NURuL ARABi ks. KEVSER TEFSİRi

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nurunnehar
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 159
Kayıt: 18 Oca 2007, 02:00

NURuL ARABi ks. KEVSER TEFSİRi

Mesaj gönderen nurunnehar »

Resim

HZ. PîR MUHAMMED NÛRu’L- ARABÎ kaddesallahu sırrahu’nun
“KEVSER SÛRESİ AÇIKLAMASI” ÜZERİNE MÜTEVAZİ BİR ÇALIŞMA..

1813 – 1887 yılları arasında yaşamış, manâ âleminin sultanlarından Muhammed Nûrü’l Arabî kaddesallahu sırrahu, irşad görevini yaptığı Balkanlar’da “Arap Hoca” ve “Seyyid Hoca” ünvanlarıyla tanınmıştır. Aldığı zahîrî ilimle de temâyüz etmiş bir şahsiyettir. Kendisi vahdet-i vücud neşvesini Şeriat-ı Muhammediyye çerçevesi içinde sunmuş, Osmanlı’nın Balkanlar’da bir süre daha tutunmasına katkıda bulunmuştur. O’nun için Bursalı Mehmet Tâhir şöyle diyor:
“İnsanlara akıllarınca konuşunuz.” emr-i nebevîsine fevkalâde uyumları olduğundan, karşısındakinin istidadına göre telkinde bulunurlardı. Karakteri yumuşak olmakla beraber bazen zarîfâne nükteler yaparlardı, lâkin erkân ve Ahkâm-ı Muhammedi’ye azıcık bir leke sürülmek istendiği hal ve zamanda hemen aklî ve naklî deliller ortaya koymasındaki cesurâne hareketleri, çekemeyenleri bile hayrete düşürürdü. Kendisine sorulan sorulara ve halledilmesi istenen meselelere aklî ve naklî cevablar verirdi. Bilhassa Tefsir ve Hadis ilimlerinde hafızaları kuvvetli idi. Zâhir ilimlerinden iki defa icazet verdikleri gibi, bâtın ilimlerinden de hakikat bilgisine sahib Tahkîk mertebesine varan pek çok değerli, faziletli ve irfan ehli şahsiyetler yetiştirmiştir.”

Ve “1297/1879’da Hac ziyaretine yüz ihvanıyla gider. Hac görevinden dönerler. Kosova’da meydana gelen isyana dostlarını karıştırmaz. Böylece kurduğu mesleği, hangi sûretle olursa olsun şaibe (şüphe) altında kalmaktan korumuş ve kurtarmıştır. Onun için devletin birliği, dirliği ve düzeni esastır.”

Yazımıza konu olan Kevser Sûresi açıklaması (özet halde) bana yıllar önce sunulan orijinal bir eserden alınmıştır (25.08.1976). Bu eser Salihli’de mukîm Kemâl Zurnacı Efendi’de idi. Ruhu şâd olsun.
Osmanlıca el yazması bu eserin içinde Hz. Pîr’e ait birçok risâle vardır. Onlardan biri de “Şerh-i Sûreti’l Kevser - Kevser Sûresi Açıklaması”dır. Biz de bunu esas alarak yola çıktık. Hz. Pîr’in ruhaniyetinden istimdad ederek yazımıza başlıyoruz..
Hz. Pîr’in şerhine geçmeden önce Kevser Sûresi hakkında biraz bilgi verelim ve Türkçe tercümelerinden birkaç numune sunalım istedim.
Kevser Sûresi, Kur’an-ı Kerîm’in 108. sûresidir. Maun Sûresi ile Kâfirun Sûresi arasında yer alır. Mekke döneminde inmiş olup üç âyettir. Kevser, çok hayır anlamına gelmekte olup Müslim - Salât 53’te rivâyet edilen bir hadise göre cennette bir nehirdir. Baldan tatlı, sütten beyazdır. Ondan içen bir daha hiç susamaz..

Resim Bismillâhirrahmânirahîm..

