TABİÎN'İN HAYATINDAN TABLOLAR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

TABİÎN'İN HAYATINDAN TABLOLAR

Mesaj gönderen tamersah tarik »

ATA İBN REBAH

Şu üç kişinin dışında, itimle, Allah'ın rızasını arayan hiç kimse görmedim. Ata, Tavus ve Mücahid.[1]
Şimdi hicretin 97. senesi, zilhicce ayının son on günündeyiz... Beyt-i Atik, her taraftan, kimisi yaya, kimisi binitli, kimisi yaşlı, kimisi genç, kimisi erkek, kimisi kadın, kimisi siyah, kimisi beyaz, kimisi Arap, kimisi Acem, kimisi efendi, kimisi köle Allah'ın evine ziyarete gelen kimselerle kaynaşıyor...
Onların hepsi insanların meliki (hükümranı) olan Allah'a huşu içinde, emrine boyun eğerek ve umut içinde gelmişlerdi.
İşte müslümanların halifesi yeryüzünün hükümdarlarının en bü­yüğü Süleyman İbn Abdulmelik[2] yalın ayak, başıaçık ihramli bir hal­de Beyt-i Atik'i tavaf etmektedir...
Onun hali, Allah rızası konusunda, kardeşleri sayılan halkının ha­line benzemekteydi...
Arkasında da iki oğlu vardı.
Oğulları ay parçası ve gonca gül gibiydiler.
Tavafını bitirince hemen maiyetindekilerden birine:
«— Nerde arkadaşınız?» dedi. O adam:
«— İşte orda namaz kılıyor» deyip Mescid-i Haram'ın batı köşe­sini gösterdi.
Halife, arkasında duran iki oğluyla birlikte işaret edilen yere doğ­ru yöneldi...
Muhafızları halifeye yol açmak ve onu sıkışıklıktan kurtarmak için peşinden gitmeye niyetlendiler, ama halife:
«Bu makam idarecilerle, idare edilenlerin eşit olduğu yerdir».
Bu makamda birisinin diğerine üstünlüğü ancak kabul edilmek ve takva iledir.
Nice saçı başı dağınık ve toz toprak içinde olan kişiler Allah'ı huzuruna geldiler de Allah hükümdarları kabul etmediği halde onları kabul etti.
Daha sonra o adamın yanma gitti ve onun hâlâ namazda oldu ğrjnu gördü.
Halk onun arkasına, sağına ve soluna oturmuş vaziyetteydiler...
Onların en gerisine de o oturdu...
Kureyşli iki delikanlı müminlerin emirinin onun için geldiği ve namazını bitirmesini beklemek üzere halkla birlikte oturduğu bu ada­mı düşünmeye başladılar.
Gördüler ki o, siyah yüzlü, kıvırcık saçlı ve yassı burunlu, yaslı bir Habeşliydi. Oturduğu zaman siyah bir karga gibi görünüyordu.'
Adam namazını biti.'nce, Halife'nin bulunduğu tarafa döndü ve Süleyman İbn Abdulmelik onu selâmladı, o da Halife'nin selâmına karşılık verdi.
Bu arada Halife ona yönelip tek tek hac ibadetinin yapılış şekil­lerini sormaya, o da her soruya cevap vermeye başladı.
Sözüne ilâve yapmayı gerektirmeyecek şekilde açık konuşuyor-du.
Söylediği her sözü Resûlüllah'a (s.a.v.) nisbet ediyordu. Halife sorularını bitirince, Allah senden razı olsun deyip oğul­larına: .
Kalkın, kalkın... Üçüncü sa'y bitti, kalanlara devam edelim, dedî
Safa ile Merve arasındaki sa'ylarına devam ederlerken iki delikanlı birisinin şöyle seslendiğini duydular
«Ey müslümanlar!
İnsanlara bu makamda ancak Ata İbn Rebah fetva verebilir... O bulunmazsa, Abdullah İbn Ebî Nuceyh». Çocuklardan birisi babasına dönüp:, Müminlerin emirinin görevlendirdiği kimse halka. Ata İbn Rebah ve arkadaşından başka hiç kimseden fetva soramıyacaklarını nasıl emrediyordu.
Sonra Halife'ye aldırjş etmeyen ve ona gerekli saygıyı göster­meyen bu adamdan fetva sormaya geldik!.
Süleyman oğluna:
«Yavrum! Kendisini ve onun önünde bizim düşüklüğümüzü gör­düğün bu adam; Mescid-i Haram'da fetva sahibi olan- Ata İbn Ebî Re-bah'tır.
O, bu büyük makamda Abdullah İbn Abbas'ın varisidir». Ondan sonra şöyle diyordu: «Yavrularım! İlim öğreniniz. Düşük, olan ilimle yükselir. Alçak olan onunla şeref sahibi olur.. Köleler onunla hüküm­darların derecesine yükselir...»
Süleyman İbn Abdülmeiik, ilim hakkında oğluna söylediklerinde mübalâğa etmiyordu.
Ata İbn Ebî Rebah, küçüklüğünde Mekkeli bir kadının kölesiydi.
Ancak Aziz ve Celîl olan Allah habeşli köleye, çocukluğundan itibaren ayaklarını ilim yoluna koymayı lütfetmişti.
O vaktini üçe ayırmıştı:
Bir kısmını sahibesine ayırmıştı ki en güzel şekilde ona hizmet ediyor, en mükemmel şekilde ona olan borcunu ödüyordu.
Bir kısmını Rabbine ayırmıştı ki en temiz ve en ihlasiı ibadeti yapıyordu.
Bir kısmını da ilim tahsiline ayırmıştı ki, Resûlüllah'ın (s.a.v.) as­habının hayatta kalanlarına gider ve onun gür ve temiz kaynaklarından devamlı alırdı...
Ebu Hureyre, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Abbas, Abdullah Îbnu'z-Zübeyr ve diğer sahabîlerden aldı, Öyle ki göğsü, ilim fıkıh ve Resûlüllah'tan (s.a.v.) rivayet edilen hadislerle doldu.
Mekkeîi hanımefendi, kölesinin kendini Allah'a sattığını... Haya­tını ilim tahsiline vakfettiğini görünce... onun üzerindeki-hakkından vazgeçip belki Allah onu İslâm'a ve müsfümanlara faydalı kılar diye Allah rızası için kölesini azat etti.
O günden itibaren Ata İbn Ebî Rebah Beyt-i Haram'i kendine ma­kam yaptı...
Onu kendisine sığınak... İçinde tahsil yaptığı okul, içinde takva ve ibadetle Allah'a yaklaştığı namazgah yaptı,
Hatta tarihçiler şöyle demişlerdir: «Mescid yirmi yıla yakm Ata İbn Ebî Rebah'ın yatağı olmuştur...»
Yüce tabiî Ata İbn Rebah ilimdeki mertebesine ulaşınca bütün takdirlerin üstüne çıktı...
Çağdaşlarından pek az kişinin ulaştığı bir mertebeye yükseldi..
Rivayet edilmiştir ki; Abdullah İbn Ömer. umre yapmak için Mek­ke'ye gelmişti...
Halk soru sormak ve fetva istemek üzere ona geldi. Bunun üze­rine Abdullah şöyle dedi:
«Ey Mekkeliler! Ben size şaşıyorum..
Aranızda Ata îbn Ebî Rebah varken, bana sormak için soruları bi­riktiriyorsunuz?!.»
Ata İbn Ebî Rebah, dinde ve ilimde ulaştığı dereceye şu iki özel­likle kavuşmuştu:
Birincisi, nefsine karşı tam bir otorite kurmasıydı, faydasız şey-ferden zevk almaya hiçbir yol bırakmamıştı...
İkincisi, vaktine karşı tam bir otorite kurmasıydı. Onu lüzumsuz söz ve işlerde harcamazdı...
Muhammed İbn Suka [3] bir grup ziyaretçisine şöyle anlattı:
«Bana faydalı olduğu gibi, belki size de faydalı olacak bir sözü söyleyeyim mi?»
Onlar: «Tabîî, söyle,» dediler.
O şöyle dedi:
«Ata İbn Ebî Rebah, bir gün bana şu nasihati yaptı:
Ey kardeşimin oğlu! Bizden öncekiler, lüzumsuz konuşmayı sev­mezlerdi».
Ben de dedim ki:
«Onlara göre lüzumsuz konuşmak neydi?»
O şöyle dedi:
«Onlar Allah'ın kitabının dışında her sözün okunmasını ve anlaşıl­masını...
Resûlüllah'ın (s.a.v.) hadisinden başka her sözün rivayet edilip anlaşılmasını yahut bir emr-i maruftan ve nehy-i ani'l-münkerden baş­ka veya kendisiyle Allah Te'âlâ'ya yaklaşılan ilimden başka ya da sana mutlaka lâzım olan ihtiyacını ve geçimini konuşmandan başka her sö­zü lüzumsuz saymışlardır...
Daha sonra gözlerini bana dikip: «Oysa, yaptıklarınızı bilen de­ğerli yazıcılar sizi gözetlemekte... [4]
«Herbirinizin sağında ve solunda iki meleğin oturmakta olduğu­nu, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptettiğini» [5]inkâr mı ediyorsunuz» dedi.
Arkasından da şunları söyledi: «Bizden birisi, günün başlangıcın­da yazdığı sayfası kendisine açılıp da içinde daha çok dinle ve dün­yayla ilgisi olmayan şeyleri bulursa utanmayacak mı?»
Allah Ta'âlâ, Ata İbn Ebî Rebah'ın ilmiyle halktan birçok kimseyi faydalandırmıştır:
Onlardan bir kısmı ilimde mütehassıs olanlardır. Bir kısmı çeşitli sanatları meslek olarak seçenlerdir. Diğerleri de bunların dışında kalanlardır...
İmam Ebu Hanife en-Numan kendisi hakkında şunları anlatmış­tır:
«Mekke'de hac ibadetinin yapılış usullerinden beş konuda yanıl. dım. Bunları bana bir berber öğretti... Bu şöyle oldu: İhramdan çık­mak için traş olmak istedim ve bir berbere gidip şöyle dedim:
— Başımı kaça traş edeceksin? Berber:
— Allah seni doğru yoldan ayırmasın.
İbadette şart koşulmaz [pazarlık yapılmaz), otur ve gönlünden na kopuyorsa onu ver, dedi.
Utana utana oturdum.
Ancak kıbleye karşı değil de yan olarak oturdum.
Berber, kıbleye karşı durmamı işaret etti. İşaret ettiğini yaptım.
Daha çok utandım.
Daha sonra, traş etmesi için başımı ona sol taraftan verdim.
Bana:
— Sağ tarafını çevir, dedi. Ben de çevirdim.
Şaşkın ve sessiz bir şekilde ona bakarken, o başımı traş etmeye başladı ve bana:
— Niçin sessiz duruyorsun? Tekbir getirsene... dedi.
Gitmek için ayağa kalkıncaya kadar tekbir getirdim.
— Nereye gitmek istiyorsun? dedi.
— Hayvanımın yanına gitmek istiyorum, dedim.
— İki rekat namaz kıl, ondan sonra istediğin yere git, dedi.
İki rekat namaz kıldım ve şöyle düşündüm:
İlim sahibi olan böyle birisine berberlik yakışmaz.
Bunun üzerine ona
— İbadet konusunda bana söylediklerini nereden öğrendin? de­dim. Bana şöyle cevap verdi:
— Allah iyiliğini versin.
Ata İbn Ebî Rebah'ın böyle yaptığını gördüm ve ondan böylece al­dım. Halka da böyle yapmalarını söylüyorum.
Dünya Ata İbn Ebî Rebah'a güldü ama o dünyadan şiddetle yüz çevirdi. Ona hiç meyletmedi... Bütün ömrünü fiyatı beş dirhemi geç­meyen bir gömlekle geçirdi.
Halifeler onu sohbetlerine çağırdılar ama o, dini için dünyasından korktuğu için onların davetlerine icabet etmedi. Fakat buna rağmen bunda müslümanlar için bir fayda, İslâm için bir hayır görüyorsa on­ların yanına gidiyordu.
Osman İbn Ata el-Horasanî'nin anlattığı bu konuda bir örnektir:
«— Babamla birlikte Hişam İbn Abdulmelik'i aramaya çıktık. Şam'­ın yakınına geldiğimizde, siyah bir eşeğe binmiş, sırtında, kaba doku-mah bir gömlek ve eski bir cübbe, başında kötü bir sarık bulunan özen-gisi tahtadan olan bir ihtiyarla karşılaştık. Onun bu haline güldüm ve babama:
— Bu kim baba? dedim, O da:
— Sus, bu Hicaz fakihlerinin efendisi Ata İbn Ebî Rebah'tır, diye cevap verdi.
O bize yaklaşınca, babam katırından, o da eşeğinden İnip kucak­laştılar ve birbirlerine soru sormaya başladılar. Daha sonra hayvanla­rına binip Hişam İbn Abdulmelik'in sarayının kapısında duruncaya ka­dar birlikte gittiler.
Kendilerine müsaade edilmeden oradakiler oturmadıîar. Babam dışarı çıktığında sordum:
— Yaptıklarınızı ve onları bana anlatır mısın? dedim. Babam:
— «Hişam, Ata İbn Ebî Rebah'm kapıda olduğunu öğrenince hemen içeri girmesine izin verdi. Vallahi ben ancak onun sebebiyle içeri
girmiştim,
Hişam onu görünce:
Hoş geldin, hoş geldin...
Buraya... Buraya... dedi. Ona devamlı:
Buraya... Buraya... diyordu.
Nihayet onu, yanına, kendi minderinin üzerine oturttu ve dizini onun dizinin dibine koydu...
Oturanlar halkın eşrafındandı. Sohbet ediyorlardı ama sohbetle­rini kestiler...
Daha sonra Hişam ona:
— Ey Ebu Muhammed (Ata) ihtiyacın nedir? dedi.
O da şöyle cevap verdi:
— Ey Emirulmüminin, Haremeynin halkı (Mekke ile Medine'nin halkı], Allah'ın halkı ve onun elçisinin komşuları demektir. Onların er­zak ve maaşlarını sen dağıtıyorsun, değil mi?...
Hişam:
— Evet...
Kâtip! Mekke ile Medine halkının maaşlarını ve bir yıllık yiye­ceklerini yaz, dedi.
Daha sonra da:
Başka bir ihtiyacın var mı, Ebu Muhammed? dedi.
Cevabı şöyle oldu:
« Evet, Emirülmüminin, Hicazlılar ve Necîdliier Arapların aslı v İslâm'ın liderleridirler. Sen onlar için sadakaların arta kalanlarını ka­bul etmiyeceksin...
Hişam emretti:
Kâtip! Onlar için sadakalarının artıklarının kabul edilmiyeceği-
Bundan başka bir ihtiyacın var mı Ebu Muhammed? dedi.
O da:
Evet, var, ey müminlerin emiri!
Sınırlardaki nöbetçi erler düşmanlarınıza karşı durup müslüman-lara kötülük yapmak isteyen kimseleri öldürüyorlar. Sen onlara yiye­ceklerini hemen göndereceksin... Çünkü onlar ölürlerse sınırlar or­tadan kalkar, kaybolur... dedi.
Hişam:
Evet, kâtip! Onlara yiyeceklerinin gönderilmesini yaz.
— Başka bir ihtiyacın var mı? dedi.
Ata İbn Rebah:
«Evet, ehl-i zimmetinize [6] güçlerinin yetmiyeceği şeyleri yük­lüyorsunuz. Onlardan aldığınız haraçlar, sizin için düşmanınıza kaı destektir» dedi.
Hişam:
«Katip! Ehl-i zimmete güçlerinin yetmiyeceği şeylerin yüklen­memesini yaz».
Ebu Muhammedi Başka bir ihtiyacın var mı?» dedi,
Atâ:
Evet... Emirulmüminin! Nefsin konusunda Allah'tan kork.
Tek başına yaratıldığını...
Tek başına öleceğini...
Mahşerde tek başına diriltileceğim...
Tek basma hesaba çekileceğini... Yanında gördüğün ve tanıdığın kimselerden hiç birinin olmayacağını bil...
Hişam ağlayarak kendini yere attı... Ata kalktı, ben de kalktım.
Kapıya vardığımızda, içinde ne olduğunu bilmediğim bir keseyle bir adanı onun peşinden geldi ve ona şöyle dedi:
Müminlerin emîri sana şunu gönderdi...
Ata da şu cevabı verdi: — Ne yazık ki bunu kabul edemem... «Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir», [7]
Vallahi o, Halife'nin yanma girdikten sonra, çıkıncaya kadar bir damla su bile içmemişti...
Ata İbn Ebi Rebah uzun bir ömür sürmüş, yüz yaşma kadar yaşa­mıştı...
O uzun ömrü ilim ve amelle^ Allah'a itaat ve takva ile doldur­muştu...
İnsanların sahip olduğu şeylerden uzak durmak, Allah'ın katında olanlara rağbet etmek suretiyle o uzun ömrü temiz bir şekilde ge­çirmişti...
Ölüm ona geldiğinde, onun dünyalık yüklerini hafif, ahiretle ilgili azıklarını fazia olarak bulmuştu...
Bunlardan başka onun yetmiş tane haccı vardı..J Bu yetmiş hacc esnasında yetmiş defa Arafat'ta durmuştu. Hem de Allah Te'âlâ'dan rızasını ve cenneti isteyerek... Öfkesinden ve Cehennemden ona sığınarak... [8]



[1] Seleme İbn Kuheyl—
[2] Süleyman İbn Abdulmelik, Emevî halifelerinin en büyüklerinden biri. Halifeliği kendi çocuklarına vermeyip Zahid halife Ömer ibn Abdulaziz'e devretmiştir
[3] Muhammed ibn Suka: Küfe alim ve abidierinden biri
[4] İnfitar sûresi, 10-12
[5] Kaf sûresi, 17-18
[6] Ehl-i zimmet: Müslümanların, kendilerini korumak üzere anlaştığı Yahudi, Hris-îiyon ve benzeri kimseler
[7] Şuara suresi, 109.
[8] Ata İbn Rebah hakkında fazla bilgi edinmek için şu eserlere bakınız
1. İbn So'd, et-Tabakatu'l-Kübra, il/386.,
2. Ebu Nuaym, Hılyetu'l-evliya, 111/310.
3. İbnu'l-Cevzî, Sıfetu's-Safve U/211
4. Gureru'l-Hasais, s. 117.
5. İbn Hallikan, Vefeyatu'l-a'yan, 111/261.
6. Tabakatu'ş-Şîrazî, Varak 17.
7. Nuketu'l-Hemeyan, s. 199.
8. Mizanu'l-İ'tİdal, ît/197.
9. Tezkiratu'l-Huffaz, 1/92.
10. Tehzîbu't-Tehzib, VII/199.
11. Nezhetu'l-Havatir, I/85.
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/124-133.
Resim
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

Re: TABİÎN'İN HAYATINDAN TABLOLAR

Mesaj gönderen tamersah tarik »

AMİR İBN ABDULLAH ET-TEMÎMÎ

Başlarında Amir İbn Abdullah et-Temîmî olmak üzere zühd sekiz kişide sona erdi [1]
Şimdi hicretin 14. senesindeyiz.
İşte sahabe ve tabiînin büyüklerinden bazıları, müslümanların ha­lîfesi Ömer İbnul'-Hattab'ın emriyle Basra şehrinin plânını çiziyorlar.
Onlar, yeni şehrin İran'da savaşan müslüman orduları için bir karargâh...
Allah Ta'âlâ'ya davet için bir hareket noktası...
Yeryüzünde onun adının yayılması için bir ışık... olmasına karar vermişlerdi...
İşte müslüman toplulukları Arap yarımadasındaki her yerden, Ne-cid'den, Hicaz'dan, Yemen'den müslüman siperlerindeki yerlerini al­mak İçin yeni şehre gidiyorlar.
Necid'den oraya gidenler arasında Benî Temîm'den Amir İbn Ab­dullah et-Temîmî el-Unberî adında bir delikanlı vardı.
Amir İbn Abdullah o gün daha bıyığı terlememiş parlak yüzlü, te­miz kalpli bir gençti...
Yeniliğine rağmen Basra, müslüman şehirlerinin serveti en bol olanlarındandı. Çünkü oraya harp ganimetleri ve saf altın yağıyordu...
Fakat Temîmli delikanlı Amir İbn Abdullah'ın bunların hiçbirine ihtiyacı yoktu...
O, insanların sahip olduklarından uzak durur, Allah'ın katındakileri arzu ederdi...
Dünya ve zînetlerinden yüz çevirir, Allah'ın rızasına koşardı...
Basra'nın o günkü adamı ve başı, yüce sahabî Ebu Musa el-Eş-arî'ydi...
O, bir çiçeğe benziyen bu şehrin valisiydî... O, oradan her tarafa hareket eden müslüman ordularının komu­tanıydı...
O, oranın imamı, onların öğretmeni ve onlara Allah'ın yolunu gös­teren kimseydi...
Amir İbn Abdullah barışta ve savaşta Ebu Musa el-Eş'arî'den ay­rılmadı...
Gidişinde gelişinde onunla birlikte oldu Allah'ın Kitab'ını Muhammmed'in (s.a.v.) kalbine indiği şekliyle taptaze olarak ondan aldı...
Allah'ın elçisinin hadisini Peygamber'den (s.a.v.) kesintisiz ola­rak rivayet etti...
Allah'ın dinini onun vasıtasıyla iyice öğrendi... Aradığı ilmi elde edince hayatını üç kısma ayırdı: Bir kısmını, Basra camiinde halka Kur'an okutmak üzere zikir hal­kalarına...
Bir kısmını, ayakları şişinceye kadar Allah'ın huzurunda durur üzere ibadet yerlerine...
Bir kısmını da Allah yolunda savaşmak üzere kılıcını sıyırdığı ci-had meydanlarına...
Hayatında bunlardan başka bir şeye, kesinlikle hiç yer bırak­madı. Böylece o, Basra'nın abid ve zahidi diye meşhur oldu...

Basralılardan birinin anlattığı şu hikâye Amir İbn Abdullah'la il­gilidir:
İçinde Amir İbn Abdullah'ın bulunduğu bir kafileyle birlikte yol­culuk yapmıştım.
Gece olunca bir ormanda konakladık...
Amir eşyasını bir yere toplayıp atını bir ağaca bağladı. Yularını biraz uzattı. Atına, karnını doyuracak kadar yeşil ot toplayıp önüne attı. Sonra ağaçların arasına daldı. Kendi kendime şöyle dedim:
Vallahi, onu mutlaka takip edeceğim ve bu gece ormanın derin­liklerinde yapacaklarını göreceğim
O, ağaçlarla sarılmış ve gözlerden uzak bir tepeye varıncaya ka­dar yürüdü...
Kıbleye yöneldi ve namaz kılmak için durdu...
Namazı onunkinden daha güzel, daha mükemmel ve daha huşulu kimse görmemiştim...
İstediği kadar namaz kıldıktan sonra, Allah'a dua etmeye başla­dı. Dediği şeyler şunlardı:

«Allah'ım! Emrinle beni yarattın ve iradenle bu dünyanın belâlarıyla karşılaştırdın. Daha sonra bana: Kendini tut dedin... Ey güçlü ve sağlam! Lütfunla sen beni tutmazsan, ben kendimi nasıl tutarım?..»
«Allah'ım! Biliyorsun ki bu dünya içindekilerle birlikte benim ol­sa ve sonra senin rızan için onlar benden istense onları isteyene mut­laka verirdim...
Beni kendime ver, ey merhamet edenlerin merhametlisi!.,..
Allah'ım! Seni öylesine sevdim ki bana her musibeti kolaylaştır ve başıma her gelene karşı razı kıl...
Sana olan sevgimin yanında sabahleyin aleyhime olacak akşam­leyin içinde bulunduğum duruma aldırmıyorum..,»

Basralı şahıs şöyle der:
«Daha sonra uykum geldi ve gözlerimi uykuya teslim ettim...
Arasıra uyandığımda, Amir hâlâ yerinde duruyor, namazına ve duasına devam ediyordu ve nihayet sabah oldu.
Sabah olduğunu anlayınca, sabah namazını kıldı ve dua etmeye başladı:

«Allah'ım! Sabah oldu, insanlar senin lütfunu aramak için gidip gelmeye başladılar...
Onlardan her birinin ihtiyacı vardır...
Amir'in sana olan ihtiyacı ise senin onu affetmendir,.
Allah'ım! Benim ve onların ihtiyaçlarını yerine getir, ey cömert­lerin en cömerti!»
Allah'ım! Senden üç şey istedim, ama sen bana ikisini verdin, birisini vermedin...
Allah'ım! Bana onu da ver ki sana arzu ettiğim gibi ibadet edebileyim

Daha sonra oturduğu yerden kalkıp gözünü bana çevirdi. Benim bu geceyi orada geçirdiğimi anladı ve buna çok üzüldü. Bana dönüp:
Ey Basralı! Görüyorum ki geceyi beni gözetlemekle geçirmişe benziyorsun?! dedi.
Evet, dedim.
O da:
Benden gördüklerini sakla ki Allah da seninkileri saklasın, dedi.
Ben de şöyle dedim:
Vallahi ya bana Rabbinden İstediğin üç şeyi anlatırsın ya da gör­düklerimi insanlara anlatırım.
O:
Yazıklar olsun sana, bunu yapma! dedi.
Ben de:
Sana söylediğim gibi, dedim,
İsrar ettiğimi görünce:
Bunu hiç kimseye söylemeyeceğine dair bana söz verirsen sana anlatırım, dedi.
Ben de şöyle dedim:
Sağ olduğum sürece sana ait hiçbir sırrı ifşa etmiyeceğime dair Allah adına söz veriyorum...
Şunları söyledi:
Dinim hakkında kadınlardan başka korktuğum hiçbir şey yoktu. Rabbimden onların sevgisini kalbimden çekip almasını istedim. Allah duamı kabul etti ve öyle hale geldim ki, bir kadın mı gördüm yoksa bir duvar mı gördüm aldırmıyorum.

Bu birisi, ikincisi ne ya? dedim.
İkincisi ise: Rabbimden, ondan başka hiç kimseden korkmama­mı istedim. Onu da kabul etti. Vallahi, yerde ve gökte ondan başka hiçbir şeyden korkmuyorum, dedi.

Ya üçüncüsü? dedim.
Rabbimden, benim uykumu gidermesini istedim ki gece gündüz istediğim gibi ona ibadet edebileyim. Ama Rabbîm bu üçüncü iste­ğimi kabul etmedi, dedi.

Bu sözleri duyunca ona:
Kendine yumuşak davran, çünkü sen geceleri namaz kılarak, gün­düzlerini oruç tutarak geçiriyorsun...
Cennete yaptıklarının en azıyla da ulaşılır, cehennemden de kar­şı koyduklarının en azıyla kurtulunur... dedim,

O da şu cevabı verdi:
Pişmanlığın fayda vermediği günde pişman olmaktan korkuyo­rum...
Vallahi, çalışmaya imkân bulabildiğim kadar ibadet etmeye çalı­şacağım...
Eğer kurtulursam bu Allah'ın rahmetiyledir...
Eğer cehenneme girersem, bu benim kusurum yüzündendir...
Ancak Amir İbn Abdullah, sadece, geceleri kendisini ibadete ve­renlerden değildi, aynı zamanda o gündüzlerini yiğitlikle geçirenler­den birisiydi...

Müezzin, Allah yolunda cihad için ezan okuyunca o bu çağrıya cevap verenlerin en ön sırasındaydı.
Mücahîdlerle birlikte savaşanlardan birine koştuğunda, arkadaş­larını seçmek için insanları dikkatle incelemeye başlardı.
Kendisine uygun bir arkadaşlığı keşfedince onlara:
Ey falancalar! Ben, sizin kendinizden üç hasleti vermeniz şartıy­la size arkadaş olmak istiyorum... derdi.
Onlar da:
Nedir o özellikler? diye sorarlar.
O da:
Birincisi; benim size hizmet etmem ki hiçbiriniz benimle hizmet konusunda tartışmasın.
İkincisi; benim size müezzin olmamdır ki hiçbiriniz benimle, na­maza çağırma konusunda tartışmasın.
Üçüncüsü; gücümün yettiği kadar sizin için harcamamdır...

Eğer onlar:
Tamam, bize katıl derlerse... onların arkadaşlığını kabul ederdi.

Eğer onlardan birisi bu konuda bir şeyi tartışırsa, onlardan ay­rılır başkalarına giderdi.
Amir, korku ve imdat anında çok çalışan, ganimetlerin taksimi anında az isteyen mücahitlerdendi...

Kendisi dışında hiç kimse savaşmıyormuş gibi savaş yapardı.
Fakat o, ganimet toplama sırasında da hiç kimse ganimet topla­maya yanaşmıyormuş gibi ganimet toplamaya yanaşmazdı.

İşte Sa'd İbn Ebî Vakkas [2] Kadisiye'den [3] sonra Kisra'nın ey­vanına (sarayına) iniyor:
Amr İbn Mukarrin'e ganimetleri toplayıp beşte birini müslümanların Beytu'I-mal'ine (Hazine'ye) göndermek için onları saymasını, ge­ri kalanını da mücahidlere taksim etmesini emrediyor. Tarifi mümkün olmayan ve muhafazası güç olan mal ve değerli eşya onun önün­de toplandı...

İşte burada İran hükümdarlarının içinde yemek yedikleri altın ve gümüş kaplarla dolu, kurşunla mühürlenmiş büyük sepetler...
İşte şurada kıymetli keresteden yapılmış, içinde .Kisra'nın elbi­se, kemer, mücevher ve incilerle süslenmiş zırhlarının doldurulduğu sandıklar...
İşte şunlar da nefis ve şahane kadın zinetleriyle dolu çantalar...
Şunlar da peşpeşe İran hükümdarlarının kullandıkları kılıçların kınları...
Ve tarih boyunca İran'a hizmet eden hükümdar ve komutanların kılıçları...

Görevli kişiler müslümanların gözlerinin göreceği ve kulaklarının işiteceği bir şekilde bu ganimetleri sayarlarken, oradakilerin yanına saçı başı dağınık ve toz toprak içinde bir şahıs geldi, elinde büyük hacimli ve ağırca bir zinet kutusunu taşıyordu...
Baktılar ki o kutu şimdiye kadar benzerini görmedikleri bir ku­tuydu...
İçine baktıklarında göz kamaştırıcı inci ve mücevherlerle dolu ol­duğunu gördüler.
Adama:
Bu değerli hazineyi nerden buldun, dediler.
Adam:
Bunu falan savaşta, falan yerde ganimet olarak elde ettim, dedi.
Ondan birşey aldın mı? dediler. Adam:
Allah iyiliğinizi versin...
Vallahi, bu kutu ve İran hükümdarlarının sahip olduklarının tü­mü, bana göre, bir tırnak ucu değerinde değildir...
Eğer bunda müslümanların Beytu'l-mal'inin hakkı olmasaydı, onu katiyen yerinden alıp size getirmezdim... dedi.
Onlar:
Sen kimsin ya?! dediler. O:
Vallahi, ne size ne de sizden başkasına söyleyeceğim ki, ne siz ne de onlar beni övesiniz...
Ben ancak Allah Te'âlâ'ya hamdediyorum {övgüde bulunuyorum) ve onun sevabını umuyorum, dedi.
Daha sonra onları terkedip gitti...
Onlar, birisinin onu takip edip kendilerine onunla ilgili bilgi getirmesini emrettiler.
O adam ona belli etmeksizin devamlı peşinden gitti. Nihayet onun arkadaşlarına ulaştı. Onlara o adamın kim olduğunu sorunca:
Onu tanımıyor musun?!
O, Basra'nın zahidi.'.. Amir İbn Abdullah et-Ternîmî'dir, dediler.
Fakat bazı durumlarını bilmenize rağmen Amir İbn Abdullah'­ın hayatında da bazı üzücü olaylar eksik değildi. O da halkın zulmün­den kendini kurtarmış değildi...
O da doğruyu ve hak olanı haykıranların, kötülüğü kabul etmeyip onu gidermeye çalışanların karşılaştığı durumlara maruz kalmıştı.
Onun karşılaştığı zulmün başlıca sebebi; Basra polis teşkilâtı müdürünün adamlarından birinin Zimmîlerden [4] birinin boğazına sa­rılıp onu sürüklemeye başlamasıdır...
Zimmî şöyle diyerek halktan yardım istiyordu:
Beni koruyun, himayenize alın, Allah da sizi korusunu,
Ey müslümanlar! Peygamberinizin zimmetine giren kimseyi ko­ruyun.
Amir ona doğru koşup:
Cizyeni ödedin mi? dedi.
O da:
Evet, ödedim, dedi.
Boğazından yakalayan adama dönerek;
Ondan ne istiyorsun, dedi. O da:
Benimle birlikte polis müdürünün bahçesini temizlemeye gitme­sini istiyorum... dedi.
Zimmîye:
Bu işe gönlün razı mı? dedi,
Zimmî:
Asla...
Bu, bende güç kuvvet bırakmıyor ve beni çoluk çocuğumun ge­çimini temin etmekten alakoyuyor..- dedi.
Amir adama dönüp: Bırak onu, dedi.
Adam:
Bırakamam, dedi.
Amir cübbesini zimmînin üzerine atar atmaz:
Vallahi ben sağken Muhammed'in zimmeti (sözü, anlaşması) bo­zulamaz...
Daha sonra halk toplanıp Amirle yardım ettiler, Zimmîyi de kur­tardılar.
Polis müdürünün adamları hemen Amîr'i itaat etmemekle suçla­dılar...
Ona sünnet ve cemaattan ayrıldığı iftirasını yaptılar...
Şunları söylediler:
O, kadınlarla evlenmeyen bir kimsedir...
O, hayvan eti ve süt mamullerini yemez...
O, valilerin toplantılarında bulunmaz...
Durumunu müminlerin emîri Osman İbn Affan'a ilettiler.
Halife, Basra valisine Amir İbn Abdullah'ı yanına çağırıp ona isnad edilen şeyleri sormasını...
Onunla ilgili bilgileri kendisine ulaştırmasını emretti..,

Basra valisi Amir'i çağırıp:
Müminlerin emiri —Allah onu uzun süre başımızda bıraksın— sana isnad edilen şeyleri sormamı emretti, dedi.
Amir:
Emir-ul müminîn'in emrettiği şeyleri sor, dedi. Vali:
Niçin Resûlüilah'ın (s.a.v.) sünnetini terkedip evlenmeye karşı çıkıyorsun? dedi.
Amir şöyle cevap verdi:
Peygamber'in (s.a.v.) sünnetini terkettiğim için evlenmemiş de­ğilim...
Ben iyi biliyorum ki İslâm'da ruhbaniyet (evlenmemek) yoktur...
Ancak ben, kendisinin tek bir canı olduğunu görüp onu Allah'a veren ve hanımının o cana üstün gelmesinden korkan bir kişiyim...
Vali:
Niçin et yemiyorsun ya?! dedi. Amir:
Hayır, ben et yiyorum ama, canım istediğinde ve bulduğumda...
Ancak canım istemez veya canım istediği halde bulamazsam,yemiyorum, diye cevap verdi.
Vali:
Peki, niçin peynir yemiyorsun? diye sordu. Amir:
Biz, mecusîierin [5] bulunduğu bir bölgedeyiz. Peyniri onlar ya­pıyorlar...
Onlar ölü etle kesilmiş et arasında fark gözetmeyen bir millettir...
Ben, peynir mayasının, boğazlanmamış koyunun karnından çıka­rılarak elde edilen bir maya olmasından çekiniyorum.[6] Müslüman­lardan iki kişi, bunun boğazlanmış bir koyundan elde edilen mayayla yapılmış bir peynir olduğuna şahitlik ederlerse o peyniri yerim.,, di­ye cevap verdi.
Vali:
Seni valilere gelmekten ve onların toplantılarına katılmaktan alı­koyan nedir? dedi.
Amir ona şu cevabı verdi:
Sizin kapılarınızda birçok ihtiyaç sahibi var, onları yanınıza çağı­rın... Ve onların sizin yanınızdaki ihtiyaçlarını yerine getirin ve sizin yanınızda işi olmayanları terkedin, onlarla uğraşmayın...
Amir İbn Abdullah'ın sözleri müminlerin emiri Osman Ibn Af-fan'a iletildi. Hz. Osman, bu sözlerde bir itaatsizlik veya sünnet ve icmaya bir aykırılık görmedi...
Ancak bu, kötülük ateşini söndürmemişti...
Amir îbn Abdullah hakkında dedikodular arttı...
Adamın dostlarıyla düşmanları arasında bir fitne çıkayazdı...
Hz. Osman (r.a.) onun Suriye'ye gönderilmesini ve orada kalma­sını emretti...
Suriye valisi Muaviye İbn Ebu Süfyan'a da onu iyi karşılamasını ve ona hürmette kusur etmemesini tavsiye etti.
Amir İbn Abdullah'ın Basra'dan ayrılmaya karar verdiği gün, dostlarından ve öğrencilerinden büyük bir kalabalık onu uğurlamaya geldiler.
Onu uğurlarken Basra'nın dışındaki Merbed denilen yere kadar gittiler...

Amir orada onlara şu konuşmayı yaptı:
Şimdi ben dua ediyorum. Benim duama amin deyiniz...
İnsanların boyunları ona doğru uzandı, hepsi dikkat kesilip göz­ler ona çevrildi.
O, ellerini havaya kaldırdı ve:

«Allah'ım! Kim beni gammazlayıp hakkımda yalan söylemişse, kim memleketimden çıkarılmama sebep olduysa, kim beni dostla­rımdan ayırdıysa, ben onu affettim, sen de affet.
Dini ve dünyası hakkında ona iyilik ver...
Beni, onu ve diğer müslümanları rahmetinle, müsamahanla ve iyiliğinle bürü, ey merhametlilerin en merhametlisi».

Daha sonra hayvanını Suriye'ye doğru yöneltti ve yoluna devam etti...

Amir İbn Abdullah hayatının geri kalan kısmını Suriye'de geçirdi ve Beytu'I-Makdis'i ikamet yurdu olarak seçti...
Suriye valisi Muaviye İbn Ebu Süfyan'dan haklı olarak iyilik, say­gı ve ikram gördü.
Ölüm yatağındayken arkadaşları yanına geldiler ve onu ağlarken buldular.
Sordular:
Seni ağlatan nedir? Sen şöyle şöyle değil miydin?!
O da şu cevabı verdi:
Vallahi, ne dünyaya düşkünlüğümden ne de ölümden korktuğum için ağlıyorum.
Ancak, yolculuğun uzun ve azığın, az oluşundan dolayı ağlıyorum.
Yokuşlar ve inişler arasında akşama ulaştım.
Ya cennete... ya da cehenneme...
Bilmiyorum artık, sonum hangisinde biter...
Daha sonra dili Allah'ın zikriyle ıslanmış bir halde son nefesini verdi...
Orada...Orada... İki kıbleden [7] birincisinde... İki harem'in [8] üçüncüsünde... Resûlüllah'ın miraca çıktığı yerde...
Amir İbn Abdullah işte orada kaldı. Allah, Amir'in kabrini nur etsin... Huld cennetlerinde yüzünü ak etsin... [9]


[1] Alkame İbn Mürsed
[2] Sa'd İbn Vakkas; cennetle müjdelenen on sahabîden biri ve müslümanların Kadlsiye'deki komutanı.
[3] Kadisiye; Irak'ta bir yerdir. Orada.Kadisiye savaşı yapılmış ve müslümanlar İranlılara karsı kesin bir zafer elde etmişlerdir
[4] Zimmî: Ehl-i kitap yani yahudi veya hristiyan olan
[5] Mecusi Güneşe veya ateşe tapanlar
[6] Koyunun karnından akanlar, bir maddenin maya olarak kullanıldığı
[7] Beytu'l-makdis'ten kinayedir. Çünkü müslümanlar, Ka'be-i muazzama'ya doğru yönelmeden önce oraya yöneliyorlardı
[8] Yine Beytu'l-makdis'ten kinayedir
[9] Amir İbn Abdullah et-Temİmî hakkında geniş bilgi edinmek için şu eserlere bakınız:

1. İbn Sa'd, et-Tabakatu'l-Kübra, VII/103-112, son ciltteki fihristlere bakınız.
2. İbnu'l-Cevzî, Sıfatu's-safve (Haleb Baskısı), 111/201-211,
3. el-lsfehanî, Hılyetu'l-eviiya, 87-95 s.
4. Muhammed İbn Cerir et-Taberi, İV/19-85.
5. El-Cahız, Gİ-Beyan ve't-Tebyin, I/83, 231-237, 359, 363; 11/196; M/143, 158, 160, 169, 170, 193; İV/299.
6. İbn Abdi Rabbin, el-Ikdu'Merîd (Uryan'ın tahkiki), MI/86, 105, 107, 264, 327; V/33.
7. İbn Kuteybe, el-ma'ârif, 438 s.
8. İbn Hacer, Tehzîbu't-tehzîb, V/77.
9. EI-Mersafî, Rağbetu'l-âmi! fî Şerh i'1-Kâmil, H/37. 10. Keramatu'l-evliya H/51
Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/134-146.
Resim
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön