PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Peygamberlerimiz hakkında detaylı bilgiler.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

AYETLER IŞIĞINDA PEYGAMBERLER TARİHÎ

Yazarın Önsözü
Çevirenin Önsözü


Resim

Yazarın Önsözü

Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salât ve selâm; Peygamberlerin imamı, yaratılmışların en seçkini ve Yüce Allah'ın alemlere rahmet olarak gönderdiği efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) 'e, aile bireylerine, gecenin karanlığını aydınlatan yıldızlar ve ilim ile irfan güneşleri olan sahabelerine ve din günü olan Kıyamete kadar samimiyetle onların yoluna uyanlara olsun.

İşte elinizdeki bu kitap, Mekke-i Mükerreme'deki Ümmü'l-Kura Üniversitesi Şeriat Fakültesi "Tarih Bölümünde İslami Araştırmalar yapmakta olan öğrencilere
"Peygamber­ler Tarihi" hakkında anlattığım konferansların bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir çalışmadır.

Bu kitapta, öz ve kısa ifadeler ile rivayetleri esas aldım. Zayıf, değersiz ve uydurma rivayetleri bırakıp tarihçiler ve tef-sircilerce güvenilir rivayetleri aldım. Bu rivayetleri alırken ilk önce; kaynakların en güvenilir olanı, Allah'ın kelamı Kur'an'a başvurdum. Çünkü Yüce Allah, kendi kitabıyla ilgili olarak, öyle buyurmaktadır:


"Ne Önünden ve ne de ardından hiçbir batıl Kur'an'a yaklaşamaz." (Fussilet: 41/42)

Delilleri çokça getirmeye çalıştım... Daha sonra da gönderilmiş Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'den gelen sağlam rivayetleri aldım...

Güvenilir Tefsircilerin görüşlerine yer verdim... Daha sonra ise, tarih kitaplarına başvurdum. Çünkü bunlardan; Kur'an ve Sünnette bildirilene uygun düşen ile akla ters düşmeyen rivayetleri seçtim ve akıl ile din söylevinden uzak olan Israiliyatlara da yer vermedim.

Müslüman çocukların; insanları eğitmek için, ümmetler ile milletleri cehalet ve sapıklık karanlıklarından hidayet ve iman ışığına götürmek için, hiç şüphesiz Peygamberlerin hayatını, davetini ve siretini tanımaya ihtiyaçları vardır.

İşte yararlı olan şeyleri genel hale getirmede ve ilmi yaymada Peygamberlerin hayatlarına dair bu rivayetlerden doğru olanlarını bir araya getirmeyi uygun buldum. Çünkü Allah, Peygamberleri, sadece her mümin için değil, dosdoğru yol ci­lan İslam'a tutunmakla yüce ve şerefli bir hayata yönelmek isteyen her fert için bir örnek kılmıştır...

Yüce Allah'tan, bu kitabı; Müslüman kardeşlerimize faydalı kılmasını ve onları, kendisine karşı samimi kılmasını diliyorum..Çünkü Yüce Allah, duaları işiten ve kabul edendir.

Duamızın sonu; Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur, sözüdür...


Muhammed Alî Sâbûnî
Mekke-i Mükerreme Ümmü'l Kura Üniversitesi Öğretim Üyesi Receb H. 1390.[1]


Resim

Çevirenin Önsözü

Büyük alim Muhammed Ali Sâbûnî 'nin "en-Nübüvvet ve'l Enbiyâ" adlı kitabı, 'Peygamberlik ve Peygamberler Ta­rihi' üzerine yazılmış ender kitaplardan birisidir. Kitabın isminden de anlaşıldığı üzere kitap, iki ana bölümden oluş­maktadır.

Birinci Bölüm: Peygamberlik ile ilgili bölümler... Bu bö­lüm, on konu halinde işlenmiştir. Özellikle de Peygamberlerin masumiyeti konusu, ilmi bir çerçevede ele alınmıştır. Yazar, ehli kitabın bazı Peygamberler hakkında ileri sürdükleri suç­lamalara güzel cevaplar vermiştir.

İkinci Bölüm: Peygamberlerin hayatı... İlk önce "Ulu'l-Azm" Peygamberlerin hayatı, daha sonrada diğer Peygamber­lerin hayatı işlenmiştir.

Yazar, Peygamberlerin hayatını; önce Kur'an ayetlerin­den, daha sonra sahîh hadislerden, burada da bulamadığım sahîh tarihi rivayetlerden alıntılar yaparak anlatmıştır.

Yazarın İslam dünyasındaki kariyeri, bellidir. Bir çok de­ğerli eserleri vardır. Eserlerinin bir çoğu, Türkçe'ye çevrilmiştir. Eserlerini, ilmi bir çerçevede hazırlamıştır.

Yazar, her hangi bir Peygamberin hayatını; genellikle, Kur'an'ın değişik yerlerinde o Peygamberle ilgili kıssaları be­lirli bir sıraya koyarak anlatmıştır.

Kitap, Üniversite'de okuyan öğrencilere yapılan konuşma­lardan derlendiği için, gerek Kur'an ve Sünnet'ten naklettiği bilgiler ve gerekse de naklettiği tarihi rivayetlerin kaynakları­nı, çoğunlukla, belirtme ihtiyacı duymamıştır. Bu tür kaynaklar, genellikle, tarafımdan bulunup gösterilmiştir.

Yazar tarafından belirtilmeyen ayet numaraları ve hadisle­rin kaynakları gösterilmiş, okuyucuya daha yararlı olabilmek için ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir... Tarafımdan yapılan ek­lemeler için (ç) simgesi kullanılmıştır.

Kitap, anlaşılır bir dil ile Türkçe'ye çevrilmiştir. Özet çe­virilerden ve atlamalardan kaçınılmıştır. Kitabın çevirisinde; Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin değerli hoca­larından Prof. Dr. Ahmet Önkal, Prof. Dr. Süleyman Toprak ile Doç. Dr. İ. Hakkı Sezer'in büyük katkıları olmuştur. Ter­cüme edilen nüshaların incelenmesi ve değerlendirilmesi hususunda büyük katkısı olan Osman Gencay'a ve her zaman manevi destek olan eşim Hanife'ye, ayrıca değerli arkadaşla­rım Feridun Karasoy ile Mehmet Sever'e de teşekkürü bir borç bilirim.

Başarı, elbette Allah'tandır...


Hanifî Akın. [2]


[1] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 9-10.
[2] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 11-12.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

4. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :

Bu salâvât-ı şerîfeyi uykuya yatacağı zaman okuyan kimseye
"cümle peygamberlerin ona şefâatçı olacağına dair" hadis-i şerîfe vardır.
Ve önemli bir salâvât olup
3 defa okunması tavsiye edilmiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Resim Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ Resim ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Resim Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.

MÂNÂSI: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et! Ve Âdem (aleyhisselâm)’a ve Nûh (aleyhisselâm)’a ve İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Musa (aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de! ALLAHU Tealânın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”


Resim

BİRİNCİ BÖLÜM

Giriş

Peygamberliğin Rabbani Bir Hediye Oluşu

Mekkeli Müşriklerin
, Hz.Muhammed(sav)'in Peygamberliğine İtirazları

Peygamberlik İle Meliklık Arasındaki Fark

Nebi Ve Resul Ne Demektir
?

Peygamberlerin, İnsanların Seçkinleri Oluşu

Peygamberler Arasında Üstünlük

Hz. Muhammed
(sav)' ın, Nebilerin Ve Resullerin Efendisi Oluşu

Peygamberler Arasında Üstünlük Caiz Midir
?

Peygamberlerin Gönderiliş Sebebi

Peygamberlerin İnsanoğluna Gönderiliş Nedeni
?

Müşriklerin, Hz.Muhammed (sav)'in Peygamber Olarak Gönderilişine İtirazları

Peygamberlerin Önemli Oluşu

Peygamberlerin Görevleri


Resim

BİRİNCİ BÖLÜM

Giriş

"Peygamberlik ve Peygamberler Tarihi" adlı kitabımı­zın konularına başlamadan önce; Peygamberliğin; anlamını, özelliklerini, niteliklerini, Peygamberlerin vasıflarını, getirdik­leri davetin özelliklerini, Peygamberlerin içerisinde doğup büyüdükleri toplumların yapısını, gönderildikleri ümmetlerin durumunu, insanlar üzerinde oluşturdukları etkileri, ümmet­lerin anlayışlarında ve doğuştan sahip oldukları inançlarını değiştirme de peygamberin bıraktığı büyük rolün bizim için açıklanması gerekmektedir.

Peygamberler gönderildikleri toplumları; şirk ve küfrün karanlıklarından İslam Dininin nurlu aydınlığına, sapıklıktan hidayete götürmüşlerdir... Peygamberlerin daveti; şirk ve putçuluğun pençelerinden milletleri kurtarmaktır. Çözülme, fesad, anarşi ve bozulmanın getirdiği çöküntüleri ve çirkefleri temizlemek ve düzeltmek olmuştur... Nitekim Kur'an-ı Kerim, bu durumu şöyle anlatmaktadır:


"İnsanlar tek bir ümmet idi. Binaenaleyh Allah, Peygam­berleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o Peygamberlerle beraber gerçekleri içinde taşıyan bir kitap indirdi. Oysa kendilerine kitab verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o (kitap hakk)ında anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah (böylece), İman edenleri kendi izniyle, hakkında ihtilafa düştükleri gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini dosdoğru yola iletir.[1]


Bu ayeti kerime;"İnsanların, önceden hidayet ve Hakk din üzere olduklarına, fakat insanların birbirleriyle ihtilaflara düştüklerine, birbirleriyle çekişip durduklarına ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarına; sağlam ve güçlü olan Allah'ın yolundan saptıklarına, bunun üzerine Yüce Allah'ın bu toplu­luklara Peygamberler, uyarıcılar ve müjdeciler gönderdiğine" işaret etmektedir.

Abdullah ibn Abbas (r.anhüma)'nın da bu konuyla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Adem ile Nuh ara­sında on asır vardı. Bu ikisi arasında yaşayan Adem oğulları hak üzereydiler.Ne zamanki ihtilaflara düşünce, Allah, onlara; Nuh'u ve ondan sonra gelecek olan Peygamberleri gönder­miştir ."[2]

Şanı Yüce Allah sözlerin en doğrusunu söylediği halde insanlara, Peygamberler göndermesinin sebebini şöyle açıklamaktadır:

"(Bunları,) müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki, Peygamberler geldikten sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın."[3]

Nitekim Yüce Allah, bütün Peygamberleri; gönderildikleri toplulukları, cehalet ve sapıklık karanlıklarından kurtarması için, göndermiştir. Yüce Allah, bu durumu ise şöyle anlatmaktadır:

"Biz Mûsâ 'yi, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah'ın günlerini[4] anlat' diye mucizelerle (İsrail oğul­larına Peygamber olarak) gönderdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çokça şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır.[5]


[1] Bakara: 2/213.
[2] Hakim. Müstedrek, 2/ 546-547 (ç).
[3] Nisa: 4/165.
[4] Geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylar kastedlmektedir. (ç)
[5] İbrahim: 14/5.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 15-16.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberliğin Rabbani Bir Hediye Oluşu

Peygamberlik, ilahi bir fazilet ve insanlığa verilmiş Rab­bani bir hediyedir. Yüce Allah, peygamberliği, kullarından dilediğine ve yarattıklarından istediğine verir...

Peygamberlik; gayret etmekle, çalışmakla, her türlü güç­lüklere ve zorluklara katlanmakla ulaşılmaz... İtaatin ve ibadetin çokluğuyla da elde edilemez. Ancak Yüce Allah'ın özel ilahi seçmesiyle olur.Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır:


"Deki: 'Fazilet[6], doğrusu Allah'ın elindedir. Onu dilediği­ne verir. Allah, rahmeti bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir. Allah, rahmetini dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibi­dir."[7]

Buna göre Peygamberlik, "seçilene" ve "tercih edilene" göredir. Yüce Allah, peygamberliği, kullarından taşıyabilecek kimselere verir. Çünkü Peygamberlik, ağır bir yük ve büyük bir tekliftir. Ona ancak insanlardan Ulu'l-azm (azim sahibi büyük kimseler)in gücü yeter.

Nitekim Yüce Allah, bununla ilgili olarak nebilerin ve re­sullerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v) 'e hitaben şöyle buyurmaktadır:


"Doğrusu biz,sana, taşıması ağır bir söz indireceğiz"[8]

Peygamberlik; veraset, galebe ve üstün gelme yoluyla da elde edilemez. Ancak "seçme" yoluyla elde edilir. Bu da, Şanı Yüce Allah'ın, yarattıklarının en faziletlisi ve kullarının en seçkin olanlarından risalet yükünü taşıyabilecek kimseleri seçmesiyle gerçekleşir. Çünkü Allah, bu yüce iş için, onları, insanlar arasından seçer. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır:

"Allah, Meleklerden de ve insanlardan da "Peygamber­ler" seçer. Doğrusu Allah, işitendir ve görendir."[9]

Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmak­tadır "Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrâhîm ailesini ve İmrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. "[10]

Yine Yüce Allah, bazı Peygamberlerin hayatını anlatma hususunda şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Peygamberler, katımızdaki seçkinlerden ve ha­yırlılardandır."[11]



[6] Burada 'fazilet' kelimesinden kasıt, Peygamberliktir. B.k.z: Fahreddîn el Râzî, Tefsin Kebîr, 6/403 Ank.1987 (ç).
[7] Ali İmrân: 3/73-74.
[8] Müzemmil: 73/5.
[9] Hacc: 22/75.
[10] Âl-i İmrân: 3/33.
[11] Sâd: 38/47.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 17-18.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Mekkeli Müşriklerin, Hz.Muhammed(s.a.s)'in Peygamberliğine İtirazları:

Mekkeli müşrikler, Peygamberliğin; güç, kuvvet ile zen­ginlik alametlerinden ve kendi yanlarında büyük bir yeri ve değeri bulunan hükümranlık ile meliklik görüntülerinden hiç­birisine sahip olmayan bir fakire ve yetime inmesini garipsediklerinden dolayı, Abdullah'ın oğlu Hz. Muhammed'in -Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun- peygamberliğine itiraz etmişlerdir. Zira böyle bir şey,onların hoşlarına gitme­mişti. Çünkü onlar, peygamberliğin; böyle yetim ve fakir bir kimseye değil de, Kureyş'in ileri gelenleri ile büyüklerinden veya Kureyş'in eşrafı ile liderlerinden ya da şerefli ve büyük bir yere sahip zengin kimselerden birisine gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Fakat ardından onların bu isteklerini azarlayan ilahi cevap gelmiş ve Şam Yüce Allah -bu ilahi cevapta- onla­rın şüphelerini anlatmış ve onların bu isteklerine, keskin ve anlaşılır bir yöntemle şöyle cevap vermiştir:

"(Mekkeli müşrikler: 'Muhammed'e inen) bu Kur'an, iki şehirden[12] büyük bir adama[13] indirilmeli değil miydi ?' Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini), onlar mı paylaştırıyor­lar? Halbuki dünya hayatında onların geçimliklerini, aralarında, Biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık Rabb 'inin rahmeti, onların toplaya geldiklerinden daha hayırlıdır.[14]

Görüldüğü üzere ayeti kerime; Mekkeli müşriklerin "Pey­gamberlik, ancak Mekke'nin(veya Taifin) zenginlerinden veya büyük kimselerden birisine inmeli, Ebu Talib'in yetimi gibi fakir ve yetim birisine inmemeliydi" şeklindeki iddiaları­nı, onların zayıflıklarına ve ahlaksızlıklarını dile getirerek Yüce Allah'ın onların bu isteklerine karşı, Peygamberliğin (rahmetin) ancak kendisinin yarattıklarından ve kulları arasın­dan dilediğini seçmesiyle ve tercih etmesiyle olabileceğini anlatmaktadır.

Yine Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyur­maktadır:


"Allah, Peygamberlik işini nereye vereceğini çok iyi bi­lendir."[15]

Peygamberlik; mal, mevki ve meliklikten konum itibariyle daha yücedir. Buna göre Allah'ın, Yüce hikmeti gereği, mal ve rızıktan her insana rızkını ve her yarattığına bundan hissesini belirlemiş olmaktadır. Üstelik mal, peygamberliğe nispetle daha küçük bir iştir. Dolayısıyla maldan daha yüce ve daha bü­yük bir konuma sahip olan Peygamberlik, insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Halbuki Yüce Allah, rızkı dağıtma işini bile yeryüzünde bulunan insanlara bırakmayıp aksine herkese düşen hisseyi, kendisi paylaştırmış, belirlemiş ve ayırmıştır. Buna göre rızkı dağıtma işini bile insanlara ver­meyen Yüce Allah, Peygamberlik gibi Önemli bir meseleyi insanların arzularına ve isteklerine nasıl bırakılabilir? Şanı yü­ce Allah'ın şu ayetinde de belirtildiği üzere, Peygamberlik meselesi (nin kime verileceği konusu) gizli ve çok önemli bir konudur:

"Yoksa Rabb'inin rahmetini (peygamberliğini) onlar mı paylaştırıyorlar? Halbuki dünya hayatında onların geçimlikle­rini Biz paylaştırdık"[16]

Buna göre insanlara verilen rızık, Peygamberliktir. [17]



[12] Mekkeli müşrikler, Kur'an'ın, Hz. Muhammed (s.a.v)'e inmesine itiraz ederek onun, iki şehirden büyük bir adama indirilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı. Onların "'İki Şehir" diye kastettikleri, Mekke ve Taiftir.
[13] Büyük Bir Adam" İle kastettikleri de; Mekke'den, Muğire b. Şube ve (tercih edilen görüşe göre de) Taif ten, Urve b. Mes'ud es-Sakafî'dir. Fakat Taifli bu şahıs daha sonra Müslüman olmuş ve Allah yolunda da şehit dmuştur. Onların "büyük" ile kastettikleri ise, mal ve mevki sahibi birisidir. Fakat asıl "büyük" olan Allah katında "büyük" olduğunu bilmiyorlardı. (Said ei-Havva, el-Esas-i fî't-Tefsir, 13/201)(ç)
[14] Zuhruf: 43/31-32
[15] En'âm: 6/124
[16] Zuhruf: 43/32.
[17] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 18-20.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlik İle Meliklık Arasındaki Fark

Peygamberlik, şanı yüce Allah'ın; yarattıklarından ve kul­larından dilediğine verdiği bir lütfü ve hediyesidir. Bundan dolayıdır ki, Peygamberlik, özü itibariyle meliklikten ve sul­tanlıktan farklıdır. Bu farklılıkların en önemli noktaları da şunlardır:

1. Peygamberlik, veraset yolu ile olmaz. Dolayısıyla pey­gamberin çocuğu, babasından mirasla Peygamber olamaz. Aksine Peygamberlik, özel ilahi bir üstünlük ve Rabbani bir seçilmeyle olur. Yüce Allah bu hususu şöyle anlatmaktadır:

"Biz onları (İsrail oğullarını) alemler üzerinde seçkin kıldık[18]

Yine Yüce Allah, konuyla ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır:

"Doğrusu Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini, bütün alemlerin üzerine üstün kılmıştır. "[19]

2. Peygamberlik, sultanlığın ve melikliğin aksine hiçbir zaman kesinlikle kafir bir kimseye verilmez. Peygamberlik sadece mümin kimselere verilir. Fakat sultanlık ile meliklik ise, mümin kimselerin dışındaki herkese verilebilir. Yüce Al­lah, Sultanlığın ve melikliğin,[20] mümin kimselerin dışındakilere de verildiğine dair, Firavundan naklen şöyle bu­yurmaktadır:

"Firavun, kavmi arasında seslendi ve: 'Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan şu ırmaklar, benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?' dedi "[21]

Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s) zamanında "İlah-lık" iddiasında bulunan Nemrut'tan naklen de şöyle buyurmaktadır:

"Allah, kendisine mülk (hakimiyet ya da hükümranlık) verdiği için İbrahim'le Rabbi hakkında çekişeni görmedin mi? Hani İbrâhîm: 'Benim Rabbim; hem diriltir ve hem de Öldü­rür' deyince, O: 'Bende diriltir ve öldürürüm' demişti. İbrâhîm: 'Allah, güneşi doğudan getiriyor. Haydi sende onu batıdan getir' deyince ise, o kafir şaşırıp kalmıştı. Allah, za­limler topluluğuna hidayet etmez. "[22]

3. Peygamberlik, erkeklere özel bir durumdur.[23] Kadınlar için ise kesinlikle böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bir teklif olmasından dolayıdır. Buna göre tabiatı gereği zayıf olan ka­dın, ağır ve zor olan Peygamberlik görevini yüklenemez. Çünkü Peygamberlik görevini yüklenen kimsenin, cihad etme­ye ve sabretmeye ihtiyacı vardır. Bundan dolayıdır ki, bütün Peygamberler, iman etmiş topluluklarıyla birlikte zor ve güç mihnetler içerisinde kalmışlar ve Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda şiddetli belalara, musibetlere ve sıkıntılara maruz kalmışlardır. Nitekim Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmak­tadır:

"(Ey Muhammed) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sa­hibi)[24] olanların sabrettiği gibi sende sabret!"[25]

Peygamberliğin, erkeklere özgü bir görev olduğuna dair delil,Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Biz, senden önce, kendilerine ancak vahyeder olduğumuz erkekleri (Peygamber olarak) gönderdik."[26]

El Lukkani"Cevhere" konu ile ilgili olarak şöyle der:

"Hiçbir zarnan kadın, 'Peygamber' olmadığı gibi; çirkin davranışları olan bir erkekte, 'Peygamber' olamaz."

4. Peygamberliğin alanı geniş, gayesi yüce ve hedefi, he­deflerin en üstünüdür. Zira davet, Peygamberliğin temelidir...

Peygamberler, Allah'a ve Ahiret gününe iman etmeye ve Ahireti, insanlardan bir çoğunun arzu ettiği geçici dünya haya­tına tercih etmeye davet etmektedirler. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey de­ğildir."[27]

Meliklik ise bu Peygamberlik davasıyla çelişmektedir. Çünkü meliklik; Peygamberlerin -Allah'ın salât ve selâmı on­ların üzerine olsun- dünyevi şeylere Önem vermemeye (Zühde) çağırdığı, dünyevi büyüklenmelerin görüntülerinden ortaya çıkmıştır... Eğer Peygamberler; melikler, krallar, emirler ve sultanlar olsa, sonrada insanları, dünyadaki şeylere önem ver­memeye çağırsalardı, insanlara yaptıkları davetlerinin, insanlar üzerinde hiçbir tesiri olmazdı. Çünkü kendileri melikler gibi saraylarda konfor ve lüks içinde yaşarlarken, insanlardan, dünya hayatına önem vermemelerini isterlerdi. Bundan dolayıdır ki insanları bir şeylere çağıran davetçi bir kimse, yaşantısıyla insanlara örnek olmadıkça, insanlara dair yaptıkla­rı konuşmalarında da bir etkileme ve tesir gücü olmaz...

Bunun anlamı; bir insanda, hem peygamberliğin ve hem de melikliğin bir arada bulunması imkansız demek değildir. Çünkü Hz. Süleyman (a.s) 'ın şahsında da meydana geldiği gibi, bir kimsede, Peygamberlik ve meliklik, bir arada buluna­bilir. Fakat böyle bir şey, hem az ve hem de pek nadir olan bir şeydir, Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Süleyman (a.s) 'ın, hem Peygamber ve hem de melik oluşunu şöyle anlatmaktadır;


"(Süleyman:) Rabbim! Beni bağışla ve benden sonra hiç­bir kimsenin sahip olamayacağı bir mülk (meliklik) bağışla! Doğrusu bolca bağışlayan Sensin Sen" dedi. Bunun üzerine Bizde, rüzgarı (onun) emrine verdik. Emri ile (rüzgarla) iste­diği yere kolayca giderdi. Bina yapan ve dalgıçlık yapan şeytanlar ile demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları, (onun emrine verdik). Bu, bizim hesapsızca (dilediğimiz kimselere verdiğimiz bir) bağışımızdır (ona dedik ki: ) 'Artık ister ver, ister tut!"[28]



[18] Duhân:44/32.
[19] ÂI-i İmrân: 3/33.
[20] a- Meliklik: Dünyevi devlet başkanlarına verilen bir isimdir. Bu çeşit yönetim biçimine, ilk müslümanlar, "Kisralar Düzeni" ve "Kayserler Düzeni" terimlerini kullanırlardı. Bu biçim siyasal düzenler, "kuvvet" temeli üzerinde yükseltmekteydi. Bu düzenlerin politikaları da; üstünlük kurmak, baskı altında tutmak ve Tahakküm altında bulundurmak vb. ilkelere dayanmaktaydı. Böyle bir devleti yöneten kimse­ler, ülkeyi, kişisel arzu ve heveslerine göre yönetir ve iradesinin üstünde herhangi bir kanun ya da otorite kabul etmez ve tanımazdı. Ayrıca bu konuyla ilgili şu ayet­lere de bakabilirsiniz: Bakara: 2/247. Mâide: 5/20, Kehf: 18/79, Nemi: 27/34, Sâd: 38/35
b- Sultanlık: Devlet başkanlığının veraset yoluyla babadan oğula geçmesi şeklinde­ki bir yönetim biçimidir. İbn Hazm, hilafetin verasete dayanamayacağını söyler ve İslam'ın, soya dayanan "Saltanatı" tanımadığını belirtir. (İbn Hazm, eî-Fisâl, 4/166).
c- Peygamberlik: Allah'ın seçmesiyle olmaktadır. Bunda kulun bir yetkisi yoktur. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s) ve onun oğulları ile torunlarına bakıldığında sanki Pey­gamberliğin veraset yoluyla geçtiği zannedilmektedir. Halbuki yüce Allah -Ankebut: 29/27 de de geçtiği üzere- Hz. İbrahim (a.s) 'in soyuna "Peygamberlik" ve "kitap" verdiğini söylemektedir. Görüldüğü üzere bu ikisi, Allah tarafından Hz. İbrahim (a.s) 'ın soyuna verilmiştir. Yoksa Hz. İbrâhîm (a.s) 'ın dilemesiyle değil. Çünkü Allah peygamberliği nereye vereceğini en iyi bilendir, (ç).
[21]Zuhruf: 43/51.
[22] Bakara: 2/258.
[23] Bazıları bu konuda; "Biz Musa'nın annesine onu (Musa'yı) enzirmesini vahyettik." (Kasas: 28/7) ayetini delil getirerek; peygamberliğin bazen kadınlar için dahi geçerli olabileceğini söylemektedirler. Bu, hatalı ve yanlış bir delil getirmedir. Çünkü- bu ayetteki vahyden kasıt ancak ilham yoluyla olan vahiydir. Buna göre yüce Allah, bal arısına vahyettiğini şöyle haber vermededir: "Rabbin, bal arısına: 'Dağlarda, ağaçlarda ve hazırladıkları kovanlarda yuva edinmesini' vahyetmİştir." (Nahl: 16/68). Buna göre Yüce Allah'ın bal arısına gerçek manada vahyettiğini söylememiz doğru olur mu? İşte Yüce Allah'ın; "Biz, Musa'nın annesine vahyettik" (Kasas: 28/7) sözü de böyledir. Çünkü buradaki vahy ile, ilham olan vahy kastedilmiştir. Peygamberlik vahyi değil. Bunun arasındaki farkı inceden inceye düşülmek gerekir!!
[24] Söz konusu Ulu'l-Azm, Peygamberler şunlardır: Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. îsâ, Hz. Muhammed (s.a.v) (ç).
[25] Ahkâf: 46/35.
[26] "Nahl: 16/43.
[27] Âli-İmrân:3/185.
[28] Sâd: 38/35-39.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 21-24.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Nebi Ve Resul Ne Demektir?

Nebi: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat vermediği, fa­kat insanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.

Resul: Yüce Allah'ın, kendisine bir şeriat verdiği ve in­sanlara, Allah'ın, kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.

Risalet: Peygamberlik mertebesinin en büyüğüne ve en yücesine denir. Çünkü (yaygın olan görüşe göre;) "her Resul Nebidir, fakat her Nebi Resul değildir."

Nebilerin sayısına gelince; onların sayılan, -bazı rivayet­lerde belirtildiği üzere- 120.000'in
[29] üzerine çıkarılsa bile, sayıları, kesin olarak bilinmemektedir...

Resullerin sayısına gelince; onların sayıları, azdır...

Kur'ân-ı Kerîm'de geçen Peygamberlerin sayısı, 25 olup kendilerine ayrı ayrı iman edilmesi gerekmektedir. Bunların hepsi, Peygamber olup sıralanışları ise şu şekildedir:


"Adem, Nûh, İbrahim, İsmâîl, İshâk, Ya'k'ûb, Davûd, Sü­leyman, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahya, İdris, Yûnus, Hûd, Şuayb, Salih, Lût, îlyâs, Elyesa', Zülkifl, İsâ, Hz. Muhammed (s.a.v)." Allah'ın salât ve selâmı, onları­n hepsinin üzerine olsun.

Onların Peygamberliklerini, kişiliklerini ve isimlerini tasdik etmeyi belirtir anlamda 'onlara ayrı ayrı iman edilmesi' gerekmektedir. Çünkü onlar, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yer­lerinde anılmaktadırlar...

Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçmeyen ve hadiste toplam sa­yıları belirtilen Peygamberlere gelince
[30]; Yüce Kitap'ta anılanların dışında kalanlara, sanki onlar, orada varmışçasına tasdik etmemiz anlamında 'onlara, topluca iman edilmesi'nin vacip olduğu belirtilmektedir. Çünkü Yüce Allah, isimleri, Kur'an'da geçen veya geçmeyen Peygamberler hakkında şöy­le buyurmaktadır:

"Öyle Peygamberler (gönderdik ki,) onların kıssalarını sana anlattık.Yine Öyle Peygamberler (yolladık ki,)onların kıssalarını sana haber vermedik. Allah, Musa'ya da konuştu.[31]

Bu Peygamberlerden, Kur'ân-ı Kerîm'deki ayeti kerime­lerin peş peşe getirilmesiyle 18 tanesi, bir arada anılmıştır.Geriye kalan 7 tanesi ise; Yüce Allah'ın, Kitabının çeşitli ayetlerinde zikredilmiştir.

Az önce bahsi geçen ayeti kerimelere gelince; bunlar, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:


"İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delil­lerdi. Biz, kimi dilersek, onu, derece derece yükseltiriz. Şüphe yok ki, Rabb'in; tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilen­dir...Biz,İbrahim'e; İshâk ile Ya'k'ûb'u ihsan ettik. Ve her birini hidayete erdirdik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyun­dan Davûd 'u, Süleyman 'ı, Eyyûb 'u, Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Harun'u hidayete kavuşturduk,Biz,iyi hareket edenleri, işte böyle mükafatlandırırız..

Zekeriyyâ 'ya, Yahya 'ya, İsâ 'ya, İlyâs 'a da (hidayet ver­dik). Onların hepsi, salihlerdendir. İsmail'i, Elyesa'yı, Yûnusu, Lût'u da (hidayete ilettik). Her birini, kendi zaman­larında yaşayan insanlara üstün kıldık. Onların babalarından, soylarından, kardeşlerinden kimini de (yine üstün imtiyazlara mazhar ettik). Onları, (insanlar arasından seçtik ve onları bir yola ilettik... "
[32]

Geriye kalan Peygamberler ise, ezberlenmesini kolaylaş­tırmak maksadıyla bir şiirin şu iki beyitin de şu şekilde bir araya getirilmiştir:


"Bizim bu konuda Peygamberlerden bir kısmına dair de­lilimiz, (Kur'an'ın bir yerinde toplu halde) 18'dir. Bu Peygamberlerden geriye kalanlar ise; İdrîs, Hûd, Şuayb, Sa­lih, Zülkifl, Adem, Hz. Muhammed (s.a.v) ."

Resullerin, risalet (elçilik) görevlerini, tebliğ etmekle emr olunduklarına dair delile gelince, -onlar, bu noktadaki ko­numları itibariyle Nebilerden farklı olup- o da, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Allah'tan aldıkları asaletleri, (insanlara) tebliğ eden­ler; O'ndan korkarlar ve Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlar. Allah, hesap gören olarak yeter.'[33]

Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz.Muhammed (s.a.v) 'e hitaben konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koru­yacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz.[34]




[29] İmam Ahmed, Ebu Zerr el-Gıfari'den şöyle rivayet etmiştir: "Ey Allah'ın Resu­lü! Nebilerin ilki hangisidir?" diye sordum. O da: "Adem'dir" diye cevap verdi. (Ben:) "Ey Allah'ın Resulü! O, Nebi midir?" diye tekrar sordum. Oda: "Evet. O, Allah ile konuşan bir Nebi'dir" buyurdu. (Ben:) "Ey Allah'ın Resulü! Resullerin sayısı, ne kadardır?" diye tekrar sordum. Oda: "315 kişilik bir grup" buyurdu. Ebu Ümame'nin, başka bir rivayetinde İse. Ebu Zerr: "Ey Allah'ın Resulü! Nebile­rin sayısı, ne kadardır?'" diye sordum. O da: "120.000'dir. Bunlardan 315 kişilik bir gurubu. Resuldür" buyurdu. (Müsned, 5/178, 266; Beyhaki, Sünen, 9/4; Heysemi, MecmauVZevaid. 8/210).
[30] Kur'an'ı Kerim'de. bu 25 Peygamberin dışında Peygamber olup olmadıkları tartışmalı olan 7 kişinin ismi daha geçmektedir.Bunlann, 3 tanesinin İsmi, açıktan geçmektedir. Bunlar: Hızır (Kehf: 18/65-82), Zülkarneyn (Kehf: 18/83-95), Lok­man (Lukman: 31/12-19)dır. 4 tanesinin ismi ise açıktan değil de, dolaylı olarak bahsedilmektedir. Bunlar ise; Hızkil (Bakara: 2/243). Samuel (Bakara: 2/246), îrmiya ya da Uzeyr (Bakara: 2/259), Yuşa h. Nun (Kehf: 18/60-64) dur. (ç).
[31] Nisa': 4/164.
[32] Enam: 6/83-87.
[33] Ahzâb: 33/39.
[34] Mâide: 5/67.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 25-27.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin, İnsanların Seçkinleri Oluşu

Şanı Yüce Allah; mükemmelliğe örnek olabilecek, üstün­lüğe ad olabilecek, Nur ile îşık meşalesini yüklenebilecek ve geçip gitmekte olan zamana ve asırlara damgasını vurabilecek ve insanlık medeniyeti içerisinde yer alanları yönetebilecek olanları insanlık alemi içerisinde bulunan yarattıkları arasından bir topluluğu Peygamber olarak seçmiştir. Yüce Allah, hikmeti gereği onları, insanlığa bir hidayet yani rehber ve düzelticiler yani ıslahatçılar olmaları itibariyle peygamberliğe seçmiş, zatıyla onları kötülüklerden korumuş, en güzel bir şekilde arıtarak yetiştirmiş, vasıfların en güzeliyle onları şereflendir­miş ve onları, din ile dünya önderleri yapmıştır. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Onları (Peygamberleri), buyruğumuz altında insanlara doğru yolu gösteren önderler kıldık ve onlara; iyi şeyler yap­malarını, namaz kılmalarım, zekat vermelerini vahyettik. Onlar, Biz e kulluk eden kimselerdir."[35]

İşte bu nebiler ve resuller, Allah'ın kulları arasından se­çilmiş seçkin kimselerdir. Allah, onları; Peygamberlikle şereflendirmiş, onlara hikmeti vermiş, doğru olanı bulabilme­leri için de onlara akü gücü vermiştir. Ayrıca yüce Allah, onları; kendisi ile yarattıkları arasında arabulucular olmaları, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ etmeleri, Allah'ın gazabından ve azabından insanları sakındırmaları ve dünya ile Ahirette bulunan mutluluğa erişebilmelerini sağlaya­bilmek suretiyle insanları irşat etmeleri için seçmiştir .

Dolayısıyla Peygamberler, yaratıkların en hayırlıları ve in­sanlığın en seçkinleridir... İşte onlar için olan bu ikram, Peygamberliktir. Ancak bu ikram, özel ilahi bir üstünlük ile Rabbani bir hikmet sebebiyle olup insanlardan hiçbirisinin nefsi arzularını terk edip ibadete dalarak ruhunu yüceltme veya itaat ile ibadette gayret etmekle Peygamberlik mertebesine nail olması mümkün değildir. Çünkü Peygamberlik çalışmakla elde edilemez ve daha önce de belirttiğimiz gibi, hayr ile itaat işle­mek suretiyle gayret etmek ve ısrarlı olmakla da meydana gelmez. Peygamberlik ancak Allah'tan, kuluna verilmiş bir hediye ve Allah'ın seçmesi ve tercih etmesiyle olur. Yüce Al­lah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Allah, risalet (elçilik) görevini nereye vereceğini çok iyi bilendir"[36]



[35] Enbiyâ: 21/73.
[36] Enam: 6/35.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 28-29.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberler Arasında Üstünlük:

Peygamberler; üstünlük, yer ve makam yönünden aynı de­rece olmayıp aksine bazıları, bazılarından daha üstündür. Çünkü Yüce Allah onlara çeşitli dereceler vermiştir. Bu konu da Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle buyurmaktadır:

"Biz, bu Peygamberlerden bazısını, bazısına üstün kıldik."[37]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Biz, Peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık. Davud'a da Zebur'u verdik "[38]

Ayeti kerimelerde üstünlüklerinden bahsedilenler, Kur'ân-ı Kerîm'in "Ulu'l-azm" diye isimlendirdiği Resullerdir. Ulu'l-azm olan bu Peygamberler, Peygamberlerin ileri gelenlerinden ve büyüklerindendir. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde onları, güzel övgülerle zikretmiş ve Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) 'e de; Müşriklerle olan mücadelesinde onların mücadelesi gibi mücadele etme ve sabır konusunda da onlara uyma konusunda şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed) Peygamberlerden Ulu'l-azm (azim sa­hibi) olanların sabrettiği gibi, sen de sabret. Onlar için acele etme."[39]

Ayette kendilerinden bahsedilen Peygamberler,"Ulu'l-azm"Peygamberler" diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü onların büyükleri, güçlü, kuvvetli olmaları yönünden olup maruz kal­dıkları musibetler ise, şiddetli ve kavimleriyle olan mücadeleleri de zor ve acılarla doluydu. Bundan dolayı Ulu'l-azm Peygamberler, uzun zamanlar sıkıntılara, zorluklara ve yalanlamalara karşı sabretmiş ve bu Peygamberlerin hayatları boyunca peşi sıra sayısız nesiller ve milletler gelip geçmiştir. Çünkü bu Peygamberler, uzun bir ömür sürmüşlerdir. Fakat hayatlarının tamamı,mihnetlerle ve zorluklarla geçmiştir. Ör­neğin; Hz. Nûh (a.s) gibi... O da, kavmi içerisinde bin seneye yakın bir zaman kalmış, fakat onunla birlikte iman edenlerin sayısı çok az olmuştur. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyur­maktadır:

"Doğrusu Biz, Nûh 'u kavmine gönderdik. (Bunun üzerine O) kavminin içerisinde elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Sonunda onlar zulme devam edip dururken kendilerini tufan yakalayıverdi.[40]

Yine Yüce Allah, Hz. Nûh ile birlikte iman eden kimseler hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"Onunla birlikte iman eden kimseler çok azdı."[41]

Bu Ulu'l-azm Peygamberlerinden bazısına da, üzüntüler ve zorluklar gelmiş; kavminden, kendisinin ateşte yakılmasına dair hüküm vermeleri gibi korkunç musibetler ve belalar ile karşılaşan da olmuştur. Örneğin; Hz. İbrâhîm Halilurrahman (a.s) gibi... Onun, Allah'ın davasını tebliğ etme yolunda karşılaşmış olduğu musibeti ise, ateşte yakılmak olmuştur. Fakat Şanı Yüce Allah, ateşe; Hz. İbrâhîm için serin ve zararsız ol­masını emrederek ateşin alevinden onu kurtarmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Bizde: 'Ey Ateş! İbrahim 'e karşı serin ve zararsız ol.' dedik. Onlar O'na hile kurmak istemişlerdi, ama Biz onları en büyük hüsrana uğrattık."[42]

Hz. Mûsâ, Hz.İsâ ve Hz. Muhammed -Allah'ın salât ve se­lâmı onların üzerine olsun- gibi geriye kalan Ulu'l-azm Peygamberlerinin hayatları da, öncekilerden az veya çok aynı şekilde hepside her türlü eziyete uğramışlar, yurtlarından ve evlerinden kovulmuşlar. İşkencelere ve zulümlere maruz kal­mışlar, bununla beraber her türlü eziyetlere ve sıkıntılara katlanmışlar, belalara ve zorluklara karşı -Allah'ın zaferinin yakınlığına olan imanlarından dolayı- sabretmişlerdir. Şanı Yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"(Peygamberler) Allah yolunda başlarına gelen (belalar­dan) dolayı ne gevşeklik; ne zayıflık ve ne de düşmana boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever."[43]

Ulu'l-azm Peygamberleri, Peygamberlerin ileri gelenle­rinden ve büyüklerinden olmaları itibariyle, insanlığı kurtuluşa ve şirk ile sapıklığın pençesinden kurtarıp tevhid ve iman nu­runa ulaştırma yolundaki "Tevhid sancağını"yüklenmelerine müstahak olmalarının sebebi işte budur. [44]



[37] Bakara: 2/253
[38] İsrâ : 17/55.
[39] Ahkâf: 46/35.
[40] Ankebut: 29/14.
[41] Hûd: 11/40.
[42] Enbiyâ: 21/69-70.
[43] Ali İmrân: 3/146.
[44] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 29-31.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Hz. Muhammed (sav) ın, Nebilerin Ve Resullerin Efendisi Oluşu

Resullerin en üstünü -aynı zamanda bu üstünlük, yaratıkla­rın en seçkinliğini de beraberinde getirir- ve Nebilerin sonuncusu, Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v) 'dir. Bundan do­layı Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olarak gönderilişinde Peygamberlerin sonuncusu ve makam, yer ve rütbe konusunda da onların en şereflisi ve en üstünüdür. Yüce Allah, Peygam­berlik kapısını Hz. Muhammed (s.a.v) ile kapattığı gibi Peygamberlerine indirdiği vahyi de Kur'ân-ı Kerîm ile kapat­mıştır. Buna göre Hz.Muhammed (s.a.v) , Peygamberlerin sonuncusu ve ümmetlerin ortanca olanıdır. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değil. Fakat O, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."[45]

İşte bu ayeti kerime; Hz. Muhammed (s.a.v) 'in, Peygam­berlerin efendisi ve Nebiler ile Resullerin en üstünü olduğunu göstermektedir. Zira yüce Allah, bir Peygamber gönderdiğinde eğer Muhammed (sav) 'in zamanına yetişirse O'na mutlaka iman edeceğine, O'nun mutlak yardımcılarından olacağına ve O'na tabi olanlardan olacağına dair o gönderdiği peygamberden mutlaka ahit ve misâk almıştır. İşte bu, Hz. Muhammed (s.a.v) 'in yüce kadri kıymetine ve üstünlüğüne delalet eden delillerin ve hüccetlerin en büyüklerindendir. Bu konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

"Allah, Peygamberlerden, "And olsun ki size,kitap ve hikmet verdim. Sonrada size yanımızdaki (o kitap ve hikmeti) tasdik eden bir Peygamber gelecektir. O'na mutlaka iman ve yardım edeceksiniz" diye misâk (ahit)[46] aldığı zaman, "İkrar ettiniz-mi ve uhdenize[47] bu ağır yükümü alıp kabul eylediniz mi?" dedi. Onlar, "İkrar ettik" dediler. (Allah'ta): "Öyleyse şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim" dedi.[48]

Hz.Muhammed (s.a.v) ; ahirette ki ve dünyadaki önderli­ğine dair, Allah'ın yalnızca kendisine bahşettiği bu mevki ve makamının yüceliğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde Adem oğullarının efendisi benim, bunu övünmek için söylemiyorum. Hamd sancağı benim elimdedir ve o gün Adem ve diğerleri (de dahil olmak üzere) bütün Pey­gamberler benim sancağımın altında olacaktır. Bunu övünmek için söylemiyorum. (Kıyamet gününde) ilk şefaat eden ve şe­faati ilk kabul edilen benim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Cennetin kapı halkalarını ilk açacak olan be­nim. Bunu övünmek için söylemiyorum. Bunun sonucu olarak Allah, cennet kapısını bana açacak ve beraberimde müminlerin fakirleri olduğu halde beni cennete girdirecektir. Bunu övün­mek için söylemiyorum. Allah katında, öncekilerin (geçmiştekilerin) ve sonrakilerin (gelecektekilerin) en değerli olanı benim. Bunu da övünmek için söylemiyorum."[49]

Allame Kadı İyaz, "eş-Şifa" adlı kitabında; Resulullah (s.a.v) 'in diğer Peygamberlerin en değerlisi ve en üstünü ol­duğunu açıklarken Kur'ân-ı Kerîm'den güzel bir konuya temas etmiştir. İşte bu güzel konu şu şekildedir:


"Yüce Allah Peygamberlere hitap etmiş ve onları kendi isimleriyle nida etmiştir. Bundan dolayı Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) 'ın durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Biz, ona: 'Ey İbrâhîm! diye seslendik. Sen (İsmail'i kur­ban ettiğine dair gördüğün) rüyayı gerçekleştirdin. Doğrusu Biz, ihsan edenleri böyle mükafatlandırırız."[50]

Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) hakkında ise şöyle buyurmak­tadır:

"Ey Nûh! 'Sana ve beraberinde bulunan ümmetlere, biz-den bir selâmla ve bereketle in' denildi..."[51]

Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'ı çağırışı hakkında şöyle ha­ber vermektedir:

"Buyurdu ki: Ey Mûsâ! Ben, seni, risâletlerimle, kelamım­la bütün insanlardan mümtaz kıldım;' Şimdi şu sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. "[52]

Yüce Allah, Hz. İsâ b. Meryem (a.s) 'a hitap ederek şöyle haber vermektedir:

"Allah: 'Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara Allah'dan başka beni ve annemi iki ilah edininiz diyen sen misin?' dediği za­man, O, (şöyle) söyledi: 'Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz."[53]

Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v) 'in dışında geriye kalan bütün Peygamberleri (s.a.v) isimlendirilmiş oldukları kendi özel isimleriyle nida etmiş. Fakat Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in kadr-ü kıymetinin büyüklüğünü ve üstünlüğünün yüceliğini ortaya çıkarmak için ise, ona; Peygamberlik veya risalet vasfiyla hitap etmiştir. Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Biz, seni, (insanlara) hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik."[54]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Sana da, mü'minlerden senin izince gi­denlere de Allah yeter. Ey Peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et..."[55]

Yine hikmeti yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risalet (elçilik) görevini tebliğ etmiş olmazsın. Allah, seni, insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz. "[56]

Yine şanı yüce olan Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Kalpleriyle sana inanmadıkları halde ağızlarıyla 'inandık' diyen (münafık) lar ile Yahudilerden, küfürde koşuşup yarışanlar seni üzmesin."[57]

Şanı Yüce Allah'ın kendi kitabında, diğer Peygamberlere yaptığı hitap hususunda gelen ayetlerin bir benzerini (yanı on­lara kendi özel isimleriyle hitap etme hususunda) açık bir isimle; Hz. Peygamber (s.a.v) 'e de aynı şekilde yaptığı bir hi­tabı (Kur'an'da) bulamıyoruz. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber (s.a.v) 'e işaret eden her ayeti kerime; ona, sadece Peygamberlik vasfıyla hitap etmekte olup Hz Peygamber (s.a.v) 'in isminin geçtiği ayeti kerimelerdeki herhangi bir ayet: "Ey Muhammed" şeklinde gelmemektedir. İşte bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v) 'in kadr-ü kıymetinin büyüklü­ğüne ve Peygamberlerin en üstünü olduğuna işaret eden delillerin en güzel ve en hoş olanlarından birisidir."[58]

Bundan dolayı Rabb'imin selâmı; kendi zamanında- hiçbir kimsenin, ona, sahabesi dışında değer vermediği, fakat Şanı Yüce Allah'ın büyük kıymet ve değer verdiği, öncekiler ile sonrakilerin efendisi kıldığı ve alemlere rahmet olarak gönder­diği, yaratıkların en seçkini olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in üzerine olsun...

Hz. Peygamber (s.a.v) ile ilgili şu sözü söyleyen, ne güzel söylemiştir:


"Muhammed; Allah'ın en seçkini, en merhametlisi ve Arap olan ile olmayanın en hayırlısıdır."

Şair Tayyibe ise Hz. Peygamber ile ilgili olarak şöyle der:

"Rabb'in, kainatta rahmetini tecelli ettirmek istedi. Bun­dan dolayı da Hz. Muhammed (s.a.v) 'i, peygamberliğe seçti. Böylece onu, övülmüş vasıflarla süsledi. Bunun üzerine, bütün yaratılmışların üzerine efendi olmuştur." [59]



[45] Ahzab: 33/40.
[46] Misak: Yemin ve benzeri bir şeyle desteklenmiş ahittir.
[47] Yüce AlIah, bütün Peygamberlerden; Eğer Hz. Muhammed (s.a.v)'in zamanına ulaştıkları taktirde, O'na iman etmelerine, O'na yardım etmelerini, O'nun sancağı altında bulunmalarına ve O'na tabi olmalarına dair ahit almıştır. Bu da O'na verilen değerin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.
[48] Ali İmrân: 3/81.
[49] Tirmizi, Menakıb (3855). Tirmizî.bu hadisin, "Hasen" olduğunu söylemiştir.
[50] Saffât: 37/105.
[51] Hûd: 11/48.
[52] A'râf: 7/144.
[53] Mâide: 5/116.
[54] Ahzâb: 33/45.
[55] Enfal: 8/64-65
[56] Mâide: 5/67.
[57] Mâide: 5/41.
[58] İmam Kadı İyaz, eş-Şifa.
[59] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 32-36.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberler Arasında Üstünlük Caiz Midir?

Birisi, Kur'ân-ı Kerîm'de; "O'nun Peygamberlerinden hiçbirini, diğerlerinden ayırmayız (hepsine inanırız). " (Baka­ra: 2/285) buyrulduğu halde, Nebiler ile Resuller arasında nasıl üstünlük olur?" diye soru sorabilir.

Buna şöyle cevap verilir: Ayeti kerimedeki Peygamberle­rin arasını ayırmaktan kasıt; insanoğlunun, Peygamberlerden bir kısmına iman etmesi ve diğer kısmını da inkar etmesi de­mektir. Nitekim Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerden bir kısmının risâletine iman etmişler ve diğer kısmının risaletini ise inkar etmişlerdir. Buna göre onlar, Peygamberle­rin arasını böylece ayırmış olmaktadırlar.
[60]

Şanı Yüce Allah, bu manayı, Kur'ân-ı Kerîm'deki birçok ayetleriyle desteklemiştir. Bunlardan birisi de şudur:

"Allah'ı ve Peygamberlerini inkar edenler ve 'Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen, (Bunlardan) bir kısmına inanırız, diğer kısmını da inkar ederiz' diyen ve böyle­ce (küfür ile iman) arasında bir yol tutmayı isteyen kimseler (yok mu?), işte onlar, gerçek kafirlerin ta kendileridir.Biz, o kafirlere, hor ve hakir edici bir azab hazırladık.[61]

Peygamberlerin arasını ayırmaktan (bir kısmını diğerlerine üstün tutmaktan) kasıt; Yüce Allah'ın açık Kur'an nassıyla, Peygamberlerin bir kısmını diğer bir kısmına üstün tutmasıyla ilgili değildir. Çünkü Şanı Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Biz, bu Peygamberlerin bir kısmını, diğer bir kısmından üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmıyla konuşmuş, bir kısmını da çok üstün derecelere yükseltmiştir. Meryem oğlu İsâ 'ya, apaçık deliller verdik ve Onu Ruhu'l- Kudüs (Cebrail)'le destekledik..."[62]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır;

"And olsun ki, Biz, Peygamberlerden bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Davud'a da, Zebur'u verdik."[63]

Buna göre Peygamberlerin bir kısmım diğer bir kısmına üstün kılma, ayeti kerimeden anlaşılmaktadır...

Nitekim îmam Müslim'in, "Sahîh" adlı hadis kitabında geçtiği üzere bu ifadeyi, Resuîullah (s.a.v) 'in şu sözü desteklemektedir:


"Muhammed'in nefsini elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten olan bir Yahudi veya Hıristiyan, beni işitirde sonra benimle gönderilen (Kur'an)'a iman etme­den ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur."[64]



[60] Yahudilerle Hıristiyanların batıl yollarından birincisi; Peygamberlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamalarıdır. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, "Allah'ı ve Peygamberlerini İnkar edenler." (Nisa: 4/150) buyurmuştur. Çünkü Yahudiler. Hz. Mûsâ ile Tevrat'a inanır. Hz.İsâ ile İncil'i inkar ederler. Hıristiyanlar ise, Hz.İsâ ve İncil'e inanır, Hz. Muhammed ile Kur'an-ı inkar ederler. Böylece onlar "Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isterler" (Nisa: 4/150).Görüldüğü üzere onlar, Allah'a iman ile Peygamberlerine imanı birbirinden ayırmak isterler ve böylece (küfür ile iman) arasında bir yol tutmayı isterler. O yolda Peygamberlerin bir kıs­mına iman edip,'bir kısmını inkar etmektir.
Yahudiler ile Hıristiyanlar iki sebeplen dolayı gerçekten kafirler idiler:
1. Bir insanın Peygamber olduğunu gösteren delil, ancak mucizedir. Peygamberlik hususlarında bir delil olduğu zaman o delil nerede varsa, orada peygamberliğinde olduğuna kesin inanmak gerekir. Eğer biz, bazı yerlerde bir Peygamberlik iddiasın­da doğruluk olmaksızın mucizenin bulunabileceğini söylersek, Mucize ile bir peygamberin doğruluğuna delil getirmek güçleşir ve o zaman bütün Peygamberleri inkar etmek gerekir. Binaenaleyh Peygamberlerden birinin peygamberliğini kabul etmeyen kimsenin, hepsini inkar etmiş olacağı sabit olmaktadır...
2. Peygamberlerden birini kabul, eğer Allah'a itaat ve hükmüne boyun eğmek için bütün Peygamberleri kabulü gerektirir. Fakat bu, riyaset elde etmek arzusu ile olursa o taktirde bütün Peygamberleri İnkar manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 8/391-392. Ank. 1988). (ç)

[61] Nisa: 4/150- 151 (Bununla ilgili ayetler için bakınız: Bakara: 2/136, 251; Âli İmrân: 3/84; Nisa: 4/152).
[62] Bakara: 2/253.
[63] İsrâ: 17/55.
[64] Müslim. îman 70 (240).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 37-38.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Gönderiliş Sebebi:

Hidayete ışık tutacak, üstünlüğü haber verecek, insanlık asında parlayan yıldızları ve alem için hayır yollarını ay­dınlatacak kimseler olması için; İnsanları ebedi mutluluğa götürmedeki dosdoğru yolu gösterecek, İnsanları şirkin ve putçuluğun pencerelerinden kurtarıp izzet ve kemal derecelerine yükseltecek nebiler, resuller, müjdeciler ve uyarıcıları İnsanlara göndermesi Şanı Yüce Allah'ın kullarına olan nimetinden... kullarına olan lüttunün güzelliklerinden... ve kullarına olan ihsanındandır...

Allah'ın yarattıkları hususundaki sünneti; bir topluluğu hayra ve iyiliğe çağıracak, onları şer'den ve kötülükten nehyedecek bir Peygamber göndermeden önce o topluluğa azab etmeme şeklindedir.
[65]

İşte Allah'ın sünnetinin bu şekilde olmasının sebebi; insanoğlundan hiçbiri için bir mazeret kabul edilmemesi için "Biz, Peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edici değiliz. (İsra: 17/15) ve kıyamet gününde de insanların "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi." (Maide: 5/19) dememeleri için veya insanların iman etmemelerinden ötürü, Allah'ın bu sünnetini bir vesile edinmemeleri için yahut ta azabı hakketmediklerini ileri sürerek yüce Allah'a bir delil getirmelerini engellemek[66] içindir. .

"Eğer Biz, daha önce (Kur'ân-ı Kerîm veya Resülullah 'dan önce) onları helak etseydik, muhakkak ki onlar; "Ya Rabbi! Bize bir bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık diyeceklerdi"[67]



[65] Bu, Kur'an tarafından zihinlere farklı şekillerde işlenen diğer bir ilkedir. Burada Dahi adaletin uygulanmasında Elçinin önemi vurgulanmaktadır. Çünkü ceza veya mükafat, Elçinin getirdiği mesaja göre belirlenmektedir. Bu mesaj, ilgili kişilerin lehinde veya aleyhinde bir delil olarak kullanılacaktır. Aksi taktirde insanların ceza­landırılması adil olmaz. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü öne sürebilirler. Fakat Elçinin daveti belirli bir topluluğa ulaştıktan ve onlar bu daveti ret ettikten sonra onlar için hiçbir özür imkanı kalmayacaktır. Bazıları kendilerine sunulan daveti kabul etmek yerine, bu gibi ayetleri okuyarak sapıtırlar ve şöyle saçma sorular öne sürerler:
"Hiçbir peygamberin tebliğini duymamış olanlar ne yapacaklar?" Bu tür insanlara verilecek en akıllıca cevap. Kıyamet gününde kendilerinin ne halde olacağı sorusu­dur. Çünkü onlara Elçinin tebliği ulaşmıştır. Diğer insanlara gelince, kimin daveti duyduğunu ve belirli bir kişinin ona karşı ne zaman, nasıl, ne dereceye kadar hangi tutumu takındığını en iyi Allah bilir. Kısacası, bir kimsenin cezalandırılması için gerekli şartları hazırlayacak şekilde bir tebliğden haberdar olup olmadığını ancak Allah bilebilir. (Mevdudi. Tefhiımul-Kur' an: 3/89, İstanbul, 1986). (ç)

[66] Bu yalanlayıcı kafirleri, Allah'ın kendilerine şu şerefli Resulü göndermeden önce ve üzerlerine bu Yüce Kur'an'ı indirmeden önce helak etmiş olsaydı, yüce Allah'a karşı, kendilerine bir resul göndermedi diye delil getirmeye ve itiraz etmeye kalkı­şırlardı. İşte Resul onlara gönderilmiş bulunuyor ve işte ayetler onların üzerine indirilmiş durumdadır. Yine de İman etmiyorlar ve O'na tabi olmuyorlar. Dolayısıy­la onlar, kendileriyle uyarıldıkları her cezayı hak ettiler. (Said Havva, el-Esas-ı fi't-Tefsir: 9/121, İstanbul, 1991). (ç)
[67] Tahâ: 20/134.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 39-40.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Peygamberlerin İnsanoğluna Gönderiliş Nedeni?

Peygamberlerin (Allah'ın salât ve selâmının en üstünü onların üzerine olsun) gönderilmesinden maksat; Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara tebliğ etmeleri ile yine in­sanları, Şanı Yüce Allah'ın istediği dosdoğru yola götürmeleri ve istemediği yola götürmeme konusunda Yüce Allah ile onun kulları arasında Elçiler olmaları; gidişatlarında, ahlaklarında ve tasarruflarında insanlara örnek olmaları içindir...

Elçinin insanları ile bir araya gelmesi ve yine onların elçiden, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını almasının mümkün olması gerekmektedir... İşte Şanı Yüce Allah'ın, kendisinin emirlerini ve nehiylerini tebliğ edecek ve insanları, ahiret ile dünya mutluluğuna çağıracak Peygamberleri insanoğlundan göndermesinin işte sebebi budur.

Eğer Peygamberler meleklerden olsaydı, insanların onlardan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini almaları veya onlarla bir araya gelmeleri güçleşirdi. Onların, Peygamberlere tabi olma­ma konusu, insanlar için bir delil olurdu. Bu da, onların şöyle demelerine sebep olurdu: "Onlar; Allah'ın bize gönderdiği, kimselerdir ve biz onlara tabi olmakla emrolunduk. Fakat on­lar, bizim cinsimizden değildirler." Üstelik bir insan bile değiller. Onlar ancak meleklerdir. Bizim yaratılışımız, onlarınkinden farklıdır. Bundan dolayı iki cins arasında uyuşma sağlanması mümkün değildir. Buna göre onlar, ahlak bakımın­dan bizden daha üstün, amel bakımından bizden daha temiz ve makam bakımından bizden daha değerlidirler..." Çünkü me­lekler, tertemiz varlıklardır. Nitekim Şanı Yüce Allah, onlardan şöyle bahsetmektedir:


"Allah 'ın, kendilerine olan buyruğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır."[68]

Melekler, Allah'a ibadet etme konusunda devamlı olup hiçbir şekilde ibadet etmekten geri kalmazlar. Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Melekler, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler."[69]

Ayrıca melekler,insanların yediği gibi yemezler,[70] içtiği gibi içmezler ve onların içerisinde günah işlemeye istek ve arzuları yoktur. Çünkü onlar, çok değerli varlıklardır. Eğer insanlara gönderilen Elçi, melek olsaydı, insanlar ondan Al­lah'ın emirlerini ve nehiylerini almada ve onunla bir araya gelmede zorluk çekerlerdi.

Çünkü Elçi, insanlara, bu durumda insan şeklinde değil de, bir melek şeklinde gelmiş olacaktır. Buna göre meleğin asli şeklini gören insanlar, korkuya kapılacak, yıldırım çarpmışa dönecekler ve ondan korkmuş olarak arkalarına doğru geri dö­nüp kaçacaklardı. Çünkü bu duruma düşen insanlar, meleğin bu asli şeklini daha önceden bilmiyorlardı. Üstelik bu yüce varlığın bir benzerini de daha önceden görmemişlerdi.


Rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) bir gün (Hıra mağarasına doğru) yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işitmiş, başını kaldırmış ki; Hıra mağarasında kendisine gelen meleği (Cebrail'i), asli şekliyle gökyüzü ile yeryüzünü doldurmuş ve bir kürsü üzerinde oturur bir halde görmüş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) korkmuş ve titremeye başlamış, pe­şi sıra evine dönüp: 'Beni örtün, Beni örtün...' demiş."[71]

Başka bir rivayette ise; Resulullah (s.a.v) başka bir sefer, Hz. Cebrail (a.s) 'ı; iki kanadı, doğu ile batı arasına doğru yayılmış ve ufku kaplamış bir şekilde görmüştü.

Eğer melek, onlara, insan şeklinde gelse, onlar bu defada meleğin bu durumu hususunda şüpheye düşecekler ve bu durum ise, onları, içerisinden çıkamayacakları bir duruma getirecek ve "Bize vahyi getiren o varlık, melek midir? Yoksa insan mıdır?" diye kuşkuya kapılacaklardır.

Müşrikler, gönderilen elçinin insandan değil de melekler­den olmasını istediklerinde, Kur'ân-ı Kerîm, onların bu isteklerini reddetme mahiyetinde (bu manayı destekleyici sekilde) şöyle buyurmaktadır:


"Müşrikler, (Muhammed'e, bizimde görebileceğimiz) 'Bir melek gönderilmeliydi' dediler Eğer Biz, (onların istedikleri şekilde) bir melek gönderseydik, elbette (onların helak olma) işi bitirilmiş olur, sonra da (tevbe etmeleri için) kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer Elçiyi bir melek kılsaydık herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik ve onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. (Bu sefer, 'Bu İnsan mı! Melek mi?' diye münakaşaya düşerlerdi)."[72]

Bu ayeti kerimenin anlamı şu şekildedir:
Eğer Biz, Elçiyi, inkarcıların önerdikleri gibi, melek küsak[73] bile, onların bir araya gelebilmeleri ve ondan Allah'ın emirlerini ve nehiylerini alabilmelerini mümkün kılabilmek için Biz o meleği, insan oğlundan bir adam şeklinde kılardık. O zamanda bu iş yani meleğin bir adam şeklinde gelmesi durumu onları şüpheli bir duruma sokar. Bunun üzerine onlar, "O melek midir? Yoksa insan mıdır?' diye melek konusunda şüphe etmeye başlarlar ve Elçinin meleklerden olmasına dair istedikleri ilk andaki gidişatlarına ve görüşlerine dönerler.

İmam Kurtubî, "el-Câmiu li Ahkâmi'İ-Kur'ân" adlı tefsirinde, Yüce Allah'ın "Eğer Biz, Elçiyi, bir melek kılsaydık, herhalde onu bir insan suretinde gönderirdik." (Enam: 6/9) ayetini açıklama mahiyetinde şöyle der:

"insanlar, meleği asli suretinde görmeye güç yetiremezler, ancak çeşitli şekillere büründükten sonra onu görebilirler. Çünkü her cins, kendi cinsinden olan varlığı sever ve kendi emsinin dışındaki varlıktan nefret duyar. Buna göre eğer Yüce Allah, elçiyi, insanlara bir melek olarak gönderseydi, insanlar onunla karşılaşmaktan nefret duyarlar ve onunla birlikte olmaktan kaçınırlar ve meleğin, kendilerine Allah'ın emir ve yasaklarına dair söylediği sözlerden dolayı korkuya kapılıp birbirlerine girerlerdi veya onun sözlerinden vazgeçip ondan sakınırlar ve ona soru sormaktan da kendilerini alıkorlardı. Buna göre Yüce Allah'ın, Elçiyi, melek olarak göndermesi insanlara bir fayda ve menfaat sağlamayacaktı. Eğer Yüce Allah, onlara gönderdiği meleği, melek suretinden sıyırıp çıkarıp onların suretine benzer bir suretle gönderse, bu defada onlar, onunla arkadaşlık kurarlar ve onun haline alışıp: "Sen! Melek değilsin, sen ancak bir insansın. Bundan dolayı biz sana iman etmeyiz" derler ve Hz. Muhammed (s.a.v) 'e dair: "O, bir in­sandır. Onunla melekler arasında bir fark yoktur" dedikleri zaman ki hallerine ve görüşlerine dönerler. Buna göre onlar, bu fikirleriyle insanların kafasını karıştırırlar ve insanları şüpheye düşürürler. İşte Şanı Yüce Allah daha iyi bilir ya, eğer onlara insan şeklinde bir melek indirseydi (onların da yaptıkları gibi) yine de ondan şüphe etmeye dair bir yol bulurlardı."[74]

Şanı Yüce Allah ayeti kerimede, Elçinin, meleklerden değil de insanlardan olmasının başka bir hikmetini de anlatmıştır ki, o da şudur: "Gönderilen Elçinin kendilerine gönderilenin cinsinden olması gereğidir. "Buna göre yeryüzünde ikamet etmekte olanlar (insanlar değil de) melekler olsaydı, Yüce Allah, onlara, melek olan bir Elçiyi" gönderirdi. Nitekim Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Zaten onlara (Allah 'tan bir) hidayet (elçi) geldiğinde, in­sanların çoğunu ona inanmaktan alıkoyan sadece: 'Allah, Elçi olarak bir insanı mı göndermiştir?' demeleri olmuştur. (Ey Muhammed! onlara) Eğer yeryüzünde yerleşip dolaşmakta olan melekler olsaydı, Bizde onlara elçi olarak gökten bir me­lek indirirdik de."[75]



[68] Tahrîm: 66/6.
[69] Enbiyâ: 21/20
[70] Hûd: 11/69-70
[71] Buharı, Babu'l Vahy 3. Bu hadis talik olarak rivayet edilmiştir. Ayrıca İbn Hacer el-Askalani, Fethitl-Bari, 1/21. Resulullah (s.a.v), Hz. Cebrail (a.s) 'ı bir de, miraç gecesinde asli şeklinde görmüştür. (Ç)
[72] En'âm: 6/8-9
[73] a. İnsanlara, Peygamber olarak melek göndermek, apaçık ve ezici bir mucizedir. Meleğin o kafirlere (Peygamber olarak) indirilmesi halinde, Cenab-ı Hak'ında: "Eğer hakikaten Biz, onlara, melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı kefiller olmak üzere bir araya getirip toplasaydık Onlar, Allah dilemedikçe yine iman edecek de­ğillerdi... "(En'âm: 6/ 111) ayetinde de buyurduğu gibi. Onlar çoğu kez iman etmezler. Onlar iman etmeyince de, köklerinin kazınması suretinde tecelli eden bir azab ile helak edilmeleri vaciptir . Çünkü Al­lah'ın kanunu; apaçık ve ezici bir mucize zuhur ettiğinde, eğer onlar (buna rağmen) iman etmezlerse, onlara köklerinin kazınması şeklindeki azabın gelmesi cereyan eder. İşte onlar, o azaba müstahak olmasınlar diye Allah onlara melek olan bir Peygamber göndermemiştir . ..
b. Onlar meleği görüp müşahede ettiklerinde, gördükleri şeyin dehşetinden onların canları çıkar, helak olurlar... Bunu şu şekilde açabiliriz: İnsa­noğlu meleği gördüğünde, onu ya asli suretinde veyahutta insan suretinde görecektir...Eğer asli suretinde görürse, insanoğlu sağlam kalamaz. Resulullah {s.a.v), Hz.Cebrail (a.s)'i asli suretinde görünce, kendinden geçmiş ve baygınlık geçirmiştir. Eğer insan suretinde görürse, bu durumda görülen şey, insan suretinde bir şahıs olmuş olur. Bu ise, aslında o ister melek olsun ve isterse insan olsun durumu değiştirmez. Bütün Peygamberler, melekleri, mesela; Hz. İbrâhîm (a.s) 'ın ve Hz. Lût (a.s) 'ın misafirleriyle ve Hz.Dâvud (a.s) 'a duvardan mescide tırmanan melekler (Sad: 38/ 21) ve Hz.Meryem'e kusursuz bir insan şeklinde görü­nen Cebrail gibi, daima bir insan suretinde görmüşlerdir.. .
c. Peygamber olarak melek göndermek, inanmaya mecbur eden ve irade ve iradeyi ortadan kaldıran apaçık ve ezici bir mucizedir. Bu ise, teklifin sıhhatini zedeler.
d. Peygamber olarak melek göndermek, her ne kadar zikredilen şüpheyi ortadan kaldırsa bile, ancak ne var ki bir başka yönden de şüpheleri kuvvetlendirir. Bu böy­ledir, zira o meleğin elinde zuhur edecek olan her mucize hakkında onlar; "Bu, senin kendi isteğin ve gücünle) yaptığın bir iştir. Eğer, senin elinde olan kudret, kuvvet ve İlim bizim elimizde olsaydı senin yaptığının aynısını bizde yapardık..." derlerdi. Böylece biz, Peygamber olarak melek göndermenin, her ne kadar daha Önce zikredilmiş gerekçeler bakımından şüpheleri giderici olsa bile, bunun bu ba­kımlardan da var olan şüpheleri güçlendirici olduğunu anlamış olduk. (Bazı değiştirmeler ve eklemelere B.k.z: Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 9/336, Ankara 1988). (ç)
[74] İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'İ-Kur'ân, 2/394.
[75] İsrâ: 17/94-95.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 41-45.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Müşriklerin, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber Olarak Gönderilişine İtirazları:

Müşrikler, Hz.Muhammed (s.a.s)'in Peygamber olarak gönderilişine itiraz ederek, "Peygamberlik iddiasında bulunan o zat, nasıl insanoğlundan olur? O da bizim gibi yiyen, içen, gece olduğunda uyuyan, çarşılarda ve sokaklarda gezip dola­şan bir insandır!!" dediler. Onlar, Resulullah (s.a.v) 'i yalanlamak ve onun risâletine itiraz etmek için bu çareye baş­vurdular. Zira onlar, Resulullah (s,a.v) 'in, Peygamberliğe uygun olduğuna dair onunla birlikte bir delil, bir destekçi ve bir melek; bol mal, büyük hazineler, zengin bahçeler ve krallar ile büyük kimselerin adeti olan bütün dünya güzelliklerinin ve nimetlerinin olmasını istediler.

Bu isteklerinden sonra Resulullah (s.a.v) 'i fakir ve yetim olarak gördüklerinde, böyle bir şeyi yani peygamberi bu şekil­de göndermesini Allah'a yakıştıramadılar. Bundan dolayı da Resulullah (s.a.v) 'in asaletini kabul etmediler ve bununla da kalmayıp: "Muhammed, bir sihirbazdır. Dilinin tatlılığı ve ko­nuşmasının güzelliğiyle insanları büyülemektedir. Onun getirdiği de ancak öncekilerin hikayelerinden ibarettir" diyorlardı. Yüce Allah, Furkan Sûresinde bu konuyu şöyle an­latmaktadır:


"Onlar (bir de): 'Bu ne biçim Peygamber ki, (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda geziyor dolaşıyor! Ona, kendisiyle bir­likte uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil miydi? yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (zorluk çekmeksizin geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalı değil miydi?' dediler. O zalimler (müminlere), 'siz olsa olsa büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!' dediler. (Resulüm)! Senin hakkında bak,ne biçim misâller getirdiler. Onlar böyle sapmış­lardır ve artık (hidayete) hiçbir yol bulamazlar. Allah'ın Şanı yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha iyisi olan; alt tarafından ırmaklar akan bahçeleri verir ve sana sarayları da ihsan eder. Onlar üstelik o (kıyamet) saatini de yalan saydılar. Biz ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırla­dık. "[76]

Böylece her asır ve zamanda az da olsa değişmeyen ve ay­nı zamanda bir düşünce sistemi olarak, şirk ve sapıklık düşüncesini bulmaktayız. Kendini üstün gören ve inatçı müş­riklerin, Allah'ın, kendilerine gönderdiği Peygamberin asli şeklinin (insandan mı? yoksa melekten mi? olması gerektiği) konusunda birbirlerine: "O (Muhammed) de bizim gibi bir in­sandır. Zira O da, bizim yediğimiz gibi yiyor, bizim içtiğimiz gibi içiyor ve bizim geceleyin uyuduğumuz gibi uyuyor! Buna göre Allah, peygamberi, niçin meleklerden göndermiyor ? ve­ya büyük ve ileri gelen kimselerden yahut ta zengin, hükümran ve servet sahibi kimselerden göndermiyor?" şeklindeki şüphe­lerinden dolayı, onlara, insan şeklinde peygamberini göndermiştir. Yüce Allah Hz. Nuh (a.s) 'm kıssasındaki küf­rün ve inadın durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik. (O da): 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala sakınmaz mısınız?' dedi. Bunun üzerine, kavminin için­den kafir olan liderler topluluğu, "Bu (Nûh)! tıpkı sizin gibi bir insan olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (Peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımız­dan böyle (Allah'a kulluk etme gibi) bir şey duymadık Bu (Nûh)! yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyleyse, bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım' dediler. "[77]

Yine Yüce Allah, Hz. Hûd (a.s) 'm kıssasındaki Ad kav­minin durumunu şöyle anlatmaktadır:

"0 (Hûd) 'un kavminden, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, "Bu (Hûd)! Sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediği­nizden yer, sizin içtiğinizden içer. Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz. Size, öldüğünüz toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı va 'd ediyor?

Bu size vad edilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!' dediler."
[78]

Yine Yüce Allah, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn (Allah'ın salât ve selâmı ikisinin üzerine olsun) Peygamberlerin doğruluğu hususunda, ileri gelenleriyle birlikte zalim Firavun'un temsil ettiği "azgınlığı"şöyle anlatmaktadır:

"Mucizelerimiz ve apaçık bir delille (veya fermanla) Mûsâ ve kardeşi Hârûn Firavuna ve ileri gelenlerine gönderdik. Bunun üzerine onlar, kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zor­ba bir kavim, oldular. Bu yüzden onlar: 'Kavimleri bize kölelik ederken, bizim benzerimiz (gibi insan) olan bu iki adama ina­nacak mıyız?' dediler. Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular."[79]

Yüce Allah, daha sonrada Peygamberlerin efendisi olan Hz.Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.v) daveti karşısında Kureyşli kafirlerin durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Onlar, seni gördükleri zaman, 'Bu mu Allah'ın Peygam­ber olarak gönderdiği!' diye hep seni alaya alıyorlar. Üstelik onlar, İlahlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçek­ten O bizi neredeyse ilahlarımızdan saptıracaktı' diyorlar. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bile­cekler!"[80]

Gerçekten de bu durum, azda olsa değişmeyen bir durum ve Allah'ın, kafirlere azgınlık, inat ve kendini üstün görme konusunda mühlet verdiği bir durumdur... Çünkü müşrikler, insanlara gönderilen peygamberin, insanoğlundan olup da meleklerden olmayışı konusundaki Allah'ın ezeli hikmetinde, azgınlaşarak doğruyu göremediler. Yüce Allah bu konuyu şöy­le anlatmaktadır:

"Senden Önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden (veya insanlardan) başkasını (Peygamber olarak) gönderme­dik. Eğer: bilmiyorsanız, zikir (ilim) ehline sorun."[81]


[76] Furkân: 25/7-11.
[77] Mü'minÛn: 23/23-25.
[78] Mü'minûn: 23/33-36.
[79] Mü'minûn : 23/45-48.
[80] Furkân: 25/41-42.
[81] Nahl: 16/43.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 45-49.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Önemli Oluşu

İnsan aklı, iyilik ile kötülüğü birbirinden ayırt etmeye tek başına yeterli değildir, çünkü birtakım yerlerde insanın ancak vahy ve şeriat yoluyla bilmesi mümkün olan bazı büyük gaybi işler söz konusudur. Örneğin; Yüce Allah'a iman, yüce sıfatla­rına iman, meleklere iman, öldükten sonra dirilmeye iman, kıyamet gününde olacak olan dirilmeye vb. gaybi işler gibi.

Şanı Yüce Allah, kafirlerin mazeretlerini boşa çıkarmak ve kıyamet gününde Allah katında onların bahanelerinin kalma­ması için insanlara uyarıcılar göndermiştir. Peygamberler göndermesinin hikmeti işte budur. Nitekim Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Peygamber (geldikten) sonra, insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri olmaması için (Biz), Peygamberleri; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderdik). Allah, aziz ve hakimdir."[82]

Peygamberler, insanlar için bir örnektir; sözlerinde, davra­nışlarında ve övülmüş özelliklerinde insanlara örnek olurlar. Cenab-ı Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"O (Peygamberler), Allah 'in hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammed) sen de, onların hidayet yoluna uy..."[83]

İnsanların,kendilerini hayra çağıran davetçinin ve hidayet nuru ile irfana götüren yol göstericinin gösterdiği dosdoğru yolu tutması gerekmektedir. İşte bundan dolayı Allah, hidayete ışık tutmaları ve üstünlüğü haber vermeleri; İslam'ın nur 'unu ve ışığını, dünyanın her tarafında kurulmuş devletlerin içlerine kadar yaymaları için Peygamberler göndermiştir...

Peygamberler, görevleri, yüce ve önemli olan kimselerdir. Peygamberlerin bu durumunu birazdan açıklamaya çalışaca­ğız.
[84]



[82] Nisa: 4/165.
[83] En'âm:6/90.
[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 50.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Görevleri

Peygamberlerin görevleri şunlardır:

1. İnsanları, Kahhar ve tek Allah'a ibadet etmeye davet etmek: Bu, hakikatte temel bir görevdir. Zira gönderilen Pey­gamberlerin bu görevleri, büyük bir öneme sahiptir. Bu görev, insanlara; Şanı Yüce Allah'ın birliğine iman etme ve ibadeti, Allah'ın dışında kalan ilahlara değil de sadece O'na mahsus kılmayı bildirmektir. Nitekim Şanı Yüce Allah bu konuda şöy­le buyurmaktadır:

"Senden önce gönderdiğimiz her peygambere mutlaka 'Benden başka hiçbir ilah yoktur, yalnızca Bana ibadet edin diye vahy etmişizdir."[85]

Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki, Biz, her ümmete, 'Allah'a kulluk edin, Tağutlardan kaçının' diye tebliğde bulunması için bir Pey­gamber gönderdik. Sonra Allah (bu ümmetlerin) içlerinden, kimini hidayete erdirmiş ve kiminin üzerine de sapıklık hak olmuştur."[86]

2. Şanı Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını, insan­lara tebliğ etmek: İlahi emirleri insanlara tebliğ edecek bir tebliğci gerekmektedir. Bu tebliğcinin de, emirleri ve yasakları Allah"tan alabilmesi için insanoğlundan olması gerekmekte­dir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah (daha öncede anlattığımız üzere) ezeli hikmeti gereği,bunun, böyle olması­nın daha iyi olacağını bildiğinden dolayı Peygamberleri, insanoğlundan seçmiştir.

Peygamberler, Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi en güzel bir şekilde yerine getirdiler. Buna göre Peygamberlerden hiçbirisi Allah'ın, kendilerine verdiği bu görevi yani insanları Allah'a davet etme görevini yerine getirmekten geri kalmadı­lar. Kur'ân-ı Kerim bu Peygamberler hakkında şöyle demektedir:


"O Peygamberler ki Allah'ın, kendilerine göndermiş ol­duklarını tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah herkese yeter."[87]

Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) 'e hitaben, risalet görevini tebliğ etmesini şöyle açıkla­maktadır:

"Ey Peygamber! Rabb 'inden sana indirileni tebliğ et, Eğer (bu görevini) yerine getirmezsen, risaletini (elçiliğini) tebliğ etmiş olmazsın. (Bu görevini yerine getirmek istediğin­de) Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kafir olan toplumları hidayete ulaştırmaz."[88]

3. İnsanları hidayete erdirmeye çalışmak ve onları, dosdoğru yol olan İslam'a götürmek: Bu görev bütün Pey­gamberler için çok önemli bir görevdir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) 'ın durumu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Biz, Mûsâ 'yi, 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah'ın günlerini hatırlat diye onu mucizelerle gön­derdik. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler bulunmaktadır."[89]

Nitekim Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.Muhammed (s.a.v) 'in durumu hakkında ise şöyle buyur­maktadır:

"Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Yine Allah'ın izniyle bir davetçi ve nur saçan bir lamba olarak gönderdik."[90]

4. Peygamberlerin, insanlığa güzel bir örnek ve iyi bir model olması: Buna göre Peygamberler, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) bütün insanlığa güzel bir Örnek ve iyi bir modeldirler. Bundan dolayıdır ki Şanı Yüce Allah, bize, Peygamberlere uymayı ve onların bulundukları yol üzere yürümemizi emretmiştir. Aynı zamanda Allah, onları, mü­kemmel olma hususunda bir örnek ve üstünlüğe de bir ad kılmıştır. Çünkü onlar, akıl yönünden insanların en uygun ola­nı, gidişat yönünden insanların en temiz olanı ve derece ve mevki yönünden de insanların en değerli olanıdır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki, Resulullah'da, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için en mükemmel bir örneklik vardır. "[91]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "O (Peygamberler), Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayet yoluna uy.De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”[92]

5. İnsanlara; öldükten sonra dirileceklerini, sonlarının ne olacağını hatırlatmak ve ölümden sonraki halleri bil­dirmek: Bu konuya bir çok ayetler işaret etmektedir. Bunlardan birisi de Yüce Allah'ın şu sözüdür:

"Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını bildirerek sizi uya­ran Peygamberler gelmedi mi? (der onlarda) 'Ey Rabbimiz! Kendimiz aleyhine olarak (buna) şahidlik ederiz' diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece gerçek kafir kimseler olduklarına, kendileri de, kendi aleyhlerinde şahid oldular. Bunun sebebi şudur: 'Rabb'in, halkı habersiz bulunurken (yaptıkları) zulüm sebebiyle, memleketleri helak edici değil­dir."[93]

6. İnsanları; geçici dünya hayatından, ebedi olan ahiret hayatına önem vermeye yöneltmek: Buna göre Yüce Allah Peygamberleri, insanların bakışlarını geçici dünya hayatından ebedi ve kalıcı olan ahiret hayatına yöneltmek için göndermiş­tir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibaret­tir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı."[94]

Yine Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma isteğinden ibarettir..."[95]

7. insanlara, Allah katında ileri sürebilecekleri bir ba­hane bırakmamak: Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Peygamberler (geldikten) sonra, insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri (hüccetleri ve delilleri) ol­maması için (Biz), Peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik."[96]

Yani Allah, yarattıklarından birisi; (Peygamber geldikten sonra) "Eğer Allah bana bir Peygamber göndermiş olsaydı, (gönderilen o peygambere) iman eder ve itaat ederdim" demesi şeklindeki mazeretlerini boşa çıkarmak için insanlara, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberlerini göndermiştir. Böylece Allah, Peygamber göndermek ve kitap indirmekle, insanoğlu­nun yapabileceği bu gibi itirazların önünü almıştır. Nitekim Yüce Allah Tâhâ Sûresinde bunu şöyle haber vermektedir:

"Eğer Biz, bundan Önce onları helak etseydik, muhakkak ki onlar: 'Ya Rabbi! Bize bir Peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce ayetlerine uysaydık' diyeceklerdi."[97]

İşte kısaca naklettiğimiz bu başlıklar, Peygamberlerin, (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) en önemli gö­revleridir. Başarıya ulaştıran ve dosdoğru yola ileten, şüphesiz ki Allah'tır. [98]



[85] Enbiyâ: 21/25.
[86] Nahl: 16/36.
[87] Ahzâb: 33/39.
[88] Mâide: 5/67.
[89] İbrahim: 14/5.
[90] Ahzâb: 33/45-46.
[91] Ahzâb: 33/21.
[92] En'âm: 6/90.
[93] En'am: 6/130-131.
[94] Ankebut: 29/64.
[95] Hadîd: 57/20.
[96] Nisa: 4/165.
[97] Tâhâ: 20/134.
[98] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 51-55.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İKİNCİ BÖLÜM

PEYGAMBERLERİN DAVETLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Davetin Şekilleri Ve Özellikleri

Peygamberlerin Davetlerinin Özellikleri Nelerdir
?

Birinci Özellik

İkinci Özellik

Üçüncü Özellik

Dördüncü Özellik

Beşinci Özellik

Altıncı Özellik

Yedinci özellik

Peygamberlerin Sıfatları

Peygamberlerin Vasıfları


1. Sıdk (Doğruluk)

2. Emanet (Güvenirlilik)

3. Tebliğ

4. Fetanet (Zeki ve Akıllı Olma)

5. Nefret Verici Kusurlardan Uzak Olma

6. İsmet (Masumiyet)


Resim

İKİNCİ BÖLÜM

PEYGAMBERLERİN DAVETLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Davetin Şekilleri Ve Özellikleri
Peygamberlerin Davetlerinin Özellikleri Nelerdir?


Peygamberlerin (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun)

davetlerinde bulunan en önemli özellikleri ve şekilleri kı­saca şöyle özetleyebiliriz:


1. Peygamberlerin daveti Rabbanidir. Yani onların daveti, Şanı Yüce Allah'tan gelen teklif ve vahiy iledir.

2. Peygamberler, Peygamberlik görevini yaparken insan­lardan bir ücret istemeyip aksine ücretlerini yalnızca Allah'tan istemeleri,

3. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için uğraşmaları ve iba­deti, yalnızca Şanı Yüce Allah'a yapmaya çağırmaları

4. Davette kolaylık göstermeleri, zorluk göstermemeleri veya sözü anlaşılır bir şekilde söylemeleri.

5. Peygamberlerin, davetinde mevcut olan hedefi ve amacı insanlara açıklamaları.

6. Dünyada zühd hayatı yaşamaları ve ahireti, dünya hayatına tercih etmeleri.

7. Tevhid akidesini insanların arasına yerleştirmeleri ve gayba iman konusunu sağlamlaştırmaları.

İşte bunlar, Peygamberlerin davetinde bulunan özelliklerin en önemlileridir. Bu Özelliklerden her birini izah ederek açık­lamaya çalışacağız. Allah, kendisinden yardım istenilendir. [1]


[1] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 59.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Birinci Özellik:

Peygamberlerin davetinin Rabbani oluşuna gelince, bu­nunla anlatılmak istenilen şudur: "Peygamberlerin daveti, Şanı Yüce Allah'tan gelen teklif ve vahiy iledir. Zira Peygamberle­rin bu daveti, insanların yaşadığı üzüntü verici halleri araştır­ma veya onların düşüncelerinin incelenmesi sonucu olmadığı gibi insanların yaşadıkları zamanda ortaya çıkmış zulüm, bağy, sapma ve zorbalığın sosyal unsurlarında bir sonucu da değildir... Bunların aksine Peygamberlerin daveti, Allah'tan gelen bir vahy ve Şanı Yüce Allah'tan gelen bir teklif iledir. Buna göre Peygamberlerin getirdiklerinin hepsinin kaynağı vahiydir. Çünkü Yüce Allah'ın insanlara gönderdiği her Pey­gamber şöyle söylemekteydi:

"Ben ancak bana vahyolunan şeye uyarım."[2]

Bu ayeti kerimeden[3] de anlaşıldığı üzere; Peygamberler için, Şanı Yüce Allah'tan kendilerine vahyolunan emirleri ve yasakları insanlara tebliğ etme vardır.

Üstad Ebu'I-Hasen en-Nedvi (Allah onu her türlü kötülük­lerden korusun) "en-Nübüvvet ve'l-Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der:


"Seçkin kimselerin en önemlileri ve ilkleri, Peygamberler topluluğudur. Zira onların, insanların arasına yaydıkları ilim, davet ettikleri akide, insanların arasına yerleştirmeye çalıştık­ları dava; onların, zekalarından, izzet-i nefislerinden veya içinde yaşadıkları hayatın, ihmal ettiklerini araştırmalarından yahut önemli hissi duygularından ve feyizli kalplerinden veya hikmet dolu geniş tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Kısaca­sı bunların hiçbirisi değildir. Bunların aksine onların davet et­tikleri akide ve insanların arasına yerleştirmeye çalıştıktan da­vanın kaynağı, vahiy ve risâlettir. Çünkü Peygamberler, bunun için seçilmiş ve bununla değer kazanmışlardır... Bundan dola­yıdır ki Peygamberler; filozoflarla, liderlerle, ıslahatçılarla ve insanlığın, düzgün tarihi ile uzun savaşları sonucu yetiştirilen ileri gelenlerinin oluşturduğu sınıfların hiç biriyle ölçülemez­ler. Çünkü filozof, lider ve ıslahatçıların yaptıkları; içinde bu­lundukları konumlarının bir sonucu, hikmetlerinin bir fidanı, çevrelerinin bir yankısı ve yaşadıkları toplumlardaki anarşi, bozgunculuk vb. hareketlere karşı koyma şeklinde ortaya çıkan bir harekettir... Bu iki topluluk arasındaki ayırıcı sözü, Kur'ân-ı Kerîm, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in lisanıyla şöyle açıklamaktadır:

"(Ey Muhammed!) Deki: 'Eğer Allah dileseydi, Kur'an-ı size okumazdım. Hiçbir suretle de size onu bildirmezdi.' Ben, bundan Önce içinizde bir ömür boyu yaşamıştım. Siz hala aklı­nızı kullanmayacak mısınız?"[4]

Yine Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'inde konuyla ilgili olarak şöyle bu vurmaktadır:

"işte böylece (senden Önceki Peygamberlere veya sana ni­telediğimiz şekliyle vahiy halleriyle) sana da buyruğumuzdan bir ruh[5] vahyettik Sen, kitap nedir? İman nedir? (vahiyden önce) bilmezdin. Fakat Biz, onu (Kur'ân-ı Kerîm'i), kulları­mızdan dilediğimizi doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sende dosdoğru bir yol (olan İslam)a davet etmek­tesin."[6]

Yine Kur'ân-ı Kerîm, risalet için seçilmiş Peygamberlerin asaletinin tabiatı, başlangıcı ve kaynağı hakkında şöyle açık­lamada bulunmaktadır:

"O (Allah), kendi emriyle kullarından kimi dilerse ona ruh (vahiy) ile 'Benden başka hiçbir ilah olmadığım inzar edin, benden sakının' diye melekleri indirir."[7]

İşte bundan dolayı Peygamberler, dahili kişisel unsurlara veya harici-tarihsel olaylara boyun eğmezler. Zira şartlar, du­rumlar, şekiller ve toplumsal olaylar değiştiği halde Peygam­berlerin risâletinde bir değişme söz konusu değildir. Yüce Al­lah, Resulullah (s.a.v)'e dair şöyle buyurmaktadır:

"(0), kendi arzu ve isteğine göre söz söylemez. Onun ko­nuşması ancak kendisine vahyolunan bir vahiy iledir."[8]

Bu ayette de görüldüğü üzere; Hz. Peygamber (s.a.v), (ve diğer Peygamberler,) risâletinde ve Allah'ın hükümlerinde bir değiştirme, tahrif etme, eksiltme ve bunları düzeltip daha iyi bir şekli koymaya güç yetiremez. Sadece kendisine vahyolunana tabi olmakla mükelleftir. Yüce Allah, peygambe­ri Hz. Muhammed (s.a.v)'e bu konuda hüccet olması sebebiyle telkin ederek şöyle buyurmaktadır:

Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.”[9]

İşte buraya kadar anlatılanlar; Peygamberler ile filozoflar ve büyük kimseler arasında ortaya çıkan temel farklılıkları göstermektedir. Zira Peygamberlerin risâleti, mücadeleleri, savaşları, çevreleriyle olan durumları, kültürleri ve sünnetleri vardır. Filozof ve büyük kimseler ise devamlı olarak çevreyi, toplumu, şartları ve durumları gözden geçirip menfaati ve poli­tikayı gözetirler. Politika ve menfaati ilgilendiren durumların ve şartların çoğuna da boyun eğerler. Bundan dolayı çıkarları ve menfaatleri için bir çok konularda mücadele ederler, grup­larla pazarlık ederler ve bir çok şeyi menfaat sağlayacak şey­lerle değiştirirler ve çoğunun sarıldığı temel prensip ise: "Za­man nasıl dönerse sen de Öyle dön" yani zamana göre hareket et."

Buna göre Ebu'I-Hasen en-Nedvi'den aldığımız bu alıntı; filozofların, büyük kimselerin ve ıslahatçıların davasının aksi­ne para, mevki, makam, yöneticilik gibi önemli olan konular­da, davasından vazgeçmesi şartıyla pazarlığı kabul bile etme­yen peygamberin gidişatındaki ve metodundaki net ve açık farkı bize açıklamaktadır...

Müşrikler de, Resulullah (s.a.v)'a, cömert tekliflerde bu­lunmuşlardı ki bunlardan bazıları şunlardır:

1. Müşrikler, davasını terk etmesi karşılığında Resulullah (s.a.v)'e; kendilerinin üzerine hükümdar olmasını,[10]

2. Mekkeli kadınlardan dilediği ve istediğiyle evlendire­ceklerini,[11]

3. Kendilerine ait değerli mallarını ona vereceklerini,[12]

4. Mal ve kıymetli ticaret eşyalarından dilediğini kendisine vereceklerini söylüyorlardı.

Bunun karşılığında ondan; ilahlarını kötülemekten ve taş ile bakırdan yapılmış putlarıyla da alay etmekten vazgeçmesini istiyorlardı. Resulullah (s.a.v)'in onlara cevabı ne oldu? Ve Resulullah (s.a.v)'in doğruluk payı neydi? Doğrusu Resulullah (s.a.v), onların bu tekliflerine karşı zamanı durduracak şu söz­leri söylemiştir:

"Allah'a yemin ederim ki, bu davayı bırakmam için güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koyacak olsalar bile, Allah bu davayı tastamam ortaya çıkarmadıkça bu dava­dan vazgeçmem yada bu davanın yolunda helak olur gide­rim!!" [13]



[2] Ahkâf: 46/9.
[3] Fahreddin er-Râzî. bu ayet ile ilgili olarak şöyle der: "Bu ayetin dış görünüşü, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ve diğer Peygamberlerin, ancak vahiy ile hareket ettiğini gös­terir. Bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ve diğer Peyganberlerin kendiliğinden hiçbir hüküm vermediğine ve ietihad etmediğine aksine bütün hükümlerin vahiyden sadır olduğunu gösterir. Bu husus, "O, kendi hevasından söz söylemez. O. kendisine ilka edilen bir vahiyden başkası değildir." (Necm: 53/3-4) ayetleriyle de kuvvet kazanmaktadır." (Fahreddin er-Râzî, age. 9/442. Ankara, 1988) (ç).
[4] Yûnus: 10/16.
[5] Said Havva, ayette geçen "ruh" kelimesiyle ilgili olarak şöyle der: "Bundan mak­sat. Kuran-ı Kerim'dir. Nesetî de derki: "Yüce Allah "ruh ile, Resulullah (s.av);a vahyettiği Kur'ân-ı Kerîm'i kastetmektedir. Çünkü ceset, ruh ile hayat bulduğu gibi insanların dini de, Kur'ân-ı Kerîm ile hayat bulur". (Said Havva, el-fesası ti't- Tef­sir. 13/171, İstanbul. 1992) <ç>.
[6] Şura: 42/52.
[7] Nahl: 16/2.
[8] Necm: 53/3-4.
[9] Yûnus: 10/15.
[10] Faziletli Üstad Hasan en-Nedvi, en-Nübüvvet ve'l-Enbiyâ, s. 35 Rivayetlere göre; Mekkeli müşrikler ilk önceleri, Resulullah (s.a, v.)'ı, amcası olan Ebu Talib'e şikayet ediyorlardı. Ebu Talib ise onları güzel bir şekilde savıyordu. Bu sefer müşrikler, Ebu Talib'e, Hz. Muhammed (s.a.v)'e karşılık kendisine, Velid b. Muğire'nin oğiu Âmmare'yi verme teklifinde bulundular. Ebu Talib ise onların bu tekliflerini de kabul etmedi- Zira Ebu Talib, ne yeğeninden vazgeçebilyor ve ne de müşrikleri kızdırmak istiyordu. Sonunda, yeğeni Hz. Muhammed (s.a.v)i yanına çağırtıp ona, davasından vazgeçmesini yada eğer bunu yapmak istemezse, davetini biraz hafifletmesini istedi. Hz. Hamza'nın da Müslüman olmasından sonra Mekke'de yaşayan Müslümanlar biraz olsun güçlenmişlerdi. Bunu gören müşrikler taktik değiştirerek Resulullah (s.a.v)'a başka teklifferle geldiler. İlk teklif de bulunan, Kureyş içerisinde önemli bir yere sahip ve ileri gelen kimselerin­den olan Utbe b. Rebia'dır. Utbe, Resulullah (s.a.v)'a giderek ona: "Senin şu getir­diğin ve üzerinde direnip durduğun işle, eğer mal ve servet istiyorsan; sana bizim­kinden daha çok malın oluncaya kadar mallarımızdan toplayıp verelim. Eğer bununla aramızda, daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan seni kendimize bü­yük ve ulu yapalım ve senden başkası ile bütün ilgmizi keselim. Eğer bu işinle hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar yapalım." şeklinde bir teklif­te bulundu.Resulullah (s.a.v) ise onun bu tekliflerini kabul etmedi, (ç)
[11] İkinci olarak ise aralarında Velid b, Muğire, As b. Vail olmak üzere müşrikler­den bir grup Resulullah (s.a.v.)'in yanına gelip ona: ''En zenginleri olacak kadar mal vermeyi, kızlarının en güzeli ile evlendirmeyi, buna karşılık onun; putlara dil uzatmaktan veya yaptıkları şeyleri akılsızlıkla suçlamaktan vazgeçmesini teklif ettiler. Resulullah (s.a.v)'in, getirdiği hak davetten dönmediğini gören Mekkeli müşrikler bu seferde ona: "Bir gün sen bizim putlarımıza tap, bir günde biz senin ilahlarına taparız" dediler. Resulullah (s.a.v), bu teklifi de kabul etmedi. Bunun üzerine bunu açıklar vaziyette "Kafîrun Sûresi" indi. (ç).
[12] Üçüncü olarak ise: Kureyş'in ileri gelenleri, toplu halde Resulullah (s.a.v);in yanına giderek ona; başkanlık ve mal teklifinde bulundular.
Resulullah (s.a.v) ise onların bu teklifini de kabul etmedi. Resulullah (s.a.v)'in, bu teklifleri de kabul etmediğini gören müşrikler, bu seferde ondan; Mekke'deki dar vadileri; kıtlık ve sıkıntı veren Mekke'deki dallan kaldırması için Rabbine dua etmesini ve onların yerine, Şam ve Irak'ta olduğu gibi ırmaklar akıtmasını, ovalar yapmasını ve ayrıca geçmiş baba ve ataların özellikle de Kusay b. Kilab'ı dirilre-sini ve kendisinin Peygamber olduğunu tasdik etmesi gibi şeyler istediler. Resulullah (s.a.v) ise onların bu isteklerini de yerine getirmekten kaçındı. (B.k.z:İhsan Süreyya Sırma Mekke Dönemi ve İşkence, s. 45-58; Ramazan el-Buti, Fikhu's Siyre, s, 114-117) (c).

[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 60-65.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İkinci Özellik:

Hz. Peygamber (s.a.v)'in davetlerinin ikinci özelliğine ge­lince ise o da; Onların, hiç bir kimseden bir ücret istememeleri ve Peygamberlik görevini tebliğ etmede insanlardan bir değer ve para kabul etmemeleridir. Zira onlar, mükafatı ve sevabı yalnızca şanı yüce olan Allah'tan isterler. Peygamberlerden her biri aleni ve açık olarak kavmine ve kavminin ileri gelenle­rine, davetine karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini ilan etmekte ve davetinin dünyalık bir istek veya mal isteğinde ol­madığını bütün açıklığıyla ve netliğiyle açıklamaktaydılar.

Kur'ân-ı Kerîm, bu konuda, Hz. Hûd (a.s)'ın, kavmine şöyle hitap ettiğini açıklamaktadır:

"Ey kavmim! Ben (Allah'ın emirlerini ve yasaklarını teb­liğ etmek için) bu tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?"[14]

Yüce Allah, bu hakikati, Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v)'e de, açık ve net bir şekilde şöyle bildir­mektedir:

"(Ey Muhammed Onlara:) 'Bu (tebliğime ve uyanlarıma) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Sadece Rabbine doğru bir yol isteyen kimseler olmanızı istiyorum' de."[15]

Yine Şanı Yüce Allah, Kur'an'ın bir başka yerinde, Resulullah (s.a.v)'e, davetiyle ilgili olarak şöyle demektedir:

"(Ey Muhammed Onlara:) 'Bu (tebliğime ve uyarılarıma) karşılık sizden bir ücret istemiyorum Ve ben, kendiliğimden bir şey teklif edenlerden de değilim."[16]

Böylece Peygamberlerin hiçbir kimseye maddi kazanç ve­ya dünyevi kazanç maksadıyla davette bulunmadıklarını gör­mekteyiz. Zira Onlar, kavimlerindeki hiçbir kimseden bir ücret istemediklerini, ücretlerini ancak Allah'tan istediklerini ilan etmektedirler. Davetlerinde, işi ihlasla yapmaktalar. Nasihatle­rinde ve irşatlarında ise övgü ve methiye istememektedirler. Sadece Ahiret sevabını ve Allah'ın rızasını arzulamaktadırlar. Yüce Allah bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle buyurmak­tadır:

"Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette, hiçbir şeyi ortak koşmasın.[17]


[14] Hûd: 11/51.
[15] Furkân : 25/ 57.
[16] Sâd : 38/ 86.
[17] Kehf: 18/110.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 65-66.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Üçüncü Özellik:

Peygamberlerin davetlerinin üçüncü özelliğine gelince o da; Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için uğraşmak ve ibadeti yalnızca Şanı Yüce Allah'a yapmadır. İşte bu, bütün Peygam­berlerin her asır ile her zamanda ve her durum ile her mekanda davet ettikleri en önemli gayedir, Çünkü Peygamberlerin gaye­si; zayıf olarak yaratılan mahluku, kendisini yaratana döndürmeleri ve insanların yönünü, kullara kulluktan kurtarıp Şanı Yüce Rab'lerine ibadet etmeye yöneltmekti. Yüce Allah'ın şu sözü de bunu doğrulamaktadır:

"Halbuki kendilerine kitap verilmiş olanlar, doğruya yöne­lerek dini yalnız Allah'a mahsus kılarak O'na kulluk etmek, namaz kılmak ve zekat vermekle -Müslüman olmaları-emrolunmuşlardı. İşte bu, en doğru dindir."[18]

Allah bütün Peygamberleri, bu yüce ve kutsal olan "Tevhid davası" ile ibadet yoluyla niyeti ve ameli yalnızca yü­ce olan Allah'a mahsus kılmak için göndermiştir. Nitekim Yü­ce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona, 'Benden başka ilah yoktur; şu halde bana ibadet edin' diye vahyetmiş olmayalım."[19]

Büyük Üstad Ahmed Şah Veliyullah ed-Dihlevî, "Hüccetullah Baliğa" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöy­le der:


"Her zaman ve her şartta Peygamberlerin davetlerinin ilki ve en büyük amaçları; Yüce Allah konusunda "akideyi dü­zeltmek ve "kul ile Rab arasındaki bağı sağlamlaştırmak" ve "din ile ibadeti", bir olan Allah'a mahsus kılmaya çağırmak olmuştur. Bu da zararlı olanı faydalı kılmak, ibadeti, duayı, sığınmayı ve kurban kesmeyi bir olan Allah'a tahsis etmektir... Onların hamleleri; kendi zamanlarında mevcut olan taş ile ba­kırlardan yapılmış putlara, diri yada ölü kimselerden Salih ve kutsanan zatlara tapmada bütün açıklığıyla çeşitli şekillere bü­rünmüş putçuluğa yönelmiş olanları durdurmaktı. Çünkü cahiliyyet dönemi halkı; Yüce Allah'ın, bu gibi kimselere, şeref ve şan elbisesi verdiğine, onları bazı özel işlerde tasarruf sahibi yaptığına, her bölgeye bir hükümdar gönderen ve o ül­keyi yönetme hususunda ona görev verdiği hükümdarlar hü­kümdarı derecesinde kayıtsız-şartsız, onların, kendileri hak­kındaki şefaatlerini kabul ettiğine inanmaktaydılar."[20]


[18] Beyyine: 98/5.
[19] Enbiyâ: 21/25.
[20] Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Hüccetullah Baliğa, 1/363.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 66-68.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Dördüncü Özellik:

Peygamberlerin davetlerinin dördüncü özelliğine gelince ise oda: Davette kolaylık göstermeleri, zorluk göstermemeleri ve sözü anlaşılır bir şekilde söylemeleridir.

Bu özellik, bütün Peygamberlerin davetinde açık bir şekil­de görülmektedir. Çünkü onlar, davetlerini, insanların tabiatına uygun bir şekilde yürütürler. İnsanlara, akılları miktarınca hi­tap ederler. Bazı büyük kimseler ile ıslahatçıların yaptığı gibi davetlerini zorlaştırmayıp insanların anlayamadıkları veya id­rak edemedikleri şeyle insanlara hitap etmezler. Yahut sözleri, insanların anlayabilecekleri bir şekilde söylerler... Peygamber­ler, büyük kimseler ile ıslahatçıların aksine davet ve tebliğle­rinde "Hikmet" yolunu tutarlar. İşte bundan dolayı Kur'an, bunu, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in diliy­le şöyle haber vermektedir:

"Ben, kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden deği­lim."[21]

Nitekim Rabbi, ona, "Hikmet" ile insanları, Allah'a davet etmesini emretmektedir. Şanı Yüce Allah bu konuda ise şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, 'Hikmet'le[22], güzel öğütle[23] davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da iyi bilir."[24]

Davetin başarılı olabilmesi için;

1. Zanaat ve meslek yöntemlerinden sakınmak,

2. İnsanları davet etmede yahut onlara hitap etmede zorluk çıkartmamak,

3. Büyük-küçük, bilen-bilmeyen her türden insanın anla­yabileceği mantık ve akli delil ile hüccetin getirilmesi gerek­mektedir...

Hz. İbrahim (a.s), keskin delillerini; yolların en kolayıyla, yolunu keserek ve delilleri beynine vururcasına ortaya koyarak azgın ve zalim düşmanına karşı şöyle getirmektedir:

"İbrâhîm, 'Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor, sen­de batıdan getirsene' dedi. (İbrahim'in, meydan okurcasına ileri sürdüğü bu delil karşısında) inkar eden, şaşırıp dona kaldı. Allah, zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez."[25]

Böylece zanaat ve meslek yöntemlerinden, kelamı metodlardan ve zor işlerden uzak olarak yaratılışa hitap eden "Yaratılış Yöntemi"nin, davet yolunda daha başarılı olduğu­nu görmekteyiz.

Hüccetü'l-îslam İmam Gazâlî (rh.a), bu konuda, şu çok güzel sözü söylemiştir:


"Kur'ani deliller, her insanın faydalandığı gıdaların misâli gibidir. Kelamcıların delilleri ise birçok insanın faydalandığı ve çoklarının zarar gördüğü ilaçların misâli gibidir. Kelamcıla­rın delillerinin aksine Kur'ani deliller, bebek ve kuvvetli ada­mın faydalandığı suyun misâli gibidir. Diğer deliller ise kuv­vetli kimselerin bir defasında faydalandığı, başka bir defada ise hastalandığı ve bebeklere kesinlikle fayda sağlamayan yi­yeceklerin misâli gibidir."[26]

İmam Fahreddin er-Râzî de (rh.a) bu konuda şöyle der: "Kelami yöntemleri ve felsefi metodlar araştırdığında, hastaya şifa vermediğini ve çoğu kimseyi sulamadığını yani derdine çare olmadığını görürsün. Fakat Kur'an metodunun, Allah'a en yakın yol olduğunu gördüm. Benim gibi (böyle) tecrübe eden, benim bildiğimi bilir."[27]


[21] Sad: 38/86.
[22] Fahreddin er-Râzî, bu kelimeyle İlgili olarak şöyle der: "Buradaki hikmet, kesin inancı ifade eden kafi delil!. Ki, işte bu, ayeti kerimede de, 'hikmet' adıyla adlandı­rılmıştır. Bu, derecelerin en kıymetlisi ve makamlarında en yücesidir. İşte bu, Al­lah'ın, 'Kime de hikmet verilirse, muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir.' (Bakara: 269) ayetinde bahsettiği delildir." (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 14/377) (ç).
[23] Güzel öğüt ise zanni ipuçları ve iknai delillerdir ki, bunlarda ayeti kerimede "Güzel Öğüt" olarak belirtilmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 14/378) (ç).
[24] Nahl: 16/125.
[25] Bakara: 2/258.
[26] îmanı Gazâlî'nin bu sözü için b.k.z: Gazâlî, Îlcamü'l-Avam an Dmi'I-Kelam, s. 20 (c).
[27] İbn Teymiyye, en-Nübüvvat, s. 147-148.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Beşinci Özellik:

Beşinci özellik de Peygamberlerin daveti hakkındadır. Bu da; davet hakkındaki gaye ve amacı açıklamaktadır. Bundan dolayı bütün Peygamberler, insanları açık bir amaca ve apaçık bir düşünceye çağırmakta olup davetlerinde şüphe ve gizlilik söz konusu değildir... Yüce Allah, bu konuda, nebilerin ve Re­sullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed! Onlara:) İşte bu, benim yolumdur. Ben, bir delil ve hüccete dayanarak (sizleri), Allah 'a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlarda (benim sünnetime, slretime ve yoluma) davet ederler. Allah'ı tenzih ederim. Ben, müşriklerden değilim' de."[28]

Burada da görüldüğü üzere Peygamberlerin metodu açıktır ve onların davetleri, gündüzleyin öğle vaktindeki güneş gibi ortadadır. İşte bundan dolayı Yüce Peygamber (s.a.v), konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Ben, sizleri, gecesi, gündüz gibi aydınlık olan dosdoğru bir yol (olan İslam) üzere bıraktım. Benden sonra hiçbir kimse ondan sapmaz, sapan ise helak olur."[29]

Böylece Peygamberlerin, insanları açık bir amaç ve şerefli bir gaye olan rabbani risâlete davet ettiklerini görmekteyiz. Zira Peygamberler, davetlerinde; maksatlarını ve amaçlarını gerçek ve hakiki şekliyle bilmeyen bazı büyük kimseler ile filozofların durumu gibi, davetin arkasına gizlenmiş amaç ve gaye ile eğrilmiş yolları tutmazlar. [30]


[28] Yûsuf: 12/108.
[29] Ahmed b. Hanbel. Müsned. 1\ 26; îbn Mâce, Mukaddime, 6 (43).
[30] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 68-71.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Altıncı Özellik:

Altıncı özellik de: Dünyada züht yaşantısı ve Ahireti, dün­ya hayatına tercih etmektir...

Bu özellik, Peygamberlerin daveti için gerekli olan bir özelliktir. Buna göre Peygamberlerin gayesi; dünyanın süsü ve ziynetiyle mal kazanmak değildir. İşte bundan dolayıdır ki bü­tün Peygamberler, dünyada nimetlenmeye ve orada büyük kimselerin yaşayışı şeklindeki bir yaşamaya güçleri yettiği halde, zor şartlar ve sıkıntı içerisinde yaşamışlardır...

Buna rağmen onlar, devamlı olanı (yani Ahiret hayatını), geçici olana (yani dünya hayatına) tercih etmişlerdir. Çünkü onlar,
"Allah katında olan daha iyi ve devamlı "Kasas: 28/60) ve "Allah katında olan şeyler, iyi kimseler için daha hayırlı­dır" (Ali İmrân: 3/198)' de geçenlere şüphesiz yekinen inanır­lar ve bilirler. İşte bundan dolayı onlar dünyada zühd hayatı yaşamışlar ve Ahirette de makbul kimselerdendirler. Yüce Al­lah, Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e şöyle hitap etmektedir:

"Kendilerini imtihan etmek için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme! Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır."[31]

Resulullah (s.a.y)'in hanımları, Resulullah'tan, nafakaları­nı genişletmesini ve geçimlerini artırmasını istemekle; dünya­da bolluk, rahatlık ve güzel nimetler içerisinde yaşamakta olan diğer kadınlar gibi hareket etmek istemişlerdir...[32]

Ayrıca onlar Resulullah (s.a.v)'den, -bu, onların hayata göğüs germeleri için bir ders olması gerekirken- kendileri için gökten bir serbestlik indirmesini[33] istediklerinden dolayı Yüce Allah, peygamberine, hanımları serbest bırakmasını şu sözüyle emretmiştir:

"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: "Eğer dünya haya­tını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, peygamberini ve ahiret yurdunu İstiyorsanız bilin ki, Allah, içinizden iyi davrananlara büyük bir mü kafat hazırlamıştır."[34]

Bir adam Nebi (s.a.v)'e geldi ve o'na: "Ey Allah'ın Resu­lü! Allah'a yemin.ederim ki, ben seni, gerçekten seviyorum", dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), o adama:

- 'Ne söylediğine iyice bir bak!' buyurdu. Adam sözünü Resulullah (s.a.v)'e üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) o adama:

'Gerçekten beni seviyorsan, korunmak üzere fakirliğe ha­zırlan. Şüphesiz ki fakirlik, beni sevene (dağdan ve tepeden) selin akması gibi varacağı yere süratle gelir.' buyurdu."[35]

Üstad Ebu'I-Hasen en-Nedvî, "en-Nübüvvet ve'î-Enbiyâ" adlı kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der:


"Peygamberlerin daveti, yalnıza dil ile ve yalnızca kendi ümmetlerine olmayıp aynı zamanda sadece ahirete, ahireti dünyaya tercih etmeye ve dünyanın mal ve mülkü ile kıymeti­nin değersizliğine de değildi. Onların daveti, hem kendileri için ve hem de ümmetlerinin yaşantıları için, bir başlangıç ve bir yöntem idi. Ayrıca onlar, ahirete iman edenlerin ve yaşantı­larında davet üzere yürüyenlerin ilkleriydiler. Bundan dolayı onlar dünyada önem vermeyen ve yalnızca ahirete yönelen kimselerdi. Gerçekten de onlar, büyük makamlara ve (yaptık­ları daveti) tehlikeye sokacak yerlere de önem vermemişlerdi. Üstelik onlar, kendilerini, davetleri yolunda adamışlardı....

Acaip konuları ortaya çıkaran, nefisleri büyüleyen, kalple­ri; büyüklük ve heyecan ile dolduran, davet ve Peygamberlik yolunda yürüyenlere ışıklardan yüce bir ışık saçan Hz. Pey­gamber (s.a.v)'in geçimi, kendi ve Ehli beytinin hayatı, tarih kitaplarında ve nebevi siyerde bilinmektedir. Davetçinin şiarı ve devamlı olanı şöyle demesidir: "Ey Allahım! Benim için sadece ahiret hayatı vardır, (dünya hayatı yoktur)."
[36]



[31] Tâha: 20/131.
[32] Hz. Peygamber (s.a.v), hem kendisi ve hem de Ehli beyti için pek sade bir hayat sürmeyi tercih etmişti. Fakat bu tercih, geçimi temin hususunda acizlikten kaynak­lanmamaktaydı, Çünkü Resulullah (s. a,v), henüz hayattayken fetihler yapılmış, ganimet malları elde edilmiş, daha önce malı mülkü olmayan,ekmek parasına muhtaç kimseler zengin olmuşlardı. Buna rağmen bir ay geçer, onun evinde ateş yanmadığı olurdu. Resulullah (s.a.v), eline geçen zekat, bağış ve hediyeleri cömertçe dağıtıyordu. Onun, sade ve mütevazı hayatı seçmesinin sebebi şuydu: Dünya hayatının geçici süsüne aldanmayıp, Yüce Allah'ın katındaki ebedi nimetlere rağbet etmek... Mal ve servete sahip olduğu halde iffet ve kanaatle yaşayış maddiyatın üstünde yücelen kişinin rağbeti... Yoksa Allah'ın Resulü,kendisi ve Ehli beyti için seçtiği böyle bir hayatı yaşamaya akide ve şeriatı yönünden mecbur değildi. Çünkü onun akide ve şeriatında, helal ve temiz olan şeyler yasaklanmamıştı... Onun böyle yaşaması, fani dünyanın geçici zevk ve süsüne kapılmadan, onun ağırlığından kurtulup nefsin heves ve arzularından tam bir hürriyete kavuşmak İçindi. Lakin Peygamber (s.a.v)'in hanımları, diğer kadınlardan çok üstün, değerli ve peygamberliğin feyizli kaynağında bulunmalarıyla birlikte nihayet birer insandı. Onlarında herkes gibi, beşeri his ve istekleri vardı. Bu itibarla hayatın geçici zevkine karşı olan tabii arzu, onlarında gönlünde canh olarak yaşıyordu. Ne zamanki, Yüce Allah'ın, pey­gamberine ve ümmetine bolluk ve genişlik ihsan ettiğini görünce, nafakalarını ar­tırması için Resulullah (s.a.v)'e müracaat ettiler. O ise bu vaziyeti hoş karşılamadı. Üzüntü ve hoşnutsuzluk gösterdi. Zira onun ideali, böyle önemsiz şeyleri hiç mühimsemeden, bunlarla meşgul olmadan kendisi için seçtiği yüce ve hoş hayatı yaşamak ve kendisine inanmış olan sahabe (r.anh) ile birlikte bu debdebeli dünyanın her türlü olumsuz tesirinden uzak olarak yüce, parlak ve nurani ufukta kalmak ve böylece hayatının sonuna kadar devam ettirmekti." (Seyyid Kutub, Fİzilali'l-Kur'an, 12/11-12 (ç).
[33] ''Muhayyerlik" (yani serbest bırakma) hakkındaki bu iki ayet hedefi şöyle sıra­landırıyor: İlya dünya hayatı ve süsü,yahut Allah, peygamberi ve ahiret yurdu... Bir kalp hayatı iki türlü tasavvur edemez. Yüce Allah, hiçbir insanın içinde iki kalp yaratmamıştır. Peygamberlerin hanımları: "Vallahi, bu meclisten sonra Allah'ın Resulü'nden elinde olmayan bir şeyi istemeyeceğiz" diye yemin etmişlerdi. Kur'an davanın esasını ve sebeplerini tespit için indi. Haddizatında mesele, talep edilen şeyin peygamberin elinde bulunup bulunmaması değildi. Mesele; Allah'ı, peygam­beri ve ahiret yurdunu bütünüyle tercih, yahut dünyanın süsü ve metaını tercih et­mekte idi. İster yeryüzünün bütün hazineleri ellerinin altında olsun, isterse evlerinde yiyecek ekmek bulunmasın, eşit idi. Onlar kesin olarak serbest kılındıktan sonra Allah'ı, peygamberi ve ahireti tercih ederek Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanındaki yüce mevkilerini, o ''Büyük Elçinin" evine layık, şerefli ve yüce ufukta korumasını bilmişlerdir. Peygamberimizin bu tercihe memnun olduğuna dair rivayetler vardır. (Seyyid Kutub, Fizilalrl-Kur'an, 12/14-15).
[34] Ahzâb: 33/28-29.
[35] Tirmizî, Zühd 36. Tirmizî, bu hadis hakkında, "Hasen-Garib" demiştir.
[36] EbuT-Hasen en-Ncdvi. en-Nübüvvet ve'1-Enbiyâ.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 71-74.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Yedinci özellik:

Peygamberlerin davetlerinin yedinci özelliği ise, "İnsanla­rın arasına Tevhid akidesini[37] yerleştirme ve gayba iman konu­sunu sağlamlaştırmasıdır."

Bu, bütün Peygamberlerin davetinde -gören gözler için-bütün açıklığıyla ve genişliğiyle ortaya çıkan apaçık özelliklerden biridir. Zira onların hepsinin mücadelelerinin temel noktası; insanların arasına "Tevhid akidesini" yerleştirme, gayba iman konusunu sağlamlaştırma, Allah'ın vahdaniyetini yani birliğini ispat etmeye ve yaratıcının varlığını ortaya koymaya çalışmak olmuştur. Bundan dolayı Peygamberlerden her biri, Peygamber olarak gönderildiği kavmini putçuluk ve şirk tehlikelerinden sakındırmaya çalıştıklarını görmekteyiz.

Onlar, gönderildikleri toplulukları, Allah birlemeye davet etmekte ve ibadeti, putlara vb. şeylere değil de yalnızca O'na mahsus kılmaya çalışmaktadırlar. Sana Peygamberlerden her birinin kıssalarını haber veren Kur'ân-ı Kerîm ayetlerini bir dinleyin!... Tevhidin, onların davetlerinin nasıl temel noktası ve mücadelelerinin nasıl gayesi olduğuna iyi bir bak?.. Buna göre Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz. Nuh (a.s) hakkında şöyle haber verdiğini bulursunuz:


"And olsun ki Nuh'u kavmine gönderdik. (Bunun üzerine Nuh onlara): 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Zira sizin, O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi. "[38]

Yine Kur'ân-ı Kerîm'in, bu konuda Hz. Hûd (a.s) hakkın­da şöyle haber verdiğini bulursunuz:

"Ad milletine de, kardeşleri Hûd'u (Peygamber) olarak gönderdik. (Hûd, onlara:) 'Ey Kavmim! Allah'a ibadet, edin.Zira sizin O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi"[39]

Yine Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz. Salih (a.s) ile ilgili şöyle ha­ber verdiğini görürsünüz:

"Semûd milletine de, kardeşleri Salih 'i (Peygamber ola­rak) gönderdik. (Salih, onlara): 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. Zira sizin, O'ndan başka ilahınız yoktur' dedi."[40]

İşte Kur'ân-ı Kerîm, bütün Peygamberlere dair bilgiyi, bize, bu şekilde haber vermektedir. Zira Peygamberlerin birleştikleri temel nokta; insanları, Tevhide davet etmeleriydi. Hz. İbrahim (a.s)'a gelince ise en anlaşılır ve en açık bir şekilde onun daveti, Tevhid ve mücadelesi ise putçuluk olmuştur. Böylece onun, kavmi içerisindeki kimselerin akıllarını ve putlara tapanları akılsızlıkla suçlamadaki sert çıkışının sebebi or­taya çıkmaktadır. Nihayetin de ise onu, ateşin içerisinde yak­maya karar verdiler. Fakat Yüce Allah, onu, kavminin tuza­ğından kurtarmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Biz: 'Ey ateş! İbrahim 'e karşı serin ve zararsız ol' dedik. Kavmi ise O'na, tuzak kurmak istedi. Fakat Biz, onları, hüsra­na uğrayanlardan kıldık."[41]

İşte böylece Peygamberler ile kavimleri arasında gerçek risalet ve Tevhid daveti etrafında şiddetlenen mücadeleyi görmekteyiz. Ama sonuç ise, Hakk'ın zaferiyle, Peygamberlerin galibiyetiyle ve yalancıların helak olmasıyla sonuçlanacaktır... Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Andolsun ki peygamberlikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: «Onlar var ya, elbette onlar muzaffer olacaklardır ve elbette bizim ordularımız mutlaka galip geleceklerdir.[42]

Bu beşeri üstünlük,[43] kıyamete kadar gönderilecek olan elçiler olan Allah'ın kulları ve hak davetçileri için geçerlidir. Şanı Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Doğrusu Biz, Peygamberlerimize ve müminlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri (kıyamet) gününde de yardım ederiz. O gün zalimlere, Özür beyan etmeleri (kendilerine) fayda sağlamaz. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır."[44]




[37] Tevhid: Allah'ı; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşsiz olduğunu bilmeye ve Öylece inanmaya, ortağı ve benzeri olmadığına, doğmadığına ve doğrulmadığına ve itikaden inanılmasına; aynı şekilde niyet ve amel olarak ibadeti ve itaati yalnızca Allah için yapmaya, O'na boyun eğmeye, O'na yönelmeye, O'na tevekkül etmeye- O'ndan korkmaya, O'ndan beklemeye Tevhid denir. Bu tanıma göre Tevhid, ikiye ayrılır:

a- Rububiyyet (itikadi) Tevhidi: Bu tevhidin anlamı; Allah (c.c), göklerin ve yerin Rabbı içindekilerinin yaratıcısı olduğuna, tasarrufunda bir ortağı bulunma­dığına, bu alemin bütününün egemenliğinin O'nun olduğuna, hükmünde hesap vermediğine, her şeyin Rabbinin O olduğuna, her canlıya O'nun rızık verdiğine, bütün işleri O'nun evirip çevirdiğine, yalnızca O'nun yükselttiğine ve alçalttığına, yalnızca O'nun verdiğine ve engel olduğuna, zarar ve yarar verdiğine, sadece O'nu izzetli ve zelil kıldığına. O'nun dışındaki her şeyin ne kendisi için ne de başkası için ne bir hayra ne de bir şerre ancak Allah'ın dilemesi ve izniyle gücü yettiğine inanmaktır.

b. Uluhiyyet (Ameli) Tevhidi: Bu tevhidin anlamı; ibadette, boyun eğmede, kesin itaatle, ne yerde, ne gökte tek ve ortağı olmayan Allah' ı birlemektir.

Tevhid; rububiyyet tevhidine, uluhiyyet tevhidi katılmadan kesinlikle gerçekleşmez. Bu tek başına yeterli değildir. Müşrik Araplarda, Rububiyyeti kabul ediyorlardı. Bununla birlikte putlara tapmak suretiyle Allah'a ortak koştuklarından dolayı bu onları, İslam'a sokmadı. Allah ile birlikte başka ilahlar edindiler. Bunla­rın, kendilerini Allah'a daha fazla yaklaştıracağını, Allah katında onlara şefaat ede­ceğini sanıyorlardı.
(Yûsuf Kardavi. Tevhidin Hakikati, s. 20-23)

Tevhid, Allah'ın sıfatlarının bazılarını kabul edip sadece bunlara inanmakla gerçekleşmez. Ve böylesi, Tevhidi parçalayan, tavırlarla bütün peygamberler mü­cadele etmiştir. Peygamberimizin de gayesi tevhidi yaymaktır. O Tevhide davet etmiş, putçulukla hep mücadele içinde olmuştur.

"La ilahe illallah diyen cennete girer."
(Buharî, Iman:l; Müslim. İman 43-45; Tirmizî, İman 2775) müjdesinin muhatabı olamaz. Ayrıca insanlara bu biçimiyle anlam kazanan bir Tevhid inancı içinde Peygamberler gönderilmemiştir; "insanlarla 'La ilahe illallah' deyinceye kadar savaşmakla, emrolundum." (Buharı, Zekat 689; Müslim, İman 32-38; İbn Mâce, Fiten 3927; Nesai, îman 4970; Tirmizî, 2733) ifa­desinde anlam bulan Tevhid de, Allah'ı sadece yaratıcı, İlah, Rab veya Melik olarak tanımak değildir. Zira bunların hepsi Tevhidin büyük bir kısmını ifade eder, fakat tamamını değil dolayısıyla parçacı düşüncelerin hiçbirini, Peygamberlerin tebliğle­rinin esasinı oluşturan "'La ilahe illallah"ı kabul anlamına gelmez.

"La ilahe illallah"ın sadece benimsenen bir söz olarak ifade edilmesinin ise, Tevhid ile hiçbir İlgisi yoktur. Elbette ki "La ilahe İllallah" bir sözdür. Resulullah (s.a.v), insanların, bu sözü söylemelerinin cennete vesile olacağım açıklar. Ancak bu, onu hiçbir anlam ifade etmeyen veya anlamı tam olarak bilinmeyen bir söz olarakta söyleseniz olur anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı, onun, Mekke müşrikle­rinin hiç tereddüt etmeden söyleyecekleri bir söz olacağı kesindi. Konuyla ilgili bir çok örnekler vardır... Onlar, muhtevasını çok iyi anladıkları bu sözün, kendilerinin kabul ettikleri Tevhidi unsurların eksik olduğunu, kabul etmekten kaçındıkları uluhiyyet konusunu da Tevhid 'in kapsamına aldığını bilirler. Bunun ise sadece bir söz olarak söylenmekle bîr anlam ifade etmeyeceğini, O'nun öncelikle bireysel ve sosyal yaşantıda açığa çıkması gereken hayat tarzı olduğunu anlarlar. Bu yönüyle de Tevhidin bir defa değil, on defa dahi söyleseler, bir söz olarak kaldığı sürece bir anlam ifade etmediğini. Resulullah {s.a.v)in de bir söz söylemekle sadece söyle­meyi kastetmediğini iyi bilirler.
(Celalettin Vatandaş. Tevhid ve Değişim, s. 54-55).
[38] Mü'minun: 23/23.
[39] Hûd: 11/50.
[40] Hûd: 11/61.
[41] Enbiyâ: 21/69-70.
[42] Saffât: 37/171-173.
[43] Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v):i ve Ashabını, O'na muhalefet edenlere. Dine karşı çıkıp yalanlayan, O'na düşmanlık edenlere karşı muzaffer kıl­mıştır. O'nun sözünü en üstün söz haline getirmiş, dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmıştır...İnsanlar aynı şekilde alışageldikleri ve gözleriyle görebilecek muayyen bir şe­kilden ibaret zannettikleri zaferin, yardımın manasını gereği gibi kavramakta kusur göstermektedirler. Oysa zafer ve yardımın şekilleri çeşitlidir. Kimi şekiller kısa mesafeli bakış halinde zafer, bozgun ile karışık bir görünüm arz edebilir. İşte ateşe atılırken Hz. İbrahim (a.s)'ın durumu... Acaba Hz. İbrahim (a.s), bu konumda zafer kazanmış birisi miydi? Yoksa bozguna uğramış bir durumda mıydı? Akide mantı­ğına göre O'nun ateşe atılırken daha zaferin ve yardımın zirvesinde olduğunda bir şüphe yoktur. Nitekim o, ateşten kurtarılırken bile ikinci bir defa daha zafer kazan­mıştı. (Said Havva, el-Esas-i fı't-Tefsir. 12/514-515) (ç).
[44] Gâfir (Mü'min): 40/ 51-52.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:74-78.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Sıfatları

Yüce Allah, Peygamberleri; kendisiyle kulları arasında el­çiler olmaları ve onları, büyük emanet olan vahiy emanetini yüklenmeleri ile risâleti, kullarına tebliğ etmeleri için diğer mahlukatı arasından seçmiştir... Allah'ın, yüce hikmeti, onları; ahlak bakımından insanların en mükemmeli, ilim bakımından insanların en üstünü, soy bakımından insanların en şereflisi ve güvenirlilik bakımından insanların en yücesi kılmıştır. Ayrıca onları, kendi yardımıyla korumuş,[45] gözetimiyle gözetmiş,[46] bizzat Şanı Yüce Allah onları terbiye etmiştir. Nitekim Şanı Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a. v.)'e hitaben şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammed!) Rabbinin hükmü, (yerine gelinceye ka­dar) sabret Doğrusu sen, gözetimimiz altındasın." [47]

Nitekim Şanı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a hi taben de şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Mûsâ!) gözümün önünde yetişesin diye."[48]

Biz Kur'ân-ı Kerîm'e tabi olduğumuzda, onu inceden in­ceye düşündüğümüzde ve anlayacak bir şekilde okuduğumuzda ve Peygamberlik müessesesi ile Peygamberlerden haber veren Kur'an'ın ayetlerine yöneldiğimizde onda; Allah'ın, kendilerine Peygamberlik verdiği ve risâleti yüklemek için seçtiği Allah'ın salih kullarından seçilmiş kimseler için güzel övgüler bulmaktayız.

Allah, Peygamberleri; "hidayet" ve "düzeltme" meşalesini yüklenmeleri ve insanlık yoluna girenleri; mutluluğa, emniyet ile selâmete götüren kimseler olmaları için onları diğer mahlukatı arasından seçmiştir.

Biz, övülmüş olan bu kitaba yönelmekteyiz. Bundan dolayı Allah bu kitabı, kainatta ondan daha güzelini yaratmadığı bir örnek ve şekil ile -içindekileri bilsinler diye-bize göndermistir...Peygamberlerin sözleri ile ilgili Kur'an'ın yöntemini; hayat fışkıran, güler yüzle dolup taşan ve sevgiyle, teşvikle büyüyüp gelişmekte olan bir yöntem olduğunu görmekteyiz... Bundan dolayı Kur'an, onları; güzel övgülerle anlatmış, onları, aklı ve yaratılış sıfatları ile vasıflarının ismiyle nitelendirmiştir. Bütün bunların hepsi; Peygamberlerin, Allah'ın mahlukatı arasından seçilmiş tertemiz kimseler ve insanlık alemi için çıkarılmış mükemmel "yüce bir örnek" olduklarına delalet et­mektedir.. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"O (Peygamberleri), emrimiz altındaki insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat veimeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendir."[49]

Yüce Allah, Hz. İbrâhîm Halil (a.s) ile ilgili ise şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Kitab da İbrâhîm ile ilgili anlattıkla­rımızı da (müşriklere) an. Şüphesiz O, dosdoğru bir peygam­berdir."[50]

Yine Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti.[51]

Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile ilgili ise şöyle buyurmaktadır:

"(Allah) 'Ey Mûsâ! Ben, seni, risâletim (i tebliğ etmek için sana indirmiş olduğum Tevrat gibi mesajlarım) ve (Benim se­ninle) konuşmam ile,) seni, (çağdaşın olan)insanlara üstün kıldım. Şimdi sana verdiğim (Peygamberlik şerefin)i al! ve (sana vermiş olduğum nimetlerden dolayı da) şükredenlerden ol' buyurdu.[52]

Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in başka yerlerinde peygamberi ve kendisiyle konuştuğu Hz. Mûsâ (a.s) hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Kitap !da Mûsâ 'ya dair (anlattıklarımı­zı da) an! (Zira o, Allah'ın göndermiş olduğu müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberlerinden ve kendileriyle birlikte insanlar arasında anlaşmazlıkları konusunda hükmetmek üzere berabe­rinde hak kitabı indirdiği kimselerdendir). Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdir."[53]

Şanı Yüce Allah, peygamberi Hz. İsmâîl (a.s) ile ilgili ise şöyle buyurmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Kitab 'da İsmâîl 'e dair (anlattıklarımızı da) an! Çünkü o, sözüne sadık ve tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdir."[54]

Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, kerem sahibi Peygamberlerden bir topluluğu da, güzel övgülerle şöyle nitelemektedir:

"(Ey Muhammedi dinde) kuvvetli ve basiretli kullarımız olan İbrahim, İshâk ve Ya'k'ûb'u da hatırla. Doğrusu Biz, on­ları, (sahip oldukları bu özellikle,) ahiret yurdunu hatırda tut­mak için (güzel) bir hasletle mahsus kıldık.[55]

İşte böylece Kur'ân-ı Kerîm'i; Peygamberleri, yüce sıfat­larla donatılmış isimlerle vasıflandırır, niteliklerin en mükemmeliyle nitelendirir;[56] sevgi, ikram, seçme vb. öğretilerin, onun satırları arasında ortaya çıktığını görmekteyiz.

Buna göre Kur'an, Peygamberleri; bazen itaat ve yönelme (veya tevbeyle) vasıflandırır; bazen de onları, kendilerini, Al­lah'ın yoluna adamakla ve ahireti, dünyaya tercih etmekle nitelendirir; bazı yerlerde ise onları, doğrulukla veya kötülüklerden uzak olmakla anlatır. Kısacası bu anlatılanların hepsi, onların durumlarının yüceliğine, mekanlarının yüksekliğine ve risâletlerinin yüceliğine işaret etmektedir. İşte bundan dolayıdır ki Peygamberler, aleme yol gösteren ve insanlığın Önderleridirler."[57]




[45] Mesela Yüce Allah. Hz. İbrahim (a.s)'ın, Nemrut'un zulmünden ve ateşten kurta­rılmasında O'na yardım etmiş. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hicreti sırasında sı­ğındığı mağarada Allah'ın yardımıyla Mekkeli müşriklerden kurtulmuştur, (ç).
[46] Mesela Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın gözetimi altında firavunun sarayında kalmış.
Yine Hz. Yûsuf (a.s), Allah'ın gözetimi altında olduğu halde azizin hanımının tekli­fini kabul etmemiştir, (ç).

[47] Tur: 52/48.
[48] Tahâ: 20/39.
[49] Enbiyâ: 21/73.
[50] Meryem: 19/41.
[51] Nahl: 16/120-121.
[52] Araf: 7/144.
[53] Meryem: 19/51-52.
[54] Meryem: 19/54-55.
[55] Sa'd: 38/4546.
[56] Mesela: Kur'an. Enbiyâ: 21/73'de geçen ayette: Peygamberleri; insanları doğru yola götüren önderler olmakla, iyi İşler yapmakla, namaz kılmakla, zekat vermekle ve ibadet etmekle vasıflandırmaktadır. Meryem: 19/41'de ise Hz. İbrahim (a.s)'i, > dosdoğru olmakla; Nahl; 16/120-121'de ise başlı başına bir ümmet olmakla, Allah'a boyun eğmekle, O;na yönelmekle, müşriklerden olmamakla, Allah'ın nimetlerine şükredici olmakla, Yüce Allah'ın onu peygamberliği için seçmiş olmakla, onu dosdoğru bir yola iletmiş olmakla, dünyada ona bir güzellik verilmesiyle, ahirette salihlerden olmakla; Hûd: 11 /75'de ise yumuşak huylu olmakla, yüreği yanık olmakla, kendisini tamamen Allah'a vermiş olmakla nitelendirmektedir. Tevbe: 9/128'de ise; Hz. Muhammed (a.s)'i, İnsanlardan olmakla, sıkıntıya maruz kalmanız ona ağır gelmesiyle, size çok düşkün olmakla, raûfun rahîm olmakla vasıflandırmaktadır. (ç)
[57] Ebu'I-Hascn en-Nedvî. en-Nübüvvet vc'1-Enbiyâ, s. 25-30.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:79-82.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Vasıfları

Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun-insan olmaları itibariyle; yerler, içerler, sağlıklı olurlar, hastalanırlar, kadınlarla evlenirler, çarşı ve sokaklarda gezip dolaşırlar; insanlara gelen zayıflık, ihtiyarlık ve ölüm gibi arızalar onlara da gelir... Fakat onlar, hususi özelliklerden dolayı insanlar üzerine üstün kılınmışlar ve insanlarda olmayan büyük ve yüce niteliklerle vasıflandırılmışlardır. Bu da ancak onlar için gerekli olan levazımlara ve önemli olan şeylere nispetle olur. Peygamberler ile ilgili olan bu vasıflan kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1. Sıdk (Doğruluk)
2. Emanet (Güvenilir olma)
3. Tebliğ
4. Fetanet (Zeki ve akıllı olma)
5. Nefret verici kusurlardan uzak olma
6. İsmet (masumiyet veya masiyet ile günahtan korunmuş olma).

Peygamberler için gerekli olan vasıflardan her birini geniş bir şekilde açıklayacağız[58]



[58] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 83.
Resim
Cevapla

“►Peygamberler Tarihi◄” sayfasına dön