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
Resim---"İnnâ ataynâke-l kevser.: Muhakkak biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser 108/1)

فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---"Fesalli lirabbike venhar.: Öyleyse Rabb'in için namaz kıl ve KurbÂN kes!.” (Kevser 108/2)

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Resim---"İnne şânieke hüve-l ebter.: Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.” (Kevser 108/3)

Suat Yıldırım Hocamızın mealinde şunları okuyoruz:
“Mekke’de nâzil olan bu sûre, Kur'ÂN-ı Kerîm’in, vahyin başlangıç döneminde indirilen sûrelerdendir. Kur'ÂN-ı Kerîm’in en kısa sûresi olup üç âyettir. Yüce ALLAH’ın Resûlüne lütfettiği feyiz ve bereketi, beşeriyyetin gönüllerinin üzerinde nail olduğu saltanatı beyan eder.
Bismillâhirrahmânirrahîm,
1- Biz gerçekten sana verdik Kevser.
2- Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.
3- Doğrusu seni kötüleyendir ebter.”

-Türkiye Diyanet Vakfı’nın bastırdığı Kur'ÂN-ı Kerîm açıklamalı mealinde şunları okuyoruz:
“Kevser, çok ni’met demektir. Ayrıca cennette bir havuzun da adıdır. Âdiyat Sûresi’nden sonra Mekke’de inen bu sûre üç âyettir. Erkek çocukları yaşamadığı için Peygamberimize müşrikler, nesli kesik manasına “ebter” dediler. Sûrede buna cevab verilmiştir. Ve bu sûrede kurban kesmek emredilmiştir. Kurban yakınlık demektir. Kurban kesmekten asıl maksad bu ibadetle ALLAH’a yakınlık kazanmaktır..

Bismillâhirrahmanirrahim:

1, 2, 3 –) (Rasûlüm) Kuşkusuz biz sana kevseri verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.”

Te’vilât-ı Kâşaniyye’de Arabacı İsmail Ankaravî Melâmi Efendi’nin manevî oğlu Eskişehir Merkez Vaizi Ali Rıza Doksanyedi Hoca Efendinin tercümesiyle Kevser Sûresi şöyle açıklanmaktadır:
“Bismillâhirrahmanirrahim..

(Âyet-1) İnnâ a’teynâ ke’l- kevser => Habibim biz, sana vahdet tarikiyle kesretin mârifetini ve ilm-i tevhîd-i tafsîlîyi ve vahid-i kesîri ve kesîr-i vahidin tecellîsi ile ayn-i kesrette vahdetin şuhudunu itâ eyledik. Kevser cennette bir nehirdir ki her kim o nehirden içerse ebediyyen susamaz.

(Âyet-2) Fe salli li rabbike venhar => İmdi Vahid’i ayn-i kesretle şuhud eylediğin vakit istikâmetle ve heyakil-i ibâdette takallub ederek bedenin taati, nefsin inkıyadı, kalbin huzuru ve ruhun şuhudu ile salât-ı tâmmeyi ifâ eyle ki cem’ ve tafsilin hukukunu ifâ edecek olan salât-ı kâmile, ancak bu salât-ı tâmmedir..
Venhar: Ve şuhudunda telvin ile zâhir olmamış ve seni makam-ı temkînden selbetmemesi için, eneiyyet, benlik devesini boğazla ve fenâ-yı sırf ile HAKk’la ve HAKk’ın bekâsı ile ebeden bâki ol ki, vusulun ve halinde zürriyetin olan ümmetinin, sana ittisalinde ebter olmayasın..

(Âyet-3) İnne şanieke hüve’l- ebter => Tahkik, senin haline muhalif ve HAKk’tan münkati’ olan senin mebgûzun, yani buğuz ve adâvet edicin, işte ebter olan ancak odur. Sen değilsin. Zirâ sen, HAKk’ın bekâsıyla bâki ve dâimsin. Ve ebedelebediyen ehl-i imandan hakiki zürriyetin sana muttasıldır ve sen dünyalar durdukça hakiki zürriyetin olan ehl-i iman arasında zikrolunursun. O buğzedicin ise hakikatte fâni ve helâktır ki, ne mevcud olur ve ne de zikrolunur. Ve ne de hakikatte ona veled nisbet olunur. ALLAH a’lemdir.”

Bu özlü bilgilerden sonra Hz. Pîr’in yaklaşımına bir göz atalım (Not: Şerh Arapçadır. Tercüme tarafımdan yapılmıştır. HFK):

1-) İnnâ a’taynâ ke’l kevser (Biz sana kevseri verdik): Yani Tevhid-Zâtî’yi. O’ndan maksad muhabbet-i zâtiyye ve ma’rifet-i zâtiyye murad olunmuş olabilir.

2-) Fesalli (O halde salât et, namaz kıl): Yani görünen -dış- organlarını yazılı, farz olan namazın nurlarıyla tezyin et, süsle.
Li RABBike (Rabbine, Rabbin için): Yani Rabbine yakınlaşmak için veya Rabbinin rızası için.
Venhar (Kan akıt, boğazla, kes): Yani nefsini, sana ait -olduğunu zannettiğin- ef’al, sıfat ve zâtından soyarak -kes-..

3-) İnne şanieke hüve’l ebter (Şüphesiz sana hakaret edenin, işte onun soyu kesiktir): Yâni, Hakk’ı şuhud etmekten ve ona vuslât etmekten kesiktir, nasipsizdir.
Hz. Pîr Efendimiz, vahdet-i vücudu şuhud etmekte, tefekkür etmekte ve dile getirmekte son derece özen göstermiştir. Yaptığı sohbetlerde alınan takrirler, bize intikal eden yazılar, belge ve eserler, bunu açıkça göstermektedir. İnandığını cesaretle savunmuştur.
Olaya iyimser bakanlar, hep o gözden seyreder, o süzgeçten geçirir, bizlere sunarlar. Onlar firkatte vuslatı, mihnette rahatı, kesrette vahdeti bulan yüce ruhlardır. Onlar, sayıları az olan, ehl-i melâmet, nefislerini kınayan, Hakk’ı yücelten değerlerdir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) bunların içindedir diyor büyük şeyh, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü’l Arabî Hazretleri..

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
"Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhme’l- minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bi’l- gaybi ve ekâmû’s- salât (salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhi’l- masîr (masîru).: Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır.”(Fâtır 35/18)

“Ve ilâllahi’l- masîr” âyeti her şeyin ALLAH’ta biteceğini haber veriyor. Sonuç ve son, HAKk’tır, HAKk’adır. Bu sona varmak ıztırarî ölümle olur. Bu kaçınılmaz akıbettir. Ama ölmeden evvel ölüp ihtiyarî mevt ile şereflenmek de ehl-i iman-ı tahkîkînin hüneridir. Öyleyse hep beraber oraya koşalım. Geldiğimiz yere koşalım. HAKk’tan geldiğimiz bir gerçek.

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
"Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.” (Bakara 2/156)

“İnna lillâh” ve O’na döner olduğumuz da bir gerçek “ve innâ ileyhi raciun”.. “Bir”den gelip “Bir”e gidiyoruz. En değerlisi “Bir” ile gidebilmektir. İşte bize bu şuuru kazandıran Peygamberler ve onların vârisleri olan Evliyâullah’tır, pîrlerdir, erenlerdir. Hz. Pîr Efendimiz de bu yıldızlardan biri olarak her halükârda bize “Bir”in nişânelerini sunmakta ve “Bir”e dâvet etmektedir.

Hz. Pîr, Kevser’i görüldüğü gibi, tevhîd-i zât, zâtı sevmek ve zâtı tanımak diye şerh etmiştir. Bunların hepsi, fenâfillah olmanın ifadeleridir. Tevhîd-i Zât’a eren, Hak’tan gayrı bir şey görmez, sevmez ve tanımaz.
Bir Sultan (Vahdetî Efendi):
Zâta erince yolumuz – Zât-ı Hak’ta mahvoluruz
Ölmeden önce ölürüz – Biz Melâmi dervişiyiz..
diyor. Zât’a erenler, kendi fâni varlıklarından soyunur, Bâki’nin varlığı ile var olma zevkine ererler.
Âyette geçen “Biz” zamiri ile Yüce Mevlâ azametini ilân ediyor. Mevlâ’nın azameti, sıfatlarıyla ve eserleriyle göz önüne serilmiştir. Görülen bu azamet, HALKtır. Bu halk, HAKk’ın tecellisidir. Halk, HAKk’tan ayrı bir varlık değildir. HAKk’ın kudretinin cilveleri, göstergeleridir. Kesret ile vahdetin cem’ olduğu, birleştiği, toplandığı makamdır “Biz”lik. Bu makamı telkin alıp yaşayanlar, zevk edenler, “Biz” kavlinin mânâ-yı hakîkîsine vakıf ve sahib olurlar.
“NAHNU-BİZ”lik makamından “SEN”lik makamına bir lütuftur Kevser. Kevser ile yüce makamlara yükselinir. Mârifet-i zâtiyyeye ulaşandan daha ileride olan var mı? HAKk ile HAKk olma ne üstün bir zevktir.

İkinci âyete geçince görüyoruz ki; bu yüce zevke ermenin bedeli, yazılı, farz olan namazla zâhir azalarını süslemek gerekiyor. Sunulan bu yüce sır (mârifet-i zâtiyye) çok sağlam bir kapta korunacaktır. O da Şeriat-ı Muhammediye’dir. Mâdem ki kuluz, kulluğumuzun gereği yerine getirilecektir. Kemter kul, kuldur kul..
Makam-ı Vahdetten Makam-ı Kesrete nüzul, iniş, teşrif var. Ana rahminde olan bir cenînin, yavrunun, sağlıklı ve organları sapasağlam, tam tekmil, dünyaya, aramıza teşrifi gibi. Bir doğuş var, adı Kevser. Onun doğduktan sonra, Kesret Âleminde bir görünüşü ve sınırlı bir ömrü var. Bu ömrü, süslemek gerek. Onun süsü de emr-i ilâhiyi yapmak ve nehy-i ilâhiden kaçınmak. Bunu yerine getiren mânâ erleri, şükrâne olarak kurbân kesmekle de yükümlüdürler. Hem Kevser’e sahib oldukları için, hem de kurban edileni insan mertebesine çıkarmak için. Çünkü insan Halifetullahtır, mazhar-ı tâmdır, mir’at-ı nümâyı HAKk’tır. Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlîd’inde:
Zâtıma mir’at edindim zâtını
Bile yazdım adım ile adını..
diyor bu yerde. Yâni Lâ ilâhe illâ ALLAH – MuhaMMedün Rasûlullah. Fenâsı aynı bekâ.

Hasan Fehmi Tezdoğan Hz.: “Fenây-ı tamda bul bekâ” derken bu zevki hatırlatıyor.
Ahmet Kumanlıoğlu Hz. de:
“Seni bana sat
Beni sana sat
Kâr olsun kat kat
Pazarım sen ol!.”
Deyişiyle; kesretin, Ayn-ı Vahdet. Vahdetin, Ayn-ı Kesret olduğunu yaşatıyor.
Sevinçli günlerde kurban kesmek sevincimizi arttırır. Hüzünlü günlerde kesmek ise hüznümüzü, derdimizi azaltır. Ne büyük ni’met!. Hep bizim iyiliğimiz için.
Üçüncü âyette ise Kevser’e ulaşanların, câhiller ve kendisini tanımayanlar tarafından kınanacağı gerçeğiyle yüz yüze gelmekteyiz. “Sana saldıran, hakaret eden, işte onun sonu ebterdir, kesiktir.” Bu âyet, sahip olunan davânın yüceliğini gösteriyor. O da Muhabbet-i Zâtiyyedir. Fâni olandan Bâki olana teveccühtür. HAKk’a dönenler, sâdık ünvanını alırlar. “Siz sâdıklarla beraber olunuz” âyetinden anlaşılan odur ki, “sahip olduğunuz değerlere sonucu ne olursa olsun, bağlı olun, bırakmayın!.” demektir..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû mea’s- sâdikîn (sâdikîne).: Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe 9/119)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu', Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Mâide 5/54)

“Onlar kınayanın kınamasından korkmazlar” âyeti kendini tanıyan bu yüce tâife hakkında inmiştir. Onlar doğru bildikleri yolda Peygamber Efendimizin yaşadığı ve gittiği yolda cesaretle, korkmadan, yılmadan, başları dimdik yürürler. Çünkü bu yüce insanlar, iman-ı kâmile erme olma şerefini Hz. Peygamber’e uymakla kazanmışlardır. Bunlar melâmeti özümseyen, doya doya içen yüce bir tâifedir.
İki türlü tercüme verdik. Biri kelimelerin zâhirini içeren tercüme. ALLAH, yazanlardan razı olsun. Biri de kelimelerin özünü, mânâsını, içini, bâtınını veren tercüme. Okuyan kardeşlerimiz her ikisinden de yararlanabilir. O zaman madde ve mânâ, zâhir ve bâtın, her iki duyguyu taşıyanı kalbinize yerleştirir, huzur koltuğuna oturur, âlemi seyreder, zevkinize zevk katarsınız..

Bizim neş’emizin, zevkimizin asıl kaynağı, feyz menba’ımız olan Hz. Pîr Efendimizin lütfettiklerinden bir nebze sunalım istedim.. 2007 Ramazan-ı Şerif’i ihyâ ettiğimiz ve Kadir Gecesi’ne yaklaştığımız bu günlerde (25 Ramazan Pazar 1428 – 07.10.2007) kaleme aldığım bu mütevâzı çalışma, dostlarımla buluştuğum unutulmaz bir anı olsun dileğiyle sevgiler sunuyor, nice güzel günlere Cenâb-ı HAKk bizleri kavuştursun diye niyâz ediyorum.
Siz değerli okurlarımız, bizi ayakta tutan sizsiniz. Biliyorsunuz ki Tevhid ilminin iki bölümü var. Biri fenâfillah, uruc-yükselme; diğeri bekâbillâh, nuzul-iniş. Tevhid-i Ef’al ile yükselişe geçer, Cem’ü’l- Cem’ ile nuzul ederiz. Bu fenâdan bekâya bir manevî seferdir. Buna seyr ü sülûk derler.
Rahmeten li’l-âlemîn olan Hz. Peygamberimizin soyundan gelen Seyyid Muhammed Nûrü’l- Arabî’nin öğretisine bende olan bütün canlara telkin aldıkları “Kevser” Şerbetini doya doya içiniz!. der ve Tevhid Çatısı altında her birinize sağlıklı uzun ömürler temennî ve niyâz ederim.
Ramazan ve Kurban Bayramlarınızı tebrik ederim..
Hû Dost...

Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU

(Tasavvuf Tarihi Bilim Uzmanı. 1949 yılında İzmir-Menemen'de doğdu. Babası Ahmed Efendi, annesi Asiye Hanımdır. İzmir İmam Hatip Okulu'nda.. Libya Üniversitesi'nde sürdürmüş ve 1972 yılında Arap Dili ve İslâm Etütleri Fakültesi'nin İslâm Hukuku ve Medenî Kanun Bölümü'nden diplomasını almıştır.. 1985 Şubatında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Arapça Okutmanlığı'na tayin olur..
Eserleri:
Hz.Pîr Seyyid Muhammed Nûr'ul- Arabî Hayatı, Şahsiyeti ve Bazı Tasavvufî Görüşleri..
Hasan Fehmi Divanı..)
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön