PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Peygamberlerimiz hakkında detaylı bilgiler.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. İsmâîl (a.s)'ın Kurban Edilme Kıssası

Hz. İbrâhimm (a.s), uyurken öyle bir rüya gördü rüyasında: "Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'e; oğlu İsmail'i kendisi için kurban kesmesini emrediyordu." O sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'in İsmail'den başka bir çocuğu yoktu. Üstelik Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaşlı ve ihtiyar olduğu bir sırada İsmâîl'i vermişti. Ve şimdi de geri istiyordu.

Hz. İbrâhîm (a.s), uykusundan uyandıktan sonra tereddüt­süz, kayıtsız ve şartsız olarak Allah'ın emrini yerine getirmek için hemen Filistin'den Mekke'ye geldi. Hz. îbrâhîm (a.s), Mekke'ye oğlunun yanına geldiğinde
[66] onun, Allah'ın emrini kabul etmedeki ölçüsünü ve Allah'a olan itaatini görmek için Allah'ın kendisine emretmiş olduğu işi oğluna haber vermeyi isteyerek ona:

"Ey oğlum! Doğrusu ben, uykuda iken seni (Allah 'in isteği doğrultusunda) boğazladığımı gördüm. Bir düşün! (Bu konuda) Ne dersin?" dedi. (Saffât: 37/102) Yani Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun kalbinin huzur ve sükunete kavuşması için ve oğluna Allah'ın emrini zorla kabul ettirmektense daha kolay ve hoş bir şekilde Allah'ın bu emrini oğluna arz etti. Bunun, Allah'ın emri olduğunu duyan oğlu, yumuşak bir şekilde kabul etti.

Hz. İsmail'in Allah'ın emrine karşı olan sonsuz itaati ve bunu kabul etmede gösterdiği cüretkarlığı, babası Hz. İbrâhîm (a.s)'ı çok sevindirdi. Hz. îsmâîl(a.s), babasının bu sözüne karşılık şöyle cevap verdi:


"Ey babacığım! Ne ile emrolunduysan onu yap. Allah di­lerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin. "(Saffât: 37/102)

Hz. İsmail'in bu davranışı, büyük bir iyilik, Allah'tan büyük bir başarı, -babada ve oğulda- dağları şiddetle sallayan ve bu konuda Allah'a kullukta ubudiyyetin en güzel bir şekliyle -babada ve oğulda tezahür eden bir imandı.

Baba oğlunu, kurban kesmekle emrolunuyor ve Allah'ın emrini yerine getirmeye koşuyor. Oğul ise babasıyla istişare ediyor ve Allah'ın hükmüne yönelerek ve boyun eğerek kabul ediyor.

Sanki bu iş, avuç dolusu sudan bir yudum gibi. Çünkü oğul, babasına, sevdiğini kaybetmenin verdiği acıyı hafifletmeyi isteyerek onu maksadına ulaştırmak için yolların en güzeliyle irşat ederek şöyle diyor:


- "Ey babacığım! Beni boğazlamak istediğin zaman iple sıkıca bağla. Üstelik bağımı iyi yap ki bıçağın tenime değdi­ğinde hareket etmeyeyim. Ölümün bana daha hafif ve kolay olması için bıçağını iyice keskinleştir. Boğazımı bıçak ile kesmede çabuk davran ki bıçak beni çabuk öldürsün. Çünkü ölüm, çok çetin ve zordur. Aynı zamanda bana bakınca, kalbinde yumuşama meydana gelirde benim hakkımda Allah'ın sana emrettiği işi yerine getirmede kötü bir durum meydana gelebilir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise oğluna:

- "Ey oğlum! Sen bana Allah'ın emrettiği işi yerine getirmede ne güzel yardımda bulundun" dedi.

Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu bağrına bastı ve onu öpmeye başladı. Çünkü oğluyla son defa vedalaşıyordu. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu Allah'a teslim etmek üzere yanı üzere yere yatırdı. Elini ve ayağını omzundan bağladı. Bıçağı boğazına koydu. Boynunun altından bıçağı bastırdı. Fakat bıçak kesmedi. Bıçağı elinde ters çevirdi. Yine kesmedi. Sanki bıçak, sert bir ağaç veya taş parçasıyla karşılamıştı. Hz. İsmâîl, babasına:


- "Ey babam! Beni yüzümün üzerine yatır. Çünkü sen, bana baktığın da, bana karşı acıma hissin gelirde benim hakkımda senin ile Allah'ın emrini yerine getirme arasında engel teşkil edersin" dedi.

Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun söylediğini yaptı. Daha sonra da bıçağı, oğlunun ensesine koyup bastırdı. Bıçak yine kesmedi. Çünkü Yüce Allah bıçağı, kesin hususi hükmü altına almıştı. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), imtihanı kazanmış oldu. Bunun yanı sıra ilahi ses, şu şekilde geldi:


"Ey ibrâhîm! Rüyayı gerçek yaptın. İşte Biz iyi davranan­ları böyle mükafatlandırırız" diye seslendik. Doğrusu (İbra­him'e yapılan) hu (iş) apaçık bir imtihan idi. Ona (bu yaptığı davranışa karşılık) fidye olarak büyük bir kurbanlık ver­dik."[67]




[66] Rivayetlere göre; Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada yedi yaşındaydı, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ise Mekke'ye gelişinin ilkiydi.(ç)
[67] Saffât: 37/104-107 (Hadisi şerifte bu kurbanlığın birkaç olduğu anlatılmaktadır. Bu hadis için B.k.z: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/297) (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 375-377.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Kurban Edilen Kimdir?

Daha önce anlattığımız üzere, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kurban etmekle emrolunduğu oğlu, Hacer'in soyundan olan Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Alimlerin çoğunun itimat ettiği Sahih olan görüşte budur. Çünkü bu kıssanın Mekke'de meydana gelmesi, Hz. İbrahim (a.s)'ın hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i daha önce oraya bırakıp gitmesinden dolayıdır. Zaten Hz. İsmâîl, o esnada Mekke'de yaşamaktaydı. İshâk ise o sırada daha bilinmiyordu. Üstelik İshâk, Mekke'ye hiç gelmemişti bile. Hz. İsmâîl ise küçüklüğünde iken Mekke'ye annesi Hacer ile birlikte gelmiştir."[68]

Ehl-i Kitabın inancına göre;[69] kurban edilen Hz. İsmâ-îl(a.s) olmayıp Hz. İshâk(a.s)'dır. Bu görüş, Kur'anî nasslara muhalefet ettiğinden dolayı batıl ve merdut bir görüştür.

İbn Kesîr, bu konuyla ilgili olarak şöyle der:


"Kur'an'ın açık ifadesi budur. (Yani Hz. îsmâıl(a.s)'ın kurban edildiğidir. Kur'an'daki ve hadisteki) bu ifadeler, kur­ban edilenin Hz. İsmâîl(a.s)'ın olduğu hususunda hemen he­men bir delil gibidirler.[70] Çünkü bu ayetler de, kurban edile­nin kıssası anlatılmakta,[71] sonrada şöyle denilmektedir:

"iyilerden bir Peygamber olacak "İshâk"ı İbrahim 'e müj­deledik. " (Saffât: 37/112)

Hz. İshâk(a.s)'ın Hz. İbrahim (a.s)'a müjdelenmesi -ayetlerdeki konunun sıralanışında da görüldüğü gibi - Hz. İsmâîl(a.s)'ın Mekke'de iken kurban edilişinden sonra olmuş­tu.[72] Çünkü Hz. İbrahim (a.s)'ın Allah'a olan imanın kuvvetlenmesi ve itaati, Mekke'ye gelip oğluna Allah'ın emrini ilet­tikten sonra ortaya çıkmıştı. Hz. İbrahim (a.s)'ın bu imtihanı kazanmasından dolayı Allah ona, Hz. İsmail'in dışında başka bir çocuğu verip ona, -yukarıda geçen ayette görüldüğü üzere-İshâk'ı müjdelemiştir.

Kurban edilenin Hz. İshâk olduğunu söyleyenlerin[73] da­yanakları İsraili rivayetlerdir. Halbuki İsrail oğullarının kitapları tahrif edilmiştir. Üstelik onların yanında bulunan Tevrat'ta Yüce Allah, Hz. îbrâhîm (a.s)'a; bekar olan oğlunu kurban etmesini emretmişti. Halbuki Hz. İsmâîl 'as o sırada bekardı. (ve Hz. İshâk(a.s) ise o sırada henüz daha mevcut değildi) İsrail oğullarını böyle bir yalan söylemeye iten faktör; Arapları çekemeyişleridir. Çünkü Hz. îsmâîl, Hz. Muhammed (s.a.v)'inde mensup olduğu Hicaz bölgesi Araplarnın atasıdır. Hz. İshâk ise, İsrail oğullarının atası Hz. Yakub'un babas ıdır. Hz. Yakub'un diğer ismi de "İsrail"dir. İsrail oğullan bu yüce şerefi, Araplardan alıp kendilerine mal etmek istediler. Bu nedenle de Allah'ın kelamını tahrif ettiler ve ilaveler yaptılar. Üstelik onlar, yalancı bir kavimdirler. Çünkü onlar, üstünlük ve şerefin Allah'ın elinde bulunduğunu ve bunları istediği herhangi bir yere vereceğini bir türlü kabul etmediler.

Selef alimlerinden bir çoğunun söylediğine göre
[74], Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kurban olarak takdim ettiği oğlu, Hz. İshâk(a.s)'dır. Fakat bunu söyleyenler, bu görüşlerini Yüce Allah Ka'bu'l-Ahbar'dan veya Ehl-i Kitap'm kitaplarından almışlardır.[75] Çünkü Hz. İshâk (a.s)'ın kurban edildiğine dair Resulullah (sav)'den sahîh bir hadis nakledilmemiştir. Üstelik bu görüşten dolayı kutsal kitabımız olan Kur'an'ın açık ifadelerini de terk edemeyiz.

Dikkat edildiği takdirde, kurban olarak takdim edilenin, Hz. İshâk olduğu, Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerinden anlaşılmıyor. Biraz düşünürsek, kurban edilenin Hz. İsmâîl olduğunu Kur'an'ın ifadelerinden anlarız. Hatta bu husus Kur'an'daki ayetlere bakıldığında kesin ifadelerle belirtilmiş­tir.

Kurban edilenin Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğu hu­susunda İbn Ka'b el-Kurazî'nin getirmiş olduğu delil, ne kadar güzel ve ilginçtir. Kurazî'nin getirmiş olduğu delilin kaynağı, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:


"ibrahim'e, İshâk'ı ve (onun oğlu) Yakub'u müjdeledik" (Hûd: 11/71)

Kurazî derki: Bu ayette ilk önce Hz. İshâk'in daha sonra da Hz. İshâk'in oğlu Yakub'un doğacağı Hz. îbrâhîm (a.s)'a müjdeleniyor. Buna göre Hz. İshâk(a.s)'ın çocuğu doğmadan kendisi de daha henüz küçücük bir çocuk iken- Hz. İshâk(a.s)'ın kurban edilmesi Hz. İbrâhîm (a.s)'a emrediliyor. Küçücük bir çocuk iken kurban edilmesi emredilen bir insanın daha sonra çocuğu hiç doğar mı? Bunun aklen ve naklen olma­sı mümkün değildir. Çünkü bu, ayette geçen müjdeleme ile çelişki halindedir.[76]

Rivayet olunur ki; Halife Ömer b. Abdulaziz, Şam'da ya­şamakta olan bir yahudiye haber salarak huzuruna çağırtmıştı. Yahudi alimlerinden olduğuna kanaat getirdiği o adama Ömer b. Abdulaziz:

- "Hz. İbrâhîm (a.s)'a, iki oğlundan hangisinin kurban edilmesi emredilmişti" diye sormuş. Yahudi alimi de:

- "Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi emredilmişti. Allah'a yemin ederim ki, Ey Mü'minlerin Emiri Yahudilerde bunu biliyorlar. Fakat onlar, atanız Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabredişi, faziletinin ve üstünlüğünün Allah tarafından anlatılışını çekemediklerinden dolayı Arap topluluğunu kıskanırlar. Bu sebeple kurban edilme emrinin Hz. İsmâîl hakkında verilmediğini bile bile inkar ediyorlar. Bu husustaki emrin Hz. îshâk hakkında verildiğini ileri sürerler. Çünkü Hz. İshâk, onların atasıdır" şeklinde cevap vermişti."[77]

Meşhur olduğu üzere, Hz. Peygamber(sav), "İki kurban­lığın oğlu" diye çağrılırdı.[78] "İki kurbanlık" ile kastedilen ise, Hz. İsmâîl ile Hz. Peygamber'in babası Abdullah'tır.[79]



[68] Hz. İsmâîl (a.s)'ın annesi Hz. Hacer ile birlikte Mekke'ye gelişini bildiren uzun­ca hadis daha önce geçmişti, (ç)
[69] Bununla ilgiliolarak B.k.z: Tevrat, Tekvin, 16-23 bah.(ç).
[70] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Kurbanlığın, Hz. İshâk (a.s) değil de Hz. îsnıâîl (a.s) olduğuna dair hadisleri ve haberleri şöyle sıralamaktadır:
1. Buharî, Enbiyâ 12'de ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned adlı eserinin 1/347'de geçen rivayetler buna delildir. (Kısaltılarak alınmıştır)
2. Hz. Peygamber (s.a.v) bir vesile ile: "Ben iki kurbanlığın oğluyum" bu­yurmuştur. (B.k.z: Keşfu'l-Hafa, 1/199) İslam tarihçileri iki kurbanlıktan birinin Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası Abdullah, diğerinin de Hz. İsmâîl (a.s) olduğunu açıklamışlardır.
3. İslam'ın ilk devirlerinde, Hz. İsmâîl (a.s) için kesilen koçun başını, iki boynuzu ile birlikte Kabe'de asılı'bir halde bulunduğunu ve başın kuru­muş olduğuna dair muhtelif senetİerle rivayet edilen hadisler (b.k.z: Müsned, 4/68; 5/379-380) ve tarihi rivayetler mevcuttur. Tek başına sa­dece bu rivayet bile kurbanlığın Hz. İshâk (a.s) değil, Hz, İsmâîl (a.s) ol­duğuna delil olarak yeter. Çünkü Mekke'de hakim olan Hz. İsmâîl (a.s)idi. Hz. İshâk (a,s)'m küçükken Mekke civarına geldiğine dair elde hiçbiı delil yoktur.
4. Hz. Peygamber (s.a.v)'den "Gerçekten kurbanlık İsmail'dir" (Kurtubi, Tefsir, 15/100-101) mealinde bir hadis de rivayet edilmiştir.
5. Rivayete göre; el-Esmâî şöyle demiştir: "Bir gün kurbanlığın kim oldu ğunu Ebu Amr ibn el-Alâ'dan sormuştum. Cevabında bana: (Ey Esma! Sen aklını mı yitirdin? Hz. İshâk (a.s) Mekke'ye nereden gelmiş? Mekke'de ikamet eden Hz. İsmâîl (a.s)'dır.
6. îbn Abbas(ra): "Cam Allah yoluna kurban edilmek İstenen Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Yahudiler ise kurbanlığın Hz. îshâk (a.s) olduğunu iddia ettiler ve (böylece de) yalan söylediler" demiştir.
7. İbn Ka'b el-Kurâzî ile ilgili rivayet daha önce geçmişti.
(Doç Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e, sh. 72-73) (ç)
[71] Saffât: 37/99-112 (ç).
[72] "Kurbanlığın Tevrat'ta (Tekvin, 22/1-19) Hz. İshâk (a.s) olarak ismen açıklan­mış olmasına rağmen, yine Tevrat'a dayanarak bunun bir yalan ve tahrif olduğunu isbat etmek mümkündür. Şöyle ki: Yüce Allah Tevrat'ta. Hz. İbrâhîm (a.s)'e şu emri verir: ''Şimdi oğlunu, biricik oğlunu. İshâk'ı al... kurban olarak takdim et!" (Tekvin, 22/2) Eğer Tevrat'ı dikkatlice okursak Hz. İshâk'ın "biricik" oğul olmadı­ğını görürüz. Çünkü (Tevrat'a göre) Hz. İshâk doğduğu zaman Hz. İsmâîl 14 yaşın­da idi. (Tekvin, 17/24-25) Tevrat'a göre Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz İsmâîl (a:s) aynı günde sünnet olmuşlardır. (Tekvin, 17/25-26) Hz. îshâk doğduğu zaman Hz. İbrâ­hîm (a.s) 100 yaşına basmıştı. (Tekvin, 21/5) O halde Hz. İshâk için kullanılan biri­cik sıfatı yanlıştır. Kendisinden 14 yıl önce dünyaya gelmiş ağabeyisi Hz. İsmail varken, Hz. İshâk'a "'biricik" oğul denmez. Bu açık bir tahriftir. Muhtemelen bu biricik sıfatı Hz. İsmail'e aittir. Bu isim de bilerek tahrif edilmiştir." (Doç, Dr. A. Aydemir, age. sh.73-74) (ç).
[73] Bu görüşte olan kimselerin delilleri için b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, age, sh. 69-71 (ç).
[74] Bu görüşte olanlar şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Ebu Mûsâ ebu Eş'arİ, Ebu Hureyre, Ka'bu'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve daha bazı tabiin ve onlan takip eden İslam büyükleri de kurbanlığın Hz. İshâk ol­duğu yolunda kanaat beyan etmişlerdir. B.k.z; Taberî, Tarih, 1/402; Taberî, Tefsir, 23/71; Zemahşerl Keşşaf, 4/56-57; İbnü'l-Cevzî Tefsir, 7/72; îbnü'I-Esîi\ el-Kâmü, 1/108, 109, -110, ibn Kayyim el- Cevziyye, Zadü'1-Mead, 1/29; Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 26/153-154; Kurtubi, Tefsir, 15/100-101; İbn Kesîr, Tefsir, 4/43-44; İbn Kesir, el-Bidâye, 1/159 (ç)
[75] Tabressi, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kurbanlığın, Hz. İshâk olduğunu İddia edenler, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara dayanıyorlar. Onların bu konuda ittifak etmiş olmalarını öne sürerek, görüşlerini takviye cihetine gidiyorlar.
[76] Ibn Kesîr. cİ-Bk!âye ve'n-Nihâye. 1/158.
[77] îbn Kesîr: el-Bidâye, ve'n-Nihâye, 1/160.
[78] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Acluni, Keşlu'1-Hafa, 1/199 (ç).
[79] İbn Hişam, Siretü'n-Nebeviyye, 1/160 vd; îbn Kesîr, el-Bidaye ve;n-Nihaye, 1/160; Zemahşeri, el-Keşşât; 4/56, İbnül-Esîr, el-Kâmil, 1/108; Tabressi, Tefsir, 4/453, et-Tusi, Tefsir, 8/474; Aynca konuyla ilgili olarak İvad İbrâhîm tarafindan "MecelletiT 1-Ezher" adlı derginin üçüncü sayısının sh. 241 ve devamında bir maka­le yayın lanmışîır.(ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 377-382.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. İbrahim (a.s)'in Vefatı

Hz. İbrahim (a.s), Sahîh olan rivayete göre, 175 yaşınday­ken vefat etmiştir.

Hz. İbrahim (a.s)'ın hayatı, önemli büyük mücadelelerle, cihat, sabr ve imtihan ile geçmişti. İşte bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı peygamberlerin atası kılmıştır.

Ayrıca Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı dostluğa seçmiş
[80] ve onu dine karşı çok itaatkar olmada,[81] uysallıkta[82] ve ona çok­ça yönelip tövbe etmede[83] insanlar için örnekti. İşte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, övmüş ve onu insanlara örnek bir kimse kılmıştır. Şöyle ki:"Rabbi, İbrahim'i birtakım emirlerle imtihan etmiş, o da bu emirleri yerine getirmişti. Bunun üzerine Allah, ona: "Seni insanlara önder kılacağım " demişti. O da: "Soyumdan da (ge­lenleri önder kıl) deyince, "Zalimler, benim ahdime erişemez " buyurmuştu."[84]

Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın komşuluğuna göç edince oğul­ları Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s) onu, beni Hays kabilesi­nin yaşadığı Habrun kasabasında aynı kabileden Aftan b. Sahr adlı bir adamın tarlasındaki mağaraya, hanımı Sare'nin yanma demettiler. Habrun kasabası, bugün Kudüs tararında "Halil" şehri olarak bilinen bir yerdir. Bu Habrun kasabası, daha önce "Erba' kasabası" diye bilinirdi.

Hz. İsmâîl (a.s) ise 137 yaşındayken vefat etmiştir.
[85]

Beytullah'a yakın "Hicr" denilen yerde annesi Hacer'in yanına derhedilmiştir.[86] Allah'ın salât ve selamı onların hep­sinin üzerine olsun.

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
[87]



[80] Bununla ilgili olarak b.k.z: Îbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/123-124; Taberî, Tarihü'r-Rüsul ve'1-Müluk, 1/160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/174. Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s)'m 200 yaşında vefat ettiğine dair rivayetlerde vardır, Fakat yazarımız Sabunî, birinci görüşü tercih etmiştir, (ç).[81] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Nisa: 4/125, İsrâ: 17/73; Nahl: 16/121(ç).[82] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).[83] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).[84] Bakara: 2/124.[85] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/193; Talvn Tarihü'l-Rûsul ve'1-Müluk, 1/162; Mes'udi, Mumcu'z-Zeheb, 2/48 (ç).[86] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/193; Tarvn Tarihü'l-Rüsul vc'1-Miiluk, 1/162; İbnü'î-Esîr, el-Kâmil, 1/125; İbn Haldun, Taııl. 2/39; İbn Sa'd, Tabakât, 1/52 (ç).[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-383.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim


ÛLU'L-AZM OLAN PEYGAMBERLER

HZ
. MÛSÂ ALEYHİ'S-SELÂM


Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Soyu

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Doğumu

Firavunun Hükümdarlık Müddeti

Firavunun Rüyası


Hz. Mûsâ (a.s)ile Hz. Hârûn(a.s) Ne Zaman Doğdular?

Yüce Allah'ın,Hz. Mûsâ (a.s)'ı Koruması ve Firavunun Sarayında Yetiştirmesi

Hz. Mûsâ (a.s)'a Annesinin Dışındaki Süt Annelerinin Yasaklanışı

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Bir Kıptî'yi Öldürmesi ve Medyen Ülkesine Hicreti

Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Şuayb'ın Kızıyla Evlenmesi ve Hayvanlarını Otlatması

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Mısır'a Tekrar Dönmesi ve Cenab-ı Allah ile Tur Dağında Konuşması

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Mısır'a Gitmesi ve Firavunu Yüce Allah'a İman Etmeye Çağırması

Hz. Mûsâ (a.s)ile Sihirbazlar, Firavunun Huzurunda

Firavunun Sapıklıkta Sonuna Kadar Devam Etmesi

Firavun Hanedanının
, 'Dokuz Mucize' ile İmtihan Edilmesi

Firavun ile Askerlerinin Helak Olması

İsrailoğulları Tih Çölünde

İsrailoğulları Tarihinden Alınacak İbretler


Hz. Mûsâ (a.s)ile Hz. Hızır(a.s)'ın Kıssası

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Ölümü
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
HZ. MÛSÂ (A.S)

"(Ey Muhammed Sana indirdiğimiz) Kitap (Kur'an)'da (Firavun ile olan kıssasını, o müşriklere) anlat. Çünkü o, seç­kin kılınmış bir kimse ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir pey­gamberdir." (Meryem: 19/51)

Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Firavunla olan kıssası[1] Kur'ân-ı Kerîm'in bir çok surelerinde çeşitli şekil ve üsluplarla anlatılmış­tır.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın, İsrail oğullarıyla olan kıssası[2] ise, keza açık, detaylı ve net bir şekilde geniş olarak, özellikle de A'raf[3] ve Kasas[4] surelerinde; kendine özgü bir şekilde or­taya konulmuş ve açıklanmıştır.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavun ile olan kıssası
[5] ise; sadece hir şahsın, bir hükümdarla ve bir peygamberin büyük bir zorbayla arasında geçen tek bir kıssadan ibaret olmayıp her zaman ve her mekanda tekerrür edebilecek ve her vakit ile her zamanda ortaya çıkabilecek bir kıssadır. Bu kıssa; zor bir olayın gerçek­te şekillenişi, hak-batıl arasında mücadele edenlerin çatışması ve Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusu arasında alışılmış bir savaşın kıyasıya mücadelesidir. Allah'ın veli kulları ile Al­lah'ın düşmanları arasında geçmekte olan bu savaş, insan var­lığının ortaya çıkışından ve yine davetçilerin, ıslahatçıların, nebilerin ve resullerin hayat sahnesine çıkmasından itibaren kıyamete kadar devam edecektir.

Tağut, batıl davası ve şeytanın ordusundan oluşmuş ço­ğunlukta bulunan bir kesimin yanında durarak; imana, tevhide ve semavi risaletlere karşı meydan okumaktaydı. Hakk ise; hayırlı kimselerin özünden, nebiler, resuller, davetçiler ve ısla­hatçılardan oluşmuş azınlıkta bulunan bir kesimin yanında durmaktaydı. İman ile küfür ve Hak ile tağut arasındaki bu sa­vaş kızışıp şiddetlendi. Sonuçta ise çok yorucu ve zorlu bir mücadelenin sonunda iman, küfre karşı zaferi kazandı ve Hak böylece batıla karşı yücelmiş oldu. Çünkü yardım, iman ordu­sunun yanındaydı. Yüce Allah, bunu destekleyici mahiyette şöyle buyurmaktadır:


"Doğrusu Biz, (batıla karşı mücadele eden) peygamberle­rimize ve (onların destekçileri olan) müminlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri kıyamet gününde yardım ederiz"[6]

İşte iman ve hakkın; küfre ve tağuta karşı zafer kazanması, dünya hayatındaki Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde ise bir değişme olmaz. Kötülük, kocaman inatçı bir düşman sure­tinde bulunur. Barışı, selameti, insafı ve vicdanı yoktur. Hal­buki Hak ise Rabbani daveti yerine getirmeyi ister. Hayrı, hedef tutar. Sevgi, kardeşliğe ve insanlığa çağırır. Yeryüzünde 1 yaşayan halklar arasında adaleti ve barışı yerleştirmeyi çalışır!.

Kötülük; kızgınlığı açıkça belli olan, kirlenmiş, ama sesi kesilmiş ve köpek dişlerini sırıtarak gösteren bir varlığa bürünmüş olarak durmaktadır. Bu nedenle de Allah'ın peygamberleri ile veli kullarında bulunan Rabbani davetin üstün meziyetini, temizlik ve safiyetini yok etmek istemektedir.

Buna, Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı kıssalar da tehdit yollu açık seçik örnekler verilir. Çünkü peygamberler, azgın ve taşkın kimseler tarafından kötülüğe hedef tutulmuşlardır. Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır:


"Kafirler, (kendilerine gönderilmiş) peygamberlerine: 'Ya bizim (mensup olduğumuz şirk) dinine geri dönersiniz ya da sizi, memleketimizden çıkarırız' dediler. Bunun üzerine Rabbleri, peygamberlere: 'Biz, (size ve bana karşı yaptıkları haksızlıklardan dolayı) zalimleri mutlaka helak edeceğiz. On­lardan sonrada yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamım­dan ve tehdidimden korkanlar içindir' diye vahyetti. Peygam­berler de (Allah'tan) yardım istediler. Böylece (Allah'ın yar­dımıyla) her inatçı zorba hüsrana uğradı. " [7]

İşte bu düşünce, her zaman her vakitte bulunabilen tağutların düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli, hiçbir zaman delil ve ispat yoluyla anlaşılmaz. Akıl ve mantık ölçüsü yok­tur. Onun yolu ancak; "saldırma", "korkutma", "cezalandırma" ve "azablandırma" şeklindedir.

Nitekim Yüce Allah, bu yolu, Firavunun ağzından naklen şöyle buyurmaktadır:


"Onların oğullarını öldürüp kadınlarını da sağ bırakmak suretiyle elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz. "(A'râf 7/127)

İşte bu düşünce, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında yaşayan Fira­vunun düşünce şeklidir. Genel olarak ise, her zamanda ve her mekanda var olabilecek "Firavunluğun" düşünce şeklidir.

Peygamberlerin düşünce şekli ise; akıl ve hikmet doğrul­tusunda gelişen bir düşünce şeklidir. İşte bu düşünce şekli, kendisine çeşitli eziyetleri ve zulümleri tattırdıktan sonra kav­mine şu sözü söyleyen Hz. Mûsâ (a.s)'ın sözünde de şöyle or­taya çıkmaktadır:


"Mûsâ, (Firavunun sözlerinden ve tehdidinden dehşete ka­pılan) kavmine: 'Allah'tan yardım isteyin ve (başınıza gelebi­lecek olan şeylerde) sabredin. Yeryüzü şüphesiz ki (Firavun değil,) Allah'ındır. Allah, kullarından dilediğini yeryüzüne mirasçı kılar. Sonuç; (Firavun ve onun hanedanının değil,) muttakilerindir' dedi."[8]

Görüldüğü üzere, bu ayeti kerimede; bütün resullerin ve nebilerin davetlerinde yön ve hedefin bir tek olduğu güzel bir şekilde bize açıklanmış oluyor. Nitekim aynı şekilde burada sapıklık ehli ile batıl davetçilerin tek gaye ve tek hedefte ittifak etmeleri de ortaya çıkıyor. İşte bu durum, hak ile batıl ve hida­yet ile sapıklık arasındaki mücadelenin her vakit ve her zaman da tekerrür etmiş bir şeklidir. Bunun sonucu ise -daha öncede geçtiği üzere- inanç ashabının ve iman ehlinin zaferi kazanma­sı ve sapık ile zalimler topluluğunun ise hezimete uğratılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Yüce Allah, bu sonucu şöyle haber vermektedir:


"Biz, yeryüzünde muşta zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları (yeryüzünde) önderler kılmak, onları (mülk ve egemen­likte başkalarına) vâris yapmak, onlara yeryüzünde (egemen­lik vermek suretiyle) imkan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara Firavun, Haman ve ikisinin askerlerine de (israil oğullarının hakimiyeti altına girmekten) çekinmekte oldukları şeyleri gös­termek istiyorduk."[9]

İşte bu kıssa, Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavun ile olan kıssasın­dan bir ibret tablosudur. Bu kıssa, sadece Hz. Mûsâ (a.s) ilef snırlanmayıp bütün nebiler ve resullerin kıssaları içinde geçerlidir. [10]



[1] Hz. Mûsâ (a.s)'ın ismi Kur'ân-ı Kerîm'in 34 Sûresinde olmak üzere toplam 136 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardır: Bakara: 2/51, 53, 51, 55, 60, 61, 67, 87, 92, 108, 136, 246, 248; Âl-i İmrân: 3/84; Nisa: 4/153, 153, 164; Mâide: 5/20, 22, 24; En'âm: 6/84, 91, 154; A'râf: 7/103, 104, 115, 117, 122, 127, 128, 131, 134, 138, 142, 142, 143, 143, 144, 148, 150, 154, 155, 159, 160; Yûnus: 10/75, 77, 80, 81, 83, 84, 87, 88; Hûd: 11/17. 96, 110; İbrahim: 14/5, 6, 8; İsrâ: 17/2, 101, 101; Kehf: 18/60, 66; Meryem: 19/51; Tâhâ: 20/9, 11, 17, 19, 36, 40. 49, 57, 61, 65, 67, 70, 77. 83, 86, 88, 91; Enbiyâ: 21/48; Hacc: 22/44; Mü'minûn: 23/ 45, 49; Furkân: 25/35; Şuarâ: 26/10, 43, 45, 48, 52, 61, 63, 65; Nemi: 27/7, 9, 10; Kasas: 28/3, 7, 10, 15, 18, 19, 20, 29. 30, 31, 36, 37. 38, 43, 44. 48, 76; Ankebût: 29/39; Secde: 32/23; Ahzâb: 33/7. 69: Saffât: 37/114, 120; Gâfir: 40/23, 26, 27, 37, 53; Fussilet: 41/45; Şür: 42/13; Zuhruf: 43/46; Ahkâf: 46/12, 30; Zâriyat: 51/38; Necm: 53/36; Saff: 61/5; Naziât: 79/15; A'lâ: 87/19.
Hz. Mûsâ (a.s)'ın Kur'ân-ı 'Kerîm'de geçtiği kıssaları için b.k.z. Bakara: 2/40-100; Nisa: 4/153-155; Maide: 5/20-26; A'râf:7/103-17l; Yûnus: 10/75-93; Hûd: 11/96-102; İbrahim: 14/5-8; İsrâ: 17/101-104; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/10-68; Neml: 27/7-14; Kasas: 28/3-83: Ankebût: 29/39-40: Secde: 32/23-26; Saffât: 37/114-122: Gâfir: 40/23-46, 53-54; Zuhruf: 43/46-54; Zariyât; 51/38-40; Saff: 61/5: Nâziat: 79/15-25 (ç).

[2] Bakara: 2/40-100: Nisa: 4/153-155; Mâide: 5/20-26; A'râf: 7/128-171; İbrahim: 14/5-8: Meryem: 19/51-53; Tâhâ: 20/77-98; Şuarâ: 26/52-68; Nemi: 27/9-14; Sec­de: 32/23-26; Saffât: 37/i 14-115: Gâfir: 40/53-54: Saff: 61/5; Nâziât: 79/15-25 (ç).
[3] A'râf: 7/128-171 (ç).
[4] Kasas: 28/3-83 (ç).
[5] B.k.z: Yûnus: 10/75-93: Hûd: 11/96-102; isrâ: 17/101-104; Tâhâ:20/40-76; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/ 10-68; Kasas:28/36-42; Ankebût: 29/39-40; Gâfir: 40/23-46; Zuhruf: 43/46-54: Zariyât: 51/38-40 (ç).
[6] Mümin (Gâfir): 40/51 (Konuyla ilgili benzeri ayet için b.k.z: Tevbe: 9/40) (ç).
[7] İbrahim: 14/13-15.
[8] A'râf: 7/128.
[9] Kasas: 28/5-6..
[10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-388.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Soyu:

Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (as)'ın soyu şu şekildedir: Mûsâ b. İmrân b. Yashur b. Kâhis b. Lâvi b. Ya'k'ûb b. İshâk b. İbrahim.[11]

Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, Firavuna, kendi risaletini tebliğ etmek için göndermek istediğinde, Hz. Mûsâ (a.s)'a des­tekçi ve yardımcı olarak kardeşi Hz. Hârûn (a.s)'ı onunla bir­likte Peygamber olarak göndermiştir.[12]

İşte Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte Firavuna gönderilmesi görevi, Hz. Musa'nın: "Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap" (Tâhâ: 20/30) şeklinde yapmış ol­duğu duadan dolayı idi. [13]



[11] Hz. Mûsâ (a.s)'ın soyu için b.k.z: İbn Cerir etTaberî, Tarih, 1/198; İbnü'l- Esir, ci-Kâmii, 1/169; İbn Sa'd, Tabakât, 1/55; Mes'udî, Murûcu'zZeheb, 1/48; Hâkim, el-Müstedrek, 2/574; İbn Kuteybe, el-Maârif, sh.20 (ç)
[12] Bununla ilgili olarak b.k.z: Kasas: 28/33-35; Meryem: 19/53; Şuarâ: 26/12-14 (Ç).
[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 388-389.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. Mûsâ (a.s)'ın Doğumu

Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın en büyük düşmanlarından biri olan tuğyan ve zorbacılığıyla meşhur olan tağut Firavunun za­manında doğdu.

Firavun, Allah'ın mülkünde O'nunla çekişti. Azgınlığını ve isyanını ilan etti. Rablığnı ve Allah'ın dışında tek tapılacak ilahın kendisi olduğunu iddia etti. İşte bu tağutun ismi, Velid b. Mus'ab idi.
[14] Lakabı ise, Firavun idi. Firavun lakabı, Mısır ülkesinde zorbacılığıyla tanınmış her hükümdara verilen bir isimdi. Aynı şekilde Kisra lakabı da, eski Fars şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kullanılan bir lakaptı. Kayser la­kabı da, Rum şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kul­lanılan bir lakaptı.

Firavun Velid, -Hz. Yûsuf (a.s)'ın İslam'a davet ettiği-kardeşi Kâbûs'un ölümünden sonra onun yerine tahta geçmişti. Kâbus, Hz. Yûsuf (a.s)'ın davetinden kaçınıp iman etmemiş­ti.
[15] Kâbus, zorbacı ve bilgili bir kimseydi. Hz. Yûsuf (a.s), Kâbus zamanında, Rabbinin komşuluğuna göç etmişti. Kâ­bûs'un saltanatı ise uzun bir müddet sürdü. Kâbûs'un bu salta­natı zamanla daha da şiddetlendiyse de bir müddet sonra helak olup gitti.

Firavun Velid, kardeşinin yerine tahta geçince, İsrail oğul­larına karşı olan zalimliği daha da arttı ve onlara, çeşitli zulumleri ve işkenceleri tattırdı. Firavunun İsrail oğullarına karşı giriştiği zulmü neredeyse İsrail oğullarının soyunu bitirecekti. Bu zalim ve zorbacı Firavun, kardeşi Kâbus'dan daha da azgınlaşmış, daha da kafırleşmiş ve zorbalaşmıştı. Firavunun saltanatlık günleri gitgide daha da şiddetlendi. Hz. Yûsuf (a.s)'m ölümünden sonra İsrailoğulları ise, atalarının dini üzerindeydi-ler. Atalarının dini ise, Hz. İbrahim (a.s)'m kolaylık dini olan Haniflik dini idi.

İsrail oğulları, Hz. Yûsuf (a.s)'ın ölümünden sonra kendi­lerine daha önceden ve sonradan hiçbir kimsenin tattırmadığı zulmü ve işkenceyi bu zalim ve zorbacı Firavundan gördüler. Firavunlar içerisinde, bu zorbacı Firavundan daha zalimi ve daha azgını o zamana kadar daha hiç gelmemişti.

Nitekim Yüce Allah. Kasas Sûresinde, Firavunun bu zul­münü ve azgınlığını şöyle anlatmaktadır:


"(Ey Muhammedi) İman eden bir topluluk için Mûsâ ve Firavun'un kıssasını olduğu gibi sana anlatacağız. Firavun, yeryüzünde (egemen olduğu topraklar üzerinde) zorbalığa yö­neldi. Ve halkını da (istediği şekilde kendisine boyun eğip itaat edecekleri ve hiç kimsenin itaatsizlik edemeyeceği şekilde) fır­kalara ayırdı. İçlerinden bir fırkayı (Israiloğullarını) muşta'zaf bularak onların oğullarını boğazlıyor ve kızlarını da (hizmetçi olmak üzere) sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, (böyle yaptığından dolayı) fesatçılardandı. Bizde, yeryüzünde (bu) muşta'zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları yeıyüzünde ön­derler kılmak, onları (mülk ve egemenlikte başkalarına) varis yapmak, onlara yeryüzünde (egemenlik vermek suretiyle) im­kan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara, Firavun, Haman ve iki­sinin askerlerine de (İsrail oğullarının hakimiyeti altına gir­mekten) çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyordu."[16]


[14] B.k.z: İbn Cenr et-Taberî, Tarih, 1/199; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/170 (ç).
[15] Hz. Yûsuf"(a.s)'ın davetini kabul eden Firavun, Reyyân b. Velid idi. Hz. Yûsuf (a.s), Reyyân'm ölümünden sonra onun yerine geçen ve aynı soydan gelen Kâbûs'u da Allah'a iman etmeye davet etmiş ise de ona kabul ettiismemişti, (B.k.z: İbn Cerîret-Taberi, Tarih, 1/187; îbnü'I-Esîr, el-Kâmil; 1/147 (ç).
[16] Kasas: 28/3-6.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 389-390.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Firavunun Hükümdarlık Müddeti

Firavun, İsrailoğulları içerisinde 400 seneden fazla yaşa­mıştı. Firavun, onları kötü işkencelere maruz bırakıyor, onları zorla emri altına alarak en kötü ve değersiz işlerde hizmetçi olarak iş gördürüyordu. Ayrıca onları, daha iyi emri altına al­mak için çeşitli fırkalara da ayırmıştı.[17] Onlardan bir fırka bi­na inşa etmede, bir fırka ziraatla uğraşmakta, bir fırka insanın pislikleri temizleme yani bugünkü anlamda kanalizasyon işin­de çalışmakta ve çalışmaya ehil görülmeyenden de cizye alın­maktaydı.

Nitekim Yüce Allah, Kur'an'da bu konuyu şöyle anlat­maktadır:


"Size işkence eden, kadınlarınızı (hizmetçi olarak kullan­mak için) sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun hane­danından sizi kurtarmıştık..."[18]

Her türlü şeyden münezzeh Yüce Allah, Israiloğullarını, bu tağut ve zalimin şerrinden kurtarıp ve onun zulüm ile tuğ­yanından İsrailoğullarnıı çekip çıkararak feraha kavuşturmak için onlara Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak gönderdi.[19]

Hz. Musa (a. s)'ın İsrail oğullarına Peygamber olarak gön­derilişi, hiç kuşkusuz onlara bir rahmet ve onları, bu zalim zorbacı hükümdarın zulmünden kurtarmak içindi. [20]



[17] Geçmişte Firavun bu şekilde bir uygulama yapıyordu. Günümüzde bazı ülkeler, halkı müslüman olan ülkeleri sömürmek ve zayıflatmak için oradaki etnik grupları bahane ederek onların arasına sınırlar çizmekte. Böylece bu ülkeler güçsüz bırakılıp onları köle gibi kendi çıkarları doğrultusunda kulanmaktadırlar. İşte Firavunun düşüncesi de buydu. Fakat Firavun, İsrailoğulları hakkında bunları düşünürken Hz. Mûsâ (a.s)'ın kendisinin başına bela olacağını hiç düşünmemişti. Çünkü Allah'ın hilesi, Firavun ve onun gibilerinin hilesinden daha büyüktür, (ç).
[18] Bakara: 2/49 (Konuyla ilgili benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/14; İbrâhîm: 14/6.
[19] İsrail oğullarının bulunmuş olduğu durumdan kurtulması için Yüce Allah, onlara Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak göndermişti. Kur'ânı Kerîm ise bize, tüm pey­gamberlerin davetlerini ve yöntemlerini örnek almamız için onların hayatlarını anlatmaktadır. (ç).
[20] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 391-392.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Firavunun Rüyası
Firavun, bu işi de kontrol etmek için; onların arasından çe­şitli temsilciler de seçti. Fakat ebeler, Firavundan korktuklarından dolayı İsrail oğulları kadınlarından doğan her erkek ço­cuğu hemen doğar doğmaz öldürmek suretiyle Firavunun em­rini yerine getiriyorlardı. Kız çocuklarına gelince ise onları erkek çocuklarının aksine öldürmeyip hizmetçi olarak kullan­mak için ve onları zorla emirleri altına almak için sağ bırakı­yorlardı. İşte Yüce Allah'ın "Kadınlarınızı sağ bırakıp oğulla­rınızı boğazlayan " (Bakara:2/49) ayetinin anlamı bundan do­layı idi. O vakitte doğan İsrail oğullarının erkek çocukları, işte Firavunun emriyle böyle öldürülmekteydi. Böylece Firavun, o sırada doğan çocukları öldürttüğü gibi ondan sonra da öldürtme işine devam etti. Firavunun adamları, İsrail oğulları içeri­sinde hamile olan kadınlara eziyet etmeye başladılar. Öyle eziyet ediyorlardı ki, sonunda kadın, çocuğunu düşürüyordu. O sırada İsrailoğulları içerisinde bulunan yaşlılar ve ihtiyarlar; erkek çocuklarının öldürülmesi ve kadınların çeşitli işkencele­re tabi tutulmasından dolayı onlar arasında da ölümler hızlan­dı.

Bunun üzerine Mısır'daki Kıptî liderler, İsrailoğulları içe­risinde doğan erkek çocuklarının öldürülmesini ve ihtiyarla­rında ölüp gittiğini görünce telaşa kapılarak hemen Firavunun huzuruna çıkıp ona:

- "Sen, İsrail oğullarını küçük çocuklarını Öldürüyorsun. Üstelik ölüm, onların içerisinde bulunan ihtiyarlar ve yaşlılar arasında da meydana gelmeye başladı. Yakında bizim dışımız­da işleri yapacak hiçbir kimsenin kalmamasından ve bundan dolayı da bütün işlerin bizim üzerimize kalmasından korkuyo­ruz. Sen, onların erkek çocuklarını sağ bıraksan iyi olacak" dediler.

Bunun üzerine Firavun, adamlarına; İsrail oğullarının er­kek çocuklarının hepsinin helak olmaması için, doğan erkek çocuklarını, bir yıl öldürmelerini ve bir yılda sağ bırakmalarını emretti."
[21]



[21] Sa'bbi, KasasiTl-Enbiyâ, s, 167-168. (Ayrıca b.k.z: Îbnü'1-Esîr, ei-Kâmil, 1/170-171; İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/199-200) (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 392-394
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hârûn (a.s), Ne Zaman Doğdular?

İsrail oğullarının erkek çocuklarının öldürülmesiyle onlar üzerindeki işkencenin artmasından ötürü Firavun, Kıptî lider­lerin istekleri üzere, İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını bir yıl öldürmelerini ve bir yıl ise sağ bırakmalarını emretmiş­ti.

İşte Hz. Hârûn (a.s), erkek çocuklarının öldürülmeyip sağ bırakıldığı yıl içerisinde doğmuştu.
[22] Hz. Mûsâ (a.s)'da, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıl içerisinde doğmuştu.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğumuna gelince onun doğumu, daha önce geçtiği üzere, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıla rast­lamıştı. Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi doğum yapacağı zaman yak­laştığında, Firavunun yapmış olduğu zulmü gördüğünden do­layı kederi ve tasası daha da artmıştı. Bunun üzerine Yüce Al­lah, onun üzüntüsünü gidermek için ona, (ilham vasıtasıyla) korkamamasmı ve üzülmemesini vahyetti. Çünkü doğacak olan bu çocuğun durumu; büyük olacak, Allah onu Firavunun tuzağından koruyacak ve daha sonrada onu peygamberlerinden kılacaktı. Böylece Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesinin kalbine sükuneti attı ve ona oğlunun öldürülmesine dair bü­kerim gelmediği müddetçe oğlunu emzirmesini, korku geldi­ğinde ise oğlu için odun ve tahta parçalarından bir sandık yapmasını, daha sonrada oğlunu onun içine koymasını ve onu Nil Nehrine bırakmasını ve bundan dolayı da üzülmemesi ge­rektiğini ona (ilham yoluyla) vahyetti. Çünkü oğlu, Yüce Al­lah'ın koruması ve gözetimi altındaydı. Allah ise koruma ve yardım bakımından her şeye gücü yetendi...

Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesiyle ilgili olan bu durumu şöyle anlatmaktadır:


"Musa'nın annesine; 'onu emzir, onun için (onun öldü­rülmesinden) korktuğun zaman (odun ve tahta parçalarından yaptığın sandığın içerisine koymak suretiyle) onu (Mısır'daki Nil nehrinin) suya bırak! (Suda boğulmak, kaybolmak gibi ona bir zarar geleceğinden) korkma! Ve (ondan ayrılacağından dolayı da) üzülme! Şüphesiz Biz, onu, sana (uygun bir şekilde) döndürecek ve onu peygamberlerden kılacağız' diye (ilham ya da rüya şeklinde) vahyettik, " [23]



[22] Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'dan ne zamandan önce doğduğu hususunda tarihçiler arasında ihtilaf vardır. Burada geçtiği üzere Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan bir yıl önce doğmuştur. Diğer bir rivayete göre ise Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan üç sene önce doğmuştur. Yazarımız Sabûnî, burada ilk görüşü nak­lederken, Hz. Hârûn (a.s)'ın hayatını müstakil olarak anlatırken ise ikinci görüşü nakletmiştir. Ayrıca Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Musâ (a.s)'dan bir yaş büyük olduğuna dair b.k.z: İbn Cerir et-Taberî, Tarih. 1/200 (ç).
[23] Kasas: 28/7-8.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 394-395.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Yüce Allah'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'i Koruması ve Firavunun Sarayında Yetiştirmesi:

Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, oğlunu gizli olarak doğurmuştu.[24] Annesi, Yüce Allah'ın korumasına güvenmiş olduğundan dolayı oğlunu rahatlık içerisinde emzirmeye devam etti.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, Firavunun kan döken zebanilerinin, oğlunu bulup öldürecekleri hususunda korkuya düşünce, bir sandık yapıp onun içerisine biraz pamuk döşedi. Daha sonrada oğlunu, sandığın içerisine koyup sandığın ağzını kilitledi ve sandığı Nil Nehrine bıraktı. Kızma da sandığı uzaktan takip etmesini emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, bunların hepsini, her şeyden münezzeh Allah'ın (ilham veya rüya vasıtasıyla olan) vahyi ile yapmıştı.
[25] Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, her şeyden münezzeh Allah'ın bu çocuğu koruyacağını, onu tekrar kendisine döndüreceğini ve Firavunun gözü önünde olsa bile onu öldürmeye güç yetiremeyeceğine kesin olarak inanmıştı.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, sandığı Nil Nehrine bırakınca su, sandığı alıp götürür bir vaziyette iken dalga sandığı bir yukarı kaldırıyor, bir aşağı indiriyordu. En sonunda sandık, bu şekliyle Firavunun sarayına ulaştı. Firavunun cariyeleri bir ara Nil nehrinde yıkanır ve süslenir bir vaziyette iken Nil nehrinde kendilerine doğru akıp gelmekte olan -Hz. Mûsâ (a.s)'ın içinde bulunduğu- sandığı durdurup aldılar. Onlar, sandığın içerisinde bir mal olabileceğini zannetmişlerdi. Cariyeler, sandığı buldukları şekilde alarak efendileri olan Firavunun karısı Asi-ye'ye götürdüler. Sandığı açtıklarında, içerisinde bir çocuk buldular.

Yüce Allah, anında Hz. Mûsâ (a.s)'ın sevgisini, Asiye'nin kalbine atmıştı. Asiye'nin kocası olan Firavun, bu olayın üzerine çıka geldiğinde, onların yanında bir çocuk gördü ve onu, öldürmeyi isteyerek hemen cellatlarına onu öldürmelerini emretti.
[26] Bunun üzerine Asiye, Firavuna, çocuğu kendisi için sağ bırakmasını istedi. Çünkü Asiye'nin çocuğu olmuyordu.
Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Asiye'nin bu sözünü şöyle anlatmaktadır:

"(Bu çocuğu öldürme! Belki o,) hem benim için ve hem de senin için göz aydınlığı (huzur kaynağı) olur. Onu öldürmeyin. Belki size faydası dokunur veya onu oğul ediniriz."[27]

Günün birinde Asiye, Firavuna, Hz. Mûsâ (a.s)'ı uzatarak: "Hem benim ve hem de senin için "göz aydınlığı" olan bu çocuğu al" demişti. Firavun ise Asiye'ye: "Bu çocuk, senin için göz aydınlığıdır.[28]Benim ona ihtiyacım yoktur" diye karşılık verdi. Bazılarının naklettiğine göre: "Eğer Firavun, Hz. Mûsâ (a,s) için; "benim içinde göz aydınlığıdır" demiş olsaydı; belki Allah, onu, Hz. Mûsâ (a.s) ile iman etmeye ulaştırırdı. Tıpkı Asiye'nin böyle
söylemesinden dolayı hidayete ermesi gibi. Fakat Firavun ise Asiye'nin aksine, bu sözü söylemeyi terk ettiğinden dolayı mesut olamadı ve hidayete eremedi aksine o, azgın ve zalim bir kimse olarak hayatını sürdürdü.
[29]

[24] Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'in doğduğu yıl, İsrail oğullarından doğan çocukların öldürüldüğü yıldı. Bundan dolayı da annesi, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gizli olarak emziriyadu.(ç).
[25] Eş'ariler, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesine gelen bu vahye dayanarak onun, 'kadın bir Peygamber' olduğunu iddia etmişlerdir. Fakat Eş'ariierin bu görüşü gerçeğe uygun değildir. Bu konuyla ilgili geniş açıklamalar için b.k.z: Prof. Dr. Süleyman Toprak ve Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Kelam, s. 289-290 (ç).
[26] Firavunun, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gördüğünde onu öldürmeye kalkışrnasınmsebebi, Hz. Mûsâ (a.s)'ın İsrail oğullarına ait bir çocuk olması endişesinden dolayı idi. Çünkü kendisinin tahtmı gördüğü rüyada İsrail oğullarından doğıcak bir çocuk ele geçirecekti. Bununla ilgili olarak b.k.z: Said Havva, el-Esas-ı İî't-Tefsir, 10/481 (ç).
[27] Kasas: 28/9.
[28] Çünkü bu çocuk, Asiye'nin iman etmesine sebep olacaktı, (ç).
[29] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/202; İbnul-Esîr,el-Kâmil, 1/173 (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 395-397.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'a Annesinin Dışındaki Süt Annelerinin Yasaklanışı

Asiye'nin, Firavundan; Hz. Mûsâ (a.s)'ı bağışlamasını istediği ve Firavun'un da, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, hanımı Asiye'nin hatırı için bağışladığı andan itibaren Hz. Mûsâ (a.s), Asiye'nin yanı başında Firavunun sarayında hayatını sürdürdü. Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın sevgisini, Asiye'nin kalbine -daha öncede geçtiği üzere- yerleştirmişti. Aynı şekilde Hz.Mûsâ (a.s)'ı, (zamanla) Firavuna, hem sevdirmişti ve hem de merhamet göstermesini sağlatmıştı. Nitekim Yüce Allah'ın şu ayeti, bunu doğrulamaktadır:


"(Allah, Musa'nın annesine) 'Bana ve Musa'ya 'düşman olan' biri onu alsın.' (Ey Mûsâ! Firavunun ev halkı ile diğer insanlar tarafından sevilmen için ve) benim gözetimim altında yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim."[30]

Asiye, Hz. Mûsâ (a.s) için hem onu emzirecek ve hem de onu terbiye edecek bir süt annesi bulmak için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s), getirilen her süt annenin göğsünü emmekten kaçınıyordu. Hz. Mûsâ (a.s) bu durumda iken açlığı ve ağlaması daha da arttı. Firavunun karısı Asiye ise Hz. Mûsâ (a.s)'ın açlıktan dolayı helak olmasından korkuyordu. Bunun üzerine bizzat kendisi Hz. Mûsâ (a.s) için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s)'ın kız kardeşi, sonradan sonraya Hz. Mûsâ (a.s)'ı gözetleyip durumunu öğreniyordu. İşte Hz. Mûsâ (a.s)'ın kız kardeşi, bu durumunu görmüştü. Bunun üzerine hemen Asiye 'nin yanına gelip ona; çocuk için temiz ve güvenilir süt emziren bir kadını kendisine getirebileceğini arz edip bu süt emzireni bir
ücret karşılığında getireceğine taahhüt etti. Bunun üzerine Asiye, ona:

- "O süt emziren kadını bana getir! Eğer onun göğsünü emerse sana çeşitli ikramlarda bulunurum'

dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'ın kız kardeşi, Asiye'nin söylediklerini annesine haber verdi. Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, bu süt emzirme işini kabul edip hemen Asiye'nin yanına gitti. Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesinin kalbine sebat vermemiş olsaydı çocuğu gördüğünde az kalsın daha "bu benim çocuğum" diyecekti. Fakat Firavunun ailesi, süt annenin Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi olduğunun
farkına varmadı. Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, oğlunu alarak bir odanın içerisine girip göğsünü eliyle oğlunun ağzına verdi. Hz. Mûsâ (a.s)'da annesinin göğsünü istekle ve lezzetle kanıncaya kadar emmeye başladı. Hz. Mûsâ(a.s)'ın karnı iyice doymuştu. Bunun üzerine Asiye, çocuğun bu şekilde emmesine çok sevindi. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesine, bu çocuğu emzirmesi için sarayda kalmasını istedi, kaldığı takdirde kendisine çeşitli hediyeler vereceğine ve çeşitli ikramlarda bulunacağına dair vaatte bulundu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'in annesinin iffeti açığa çıkıp Asiye'ye:

- "Eğer kendin onu bana vermeyi uygun bulursan, onu evime götüreyim ve kendi çocuğuma baktığım ve koruduğum gibi onu şefkatle ve gözetimimle bakıp koruyacağıma dair sana söz verebilirim. Çünkü ben, evimi ve çocuklarımı bu çocuk yüzünden terk etmeye güç yetiremem" dedi.

Bunun üzerine Asiye, çocuğu görmek için ara sıra getirmesi şartıyla çocuğu, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesine vermeye razı oldu. Süt anne, bir müddet sonra tekrar kendisine getirecekti. Çünkü çocuğun sevgisi, Asiye'nin kalbine düşmüştü. Böylece Allah'ın (Tâhâ: 20/ 39)'da geçen) vaadi yerine gelmiş oldu.

Hz. Mûsâ (a.s), annesinin, kendisini emzirmesi için -Allah'ın izniyle-geri annesine dönmüştü. Annesi ise oğlunun, Firavun himayesi ve gözetimi altında bulunduğundan dolayı güven ve kalbi mutmainlik içerisindeydi. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu kıssayı şöyle anlatmaktadır:


"Musa'nın annesi, (oğlunun, Firavunun eline düştüğünü işittiğinde) yüreği bomboş olduğu halde sabah etti. Eğer müminlerden olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu (ona sabır vererek kalbine güç bağışlamamış olsaydık, ileri derecedeki keder ve üzüntüsünden dolayı oğlunun Firavunun yanına gittiğini) açığa vuracaktı. (Fakat onun kalbine sabrı ve metaneti yerleştirdiğimizden dolayı onu açığa vurmadı.) Mûsâ 'nın kız kardeşine, 'onu izle (ve durumunu takip et)' dedi O da, Musa'yı uzaktan gözetledi. Onlarda onun, (Mûsâ 'nın kız kardeşi olduğunun) farkında değillerdi. (Ama) önceden Biz, onun süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. (Bundan dolayı da getirilen hiçbir süt annenin memesini emmiyordu. Bunun üzerine çocuğun açlıktan helak olmasını engellemek için başka süt anneler araştırmaya başladılar. Mûsâ 'nın kız kardeşi onların Mûsâ için süt anne aradıklarını görünce:) "Size, sizin adınıza ona bakacak ve ona iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? Dedi. Böylece Mûsâ ile (birlikte kalmak suretiyle) gözü aydın olsun (ondan ayrılık dolayısıyla da) tasalanmasın ve Allah'ın (kendisine yapmış olduğu yavrusunu geri çevireceğine dair) vadinin mutlak gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama onların çoğu (Allah'ın vadinin hak olduğunu) bilmezler (de bundan dolayı şüpheye düşerler) "[31]


[30] Tahâ: 20/39.
[31] Kasas: 28/10-13.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 397-400.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Bir Kıptî'yi Öldürmesi ve Medyen [32] Ülkesine Hicreti

Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun sarayında gençlik çağına girmişti. Bu sırada Firavunun sarayında hükümdarların çocuklarının yaşadığı gibi izzetli ve şerefli bir şekilde hayatını sürdürüyordu. Firavunun bineklerine biniyor, onun giydiği elbiselerin benzerini giyiyordu. Artık insanlar, Hz. Mûsâ (a.s)'ı "Mûsâ b. Firavun" yani Firavunun oğlu Mûsâ diye çağırıyorlardı. İnsanlar, ona, Firavunun (üvey) oğlu olmasından dolayı saygıda ve hürmette bulunuyorlardı. Hz. Mûsâ (a.s)'da çok kısa bir zamanda gelişip gençlik çağına ulaşmıştı.

Günlerden bir gün şehre girdi. Bir ara şehrin yollarında ve sokaklarında gezip dolaşıyordu. -Vakit, öğle vaktiydi. Dükkanlar kapalı olduğundan dolayı insanlar, evlerinde idiler- Hz. Mûsâ (a.s) yolda yürürken İsrail oğullarından bir adam ile Firavun hanedanından olan Kıptî bir adam, birbiriyle kavga edip birbirlerine vuruyor ve birbirlerine giriyorlardı. Kıptî adam, İsrail oğullarına mensup adamın hakkını yemişti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s) yolda giderken, İsrail oğullarına mensup adam, bu Kıptî'nin haksızlığından kurtarması için Hz. Mûsâ (a.s)'dan yardım isteyince, Hz. Mûsâ (a.s), asıl itibariyle kendi kavminden olan bu adamı Kıptî'nin haksızlığından kurtarmak ve eziyeti ondan uzaklaştırmak istedi. Bunun için de Kıptî adama doğru yönelip onun çenesine bir yumruk vurdu.

Bu durum, Hz. Mûsâ (a.s)'ın aleyhine olmuştu. Çünkü Kıptî adam, ölü olarak yere yıkılıp hareketsiz kalmıştı. Halbuki Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'yi öldürmek istememişti. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s) İsrail oğullarına mensup adama haksızlığından dolayı Kıptî'yi sadece ondan uzaklaştırmayı istemişti. Fakat sonuçta ölüm ile karşılaşmıştı.

Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'nin ölmesine üzülüp yaptığına pişman olmuştu. Bunun üzerine Allah'a yönelerek O'ndan bağışlanmayı ve yine O'ndan mağfireti ve rahmeti istemişti. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Kıptî adamı öldürdüğünü; Yüce Allah'tan ve İsrail oğullarından başka gören hiçbir kimse olmamıştı. Hz. Mûsâ (a.s) Kıptî'yi öldürünce, yaptığı işin sonucunu beklemek için korkar bir vaziyette şehirde sabahladı. Bu olayı işiten Kıptîlerin ileri gelenleri, bu olayı açığa çıkarması için Firavunun yanma gidip ona:

- "İsrail oğulları, bizden bir adamı öldürdüler. Bizim hakkımızı onlardan al ve onlara bu konudabkolaylık gösterme! Yoksa onlar, bize karşı böyle yapmaya devam ederler" dediler. Firavun ise onlara:
- "Katili ve onun, sizden olan adamı öldürdüğüne dair bir de şahit getirin!" dedi.
Bunun üzerine Kiptiler, katili ve bu konuyla ilgili haberleri araştırmak üzere şehirde gezip dolaşıyorlardı. O sırada Hz. Mûsâ (a.s)'da yolda giderken bir gün önce, Kıptîlere mensup adama karşı kendisine yardım ettiği İsrail oğullarına mensup adamı görmüştü. İsrail oğullarına mensup bu adam, düşmanı Kıptîlere mensup bir adama karşı yine yardım istiyordu.

Hz. Mûsâ (a.s)'da, İsrail oğullarına mensup bu adamın yanına kızgın bir şekilde varıp Kıptî'yi yakalayıp İsrailliye yardım etmek istiyordu. Fakat İsrailli adam, Hz. Mûsâ (a.s)'ın yüzünde kızgınlık izleri gördüğünden ve onun:
"Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın." (Kasas: 28/18) sözünü duyduğundan ötürü Hz. Mûsâ'nın, kendisini yakalamak için geldiğini sanarak ona: "Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mî canıma kıymak istiyorsun?" (Kasas 28/ 19) dedi.

Kıptî adam, onun bu sözünü işitip oradan hemen ayrılıp kendi taraftarlarına gidip onlara; dünkü Kıptî'yi öldürenin, Mûsâ olduğunu söyledi. Katili aramakta olan Kiptiler, hemen Firavuna giderek ona durumu anlattılar. Bunun üzerine Firavun, askerlerine; Mûsâ'nın, Kıptîlere mensup bir adamı öldürdüğünden dolayı onu aramalarını ve yakalayıp getirmelerini emretti. Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ(a.s)'ı şehrin yollarında ve sokaklarında aramak üzere şehre gittiler.

Firavun hanedanından mümin olduğunu gizleyen bir adam, -rivayetlere göre bu adamın ismi, Hazkıl idi- hemen Hz. Mûsâ (a.s)'a gelerek Firavunun, kendisi hakkında vermiş olduğu emri haber verip ona, Mısır ülkesinden çekip gitmesini söyledi. Çünkü Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ (a.s)'ı nerede bulurlarsa onu yakalayıp Firavuna götürecekler ve o da Kıptî adama karşı Piz. Mûsâ (a.s)'ı öldürmek isteyecekti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), hem Firavunun zulmünden kurtulmak ve hem de Allah tarafından peygamberliğe hazırlanmak için jvledyen ülkesine doğru yöneldi. Rabbine; kendisini dosdoğru bir yola iletmesi, Firavunun zulmünden kurtarması (ve düşmanlarda hiçbir kimsenin göremeyeceği şekilde kendisini insanların gözlerinden saklaması) için dua etti. Hz. Mûsâ (a.s)'in Medyen'e doğru yol aldığını haber alan Firavun, hemen onun peşi sıra casuslar gönderdi. Casuslar da Hz. Mûsâ(a.s)'ı aramak üzere yollara döküldüler. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'ı düşmanlarından hiçbir kimse göremedi.
[33]

Nitekim Yüce Allah, bu olayı Kasas Sûresinde şöyle anlatmaktadır:
"Mûsâ, halkının (Firavun hanedanının veya kendi ailesinin) haberinin olmadığı bir sırada (öğle vaktinde) şehre girdi ve orada birbirleriyle dövüşen iki adam gördü. Birisi, kendi adamlarından (israil oğullarından kendi dinine mensup bir adam), diğeri de düşmanlarındandı (Kıptilerdendi). Kendi tarafından olan adam, düşmanına karşı Mûsâ 'dan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ, ona bir yumruk vurdu ve onun ölümüne sebep oldu. Mûsâ, 'Bu (Öldürme işi,) şeytanın işindendir. Çünkü şeytan (düşmanlığı) besbelli saptırıcı bir düşmandır.' (Mûsâ:) 'Ey Rabbim! Doğrusu (yaptığım bu işle) kendime zulmettim. (Bu yaptığımdan dolayı) beni bağışla' dedi. Bunun üzerine Allah onun (bu yaptığını) bağışladı. Şüphesiz ki Allah (hataları bağışlamak suretiyle) Gafur ve (utanç verecek şeyleri gidermede de) Rahîm olandır. Mûsâ: 'Rabbim Bana verdiğin (makam, izzet) nimet hakkı için artık suçlulara asla yardımcı (ve destek) olmayacağım' dedi'.

Şehirde (Kıptî'yi öldürdükten sonra yaptığı için sonucunu beklemek için) korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. (Ertesi gün yolda giderken) birde baktı ki, dün kendisinden (o öldürdüğü Kıpti'ye karşı) yardım isteyen kimse (yine bir Kıptî tarafından haksızlığa uğradığından dolayı) bağırarak Mûsâ'dan yine yardım istiyordu.. Mûsâ, ona (İsrail oğullarına mensup kişiye): 'Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın. Mûsâ (yine İsrail oğullarına mensup adama yardım etmek için) ikisinin de (hem Mûsâ 'nın ve hem de İsrail oğullarına mensup adamın da) düşmanı olan (Kıptî'yi) yakalamak isteyince; (Musa'nın kendisine doğru kızgın bir şekilde geldiğini gören İsrail oğullarına mensup adam, Musa'nın kendisini yakalamak istediğini zannederek:) 'Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mi canıma kıymak istiyorsun? Sen ancak (beni de öldürmek suretiyle) yeryüzünde (bu ülkede) bir zorba olmayı mı istiyorsun? Sen, (öfkeni yenerek ve öldürülmeyi hak edeni de öldürerek ) ıslah edicilerden olmayı istemiyorsun?' dedi.
Şehrin Öte başından (hızlıca) koşarak (Firavun hanedanından mümin olduğunu gizleyen) bir adam gelip Musa'ya: 'Ey Mûsâ! İleri gelenler (Kıptî'yi öldürdüğünden dolayı ona karşılık olarak) seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen (bu ülkeden) çık (başka bir yere) git! Doğrusu ben sana (samimiyetle) öğüt verenlerdenim. Bunun üzerine Mûsâ, korku içerisinde etrafını gözetleyerek oradan (Mısır'dan) çıktı ve: "Rabbim! Beni, (arkamdan gelebilecek) zalimler topluluğundan kurtar' dedi.
[34]
(Medyen tarafına yöneldiğinde Mûsâ:) "Umarım ki Rabbim., beni, (buraya gitmekle) doğru yola iletir" dedi."[35]



[32] Medyen: Kulzum denizinin üst tarafında Tefcük şehrinin hizasında Tebük'e altı merhale kadar uzaklıkta, Tebük'ten büyük birbirine komşu iki şehirdir. Hz. Mûsâ (a.s)'ın davarları suladığı kuyu üzerine bir bina yapılmış olarak halen durmaktadır. Medyen'e, Hz. İbrahim (a.s)'ın oğlu Medyen'den dolayı "fvfedyen" ismi verilmiştir. (Ya'kud, Mu'cemu'l-Buldan, 1/299. 5/77) (ç).
[33] Aynı durum. Mekke'den Medine'ye hicret ederken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in de başına gelmişti, (ç).
[34] Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) de Mekke'den Medine'ye hicret ederken şöyle diyordu: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere (Medine'ye) hoşnutluk ve esenlikle dahil et. Çıkaracağın yerden de (Mekke'den de) hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." (İsrâ: 17/80) (ç).
[35] Kasas: 28/15-21.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 400-404.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Şuayb'ın Kızıyla Evlenmesi ve Hayvanlarını Otlatması

Hz. Mûsâ Kelimullah, kurtuluşu isteyen mazlum bir adamın misali gibi, Mısır ülkesinden çıkıp Medyen ülkesine doğru ayaküstü yürüyerek gitti. Fakat Firavun hanedanından birinin kendisine yetişir korkusuna kapılmıştı. Üstelik Medyen'e giderken yanına yiyecek bile almamıştı. Bundan dolayı da ağaç yaprağı yiyerek karnını doyuruyordu. Medyen ülkesine varıncaya kadar sekiz gece boyunca, yolculuğuna devam etti. Nihayet açlıktan ve yorgunluktan takati keşi İmiş bir vaziyette iken bir ağacın altına oturdu. Abdullah ibn Abbas bu konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Hz. Mûsâ (a.s), Mısır'dan çıkıp Medyen'e gitti. Mısır ile Medyen arasında sekiz gecelik bir yürüyüş v ardır. Hz. Mûsâ (a.s), bu yolculuğu sırasında taze ot ve ağaç yaprağından başka yiyecek olarak bir şey yememişti. Yalınayak yürüdüğünden dolayı ayaklarının altı parçalanmıştı. Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın yarattığı temiz ve iyi kullarından birisi olduğu halde bir ağacın gölgesinde oturmuştu. Çünkü açlıktan karnı sırtına yapışmıştı. Bundan dolayı da yediği taze otlar (veya baklalar) daha hala karnında duruyordu. O, yarım bir hurmaya bile muhtaçtı."[36]

Hz. Mûsâ (a.s), dinlenmek için oturduğu bir sırada çobanların suladığı büyük bir kuyudan koyunlarını sulamak isteyen iki kızın, çobanların az ilerisinde, koyunlarını otlattıklarını gördü. Fakat onlar, kendi koyunlarını diğer koyunlara karıştırmamak için[37] koyunlarını diğer koyunlardan ayrı bir yerde bekletiyorlardı. Bundan dolayı Hz. Mûsâ (a.s), onların bu durumuna çok üzülüp onların yanına gitti ve erkeklere karşı boyle yapmalarının sebebini sordu. Onlarda, kendilerinin, bu koyunları gütmek zorunda olduklarını, çünkü babalarının ihtiyar ve yaşlı olduğunu, babalarının yanında bu koyunların güdülmesi ve sulanması görevini üzerine aldıklarım söylediler. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), onların koyunlarını suladı. Daha sonrada bir ağacın gölge yerine oturarak Rabbine dua etti.

Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s) ile Şuayb'ın kızları arasında geçen kıssayı şöyle anlatmaktadır:
"Mûsâ, Medyen (e yakın) bir su (kuyusuna) varınca, kuyunun kenarında davarlarını sulayan bir insan topluluğu gördü. Onlardan ötede de davarlarını (diğer çobanların koyunlarıyla karıştırmamaktan) alıkoyan iki kadın buldu. (Onların yanma giderek:) 'Bu yaptığınız da nedir?' (Niye bu çobanlan geçip sizde koyunlarınızı sulamıyorsunuz?)' dedi. Onlar da: 'Çobanlar (kuyunun başından) ayrılana kadar biz, (koyunlarımızı) sulamayız. (Ancak onlar işlerini bitirdikten sonra koyunlarımızı sularız.) Babamız da çok yaşlıdır. (Onun yaşlılığı sebebiyle buna gücü yetmiyor. Üstelik babamızın yanında bu koyunları güdecek erkek çocukları da yoktur. Bundan dolayı da koyunları gütme ve sulama görevini üzerimizi aldık)' dediler.

Bunun üzerine Mûsâ, (iyilik yapmak ve darda kalana yardımcı olmak maksadıyla) onların yerine davarlarını suladı. Sonrada (bir ağacın) gölgesine çekildi ve: 'Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra
[38] muhtacım' dedi."[39]

İbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der:
"Çobanlar, davarlarını sulama işini bitirdikten sonra kuyunun ağzına büyük bir kaya parçasını koyuyorlardı. Daha sonra da bu iki kız, koyunlarını sulamak için onlardan sonra kuyunun ağzına gelerek çobanların davarlarından artta kalan suyla içendi koyunlarını sulardı. Fakat o gün ise Hz. Mûsâ (a.s), kuyunun başına gelerek kuyunun ağzındaki o büyük kaya parçasnı tek başına kaldırdı ve kızlar için kuyudan su çıkardı ve onların koyunlarını bu su ile suladı. Daha sonrada o kaya parçasını tekrar eski yerine koydu. O güne kadar kuyunun ağzında bulunan o kaya parçasını ancak on kişi bir araya gelerek yerinden kaldırabilirmiş. Hz. Mûsâ (a.s) ise, kaya parçasını tek başına kaldırmış[40] ve daha sonrada tekrar eski yerine tek başına koymuştu. Bunun üzerine kızlar, Hz. Mûsâ (a.s)'ın yukarıda geçen duasını işitmişler ve hemen babalarının yanına dönüp Hz. Mûsâ (a.s)'ın kendilerine yapmış olduğu iyiliği ve (ne kadar) güçlü olduğunu anlattılar. Babalarından da, onun bu güzel davranışlarından dolayı ona ikramdan bulunmasını ve koyunlarını güttüğünden dolayı ona bir ücret vermesini istediler. Babaları da, kendisinin çağırdığını söylemeleri için kızlarından birini ona gönderdi. Kızda yüzünü örtüp utana utana bir şekil de yürüyerek Hz. Mûsâ (a.s)'a gelip ona:
- "Bize yaptığın sulama hizmetinin karşılığı olarak ücretini ödemek için babam seni çağırıyor" dedi.
Hz. Mûsâ (a.s)'ın herhangi bir şüpheye kapılmaması için Şuayb'ın kızı, Hz. Mûsâ (a.s)'a bu şekilde açıkça söyledi. Bu da; kızın ne kadar iffetli, hayalı ve kendisini koruduğunu göstermektedir. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Şuayb'ın yanına gelip ona, başından geçen olayı anlattı. Şuayb ise ona:

"Korkma! Artık zalimler topluluğundan kurtuldun" dedi. (Kasas: 28/25) Daha sonrada koyunlarını gütmek şartıyla kızlaından birisiyle onu evlendirdi.. Bu yaşlı adamın kim olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu konuda çeşitli görüşler vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Bazıları; onun, Hz. Şuayb (a.s) olduğunu söylemiştir. Alimlerin çoğuna göre, meşhur olan görüşte budur. Hasan el -Basri, bu görüşü; Malik b. Enes'ten naklen açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: Hz. Şuayb (a.s), kavminin Allah tarafından helak oluşundan sonra uzun bir müddet yaşamıştı. Nihayet Hz. Mûsâ (a.s) onunla buluşmuş ve onun kızıyla evlenmiştir.
2. Bazıları; onun, Hz Şuayb (a.s)'ın kardeşinin oğlu olduğunu söylemiştir.
3. Bazıları da; onun, Hz. Şuayb (a.s)'ın amcasının oğlu olduğunu ve Yüce Allah'ın Medyen halkına gönderdiği Peygamber Şuayb'ın olmadığını söylemiştir. Tercih edilen görüş, birinci görüştür. Bu da, tefsircilerden çoğunun kabul ettiği görüştür."[41]

Hz. Mûsâ (a.s), Hz. Şuayb'ın kızıyla evlendikten sonra şart koşulan müddeti tamamlayıncaya kadar onun koyunları otlattı. Rivayete göre bu müddet, on yıldı.[42] Rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.)', Musa'nın (Şuayb'ın koyunlarını sekiz mi? Yoksaon yıl mı otlattığı ile) iki süreden hangisini tamamladığı soruldu. O da:
- "İki süreden en tamam ve en mükemmel olanını tamamlamıştır" buyurdu.[43]
Hz. Mûsâ (a.s)'ın koyunları otlatmış olduğu bu müddet, Hz. Şuayb (a.s)'ın kızıyla evlendiğine karşılık ona verdiği mehir idi.
Hz. Mûsâ (a.s) koyun otlattığına göre; insanlardan hiçbir kimseye de bu gibi işlerle uğraşmasında bir ayıplık söz konusu değildir. Çünkü yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'de koyun otlatmıştı. Sahih bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle söylediği nakledilmiştir:

"Hiçbir Peygamber yoktur ki, koyun otlatmamış olsun" buyurdu. Sahabeler:
- 'Ey Allah'ın resulü! Sende mi koyun otlattın?' diye sordular. O da
:
- 'Ben Kureyş'in koyunlarını "Karârît"[44] denilen yerde otlatırdım* buyurdu."[45]

Nebiler ve resuller açısından koyunları otlatmak da bir çok hikmetler vardır: Onlar bu sayede sükunetliğe ve tevazuya alışırlar. Ayrıca bu durum, onlar için, ümmetini idare etmek ve yönetmek için bir alıştırma mahiyetindedir. Tıpkı çobanların koyunların istediği gibi kumanda ettiği gibi onlarda, ümmetlerini, öyle yönetirler ve önderlik ederler. Çünkü onlar, ümmetin durumunu düzeltip yönettiklerinden ve önder olduklarından ümmetin sorumluluklarını üzerlerine almışlardır. İşte peygamberler, koyun gütmelerinden dolayı ümmetlerin önderliğine böyle gelmişlerdir. Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. [46]

[36] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr ei-Taberî, Tarih, 1/205; Îbnü'l-Esîr, cl-Kâmil, 1/1 76; İbn Asâkir, Tarih, 6/322 (ç).
[37] Bu olay, kızların ne kadar iffetli ve edepli olduğunu gösterir, (ç).
[38] Yani nimete, yardıma vb bir şeye ihtiyacım var demektir (ç).
[39] Kasas: 28/23-24.
[40] On kişinin kaldırabildiği bu koskoca kaya parçasının, karnı sırtına geçmiş bir vaziyette olan Hz. Mûsâ (a.s) tarafından kaldırılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s), bunu. Allah'ın izniyle yapmıştı, (ç).
[41] İbn Kesir, el-Bidâye ve;n-Nihâye, 1/243-244 (ç).
[42] Alimler arasında bu müddet* hususunda ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, Kasas: 28/27'deki ayetin delaleti zannılığınden ve bazı değişik hadislerden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'a ayette; ilk önce sekiz yıl şartı koşuluyor. Fakat bunu on yıla tamamladığında bunun bir lütuf olacağı belirtilmektedir.Bundan dolayı da Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu iki rakamdan hangisini tamamladığı ayette belirtilmediğinden ve değişik hadislerden ötürü bu konu alimler arasında ihtilaflıdır. Yazarımız Sabûnî'de, bu müddetin on sene olduğu görüşünü benimsemiştir, (ç).
[43] Bu hadisi, el-Bezzar ve İbn Ebî Hatim çeşitli senetlerle rivayet etmiştir. Ayrıca buna benzeyen bir hadisi, Buhâri ve İbn Mace de rivayet etmiştir. Bu hadislerin hepsi için İbn FCesîr'in tarihine bakılabilir, (ç).
[44] Kararît" lafzı hakkında iki görüş vardır. Birincisi: Bir para birimi olarak "Kı-rât'ın" çoğulu olmasıdır. Buna göre Karârît. Kırât'ın çoğuludur. Bazılarına göre, dirhemin altıda biridir. Bazılara göre ise, dinarın onda birisinin yarısıdır. Ki bu, dinarın yirmide birisi eder. Diğer bazıları da dinarın (1/24) yirmi dörtte biri olarak hesap etmiştir. İkincisi ise:Karârit, Mekke yakınında bulunan bir yerin adı olmasıdır. İbrâhîm el-Harbi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in burada koyun güttüğünü bildirmiştir.
Buna göre hadiste geçen Karârît kelimesi; para birimi olarak alındığında Hz. "peyganmber (s.a.v.)'in para karşılığında Kureyş'in koyunlarını otlattığı Mekke'nin dışında bulunan bir yer olduğu anlaşılır. Tarihi olaylara ikinci görüş daha uygun düşmektedir, (ç).
[45] Buhârî, İcâre 3.
[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 405-410.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Mısır'a Tekrar Dönmesi ve Cenab-ı Allah ile Tur Dağında Konuşması

Hz. Mûsâ (a.s), Medyen ülkesinde on sene kaldıktan sonra kalbine vatanının özlemi düştü. Bunun üzerine vatanı olan Mısır ülkesine hanımı ve çocuklarıyla dönmeye karar verip yola koyuldu.

Bir ara Hz. Mûsâ (a.s), soğuk karanlık bir gecede yolunu şaşırdı. Yanlışlıkla Tur dağının sağ tarafına kadar gelmişti. Fakat önüne çıkan dağ geçidinden hangisine gideceğine dair bir işaret bulamadı. Hava şartlarının çok kötü olmasından dolayı ateş yakıp çevresini ve ailesini ısıtmak için çakmağını çıkarıp çaktı. Ama çakmak ateş çıkarmadı. Üstelik çakmağı tutuşturacak bir şeyde bulamadı. Gecenin bütün karanlığı ve soğukluğu şiddetlenmişti.

Aynı zamanda Hz. Mûsâ (a.s)'ın hanımı da hamile idi. Bu sırada hanımının doğumu da yaklaşmıştı. Bunun üzerine hanımını bir yere oturttu. Bir yandan kötü hava şartları ve bir yandan da hanımının hamile olması Hz. Mûsâ (a.s)'ı şaşkınlığa uğramıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bu durumunu gidermek için bir ayağa kalkıyor, bir oturuyordu. Belki bir şey görürüm veya bir şey işitirim diye utku gözetlemeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s) bir ara böyle bir durumda iken Tur dağının yan tarafında bir ışık gördü. Onu da, bir ateş zannetti.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Hani Mûsâ (Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüştü de ailesine durun! Ben bir ateş gördüm. Size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum' demişti." (Tâhâ: 20/10)

Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağının yakın bir yerine ulaştığında gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzanmış büyük bir ateş demeti gördü. Hz. Mûsâ (a.s), gördüğü şeyden dolayı şaşırmıştı. Fakat Hz. Mûsâ (a.s) ateşe yaklaştıkça -ateş ağaca indiğinden dolayı- ağaç geri geri çekilmeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s), ağacın geri geri çekildiğini görünce korkup geri dönmeye karar verdi. Bu sırada Cenab-ı Allah'ın hitabını işitti. Allah ona ayakkabısını çıkartmasını ve daha sonrada şu kutsal olan Tuva vadisine girip Tur dağına yaklaşıncaya kadar gitmesini emretti. Çünkü Cenab-ı Allah, bir yandan onunla konuşuyor. Daha sonrada onu Peygamber olarak seçiyor ve peygamberliğini tebliğ etmesi için Firavuna gönderiyor.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu durumunu Tâhâ Sûresinde topluca şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammed) Mûsâ 'nın haberi sana geldi mi? Hani Mûsâ (Medyen'den vatanı olan Mısır'a dönerken kötü hava şartlarının yüzünden yolunu şaşırmış ve bu sırada Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüştü de ailesine (beraberinde bulunan hanımına ve çocuklarına olduğunuz yerde) durun (ve ayrılmayın.) Ben (uzakta) bir ateş gördüm-. Size ondan bir kor (bir değneğin ucunda veya fitil haline getirilmiş otları tutuşturarak oradan bir ateş) getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren (yanlışlıkla girdiğimiz bu yolu bilen veya bana yolu gösterecek kimseleri) bulurum' demişti. Ateşin yanına gelince [47]: 'Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, (sana hitap eden ve seninle konuşan) senin Rabbinim. (Ayaklarındaki) ayakkabılarını çıkart. Çünkü sen, kutsal (tertemiz veya mübarek kılınmış) Tuva vadisindesin ve Ben, seni (peygamberliğe) seçtim. Şimdi (sana) vahyolunanlan dinle [48] "Şüphesiz ki Ben Allah'ım! Benden başka hiçbir "ilah" yoktur.
- Öyleyse (beni dinle, bana itaat et ve bana hiçbir kimseyi ortak koşmaksızın yalnızca) bana ibadet et.
-Beni (her an ve her zaman) hatırlamak için namaz kıl.
[49]
-Kıyamet mutlak olarak gerçekleşecektir.
-(Fakat Ben onun) vaktini (insanlardan) gizli tutarım.
-Her canlı (dünyada iken) işlediğinin karşılığını görsün diye (kıyameti mutlaka gerçekleştireceğim)
- O'na (kıyametin kopacağına) inanmayan, kıyametin kopacağını tasdik etmeyen ve (Benim emirlerime muhalefet konusunda) arzularının peşinden giden kimse, seni bundan (kıyametin inanmaktan, tasdik etmekten ve kıyamet için hazırlanmak maksadıyla amel etmekten) alıkoymasın. Yoksa helak olursun."
[50] İşte Hz. Mûsâ (a.s) böylece Peygamber seçildi ve "Tur-u Sina" diye isimlendirilen Tur dağının yanında Rabbiyle böyle konuştu. Bu konuşma sırasında Allah, ona Firavuna ve onun hanedanınakarşı peygamberliğinin doğruluğunu gösteren mucize vermişti. Bu mucize ise "asa" ile "el" mucizesi idi. Ayrıca Allah, ona, kendisine davet etmesi için Firavuna gitmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Rabbinden; risâleti tebliğ ederken kendisine yardımcı olması için kardeşi Harun'u da kendisiyle birlikte Peygamber olarak göndermesini istedi. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu isteğini şöyle anlatmaktadır:

"Mûsâ: 'Rabbin! Doğrusu ben, onlardan (Firavun hanedanından) bir kişi öldürdüm. (Oraya gittiğimde bundan dolayı beni buldukları takdirde) beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili, benimkinden daha düzgündür. Onu, benimle birlikte yardımcı olarak (Peygamber) gönder ki, (Hâtûn, gerek duyulacak yerlerde) beni tasdik etsin. Çünkü (Firavun ve onun hanedanına
tek başına gittiğim takdirde) beni yalanlayacaklarından korkarım" dedi. Bunun üzerine Allah: 'Senin (bu) gücünü, kardeşin (Hârûn) ile pekiştireceğiz. İkinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyeceklerdir. (Onlar, sizin tebliğiniz karşısında size zarar verme imkanını bulamayacaklardır)' buyurdu. "
[51] Bazı tefsirciler [52] bu konuda şöyle demektedirler: Hz. Mûsâ (a.s), bu ateşe yaklaştığında ateşin gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzandığım ve bu ateşin dumansız ve büyük bir ateş olduğunu ve ateşi yeşil bir ağacın içinde alevlenmekte olduğu halde ağacın yeşilliğini artırmaktan başka bir şey yapmadığını gördü. Hz. Mûsâ (a.s), bu duruma çok şaşırmıştı. Üstelik Hz. Mûsâ (a.s), ateşe yaklaştığında -ateş ağaca indiğinden dolayı- ağacın kendisinden uzaklaştığını görünce korkusu daha da arttı ve geri dönmeye karar verdi. Bu defa da ateşin alevi kendisine doğru yaklaşıyordu. Bunu gören Hz. Mûsâ (a.s), ne yapacağını şaşırmıştı ki tam bu sırada Rabbi ona Kutsal Tuva vadisinde seslendi. Yüce Allah, ona ilk önce, bastığın yerin kutsal bir yer olmasından dolayı tazim ve saygı göstererek ayakkabıları çıkartmasını emretti. Ayrıca ona sağ elinde bulunan asayı yere atmasını emretti. Bunun üzerine o da onu yere attı. Elinde olanı yere attığında asa, koşan bir yılan oluvermişti. Daha sonrada Allah ona, elini koltuğunun altına yani koynuna koymasını ve sonrada geri çıkarmasmı emretti. Hz. Mûsâ (a.s) elini koynundan çıkardığında elinin bembeyaz olduğunu ve güneş gibi pırıl pınl parlamakta olduğunu gördü. [53]


[47] Kasası 28/30'da bu nidanın, ağaç cihetinden geldiği bildirilmektedir, (ç).
[48] Merhum Said Havva, bu ifadeden şu sonuçlan çıkarmaktadır: "İlk önce Yüce Allah Hz. Mûsâ (a.s)'a takınacağı tavırda mütevazi olmasını öğretti. Çünkü, ayakkabılarını çıkartması emrini verdi. Sonrada edebini takınmasını istedi. Buda şunu göstermektedir; edebin Öğretilmesi ve öğrenilmesi, terbiyede sağlıklı bir başlangıçtır. Nice eğitici var ki. edebi öğretmekle işe başlamadığından, hiçbir şey elde edememiş ve onun öğrettikleri kendi aleyhine sonuç vermiştir. Bu bakımdan, her bir resulün, kavminden takva ve İtaat olmak üzere iki şey istendiğini görmekteyiz, ilmi elde etmek hakkını vermeleri gerekir."(Said Havva, el-Esâsi fi't-Tefsir, 9/34} (ç).
[49] Bu Tevhidden sonra namazdan daha büyük fariza olmadığının bîr delilidir, (ç).
[50] Tâhâ: 20/9-16 (Benzeri ayetler için b.k.z: Kasas: 28/29-32, Nemi: 27/7-12; Naziâl: 79/15-16) (ç).
[51] Kasas: 28/33-35 (Benzeri ayetler için b.k.z: Tâhâ: 20/25-39) (ç).
[52] B.k.z: Taberî, Tarih. 1/206-207; İbnü'1-Esîr. el-Kâmil, 1/178-179 (ç)
[53] Konuyla ilgili ayetler için b.k.z: Nemi: 27/12, Kasas: 28/32 (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 410-414.
Resim
Cevapla

“►Peygamberler Tarihi◄” sayfasına dön