KEVSER SÛRESİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim


إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
Resim---İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere): Gerçekten biz sana kevseri verdik


فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
Resim---Fe salli li rabbike venhar:Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver


إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Resim---İnne şânieke huvel ebter(ebteru):Doğrusu sana buğzeden, evet o, soyu kesilecek olandır.

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Resim---Enes b. Mâlik (r.a.): " Hz. Peygamber (sav) göğe çıkarıldığında: " Kenarları içi oyulmuş incilerle çevrili kubbe şeklinde nehire getirildim. "Cebrail'e: " Ey Cebrail, bu nedir?" dedim: " Bu Kevser Nehri'dir" dedi." buyurdu" demiştir.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:1800)


Resim--- Hz. Âişe (r.a.)'a "Biz Sana Kevser'i verdik." âyeti soruldu, O da: " Kevser, Peygamberiniz (sav)'e verilmiş bir nehirdir ki kenarları, içi oyulmuş incidendir, bardakları da yıldızların sayısı kadardır." demiştir.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:1801)


Resim--- Abdullah b. Amr (r.a.): " Hz. Peygamber (sav): " Benim cennetteki havzım, bir aylık mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir. Bardakları ise gökyüzünün yıldızları kadardır. Kim bundan içerse asla susuzluk çekmez. " buyurdu." demiştir.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:2129)


Resim--- Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan.Hz. Peygamber (sav) önünüzde bir havuz vardır ki Cerbâ ve Ezruh arası kadardır." buyurmuştur.
(Cerbâ ve Ezruh, Şam diyarında iki yerleşim birimidir. Bu hadisin söylendiği yer Medine olduğuna göre Medine ile Cerbâ ve Ezruh arasındaki mesafe kadar olmaktadır. Bu tür ifadeler mesafenin çok uzun olduğunu belirtmek içindir. )
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:2130)


Resim--- Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Rasûlüllah (sav): " Havzımın mesafesinin miktarı, Eyle ile Yemen'deki San'a arası kadardır. İçerisindeki ibriklerin sayısı gökyüzündeki yıldızlar kadardır." buyurmuştur.
(Eyle, Şam diyarındaki bir yerleşim birimidir. San'a da Yemen'in başkentidir.)
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:2131)


Resim---Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (sav): " Ben havzın başında ayakta durduğum sırada bir topluluk belirdi, sonunda kendilerini tanıdım. Bu sırada benimle onlar arasında bir kimse çıktı: " Haydi yürüyün!..." dedi. Ben: " Nereye götürüyorsun?" dedim: "Vallahi cehenneme götürüyorum" dedi: " Bunların günahı nedir?" dedim: "Bunlar senden sonra geriye dönüp arkalarına doğru gittiler (dinden çıktılar)" dedi. Sonra baktım ki yine bir topluluk daha belirdi, sonunda kendilerini tanıdım. Bu sırada benimle onlar arasında bir kimse çıktı: " Haydi yürüyün!..."dedi. Ben:"Nereye götürüyorsun?" dedim: " Vallahi cehenneme götürüyorum" dedi. " Bunların günahı nedir?" dedim: "Bunlar senden sonra geriye dönüp arkalarına doğru gittiler (dinden çıktılar)" dedi. Bunların hiçbirinin cehennemden kurtulacağını zannetmiyorum, ancak değer verilmediğinden kendi haline bırakılan develer gibi tek tük kimseler belki kurtulabilir." buyurmuştur.
(Muhammed ümmetinden olduğunu iddia eden bu arada Muhammed (sav)'in getirdiği dine ters düşüp dini inkâr edenler, âhirette Muhammed ümmeti statüsünde havuzun yanına doğru hareket etseler bile geri çevrilip cehenneme götürülürler. bunların çok azı tekrar havuza gelecektir. Hz. Peygamber (sav)'in bazı kimseleri Kevser havuzundan kovacağı 1095. hadiste anlatılmıştı.)
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:2132)


Resim--- Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (sav):”Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, yabancı devenin havuz başından kovulduğu gibi bir takım kimseleri havuzumdan kesinlikle kovacağım.” buyurmuştur.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:1095)


Resim---Hârise b. Vehb (r.a.):"Rasûlüllah (sav)'i dinledim, havzı anlattı: " Medine ile San'a arası kadar olduğunu" söyledi." demiştir.
(Sahîh-i Buhârî, Kütüb-i Sitte Serisi:1, hadis no:2133)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

kulihvani yazdı:
Resim

KEVSER SÛRESİ :

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ

"(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.
Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes.
Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir."
(Kevser 108/1-3)



Namaz kılarak bedenen,
Kurban keserek malen,
RABB'in için ruhen,
Celâl Nuru'na gark oluş!..



İtâ: Vermektir, verme işi görev gereğidir, temlik (mülk olarak verme) ifâde etmez.
Kur'ân-ı Kerîm, ilim, cennet gibi.

İ'tâ: Temlik (mülk edinme) ifâde eder.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ait kevser havuzu gibi...


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kevser verilmiştir.


KEVSER:
1- Alabildiğine çokluk (maddî-mânevî), kalabalık nesil.
2- En bol, faydalı ve hayırlı olan.
3- Her tarafı saran toz.
4- Cennet ırmağı-Cennet havuzu,
5- Resûlullah (sav)'in soyu Ehl-i Beyti (aleyhi's-Selâm).
6- Nûbüvvet.
7- Kur'ân-ı Kerîm.
8- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in meziyyetleri.
9- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şanı
10- Makam-ı Mahmud.
11- İlim.
12- Ümmetin ûlemâsı.
13- Muhammedî âşıklar.
14- Kevser sûresi denilmiştir
15- Bizce ise "
Nur-u Muhammed"dir...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

"Hakiki müslümanın başı da sonu da Allahu Zülcelal ile doludur.
Yıkayın Allah’ın Kevser suyuyla insanı.
İçine de tıka basa Rasûlullah nuru doldur.
Kalbine de sok Allah’ı. İşte müslüman budur.
Kalbi vurduğu zaman: “Allah! Allah! diye vurur"


Münir DERMAN (ks)
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen MINA »

Resim

Enes radiyallâhü anh diyor ki:

“ Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz aramızda oturduğu bir sırada hafif uyukladıktan sonra tebessüm eder halde başını kaldırdı. Bunun üzerine:

“ Ya Rasûlüllah! Sizi mütebessim yapan nedir?” diye sorulduğunda, O şu ce­vabı verdi:

“ Az Önce bana bir sure indirildi ve Besmele çekip Kevser Suresini okudu. Sonra da bize sordu:

“ Kevser’in ne olduğunu bilir misiniz?” Biz de:

“ Allah ve Rasulü daha iyi bilir” dedik. Buyurdu ki:

“ O bir ırmak­tır ki, Rabbım onu bana vereceğini vaadetti. O çokça hayırdır; o bir havuz­dur ki, kıyamet gününde ümmetim gelip susuzluklarını ondan (içerek) gi­derirler. Çevresindeki kaplar (bardaklar) gökteki yıldızlar sayısıncadır. Üm­metimden bazı kullar ona doğru seğirtirler; (derken) erişemezler. Ben de:

“ Rabbim! onlar benim ümmetimdendirler” derim. Rabbım buyurur kî:

“ Sen­den sonra onların neler işleyip ortaya çıkardıklarını bilmezsin!” [41]

Abdullah b. Amr b. Âs radiyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şöyle bu­yurduğunu haber vermiştir:

“ Benim havuzumun eni ve boyu bir aylık mesafe kadardır. Suyu süt­ten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir. Bardakları gökteki yıldız­lar misali (çoktur). Ondan bir defa içen kimse bir daha susamaz.” [42]

Enes radiyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“ Havuzumun iki tarafı arasındaki mesafe Eyliya [43] ile Yemen’in San’â şehri arasındaki mesafe gibidir. Ondaki bardaklar, gökteki yıldızlar sayısı gibidir.” [44]

Kevser ile ilgili birçok sahih hadislerden sadece birkaç tanesini nakledildi.

Hadîslerin sıhhat derecesini dikkate alan Şeyh Muhyiddin Nevevî. Kadı lyaz, hüküm olarak şu sonucu çıkarmışlardır:

“ Havuzla ilgili hadîsler sahîhtir. Ona imân farzdır ve onu tasdîk imândandır. Sonra da bu hadîslerin hepsi Ehl-i Sünnet’e göre zahiri üzeredir, te’vîl edilemezler. Hem hadîsler mütevatir derecesine varacak şekilde nakledilmişlerdir.”[45]



Edebî Sanatlar


Bu sure birçok edebî sanatı kapsamaktadır.

