksirini yansıtarak bu sis perdesini siler. Evrendeki her güzellik, melekler dâhil, güzellik sırrını Nûr-u Muhammedî'den alır. Bu yüzden Fâtımâ sırrı bir Kevser'dir. Hz. Fâtımâ sırrı, çokluklara güzellik veren, onları varlık evhamından kurtaran nurdur.


Kevser Sûresi; Kurban ve Namaz emirleri ile sürmektedir. Hz. Fâtımâ annemiz nefsini kurban etmiş ve namazda eksiksiz bir vecd âleminin sembolü olmuşdur. Fâtımâ sırrının yansımasında Cenâb-ı HAKK, nefsin kurban edilmesini ve namazı şart koşmaktadır. Eğer gönlünüzde semâ sevdâsına tâlipseniz; bu semâ kevserde (Hz, Fâtımâ sırrında) gizlidir. Kevser Sûresi'nin gönüllere verdiği tâlimat : Nefsinizi kurban edin, mahviyyet içinde namaz kılın, gönlünüzde raks başlasın tâlimatıdır.

Efendimizi incitenler ise, Ebter'dir; madde ve mânâsı yokluğa mahkûmdur. Efendimizi incitme eylemi benliğin çirkin suratıdır.

Mânâ ilimlerinde eğitimin temeli Kevser Sûresi'dir. Aslında İslâm dünyâsının içine düştüğü, özellikle son dört asırdır geçirdiği bunalım, mânâya karşı düştüğü yanılgıdır. Ne yazık ki bir çokları mânâ sırrını hep yanlış senaryolarda oynamaya kalkmış, bu yüzden Efendimizle arasındaki cereyan kesilmiştir. Öyle olunca da; ne mânâ, ne maddede motoru çalıştırabilmiş; teklemiş durmuştur.

Şimdi Kevser Sûresi'nin ışığı altında Hz. Fâtımâ annemizin nûruna nasıl yaklaşabileceğimizi özetlemek istiyorum:

Elbette ilk şart nûr'a muhtaç olduğunu farkedip talep niyaz etmektir. İkinci şartı ise, Kevser Sûresi'nin son âyeti koymuştur: Fahr-i Kâinat Efendimizi incitecek davranışlardan şiddetle kaçmaktır. Hz. Fâtımâ annemize yaklaşım için yıllarca emek çekseniz, bir an Efendimizi incitseniz, tüm teller bir anda yeniden onarılmamak üzere yanar. Efendimizi incitme gafleti her zaman zâhirde kaba hatlarıyla zuhur etmez. O'nun dâvâsına soğuk bakmak, O'nun gönlünde yer tutan nazlılara karşı ufacık bir hürmetsizlik Efendimizi incitir.

Bu yüce sırra yakin olup, O'nun şefkatine ve himâyesine girmenin üçüncü şartı: Rûhundaki yaraları Hz. Hasan hikmetiyle, nefsindeki fırtınaları Hz. Muhsin sırrı ile tedâvi' etmek, sonra da gönlünü özellikle Hz. Hüseyin Efendimize dökeceğimiz gözyaşları ile yıkamaktır.

Bu amaçla yola çıktığımızda, zor gibi görünen yolun o yücelerce kolaylaştırılacağını hiç hatırdan çıkarmadan güvenle sebat etmeliyiz. Sonra nefsimizi Hz. Fâtımâ annemizin mahviyyet kimyâsında erite erite benlik putunu yıkıp kurban etmeliyiz. Savaşın en zoru olan bu noktada, ihlâs dolu gayretimiz yine o yücelerce tesbit edilir. Ve kurban vekâletimizi Hz Fâtımâ annemiz hallederler.

Kevser Sûresi'nde verilen en kesin bir reçetenin namaz olduğunu, hiçbir bahâne ile bu konuda nefse tâviz vermemek gerektiğini unutmayınız.

Namazda ihlâs sırrı Hz. Ali Efendimizin himmetiyle bizi arıtıp gerçek ve yakin namaza ulaştıracak ve gönlümüzde sevdâ ışığı yanmaya başlayacaktır.

Ve gönüllerde semânın mânâ ilminde motifi budur. O semâ noktasına varamazsak bile; ömrümüz bu yolda gayret içinde iken hayat sona erse ne gam...


Onk. Dr. Haluk NURBÂKİ
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen MINA »

Bu yolda başarı ihsan eden Allah'tır.

***
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: MUHAMMEDİ NUR ANNELERİMİZ

Mesaj gönderen simurg »

Hz. Fatıma Raduyallahu anh, Annemize dualarımız yenilendikçe,
sürdükçe
ve Onun halleri ve durumu hakkında bilgimiz arttıkça
birçok yeni mânâlar ile O'nu tanıyabilmeye yaklaşabilme,
imkanı bulabileceğimize canı gönlümle inanıyorum.

Annelerimizin hepsininde hayatlarını öğrendikçe,
benim ve bizim için eşsiz örnekler
ve çok kucaklayıcı bir rahmet
ve hiç sapmamıza izin vermeyecek bir yol göstericilik
buluyorum Rabbime sonsuz hamd ederim.

Akşamları el ayak çekildikten sonra hediyeler ile gönüllerine girmek adına,
Resuli Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
Ehl-i beyti kiram, sahabe-i kiram Efendilerimizin hepsine,
Allah Dostu olan velîlerin hepsininn ruh-u şeriflerine,
ve hususen ismini bir vesile ile öğrenip muhabbet ile andıklarımın ruh-u şeriflerine ismen olmak üzere,
halen şu anda, bizi manen besleyen ve muhabbetleri ile kıymetlendirip şereflendiren
ehl-i muhabbet, ehl-i aşk, bereketli ve kerim Hocamızın maneviyat ve ruhaniyetlerine,

cümle ehl-i iman ve muvahhid kulların cümlesine,
bildiğim bilmediğim cümle kardeşlerime,

dilim döndüğünce hediyeler gönderiyorum,
hayr ve selâmetleri için dua ediyorum.

Bütün bunları tutunacak bir tek dalın Muhammedî Muhabbet olduğunu
öğrendiğim için,
ve ilmin ve amelin bize yetmeyeceğini,
aslolanın hakiki ve samimi muhabbet olduğunu öğrendiğim için yapıyorum.

Bu bilgiyi öğreten ve bana yakin eden Hocamdan Rabbim ebediyyen razı olsun.
Muhabbet Bağımızın daim olmasını çok dua ediyorum.

Bu dualar sırasında isimlerini de bilmeme rağmen,
Ehl-i Beyti Kiram Hazretleri olan Resuli Ekrem Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem
mubârek ve pâk ailelerini ve evlatlarını saymıyordum,

daha yeni çok büyük bir eksiklik içinde olduğumu anladım.

İsimleri ile anmak sûretiyle hususiyet verdiğim ölçüde
bana da yakınlaşmaya başladılar,
(veya beni kendilerine yakınlaştırmaya)
hepsi şu anda ve benim dünyamda canlı ve güler yüzlü ve en yakin
halleriyle hallerime duygularıma tesir etmeye başladılar.
Hususi olarak Fatıma Annemizi çok anmaktayım,
sebebi ise,
Kendileri her taraftan, Nur Halkası ve bir Nur Kalkanı altında
tertemiz ve hemen bütün Ehl-i Beyt Efendilerimizin merkezinde bir hayat yaşamışlar,

Pederi muhteremleri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz,
Muhterem anneleri, ilk iman etmiş ve çok muhteşem bir hanım olan Hz. Hatice Annemiz,
Eşi, yine ilk müslüman olanlardan, çocukluğundan itibaren
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin elinin ve himayesinin altında yetişmiş bir mücevher olan
Hz. Ali Kerremallahu Vechehu Efendimiz.

Evlatları Resul, Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin kıyamete kadar gelecek olan neslinin
gözbebekleri,

Yani ne kadar saysam, ve kimin adını ansam hepside Hz. Fatıma Annemizin hemen yakınında,
O bir merkez gibi,

Hemen her hal ve durumlar için kendisinden alacağım bir örnek ve
adımlarıma dayanak yapabileceğim bir güzellik var.

Kendi kendime hiç bir yere gidemeyeceğimi artık çok iyi biliyorum,
kendi kendime kalırsam karanlık nefsim ve eğitilmemiş aklım ile
nereye yol alabileceğimi çok açık görmekteyim,

ve bunların hile, tuzak ve şerlerinden daima,Rabbime sığınırım, inşae ALLAH.
Âmin!.

Benim annemin adı da Fatma'dır.
Çok küçükken bütün annelerin adı Fatma sanırdım.

sonra öyle olmadığını öğrendiğimde ise,
yine de adı Fatıma olan anneler en güzelleridir diye düşünmeye başlamıştım,

şimdi ise annelerin hepsi çok güzel bana,

hele hele İslam Annelerimiz hayatıma bâtınen ve zâhiren mânâ ve kıymet katmaya
başladılar ki,
bu benim ne kadar çok şükretsem, asla lâyıkıyla şükretmiş olamayacağımı bildiğim bir Nimet-i İlahîdir.

Rabbime Sonsuz hamd ve sonsuz şükürler ederim.
Cevapla

“Ehl-i Beyt (A.S.)” sayfasına dön