Efendimi s.a.v Birde Kuranı Kerimden Dinleyelim....
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
SEN! Bir gece yüreğime misafir ol Efendim...
Yüreğime misafir ol Efendim!!!
Bir gece yüreğime misafir ol...
Yüreğimin kapılarını açacağım sonuna kadar.
Yeter ki gel derken sana, utancımdan göz yaşlarımı saklamayayım.
Ayağının tozunu gözüme sürme diye çekeceğim,
geldiğin gün yerdeki tozları toplayarak...
Biçareyim, nâçarım ve Senden uzağım Efendim...
Gözlerim gözlerine hasret gözleri arıyor sokaktaki gözlerde!..
Yüreğim, Sana sevdalı yüreklerle dost olmak için çırpınıyor!..
Nereye baksam, neye uzansam feryatlar geliyor çevremden.
Bütün serzenişleri sineme çekiyorum. Senin şu sözünle
Sabır, musibetin ilk şokunu yediğin zamandır.
Sevgin için sükut ediyorum.
Nurun için, rızan için...
Ve bunlara rağmen yüreğime konuk olmanı bekliyorum bir gece...
Kararmış bir yüreğin, ölmüş bir ruhun son arzususun Sen.
Donmuş ve buğulu gözlerimin umudusun Sen...
Sen herşeyimsin
Geçmişim, geleceğim ve istikbale ait hülyalarımın GÜLÜSÜN...
Gül koklamaya utanır, Gül lafzını söylemeye çekinir oldum.
Her gülü Senin sevginle kokladım...
Ey Güllerin Sultanı!
Kanayan yüreklerin merhemi.
Donuk bakışlarımın rengi.
Gönlümün tesellisi...
Ve kararmış bir yüreğin son arzusu...
SEN! Bir gece yüreğime misafir ol Efendim...
Yüreğimin kapılarını açacağım sonuna kadar !!!...
Bir gece yüreğime misafir ol...
Yüreğimin kapılarını açacağım sonuna kadar.
Yeter ki gel derken sana, utancımdan göz yaşlarımı saklamayayım.
Ayağının tozunu gözüme sürme diye çekeceğim,
geldiğin gün yerdeki tozları toplayarak...
Biçareyim, nâçarım ve Senden uzağım Efendim...
Gözlerim gözlerine hasret gözleri arıyor sokaktaki gözlerde!..
Yüreğim, Sana sevdalı yüreklerle dost olmak için çırpınıyor!..
Nereye baksam, neye uzansam feryatlar geliyor çevremden.
Bütün serzenişleri sineme çekiyorum. Senin şu sözünle
Sabır, musibetin ilk şokunu yediğin zamandır.
Sevgin için sükut ediyorum.
Nurun için, rızan için...
Ve bunlara rağmen yüreğime konuk olmanı bekliyorum bir gece...
Kararmış bir yüreğin, ölmüş bir ruhun son arzususun Sen.
Donmuş ve buğulu gözlerimin umudusun Sen...
Sen herşeyimsin
Geçmişim, geleceğim ve istikbale ait hülyalarımın GÜLÜSÜN...
Gül koklamaya utanır, Gül lafzını söylemeye çekinir oldum.
Her gülü Senin sevginle kokladım...
Ey Güllerin Sultanı!
Kanayan yüreklerin merhemi.
Donuk bakışlarımın rengi.
Gönlümün tesellisi...
Ve kararmış bir yüreğin son arzusu...
SEN! Bir gece yüreğime misafir ol Efendim...
Yüreğimin kapılarını açacağım sonuna kadar !!!...
- Mehmet63
- Üye
- Mesajlar: 30
- Kayıt: 14 Mar 2008, 02:00
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
- habibi
- Özel Üye
- Mesajlar: 1059
- Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Efendime
Ya Resulallah!
Senin hakkında konuşmak gerektiğinde nasıl bigane kalabilir insan.
Onca isim de olsa "Sen" o işlerin hepsinden önce gelmeli değil miydin!
Seni nasıl anlatmalıyım.
Kelimeler Seni anlatmaya yeter mi ki?
Hangi dil Seni tam manasıyla övmeye yeter.
Risalet zincirinin evveli ve ahiri Efendim.
Sultanim, Önderim, Rehberim, Peygamberim, Efendim, Seni Sana verilmiş güzel isimlerinle selamlıyorum Rabbimizin biricik Sevgilisi! Andelib-i Zişan.
"Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti" buyuruyorsun.
Evet başka türlüsü olamazdı zaten Hayatlarımıza revnak getirdin,"insanlığın ne olduğunu Seni bilmese ve tanımasaydık öğrenemeyecektik"
Hangi yonun etkilemedi ki ya Resulallah beni Tebessümünden, hüznünden, yasayışının her noktasına, her anına kadar Seni hakkıyla tanıyamadım, biliyorum "Ben Onun ümmetindenim" derken yüreğimin bir yani gurur esintileriyle dolarken bir yani o Gülyüzlü'ye layık olamamanın kaygısıyla yaralı.
"Eğer başkalarının anlatılmasına verdikleri kadar Seni anlatmaya izin verselerdi dünyanın cehresi başka olurdu"
Ne var ki yüreklere zincir vurulmuyor Gül yüzlü Nebi.
Sen kayaların ortasından sürgün veren çiçekler gibi yine de açtın içimizde.
Seni nasıl anlatmalı ki?
Ey Medine'nin gömleğini Mekke'nin peçesini taşıyan güzel!
Güneş daha ne kadar gölgede kalacak.
Ay isen bize ışığından bir huzme gönder.
Gül isen bize bağından bir koku getir.
Ey Resuller tacının incisi!
Ey sultanlara taç giydiren yüce Nebi!
Bu yerde bildik, yabancı herkes Sana sığınmış, Senin şeriatının nimetine muhtaçtır.
Peygamberlik manzumesinin ilk beyti Senin adına bestelendi.
Fakat hükmün kafiye gibi en sonunda yer aldı.
Seni anlatamadığım için, soluğum ve nefesim güçsüz olduğu için ya Nebiyallah, Nizami'nin sözlerine başvurdum, ama değil mi ki söz konusu "Gül" sensin, Ne fark eder?
Kanaat eden bir kul nebiliği seçmen ne çok düşündürmüştü beni.
Sana uymak için çırpınan su gönlüm bir yanda ve bir turlu kurtulamadığım şeytan, nefs, dünya üçgeni bir yanda.
Senin sofrana hurma ve ekmek ayni anda misafir olmamıştı, bir de kendi soframa bakıyorum.
Ne kadar şükürsüz ve yüzü kızarmazım.
Ah Efendim 'Kalbimi şerha şerha parçalasalar da görseler içte, dipte bir ben Sana nasıl aşık, dıştaki ben ne kadar dünya hay huyu içinde kaybolup gitse de.
Taif'teki bağda otururken merhamette zirveleşen Efendim Sahib-i Miraç, Hazret-i Risalet penahı, Subhanimiz'in hediyesi olan Dürr-i Yekta
"Yüzümüzü Senden çevirdiğimiz için ya Resulallah yüzümüz gülmez oldu; yüzümüzü Sana çeviriyoruz" Rıhlet işaretleri geldiği zaman ashabına Nebi mescidinde dönüp dönüp bakıyordun ve ağlıyordun Şimdi bizim halimize de ağlıyor musun?
Efendim Sen bize gideceğimiz yolun en doğrusunu gösteriyordun.
Rehberimiz bizler yolumuzu sasırdık, şaşkın olan bizlere rehnuma ol.
Azarlama bilmeyen Sen bir kez olsun nefislerimizi azarla.
Senin aşkından ihtida eden bir şairin mısralarıyla bitireceğim yazımı.
Ama biten yalnızca sözler.
Gönül hun oldu sevkinden boyandım ya Resulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya Resulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Resulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah!
Senin hakkında konuşmak gerektiğinde nasıl bigane kalabilir insan.
Onca isim de olsa "Sen" o işlerin hepsinden önce gelmeli değil miydin!
Seni nasıl anlatmalıyım.
Kelimeler Seni anlatmaya yeter mi ki?
Hangi dil Seni tam manasıyla övmeye yeter.
Risalet zincirinin evveli ve ahiri Efendim.
Sultanim, Önderim, Rehberim, Peygamberim, Efendim, Seni Sana verilmiş güzel isimlerinle selamlıyorum Rabbimizin biricik Sevgilisi! Andelib-i Zişan.
"Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti" buyuruyorsun.
Evet başka türlüsü olamazdı zaten Hayatlarımıza revnak getirdin,"insanlığın ne olduğunu Seni bilmese ve tanımasaydık öğrenemeyecektik"
Hangi yonun etkilemedi ki ya Resulallah beni Tebessümünden, hüznünden, yasayışının her noktasına, her anına kadar Seni hakkıyla tanıyamadım, biliyorum "Ben Onun ümmetindenim" derken yüreğimin bir yani gurur esintileriyle dolarken bir yani o Gülyüzlü'ye layık olamamanın kaygısıyla yaralı.
"Eğer başkalarının anlatılmasına verdikleri kadar Seni anlatmaya izin verselerdi dünyanın cehresi başka olurdu"
Ne var ki yüreklere zincir vurulmuyor Gül yüzlü Nebi.
Sen kayaların ortasından sürgün veren çiçekler gibi yine de açtın içimizde.
Seni nasıl anlatmalı ki?
Ey Medine'nin gömleğini Mekke'nin peçesini taşıyan güzel!
Güneş daha ne kadar gölgede kalacak.
Ay isen bize ışığından bir huzme gönder.
Gül isen bize bağından bir koku getir.
Ey Resuller tacının incisi!
Ey sultanlara taç giydiren yüce Nebi!
Bu yerde bildik, yabancı herkes Sana sığınmış, Senin şeriatının nimetine muhtaçtır.
Peygamberlik manzumesinin ilk beyti Senin adına bestelendi.
Fakat hükmün kafiye gibi en sonunda yer aldı.
Seni anlatamadığım için, soluğum ve nefesim güçsüz olduğu için ya Nebiyallah, Nizami'nin sözlerine başvurdum, ama değil mi ki söz konusu "Gül" sensin, Ne fark eder?
Kanaat eden bir kul nebiliği seçmen ne çok düşündürmüştü beni.
Sana uymak için çırpınan su gönlüm bir yanda ve bir turlu kurtulamadığım şeytan, nefs, dünya üçgeni bir yanda.
Senin sofrana hurma ve ekmek ayni anda misafir olmamıştı, bir de kendi soframa bakıyorum.
Ne kadar şükürsüz ve yüzü kızarmazım.
Ah Efendim 'Kalbimi şerha şerha parçalasalar da görseler içte, dipte bir ben Sana nasıl aşık, dıştaki ben ne kadar dünya hay huyu içinde kaybolup gitse de.
Taif'teki bağda otururken merhamette zirveleşen Efendim Sahib-i Miraç, Hazret-i Risalet penahı, Subhanimiz'in hediyesi olan Dürr-i Yekta
"Yüzümüzü Senden çevirdiğimiz için ya Resulallah yüzümüz gülmez oldu; yüzümüzü Sana çeviriyoruz" Rıhlet işaretleri geldiği zaman ashabına Nebi mescidinde dönüp dönüp bakıyordun ve ağlıyordun Şimdi bizim halimize de ağlıyor musun?
Efendim Sen bize gideceğimiz yolun en doğrusunu gösteriyordun.
Rehberimiz bizler yolumuzu sasırdık, şaşkın olan bizlere rehnuma ol.
Azarlama bilmeyen Sen bir kez olsun nefislerimizi azarla.
Senin aşkından ihtida eden bir şairin mısralarıyla bitireceğim yazımı.
Ama biten yalnızca sözler.
Gönül hun oldu sevkinden boyandım ya Resulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya Resulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Resulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah!
- halimkok
- Özel Üye
- Mesajlar: 3843
- Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00
Değerli SENA kardeşim... BİZ O' nu anlatamayız...
Ancak O BİZ' e BİZ' i AN' latır...
BİZ' de O' ndan aldıklarımızı paylaşırız...
Senin AŞK ile yaptığın gibi...
Allah CC. razı olsun dilerim...
* * * *
BİR OL muş ATEŞ im SU yum,
HAYY dandır DİRİ lmiş HUYum,
Ben hem BENim, hem SEN, O yum,
BEN im BİZ liğinde karılmış bugün.
BİR OL muş GÜNDÜZ GECE si,
İnmiş ARZ a EN YÜCESİ,
YEDİ YÖN den HAKK ın SESİ,
Her YÖN AŞK sarılmış bugün.
GÖNÜL KARA GÜL TOHUM u,
KARA BU mu, BEYAZ HU mu,
Her HAYY-at BİR DAMLA SU mu,
DENİZ i görülmüş bugün.
NAR ını eritmiş NUR u,
O öyle SAF, öyle DURU,
HAKK ın HABİB i HUZUR u,
ÂLEM e serilmiş bugün.
AŞK ına UY, UYUma İNSAN,
CAN ındandır sen de CANsan,
KENDİ ÖZ üne inansan,
VAR lığın verilmiş bugün.
08.03.2009 - 15: 45
Ancak O BİZ' e BİZ' i AN' latır...
BİZ' de O' ndan aldıklarımızı paylaşırız...
Senin AŞK ile yaptığın gibi...
Allah CC. razı olsun dilerim...
* * * *
BİR OL muş ATEŞ im SU yum,
HAYY dandır DİRİ lmiş HUYum,
Ben hem BENim, hem SEN, O yum,
BEN im BİZ liğinde karılmış bugün.
BİR OL muş GÜNDÜZ GECE si,
İnmiş ARZ a EN YÜCESİ,
YEDİ YÖN den HAKK ın SESİ,
Her YÖN AŞK sarılmış bugün.
GÖNÜL KARA GÜL TOHUM u,
KARA BU mu, BEYAZ HU mu,
Her HAYY-at BİR DAMLA SU mu,
DENİZ i görülmüş bugün.
NAR ını eritmiş NUR u,
O öyle SAF, öyle DURU,
HAKK ın HABİB i HUZUR u,
ÂLEM e serilmiş bugün.
AŞK ına UY, UYUma İNSAN,
CAN ındandır sen de CANsan,
KENDİ ÖZ üne inansan,
VAR lığın verilmiş bugün.
08.03.2009 - 15: 45
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
- nafile
- Aktif Üye
- Mesajlar: 169
- Kayıt: 02 Kas 2008, 02:00
Allah'a şükürler olsun
Allah razı olsun
Enbiyâ, 107
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
Tevbe 128
Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir
İmam-ı Rabbani'nin diyor ki;
Ben sözlerimle onu methediyor değilim,bilakis onun vesilesiyle sözlerimi methediyorum.
Efendimiz SAV ile yeniden doğmak duasıyla
Allah razı olsun
Enbiyâ, 107
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
Tevbe 128
Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir
İmam-ı Rabbani'nin diyor ki;
Ben sözlerimle onu methediyor değilim,bilakis onun vesilesiyle sözlerimi methediyorum.
Efendimiz SAV ile yeniden doğmak duasıyla
HAYYatta hiçbir şey nafile değildir.
Her şey ama her şey NÂFİdir,
BİR HİKMET'e tâbidir...
Her şey ama her şey NÂFİdir,
BİR HİKMET'e tâbidir...
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
"Eğer başkalarının anlatılmasına verdikleri kadar Seni anlatmaya izin
verselerdi dünyanın cehresi başka olurdu"
Allahım sizden razı olsun..
Resullah efendimiz s.a.v bu gece gönlünüze doğsun... Ve son nefesinize kadar yaşatmayı büyütmeyi sevmeyi nasip etsin mevlam...
Bu gece hepimizin yeniden doğusu olsun... Sena..
verselerdi dünyanın cehresi başka olurdu"
Allahım sizden razı olsun..
Resullah efendimiz s.a.v bu gece gönlünüze doğsun... Ve son nefesinize kadar yaşatmayı büyütmeyi sevmeyi nasip etsin mevlam...
Bu gece hepimizin yeniden doğusu olsun... Sena..
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Seni Tanıdım Karanlıklar Nur Oldu Efendim.....
Seni Tanıdım
Bir yetim gibiydim şu fani dünyada
Başı boş ne yapacağını bilmeyen
Örnek gösterilenler aciz,kusurlu
Diyordum öyle birini örnek almalıyım ki
kusursuz olmalı
Tanıyamadım, tanıtamadılar
Rasulüm Seni .
Anlatamadılar, sevdiremediler.
Tanımayınca nasıl sevebilirdim ki,
Oyalandım sahte sevgilerle
Yıllar geçti garipliğim iyice boynumu büktü
Yoruldum yalancı modellerden
Bir güneş gibi doğdun hayatıma
Evet dedim aradığımı buldum
Öyle bir dalmıştım ki hayatını okumaya
Sanki yeniden doğmuştum.
Tüm karanlıklar yok olmuştu
Sen bu garip yetimin ellerinden tutmuştun.
Aradaki asır farkı ortadan kalkmıştı
Benim gibi analı babalı ümmetin manevi yetimlerini bırakmamıştın
Seni Tanıdıkça kendimi buluyor
hatalarımı düzeltiyordum..
Yıl 2009 du ama
Aynı zaman dilimindeydik Seninle
Her bir hadisin yoluma Işıktı
Minberde Seni dinliyordum sanki
Hep yanımdaydın
İyiki bulmuştum Seni
yada
Sen beni almıştın yanına bilmiyorum
Bu dem de Peygamberim,
Öğretmenim, Kılavuzum, Liderimdin
Bir dem daha geldi
Seni kendime öyle yakın hissettim ki
acıların üzerime yüklendiği yıllardı belki
Babam diyordum artık sana bir baba sıcaklığı bulmuştum sende.
Herkesin terk ettiği demde yine sen vardın yanımda
Kızın Fatımanın yanında bir kızında ben olsam derdim.
Yoluma Kılavuz oldun,
Rehberim oldun
Sonsuz şükürler olsun sana ümmet yaratılmışız
Sonsuz şükürler olsun kalbimiz İslam Nuruyla aydınlanmış.
Ey Sevgili En Sevgili
Bırakma ellerimizi
Burada sahip çıktığın gibi
Ahirettede sahip çık
Sensiz garip bırakma, ümmetin manevi yetimlerini
Ebedi Sevgilimiz Mevlamız sana,
Habibim demiş
Bundaki ince hikmete binaen
Öğret bize nasıl Habib olunur
O güzel ahlakından bizide nasiplendir.
Uyandır ümmet-i Muhammedin gençlerini
Annelerini, Babalarını, Çocuklarını
Daldır İslam ahlakının ve ilminin derinliklerine
Kaldır gaflet uykusundan hepimizi
Tut ellerimizi bırakma bizi
Tut ki yeniden şahlansın İslam Gençliği
Bırakma ellerimizi
Ebedi Sevgilim
Bezm-i eleste hayran olduğum
Aşk meclisinde hayrete daldığım
Fani dünyayı boş verdiğim
Aşkınla bi karar kıldığım ..
Uğruna belalara düştüğüm
Yandıkça yanmamayı öğrendiğim
Dem gelip süveydana daldığım
Gönül beytullahını tavaf ettiğim
Lâ ilâhe illallah kılıcıyla
Tüm gönül putlarını devirdiğim
Kâh İbrahimin olup teslim olduğum
Kâh İsmailin olup kurbanın olduğum
Kâh Muhammedî nurunla
Aşkına boyandığım .
Al götür beni buralardan
Cemaline hayran olduğum ..
Aşkınla yanan yüreğim
Dem gelir volkan olur ..
Dayanamam yangınına
Aşkına düşeli yaşıyorum .
İşte öylesine ..
Kulluğum tamamlansın, diye .
Bir çağırsan
Bir haber salsan
Vuslat zamanıdır
Hadi gel diye
Hazırlanacağım bir gelin gibi
Ellerimde aşkının kınası
Üzerimde gül kokuların
Masum beyaz gelinliğimle .
Yüzümde kırmızı alım
Sorsan bana ne getirdin, diye
Yok sana sunacağım
Salih bir amelim .
Dağıtmışım hepsini
Nefsim azmasın diye
Geldim işte kapına
Acziyetim hiçliğimle
aciz sena......
Bir yetim gibiydim şu fani dünyada
Başı boş ne yapacağını bilmeyen
Örnek gösterilenler aciz,kusurlu
Diyordum öyle birini örnek almalıyım ki
kusursuz olmalı
Tanıyamadım, tanıtamadılar
Rasulüm Seni .
Anlatamadılar, sevdiremediler.
Tanımayınca nasıl sevebilirdim ki,
Oyalandım sahte sevgilerle
Yıllar geçti garipliğim iyice boynumu büktü
Yoruldum yalancı modellerden
Bir güneş gibi doğdun hayatıma
Evet dedim aradığımı buldum
Öyle bir dalmıştım ki hayatını okumaya
Sanki yeniden doğmuştum.
Tüm karanlıklar yok olmuştu
Sen bu garip yetimin ellerinden tutmuştun.
Aradaki asır farkı ortadan kalkmıştı
Benim gibi analı babalı ümmetin manevi yetimlerini bırakmamıştın
Seni Tanıdıkça kendimi buluyor
hatalarımı düzeltiyordum..
Yıl 2009 du ama
Aynı zaman dilimindeydik Seninle
Her bir hadisin yoluma Işıktı
Minberde Seni dinliyordum sanki
Hep yanımdaydın
İyiki bulmuştum Seni
yada
Sen beni almıştın yanına bilmiyorum
Bu dem de Peygamberim,
Öğretmenim, Kılavuzum, Liderimdin
Bir dem daha geldi
Seni kendime öyle yakın hissettim ki
acıların üzerime yüklendiği yıllardı belki
Babam diyordum artık sana bir baba sıcaklığı bulmuştum sende.
Herkesin terk ettiği demde yine sen vardın yanımda
Kızın Fatımanın yanında bir kızında ben olsam derdim.
Yoluma Kılavuz oldun,
Rehberim oldun
Sonsuz şükürler olsun sana ümmet yaratılmışız
Sonsuz şükürler olsun kalbimiz İslam Nuruyla aydınlanmış.
Ey Sevgili En Sevgili
Bırakma ellerimizi
Burada sahip çıktığın gibi
Ahirettede sahip çık
Sensiz garip bırakma, ümmetin manevi yetimlerini
Ebedi Sevgilimiz Mevlamız sana,
Habibim demiş
Bundaki ince hikmete binaen
Öğret bize nasıl Habib olunur
O güzel ahlakından bizide nasiplendir.
Uyandır ümmet-i Muhammedin gençlerini
Annelerini, Babalarını, Çocuklarını
Daldır İslam ahlakının ve ilminin derinliklerine
Kaldır gaflet uykusundan hepimizi
Tut ellerimizi bırakma bizi
Tut ki yeniden şahlansın İslam Gençliği
Bırakma ellerimizi
Ebedi Sevgilim
Bezm-i eleste hayran olduğum
Aşk meclisinde hayrete daldığım
Fani dünyayı boş verdiğim
Aşkınla bi karar kıldığım ..
Uğruna belalara düştüğüm
Yandıkça yanmamayı öğrendiğim
Dem gelip süveydana daldığım
Gönül beytullahını tavaf ettiğim
Lâ ilâhe illallah kılıcıyla
Tüm gönül putlarını devirdiğim
Kâh İbrahimin olup teslim olduğum
Kâh İsmailin olup kurbanın olduğum
Kâh Muhammedî nurunla
Aşkına boyandığım .
Al götür beni buralardan
Cemaline hayran olduğum ..
Aşkınla yanan yüreğim
Dem gelir volkan olur ..
Dayanamam yangınına
Aşkına düşeli yaşıyorum .
İşte öylesine ..
Kulluğum tamamlansın, diye .
Bir çağırsan
Bir haber salsan
Vuslat zamanıdır
Hadi gel diye
Hazırlanacağım bir gelin gibi
Ellerimde aşkının kınası
Üzerimde gül kokuların
Masum beyaz gelinliğimle .
Yüzümde kırmızı alım
Sorsan bana ne getirdin, diye
Yok sana sunacağım
Salih bir amelim .
Dağıtmışım hepsini
Nefsim azmasın diye
Geldim işte kapına
Acziyetim hiçliğimle
aciz sena......
- kulihvani
- Site Admin
- Mesajlar: 12883
- Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00
- ferhat
- Üye
- Mesajlar: 49
- Kayıt: 24 Ara 2007, 02:00
AŞK yakar, aşkla yanılır, aşkla olunur..
Aşkı anlatmaya ne kelimeler kifayet veriyor ne sayfalar yetiyor..
Sevilenlerin en Güzeli,
Sevilebileceklerin en şereflisi,
yaratılmışların en muhteşemi,
Ekmel-i İnsan,
Fahri Kainat,
Alemlerin Sultanı,
İki Cihan serveri,
Mutluluk Abidesi,
Güzel ve yüce insan,
Efendimiz pirimiz sultanımız canımız kanımız herşeyimiz,
Güllerin Sultanısın sen.
Sana sevgimizi ifade etmeye kifayet getirememekte dillerimizden dökülen nameler, mısralar yazılar heceler sesler ve renkler, kapatıp gözümüzü sevgi denizinde yüzen miskin yüreklerimiz hasretinle kavrulmuşken çöle inen kutlu nursun sen EFENDİM.
Kaldır demir mikabını, bitsin bi hasret, vuslata erdir bizleri.
ALemlere Rahmet geldin sen, şeref verdin efendim.
Ötelerden sana selam olsun EFENDİM CAANIM EFENDİM
SANA salat ve selam olsun
Aşkı anlatmaya ne kelimeler kifayet veriyor ne sayfalar yetiyor..
Sevilenlerin en Güzeli,
Sevilebileceklerin en şereflisi,
yaratılmışların en muhteşemi,
Ekmel-i İnsan,
Fahri Kainat,
Alemlerin Sultanı,
İki Cihan serveri,
Mutluluk Abidesi,
Güzel ve yüce insan,
Efendimiz pirimiz sultanımız canımız kanımız herşeyimiz,
Güllerin Sultanısın sen.
Sana sevgimizi ifade etmeye kifayet getirememekte dillerimizden dökülen nameler, mısralar yazılar heceler sesler ve renkler, kapatıp gözümüzü sevgi denizinde yüzen miskin yüreklerimiz hasretinle kavrulmuşken çöle inen kutlu nursun sen EFENDİM.
Kaldır demir mikabını, bitsin bi hasret, vuslata erdir bizleri.
ALemlere Rahmet geldin sen, şeref verdin efendim.
Ötelerden sana selam olsun EFENDİM CAANIM EFENDİM
SANA salat ve selam olsun
Aşk ehli gitti, muhabbet şehri boş kaldı deme,
Cihan Şems-i Tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...
Cihan Şems-i Tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
- ferhat
- Üye
- Mesajlar: 49
- Kayıt: 24 Ara 2007, 02:00
EL-VEDÛD
--------------------------------------------------------------------------------
Sonsuz muhabbete, yegâne lâyık olan.
Mahlukatını seven ve onların hayrını isteyen.
İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren.
(Rabbin), ilk olarak yaratan ve tekrar diriltendir.O, Ğafur ve Vedûddur. (Bürûc sûresi, 14)
SEVMEYİ bilemedik ya RABB
Seni sevdik seni sevmeyi sevdik seni sevenler sevdik, sevdik mahlukunu mabudundan bildik.
Şimdi bildik ya RABB
Sevmekden daha güze birşey var. O da sevgi sensin ve o sevgide erimek ve deryalarda yok olan damlalar misalince sevgi denizine gark olmak.
Bize nasip eyle RABB
Bu güzel günün şerefine, Razı olduğun kullarının hürmetine bu gafil, fakir, aciz, tevbekar kullarına da hayrlar ihsan eyle.
--------------------------------------------------------------------------------
Sonsuz muhabbete, yegâne lâyık olan.
Mahlukatını seven ve onların hayrını isteyen.
İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren.
(Rabbin), ilk olarak yaratan ve tekrar diriltendir.O, Ğafur ve Vedûddur. (Bürûc sûresi, 14)
SEVMEYİ bilemedik ya RABB
Seni sevdik seni sevmeyi sevdik seni sevenler sevdik, sevdik mahlukunu mabudundan bildik.
Şimdi bildik ya RABB
Sevmekden daha güze birşey var. O da sevgi sensin ve o sevgide erimek ve deryalarda yok olan damlalar misalince sevgi denizine gark olmak.
Bize nasip eyle RABB
Bu güzel günün şerefine, Razı olduğun kullarının hürmetine bu gafil, fakir, aciz, tevbekar kullarına da hayrlar ihsan eyle.
Aşk ehli gitti, muhabbet şehri boş kaldı deme,
Cihan Şems-i Tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...
Cihan Şems-i Tebrizî güneşi ile dolu isteklisi nerede!...
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Her an ölecekmisim gibi içimde
titreyip duran korkudan
Ve her an yeni bir hayata dogacakmisim gibi içimde çarpip duran heyecandan habersiz
Ve sevdigimi zannedip
Sevgiyi bildigimi zannedip
Yasayacaktim
Yasamak denirse
Seni sevmeseydim
Mevsimleri sevmeyecektim
Sevdigimi zannedip
Yagmurun mahzun kalbimi oksamasini
Nefes almakta zorlandigimda
rüzgârin yetismesini
Günesi
Yildizlari
Gülü ve bülbülü bilmeyecektim
Ve gizlice aglamayi
Bildigimi zannedip
Aski bilmeyecektim
Seni sevmeseydim
Bir ömür boyu yetmezdi bana
Ben seni severek
Cenneti istemeyi ögrendim; ve sonsuzlugu
Uykuyu uysal bir kedi gibi yanima alip,
safak vakti ettigim dualarda
Sana ve sevgime bakip
Rabbimi ögrendim
Onun büyüklügünü ögrenmenin
mümkün olmadigini ögrenip
Hayreti ögrendim
Eger seni sevmeseydim
titreyip duran korkudan
Ve her an yeni bir hayata dogacakmisim gibi içimde çarpip duran heyecandan habersiz
Ve sevdigimi zannedip
Sevgiyi bildigimi zannedip
Yasayacaktim
Yasamak denirse
Seni sevmeseydim
Mevsimleri sevmeyecektim
Sevdigimi zannedip
Yagmurun mahzun kalbimi oksamasini
Nefes almakta zorlandigimda
rüzgârin yetismesini
Günesi
Yildizlari
Gülü ve bülbülü bilmeyecektim
Ve gizlice aglamayi
Bildigimi zannedip
Aski bilmeyecektim
Seni sevmeseydim
Bir ömür boyu yetmezdi bana
Ben seni severek
Cenneti istemeyi ögrendim; ve sonsuzlugu
Uykuyu uysal bir kedi gibi yanima alip,
safak vakti ettigim dualarda
Sana ve sevgime bakip
Rabbimi ögrendim
Onun büyüklügünü ögrenmenin
mümkün olmadigini ögrenip
Hayreti ögrendim
Eger seni sevmeseydim
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Namaz imanımın ifadesi,
acizliğimin,
zayıflığımın,
çaresizliğimin,
kısacası kulluğumun itirafıdır.
Namaz gözümün nuru,
gönlümün gözbebeğidir.
Dünyam onunla aydınlandı,
hakikati onun ışığı ile gördüm.
Diğer varlıkların ibadetini onun ilhamıyla bildim.
Allaha baş eğişim,
başkasına baş eğmeyeceğime dair yeminimdir.
Alnım yeri öperken
ruhumda beni sayısız nimetlerle yaşatan rahmet elini öpmektedir.
Namazda ben alem olurum;
alem ben olur.
Yüce divanda kainatın sözcülüğünü ederim.
Dilsiz varlıklar benim dilimle dile gelir.
SECCADE TAHTIM,
SECDE SALTANATIM
VE KULLUĞUM SULTANLIĞIMDIR
acizliğimin,
zayıflığımın,
çaresizliğimin,
kısacası kulluğumun itirafıdır.
Namaz gözümün nuru,
gönlümün gözbebeğidir.
Dünyam onunla aydınlandı,
hakikati onun ışığı ile gördüm.
Diğer varlıkların ibadetini onun ilhamıyla bildim.
Allaha baş eğişim,
başkasına baş eğmeyeceğime dair yeminimdir.
Alnım yeri öperken
ruhumda beni sayısız nimetlerle yaşatan rahmet elini öpmektedir.
Namazda ben alem olurum;
alem ben olur.
Yüce divanda kainatın sözcülüğünü ederim.
Dilsiz varlıklar benim dilimle dile gelir.
SECCADE TAHTIM,
SECDE SALTANATIM
VE KULLUĞUM SULTANLIĞIMDIR
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Onu anmakla kalbini yaşat (Hz.Ali)
Bunda Yârin görmeyen
Nûr-u pâk-i Hakkı hakkıyla şühûd et ey gönül
Bunda Yârin görmeyen yarın dahi ama imiş.
Ey gönül Hakkın (Yüce Allahın) tertemiz olan nurunu
gönül gözüyle gör.
Burada (bu dünyada) Sevgilisini göremeyenlerin
ahirette de gözleri kör olur.
Aziz Mahmud Hüdayi
Bunda Yârin görmeyen
Nûr-u pâk-i Hakkı hakkıyla şühûd et ey gönül
Bunda Yârin görmeyen yarın dahi ama imiş.
Ey gönül Hakkın (Yüce Allahın) tertemiz olan nurunu
gönül gözüyle gör.
Burada (bu dünyada) Sevgilisini göremeyenlerin
ahirette de gözleri kör olur.
Aziz Mahmud Hüdayi
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Efendimi s.a.v Birde Kuranı Kerimden Dinleyelim....
Kuran-ı Kerimde bir peygamber olarak Hz.Muhammedle ilgili sayılan başlıca özellikler; Allahın elçisi, son peygamber, evrensel peygamber, âlemlere rahmet, yüce ahlâk sahibi ve güzel örnek oluşu özellikleridir.
Allah Elçisi
Hz.Muhammed (s.a.), Yüce Allahın peygamber olarak seçtiği ve doğru yol üzere olan elçilerden biridir:
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönderen Allahtır. Şahit olarak Allah yeter. Muhammed, Allahın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine ise merhametlidirler. (Fetih, 48/29);
Yâ, Sîn. Kuran-ı Hakime and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin. Bu, babaları uyarılmadığından gâfil kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allahın indirdiği Kurandır. (Yâsîn, 36/1-4)
Son Peygamber
Hz.Muhammedin (s.a.) Kuran-ı Kerimde belirtilen ikinci önemli özelliği, son peygamber oluşudur:
Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. O, Allahın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. (Ahzâb, 33/40)
Bu hususu, Hz.Peygamber (s.a.) kendisi de belirtmiştir:
Benden sonra artık gelecek olan peygamber yoktur. (Müslim, fedâilüs-sahâbe, 30)
Evrensel Peygamber
Önceki peygamberler, kendi kavimlerine veya belirli bölgelere gönderilmiştir. Hz.Muhammedin (s.a.) peygamberliği ise, bütün insanlık içindir:
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez. (Sebe,34/28)
Bütün insanlar için peygamber olduğunu ve buna inanmak gerektiğini duyurmak, onun Yüce Allah tarafından verilmiş görevidir:
De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, Ondan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allahın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allaha ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allaha ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız. (Araf, 7/158);
Öyleyse Allaha, Peygamberine ve indirdiğimiz nûra, Kurana inanın; Allah işlediklerinizden haberdardır. (Tegabün, 64/8);
Allaha ve Peygamberine kim inanmamışsa bilsin ki, şüphesiz Biz, inkârcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır. (Fetih, 48/13)
Alemlere Rahmet
Son ve evrensel peygamber olan Hz.Muhammed (s.a.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:
Doğrusu bu Kuranda, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 21/106-7)
Bu niteliklerinin bir gereği olarak, insanlara Yüce Allahın buyruklarını ve yasaklarını iletti, hak dini öğretti, ebedî kurtuluş yolunu gösterdi.
Yüce Ahlâk Sahibi ve Güzel Örnek
Hz.Muhammedin (s.a.) başlıca özelliklerinden bir başkası, onun üstün ahlâk sahibi oluşudur:
Şüphesiz sen, büyük bir ahlâka sahipsindir. (Kalem, 68/4)
Böyle yüce ahlâk sahibi bir peygamber, bütün insanlığın bağlanacağı güzel bir örnektir:
Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allaha ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allahı çok anan kimselere Rasûlullah (Allahın Elçisi) en güzel örnektir.(Ahzâb, 33/21)
İnsanlığın büyük ahlâk örneğine, binlerce salât, selâm ve rahmet olsun.
Allah Elçisi
Hz.Muhammed (s.a.), Yüce Allahın peygamber olarak seçtiği ve doğru yol üzere olan elçilerden biridir:
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönderen Allahtır. Şahit olarak Allah yeter. Muhammed, Allahın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine ise merhametlidirler. (Fetih, 48/29);
Yâ, Sîn. Kuran-ı Hakime and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin. Bu, babaları uyarılmadığından gâfil kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allahın indirdiği Kurandır. (Yâsîn, 36/1-4)
Son Peygamber
Hz.Muhammedin (s.a.) Kuran-ı Kerimde belirtilen ikinci önemli özelliği, son peygamber oluşudur:
Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. O, Allahın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. (Ahzâb, 33/40)
Bu hususu, Hz.Peygamber (s.a.) kendisi de belirtmiştir:
Benden sonra artık gelecek olan peygamber yoktur. (Müslim, fedâilüs-sahâbe, 30)
Evrensel Peygamber
Önceki peygamberler, kendi kavimlerine veya belirli bölgelere gönderilmiştir. Hz.Muhammedin (s.a.) peygamberliği ise, bütün insanlık içindir:
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez. (Sebe,34/28)
Bütün insanlar için peygamber olduğunu ve buna inanmak gerektiğini duyurmak, onun Yüce Allah tarafından verilmiş görevidir:
De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, Ondan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allahın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allaha ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allaha ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız. (Araf, 7/158);
Öyleyse Allaha, Peygamberine ve indirdiğimiz nûra, Kurana inanın; Allah işlediklerinizden haberdardır. (Tegabün, 64/8);
Allaha ve Peygamberine kim inanmamışsa bilsin ki, şüphesiz Biz, inkârcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır. (Fetih, 48/13)
Alemlere Rahmet
Son ve evrensel peygamber olan Hz.Muhammed (s.a.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:
Doğrusu bu Kuranda, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 21/106-7)
Bu niteliklerinin bir gereği olarak, insanlara Yüce Allahın buyruklarını ve yasaklarını iletti, hak dini öğretti, ebedî kurtuluş yolunu gösterdi.
Yüce Ahlâk Sahibi ve Güzel Örnek
Hz.Muhammedin (s.a.) başlıca özelliklerinden bir başkası, onun üstün ahlâk sahibi oluşudur:
Şüphesiz sen, büyük bir ahlâka sahipsindir. (Kalem, 68/4)
Böyle yüce ahlâk sahibi bir peygamber, bütün insanlığın bağlanacağı güzel bir örnektir:
Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allaha ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allahı çok anan kimselere Rasûlullah (Allahın Elçisi) en güzel örnektir.(Ahzâb, 33/21)
İnsanlığın büyük ahlâk örneğine, binlerce salât, selâm ve rahmet olsun.
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
O ne yaparsa her zaman doğrudur...
Peygamberimiz (s.a.v) azadlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi çok severdi. Oğlu Üsame'yi de. Babayı da oğulu da gerektiğinde kollardı.
Hz. Ömer bir gün ganimet malı dağıtıyordu. Oğlu Abdullah'a üç verirse Üsame'ye dört veriyordu. Abdullah bunun sebebini öğrenmek istedi:
- Ben Üsame'nin katılıp da benim katılmadığım tek gaza (savaş, cihad) hatırlamıyorum. Neye dayanarak ona benden fazla veriyorsun?
Hz. Ömer şöyle açıklamada bulundu:
- Hz. Peygamber onun babasını senin babandan, Üsame'yi de senden çok sever ve kollardı. O'nun her işinde muhakkak bir hikmet vardır. Ben O'nun sevdiğini kendi sevdiğime tercih ederim.
Hz. Ömer bir gün ganimet malı dağıtıyordu. Oğlu Abdullah'a üç verirse Üsame'ye dört veriyordu. Abdullah bunun sebebini öğrenmek istedi:
- Ben Üsame'nin katılıp da benim katılmadığım tek gaza (savaş, cihad) hatırlamıyorum. Neye dayanarak ona benden fazla veriyorsun?
Hz. Ömer şöyle açıklamada bulundu:
- Hz. Peygamber onun babasını senin babandan, Üsame'yi de senden çok sever ve kollardı. O'nun her işinde muhakkak bir hikmet vardır. Ben O'nun sevdiğini kendi sevdiğime tercih ederim.
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Mekke'nin fethinden sonra İslâm'ı kabul edenler arasında Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe de bulunuyordu. Yaşı sekseni aşmış, âmâ bir kişi olan Ebû Kuhâfe, Hz. Peygamber'in huzurunda hidayete ermekte geç kalmışlığını telâfi edercesine aşkla kelimei şehadet getiriyordu. Bu esnada sevinmesi gereken "Sıddıyk" (yürekten tasdik edip, sorgusuz sualsiz bağlanan) lakaplı Ebû Bekir ağlıyordu. Fakat bu ağlayış bir sevinç ağlayışı değil üzüntü ağlayışıydı. Bu, meclisteki herkesin hayretine sebep olmuştu. Sordular:
- Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
- Allah'ın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı. Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi. Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnud olsun. İşte bu olmadığı için ağlıyorum.
- Ey Ebû Bekir, neden sevinilecek bir günde gözyaşı döküyorsun? Cevap verdi:
- Allah'ın Resulünün en büyük arzusu amcası Ebû Talibin müslüman olmasıydı. Fakat bu dileği bir türlü gerçekleşmedi. Ben isterdim ki şu anda benim babamın yerinde şehadet getiren Ebû Talib olsun, babamın Müslüman olmasından dolayı benim gönlüm hoşnud olacağına, amcasının Müslüman olmasından dolayı Allah Rasûlünün gönlü hoşnud olsun. İşte bu olmadığı için ağlıyorum.
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
İnsanı insan olduğu için sevmeyi bize EFENDİMİZ SAV öğretti
İnsanı insan olduğu için sevmeyi bize EFENDİMİZ SAV öğretti
Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in, insan sevgisine verdiği önem.
Kadın hakları, çocukların korunması,
yetime sahip çıkılması, aile birliğinin korunması,
engellinin, kimsesizin, garibin elinden tutulması
Kadın hakları kavramı daha dünyada yokken,
O,Veda Hutbesi'nde insanlara kadınların
hakkını bir emanet olarak yükledi".
Dünyaya şefkat nazarıyla bakmayı ondan öğrendik !!!
onu sevmek ne güzel....
İnsana ayrıcalık,başkalık katar onun sevgisi.
Sena...
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Bir Kardelen Çiçeği Esma Hanım
Bir Kardelen Çiçeği Esma Hanım
Kardelen... Direnişin öyküsü. Özgürlüğe kucak açan kar çiçeği, kardelen.
Kışın ak alazlarına, ak ateşlerine bürünen; yakasında küçücük bir hayatı taşıyan, yorgun ayak izlerine boyun eğmeyen kar çiçeğim..." (Rabia Özer)
Ailesinden yaklaşık üç yıldır ayrı olmak ona çok zor geliyordu. Ama bir hasret, bir ateş vardı ki içinde, onu hiçbir şey dindiremiyordu. Henüz ortaokul son sınıf olmasına rağmen yüreğinde taşıdığı Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin aşkı, onu her gün daha fazla eritiyor, ama firkat ateşi bir türlü dinmek bilmiyordu.
Babasının Arabistan'da çalışıyor olması, onun, Allah Rasûlü'ne kavuşma ümîdini her geçen gün kuvvetlendiriyordu. Allah, Esmâ'nın gönülden duasını kabul etti. Hayalleri hakikat oldu.
Babası, yaz tatili için Arabistan'a gelmesini istemiş, hatta bunun için biletini bile göndermişti. Artık kanatlanmış uçuyordu. Artık o, Rasûlullah'a kavuşacak, O'nun kabr-i şerifine gidecek, bir nebze de olsa hasretini dindirecekti. Medine'nin asr-ı saadetteki o hatıralarını tadacak, o saadeti yaşayacak, yüreği o feyizli hâlin ahengine bürünecekti.
Nihayet nurlu Medine'ye vâsıl oldu. Heyecanla koştuğu ilk mekan, Kubbe-i Hadrâ'ydı, Allah Rasûlü'nün huzuruydu. Kendini Ravza'nın direklerinin dibine attı. Ziyaret boyunca hıçkırıkları dinmedi Esmâ'nın. Hasreti bir yangın haline geldi. Vecd ve istiğrak içinde:
"-Ey Nebi! Bana ümmetim, der de beni sevindirir misin? Buna layık değilim, biliyorum. Senin huzûruna, ellerim boş, boynum bükük, bîçare ve günahkar geldim. Başka gidecek kapım yok ki! Bu cür'etimi, Sana olan muhabbetim ve hicranıma bağışla!" diyordu.
Bir taraftan da gönlünün tercümanı olan gözünden yaşlar sızıyor, o mübarek topraklara damlıyordu.
***
Üç ay Arabistan'da kaldı. Babası dönüş biletini aldığı halde, Esmâ'ya dönmek zor geliyordu. Bir türlü dönmek istemiyordu. Buraların hasretiyle yanmış, Rasûlullah'ın nefesiyle dolu Medine'nin feyizli havasına doyamamıştı. Oradan ayrılmak, onun için ne büyük hicrandı. Babası ise:
"-Liseyi bitir, diplomanı al, ne yaparsan yap!" dedi. Hatta geri dönmesini sağlamak için Esmâ'ya bir müddet küstü. Esmâ ise:
"-Baba, sen benim dünyamı düşünüyorsun. O diploma dediğin sadece bu dünyada geçerli! İstikbâli lutfeden ise Allah'tır. Yerin ve göğün hazineleri ona aittir. Mühim olan benim âhiretim. Sonra, ya benim hasretim ne olacak?!." diye itiraz etti ve geri dönmedi.
Orada 3 yıl, gönlünce imanının vecd ve istiğrakı içinde yaşıyor, zaman zaman da ailesini irşad ediyordu. Hep birlikte huzurlu bir hayatın neşvesindelerdi. O sıralarda Allah'ı zikretmenin, ve Rasûlüne salât etmenin de tadına varmaya başlamıştı.
18 yaşındaydı. Gözü yaşlı, gönlü kırık, hasretle, ailece mecbûrî dönüşlerini yaptılar. Güzel bir genç kızdı. Bu güzelliğini tesettürüyle setrediyordu. Bir çok akraba ve tanıdığı, tesettürüne dil uzatsalar da, o sabır ve yumuşak bir lisanla bıkmadan, usanmadan tebliğe devam etti. Bazı arkadaşları da onun feyiz ve şahsiyetli karakterinden nasib alarak örtündü.
Köyünde de yârenleriyle hasbihâl edeceği bir grup oluşturmuştu. Devamlı kitaplar okuyarak kendini, bilgilerini tazeliyor; sohbetlerle gönlünü feyizlendirip gerçek istikbale hazırlıyordu. Allah'ın kendisine ihsan ettiklerini infak etmek, onda bir neş'e ve zevk haline gelmişti.
***
Günlerden bir gün, Almanya'dan bir tâlibi çıktı. Görüşmek üzere çok ısrar ettiler. Esmâ'nın ise yegâne şartı vardı:
"İslâm'ı yaşama gayreti içinde olmak!.."
Resimden tanıdığı, komşusunun Almanya'daki oğluyla nişan yapıldı. Aradan iki yıl geçmiş, komşusunun oğlu gelir gelmez Esmâ'nın evine uğramıştı. Bu ilk görüşmeleriydi. Genç, tokalaşmak üzere elini uzatınca, Esmâ'nın bütün ümitleri yıkıldı. Nasıl olurdu da, nikahsızken elini uzatabilirdi. Hani dindârdı, hani İslâm'ı biliyor ve yaşıyordu? Aklı bir türlü almıyordu. Ama yine de biraz zaman tanımak istedi. Tanıdıkça, namaz kılmadığını da gördü ve iyice kahroldu.
Düğüne üç gün kalmış, davetiyeler basılmış ve dağıtılmıştı. Her şey hazırdı. Alış verişe çıktılar. Damat bey, altın yüzük ve bileklik isteyince, Esmâ artık dayanamadı.
"-İslam, bu istediklerinizi erkeklere haram kılmıştır; benim gönlüm bunları takmanıza râzı değildir!.." dediyse de, Damat bey aldı ve taktı.
Esmâ eve dönünce, odasına girdi. Karar vermeliydi. İçindeki ses:
"-Ya dünyanı seç, ya da âhiretini!.." diyordu. Evlenirse, belki bütün hayatı ten rahatı içinde geçecekti, lakin mukâbilinde âhireti zedelenip, zaafa uğrayacaktı. Kararını çabuk verdi. Düğününe üç gün kala âhireti için nişanı attı. Bir çok genç kızın hasretle kavuşmak arzu ettiği o hayattan, o vazgeçti. Herkesin iknâ teşebbüsleri, damat beyin özürleri, hac ve umre vaatleri de, onun fikrini değiştiremedi.
Bütün köy dedikoduya başladı. Esmâ, Allah için bunlara katlanmalıydı.
"Allah'ım üzerime sabır yağdır, âhiretimi sattırma!" diye duâ ediyordu ve daha fazla dayanamadı. Ailesinden izin alarak, çalışmak bahanesiyle Denizli'ye gitti. Geceleri yatılı bir Kur'ân Kursunda kalmaya, gündüzleri de çalışmaya başladı.
Maaşını alır almaz, meyveler alır, kendi elleriyle soyar, hazırlar ve kurstaki hâfız talebelere ikrâm ederdi. Bazen kursta kalan talebelerle ilgilenir, onlara hâfızlığın kıymetini ve ne kadar gerekli olduğunu anlatırdı. Etrafında toplanan talebeler, onu gözyaşlarıyla dinlerler ve:
"-Ah Esmâ ablacığım, sen olmasaydın, belki de hâfızlık zor gelecek, bırakacaktık!" derlerdi.
Geceleri kalkar, Kur'ân talebeleri üşümesin, "onlar Allah'ın sevgilileri olmaya aday" diyerek, üstlerini örter, kirli gördüğü yerleri temizler, öğrencilere kahvaltıda sürpriz yemekler yapardı.
Talebeler kalkıp masalarında nefis yiyecekleri görünce şaşırırlar ve sevinirlerdi. Teşekkür etmek istedikleri Esmâ ise çoktan işine gitmiş olurdu. Bütün maaşını böylece talebelere harcayan Esmâ, o yıl, bulunduğu kurstaki hafızlığa başlayan bütün talebelerin hıfzlarını tamamlamasına vesîle olmuştu. İmtihandan sonra, hepsi gelip Esmâ ablalarına sarılmış, o ise sevinç gözyaşlarıyla mukâbele etmişti.
Ona dünyada haz veren iki şey vardı: Kur'ân kursu talebelerine hizmet etmek ve rüyasında sıkça gördüğü Rasûlullâh'a bir an önce kavuşmak...
***
Sünnet-i seniyyeyi yaşamaya çok dikkat eden Esmâ, insanları sever, kendini de sevdirirdi. Bu minvâl üzere devam eden hayatında, iki yıl aradan sonra Almanya'dan bir tâlibi daha çıktı. Çok tedirgindi, ama bu sefer içi ısınmıştı. Namazında, dinini yaşamaya gayret eden, temiz yüzlü ve merhametliydi, yeni damat adayı...
Kısa zamanda nişanlanmış, nikahı da kıymışlardı. Tanıdıkça daha çok şükrediyordu, Rabbine! Düğünü Kur'ân sadâları arasında oldu. Çok mutluydu.
Evliliğinin 29. gününde eşi Almanya'ya dönecekti. Esmâ'nın evraklarında problem çıktığı için, onun gidişi sonraya kalmıştı.
***
Efendisi, Almanya'ya gitmişti. Evliliğinin 40. günüydü. Kendisi de dışarı çıkıp bir şeyler almayı düşündü. Hazırlanırken kız kardeşine:
"-Ben bugün şalvarımı giyeceğim. Ne olur, ne olmaz; sen de giy! Bugün içimde ifadeden aciz kaldığım değişik hislerim var. Böylece tedbiri de elden bırakmamış oluruz!" dedi.
Minibüse bindiler. Esmâ'nın içinde bir sıkıntı vardı. Avucuna gülsuyu döktü, dudaklarından da Rasûlullah'ın salavâtı dökülüyordu. Bir an gözünün önüne Allah Rasûlü'nün mütebessim çehresi geliverdi. Daha da şevklenerek salavât getirmeye devam etti. Sevinçten gözünden akan yaşlar pembe yanaklarını ıslattı.
Yanındaki hâfıza kardeşine baktı. Onun hâfız olması için elinden gelen desteği vermişti.
Minibüs oldukça hızlı gidiyordu. Bir anda ne olduğunu anlayamadılar. Minibüs hatalı sollama sonucu şarampole yuvarlanmış defalarca takla atmaya başlamıştı. Kızkardeşi gözünü açtığında minibüsün içinde kendisinden başka kimse kalmamıştı.
"-Esma ablacığım!.." diye seslendi. Çıt yoktu. Kızkardeşi hemen arabanın kırılan camından dışarıya süzüldü. Kendisine bir şey olmamıştı. Arabadaki yolcular etrafa saçılmış, üstü başı açılan kadınlar hoş olmayan bir manzara ortaya çıkarmıştı. Gözü, Esmâ ablasını arıyordu. En sonunda gördü. Yerde boylu boyunca uzanmış, pardüsesi yüzüne kapanmıştı. Tesettürüne hiçbir halel gelmemişti.
Kazayı fark eden bir araba durdu. Kızkardeşinin de yardımıyla Esmâ'yı arabaya bindirdiler. Esmâ sadece nefes alıyordu. Hastahaneye varılır varılmaz, Esmâ'nın beyin filmi çekildi. Doktor:
"-Beyin fonksiyonları durmak üzere." dedi. "Yaşamaz; yaşayacak olsa da şu andan itibaren bitkisel hayata girmiştir, konuşamaz."
O sırada hastahaneye gelmiş olan yaşlı bir teyze, kenarda duran ve ümitleri kesildiği için doktorların ilgilenmediği Esma'yı fark etti. Yanına gittti. Çok şaşırmıştı. Zîrâ doktorun dediklerini duyan kulakları Esmâ'nın Allâh zikrini de duyuyordu. Gözleri yaşardı. Hastaya doğru eğildi ve:
"-Allah de, kızım!.. bugün Allah'dan başka çalınıcak kapılar he beyhûde. Hem Allah'dan başka kimimiz var bizim!.. Allah, Allah!" diye hafifçe seslendi. Esmâ'nın dudaklarından daha yüksek bir sesle Allah zikri dökülmeye başladı. Doktor ve orada bulunanlar tıbbın imkanları dışında olan bu olay karşısında hayretler içinde kaldı. Hasta hemen yoğun bakıma alındı. Ama Esmâ'dan güçlükle alıp verdiği nefes dışında, bir daha hiçbir ses çıkmadı.
Hasta komada iken, başındaki akrabaları,
"-Bizi hisseder mi?" diye doktora müracaat ettiler. Doktor:
"-Eğer hissederse, şu kalp grafikleri hareket eder." dedi. Bütün gözler bir hareket görebilme umuduyla, bağlı olduğu cihaza döndü. Hiçbir hareket yoktu.
***
O akşam, refakatçi olarak başında bekleyen kızkardeşi, hâfızlık yaparken ablasının teşviklerini hatırladı. "Keşke ben de ona moral verebilseydim." düşüncesiyle, ablasının çok sevdiği ve sık sık okuttuğu, Tevbe sûresinin sonlarındaki aşrını tilâvet etmeye başladı:
"Allah mü'minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. (Bu), Tevrat'ta, incil'de ve Kur'ân'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'dan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, (gerçekten) büyük bir kazançtır." (Tevbe, 111)
Bir yandan da elini sımsıkı kavramıştı. İnanılmaz bir hâdise, kalp grafikleri hareketlenmeye başladı. Ablası sesini duyuyor, duygularını bu şekilde ifâde ediyordu
"Andolsun size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 128.)
Aşır bittikten sonra, Yâsin-i şerîfe geçti. Âyetler bitince çizgiler eski haline döndü.
Ertesi sabah doktor gelmiş, mûtâd olan iğnesini yapmıştı. İşte o anda Esma yatağında doğruldu, duâ eder gibi ellerini açtı, yüzüne sürdü ve tekrar yattı. Doktorun hayret dolu bakışları arasında da son nefesini verdi.
Sanki onun bu kısa ömrü, bir şeb-i arusa, gerçek düğün gecesine hazırlıktı.
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz! Nasıl ölürseniz, öyle haşrolunursunuz!" (Hadis-i Şerif)
Ölümünden Sonra Bir Rüya :
Annesi Esmâ'yı çok merak ediyordu. Bir gün rüyasında kızını gördü. Esma, beyaz elbiseler içinde annesinin yanına yaklaştı, gülümsüyordu. Annesi kızına:
"-Nasılsın, rahatın iyi mi?" diye sordu.
"-Anneciğim benim rahatım çok iyi. Çünkü hiç namaz borcum yok! Fakat kabir komşularım ızdırap içinde... Namaz borçlarının hesabı onlara çok ağır geliyor. Anneciğim, namaza dikkat edin! Anneciğim, namaza dikkat edin! Anneciğim, namazı huşû ile kılmaya dikkat edin! Önce namaz, önce namaz!"
Bu rüya vesilesiyle, tanıdıklarının bir çoğu namaza başladı. Böylece ölümünden sonra da insanlara tebliğe devam etti.
. Kızkardeşi hem ağladı, hem okudu.
Kardelen... Direnişin öyküsü. Özgürlüğe kucak açan kar çiçeği, kardelen.
Kışın ak alazlarına, ak ateşlerine bürünen; yakasında küçücük bir hayatı taşıyan, yorgun ayak izlerine boyun eğmeyen kar çiçeğim..." (Rabia Özer)
Ailesinden yaklaşık üç yıldır ayrı olmak ona çok zor geliyordu. Ama bir hasret, bir ateş vardı ki içinde, onu hiçbir şey dindiremiyordu. Henüz ortaokul son sınıf olmasına rağmen yüreğinde taşıdığı Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin aşkı, onu her gün daha fazla eritiyor, ama firkat ateşi bir türlü dinmek bilmiyordu.
Babasının Arabistan'da çalışıyor olması, onun, Allah Rasûlü'ne kavuşma ümîdini her geçen gün kuvvetlendiriyordu. Allah, Esmâ'nın gönülden duasını kabul etti. Hayalleri hakikat oldu.
Babası, yaz tatili için Arabistan'a gelmesini istemiş, hatta bunun için biletini bile göndermişti. Artık kanatlanmış uçuyordu. Artık o, Rasûlullah'a kavuşacak, O'nun kabr-i şerifine gidecek, bir nebze de olsa hasretini dindirecekti. Medine'nin asr-ı saadetteki o hatıralarını tadacak, o saadeti yaşayacak, yüreği o feyizli hâlin ahengine bürünecekti.
Nihayet nurlu Medine'ye vâsıl oldu. Heyecanla koştuğu ilk mekan, Kubbe-i Hadrâ'ydı, Allah Rasûlü'nün huzuruydu. Kendini Ravza'nın direklerinin dibine attı. Ziyaret boyunca hıçkırıkları dinmedi Esmâ'nın. Hasreti bir yangın haline geldi. Vecd ve istiğrak içinde:
"-Ey Nebi! Bana ümmetim, der de beni sevindirir misin? Buna layık değilim, biliyorum. Senin huzûruna, ellerim boş, boynum bükük, bîçare ve günahkar geldim. Başka gidecek kapım yok ki! Bu cür'etimi, Sana olan muhabbetim ve hicranıma bağışla!" diyordu.
Bir taraftan da gönlünün tercümanı olan gözünden yaşlar sızıyor, o mübarek topraklara damlıyordu.
***
Üç ay Arabistan'da kaldı. Babası dönüş biletini aldığı halde, Esmâ'ya dönmek zor geliyordu. Bir türlü dönmek istemiyordu. Buraların hasretiyle yanmış, Rasûlullah'ın nefesiyle dolu Medine'nin feyizli havasına doyamamıştı. Oradan ayrılmak, onun için ne büyük hicrandı. Babası ise:
"-Liseyi bitir, diplomanı al, ne yaparsan yap!" dedi. Hatta geri dönmesini sağlamak için Esmâ'ya bir müddet küstü. Esmâ ise:
"-Baba, sen benim dünyamı düşünüyorsun. O diploma dediğin sadece bu dünyada geçerli! İstikbâli lutfeden ise Allah'tır. Yerin ve göğün hazineleri ona aittir. Mühim olan benim âhiretim. Sonra, ya benim hasretim ne olacak?!." diye itiraz etti ve geri dönmedi.
Orada 3 yıl, gönlünce imanının vecd ve istiğrakı içinde yaşıyor, zaman zaman da ailesini irşad ediyordu. Hep birlikte huzurlu bir hayatın neşvesindelerdi. O sıralarda Allah'ı zikretmenin, ve Rasûlüne salât etmenin de tadına varmaya başlamıştı.
18 yaşındaydı. Gözü yaşlı, gönlü kırık, hasretle, ailece mecbûrî dönüşlerini yaptılar. Güzel bir genç kızdı. Bu güzelliğini tesettürüyle setrediyordu. Bir çok akraba ve tanıdığı, tesettürüne dil uzatsalar da, o sabır ve yumuşak bir lisanla bıkmadan, usanmadan tebliğe devam etti. Bazı arkadaşları da onun feyiz ve şahsiyetli karakterinden nasib alarak örtündü.
Köyünde de yârenleriyle hasbihâl edeceği bir grup oluşturmuştu. Devamlı kitaplar okuyarak kendini, bilgilerini tazeliyor; sohbetlerle gönlünü feyizlendirip gerçek istikbale hazırlıyordu. Allah'ın kendisine ihsan ettiklerini infak etmek, onda bir neş'e ve zevk haline gelmişti.
***
Günlerden bir gün, Almanya'dan bir tâlibi çıktı. Görüşmek üzere çok ısrar ettiler. Esmâ'nın ise yegâne şartı vardı:
"İslâm'ı yaşama gayreti içinde olmak!.."
Resimden tanıdığı, komşusunun Almanya'daki oğluyla nişan yapıldı. Aradan iki yıl geçmiş, komşusunun oğlu gelir gelmez Esmâ'nın evine uğramıştı. Bu ilk görüşmeleriydi. Genç, tokalaşmak üzere elini uzatınca, Esmâ'nın bütün ümitleri yıkıldı. Nasıl olurdu da, nikahsızken elini uzatabilirdi. Hani dindârdı, hani İslâm'ı biliyor ve yaşıyordu? Aklı bir türlü almıyordu. Ama yine de biraz zaman tanımak istedi. Tanıdıkça, namaz kılmadığını da gördü ve iyice kahroldu.
Düğüne üç gün kalmış, davetiyeler basılmış ve dağıtılmıştı. Her şey hazırdı. Alış verişe çıktılar. Damat bey, altın yüzük ve bileklik isteyince, Esmâ artık dayanamadı.
"-İslam, bu istediklerinizi erkeklere haram kılmıştır; benim gönlüm bunları takmanıza râzı değildir!.." dediyse de, Damat bey aldı ve taktı.
Esmâ eve dönünce, odasına girdi. Karar vermeliydi. İçindeki ses:
"-Ya dünyanı seç, ya da âhiretini!.." diyordu. Evlenirse, belki bütün hayatı ten rahatı içinde geçecekti, lakin mukâbilinde âhireti zedelenip, zaafa uğrayacaktı. Kararını çabuk verdi. Düğününe üç gün kala âhireti için nişanı attı. Bir çok genç kızın hasretle kavuşmak arzu ettiği o hayattan, o vazgeçti. Herkesin iknâ teşebbüsleri, damat beyin özürleri, hac ve umre vaatleri de, onun fikrini değiştiremedi.
Bütün köy dedikoduya başladı. Esmâ, Allah için bunlara katlanmalıydı.
"Allah'ım üzerime sabır yağdır, âhiretimi sattırma!" diye duâ ediyordu ve daha fazla dayanamadı. Ailesinden izin alarak, çalışmak bahanesiyle Denizli'ye gitti. Geceleri yatılı bir Kur'ân Kursunda kalmaya, gündüzleri de çalışmaya başladı.
Maaşını alır almaz, meyveler alır, kendi elleriyle soyar, hazırlar ve kurstaki hâfız talebelere ikrâm ederdi. Bazen kursta kalan talebelerle ilgilenir, onlara hâfızlığın kıymetini ve ne kadar gerekli olduğunu anlatırdı. Etrafında toplanan talebeler, onu gözyaşlarıyla dinlerler ve:
"-Ah Esmâ ablacığım, sen olmasaydın, belki de hâfızlık zor gelecek, bırakacaktık!" derlerdi.
Geceleri kalkar, Kur'ân talebeleri üşümesin, "onlar Allah'ın sevgilileri olmaya aday" diyerek, üstlerini örter, kirli gördüğü yerleri temizler, öğrencilere kahvaltıda sürpriz yemekler yapardı.
Talebeler kalkıp masalarında nefis yiyecekleri görünce şaşırırlar ve sevinirlerdi. Teşekkür etmek istedikleri Esmâ ise çoktan işine gitmiş olurdu. Bütün maaşını böylece talebelere harcayan Esmâ, o yıl, bulunduğu kurstaki hafızlığa başlayan bütün talebelerin hıfzlarını tamamlamasına vesîle olmuştu. İmtihandan sonra, hepsi gelip Esmâ ablalarına sarılmış, o ise sevinç gözyaşlarıyla mukâbele etmişti.
Ona dünyada haz veren iki şey vardı: Kur'ân kursu talebelerine hizmet etmek ve rüyasında sıkça gördüğü Rasûlullâh'a bir an önce kavuşmak...
***
Sünnet-i seniyyeyi yaşamaya çok dikkat eden Esmâ, insanları sever, kendini de sevdirirdi. Bu minvâl üzere devam eden hayatında, iki yıl aradan sonra Almanya'dan bir tâlibi daha çıktı. Çok tedirgindi, ama bu sefer içi ısınmıştı. Namazında, dinini yaşamaya gayret eden, temiz yüzlü ve merhametliydi, yeni damat adayı...
Kısa zamanda nişanlanmış, nikahı da kıymışlardı. Tanıdıkça daha çok şükrediyordu, Rabbine! Düğünü Kur'ân sadâları arasında oldu. Çok mutluydu.
Evliliğinin 29. gününde eşi Almanya'ya dönecekti. Esmâ'nın evraklarında problem çıktığı için, onun gidişi sonraya kalmıştı.
***
Efendisi, Almanya'ya gitmişti. Evliliğinin 40. günüydü. Kendisi de dışarı çıkıp bir şeyler almayı düşündü. Hazırlanırken kız kardeşine:
"-Ben bugün şalvarımı giyeceğim. Ne olur, ne olmaz; sen de giy! Bugün içimde ifadeden aciz kaldığım değişik hislerim var. Böylece tedbiri de elden bırakmamış oluruz!" dedi.
Minibüse bindiler. Esmâ'nın içinde bir sıkıntı vardı. Avucuna gülsuyu döktü, dudaklarından da Rasûlullah'ın salavâtı dökülüyordu. Bir an gözünün önüne Allah Rasûlü'nün mütebessim çehresi geliverdi. Daha da şevklenerek salavât getirmeye devam etti. Sevinçten gözünden akan yaşlar pembe yanaklarını ıslattı.
Yanındaki hâfıza kardeşine baktı. Onun hâfız olması için elinden gelen desteği vermişti.
Minibüs oldukça hızlı gidiyordu. Bir anda ne olduğunu anlayamadılar. Minibüs hatalı sollama sonucu şarampole yuvarlanmış defalarca takla atmaya başlamıştı. Kızkardeşi gözünü açtığında minibüsün içinde kendisinden başka kimse kalmamıştı.
"-Esma ablacığım!.." diye seslendi. Çıt yoktu. Kızkardeşi hemen arabanın kırılan camından dışarıya süzüldü. Kendisine bir şey olmamıştı. Arabadaki yolcular etrafa saçılmış, üstü başı açılan kadınlar hoş olmayan bir manzara ortaya çıkarmıştı. Gözü, Esmâ ablasını arıyordu. En sonunda gördü. Yerde boylu boyunca uzanmış, pardüsesi yüzüne kapanmıştı. Tesettürüne hiçbir halel gelmemişti.
Kazayı fark eden bir araba durdu. Kızkardeşinin de yardımıyla Esmâ'yı arabaya bindirdiler. Esmâ sadece nefes alıyordu. Hastahaneye varılır varılmaz, Esmâ'nın beyin filmi çekildi. Doktor:
"-Beyin fonksiyonları durmak üzere." dedi. "Yaşamaz; yaşayacak olsa da şu andan itibaren bitkisel hayata girmiştir, konuşamaz."
O sırada hastahaneye gelmiş olan yaşlı bir teyze, kenarda duran ve ümitleri kesildiği için doktorların ilgilenmediği Esma'yı fark etti. Yanına gittti. Çok şaşırmıştı. Zîrâ doktorun dediklerini duyan kulakları Esmâ'nın Allâh zikrini de duyuyordu. Gözleri yaşardı. Hastaya doğru eğildi ve:
"-Allah de, kızım!.. bugün Allah'dan başka çalınıcak kapılar he beyhûde. Hem Allah'dan başka kimimiz var bizim!.. Allah, Allah!" diye hafifçe seslendi. Esmâ'nın dudaklarından daha yüksek bir sesle Allah zikri dökülmeye başladı. Doktor ve orada bulunanlar tıbbın imkanları dışında olan bu olay karşısında hayretler içinde kaldı. Hasta hemen yoğun bakıma alındı. Ama Esmâ'dan güçlükle alıp verdiği nefes dışında, bir daha hiçbir ses çıkmadı.
Hasta komada iken, başındaki akrabaları,
"-Bizi hisseder mi?" diye doktora müracaat ettiler. Doktor:
"-Eğer hissederse, şu kalp grafikleri hareket eder." dedi. Bütün gözler bir hareket görebilme umuduyla, bağlı olduğu cihaza döndü. Hiçbir hareket yoktu.
***
O akşam, refakatçi olarak başında bekleyen kızkardeşi, hâfızlık yaparken ablasının teşviklerini hatırladı. "Keşke ben de ona moral verebilseydim." düşüncesiyle, ablasının çok sevdiği ve sık sık okuttuğu, Tevbe sûresinin sonlarındaki aşrını tilâvet etmeye başladı:
"Allah mü'minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. (Bu), Tevrat'ta, incil'de ve Kur'ân'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'dan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, (gerçekten) büyük bir kazançtır." (Tevbe, 111)
Bir yandan da elini sımsıkı kavramıştı. İnanılmaz bir hâdise, kalp grafikleri hareketlenmeye başladı. Ablası sesini duyuyor, duygularını bu şekilde ifâde ediyordu
"Andolsun size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 128.)
Aşır bittikten sonra, Yâsin-i şerîfe geçti. Âyetler bitince çizgiler eski haline döndü.
Ertesi sabah doktor gelmiş, mûtâd olan iğnesini yapmıştı. İşte o anda Esma yatağında doğruldu, duâ eder gibi ellerini açtı, yüzüne sürdü ve tekrar yattı. Doktorun hayret dolu bakışları arasında da son nefesini verdi.
Sanki onun bu kısa ömrü, bir şeb-i arusa, gerçek düğün gecesine hazırlıktı.
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz! Nasıl ölürseniz, öyle haşrolunursunuz!" (Hadis-i Şerif)
Ölümünden Sonra Bir Rüya :
Annesi Esmâ'yı çok merak ediyordu. Bir gün rüyasında kızını gördü. Esma, beyaz elbiseler içinde annesinin yanına yaklaştı, gülümsüyordu. Annesi kızına:
"-Nasılsın, rahatın iyi mi?" diye sordu.
"-Anneciğim benim rahatım çok iyi. Çünkü hiç namaz borcum yok! Fakat kabir komşularım ızdırap içinde... Namaz borçlarının hesabı onlara çok ağır geliyor. Anneciğim, namaza dikkat edin! Anneciğim, namaza dikkat edin! Anneciğim, namazı huşû ile kılmaya dikkat edin! Önce namaz, önce namaz!"
Bu rüya vesilesiyle, tanıdıklarının bir çoğu namaza başladı. Böylece ölümünden sonra da insanlara tebliğe devam etti.
. Kızkardeşi hem ağladı, hem okudu.
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
vesselam
vesselam
yaradan Rabbimin adıyla okudum
ey Muhammed seni okudum
okudum çoğaldı harflerim,ırmaklarım,yıldızlarım...
tüm kitaplara senin isminle yazıldım
doğdum,Muhammed'e doğdum
aşıksam,Muhammed'e aşığım
ölürsem,Muhammed'e ölürüm
gelirsem,Muhammed'e gelirim
.......
sevgili
ben veyselim,
kenan illerinde hasretini soluyan
hırkana bürünürüm karanlıkta kaybolduğumda
dört taraftan vurular bana
vuranlarda söyletemezler sensizliği
sümeyye gibi develer ayır bedenimi
Hamza'yım ey sevgili
uhud'da tam önündeyim,
vahşi mızrağı deler geçer yüreğimi
gelde okşa ne olur oyulmuş kalbimi
hind değil hasretin acıtır onu
........
ne çare Bekirler yok şimdi
Aliler,Osmanlar,Ömerler yok
Halidler gitti,Musablar gitti
Hatice yok,Zeynep yok,Fatıma yok
müminlerin annesi sofra açmaz evlerimizde
kedilerin babası dolaşmaz sokaklarımzda
biz ne çok yetim olduk da
senin gibi okşayanımız yok artık
gel bir okşa ne olur
yaralarımızdaki irinler azdı
canımız acıdı
bir merhamet et bir gülümse efendim
.......
[adem özbay-kayıp tayfanın günlüğü]
yaradan Rabbimin adıyla okudum
ey Muhammed seni okudum
okudum çoğaldı harflerim,ırmaklarım,yıldızlarım...
tüm kitaplara senin isminle yazıldım
doğdum,Muhammed'e doğdum
aşıksam,Muhammed'e aşığım
ölürsem,Muhammed'e ölürüm
gelirsem,Muhammed'e gelirim
.......
sevgili
ben veyselim,
kenan illerinde hasretini soluyan
hırkana bürünürüm karanlıkta kaybolduğumda
dört taraftan vurular bana
vuranlarda söyletemezler sensizliği
sümeyye gibi develer ayır bedenimi
Hamza'yım ey sevgili
uhud'da tam önündeyim,
vahşi mızrağı deler geçer yüreğimi
gelde okşa ne olur oyulmuş kalbimi
hind değil hasretin acıtır onu
........
ne çare Bekirler yok şimdi
Aliler,Osmanlar,Ömerler yok
Halidler gitti,Musablar gitti
Hatice yok,Zeynep yok,Fatıma yok
müminlerin annesi sofra açmaz evlerimizde
kedilerin babası dolaşmaz sokaklarımzda
biz ne çok yetim olduk da
senin gibi okşayanımız yok artık
gel bir okşa ne olur
yaralarımızdaki irinler azdı
canımız acıdı
bir merhamet et bir gülümse efendim
.......
[adem özbay-kayıp tayfanın günlüğü]
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
Yetiminim
Sen gittin
Hayatın öbür ucunda bıraktın beni
Issızlaştı şehir
Yetim kaldı şarkılar
Sen gittin
Ummanımı besleyen dereler gitti
Enlemler boylamlar
Ülkeler gitti
Şaşırdı yönleri kuzey ve güney
Demirden kavilik, yelden hafiflik
Savaşlar barışlar gitti
Sen gittin
Aşımın hamuru gitti
Sen gittin
Yapımın çamuru gitti
Sen gittin
Nisanın yağmuru gitti
Sen gittin
Dünyanın uğuru gitti
Söylesene ağzımın tadı mı kalır
Hangi beyaz keyif çatar çayımda
Sen gittin
aralandı sahte dünyam yokluğa
Bir yağ emmez çıkrık kolu hatıran
Sen içimde büyüdükçe, ben küçülüyorum
Adını kazıyamadı zaman
Nar tadından
Kar suyundan
Sen gittin
Devletim gitti
Sen gittin
Sen gittin
Servetim gitti
Sen gittin
İzzetim gitti
Sen gittin
Saadetim gitti
Yıkılmış bir hisar kaldı tevarüs
Bulutlara kan karıştı ardından
Sen gittin
Örtüm gitti
Açıktayım cascavlak
Muhteşem rüzgarlar dağımı yoklar
Tüm yangınlar beni yakar önce
Tipi bir yandan boran bir yandan biler dişini
Bende kalan en son yanını ister
Sen gittin
Elim gitti
Sen gittin
Dilim gitti
Sen gittin
Gülüm gitti
Baştan sona diken dolu gülistan
Yediveren suya saldı ıtrını
Kırağı düştü bülbüllerin sesine
Akreplere kaldı bütün türküler
Sen gittin
Kalakaldım tamtakır
Zenginliğim eteğinle sürüldü
Bir yığın suç, zillet bastı hanemi
Ateşten gömlek giydim, şerbet içtim kızılcık
Tacirlere bayram oldu gidişin
Sen gittin
Ben bittim
Ne olur
Benden uzak tutma nurunu
Nerde aşk varsa oraya yetişir elin
Yalnızlıklardan beni yine
Korursa sevdan korur ancak
Abdülbaki Kömür
Sen gittin
Hayatın öbür ucunda bıraktın beni
Issızlaştı şehir
Yetim kaldı şarkılar
Sen gittin
Ummanımı besleyen dereler gitti
Enlemler boylamlar
Ülkeler gitti
Şaşırdı yönleri kuzey ve güney
Demirden kavilik, yelden hafiflik
Savaşlar barışlar gitti
Sen gittin
Aşımın hamuru gitti
Sen gittin
Yapımın çamuru gitti
Sen gittin
Nisanın yağmuru gitti
Sen gittin
Dünyanın uğuru gitti
Söylesene ağzımın tadı mı kalır
Hangi beyaz keyif çatar çayımda
Sen gittin
aralandı sahte dünyam yokluğa
Bir yağ emmez çıkrık kolu hatıran
Sen içimde büyüdükçe, ben küçülüyorum
Adını kazıyamadı zaman
Nar tadından
Kar suyundan
Sen gittin
Devletim gitti
Sen gittin
Sen gittin
Servetim gitti
Sen gittin
İzzetim gitti
Sen gittin
Saadetim gitti
Yıkılmış bir hisar kaldı tevarüs
Bulutlara kan karıştı ardından
Sen gittin
Örtüm gitti
Açıktayım cascavlak
Muhteşem rüzgarlar dağımı yoklar
Tüm yangınlar beni yakar önce
Tipi bir yandan boran bir yandan biler dişini
Bende kalan en son yanını ister
Sen gittin
Elim gitti
Sen gittin
Dilim gitti
Sen gittin
Gülüm gitti
Baştan sona diken dolu gülistan
Yediveren suya saldı ıtrını
Kırağı düştü bülbüllerin sesine
Akreplere kaldı bütün türküler
Sen gittin
Kalakaldım tamtakır
Zenginliğim eteğinle sürüldü
Bir yığın suç, zillet bastı hanemi
Ateşten gömlek giydim, şerbet içtim kızılcık
Tacirlere bayram oldu gidişin
Sen gittin
Ben bittim
Ne olur
Benden uzak tutma nurunu
Nerde aşk varsa oraya yetişir elin
Yalnızlıklardan beni yine
Korursa sevdan korur ancak
Abdülbaki Kömür
- sena
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 13 Ağu 2008, 02:00
her gün efendimiz için bir şey yapalım
her gün efendimiz için bir şey yapalım
Hergün Efendimiz için birşey yapalım.i
nşalah forumca kutlu doğum boyunca uygulamaya çalışalım.hergün ne yapacağımızı yazalım inş hep beraber Gül Efendimizin şefaati için çalışalım.yapanlarda da örnek olması açısından yazmalarını istirham ediyorum...
sena..
seni anlayabilmek
seni anlatabilmek,seni yaşayabilmek
seni canından çok sevebilmek
anam babam sana feda olsun diyebilmek
canımı yoluna serebilmek,
getirdiklerini benimsemek
ayaklarının altına aldıklarını terkedebilmek
seni yazabilmek
yürekler güç yetirdiğince
kalemler yazabildiğince
denizler mürekkep olup yettiğince
senden katreler yazabilmek
yoksa seni yazabilmek MÜMKÜNMÜ?
mümkün değil YARESULALLAH!
Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin mahtelefel-melevani ve teakabel-asarani ve kerraral-cedidani vestekbelel-ferkadani ve belliğ ruhahu ve ervaha ehl-i beytihi minnat-tahiyyete vesselame verham ve barik ve sellim aleyhi ve aleyhim teslimen kesiran kesira
- Hakan
- Moderatör
- Mesajlar: 4965
- Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00
Evet sena kardeş çok iyi düşünmüşsün...
Ancak bu söylediğin sadece kutlu doğum haftası için olmamalı bence.
Her gün bir iyilik yapalım. Ve her gün yapılan bu iyilikleri Rasulullah Sav. e gönderelim. Ve bu gönderdiklerimiz Rasulullah sav. in havuzunda biriksin...
İyilikler, birine aradığı adresi gösterme, birine maddi ve manevi bir yardımda bulunma, bir yetimin başını okşama, bir ihtiyacını giderme, bir ninenin elini öpme, paketini taşıma, bir dedenin sakalını okşama hal ve hatrını sorma, bir çocuğa şeker ve balon sunma, onun gönlüne girme, sokak köpeklerine, kedilerine ekmek atma, artan ekmeklere balkonda kuşlara verme ve daha bir çok...
Her gün yapalım inşallah... Rasulullah sav. e sunalım...
Muhammedi muhabbetlerimle...