1. Ayetinde, çoğul kipinin kullanılması ta’zîm ifâde eder. Zira Allah Teâlâ, “Biz sana verdik” demiş, “Ben sana verdim” de­memiştir.

2. Cümleye, yemin yerine geçen te’kîd edatı olan ile başlanarak nefs-i mütekellimden gâibe maal gayr ile (اِنَّا Gerçekten biz) denilmiştir. [46]

Buradaki, “Biz” kelimesini, çoğul anlamına almak mümkün değildir. Ancak, bu atiyye ve bağışın elde edilmesi hususunda meleklerin, Cebrail ve Mikâil aleyhisselâmın ve önceki rasüllerin say’ü gayret gösterdiği şey cinninden bir bağış olduğunda, bir çoğul manası kastedilebilir. Çünkü Ey Muhammed, İbrahim aleyhisselâm senin rasül olarak gönderilmeni istemiş ve “Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden bir peygamber gönder… “[47] demiştir. Hz. Musa aleyhisselâm da,

“Ey Rabbim, beni, Ahmed’in ümmetinden kıl” demiştir ki, bu da Allah Teâlâ’nın, “Musa’ya o emri vahyettiğîmiz vakit, (habibim) sen batı tarafında değildin, görenlerden de değildin…” [48] ayetinden anlaşılan husustur ve

“Benden sonra gelecek olan ve adı Ahmed olan bir rasülü müjdeci olarak…” [49]demek suretiyle, İsa aleyhisselâm da, seni müjdelemiştir.

Buradaki’, “Biz” ifadesinin tazim manasına alınmasına gelince, bunda, o bağışın büyüklüğüne dikkat çekme vardır. Çünkü bu bağışı yapan, göklerin ve yerin Cebbâr’ı olan Allah Teâlâ, kendisine bağış yapılan, “Hakikaten, biz sana kevseri verdik” hitabının muhatabı olan Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemi, hibe ise, Kevser adını alan şeydir. Ki, Kevser; “alabildiğine çok olan” demektir. Bu lafız, bağışlayanın, kendisine bağış yapılanın ve bağışın büyüklüğünü ihsas ettirince, bu ne büyük bir nimet! Bu ne ne yüce lütuf! Bu, ne görülmemiş bir şereftir.[50]


Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme Verilen Kevser

Âyette ifadesini bulduğu şekilde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize veri­len Kevser, kaç mânaya veya kaç farklı nimete delâlet etmektedir?

Gerçi sahih hadislerde bunun ahiret gününde Hz. Muhammed’e sallallâhü aleyhi ve selleme mahsus hazırlanmış büyük bir havuz, bir ırmak olduğu açıklanmıştır. Şüphesiz bu kelimenin en çarpıcı anlamı da budur. Ancak Rasûlüllah Efendimize bundan başka birçok büyük hayırlar, çokça iyilikler de verildiğini ve ve­rileceğini dikkate alan ilim adamları bu ismi 16 şekilde yorumlamışlardır. Şöyle ki:

1- Cennet’te bir ırmaktır.

2- Mahşer ehlinin hesap vermek üzere bekletildikleri “Mevkıf” de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize tahsis olunan bir havuzdur.

3- Nübüvvet ve Kitap’tır. Nitekim Tabiîn’den İkrime bu yorumu tercih etmiştir.

4- Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu, Tabiînden el-Hasan’ın yorumudur.

5- İslâmiyet’tir. Çünkü o her yanı ve yönüyle çokça hayır ve rahmettir. Bu yorum, el-Muğîre’den rivayet edilmiştir.

6- Kur’ân-ı Kerim’in her bakımdan kolaylaştırılması ve şer’i hükümlerin ha­fif tutulmasıdır. Bu yorum, Hasan b. Fazl’den rivayet edilmiştir.

7- Arkadaş, dost, yandaş ve aşîretin çokluğudur. Bu, Ebû Bekir b. lyaş’ın yorumudur.

8- En iyi ve en güzel olanı, en kalıcı ve rahmet saçanı seçip be­ğenmektir. Bu, İbn Keysan’ın yorumudur.

9- Nam ve şöhretin çoğalıp yaygınlaşması ve kalıcı bir iz bırakma­sıdır. Bu, Mâverdî’nin yorumudur.

10- Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kalbinde bir nurdur ki, bu onu Allah Teâlâ’ya (muttasıl) yaklaştırır.

11- Şefaat makamı ve yetkisidir.

12- İnsanlardan icabet ehlinin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin davetine olumlu ce­vap vermeleri için Allah’ın tecelli ettirdiği mucizelerdir. Bu, yorum Şa’bî’den rivayet edilmiştir.

13- “Lâ İlahe İllallah, Muhammed’ün Resûlüllah” sözüdür.

14- Dinde çokça bilgili ve anlayışlı olmaktır.

15- Beş vakit namazdır.

16- Çok önemli ve başarı dolu olaylardır.

Bu yorum ve görüşlerin en sahih ve en muteber olanı, birinci ile ikinci yorumdur. Böylece Kevser, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden yana dünya ve âhi­ret hayırlarına delâlet eden geniş kapsamlı bir kavramdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nurlu yolunda yürüyen müminlerin de hem dünyada, hem ahirette Kevser’in feyiz ve bereketine erişmeleri umulur. Aynı zamanda mahşer alanında Rasûlüllah’ın havuzuna kavuşmaları ve susuzluklarını giderme­leri için verilen müjdeler arasında bulunuyor[64].




TEFSÎRİ SURETÜ’L KEVSER
Abdürrahim b. Ali El-Melâmî (Fedâî)



بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين



Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de buyurdu ki;

اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ
“Muhakkak Biz, sana Kevser’i verdik. Sen de Rabbın için namaz kıl ve kurban kesiver. Sana buğzeden; şüphesiz ki zürriyetsiz olan, işte odur.” [101]

Bu surede birçok sırlar vardır. Ey Allah Teâlâ’m bu sırların hakikatini anlamada bize başarılar ihsan etmeni diliyoruz.

ِانَّ , fiile benzeyen edâttır. Tahkik ve te’kid için kullanılır. Allah Teâlâ اِنَّا “Biz” ile (Maal-gayr: Başkası ile birlikte yani “biz” olarak) kullandı.

“Biz verdik” te [102] ancak sıfat maal-gayri tabiri ve nüktesi ve sırrında mutlak hakikate işaret vardır. Öyle bir mutlak hakîkat ki, kayıt ile görünen zât (Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem) ile bir olduğu halde kayıta (beşeriyetine) karşılık gelen (fânî) bağıntıdan ayrı olduğunu belirtti.[103]

Perdelenmişlerin dışarıdan nazar edip gördükleri Zât-ı Ehadiyye’yi (Allah Teâlâ), başkalarından tenzihiyyetle [104] beraber Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ile aynı şeydir.

(Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem) Başkalarının zıddı olunca, hakikatte (Allah Teâlâ’nın zatınında aynısıdır ve kayıt ve bağıntıdan mukaddestir, demektir.

Sıfat maal gayr tabiri, burada zât-ı ehadiyyet ile tabir edilir. Zât-ı ehadiyyet Hazerât ve merâtibi külliyenin (bütün mertebelerin) aynısıdır.[105]

Allah Teâlâ’nın اِنَّا (biz) kelâmı mutlak ve mukaddes bir olan zât-ı ki, külliyat (tüm) ve cüziyyattan (parça) oluşan cemi hazeratın (bütün mertebelerin) kendisidir.

اَعْطَيْنَاكَ

Allah Teâlâ buyurdu ki;

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) senin ismin şahsın, suretin, aslın zâtıyla zahir oldukta;

“Sen ben, ben sen oldum.”

“Kim ki seni gördü beni gördü.” [106]

“Her kim Muhammed dedi Allah dedi.”

“Her kim Allah dedi, Muhammed dedi.”

“Kim seni inkâr etti, beni inkâr etti.”

“Kim ki sana itaat etti, bana itaat etti.”[107]

“Yazıklar olsun o kimseye ki, beni senden başka yerde bulmak istedi.”[108]

“Hakikatte Muhammed başkalarından ayrı olmasıyla, benimle beraberdir.”[109]

Yine Allah Teâlâ buyurdu ki;

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) Yazıklar olsun o kimselere ki, benden ayrı olarak seni talep ve sana muhabbet ederler.”

“Ebedî bize sensiz asla nazar olunmadığı gibi zâhirde de ayrı olmayız.”

“Benim zât’ım olmaksızın sende bulunmazsın, görünmezsin ve sana kavuşanda olmaz.”

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) Zeval bulmaz ve yok olmaz aslım ve zâtım olduğun gibi, sen ezelden beri zâtımsın. Onlar her ne kadar vasıflarını kâmil isimler ve hazretlerin tümüyle vasf etseler de, senin zât-ı Muhammediye ve Ahmediyye (zâtımın) kendisi ve birliğidir.”[110]

“İsmimi isminle yakın kıldım.[111] Afâk ve enfüsteki [112] varisler (varlıklar) senin Muhammedî ismin, suretler Ahmediyet’inin kendisidir ki, bu sebeple benim zâtımı ve hakikatimi müşahede edebildiler.”



سَنُرِيهِمْ اَيَاتِنَا فِى اْلاَفَاقِ وَفِى اَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ شَهِيدٌ



“Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta ki Kur’ân’ın, Allah tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılacak. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?”[113] Buyurdum.

“Yani bu âyette Muhammedin bir olan zâtını iç ve dış âlemde gösteririm, dedim.”

“Muhakkak bütün zerreler benim zâtım olduğu için اِنَّا (biz) dedim.”

“Çünkü Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) her şey zâtındır.

O zâtın da benim zâtımdır.

Onunla zâhir olup göründüm.”

“İç ve dış âlemde senin bir olan zâtının tümüyle görünen bendim.”

“Muhakak âfak ve enfüs (iç ve dış âlem) iki nüsha olduğu gibi sen de hakikatinde iki nüshasın. Şu sebeple ki, ancak ben sen olduğumdan اِنَّا ile ile tabir ettim ve söyledim. Yani, اِنَّا benim kendimden başkası değildir.”

اِنَّا sözümüz hakikatte benim zât-ı ehadiyyem ve sıfatı vahideyyem[114] senin makamındır. Bu makamın üstünde de bir makam yoktur. Bu sebeple اَعْطَيْنَاَ “Biz verdik” diye tabir edip söyledim. Çünkü Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) benimle senin aranda ayrılık yoktur. Belki اَعْطَيْنَاَ sözümüz ve olan ihsanımız bir olan zâtımı yani kendimi sana vermemizdir. Çünkü ayrılığımız yoktur. Sen benden hiç ayrı olmadın ki sana benden başkasını vereyim”

وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا

“Allah’ın senin üzerinde bulunan lütfu çok büyüktür.” [115]

Şu sebeple senin üzerine olan fazilet mutlak fazilettir. Bu fazileti kimse göremez. Ancak makam-ı ehadiyyenin varisiyyetiyle varis olanlar görür.[116]

Bu fazileti ancak senin zâtın şühuduyla[117] müşahede edebilirler.

Bu sebeple tahkik ve te’kid için kullanılan ِانَّ kelimesi ile “Muhakkak” dedim.” Bu Muhakkak ve muhakkak anlaşılan şey üzerine kasd ve yemin ederim, demektir.



اَلْكَوْثَرَ “Sana Kevseri verdik.”
“Yani şuûnâtı[118] zâtiyye, tecelli-i sıfatiyye ve esmâiyye [119] cemi hazretlerin hepsini yeryüzünden arşa, zerreden külliye (parçadan-tüme), noktadan harflere, harflerden kelimelere, kelimelerden manalara, manalardan işaretlere, işaretlerden sırlara, sırlardan sırların sırrı istenilen zâtım olan vahidiyyetime kadar hepsini sana verdik. [120]

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem)Tek zâtım da sensin.”

“Kâf ü nun[121] arasında asıldan ve zâhir olmuş ne kadar tümüyle olan ve olacak şeyler Senin tek zâtındandır.”

Bu sırrı bu ayet ile bildirdim.

اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيًْا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

“O’nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”[122]

“O halde Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) benim aynım [123] senin zâtın, senin aynın benim zâtım olduğumuz halde sen nasıl ebter olursun.”[124]

“Belki; senin zâtın bütün âlemleri ve çokluğu toplayan hakiki zât iken seni göremeyen, bulmayan, ayrılık ve başkalık karanlıklarında ve şirkte olan kimse ebterdir.”

كَلاََّ اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ

“Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır.” [125] öyle birçokluk suretleri ile perdelendin ki, bu âyette belirtilen durumdaki müşrik, kâfir ve cahillerin perdelendirilmesi gibi onlar Senin hakîki zâtını göremediler.



فَصَلِّ لِرَبِّكَ
اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ Kelâmında Makamı Zât-ı Ehâdiyyet-i Muhammediyye’ye konusuna işaret vardır. Bu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin, Allah Teâlâ’nın zâtına olan salât ve ittisali [126] onunla ittihadıdır. Yani

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) sen kendin olduğunda da benim zâtım gibi ol. Beni kendinde görmeye çalış ve bende mahv ve fânî ol. Bu halde kendini benimle bâkî, mevcut ve zâtımın birliğine ait bütün kemâl sıfatlarıyla kâdir bulursun.

Vücüdunun zerreleriyle benim zâtım ol. Tâ ki benim muradım senin yaratılışınla ortaya çıkıp zâhir olsun.

Muhakkak senin vücudun benim zâtımdır. Böylece vücudunun zerrelerini benim zâtımla bağdaştırırsan, benim niyet ve dilediğim şeyi [127] senden yaratılmış âlemi de bulursun. Şu birleşmemiz senin üzerine büyük bir fazilet olan benim fazlım için, namaz kıl ve şükür et.”



وَانْحَرْ
“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) sen Rabbine namaz kıldığın, Rabbi’ninde zât-ı olduğun gibi, iç ve dış âlemdeki varlıkların bedenlerini bilirsen vücudunun bedenini kurban edersin. Böylece benim zâtımdan başka senin vücudunda eser yani bir şey bakî kalmasın. [128]Hakikatte senin zâtın benim zâtım olduğundan, benim dışımdakileri unuttuğun gibi, bütün âlemleri, mahlûkları, varlıkları oluşları da tasdik edip var kabul et. O âlemler ki, sahiplerin hayırlı mülkleridir.” Mesela; deve Arap kabilesinin hayırlı malıdır.

الَّذِى اَعْطَى كُلَّ شَىْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى

“Her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyan” [129] ayetinde buyurduğum gibi Sen’de benim kerem ve cömertliğim, çeşitli tecelliler ve yüksek ihsanlarım ile bütün zerrelere ve âlemlere keremli ve cömert ol. Hatta her ne şey ki, sen onlara ihsan edip verdinde, onu bulabildiler. O kendilerine ihsan olunan şeylerden senin kurbana [130] ve tasdikine sığınanlarını vücuduna (varlığına) ve sırrına kavuştur. Taki ârifler ve varis olanlar Ayn-ı Küll (her şeyin zâtı), Kitab-ı Mübin, Sebü’l-Mesânî,[131] Kur’ân-ı Kerim’in Sen olduğunu görsünler.”



اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ
“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) Bu meşhur, âli, yüksek, büyük, ulu, bülend Kevser suresinde işaret etiğim senin kadrin ve fâziletin benim fâzilet ve kadrim olunca kim sana kusur ve noksanlık nisbet edebilir. Bu sure Senin kadrin ve faziletinden ibaret olunca, bunu bilmeyenler ancak ebterdir.[132] Bu nedenle Sendeki hakikati inkâr edenlerin varlıkları da ve soyları da kesik ve neticesizdir.

Senin inkâr edenlerde gördüğün varlık ve vücut ise mutlak bir hayaldir ve yokturlar. Nitekim inkâr ve vehim (asılsız) şeylerin varlığı olmadığından bunlara varlık vermende mümkün olamayacağı için onlar ebterdirler.”

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) Sen benim Hayy ve Kayyum[133] (Hayatım ve kayyumiyyetim ) ile Hayy ve Kayyum iken hangi sebep ve keyfiyetle ebter olursun?

“Ya Muhammed! (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir olan zât-ının faziletini Kevser suresinde işaretlerle belirttiğimiz gibi Sen Hayy ve Kayyum’sun.” (Tefsir bitti.)

***

Abdürrahim b. Ali El-Melâmî (Fedâî) derki; “Benim için Kurban Bayramı ve Sure-i Kevser için Makam-ı Ehadiyye lisânıyla layık olan tefsir budur.

Ey Allah Teâlâ’m! beni bu makâm-ı ehâdiyetin hakikatine ulaştırarak, zikrolunan makamın sahibi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve Ehl-i Beyt’in hürmetine Kevser Suresi’nin sırrına kavuşturmanı niyaz ediyorum.

Hamd ve şükür âlemlerin Rabb’inedir.[134]




[41] Müslim/salât; 53, 54, taharet: 37, fezâil: 40-Buharî/meğâzî: 17, 27, rikak: 53- Ebû Dâvud/sünnet: 23; Nesâî/bi’at: 35, 36- Ahmed : 2/162, 163, 199-3/14, 17, 26- 5/50- 6/297

Bkz: diğer versiyonları: Buhari/fiten: 1, rikak: 53- Müslim/taharet: 39, fezâil: 25, 26, 31, 32, 44, 45- Nesâî/taharet: 109- İbn Mâce/fiten: 5, zühd : 36- Ahmed : 1/257, 384, 402, 407, 425, 435

[42] Müslim/fezâil: 42


[44] Tirmizî/kıyâmet : 14, 15- Ahmed : 3/225, 230- 4/149, 154- 5/149

[45] Alaeddin Ali/Lübabu’t-te’vü : 4/415Bkz:Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7028-7029.

[46] 1) İtikâdi düşünce, söylem ve davranışlarımızı Tekit ve NASB eden ( إِنَّ ) harfi, bir önceki haber ile ilişkili saklı bir sorunun cevabı olan cümlenin başına gelir. Buradaki saklı soru, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yapılan iftiralara cevap için gelmesidir.

( إِنَّ )‘nin ismine ait yükümlülüğün (haberin), başkaları tarafından da görülür ve bilinir hâle geldiğini imâ ettiği için, bu ismi NASB eder. Yani, ismin sahibi sürekli olarak kendisiyle ilgili haberi doğrulayan davranışlar sergiler.

( إِنَّ )‘nin haberinin Ref olması ise; bu haberin mazide vukû bulduğunu, huy hâline geldiğini ve muzaride de farkında olmadan devam ettirdiğini bildirir. Kişi bu olumsuz huyunu, idrâk edinceye kadar devam ettirir. (İdrâk : Vehbî olarak bildim demektir. Çünkü Arapça’da ( اِدْرَاءٌ ) Bildirmek masdarının Türkçemizdeki söylenişidir ve “Allah Teala’nın izniyle O bildirdi de, bildim.” anlamı saklıdır. Bu nedenle de İdrâk etmek, bir lütuftur ve kesbî değildir.)

[47] Bakara, 129

[48] Kasas, 44

[49] Saf, 6

[50] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/458-459.

[64] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7030-7031.


[101] Kevser, 1-3


[104] Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Allah Teâlâ’yı her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.

[105] Hazret: Hazır olmayı ifade eden Arapça bir kelime. Şeyhu’l-Ekber, Fütûhat’da (1/237-8) hazret-i ilâhî ve hazreti insanî’den bahseder, ilâhî hazretin kendine mahsus üç harfi vardır. Bu iki hazret sayıda ittifak halindedir. Vahdet-i Vücûd’da beş ilâhî hazretten bahsedilir:

1. Mutlak gayb hazreti. Âlem-i ilahiyye hazretindeki sabit ayn (öz)lar âlemi olup, mukabilinde mutlak şehâdet hazreti bulunur ki, bunun âlemi de, mülk âlemidir.

2. Muzâf gayb hazreti: Bu da ikiye ayrılır:

3. Mutlak gaybe yakın olan muzaf, gayb ki, âlemi, melekûti ve ceberûtî ruhlar âlemidir. Buna, soyut nefisler ve akıllar âlemi de denir.

4. Mutlak şehadete yakın muzâf gayb ki, âlemi, misal âlemidir. Buna melekût âlemi de denir.

5. Beşincisi de, bu dördünü kendinde toplayan hazreti câmi’dir. Bunun âlemi de, bütün âlemleri ve onlarla olanı kendinde toplayan insan âlemi’dir. Bu hazretleri yediye çıkaran sûfîler de vardır.

Hazret-i Ehadiyyet: Arapça, Ehadiyyet (birlik)’in hazır oluşu demektir. Allah Teâlâ’nın sırf kendinden ibaret zâtı. Burada, sıfatlar ve isimler, söz konusu değildir, buna la te’ayyün (belirsizlik) mertebesi denir.

Hazret-i Vâhidiyyet: Arapça, Vahidiyyet’in hazır oluşu demektir. Hazret-i Ehadiyyetin ortaya çıktığı mertebe olup, Hazret-i Ehadiyyetten sonra gelir.

Hazret-i Esmâiyye: Arapça isimlere ait hazır oluş anlamındadır. Hazret-i Vahidiyyetin ortaya çıktığı mertebe olup, hazret-i Vâhidiyyetten sonra gelir.

Hazret-i Hüviyyet: Arapça hüviyyetin hazır oluşu demektir. Bu gayblerin gaybi hazretidir. Buna mutlak hüviyyet denildiği gibi, içlerin içi (batnu’l-bevâtın) hazreti de denir.

Hazret-i İlmiyye-i Amâiyye: Amâ’ya ait ilmi hazır oluş anlamındadır, Arapça’dır. Bu uluhiyyet veya gaybu’l-guyub mertebesidir.

[106] “Beni gören Hakk’ı görmüştür”. Buhari,Tabir, 10; Müslim, Rüya, 11; İbn-i Hanbe, III/55; V/356; Heysemî,Mecmau’z zevâid, VII/181; Tebrizî, Mişkâtül-mesâbih, 461; Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve,VII/45; Tirmizî, Şemail, 210. Nevevî bu hadisi:

“Kişi Allah Resulünü gerek bilinen sıfatı üzere gerekse bundan başka bir sıfatta görsün gerçekten kendisini görmüştür diye tefsir eder. “ Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri “Beni gören Hakk’ı görür” buyurdu. Zîrâ resullerin her biri insân-ı kâmildir. Ve insân-ı kâmil ‘Allah’ ism-i câmi’inin mazharıdır. Ve Allah ismi, bütün esmâ-i ilâhiyyeyi cami’ olunca insân-ı kâmil dahi cemî’-i esmâ-i ilâhiyyenin mazharı düşer. İşte “Allah Teâlâ âdemi kendi suretinde yarattı” hadîs-i şerifinde beyân buyurulan ‘âdem’den murâd, insân-ı kâmildir. Zîrâ cem’iyyet-i esmaya mazhariyetinden dolayı Hakk’ın suretidir ve Hak onun hüviyyetidir. Tevhidde kudret,

“Benim halkıma benim sıfatımla çık, seni gören beni görür; ve seni kasd eden beni kasd eder; ve seni seven beni sever,”

hadîs-i kudsîsine muhâtab olan insân-ı kâmile mahsûstur.”

(Bkz. A.A.Konuk, Füsûsul-Hikem Tercüme ve Şerhi, IV/37, 193).

[107] “(Rasûlüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah Teâlâ da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Teâlâ çok bağıslayıcı, çok esirgeyicidir.” Âl-i İmrân, 31

“Kim Rasûl’e itâat ederse, muhakkak Allah Teâlâ’ya itâat etmiş olur” Nisâ, 80

[108] “Rasül size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah Teâlâ’dan korkun. Çünkü Allah Teâlâ’nın azabı çetindir.” Haşr, 7

[109] “O’na yaklaşmaya yol arayın” Mâide, 35

[110] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bütün kemâl sıfatlara sahiptir. Cemâl ve Celâl sıfatının sırlarına şâmildir.

[111] Adem aleyhisselâm günahı işlediğinde şöyle der:

“Ya Rabbi!, Muhammedin hakkı için beni affetmeni istiyorum”. Allah Teâlâ,

“Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl tanıdın” deyince,

“Ey Rabbim! Beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yarattığını bağlı kıldın”. Bunun üzerine Allah Teâlâ;

“Doğru söyledin Ey Adem! Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım” dedi.

(el-Hâkim, Mustedrek (2/615); İbn Asâkir (2/323), el-Beyhâki, Delâil’un-Nübuvve (5/488)

[112] Âfâk: Ufuklar, taraflar, yönler; Enfüs:(Nefs. C.) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar

Görünen ve görünmeyen, zahir ve batın, iç ve dış âlem

[113] Fussilet, 53

[114] Ehad: Bir. Tek. İnfiradla muttasıf sıfât-ı kâmileyi cami’ olan.

Ehadiyyet: (Ahadiyet) Allah Teâlâ’nın her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi. (Ehadiyyet, her bir şeyde Halik-ı Külli Şey’in pekçok isimleri tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneşin ziyası, bütün zemin yüzünü ihata ettiği haysiyeti ile vahidiyyet misâlini gösterir ve her bir şeffaf cüz’de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misâlini gösterir. Ve her bir şeyde, hususan zi-hayatta ve bilhassa her bir insanda o Sani’in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle ehadiyeti gösterir.

Vahîd: Yalnız, tek. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin de bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlûkla müsavi olmayan ve tek olan demektir.

Vâhidiyyet: Allah Teâlâ’nın umum eşyada birden birlik tecellisi.(Vâhidiyyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır, demektir. Ehadiyyet ise, herbir şeyde Hâlık-ı Küll-i Şey’in pekçok esması tecelli ediyor demektir.

[115] Nisa, 113

[116] Yani bu makam çalışma ile kazanılmaz.

[117] Şühud: şâhidler. Görme, şahid olma. * Müşahede etme. * Görünecek halde şekillenme

[118] Şuûnat: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. * Emirler. Kasıtlar. Talepler

[119] Tecellî-i zatî: Arapça, zâta (öze) ait tecellî (ortaya çıkış) demektir. Sıfat söz konusu olmaksızın, zâtın başlangıcı olan tecellî için kullanılan bir tâbirdir. Zat tecellîsi; esma ve sıfat tecellîsi vasıtasıyla olur. Onlarsız olmaz. Hakk’ın zatının, mevcudata, perdeler ardından (isim ve sıfat perdeleri) tecellî etmesi zarurîdir.

Tecellî-i esma: Arapça, isimlerin tecellîsi (ortaya çıkışı), demektir. Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden birinin, kulun kalbine açılması. Bu tecellî meydana gelince kul, o ismin nurları altında öylesine mağlub olur ve şaşırır ki, Allah Teâlâ’ya o isimle seslense, Allah Teâlâ ona karşılık verir. Sülük mertebelerinin dördüncüsünde, tecellî-i esma olayı zuhur eder.

Tecelli-i sıfat: Sıfatlara, ait tecellîyi (ortaya çıkışı) ifade eden Arapça bir sözcük. Allah Teâlâ’nın sıfatlarından bir sıfatın, kulun kalbinde ortaya çıkması. Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biriyle, mesela işitme sıfatıyla tecellîye maruz kalan bir kimse, cansız varlıkların zikrini işitir hâle gelir. Buna, “Hakka’l-Yakîn” makamı denir.

[120] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem besmeledeki noktanın topladığı sırların hepsidir.

Kâinattaki işlerin olması için söylenen كن deki noktanın da kendisidir. Besmeledeki noktanın yorumları çok yapılmasına rağmen كن deki noktanın izâhatı fazla bildirilmemiştir. Besmele kâinatın devamına sebep iken كن deki nokta varlığına sebeptir. Çünkü irâde-i küllinin, yani Allah Teâlâ’nın irâdesinin varlıklar üstü muradı ile âlemler takdir edilmiştir. Bu noktaların her ikisi de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz´dir. Çünkü Allah Teâlâ’nın Efendimizle olan münasebetini beşeri olgularla anlamak mümkün değildir. Aşık ile sevgilisi arasındaki münasebetin yorumları üzerine nice diller dökülmüştür. Fakat sonuç şudur denecek bir şeye yedinci makamdan haberi olanlar dışında kimse bir şey söyleyememiştir.

Fazilet hazinesinin de sahibi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizdir. O bu hazineyi mahlûkâta ve isteyenlere kabiliyeti miktarınca veren, âlemlere rahmet olarak geldi. (Salât-ı Meşiş ve Açıklaması, s.8)

“Görmüyor musunuz? Şüphesiz Allah Teâlâ, göklerde ve yerde olanları emrinize âmâde kılmış ve zâhirî ve bâtınî nimetlerini genişletip tamamlamıştır.” Lokman, 20

Bu nimetlerin en büyüğü şüphesiz ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin zâtıdır. O’nun sayesinde nâil olunan nimetler kemmiyyet ve keyfiyyet olarak değerlendirilip takdîr edilmesi mümkün değildir. Müminlerin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme getirdikleri salât ü selâmlar, bu nimetlere karşı bir teşekkürdür. Müminlere karşı son derece düşkün olan ve onlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yolunu gösteren Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme karşı, salât ü selam getirmek hem bir vefâ hem de sadâkat borcu olmanın ötesinde bir ilâhî emirdir. Zîrâ Allah Teâlâ müminlere, bütün nimetlere vâsıta ve vesile olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selâm etmelerini emretmiştir. Her hayır hakîkatte Allah Teâlâ’dan ise de, o nimete vesile olanlara da teşekkür etmek mümin olmanın gereğidir. Şüphe yok ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tüm dînî, ve dünyevî hayrın vesilesi ve vâsıtasıdır.

[121] كن “Kün=ol”

[122] Yasin, 82

[123] Ayn: (C.: A’yan-A’yun-Uyûn) Göz. Pınar, kaynak. Çeşme. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikatı. Kavmin şereflisi. Diz. Altın. Nazar değme. Casus. Her şeyin en iyisi.

[124] “Her kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse ben ona harp açarım. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana devamlı nafile ibadetleri ile yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Bir kere onu sevdim mi ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu veririm. Bana sığınır­sa muhakkak onu korurum.” (Buhârî. Rekaik, 38; İbn. Mâce. Fiten. 16.38)

[125] Mutaffifîn, 15

[126] İttisal: Ulaşmak. Bitişmek. * Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak

[127] Allah Teâlâ’nın emrettiği şeyler ile ile dilediği ve istediği şeyler çok farklıdır. Allah Teâlâ’nın emrettiklerini herkes bir şekilde bilebilir. Fakat muradını bilmek ise herkese nasip olmaz.

[128] “Attığın zaman sen atmadın; ama Allah attı.” (Enfal, 17) âyetine işaret vardır.

[129] Taha, 50

[130] Kurban; yakınlık kazanmak için fedâ edilen şey.

[131] Sebü’l-mesanî: Tekrar tekrar okunan, iki kez nazil olan Fatiha sûresi.

[132] Ebter: Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. * Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. * Eksik, tamamlanmamış

[133] Kayyum: Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah Teâlâ. Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hakk.


islamvetasavvuf.org/
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

(101. KUDSÎ HADÎS) :

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu :
"Yüce Allah cennet ehline cennette şöyle buyuracak :
"Şüphesiz Ben çok cömert, zengin, muktedir, emîn ve sadık olan Allahım! Burası sizi oturttuğum evim ve size helal kıldı­ğım cennetimdir.
Size gösterdiğim kendimdir.
İşte benim hayat ve bereket dolu Elim ki, açıktır ve size uzanmış durumdadır, sizden onu geri çekmem.
Ben size nazar ediyorum, gözümü sizden çevirmem.
Dilediğiniz ve arzu ettiğinizi Benden isteyiniz!
Zîrâ Ben kendimi size yakın hissettirdim!
Sizin yakı­nınız (enîs) ve arkadaşınızım (celîs).
Bundan sonra ihtiyaç duy­ma ve yoksulluk yoktur.
Artık ebediyyen korku, sefâlet, öfke, sıkıntı, değişiklik de söz konusu değildir.
Ebediyyet nîmeti sizi kaplamıştır.
Sizler emniyettesiniz, burada sürekli kalıcı ve du­rucusunuz!
Nîmet ve ikrama mazharsınız.
Sizler bana itâat et­miş ve yasaklarımdan sakınmış olan seçkin ve ulu kişilersiniz.
İhtiyaçlarınızı Bana bildiriniz ki onları cömertçe ve bol bol yeri­ne getireyim!"

Bunun üzerine cennet ehli şöyle diyecek :
"İstek ve arzumuz bu değildir.
Senden dileğimiz, sonsuza kadar Senin mübârek Yüzüne bakmamız ve Senin bizlerden râzı olmandır!"

Yücelerin yücesi, mülkün sahibi, cömert ve kerem dolu olan Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyuracak :
"İşte, size ebediyyen açık olan yüzüm (cemâlim)!
Sevininiz, çünkü sizden hoşnu­dum!
Keyifleniniz, eşlerinize gidiniz, onlarla kucaklaşınız ve sevişiniz!
Câriyelerinize gidiniz ve onlarla şakalaşınız!
Odala­rınıza giriniz!
Bahçelerinizde gezininiz!
Hayvanlarınıza bini­niz!
Döşeklerinize uzanınız!
Cennetteki halayık ve câriyeleri­nizle yakınlık içinde olunuz!
Rabbinizin hediyelerini kabul edi­niz!
Elbiselerinizi giyiniz!
Meclislerinize geliniz, sohbet ediniz!
Sonra -orada uyku ve meşakkat söz konusu değilse de- koyu bir göl­gelik ve sükunet verici bir asudelikte, Celîl'e komşu olmanın huzûru içinde öğle istirahatine çekiliniz!
Daha sonra
Kevser ve Kâfûr Irmağına, Temiz Suya, Tesnîm Suyuna, Selsebîl Suyuna, Zencebîl Suyuna gidiniz; orada yıkanınız ve onlardan zevk alı­nız! Sizin için ne hoş bir hayat ve ne iyi bir dönüş yeridir! (Ra'd l3/29)
Son­ra gidiniz, yeşil yastıklara ve harikulâde işlemeli yaygılara (Rahmân, 55/76) yaslanınız, uzayıp giden gölgeler altındaki yüksek döşeklere uzanınız ki onların kenarlarında çağlayarak akan sular, bitip tükenmeyen ve serbestçe alınıp yenen bol meyveler vardır. (Vâkıa, 56/29-33)"

Daha sonra Resûlullah (sav) şu âyeti okudu :
"Doğrusu bugün cennetlikler eğlence ile meşguldürler.
Onlar ve eşleri, gölgelik­lerde tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
Orada onlar için meyve­ler vardır ve her istedikleri onlarındır."
(Yâsîn,36/55-58)

En sonunda şu âyeti okudu :
"O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekle­ri yer çok güzeldir." (Furkan, 25/24)

(Bu hadîsi H:599/1202) senesi Cumâde'l-âhiresinde Harem-i Şerifte Kabe-i Mükerreme karşısında, defalarca karşılıklı birbirimize okuyup dinlemek sûretiyle bana öğreten kimse,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in amcası Abbas soyundan gelen eş-Şeyh el-İmam eş­-Şerif muhaddis Ebû Muhammed Yunus b. Yahya b. Ebi'l-Be­rekât b. Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. Hamza b. İsmâil b. İsâ b. Mûsâ ibn Mûsâ ibn Muhammed b. Ali b. Abdillah b. Ab­bas'tır.
O da el-Kadı Ebi'l-Fadl Muhammed b. Ömer b. Yusuf el­-Ermevî'den ...den, Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'den nakleder.
O da Ali'den Mevâkıfü'l-Kıyâme hadîsinde nihâyet Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan, naklettiğimiz üzere Allah'ın cennet ehline hitabı hadîsini zikretti.
)

Mişkâtü'l-Envar isimli, Yüce Allah'tan rivâyet edilen ha­berlerden oluşan kitap tamamlandı ve üçüncü bölüm de nihâ­yete erdi.
Böylece kitap 599/1202 senesi cumâde'l-âhire ayının otuzuncu pazartesi günü öğle vaktinde Mekke'de Harem-i Şe­rif te sona erdi.
Müellifi olan Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabî et-Taî el-Hatimî'nin hattıyla yazıldı.

Allah onu okuya­cak ve yazarına duâ edecek olana rahmet etsin!
Allah'ın salât ve selâmı Efendimiz Muhammed'e, âilesine ve ashâbına olsun!
Ey benim güvendiğim!
Ey benim ümidim!
İşimi hayırla sonuç­landır!..


Muhiddin-i Arabî - Mişkâtü'l Envâr



***


"Ben sizin Rabbınız değil miyim?.. (A'raf 7/172)
Hitaba verdikleri cevapta aynıydılar..
Aynı hitabı duydular..
Ve:

"Evet!.."
Şeklindeki cevabı, birlikte verdiler..
Çünkü varlıkların meydana getiren zerrelerin hepsine, o nübüvvet hamuru sâri idi..
Çünkü ezeli ilim, öyle icâb ettiriyordu; onun gereği de mutlaka yerine gelmeliydi..
Nitekim eksiksiz geldi..
Her kim ki; verdiği karar üzerinde karar kıldı..
Onu, küfür ve inkar tuttuğu yoldan alamadı..
Hatta, bu Kâinât Ağacı hadiseleri de..
On­daki; büyüme, artma da..
Süsler püsler de..
Sonra..
Bazı, fikri meyveler de..
Bazı şevke ben­zer hatler de..
Muhkem zevkler de onu yolundan alamaz..
O mayeyi özünden silemez..
Kezâ, sırlar âlemindeki safa da..
Kezâ İlahî bağışın tatlı nesimi de ona bir za­rar vermez..
Ayın şekilde büyüyüp yükselen amel­ler de..
Kezâ iç âlemi temizleyen hâller de..
Nefis riyazetinden hasıl olan tatlı yeşil yaprak­lar da onun zararına olamaz..
Kalblerin, kendi kendine yaptığı münacaatlar da onu tesiri altına ala­maz.
Kezâ, sırlar âlemindeki dereceler, ruhanî mü­şahedeler de onun için önemli olamaz.
Onun gönlünde biten hikmet çiçekleri de ona dokunamaz..
Hatta, mârifet halinden doğan lütuflar da..
Kezâ, ötelere suud edip aşan tatlı nefesler de ona göre, hiç sayılır.. .
Sonra..
O kimsenin daldığı manevî umman ya­nında ünsiyet çiçeklerinin demeti nedir?
Ruhanî havanın esintisi nedir?.
Aslı üzerine kurulan, ihtisas ehlinin mertebe­leri nedir?.. .
Özünde nübüvvet sırrını taşıyan, seçilmiş kul­lara verilen makamı neyler?..
Yalnız mertebe olarak sıddıkların mertebesini ne 'der?
Hakk'a yakın kulların devâmlı münacaatı ne oluyor ki?.
Mahabbet ehlinin müşâhedesi de bunlara eklense yine de o nübüvvet sırrını taşıyan kimsenin gönlünde, bir yer tutamaz..
Belki de:
"Neden böyle?.. Bunlar bu kadar önemsiz mi ki?.."
Diyeceksiniz..
Hayır öyle değil..
Mesele başka..
Çünkü bunların hepsi, Muhammedî Aşı'nın bir sonucudur..
Bütün bunlar, onun nurundan bir kıvılcımdır..
Onun
Kevser Irmağından akıp gelen bir boy­dur.. soydur.. koldur..
Onun iyiliği özünden hasıl olan bir gıdadır..
Onun hidayet beşiğinde bir mürebbidir..
Ter­biyecidir..
Yetiştiricidir..
İşbu sebepledir ki; onun bereketi umuma şâmildir..

"Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.." (Enbiyâ 21/107)"

Muhiddin-i Arabî -Şeceretü'l- Kevn, 4
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ZEVK 3331

Keremullahiveche'dir!ALİ ŞAH (kv) YÂRü's-SELÂM HU!..
İLMin-EDEBin Kapısı! ALİ ŞAH (kv) DÂRüs- SELÂM HUU!..
Nefes-Nefis, Naz-Niyazı! KûN feyeKûN AŞK AVazı
Vilâyetin TEVHİD SESİ
! ALİ ŞAH (kv) KÂRü's-SELÂM HUUU!..


Kul İhvani
23.09.08. 20:40
Çiçek camii


Kerem: Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.

Vech: (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet.

Keremullahiveche: Yüzünü-özünü Allah'tan gayrısına hiç zaman dönmemiş Sıddık-ı Ekber. Edeb-i Muhammed Bağının İlk ve Tek GÜLÜ
Aliyyü'l- Mürteza Aleyhisselâm..


YÂRü's-SELÂM: Es Selâm cc Yâri
Dâr: Yer, mekân, konak.
Dâr: f. Sâhib, mâlik, tutan (mânasındadır.) Meselâ: Bayrakdâr $ : Bayrak tutan.
DÂRü's-SELÂM: Cennet. Selâmet ve eminlik yeri.
DÂRü's-SELÂM: Es Selâm'ın Bayrakdârı.

Vilâyet-Velâyet: Veli olan kimsenin hali. Velilik, dervişlik. * Dostluk. * Sadakat. * Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak. Gerçek velâyetin anlatılması ve anlaşılması için Tasavvuf İlmi doğmuştur ve yaşamaktadır.
Anlatılamayan ve yaşanınca anlaşılan Hâldir..


Veli: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah'ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât.

KÂRü's-SELÂM: Es Selâm'ın kârı, hayatın sonundaki son sözün Hakk olması..


***

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri Eshab-ı kiramın büyüklerinden.
Peygamberimiz (SAV) Efendimiz'in damadı ve dördüncü halifesidir.
Peygamberimizin (SAV) amcası Ebu Talib'in oğludur.
Künyesi "Ebul Hüseyin"dir.
Bir künyesi de Peygamberimizin (SAV) iltifat buyurarak söylediği "Ebu Türab"dır.
Hiç puta tapmadan müslüman olduğu için "Kerremallahü Vechehu", kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı "Kerrar", "Esedallahül Galib" lakabları verilmiştir.
Ayrıca takdiri ilâhiyeye gösterdiği tam rızadan dolayı da kendisine "Mürteza" denilmiştir.
Ali (KV) Hz.leri Resûl-i Ekrem'in (SAV) sevgili arkadaşı ve Zülfikâr kılıcının sahibidir. Âkil, Kâmil ve muhakkiktir.

Kevser şerbetinin dağıtıcısıdır.


İslam Ansiklopedisi 1.Cilt S. 103,104
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

101-

كَاَنَّهَا الْحَوْضُ تَبْيَضُّ الْوُجُوهُ بِهِ
مِنْ الْعُصَاتِ وَ قَدْ جَاﺅُهُ كَالْحُمَمِ


Keennehâ'l-havzu tebyeddu'l-vücûhu bihî
Mine'l-usâti ve kad câûhu ke'l-humemi


Sanki Kur'ân-ı Kerîm Kevser Havuzu ki O'nunla bembeyaz olmakta,
Kömür gibi günahkarası yüzleriyle gelen âsi, isyankârların içleri dışları..


O bir ümit pınarıdır ki her kiri pâk eder.
O bir nur kaynağıdır ki içeni kendine benzetir!
O bir Kur'ândır ki her Kerem-i Kerîmi kendisinde hizmete sunmuştur!..



Vücuh : (Vech. C.) Çehreler, yüzler, suretler. * Tarzlar. * Sebepler. * İmkânlar. * Münasebetler. * Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar. * Bir memleketin ileri gelenleri.
Havz-ı Kevser : Kevser havuzu. (Bak: Kevser)
Kevser : Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashâb, Etbâ' ve onların iyilikleri, hayırları. * Bereket. * Kesretten mübâlağa. Çokluğun gayesine varan şey. Gayet çok şey. * Pek çok hayır. Hikmet, ilim. Kur'an, İslâm, tevhid. İlm-i Ledün. Ma'rifetullah. * Cennet ırmaklarının kaynakları. * Cennet'te bir havuz veya nehir.
Âsi : İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.
Humem : (C.: Humem) Kömür. * Kara kül. * Her ateşte yanan nesne.



İmâm-ı Buseyrî ~Kasîde-i Bürde~VI.Bölüm
Tercüme ve Şerh Eden: Latif YILDIZ
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen nur-ye »

KEVSER şerbetinin dağıtıcısından kANa KANa İÇmek dileğiyle إِن شَاء اللَّهُ
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

V, 101.

"Biz sana Kevser'i verdik" âyetini okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse!
...Kimi Kevser'den benzi kızarmış görürsen onunla düş kalk, onun huyuyla huylan, çünkü o Muhammed (sav) huyuyla huylanmıştır.
Böyle yap da "ALLAH için severler" den sayıl. Çünkü Ahmed'in ağacında biten elma ondadır (onunladır). (1230-)


M. Celaleddîn Rûmî Hazretleri-Mesnevî'den
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

*** ''KEVSER Havuzunda damlalık, KUL iken SULTANlıktır!..''

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

>>>>>>GÖNLÜMÜZÜN SESİ>>>>>>

*ZEVK 82*

Rahmeyle Rızanı Ya Resulullah! Rahmetisin Âlemlerin
Ahlâk-ı Mükemmelsin, Mükerremsin, Kervan-ı Kerim senin,
SAĞOL KERVANCIBAŞI (sav)! Sahib-i Sırr, Sâki-yi Kevser!
Bir dolu sundun bendene; AŞK OLSUN AYIK EYLEDİN!...


19.2.1986 12:45
Antalya dr.



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

>>>>>> GÖNLÜMÜZÜN SESİ >>>>>>


*ZEVK 93*

Üflerler Ârifler nefire nefesleriyle
Gönül gözleyenler, Erenler ER SESleriyle
SEVGİ yağar, AŞK çağlar gönüller birleşince
Bâb-ı CENNETtir seherler Havz-ı KEVSERiyle...


1.4.1986 09:26
Antalya dr.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

ZEVK 3404

KevsER Feyzi fışkırmakta, NÛR-u MÎMin ÇEŞMEsinden
YÂRin YURDU yeşillenmiş, NAZ-NİYÂZın NEŞEsinden
Ağız RESÛLULLAH AĞZI, SÖZ ALLAHU zül- CELÂLin
UY-UY-ANlar UY-ANsınlar: “ALLAHUEKBER!..” SESİnden!..


16.11.08 17:47
L a r a…


KevsER: Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashâb, Etbâ' ve onların iyilikleri, hayırları. * Bereket. * Kesretten mübâlağa. Çokluğun gayesine varan şey. Gayet çok şey. * Pek çok hayır. Hikmet, ilim. Kur'an, İslâm, tevhid. İlm-i Ledün. Ma'rifetullah. * Cennet ırmaklarının kaynakları. * Cennet'te bir havuz veya nehir.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.



Resim


Resim
ZEVK 405

Muhabbetin Muhammedi, misk-i ambersin Efendim...
Gariblerin gönül gözü, genc ü gevhersin Efendim...
Evveli Ehl-i Beytsin Sen, hayatın HAYY membağısın
Zât-ı Subhân sebilisin, Kevn-i kevsersin Efendim...


24.12.1988 19:50

Misk-i amber : Tamamıyla isteğe uygun. (Misk ü amber de denir).
Genc : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz.
Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.
Kevn : Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
NuruM
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 350
Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen NuruM »

Resim Resim Resim''KEVSER; Vahdet ile Kesretin ara kesitidir!..''

Kul İhvani

14 Ağustos 2009
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »



"Efendimize (sav) «Sana Kevseri verdik» âyeti doğrudan doğruya Fâtıma annemizin tanımıdır.

Şimdi Sûre-i Kevser sırrı içinde Fâtıma annemizi görmeye çalışalım:

Kevser, çokluk âlemine yansıyan güzellikler demektir.

Evrenlerin incisi Efendimizin,
ALLAH'a sevgili olmasa O'nun Vahdet’teki çok özel bir hikmetidir. Onun sonsuz boyutlara yansıyan Nûr-u Muhammedî yansıması ise kevser sırrıdır.

ALLAH, yaratılması imkânsız diye tanımladığımız, seyrine tahammül edilemeyen Nûr-u -Muhammedî'yi halketmiş; onu evrenin sonsuz boyutlarına yansıtmıştır. Bu yansıma dünyâ hayâtında Hz. Fâtımâ annemizin gönlünden tüm kalplere aksettiği gibi; mânâda da tüm boyutlara ışık ışık nur saçmıştır. Kevserin tanımı budur.

ALLAH, önce Efendimizi halketmiş, sonra da O'nun tahammülsüz güzelliğini Nûr-u Muhammedî ışığıyla evrenlere saçmıştır. İşte bu intikal, dünyâ hayâtında sembolize edildiği gibi, Hz. Fâtımâ gönlünden yansıtılmıştır. Bu yüzden ALLAH Hz. Fâtımâ annemize hilkat katında verdiği «Kevser» ismini âyetleştirmiştir.

Hilkatın ilâhi güzelliği yansıtan sırrında: Mahviyyet temeldir. Bir varlık kendini ne kadar benlikten arıtırsa o kadar güzelleşir. Bunu, madde dünyâsında bile hissederiz.

Bir güzel, tevâzu' eşiğine bastı mı, bambaşka bir güzel olur. Mânâ güzelliği de böyledir; varlık evhamından kurtulan her nefs,
ALLAH'ı hissetmeye başlar. Varlık evhamı ise, var olan şeyin etrâfındaki bir sis perdesi gibidir. Güzelliği ve gerçeği gizler.

İşte Hz. Fâtımâ annemizden yansıyan Nûr-u Muhammedî, taşıdığı mahviyyet iksirini yansıtarak bu sis perdesini siler. Evrendeki her güzellik, melekler dâhil, güzellik sırrını Nûr-u Muhammedî'den alır. Bu yüzden Fâtımâ sırrı bir Kevser'dir. Hz. Fâtımâ sırrı, çokluklara güzellik veren, onları varlık evhamından kurtaran nurdur.


Kevser Sûresi; Kurban ve Namaz emirleri ile sürmektedir. Hz. Fâtımâ annemiz nefsini kurban etmiş ve namazda eksiksiz bir vecd âleminin sembolü olmuşdur. Fâtımâ sırrının yansımasında Cenâb-ı HAKK, nefsin kurban edilmesini ve namazı şart koşmaktadır. Eğer gönlünüzde semâ sevdâsına tâlipseniz; bu semâ kevserde (Hz, Fâtımâ sırrında) gizlidir.

Kevser Sûresi'nin gönüllere verdiği tâlimat : Nefsinizi kurban edin, mahviyyet içinde namaz kılın, gönlünüzde raks başlasın tâlimatıdır.

Efendimizi incitenler ise, Ebter'dir; madde ve mânâsı yokluğa mahkûmdur. Efendimizi incitme eylemi benliğin çirkin suratıdır.

Mânâ ilimlerinde eğitimin temeli Kevser Sûresi'dir. Aslında İslâm dünyâsının içine düştüğü, özellikle son dört asırdır geçirdiği bunalım, mânâya karşı düştüğü yanılgıdır. Ne yazık ki bir çokları mânâ sırrını hep yanlış senaryolarda oynamaya kalkmış, bu yüzden Efendimizle arasındaki cereyan kesilmiştir. Öyle olunca da; ne mânâ, ne maddede motoru çalıştırabilmiş; teklemiş durmuştur.


Şimdi Kevser Sûresi'nin ışığı altında Hz. Fâtımâ annemizin nûruna nasıl yaklaşabileceğimizi özetlemek istiyorum:

Elbette ilk şart nûr'a muhtaç olduğunu farkedip talep niyaz etmektir. İkinci şartı ise, Kevser Sûresi'nin son âyeti koymuştur: Fahr-i Kâinat Efendimizi incitecek davranışlardan şiddetle kaçmaktır. Hz. Fâtımâ annemize yaklaşım için yıllarca emek çekseniz, bir an Efendimizi incitseniz, tüm teller bir anda yeniden onarılmamak üzere yanar. Efendimizi incitme gafleti her zaman zâhirde kaba hatlarıyla zuhur etmez. O'nun dâvâsına soğuk bakmak, O'nun gönlünde yer tutan nazlılara karşı ufacık bir hürmetsizlik Efendimizi incitir.

Bu yüce sırra yakin olup, O'nun şefkatine ve himâyesine girmenin
üçüncü şartı: Rûhundaki yaraları Hz. Hasan hikmetiyle, nefsindeki fırtınaları Hz. Muhsin sırrı ile tedâvi' etmek, sonra da gönlünü özellikle Hz. Hüseyin Efendimize dökeceğimiz gözyaşları ile yıkamaktır.

Bu amaçla yola çıktığımızda, zor gibi görünen yolun o yücelerce kolaylaştırılacağını hiç hatırdan çıkarmadan güvenle sebat etmeliyiz. Sonra nefsimizi Hz. Fâtımâ annemizin mahviyyet kimyâsında erite erite benlik putunu yıkıp kurban etmeliyiz. Savaşın en zoru olan bu noktada, ihlâs dolu gayretimiz yine o yücelerce tesbit edilir. Ve kurban vekâletimizi Hz Fâtımâ annemiz hallederler.

Kevser Sûresi'nde verilen en kesin bir reçetenin namaz olduğunu, hiçbir bahâne ile bu konuda nefse tâviz vermemek gerektiğini unutmayınız.

Namazda ihlâs sırrı Hz. Ali Efendimizin himmetiyle bizi arıtıp gerçek ve yakin namaza ulaştıracak ve gönlümüzde sevdâ ışığı yanmaya başlayacaktır.

Ve gönüllerde semânın mânâ ilminde motifi budur. O semâ noktasına varamazsak bile; ömrümüz bu yolda gayret içinde iken hayat sona erse ne gam...


Onk. Dr. Haluk NURBÂKİ
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: KEVSER SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Yâ RESÛLULLAH!.
sallallahu aleyhi vesellem..

HaVZ-ı KeVSER>MîM MiZÂNı
SıRAT KÖPRün ->RÖPERimİZ
GEÇmiş<->GELecek ->şU ÂNı
EZeL<->EBeD>BİZ BİR-İZ BİZ!.


ZEVK 7578

SıRAT SıRTı >MiZÂN BAŞı >HaVZ-ı KeVSER ->AŞK NOKTAsı
HÂL-i HAZIR HAKk HAVZAsı ->KüLLî KeReM KeVSER HaVZ-ın
RAZiYyeten <-> MERZiYyeten ->RaSÛL-ü-RAB HAK HOKKASı
CÂN-CANÂN ->RıDVÂN RAVZAsı EZeL-EBeD >RüŞD-ü RaVZ-ın!.


24.04.16 12:01
brsbrs..tktktrstkkmdçkkhstyzzzglmlbzbrzz..


Havz: Hususi suretle yapılan su havuzu.. hakkın ve hayrın cem’i..
Havza: Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan. Herkesin ve her şeyin akıp varıp-dolacağı mansab.
Kevser: Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashâb, Etbâ' ve onların iyilikleri, hayırları. Bereket. Kesretten mübâlağa. Çokluğun gayesine varan şey. Gayet çok şey. Pek çok hayır. Hikmet, ilim. Kur'an, İslâm, tevhid. İlm-i Ledün. Ma'rifetullah. Cennet ırmaklarının kaynakları. Cennet'te bir havuz veya nehir.
Kerem: Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. Mecd ve şeref. Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
MiZÂN: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
SıRAT KÖPRüsü: Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.
RÖPER: Teknikte, belli bir yeri, bir noktayı yeniden bulmak için konulan sabit işâret; yeniden başlama noktası.. Resûlî Referans..
HAK HOKKASı: KÛN EMRinin, RABB->ReSûL NûRu feyeKÛN OLuş KÂBı..NÛRuLLAH..

Resim

RüŞD.:
BUZ Dağı ERir SU Olur ARKa GELir
SU BuHarLaşır KanatLanır fARKa GELir
BuHAR BULUTLaşır RÜŞDe EREr RAHMet OLur gARKa GELir..
yÂNi.. Bir dAMLa GÖZ YAŞım BİZBİR-İZ DENİZİnde YOK/VAR OLmuştur ve’s- SeLÂMmm..




Resim

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)


Resim
BUyur/DUYur Yâ RESÛLULLAH!.
sallallahu aleyhi vesellem..

Resim---Ebu zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Ammân'dan Eyle'ye olan mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." Buyurdu.
(Müslim, Fezâil 36, (2300); Tirmizî, Kıyamet 16, (2447)

Resim---Semüre İbnu Cündeb radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Her peygamberin bir havzı vardır. Ümmeti oraya su almaya gelir. Peygamberlerin her biri, hangisinnin suya geleni çok diye övünürler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum."
(Tirmizî, Kıyamet 15, (2445).

Resim---Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a "Kevser nedir?" diye sorulmuştu.
"Cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi. O, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda (nehirde) bir kuş vardır, boynu deve boynuna benzer!" buyurdular. Hz. Ömer atılarak: "Öyleyse o müreffehtir!" dedi. Aleyhissalatu vesselâm da: "Onu yiyen, ondan da müreffehtir!" buyurdular."

(Tirmizî, Kıyamet 15, (2445).

Resim---Hz. Cündüb radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ben havza ilk geleniniz olacağım!"
(Buharî, Rikak 53; Müslim, Fezâil 25, (2289).

Resim---İbnu Mes'ud radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ben Havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler.
"Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım!" derim. Ama bana:
"Senden sonra bunların ne bid'atlar yaptıklarını sen bilmezsin!" denilir. Ben de:
"Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!" derim." buyurdu
.

(Buharî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, (2297)

Bid'at: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.

Resim---Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ümmetim Havz'ın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!" buyurdu.
Yanımdakiler: "Yâ Resûlullah! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim Ashabım, onlar benim Ashabım!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:
"Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek." buyurdu.

(Ebu Hureyre'den; Müslim, Taharet 37, (247).

Bir diğer rivâyette şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan daha çoktur."

Resim---Yezid İbnu Erkâm radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Siz (ashabım), Havzın başında yanıma gelenlerin yüzbin cüz’ünden sadece bir cüz’ünü teşkil edeceksiniz!" buyurdu. Yezid'e: O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da. "Yediyüz veya sekizyüz kadardık!" diye cevap verdi."

(Ebu Davûd, Sünnet 26, (4746).

Resim---Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün), Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Kıyamet günü bana şefaat edin!" dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"İnşallah yapacağım!" buyurdu. Ben tekrar: "Sizi nerede arayıp bulayım?" dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!" buyurdu. "Size (orada) rastlayamazsam?" dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Mizan'ın yanında beni ara!" buyurdu. "Orada da size rastlayamazsam?" dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Öyleyse beni Havz'ın yanında ara! Zira ben üç mevkinin dışına çıkmam!" buyurdu."

(Tirmizî, Kıyamet 10, (2435)

Resim---Hz. Aişe radiyallahu anha anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar;
Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı?
Sırat'ın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar." buyurdu.

(Ebu Davûd, Sünen 28, (4755)

Resim---Ebu Sa'î'di'l-Hudri radiyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu: "Benim bir havuzum var. Genişliği Ka'be'den Beytu'l-Makdis'e kadar uzanır. Suyu süt misali bembeyaz. Yıldızlar adedince susakları var. Şurası muhakkak ki, Kıyamet günü ben, peygamberler arasında ümmeti sayıca en çok olan kimseyim." buyurdu.
(Kütüb-i Sitte hadis no:7289)


Resim
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön