SEVGİ ve DOSTLUK

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

SEVGİ ve DOSTLUK
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Resim
ÖNSÖZ

İnsan; Allah’ın yeryüzünde kendisine ibadet etmesi için yaratıp halife yaptığı, yerde ve göklerde bulunan her şeyi hizmetine sunduğu en değerli yaratığıdır.
İnsan; ilâhî emanetleri yüklenmiş, Allah’ın Rab oluşunu ikrar etmiş, akıl, vicdan, düşünme, anlama, okuma, yazma, dileme, seçme, sevme ve kızma gibi yetenek ve duygularla mücehhez
kılınmış bir varlıktır.
Allah, insanı “ibadet” ile sorumlu tutmuş, bu görevini hakkıyla yerine getirebilmesi için de önder ve örnek olarak peygamberler, rehber olarak da kitaplar göndermiştir. Ancak insanı “ibadet” konusunda zorlamamış, sadece emir ve yasaklarına uyanlara “mükâfat”, uymayanlara ise “ceza” olduğunu ve hangi inanç, söz, fiil ve davranıştaki insanları sevip sevmediğini bildirerek iyi bir mümin olmayı teşvik etmiştir.
Sevgi, insanda doğuştan var olan bir duygudur. İnsanı, işinde, mesleğinde ve görevinde motive eden, insanlarla kaynaşmayı, yaratıklara ve doğaya karşı saygılı ve hoşgörülü olmayı sağlayan, fert, aile ve toplumlara huzur ve mutluluk veren manevi bir güçtür. Ancak diğer yetenek ve duygular gibi sevgi
de eğitim, öğretim, aile, okul, çevre, kültür, gelenek ve göreneklerin etkisiyle iyi veya kötü şeylere yönelebilir. Sevginin iyi şeylere yönelmesi ne kadar güzelse, kötü şeylere yönelmesi de o kadar çirkindir. Bu sebeple her şeyde rehber olan Kur’ân, sevgi konusunda da bize rehberlik etmekte, neyi sevip sevmeyeceğimizi, Allah’ın hangi nitelikteki insanları sevip sevmediğini bildirmektedir. Kur’ân ve Sünnette “sevgi” üzerinde çok durulmuştur.
Çünkü “sevgi” her şeyin başıdır. Anneler, babalar ve diğer canlılar yavrularını sevgi sayesinde yetiştiriyorlar, zahmetlerine katlanabiliyorlar. Aileler, sevgi sayesinde varlıklarını sürdürebiliyorlar.
Bir toplumda yaşayan insanlar ancak karşılıklı sevgi sayesinde huzurlu olabiliyorlar.
Sevgi; saygıyı, merhameti, barışı ve kardeşliği tesis ediyor. Sevginin olmadığı yuvalar yıkılıyor, yavrular perişan oluyor, işler sonuçsuz kalıyor.
Öte yandan içki, uyuşturucu, kumar, fuhuş, yalan, hile, fesat ve dedi-kodu gibi çirkin söz, fiil ve davranışları sevmek, fert, aile ve toplumları perişan ediyor.
Sevginin ileri şekline “dostluk” denir. İnsan daima iyi kimselerle dostluk kurmalıdır. Çünkü nice insanlar, kötü kimseleri dost edinmeleri sebebiyle perişan olmuşlar, nice insanlar da
dostları sayesinde iyiye ve güzel şeylere yönelebilmişler, mutlu ve huzurlu olabilmişlerdir. Bu nedenle insanlar, neyi sevip sevmeyeceklerini, kimi dost edinip edinemeyeceklerini iyi kavramalıdırlar.
Her konuda olduğu gibi sevgi ve dostluk konusunda da insanı en doğruya yönelten Kuran’dır.:


إِنَّ هَٰذَا الْقُرْآنَ يَهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا
Resim---“İnne hâżâ-lkur-âne yehdî lilletî hiye akvemu veyubeşşiru-lmu/minîne-lleżîne ya’melûne-ssâlihâti enne lehum ecran kebîrâ(n): Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.”
(İsrâ 17/9)

وَإِلَىٰ رَبِّكَ فَارْغَبْ
Resim---“Ve-ilâ rabbike ferġab: Ve yalnızca Rabbine rağbet et.”
(İnşirâh 94/8)

yani; O’nun sevgisini, rızasını ve rahmetini kazanmaya çalış buyrulmuştur. Allah’ın sevgisini, rızasını ve rahmetini kazanabilmek için; sevdiği, razı olduğu ve merhamet ettiği; sevmediği, lanet ettiği ve hoşlanmadığı insanları bilmek gerekmektedir.
İşte elinizdeki bu eserde Kur’ân’ın “sevgi” ve “dostluk” konusundaki rehberliği anlatılmaya çalışılmıştır. Konular işlenirken Kur’ân ve Sünnet (hadisler) esas alınmıştır. Eser, bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde “sevginin anlamı, çeşitleri ve sevgiyi oluşturan etkenler”, birinci bölümde
“insanlar açısından sevgi”, ikinci bölümde “Allah açısından sevgi”, üçüncü bölümde ise “dost edinme” üzerinde durulmuştur.
Ayetler referans gösterilirken sadece sure ve ayet numaraları yazılmış ve arası eğik bir çizgi ile ayrılmıştır (2/30) gibi.
Hadisler; Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-Sahîh, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârimî’nin es-Sünen, Malik’in el- Muvatta’, Ebu Ya'la ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned, İbn Ebî Şeybe'nin el-Musnannaf, İbn Hıbban'ın es-Sahîh, Beyhaki'nin, Şuabü'l-Îmân ve es-Sü-nenü'l-Kübra; el-Hindî’nin Kenzü’l- Ummâl, es-Süyûtî'nin, el-Câmiu's-Sa'îr ve bunun şerhi olan el- Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr, et-Taberânî'nin, el-Mü'cemü'l-Kebîr, el-Münzirî’nin et-Terğîb ve’t-Terhîb ve diğer hadis kitaplarından
alınmıştır. Bu eserlerin cilt, sayfa, bölüm ve hadis numaraları verilmiştir. Diğer kaynakların yazar adı, kitabın cilt ve sayfa numarası yazılmış, detaylı bilgi bibliyografyada verilmiştir. (Yazır, I, 511 gibi)
Hadis kitapları her okuyucunun elinde bulunamayabileceği düşünülerek aslına bakmak isteyen okuyuculara kolaylık olması açısından hadis metinleri yazılmış, herkesin evinde Kur’ân bulunduğu
ve isteyenlerin aslına bakma imkânı olduğu için ayet metinleri yazılmamıştır.

Eserin hazırlanması sürecinde sürekli desteğini gördüğüm eşim Fatma Karagöz'e; eseri okuyarak değerli görüş ve önerileriyle katkıda bulunan değerli meslektaşlarım Doç. Dr. Halil Altuntaş ile Şükrü Özbuğday'a; dizgi, tashih, grafik ve baskıda emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.
Başarı Allah’tandır.


Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
10.04.2002.. Etlik-Ankara
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

GİRİŞ:

SEVGİNİN ANLAMI, ÇEŞİTLERİ VE SEVGİYİ OLUŞTURAN ETKENLER:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ruhlar (sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemaatlerdir.
Onlardan birbirleriyle (hak yolunda) tanışanlar sevişip anlaşmışlardır. (Hak hususunda) yabancılaşanlar (dünyada) ihtilafa düşmüş ve anlaşamamışlardır.”
buyurdu.

(Buhârî, Enbiya, 3; Müslim, Birr, 159, 160, III, 2031; Ebu Dâvûd, Edeb, 19, V, 169)
Ahmed, II, 295)


GİRİŞ:

Ruh ve bedenden oluşan insanı Allah, bir takım duygularla yüklemiştir. Bu duygulardan birisi de “sevgi”dir. Renkleri, şekilleri, ırkları, cinsiyetleri ve kabiliyetleri farklı olduğu gibi insanların sevgileri ve sevdikleri şeyler de farklıdır. Kimi insanlar, seyahati, yüzmeyi ve sporu; kimi insanlar okumayı, öğrenmeyi, çalışmayı ve üretmeyi; kimi insanlar çok konuşmayı ve sohbet etmeyi; kimi insanlar da malı, mülkü, makam ve şöhreti sever. Bu ve benzeri farklılıklara rağmen “sevgi” bütün insanlarda ortak bir özelliktir. Her insanda doğuştan “sevgi” duygusu vardır. Diğer yeteneklerinde olduğu gibi “sevgi” yeteneği de insanda olumlu veya olumsuz yönde gelişebilir. Ailenin, çevrenin, kültürün, eğitim ve öğretimin etkisiyle insandaki “sevgi” iyi şeylere de kötü şeylere de yönelebilir. Bu sebepledir ki kimi insanlar; “zulüm”, “kötülük”, “ihanet”, “yalan”, “hile”, “tembellik” “içki”, “kumar”, “hırsızlık”, “yalan”, “hainlik” gibi kendisine, ailesine, topluma ve bütün insanlara zararlı olan şeyleri sever; kimi insanlar da “iman”, “ibadet”, dürüstlük”, “iyilik”, “çalışma”, “insanlara yardım”, “temizlik” ve “sadakat” gibi güzel ve iyi olan şeyleri sever.

İnsanlar için rehber olan
(Bakara, 2/185) Kur’ân, her konuda olduğu gibi “sevgi” konusunda da “insanı en doğru olana iletir.”( İsra, 17/9) Kur’ân’da “sevgi” ve “dostluk” konusu yer almış, insan doğasındaki sevgiden, müminlerin neyi ve kimleri sevmesi gerektiğinden, Allah’ın hangi nitelikteki insanları sevdiği ve sevmediğinden, övülen ve yerilen sevgiden ve kimlerle dostluk kurulup kurulamayacağından söz edilmiştir.

1. SEVGİ ANLAMINI İFADE EDEN KAVRAMLAR:

“Sevgi”, âyet ve hadislerde “hubb”, “mahabbet”, “vüdd” ve “meveddet” kelimeleri ile ifade edilmiştir.
“Hubb” ve “mahabbet” kelimeleri sözlükte; sevmek, beğenmek, rağbet etmek, istemek, meyletmek, hoşlanmak ve tercih etmek; “vüdd” ve “meveddet” kelimeleri ise; sevmek, temenni etmek, arzu etmek, dilemek ve dostluk anlamlarındadır.
(İbn Manzûr, I, 289-296, 325, II, 453; Asım Efendi, I, 86; Levis Me’lûf, s. 113, 893)
Rızâ, Rahmet, Velî, Bitâne, Velîce, Habîb, Sadîk, Hamîm, Halîl, Aşîr ve Karîn kelimeleri de sevgiyi ifade eder. İnsan ancak sevdiklerinden razı olur ve onları dost edinir. “Sevgi”, iradeden daha geneldir. Her sevgi, iradedir. Ancak her irade, sevgi değildir. Canlı, anlayışlı ve bilgili varlıkların bir özelliği olan sevgi, kalb ve duyu organlarının zevk aldığı ve hoşlandığı şeylere meyletmesidir.
Gönül, hissedip beğendiği şeylerden; göz, gördüğü güzelliklerden; kulak, dinlediği güzel seslerden; burun, aldığı güzel kokulardan; dil, tadıp hoşlandığı yiyecek ve içeceklerden zevk alır ve bunları sever. Gönül ile idrak edilen şeylere meyil ve sevgi beş duyu ile idrâk edilen şeylere meyil ve sevgiden daha kuvvetli ve daha büyüktür.
Mevlânâ’nın dediği gibi sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür.
Sevginin zıddı; “kızmak”, “nefret etmek”, “kin tutmak”, “hoşlanmamak” ve “düşmanlık beslemek”tir.
Kur’ân’da; “vüdd” ve “hubb” kelimelerinin zıddı olarak “ğadap”, “suht”, “makt”, “ğayz”, “ğıll”, “la’net” ve “kerâhe” kavramları kullanılmıştır.


2. SEVGİYİ OLUŞTURAN ETKENLER:

Sevginin oluşması için sevilecek şeyleri tanımak şarttır. İnsan, bilmediği, tanımadığı, görmediği, anlamadığı ve duymadığı şeyleri sevemez. Sevgi, tanıma ve bilme sonucu oluşur. İnsanın gölgeyi sevebilmesi için güneşi, sıcağı bilmesi ve hissetmesi; bir nimeti sevebilmek için, onu bilmesi ve yokluğunu anlaması gerekir. Sevgiyi oluşturan etkenleri şöyle özetleyebiliriz:

a) Sağlıklı ve Varlıklı Yaşama Arzusu:
Her insan sağlıklı yaşamayı, mal, mülk, makam ve çoluk çocuk sahibi olmayı sever. Yokluğunu, noksanlığını, fakir, itibarsız ve hastalıklı olmayı sevmez. Bu, insanın doğasında olan bir duygudur.

b) İyilik ve İkram:
İnsan, kendisine iyilik yapılmasını ve ikram edilmesini sever. Bu sebeple, “insan, ihsanın/iyiliğin kuludur” denilmiştir. İnsan, kendisine iyilik edenleri ve ikramda bulunanları, iyilik ve ikramları sebebiyle sever. İyilik ve ikram çoğalırsa sevgi de çoğalır, azalırsa sevgi de azalır, yok olursa sevgi de yok olur. İnsan; malı, mülkü, makamı, evladı, akrabaları, eşini, dostunu kendisi için ister ve sever.

c) Güzel ve İyi Şeyler:
İnsan; güzel ve iyi olan şeyleri sever. Bu sevgide etken, iyi ve güzel şeyin bizzat kendisidir. Gerçek sevgi, budur. Çünkü çıkara dayanmaz. Güzel bir sanat eseri, bir tabiat manzarası, bir şelale, akarsular, ormanlar, yeşillikler sırf güzel oldukları, göz ve insan tabiatı bunlardan hoşlandığı için sevilir.

ç) Güzel Ahlâk ve Dürüstlük:
İnsan; iyi davranışlı, dürüst, adil, çalışkan, terbiyeli, güzel ahlâk sahibi, söz dinleyen ve saygılı olan insanları sever.

d) Rûhî Bağ ve Ünsiyet:
İnsan her hangi bir çıkarı olmadığı ve bir güzellik bulunmadığı halde rûhen kaynaştığı, aralarında ilgi ve benzerlik bulunan insanları sever. Bu hususta Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ruhlar (sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemaatlerdir. Onlardan birbirleriyle (hak yolunda) tanışanlar sevişip anlaşmışlardır. (Hak hususunda) yabancılaşanlar (dünyada) ihtilafa
düşmüş ve anlaşamamışlardır” buyurmuştur.

(Buhârî, Enbiya, 3; Müslim, Birr, 159, 160, III, 2031; Ebu Dâvûd, Edeb, 19, V, 169;
Ahmed, II, 295)


İnsan, rûhen kaynaştığı ve kendisine benzeyen insanlara meyleder. Çocuk çocukla, büyük büyükle, ilim adamı ilim adamı ile sanatkâr sanatkâr ile marangoz marangoz ile çiftçi, çiftçi ile anlaşır ve kaynaşır.

3. SEVGİNİN ÇEŞİTLERİ:

Rağıb el-Isfehânî, “insanın iyi gördüğü şeyi arzu etmesidir” diye tarif ettiği sevgiyi üç kısma ayırmıştır:

a) Lezzet ve Şehvet Sevgisi:
Eşlerin birbirlerini sevmeleri, yiyecek ve içecek maddelerini sevmek bu tür bir sevgidir.
“(İyi insanlar), yemeğe (mala ve mülke olan) sevgilerine rağmen yoksula, yetime ve esire yedirirler (yardım ederler.)”
(İnsan, 76/8) “İnsanlara, kadınlara karşı düşkünlük cazip kılındı” (Âl-i İmrân, 3/14) âyetlerindeki sevgi kelimeleri bu tür sevgiyi ifade etmektedir.

b) Çıkar, Menfaat Sevgisi
Kendisinden yararlanılan bir şeyi ve kimseyi sevmek bu tür bir sevgidir. “(Ey müminler!) seveceğiniz bir şey daha var. Allah’tan yardım ve yakın bir fetih / zafer”
(Saf, 61/13) âyetindeki sevgi butür bir sevgidir.

c) Erdem, Fazîlet Sevgisi
İlimle ve eğitim-öğretimle uğraşanların birbirlerini bilgi ve
öğrenme sebebiyle sevmeleri bu tür bir sevgidir.
(Rağıb, s. 105)

BİRİNCİ BÖLÜM:
İNSANLARIN SEVGİSİ:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi sevebileceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”

(Müslim, İman, 93, V, 74. Ebu Dâvûd, Edep, 142, V, 378)

GİRİŞ:
Sevginin insanda doğuştan var olduğunu söylemiştik. İnsandaki bu sevgi, “iradeye dayalı” veya “irade dışı” olabilir. Ana-babadaki çocuk sevgisi, karşı cinse duyulan sevgi, mal ve mülk edinme sevgisi “irade dışı” bir sevgidir. İnsanın mal ve mülke karşı düşkünlüğünü Peygamberimiz,

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bildirmiştir: “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünün de olmasını ister. (İnsanın) gözünü ancak toprak doldurur.”

(Tirmizî, Zühd, 27, IV, 569)

Hadiste geçen “Âdemoğlu”, tabiri umum ifade eder. Dolayısıyla ister-istemez, az veya çok her insanda bu sevgi vardır. Kur’ân’da; kadına, çocuklara ve mala-mülke karşı sevginin insana cazip gösterildiğinin bildirilmesi bu gerçeği ifade eder:
“Kadınlardan, oğullardan kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten (para, mal-mülk ve servetten, otlağa) salınmış atlardan, davarlardan (hayvanlardan) ve ekinlerden (toprak ürünlerinden) gelen zevklere aşırı düşkünlük (sevgi) insanlara süslü (cazip) gösterilmiştir.”
(Âl-i İmrân, 3/14)
“İnsan, malı çok sever.” (Adiyat, 100/8)
“Malı pek çok seviyorsunuz.” (Fecr, 89/20)

Allah’ı, Peygamberi, iman edip salih ameller işlemeyi, müminleri, Yaratan’dan ötürü yaratıkları ve benzeri şeyleri sevmek iradeye dayalı sevgidir. İyi ve kötü, övülen ve yerilen sevgiden söz etmek mümkündür. Kişinin Allah’ı, Peygamberi, âhireti, iyilikleri ve benzeri şeyleri sevmesi iyi ve güzeldir. Sadece dünyayı, şehvetlerini, kötülüklerin yapılmasını, toplumda yayılmasını ve benzeri şeyleri sevmek kötü ve çirkindir. Kur’ân’da övülen ve yerilen, iyi ve kötü sevgi söz konusu edilmiştir. Şimdi bunları görelim.

1. İYİ VE ÖVGÜYE LAYIK OLAN SEVGİ:

a) Allah’ı Sevmek:
“İnsanın Allah’ı sevmesi”; Allah’ın emir ve yasaklarına, kaza ve kaderine razı olması, O'na itaat etmesi ve dîni görevleri yerine getirmeye itina göstermesi ile belli olur. İnsanın en çok Allah’ı sevmesi gerekir. Çünkü insanı yaratan, yaşatan ve rızk veren Allah’tır. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizi nimetleriyle rızıklandırdığı için Allah’ı seviniz” buyurmuştur.

(Tirmizî, Menâkıb, 33, V, 664)

İmanı bize sevdiren, kalblerimizi imanla süsleyen, küfrü, fıskı (itaatsizliği) ve isyanı çirkin gösteren ALLAHu zü’l- Celâl’dır.
Kur’ân’da;
“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize tezyin etmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir”
(Hucurat, 49/7) buyurulmuştur.
Çünkü iman, insanın dünya ve âhiret saadetine vesile olur.


Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ım! Bize imanı sevdir”
(Ahmed, III, 424) diye dua etmiştir.

Kur’ân’da, “İman eden kimseler en çok Allah’ı severler” denilmiş
(Bakara, 2/165.) ve “Yoksula, yetime ve esîre O’nun (Allah’ın) sevgisi için yemek yedirip ‘biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz”2 (İnsan, 76/8-9) diyen müminler, “iyiler” (ebrâr) ve “Allah’ın kulları” (ibâdallah) olarak övülmüş ve kendilerine cennet ve nimetleri vaat edilmiştir. (İnsan, 76/5-9)

Sevgi; özveri, fedakârlık, sabır, tahammül, itaat, çalışma ve salih ameller ister. ALLAHu zü’l- Celâl, Kur’ân’da; kendisini seven insanları şöyle tanıtmıştır:
“Ey müminler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki Allah,) öyle bir toplum getirir ki O, onları sever. Onlar da O’nu severler (ve onlar); müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda çalışırlar. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.”
(Maide, 5/54)

Bu âyette Allah’ı seven insanların beş özelliği zikredilmiştir:
– İman,
– Müminlere karşı mütevâzî olma,
– Kâfirlere karşı izzet sahibi olma,
– Allah yolunda çalışma,
– İslam’ı yaşama konusunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmama.

Mümin, kendisi Allah’ı sevdiği gibi söz, fiil ve davranışlarıyla insanlara da Allah’ı sevdirmeye çalışmalı ki böylece Allah’ın sevgisini kazanabilsin. Nitekim Peygamberimiz,


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlara Allah’ı sevdiriniz ki Allah da sizi sevsin” buyurmuştur.

(Taberânî, VIII, 107; Süyûtî, I, 426: No: 3685)

Allah’ı seven insan Peygamberin gösterdiği yolda yürür ve ona uyar.
Bu sebeple ALLAHu zü’l- Celâl:
“(Ey peygamberim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin”
(Âl-i İmrân, 3/31)
buyurmuştur.
Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına uymamak, Allah sevgisiyle bağdaşmaz. Allah’ı seven, Allah’ın emir ve yasaklarına uyar. Aksi davranış: “Ben Allah’ı severim fakat emrini ve yasağını dinlemem” demek olur ki bu imanla ve yukarıdaki âyette ifade edilen gerçekle bağdaşmaz.
Allah’ı seven ve O’nun sevgisine ulaşmak isteyen insanın bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaması ve bu sevgiye hiçbir şeyi engel yapmaması gerekir. Aksi takdirde Allah’ı sevdiği kuru bir laftan ibaret kalır ve ilâhî uyarı ile muhatap olur.
Şu âyet bu gerçeği ifade etmektedir:
“(Ey Peygamberim!) De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesatından (iflasından, yok olmasından) korktuğunuz mallar, hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Peygamberinden ve O’nun yolunda çalışmaktan daha sevimli ise Allah’ın emrinin (ilahi azabın) gelmesini bekleyin.”
(Tevbe, 9/24)
Bu âyet, müminlerin Allah ve Peygamberi; eş, dost, ana, baba, çocuk ve yakınlarından, mal, mülk ve makam kısaca her şeyden çok sevmesini öngörmektedir.
“Biz Allah’ın sevgilileriyiz” diyen ama Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili olarak Kur’ân’da;
“Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. (Ey Peygamberim!) De ki: “O halde niçin günahlarınızdan dolayı Allah size azap ediyor”
( Maide, 5/18) denilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen der-ya »

Allah’ım! Bize imanı sevdir.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

b) Allah İçin Sevmek:

Mü’min, en çok Allah’ı sevdiği gibi diğer sevdiklerini de Allah için sever. Bu davranış, “kâmil imanın” bir sonucudur.
Şu hadisler de bunun delilidir:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim Allah için sever, Allah için kızar, Allah için verir ve Allah için men ederse (o kimsenin) imanı kemale ermiştir.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Sünnet, 16, V, 60)

Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç niteliğe salip olan mü’minin imanın tadını bulduğunu bildirmiş, üç nitelikten ikincisi olarak;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sevdiği insanı ancak Allah için seven kimse"yi zikretmiştir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 14, I, 11; Tirmizî, İman, 10, V, 15)

Ancak, “Allah için sevmek” ile “Allah’ı sever gibi sevmek” arasındaki farkın iyi bilinmesi gerekir. “Allah için sevmek”, Allah’ın rızasını kazanmak için çıkarsız sevmek, O’nun hatırına sevmektir. “Allah’ı sever gibi sevmek” ise, mü’minin özelliği değildir. Çünkü mü’min hiçbir sevgiyi Allah sevgisinin seviyesine çıkarmaz.

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah için sevmek ve Allah için kızmak imanın gereğidir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 1, I, 8 )

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah için sevmek amellerin en fazîletlisidir.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Sünnet, 3, V, 7)

Bu sebeple mü’min Allah’ı sevmeye, O'nun sevgisini kazanmaya çalışmalı ve bu konuda Allah’tan yardım istemelidir.

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ım! Beni sevginle rızıklandır” diye dua etmiştir.
( Tirmizî, Deavât, 74, V, 523)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Dâvûd (aleyhi's-selâm )’ın: “Allah’ım! Senin sevgini istiyorum. Allah’ım! Sevgini bana canımdan, eş ve çocuklarımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl” diye dua ettiğini bildirmiştir.
(Tirmizî, Deavât, 73, V, 522.)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için kızmaktır.”
(Ebu Dâvud, Sünnet, 3, V, 7)

Sevdiğini Allah için seven gerçek mü’mindir. Şu hadisler bu gerçeğin ifadesidir:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için sevmedikçe (gerçek manada) iman etmiş olamaz.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, III, 278.)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kendisinde (şu) üç (haslet) bulunan kimse imanın tadını bulmuştur: Sevdiği kimseyi sadece Allah için seven kimse, Allah ve Resulü kendisine her şeyden daha sevimli olan kimse, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra ateşe atılmak kendisine küfre düşmekten daha sevimli olan kimse." buyurmuştur.
(Müslim, İman, 68, I, 66; Buhârî, İman, 9.)

Allah sevgisini artırabilmek için; Allah’ı çok iyi tanımak ve Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutmak gerekir. İnsanın Allah’ı sevmesinin alâmeti;
– Allah’a kavuşmayı sevmesi, ölümden korkmaması,
– Allah’a iman edip itaat etmesi, inkâr ve isyan etmemesi,
– Gönlü, zihni ve dili ile daima Allah’ı zikretmesi,
– Kur’ân’ı, Peygamberi ve Allah’ın sevdiklerini sevmesi,
– İsteklerini yalnız Allah’a arz etmesi,
– Allah’a isyan olan söz, fiil ve davranışlarına üzülmesi,
– İbadetin nefsine ağır ve zor gelmemesi,
– Allah’a ibadet ve itaat edenlere karşı şefkatli ve merhametli, kâfir ve asilere karşı onurlu ve zorlu olması:


مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâ’l- kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s- sucûd (sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ (azîmen).: MUHAMMED (s.a.v.) Allah’ın peygamberidir. O’nun beraberinde bulunanlar (ashab-ı kiram), kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları, rükû ve secde eder halde (namaz kılarken) Allah’dan sevab ve rıza istediklerini görürsün. Secde eserinden (çok namaz kılmaları yüzünden meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’daki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da şu: Onlar, filizini çıkarmış bir ekine benzerler. Derken o filizi kuvvetlendirmiş de kalınlaşmı, nihayet gövdeleri üzerinde doğrulub kalkmış; ekincilerin hoşuna gidiyor. (İşte ashab-ı kiram da böyle olmuştur. Bidayette azlıktılar, sonra çoğalıb kuvvetlendiler ve güzel bir cemiyyet meydana getirdiler). Bu teşbih, kâfirleri ashabla öfkelendirmek içindir. O iman edip salih âmeller işliyenlere, (ashaba), Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Feth, 48/29)

– Mal ve mülkünden Allah için harcaması, sevdiğini Allah için sevmesi, kızdığına Allah için kızması,
– Allah’tan gelene razı olması, İnsanın Allah’a ve Peygambere itaat edebilmesi, Kur’ân ve Sünnette yer alan ahkâma uyması ile mümkün olur.

c) Peygamberi Sevmek

Allah’ın müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdiği Peygamberleri özellikle bütün insanlığın Peygamberi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem )’i sevmek Allah’ı sevmenin bir sonucudur. Çünkü Allah, bizi sevmesini, bizim Peygambere uymamıza bağlamıştır.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Âl-i İmrân, 3/31)

Peygambere uyabilmek için, onu tanımak, onun peygamberliğini tasdik etmek ve onu sevmek gerekir. Mealini yukarıda verdiğimiz Tevbe Sûresinin 24. âyetinde eş, çocuk, baba-oğul, malmülk gibi hiçbir şeyin Allah ve Peygamberinden daha sevimli olmaması gerektiği bildirilmiştir:


قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Resim---Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdî’l- kavme’l- fasikîn (fasikîne).: De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe 9/24)

Resim---Peygamber sevgisi, imanın gereğidir. Sahabeden Ebu Rizîn el-Ukaylî: “Yâ Resûlüllah! İman nedir?” diye sormuş, bunun üzerine Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “(İman), bir tek Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, Onun eşi ve ortağının olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şâhidlik etmek, Allah ve Peygamberi sana bu ikisinin dışındaki her şeyden daha sevimli olmasıdır.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, IV, 11.)

Buhârî, el-Câmi’u’s-Sahîh adlı hadis kitabında İman bölümünün sekizinci bahsinin başlığını,

“Peygamberi sevmek imandandır” ( Buharî, Sahih, I, 9) şeklinde koymuştur.

Böylece Buhârî, Peygamber sevgisine dikkati çekmiş ve Ebu Hüreyre ile Enes’ten rivâyet edilen şu hadisleri kitabına almıştır:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biriniz ben kendisine (ana-)babası, çocukları ve bütün insanlardan daha sevimli oluncaya kadar iman etmiş olamaz.” Buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 8, I, 9)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kimde şu üç şey bulunursa (o kimse) imanın tadını bulmuştur. (Bu üç şey); Allah ve Peygamberinin kendisine bu ikisinin dışında her şeyden daha sevimli olması, kişinin sevdiğini Allah için sevmesi ve ateşe düşmekten hoşlanmadığı gibi küfre dönmekten hoşlanmamasıdır.” Buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 9, I. 9; Tirmizî, İman, 10, V, 16)

Kur'ân-ı Kerimde:


النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestûra (mestûren).: Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır.(Ahzab, 33/6)

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hiçbir mü’min yoktur ki ben ona dünya ve âhiret (işlerin) den daha evlâ olmayayım” demiş (ve delil olarak) isterseniz “peygamber, mü’minlere canlarından evlâdır” âyetini okuyun” Buyurmuştur.

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestûra (mestûren): Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır.” (Ahzab, 33/6.)
(Buhârî, İstikraz, 11, III, 85.)


Allah sevgisinde olduğu gibi Peygamber sevgisi de sözden ibâret olmamalıdır. Peygamberi sevmek; Kur’ân ve Sünnette yer alan hükümleri uygulamak, Hz. Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem, kendine örnek ve önder, Kur’ân’ı da rehber edinmekle mümkün olur. Peygamberi seven âhirette onunla beraber olur.

Resim---Sahabeden Enes (radiyallahu anhu)'in bildirdiğine göre, bir sahabî Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Kıyamet ne zaman kopacak diye sormuş”,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona: “Kıyamet için ne hazırladın?” diye karşılık vermiştir.
Adam: “Allah ve Peygamberinin sevgisini” demiş, bunun üzerine
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Öyle ise, sen sevdiğin ile berabersin” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 161, III, 2032; bk. Tirmizî, Zühd, 50, IV, 595.)

Mü’min, Peygamberini Allah için sevmelidir.

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Beni Allah sevgisinden ötürü seviniz” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 33, V, 664. )

Mü’min, Peygamberi sevdiği gibi çocuklarını da bu sevgi ile yetiştirmelidir.
Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın nurudur:


يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ
Resim---Yâ ehle’l- kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne mine’l- kitâbi ve ya’fû an kesîr (kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn (mubînun).: Ey Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (Maide, 5/15)

Ve sevgilisidir:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biliniz ki ben Allah’ın sevgili kuluyum, dostuyum. (Ancak) övünme yoktur (övünmüyorum)” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menakıb, 1, V, 588.)
Hadîsi bu gerçeğin ifâdesidir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemîn (âlemîne).: Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107)

- Mü’minler için en ideal örnektir:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevme’l- âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)

- Şâhid, uyarıcı, davetçi ve aydınlatıcı bir ışıktır:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ (nezîren): Ey Peygamber, gerçekten biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45)

وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا
Resim---Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ (munîren).: Ve kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik).” (Ahzab, 33/46)

- Büyük bir ahlâk üzeredir:

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin): Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin..” (Kalem, 68/4)

Aişe radiyallahu anha: “O ahlâk bakımından insanların en iyisi idi” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 69, IV, 368)

“Ve Onun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır.”
(Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 139, I, 512)

Onu seven Allah’ı sevmiş, ona uyan Allah’a uymuş olur. O şefkatli ve merhametlidir:


لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’minîne raûfun rahîm (rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe, 9/128.)

Peygamberi çok seven kıyamet gününde ona yakın olacaktır. Bu sevgi ve yakınlığı elde edebilmek için de güzel ahlâk sahibi olunması gerekmektedir. Şu hadis bu gerçeğin ifadesidir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin kıyamet gününde bana en sevimli ve meclisime en yakın olanınız ahlâkı en güzel olanlarınızdır. En sevimsiz ve meclisime en uzak olanlarınız ise çenesi düşük, boşboğaz, insanlara dil uzatan ve kibirli olanlarınızdır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 71, IV, 370.)

Bir insanın Peygamberi seviyor olabilmesi için;
– Onun hak peygamber ve tebliğ ettiği İslam’ın hak din olduğunu kabul etmesi, gücü nispetinde Kur’ân ve Sünnete uyması,
– Onu kendine örnek ve rehber edinmesi,
– Ona salât ve selâm getirmesi, Ona isyan ve eziyet etmemesi gerekir.
ALLAHu zü’l- Celâl şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki merhamete mazhar
olasınız.” 5858


وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---Ve atîûllâhe ve’r- resûle leallekum turhamûn (turhamûne).: Allah'a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız.” (Âl-i İmrân, 3/132.)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا
Resim---Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ (mubînen).: Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzab, 33/36.)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzab, 33/56.)

إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُّهِينًا
Resim---İnnellezîne yu’zûnallâhe ve resûlehu leanehumullâhu fî’d- dunyâ ve’l- âhıreti ve eadde lehum azâben muhînâ (muhînen).: Gerçek şu ki, Allah'a ve elçisine eziyet edenler; Allah, onlara dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azab hazırlanmıştır.(Ahzab, 33/57.)

Allah’ı Peygamberini ve hak dini inkâr eden Allah’a ve Peygambere eziyet etmiş; iman edip İslam’ın emir ve yasaklarına uyan kimse de Allah’ı ve Peygamberi sevmiş olur. Kadın-erkek bütün sahabîler Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i çocuklarından, yakınlarından ve mallarından çok seviyorlardı. Müşrikler tarafından esir alınan Hubeyb ve Zeyd’e; “Eğer yerine Muhammed’in öldürülmesini isterseniz ölümden kurtulacaksınız”denilmişti. İki sahâbî, ölümü tercih etmişler ve “Değil onun öldürülmesine, ayağına Medine sokaklarında bir dikenin batmasına bile râzı olmayız, müslüman olarak ölmek dinimizi terk etmekten daha hayırlıdır” demişlerdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

ç) Aile Fertlerini Sevmek:

Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşur. Aileye kardeşler, büyük baba ve büyük anne de dâhildir. Ailenin temel direği karı- koca, meyvesi de çocuklardır. Karı-koca başlangıçta iki yabancı insan iken Allah onların kalblerine evlilik bağı ile “sevgi” ve “merhamet” var ederek onların birbirlerini sevmelerini ve böylece huzura ermelerini sağlar. Bu sevgi, kendilerinden bir parça olan çocuklarla daha da pekişir. Anne-babaya, çocuk sevgisi verilir ve bu sevgi ile çocuklar yetiştirilir. Dolayısıyla ailenin temeli sevgiye dayanır. Bu sevgiyi şu âyet açıkça ifade etmektedir: “Allah’ın varlığının delillerinden biri de kendileriyle kaynaşmanız (huzur ve sükûn bulmanız) için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır.”

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---''Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh(rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 30/21)

Sevginin oluşmadığı aileler, mutlu olamamakta ve varlıklarını sürdürememektedirler.
Eşlerin birbirlerini sevmeleri; karşılıklı saygıyı ve haklara uymayı; ana-babanın çocuklarını sevmesi; onları sevgi, şefkat ve merhamet ile yetiştirmeyi, din ve ahlâk terbiyesi vermeyi, eğitim ve öğretimlerini yaptırıp bir meslek edinmelerini sağlamayı; çocukların ana-baba-larını sevmeleri; onlara saygılı olmayı, iyilik etmeyi ve onlara öf bile dememeyi gerektirir.

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا
Resim---''Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ(kerîmen).: Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.” (İsra, 17/23)

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا
Resim---''Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).: Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra, 17/24)

Kişinin ana-babası müşrik bile olsa onlara saygılı olması ve ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Bu Peygamberin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tavsiyesidir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ana-baba haklarını ihlal etmek (ukuk’l-vâlideyn), büyük günahlardan biridir." buyurdu.
(Buhârî, Edeb, 7, 8, VII, 71.)

Ana-babanın, çocuklarını öpmesi, onları kucaklaması, okşaması ve onlarla oynaması sevginin sonucudur. Çocukların, anne-babalarının elini öpmesi, onlara hizmet etmesi, sözlerini dinlemesi de sevgi ve saygının sonucudur.
Sevginin oluşması için ana-baba ve çocukların birbirlerine adil davranmaları gerekir.
Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Çocuklarınızın size iyilik, hürmet ve itaatte âdil olmalarını sevdiğiniz gibi siz de onlar arasında hediye vermede ve bağışta bulunmada âdil olunuz” buyurarak çocuklar arasında âdil olunmasını istemiştir.
(İbn Hıbban, XI, 503, No: 5104; Süyûtî, No: 1162, I, 139.)

Aile fertleri birbirlerini sevmeli ancak bu sevgi, onları iman ve ibadetten alıkoymamalıdır. Aksi takdirde insan hüsrana uğrar.
ALLAHu zü’l- Celâl;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---''Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an zikrillâh(zikrillâhi), ve men yef'al zâlike fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).: Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Münafikun, 63/9.)

Eş ve çocuklardan insana düşman olanlar bulunabilir. Bu düşmanlıktan sakınılması gerekir. Şu âyet bu gerçeği ifade etmektedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---''Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabün, 64/14)

Akrabaları sevmek de aile sevgisinin bir parçasıdır. Şu hadisler bu gerçeği ifade etmektedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Akrabalar arasında ilişkileri devam ettirmek (sıla-i rahim) ailede sevgi doğurur.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 49, IV, 351)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Rızkının çok olmasını, ecelinin bereketlenmesini seven kimse akrabalarıyla ilişkisini devam ettirsin.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 201, III, 1982; Buhârî, Edeb, 12, VII, 72)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Akrabalık bağlarını koparan kimse (cezasını çekmeden) cennete giremez.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 19, III, 1981)


d) Mü’minleri Sevmek:

Mü’minleri sevmek de iman etmenin, Allah ve Peygamberini sevmenin bir sonucudur. Çünkü mü’minler, imanları sebebiyle kardeş olmuşlardır. “Mü’minler ancak kardeştirler

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---''İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn(turhamûne).: Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.(Hucurat, 49/10)

Âyeti bu gerçeğin ifadesidir. Kitapları, peygamberleri ve dinleri aynıdır. Bu aynîlik; sevgiyi, sevgi de saygıyı, hoşgörüyü ve yardımlaşmayı gerektirir. Kur’ân’da; Medineli Müslümanların (Ensarın) Mekke’den gelen müslümanları (muhacirleri) sevdikleri, onlara yardım et- tikleri, hatta onları kendilerine tercih ettikleri (îsâr) bildirilmektedir.
“Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen ve imana sarılanlar (ensar) kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimetler)den ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (mü’min kardeşlerini) kendilerine tercih ederler.”

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---''Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr, 59/9)

Bu davranış, imanın gereğidir. Nitekim Peygamberimizin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şu sözleri bu gerçeğin ifadesidir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi sevebileceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” buyurdu.
(Müslim, İman, 93, V, 74. Ebu Dâvûd, Edep, 142, V, 378.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mü’min kardeşi için de sevip arzu etmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” buyurdu.
(Buharî, İman, 7, I, 9)

Mü’minlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini bundan daha güzel ifade etmek mümkün değildir. İyi bir mü’min olabilmek için mü’minleri sevmek şart koşulmuştur. Her ne kadar sevginin yeri kalb ise de mü’minlerin söz, fiil ve davranışlarıyla bunu dışarıya yansıtmaları, sadece kendilerini değil mü’minleri de düşünmeleri, sevgiyi pekiştirecek şeyleri yapmaları, birlik ve beraberlik içerisinde olmaları gerekir. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözleri bunun delilidir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurdu.
(Buhârî, Edep, 96, II, 2034; Müslim, Birr, 165, III, 2034; Tirmizî, Zühd, 50, IV, 595.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir insan kardeşini sevdiği zaman ona, onu sevdiğini bildirsin.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 122, V, 343; İ. Ahmed, Müsned, IV, 130)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Seni sevene sen de sevgini açıkla. Çünkü sevene sevgi izharı aradaki sevginin derinleşmesine ve devamına sebep olur.” buyurdu.
(Taberânî, bk. Suyûtî, No: 45, I, 18.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir insan birini dost/kardeş edinirse onun adını, baba adını (soyadını) ve kim olduğunu sorsun. Çünkü bu, sevginin devamını sağlar.” buyurdu.
(Tirmizî, Zühd, 53, IV, 599)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biriniz arkadaşını sevdiği zaman onu evinde ziyaret etsin kendisini Allah için sevdiğini ona bildirsin.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, V, 145, 173; Münâvî, I, 247, No: 357)

Bir insana onu sevdiğini bildirmek sözle olabileceği gibi davranışla, onun maddî ve ma’nevî bir ihtiyacını karşılamakla, ona yardım etmekle, ona zarar verecek şeylerden sakınmakla da olur. Asıl olan da budur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

Gerçek anlamda sevginin oluşması halinde kişi şu davranışları Sergiler:

* Zulmetmemek, müslümanın ihtiyaçlarını karşılamak ve varsa kusurunu bağışlamak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu
(düşmana) teslim etmez, (onu yardımsız bırakmaz). Kim mü’min kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim müslümanın bir ayıbını örterse Allah da onun kıyamette bir ayıbını örter.”
buyurdu.
(Buhârî, Mezâlim, 3, III, 98)

* Eli ve dili ile müslümanın malına ve canına zarar vermemek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslüman o kimsedir ki, müslümanlar onun elinden ve dilinden güvende olurlar.” buyurdu.
(Buhârî, İman, 4, 1, 8; Tirmizî, İman, 12, V, 17.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min o kimsedir ki, insanlar, mallarına ve canlarına karşı
ondan emin olurlar.”
buyurdu.
(Tirmizî, İman, 12, V, 17; Nesâî, İman, 8, İbn Mâce, Fiten, 2, İ. Ahmed, Müsned, III, 154.)

Resim---“Hz. Peygamber; "Vallâhi iman etmiş olamaz, vallâhi imânn etmiş olamaz, vallâhi îmân etmiş olamaz" buyurmuş, kim yâ Rasûlullah" denilmesi üzerine: "Komşusu şerlerinden emin olmayan kimse" cevabını vermiştir.
(Buhârî, Edeb, 29, VII, 78.)

* İyi geçimli olmak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min başkalarıyla hoş geçinir ve kendisiyle hoş geçinilir. Başkalarıyla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, II, 400; V, 225.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benim katımda en sevimliniz, ahlâkça en güzel ve etrafındakilerle hoş geçinenizdir ki onlar herkesi sever, herkes de onları sever.” buyurdu.
(Beyhakî, Şuabü'l-Îmân, VI, 232, 234 No: 7983, 7988; Tayâlisî, Müsned, I, 297.)

* Yardım etmek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yanı başında komşusu açken tok yatan kimse (gerçek manada) mü’min değildir.” buyurdu.
(Hakîm, II, 15; IV, 184; Süyuûtî, No: 7609. II, 827.)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Mü’min mü’mine karşı parçaları birbirine destek olan yapı gibidir.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 18, IV, 325.)

* Aldatmamak, sözünü yalanlamamak, ihanet etmemek, hakir görmemek ve zarar vermemek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bizi aldatan bizden değildir.” buyurdu.
(Müslim, İman, 164; Tirmizî, Büyu’, 74, III, 606; Ebu Dâvud, Büyu’, 52, III, 731; İbn Mâce, Ticaret, 36, II, 749; İ. Ahmed, Müsned, II, 147.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hainlik etmez. Onu yalanlamaz. Onu yardımsız ve yüz üstü bırakmaz. Her müslümanın diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva/ihlâs işte şurada (kalbte)dir. Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 32. III. 1986; Tirmizî, Birr, 18, IV, 325.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim (bir insana) zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim (bir insana) güçlük çıkarırsa Allah da ona güçlük çıkarır.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 27, IV, 332.)

* Kusur aramamak, özel hayatını araştırmamak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın, birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın, menfaatte benlik yarışına girmeyin.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 28, III, 1985.)

* Dargın durmamak, haset etmemek, kin tutmamak, ilişkiyi kesmemek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “(Ey mü’minler!), Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinizesırt çevirmeyin, birbirinize kin tutmayın, haset etmeyin, kardeşler olun. Bir müslümanın üç günden fazla kardeşine dargın durup onu terk etmesi helal olmaz.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 24, IV, 329; Ebu Dâvud, Edeb, 55, V, 213.)

* Küçüklere merhamet etmek, büyüklerin haklarına riâyet etmek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Küçüğüne merhamet etmeyen, büyüğüne saygı göstermeyen bizden değildir.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 15, IV, 322.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Küçüğümüze şefkat göstermeyen, büyüğümüzün hakkını, şerefini bilmeyen bizden değildir (sünnetimize, ahlâkımıza uymamıştır.)” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 15, IV, 321; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.)

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “(Ey mü’min!, Mü’min) kardeşine zâlim olsun mazlum olsun yardım et” buyurdu, bunun üzerine kendisine: “Ya Resûlellah! Mazlum olan kişiye yardım edebiliriz, fakat zâlime nasıl yardım edeceğiz” dediler. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Zâlimin iki elini tutar zulmüne mâni’ olursunuz” buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim, 4, III, 98.)

* Gıyabında onu savunmak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim din kardeşinin ırzından bir şeyi (yerme ve gıybeti) savar, mâni’ olursa Allah da kıyamet gününde cehennem ateşini onun yüzünden savar.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 20, IV, 327)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min mü’minin aynasıdır. Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onun malını, mülkünü yokluğunda saldırıya karşı korur ve onu gıyabında savunur.” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 57, V, 217.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz (din) kardeşinin aynasıdır. Onda bir ezâ (noksanlık, kusur) görürse hemen onu gidersin.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 18, IV, 326.)

* Mü’minin üzüntülerini paylaşmak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslümanlar, bir tek insan gibidir. Eğer insanın gözünde bir şikâyeti olursa, bütün vücudu bundan etkilenir. Eğer başında bir ağrısı olursa yine bundan bütün bedeni etkilenir, (mü’minler de böyle olmalıdır).” buyurdu.
(Müslim, Birr, 67, III, 2000.)

* Mü’minler hakkında iyi niyetli olmak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min, iyi niyetli, temiz kalbli ve kerimdir.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 41, IV, 344.)

* Karşılaşınca selâm vermek, selâmını almak, tokalaşmak, davetine katılmak, ziyaret etmek ve ölürse cenazesine katılmak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Müslüman’la karşılaştığın zaman ona selâm ver, seni da’vet ederse davetine katıl, senden öğüt/fikir isterse öğüt ver, aksırır ve Allah’a hamd ederse ona karşılık ver (Allah sana merhamet etsin=yerhamükâllah de), hastalandığı zaman ziyaret et ve öldüğü zaman cenazesine katıl.” buyurmuştur.
(Müslim, Selâm, 5, II, 1705)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Karşılaşınca tokalaşan iki müslüman yoktur ki oradan ayrılmadan önce bağışlanmış olmasınlar.” buyurdu.
(İbn Mâce, Edeb, 15, II, 1220.)

* İyiliklerine karşı teşekkür etmek:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da teşekkür etmez.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 35, IV, 339.)

* Mü’mine güler yüzlü davranmak, ona iyiliği emretmek, onu kötülükten alıkoymak:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min kardeşinin yüzüne tebessüm etmen, iyiliği emretmen, kötülükten men etmen ve bir yabancı bölgede bir kişiye yol göstermen senin için bir sadakadır.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr, 36, IV, 340.)

Bu Peygamber sözleri, mü’minlere karşı sevginin alametlerini dile getirmekte ve mü’minleri sevmenin nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır.

Buna göre sevgi; iki şekilde belli olur:

1. Sözle olur: İnsan, sevdiğini sözlü olarak bildirir, ben seni
seviyorum der.
2. Fiil ve davranışlarla olur: Asıl olan sevgi budur.

Bu sevgi iki şekilde gerçekleşir:

a) Sevdiğine Yararı Dokunmak:

– Kendisi için sevip arzu ettiğini mü’min kardeşi için de sevip arzu etmek,
– Mü’minleri sevindirmek,
– Mü’minlere selâm vermek, tokalaşmak, selâmlarını almak, ikramda bulunmak ve iyilik etmek,
– Mü’minlerin ihtiyaçlarını gidermek, ayıplarını, kusurlarını ve hatalarını örtmek ve gizlemek,
– Mü’minlerle geçimli olmak,
– Mü’minlere güvenmek ve güvenilir olmak,
– İyi ve kötü günlerinde mü’minlerin yanında olmak,
– Mü’minlerin davetine katılmak,
– Mü’minlere öğüt vermek,
– Hastalandığında ziyaretine gitmek,
– Öldüğünde cenazesine katılmak,
– Gıyabında mü’mini savunmak, malını ve ırzını korumak,
– Bir kusurunu görürse düzeltmek,
– Saygılı ve şefkatli olmak,
– İyiliklerine teşekkür etmek,
– Güler yüzlü olmak,
– Yol göstermek,
– Mü’minlere destek vermek,
– İyi niyet beslemek,
– Haklarına saygı göstermek,
– İyiliği emredip kötülükten men etmek.

b) Zarar Verici ve Üzücü Davranışlarda Bulunmamak:

– Mü’minlere zulmetmemek,
– Eli ve dili ile mü’minlerin canına, malına ve ırzına zarar vermemek,
– Mü’minleri aldatmamak,
– Mü’minlere hile yapmamak,
– Mü’minlere hainlik etmemek,
– Mü’minleri hakir görmemek,
– Mü’minlere sırt çevirmemek,
– Mü’minlerle dargın durmamak,
– Mü’minlere kin tutmamak,
– Mü’minleri yalanlamamak,
– Mü’minlerle ilişkiyi kesmemek,
– Mü’minlere buğz etmemek.
– Mü’minlere kin tutmamak,
– Özel hayatını araştırmamak,
– Eksiğini aramamak.

Kur’ân’da mü’minlere eziyet etmenin günah olduğu bildirilmiştir:


وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا
Resim---Vellezîne yu’zûne’l- mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ (mubînen).: Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işlemedikleri bir şeyden dolayı eziyet edenler büyük bir iftira ve apaçık bir günah yükü yüklenmişlerdir.” (Ahzâb, 33/58)

Dövmek, işkence etmek, sövmek, iftira etmek, gıybetini yapmak, alaya almak, hakkını vermemek, inancına ve fikrine saygı göstermemek ve benzeri her türlü olumsuz ve kötü söz, fiil ve davranış mü’mine eziyet etmektir.
Mü’minlerin; sevgi, merhamet ve şefkatte bir vücut gibi olmaları gerektiğini şu hadis bize bildirmektedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’minlerin birbirlerini sevmede, merhamet ve şefkat etmede durumları bir vücut gibidir. O vücudun bir uzvu sızlar ve acı duyarsa diğer uzuvlar, onun acısına ortak olur ve yardıma koşarlar.” buyurdu.
(Buhârî, Edeb, 27, VII, 77; Müslim, Birr, 66, II, 1999)

Resim---Mü’minler birbirlerini bir takım çıkarlar için değil Allah için sevmelidirler. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek olan yedi sınıf insandan bir sınıfının “Allah için birbirini seven kimseler.” Olduğunu.
(Buhârî, Ezân, 36, I, 161)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın kıyamet günü: “Benim celâlim hakkı için birbirlerini sevenler nerede, gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları gölgemde gölgelendireceğim” dediğini haber vermiştir.
(Müslim, Birr, 37, III, 1988, bk. İ. Ahmed, Müsned, I, 77.)

Resim---Ancak sevmede ölçülü olunmalıdır. Hz. Ali: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sevdiğini ölçülü sev, bir gün ona kızabilirsin, kızdığına da ölçülü kız, bir gün onu sevebilirsin” buyurdu.” demiştir.
(Tirmizî, Birr, 60, IV, 360)

e) İnsanları Sevmek:

Mü’min-kâfir, muttakî-zâlim, itâatkâr-âsi, bütün insanları yaratan, yaşatan ve rızk veren Allah’tır.
İnsan; Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak yaratılmıştır.:


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke li’-l melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara, 2/30)

İlâhî emanetleri yüklenmiştir.:


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnâ’l- emânete alâ’s- semâvâti ve’l- ardı ve’l- cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hameleha’l- insân (insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ (cehûlen).: Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.(Ahzâb, 33/72)

Allah’tan bir ruh taşımaktadır.:


فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: "Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hıcr, 15/29)

Allah ile ezelî antlaşma ve ahitleşme yapmıştır.:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn (gâfilîne).: Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.” (A’raf, 7/172)

أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Resim---Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn (mubtilûne).: Ya da: "Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?" dememeniz için.” (A’raf, 7/173)

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.” (Bakara, 2/27)

إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى
Resim---İnne’s- sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.: Çünkü Kıyamet mutlaka gelecektir; Ben hemen hemen onu gizliyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün.” (TâHâ, 20/115)

Bedeni ile mükemmel olup:

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halaknel insâne fî ahseni takvim (takvîmin).: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 95/4)

Pek çok yaratıktan üstün kılınmıştır.:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).: Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsra, 17/70)

Meleklere karşı övülmüştür.:

قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ
Resim---Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn (tektumûne).: (Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim." (Bakara, 2/33)

Yerde ve gökte ne varsa hepsi hizmetine sunulmuştur.:

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ
Resim---E lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh (bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr (munîrin).: Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.” (Lokmân 31/20)

Saygı, sevgi ve hizmete lâyık Allah’ın en değerli varlığıdır.
İnsana saygı, Allah’a saygı; insana hizmet, Allah’a hizmet ve ibâdettir. Yunus’un “yaratılanı sev Yaratandan ötürü” dediği gibi insan, hangi niteliğe sahip olursa olsun insan olması hasebiyle sevgiye lâyıktır.

Resim---Bu sebeple olmalı ki Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev!” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, II, 310, IV, 70)

Şu kudsî hadis insan sevgisini ne kadar güzel dile getirmektedir:

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiğine göre ALLAHu zü’l- Celâl kıyamet günü der ki:“– Ey Âdemoğlu! Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin.
İnsan cevap verir: “– Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben seni nasıl ziyaret edecektim?”
ALLAHu zü’l- Celâl cevap verir:”– Hani filan kulum hastalandı da onu ziyaret etmedin ya. Eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulurdun.
“– Ey Âdemoğlu! Ben senden yemek istedim de beni doyurmadın.”
İnsan cevap verir: “– Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rab’bisin. Ben seni nasıl doyuracaktım?”
Allah cevap verir: “– Hani filan kulum senden kendisini doyurmasını istedi de onu doyurmamıştın ya. Eğer onu doyursaydın beni onun yanında bulacaktın.
– Ey Âdemoğlu! Ben senden bana su ikram etmeni istedim de benim susuzluğumu gidermemiştin.”
İnsan cevap verir: “– Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben sana nasıl su ikram edebilirdim?”
Allah cevap verir:”– Hani filan kulum senden su istemişti de ona su vermemiştin. Eğer onun susuzluğunu giderseydin beni onun yanında bulacaktın.”

(Müslim, Birr, 43, III, 1990)

Resim---Bu kudsî hadis, insanı sevmenin ancak ona hizmet etmekle mümkün olacağını ifade etmektedir. İnsana hizmet etmek, imanın gereğidir. Nitekim Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şu sözlerinde bu gerçeği dile getirmektedir:
Muaz ibn Cebel'in en faziletli imanı/ameli sorması üzerine Hz. Peygamber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah için sevmen, Allah için kızmanve dilinle Allah'ı çok zikretmendir" buyurmuştur. Muaz'ın başka nedir demesi üzerine, "Kendin için sevdiğini insanlar için de sevmek, kendin için hoşlanmadığın şeyi insanlar için de hoşlanmamandır" buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, V, 247)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (iyi bir) müslüman olasın.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 2, IV, 551)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsan kendisi için sevdiği hayırlı şeyleri insanlar için de sevmedikçe imanın hakîkatine ulaşamaz.” buyurmuştur.
(İbn Hıbbân ve Ebû Ya’lâ V, 407, No: 3001; Hindî, I, 42, No: 101)

Bir insanın sevgisini kazanabilmek için, o insana iyilik etmenin yanında menfaatine dokunmamak ve gönlünü kırmamak gerekir.

Yunus’un dediği gibi;

* Gönül bir pınardır, çeşmesi var, taşı yok,
Yıkma kimsenin kalbini yapacak ustası yok

* Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıktı ise

* Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.


Sinan Paşa’nın şu sözü de kalb kırmanın kötülüğünü dile getirmektedir:

* Kalb-i mü’min arş-ı Rahman’dır.
Anı kırmak ziyade tuğyandır.


Mü’min olmayan insanları sevmek; onların İslam’a uygun olmayan inanç, düşünce, eylem, söylem ve davranışlarını benimsemek değildir. Böyle bir davranış, mü’mine zarar verir.
Onun için Kur’ân’da buyurulan;

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Resim---Ve lâ terkenû ilâllezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn(tunsarûne).: Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.(Hûd, 11/113)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

f) Dünya ve Âhiret Nimetlerini Sevmek:

İnsanın malı ve mülkü sevmesi doğaldır. Çünkü dünya malına düşkünlük insanın fıtratında vardır.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ
Resim---Zuyyine li’n- nâsi hubbuş şehevâti mine’n- nisâi ve’l- benîne ve’l- kanâtîril mukantarati mine’z- zehebi ve’l- fıddati ve’l- hayli’l- musevvemeti ve’l- en’âmi ve’l- hars (harsi), zâlike metâul hayâti’d- dunyâ, vallâhu indehu HUSNU’L- MEÂB (meâbi).: Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” (Âl-i İmrân 3/14)

وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا
Resim---Ve tuhıbbûne’l- mâle hubben cemmâ (cemmen).: Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.” (Fecr 89/20)

وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
Resim---Ve innehu li hubbi’l- hayri le şedîd (şedîdun).: Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.” (Âdiyât 100/8)

Bu mü’min için de böyledir. ALLAHu zü’l- Celâl, Kur’ÂN-ı Keriminde buyurup-duyurmuştur:

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
Resim---Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn (tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.(Âl-i İmrân, 3/92)

Âyetteki “sevdiğiniz şeylerden” maksat mal ve mülktür. Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan her şeyi Allah, insan için, özellikle mü’minler için var etmiştir:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir.” (Bakara, 2/29)

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ
Resim---E lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fî’-s semâvâti ve mâ fî’l- ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh (bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr (munîrin).: Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.(Lokmân 31/20)

قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Resim---Kul men harrame zînetallâhilletî ahrace li ibâdihî vet tayyibâti mine’r- rızk (rızkı), kul hiye lillezîne âmenû fî’l- hayâti’d- dunyâ hâlisaten yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), kezâlike nufassılu’l- âyâti li kavmin ya’lemûn (ya’lemûne).: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.(A’raf, 7/32)

Dolayısıyla dünya nimetlerinden en iyi bir şekilde ve en çok yararlanmak mü’minlerin hakkıdır. Ancak mü’minler, iman etmeyen insanlar gibi sadece dünya nimetlerini sevip âhiret nimetlerini
unutmazlar:

إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا
Resim---İnne hâulâi yuhıbbûne’l- âcilete ve yezerûne verâehum yevmen sekîlâ (sekîlen).: Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar.” (İnsân 76/27)

وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ
Resim---Ve tezerûne’l- âhıreh (âhirete).: Ahireti bırakıyorsunuz.” (Kıyâme, 75/21)

Dünya ve mal-mülk sevgisi, iman, ibâdet ve ahlâkı bir tarafa bıraktırmamalı, Allah’ı, kabir hayatını, hesap vermeyi ve âhiret nimetlerini unutturmamalıdır.
Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir zaman gelecek ki ümmetim beş şeyi sevecek ve beş şeyi
unutacaktır:
1. Dünyayı sevip âhireti unutacaklar,
2. Dünya ev(ler)ini sevip kabri unutacaklar,
3. Malı ve mülkü sevip hesabı unutacaklar,
4. Eşlerini sevip hurileri unutacaklar,
5. Nefisleri(nin arzu ve isteklerine uymayı) sevip Allah’ı
unutacaklar. Onlar benden beri (uzak), ben de onlardan beriyim.”
buyurmuştur.
(Askalânî, s. 58.)

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا
Resim---El mâlu ve’l- benûne zînetu’-l hayâti’d- dunyâ, ve’l- bâkıyâtu’s- sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ (emelen).: Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46)

İnsanların bunlardan müstağnî olması mümkün değildir. Ancak bunlar, aynı zamanda insanlar için dünyada birer imtihandır:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır.” (Enfâl, 8/28)

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---İ’lemû enneme’l- hayâtu’d- dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fî’l- emvâli ve’l- evlâd (evlâdi), ke meseli gaysin a’cebe’l- kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ (hutâmen), ve fî’l- âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân (rıdvânun), ve me’l- hayâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20)

Bilmeli ki, Allah’ı ve O’nun âyet-lerini unutanlar, aynı şekilde âhirette unutulacaklar ve nimetlerden mahrum bırakılacaklardır.

ALLAHu zü’l- Celâl buyurur ki:

قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى
Resim---Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlike’l- yevme tunsâ.: (Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın." (TâHâ, 20/126)

Çünkü sadece dünya malını isteyenlerin âhirette nasibleri yoktur:

فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ
Resim---Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ (zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fî’d- dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk (halâkın).: (Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.(Bakara, 2/200)

Mü’min; mala ve mülke olan sevgisine rağmen âhireti unutmadığı gibi fakir ve yoksullara yardımı da unutmaz, onlara yardım eder, malından Allah yolunda harcar:

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Resim---Leyse’l- birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmil âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ven nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ve’s- sâilîne ve fîr rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âte’z- zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hîne’l- be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.” (Bakara, 2/177)

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا
Resim---Ve yut’imûne’t- taâme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ (esîren.): Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsân, 76/8)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara, 2/3)

Mü’min; tabiatı, çevreyi, yeşilliği, temizliği, vatanını ve milletini sever ve bu sevginin gereğini yerine getirir, getirmelidir.

لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ
Resim---Lâ tekum fîhi ebedâ (ebeden), le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbu’l- muttahhirîn (muttahhirîne).: Sen orada asla namaz kılma! Şüphesiz ilk günden takva üzere kurulan mescid içinde namaz kılmana daha layıktır. Orada kendilerini arındırmayı seven adamlar var. Allah da arınanları sever.(Tevbe, 9/108)


g) Affetmeyi ve Affedilmeyi Sevmek:

İnsan, nefis sahibidir. Nefis ise daima kötülüğü emreder:

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bi’s- sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm (rahîmun).: (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)

İnsan, hayra ve şerre kabiliyetli olması hasebiyle günah fiiller işleyebilir.:

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Resim---Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.: Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems 91/8)

Günahkâr insan için Allah’ın tövbe kapısı daima açıktır. Üstelik tövbe, Allah’ın mü’minlere bir emridir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ (nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr (kadîrun).: Ey iman edenler! Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla! Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin." (Tahrim, 66/8)

Bu sebeple mü’min, bir günah işlediği zaman hemen Allah’ı hatırlar, günahına tövbe eder, Allah’tan bağış diler ve ALLAHu zü’l- CeLÂL affedilmeyi sever;

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Resim---Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiru’z- zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/135)

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve lâ ye’teli ulu’l- fadlı minkum ves seati en yu’tû uli’l- kurbâ ve’l- mesâkîne ve’l- muhâcirîne fî sebîlillâh (sebîlillâhi), ve’l- ya’fû ve’l- yasfehû, e lâ tuhıbbûne en yagfirallâhu lekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.(Nûr, 24/22)

Mü’min, affedilmeyi sevdiği gibi kendisine karşı kusur işleyen insanları affetmeyi de sevmelidir. Allah muttaki mü’minleri;

الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ellezîne yunfikûne fî’s- serrâi ve’d- darrâi ve’l- kâzımîne’l- gayza ve’l- âfîne anin nâs (nâsi), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn(muhsinîne).: Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân 3/134)


ğ) Allah’ın Sevdiklerini ve Hayırlı Olan Şeyleri Sevmek:

Neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Şu âyet bunun açık delilidir:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Kutibe aleykumu’l- kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)

Onun için mü’min, daima Allah’tan hakkında hayırlı olan şeyleri ister, Allah’tan gelene razı olur ve Allah’ın sevdiği şeyleri sever.
Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ım! Senin sevgin ve sevgisi bana fayda verecek kimsenin sevgisi ile beni rızıklandır” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 74, IV, 523.

Resim---“Diye dua etmiş ve Dâvûd, Peygamberin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’ım! Ben senden sevgini ve seni seven kimsenin sevgisini istiyorum” diye dua ettiğini bildirmiştir. 147 147
( Tirmizî, Deavât, 73, V, 522.)

Mü’min de Allah’ın sevdiği vasıftaki insanları sever. Bu insanları ikinci bölümde
zikredeceğiz.

Sonuç olarak; Allah’ı, Peygamberini, mü’minleri, anababayı, eş ve çocukları, insanları, âhiret nimetlerini unutmamak şartıyla dünya nimetlerini, başarılı olmayı, Allah’ın yardımını ve affını, affetmeyi, hayırlı şeyleri ve Allah’ın sevdiği kimseleri sevmek iyi, güzel ve övgüye lâyık sevgidir. Ancak sevgi, gözü kör, kulağı sağır etmemelidir:

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu’d-Derda’ya: “Bir şeyi (aşırı) sevmen seni kör ve sağır eder” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 125, V, 347)

Kur’ân’da kınanan, beğenilmeyen, yerilen ve kötü olan sevgiden de söz edilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »


2. KÖTÜ OLAN VE YERİLEN SEVGİ:


Allah ve Peygamberin iyi ve hoş görmediği şeyleri sevmek, sevginin olumsuz boyutunu oluşturur. Şimdi bunları görelim:

a) Allah’tan Başka Tapılanları Sevmek:

“Allah’ın dini ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır”:

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---''Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30/30)

Âyetinde beyan edildiği gibi din duygusu insanda doğuştan vâr olduğu için Tevhid Dini’nden sapan bazı insanlar, Allah’ın dışında kendilerine tanrılar edinmişler, onlara tapmışlar ve onları Allah’ı sever gibi sevmişlerdir. Bu husus, Kur’ân’da şöyle bildirilmiştir:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---''Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh(hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb(azâbi).: İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (Bakara, 2/165)

Âyette geçen “endad”, “nid” kelimesinin çoğuludur. “Nid”, sözlükte; “eş, denk, misil, nazîr ve benzer” anla-mındadır. Âyette ise; “Allah’a ortak koşanların, ma’bud edindikleri putlar” anlamına geldiği gibi “insanların Allah’a isyan konusunda itaat edip rehber edindikleri başkanları, büyükleri ve ileri gelenleri” anlamına da gelir. (Mehmet Vehbi, I, 280)
Ki bu önderler onları hak yoldan uzaklaştırırlar.
Nitekim bu kimselerin, insanları “Allah’ın yolundan saptırmak için Allah’a eşler (endad) koştukları” bildirilmiş:

وَجَعَلُواْ لِلّهِ أَندَادًا لِّيُضِلُّواْ عَن سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعُواْ فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ
Resim---''Ve cealû lillâhi endâden li yudıllû an sebîlihî, kul temetteû fe inne masîrakum ilân nâr(nâri).: O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler koştular. De ki: "Yararlanın. Çünkü elbette sizin varışınız ateşedir." ( İbrahim, 14/30)

وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُو إِلَيْهِ مِن قَبْلُ وَجَعَلَ لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلَّ عَن سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيلًا إِنَّكَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ
Resim---''Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu ni’meten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an sebîlihi, kul temetta’ bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr(nâri).: İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar. De ki: "İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın." (Zümer 39/8)

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاء وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---''Ellezî ceale lekumul arda firâşen ves semâe binââ (binâen), ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semarâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn(tâ’lemune).: O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın.(Bakara, 2/22)

“Endad” kelimesinin bir benzeri de “erbab” kelimesidir. ALLAHu zü’l- Celâl, YaHûdilerin hahamlarını (bilginlerini), Hıristiyanların İsa’yı (aleyhisselâm) ve ruhbanlarını (din adamlarını) Allah’tan ayrı “Rab” edinmelerini kınamış ve Kur’ân’da şöyle bildirmiştir:
“(Âhirette), zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız elbette biz mü’minler olurduk” diyecekler.Büyüklük taslayanlar ise zayıf sayılanlara: “Size doğru yol geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Zaten siz kendiniz mücrimler idiniz” derler.Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: “Aksine gece gündüz hile (kurar, kötülük telkin ederdiniz) Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler (endad) koşma-mızı emrederdiniz” derler.”:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ
Resim---''Ve kâlellezîne keferû len nû’mine bi hâzel kur’âni ve lâ billezî beyne yedeyh(yedeyhi), ve lev terâ iziz zâlimûne mevkûfûne inde rabbihim, yerciu ba’duhum ilâ ba’dınil kavl(kavle), yekûlullezînestud’ifû lillezînestekberû lev lâ entum le kunnâ mûminîn(mûminîne).: İnkâr edenler dedi ki: "Biz kesin olarak, ne bu Kur'an'a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne." Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip çevirir (birbirlerine yöneltirler). Za'fa uğratılan (müstaz'af)lar, büyüklük taslayanlara derler ki: "Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü'min (kimse)ler olurduk." (Sebe’ 34/31)

قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءكُم بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ
Resim---''Kâlellezînestekberû lillezînestud’ifû e nahnu sadednâkum anil hudâ ba’de iz câekum bel kuntum mucrimîn(mucrimîne).: Büyüklük taslayanlar, za'fa uğratılan (müstaz'af)lara dediler ki: "Size hidâyet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu, günahkarlardınız." (Sebe’ 34/32)

وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Resim---''Ve kâlellezînestud’ifû lillezînestekberû bel mekrul leyli ven nehâri iz te’murûnenâ en nekfure billâhi ve nec’ale lehû endâdâ(endâden), ve eserrûn nedâmete lemmâ raevûl azâb(azâbe), ve cealnel aglâle fî a’nâkıllezîne keferû, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).: Za'fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: "Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz" dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?(Sebe’,34/33)

Üzeyir Peygambere Allah’ın oğlu diyen Yahûdiler ile İsa Peygambere Allah’ın oğlu diyen Hıristiyanlar.

وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Resim---''Ve kâletil yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâletin nasârâl mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kablu kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn(yu'fekûne).: Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?(Tevbe, 9/30)

“Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı Rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de (Rab edindiler). Hâlbuki kendilerine bir tek Tanrı olan Allah’a ibâdet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden beridir.”

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---''İttehazû ahbârahum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne meryem(meryeme), ve mâ umirû illâ li ya'budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve, subhânehu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).: Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Tevbe, 9/31)

Resim---Yahûdi iken müslüman olan Adiy İbn Hatim, yukarıdaki âyeti Peygamberden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem duyunca; “Yâ Resûlellah! Biz hahamlarımıza tapmazdık” demiş, bunun üzerine Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onlar, Allah’ın helâlini haram kılıyorlar siz de haram kılmıyor muydunuz? Onlar, Allah’ın haram kıldığını helâl sayıyorlar, siz de onu helâl saymıyor muydunuz?” Diye sormuş. Adiy de : “Evet, öyle yapardık” demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İşte bu, onların (hahamlarına) ibâdetidir” buyurmuştur.
(Taberî, VI, 10/114, 9/31 âyeti.)

Abdullah ibn Abbas, bu konuda: “Hahamları kendilerine secde etmelerini emretmiyorlar fakat
Allah’a isyan olan şeyleri emrediyorlar, onlar da buna itaat ediyorlardı. Allah, onlara bu sebeple “erbab” (rablar) diye isim verdi”
demiştir.
(Taberî, VI, 10/115)

İnsanların birbirlerini sevebilmeleri ve birlikteliklerini oluşturabilmeleri için Allah’tan başka putlar edinmeleri de Allah’a ortak koşmaktır. İbrahim (aleyhisselâm), kavmine:
“Siz dünya hayatında aranızda sevgi oluşturmak için Allah’ı bırakıp putları mabut edindiniz” demiştir.

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ
Resim---''Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).: (İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiç bir yardımcınız yoktur." (Ankebut, 29/25)

İnsanın Allah’a isyan pahasına nefsinin her isteğine boyun eğmesi de nefsini “rab”, “nid” ve “tanrı” edinmektir. ALLAHu zü’l- Celâl,

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
Resim---''Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fîl ardı fahkum beynen nâsi bil hakkı ve lâ tettebiil hevâ fe yudılleke an sebîlillâh(sebîlillâhi), innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevmel hisâb(hisâbi).: Ey Davûd! Biz seni yer yüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hüküm ver ve keyfe tâbi olma ki, bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah yolundan sapanlar, hesab gününü unuttuklarından, kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.” (Sâd, 38/26)

ve arzularına uyanları, onu tanrı edinmek olarak nitelemiştir: “Arzularını (hevâ) tanrı edineni gördün mü?”

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---''E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?(Furkân, 25/43)

Buna mukabil, “Rabbinin makamından korkup nefsini hevâdan koruyan kimseye” cennet va’d etmiştir.:

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Resim---''Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.: Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa,(Naziat, 79/40)

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Resim---''Fe innel cennete hiyel me’vâ.: Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.” (Naziat, 79/41)

b) Sadece Dünyayı ve Nimetlerini Sevmek:

Mal, mülk, şöhret ve makam gibi dünya nimetlerini Allah’ı sever gibi sevmek ve âhireti unutmak dünyayı “tanrı” edinmek olur. Allah bu gibi kimseleri, “Hayır siz çabuk geçen şu dünyayı (âcile) seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz” diye kınamıştır.

وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ
Resim---''Ve tezerûnel âhıreh(âhirete).: Ve ahireti terkedip bırakıyorsunuz.” (Kıyâme, 75/21)

Dünyayı ve nimetlerini, âhiret ve nimetlerine tercih edenleri ALLAHu zü’l- Celâl, “kâfirler” olarak nitelemiştir; “(Uğrayacakları) şiddetli azaptan dolayı vay kâfirler(in halin)e! (Bu) kimseler, dünya
hayatını âhirete tercih ederler.”

اللّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
Resim---''Allâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve veylun lil kâfirîne min azâbin şedîd(şedîdin).: O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Şiddetli azab dolayısıyla vay inkâr edenlere.” (İbrahim, 14/2)

الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ بَعِيدٍ
Resim---''Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alâl âhırati ve yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ulâike fî dalâlin baîd(baîdin).: Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veya onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 14/3)

أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---''Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).: Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir.” (Nahl, 16/108)

Dünya nimetleri de âhiret nimetleri de insan içindir. İnsan kısa ve geçici olan dünya nimetlerini tercih edip âhiret nimetlerini terk etmemeli, her iki dünyanın nimetlerine talip olmalıdır.
ALLAHu zü’l- Celâl, dünya nimetlerini isteyene dünya nimetlerini; âhiret nimetlerini isteyene âhiret nimetlerini verir.

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ
Resim---''Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).: Allah'ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.(Âl-i İmrân, 3/145)

Ancak sadece dünyayı isteyenlerin âhirette nasipleri yoktur:

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ
Resim---''Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).: (İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiç bir yardımcınız yoktur." (Ankebut, 29/25)

“İnsanlardan kimisi; “Ey Rabb’imiz! Bize dünyada (mal, mülk, iyilik) ver derler (âhireti unuturlar), böyle kimselerin âhiretten nasipleri yoktur.”

فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ
Resim---''Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ(zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk(halâkın).: (Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.(Bakara, 2/200)

Hem dünya hem de âhiret nimetlerini isteyenlere ise kazandıklarının karşılığını verir:
“İnsanlardan bir kısmı da; “Ey Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver âhirette de iyilik ver, der.”

وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---''Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr(nâri).: Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der.” (Bakara, 2/201)

Dünyanın mal ve mülkünü sevip âhireti unutanlar, o gün mal ve mülkün faydasını göremeyeceklerdir.

يُبَصَّرُونَهُمْ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ
Resim---''Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîh(benîhi).: Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;(Mearic, 70/11)

وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ
Resim---''Ve sâhıbetihî ve ahîh(ahîhi).: Kendi eşini ve kardeşini,(Mearic, 70/12)

وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْويهِ
Resim---''Ve fasîletihilletî tu’vîh(tu’vîhi).: Ve onu barındıran aşiretini de;” (Mearic, 70/13)

وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ
Resim---''Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîh(yuncîhi).: Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.” (Mearic, 70/14)

ALLAHu zü’l- Celâl; “Âhiret yerine dünya hayatına mı râzı oldunuz? Ancak dünya hayatının geçimi âhiretin yanında pek azdır”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ
Resim---''Yâ eyyuhâllezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilâl ard(ardı), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhirah(âhirati), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl âhirati illâ kalîl(kalîlun).: Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.” ( Tevbe, 9/38)

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim (sadece) dünyasını severse âhiretine zarar verir. Kim de (sadece) âhiretini severse dünyasına zarar verir. Siz baki, sonsuz olanı (âhireti) fani, geçici olana (dünyaya) tercih edin” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, IV, 412; İbn Hıbban, II, No: 709; Hâkîm, IV, 308)


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her hatanın başı dünya sevgisidir”
buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuabü'l-Îmân, VII, 308, No: 1050; Münâvî, III, 368, No: 3662)

Bunun anlamı, dünyayı terk edin demek değil, dünyayı da kazanın ama âhiretinize zarar vermeyin
demektir. Dünya, aile, evlât, akraba, mal-mülk, akar, hayvan, bağbahçe sevgisi, Allah sevgisinin zayıflamasına hatta yok olmasına sebep olabilir. Bu, insanın hüsranı demektir. Bundan kurtulabilmek için, dünya ve nimetlerini Allah’ın râzı olduğu yerlerde harcamak, imanı ve O’nun rızasını ön planda tutmak gerekir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

c) Toplumda Kötülüklerin Yayılmasını İstemek:

İyilik ve kötülük, hayır ve şer, adalet ve zulüm, itaat ve isyan, hak ve bâtıl, doğru ve yanlış, sevâp ve günah, hayatın, fert ve toplumların vakıalarıdır. Mü’min, daima iyi, hayır, adalet, itaat, hak, doğru ve sevâp olan şeyleri sever. Ama bir takım insanlar da vardır ki kötülükleri ve haksızlıkları, şer ve zulmü, isyan ve bâtılı, fuhuş, hırsızlık, arsızlık, yolsuzluk ve hile gibi yanlış ve günah olan şeyleri sever. ALLAH celle celâlihu böyle insanlara dünya ve âhirette acıklı bir azap olduğunu bildirmiştir:
“İman edenler içinde Edebsizliğin (fuhşun) yayılmasını sevip isteyenler için dünyada da âhirette de acı bir azap vardır.”

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Resim---İnnellezîne yuhıbbûne en teşîa’l- fâhışetu fîllezîne âmenû lehum azâbun elîmun fî’d- dunyâ ve’l- âhırah (âhırati), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz.” (Nur, 24/19)

Edebsizliklerin ve kötülüklerin toplumda yayılmasını isteyenlere ALLAH celle celâlihu, dünyada musibet, âhirette azap verir. Toplumu yönetenlerin ve fertlerin bu tür faaliyet ve davranışları önleyici tedbirler almaları ve kötülüklere karşı mücadele etmeleri gerekir. Aksi takdirde toplumun fesadı kaçınılmaz olur. Bundan kötüler kadar iyiler de zarar görür. Şu âyet bu gerçeği ifade etmektedir:
“Öyle bir fitneden sakının ki o içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese şâmil olur).”

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfal, 8/25)

Bu tür faaliyetleri tasvip edip destek verenler ilâhî azapla karşılaşırlar. ALLAHu zü’l- Celâl;

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Resim---Ve lâ terkenû ilâllezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn (tunsarûne).: Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (Hûd, 11/113)

ç) Hak Etmediği Şeyle Övünmeyi Sevmek:

Övülmek ve beğenilmek, insanda yaratılıştan gelen bir duygudur. Dolayısıyla her insan; övülmeyi, beğenilmeyi ve sevilmeyi sever. Övme ve beğenme, insanı yaptığı işe teşvik olur. Ancak övülen ve beğenilen şey iyi, güzel ve doğru olmalı, sahibi de bunu hak etmelidir. Hak etmeden övülmeyi sevenleri ALLAH celle celâlihu kınamaktadır:

لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَواْ وَّيُحِبُّونَ أَن يُحْمَدُواْ بِمَا لَمْ يَفْعَلُواْ فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِّنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---''Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).: Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 3/188)

Bu âyet, yaptıkları bir iş ile mağrur olan, yapmadıkları ile övülmeyi seven kâfir, münafık, müşrik ve mü’min herkese şâmildir.
(Yazır, II, 1254.)

Yapmadığı şeyle övülmeyi sevmek, gerçeği çarpıtmak ve ALLAH celle celâlihu’yu unutmak demektir.

d) Hiç Ölmeyecekmiş Gibi Uzun Ömürlü Olmayı Sevmek, İstemek:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âli-i İmrân, 3/185)

Bundan kurtuluş yoktur. Çünkü bu, ilâhî bir kanundur:
“Allah, eceli (dünyadaki yaşama süresinin sonu) geldiği zaman hiçbir canı asla ertelemez.”

وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---Ve len yûahhırallâhu nefsen izâ câe eceluhâ, vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne).: Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.(Münafikun, 63/11)

Dünyada çok yaşama arzusu, insanın doğasında olan bir duygudur. Şu hadisler bu gerçeği ifade etmektedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âdemoğlu ihtiyarlar. Fakat onda iki duygu daima genç kalır. Yaşama hırsı ve mal hırsı.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 28, IV, 570)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İhtiyarın kalbi iki şey konusunda sürekli genç kalır. Dünya sevgisi ve çok yaşama arzusu.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 28, IV, 570)

İnsan; sağlıklı yaşamayı sever, ölmeyi ve hastalıklı olmayı sevmez. Ancak mü’min, bir gün mutlaka öleceğini ve Rabb’ine döneceğini bilir ve ona göre hazırlıklı olur. Kâfir ve fasık insan ise hiç ölmeyecekmiş gibi dünya zevklerine dalar. ALLAHu zü’l- Celâl bu tür insanların var olduğunu bize bildirmektedir.
İnsanların hayata en hırslı olanlarının Yahûdiler ve bir kısım müşrikler olduğunu bulursunuz. Onlardan her biri bin sene yaşamak ister.:

وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Resim---Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh (senetin), ve mâ huve bi muzahzihıhî mine’l- azâbi en yuammer (yuammere), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn (ya’melûne).: Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.” (Bakara, 2/96)

وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمينَ
Resim---Ve len yetemennevhu ebeden bimâ kaddemet eydîhim vallâhu alîmun bi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiç bir zaman kesin olarak dilemiyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir.” (Bakara, 2/95)

وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ
Resim---Ve lâ yetemennevnehû ebeden bi mâ kaddemet eydîhim, vallâhu alîmun bi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Oysa onlar, ellerinin öne takdim ettikleri dolayısıyla bunu hiçbir zaman temenni edemezler. Allah, zalimleri bilendir.” (Cumâ, 62/7)

Ancak ölümü temenni etmemek ve ölümden kaçmak kurtuluş değildir:

قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَإِنَّهُ مُلَاقِيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Kul inne’l- mevtellezî tefirrûne minhu fe innehu mulâkîkum summe tureddûne ilâ âlimi’l- gaybi ve’ş- şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cumâ, 62/8)

Müslüman, dünya nimetlerinden azami derecede yararlanmalı, ancak ölümü ve âhireti unutmamalıdır.

e) Allah’ın ve Mü’minlerin Düşmanlarını Sevmek:

ALLAH celle celâlihu Kur’ân’da şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bi’l- meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum mine’l- hakk (hakkı), yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bi’l- meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâe’s- sebîl (sebîli).: Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur.(Mümtehıne, 60/1)

ALLAHu zü’l- Celâl’in; bu âyette, “benim düşmanım” ve “sizin düşmanınız” dediği kimseler Mekke müşrikleridir. Bu âyet; Peygamberimizin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’ye sefer yapacağını kendisine bir sır olarak söylediği Bedir gazilerinden Hatıb ibn Ebî Beltea’nın Peygamberin bu sırrını açıkladığı ve bir kadına Mekkelilere götürmek üzere verdiği bir mektup üzerine inmiştir.
Cibril (aleyhisselâm), durumu ve kadının bulunduğu yeri Peygamberimize bildirmiş, Peygamberimiz de Hz. Ali, Zübeyir ve Mikdat’ı kadının peşinden göndermiştir. Kadın, Mekke ile Medine arasında “Ravzai Haha” denilen yerde yakalanmış, mektup saç örgüsünün arasından çıkarılmış ve Peygambere getirilmiştir. (Yazır, VII, 4890-4893)


Âyette Hatıb ibn Ebî Beltea, bu davranışı sebebiyle kınanmıştır.
Demek oluyor ki İslam’a ve müslümanlara düşmanlık eden insanlara yardım etmek, onları desteklemek, kollayıp gözetmek, onlara ajanlık yapmak ve onları sevmek doğru yoldan çıkmak ve yanlış bir davranış olmaktadır.
“Allah düşmanı”; Allah’ı, O’nun dinini ve haklarını tanımayan, Allah ve Peygamberi ile mücadele eden, onlara baş kaldıran kâfir, münâfık, müşrik ve zâlimlerdir. (Yazır, VII, 4895)

f) Mü’minlere Sıkıntı Verecek Şeyleri Sevmek, İstemek:

Mü’min, mü’mine sıkıntı verecek hiçbir şeyi arzu etmez ve sevmez. Bunu ancak zâlimler yapabilir. Şu âyet bu gerçeği ifade etmektedir:

هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumu’l- enâmile mine’l- gayz (gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâti’s- sudur (sudûri).: Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.” (Âli-i İmrân 3/118)

“Çünkü mü’min olmayanlar”, sizi sevmezler.:

إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a (şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhit (muhîtun).: Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.” (Âli-i İmrân 3/119)

Size bir iyilik dokunursa zorlarına gider (hoşlanmazlar). Başınıza bir musibet gelirse buna sevinirler.”

وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve iz gadavte min ehlike tubevviu’l- mu’minîne makâide li’l- kıtâl (kıtâli), vallâhu semîun alîm (alîmun).: Hani sen, mü'minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.” (Âli-i İmrân 3/120)

ALLAH celle celâlihu, mü’minlerin, mü’min olmayanları “sırdaş” edinmelerini istememektedir. Çünkü mü’min olmayanlar, mü’minleri sevmezler, onların hayrını ve iyiliğini istemezler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

g) İnsanların El Pençe Divan Durmalarını Sevmek, İstemek:

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta: “İnsanların kendisine el pençe divan durmasını seven, isteyen kimse cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, IV, 194)

Bu davranış; kibrin, büyüklenmenin bir sonucudur. ALLAH celle celâlihu, kibirlenenleri sevmediğini Kur’ân’da bildirmiştir.:

لاَ جَرَمَ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
Resim---Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn (yu’linûne), innehu lâ yuhıbbu’l- mustekbirîn (mustekbirîne).: Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez.” (Nahl, 16/23)

Buraya kadar insanların sevgisinden söz ettik. Sevgi, insanda doğuştan vâr olan bir duygudur. Bu duygu iyiye de kötüye de yönelebilir. ALLAH celle celâlihu katında iyi ve köktü olan sevgiyi Kur’ân
ve Sünnet açısından değerlendirmeye çalıştık. Şimdi ALLAH celle celâlihu’ın sevgisini, sevdiği insanları ve sevdiği amelleri görelim.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

İKİNCİ BÖLÜM:

ALLAH'IN SEVGİSİ:

GİRİŞ:


Kur’ân’da Allah sevgisinden, Allah’ın sevdiği ve sevmediği insanlardan ve amellerden söz edilmiştir. Allah’ın güzel isimlerinden biri de “Vedûd” ismidir.

El Vedûdu:
Resim

Kur’ân’da iki âyette Allah’ın “Vedûd” olduğu bildirilmiştir:

وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ
Resim---Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi, inne rabbî rahîmun vedûd (vedûdun).: "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (Hûd, 11/90)

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
Resim---Ve huve’l- gafûru’l- vedûd (vedûdu).: Ve O, Gafur’dur (mağfiret edendir), Vedûd’dur (çok sevendir).” (Büruc, 85/14)

Allah’ın “Vedûd” ismi, ilk âyette “Rahîm”, ikinci âyette ise “Gafûr” ismi ile birlikte geçmektedir. Allah’ın “çok sevmesi”, çok merhametli ve çok bağışlayıcı olmasının sonucudur.
Vedûd”; mü’min kullarını çok seven, güzel amelleri sebebiyle onlardan razı olan, onlara ihsan eden, onları öven anlamındadır.
Vedûd” kelimesine “salih kullar tarafından çok sevilen” anlamı da verilmiştir. (Hâzin, I, 355)

Bu bölümde Allah’ın sevdiği ve sevmediği, razı olduğu ve olmadığı, rahmet ve lanet ettiği insanlardan, onların inanç, söz, fiil ve davranışlardan söz edeceğiz.

I. ALLAH’IN SEVDİĞİ, RAZI OLDUĞU VE MERHAMET ETTİĞİ İNSANLAR:

Allah, Kur’ân’da sevdiği, razı olduğu ve merhamet ettiği, sevmediği, hoşlanmadığı, kızdığı ve lanet ettiği insanları bildirmiştir. Allah’ın bir insanı sevmesi, ona nimet ve sevap vermesi ve ondan razı olması demektir. Önce Allah’ın bir insanı sevmesinin önemini görelim.

1. ALLAH SEVGİSİNİ KAZANMANIN ÖNEMİ:

Allah’ın bir insanı sevmesi; onun söz, fiil ve davranışlarından memnun ve razı olması, onlara nimet vermesi, itaat edip isyandan sakınmasını istemesi demektir. Allah’ın bir insanı sevmesi, o insanın doğru yolda olduğunun bir işaretidir. Allah, bir insanı severse insanlar da o kimseyi severler.

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir hadisinde bu hususu şöyle bildirmiştir:
“Allah, bir kulu sevdiği zaman Cibril’e seslenir (ve ona şöyle der):“Ben, filanı seviyorum, sen de onu sev”. Bunun üzerine Cibril de onu sever ve gökyüzünde yaşayanlara seslenir (ve onlara şöyle der): “Allah, filanı seviyor, siz de onu sevin”. Bunun üzerine göktekiler de onu severler. Sonra yerdeki insanlardan onu tanıyan müslümanların gönlüne o kimse hakkında bir sevgi konulur da müslümanlar arasında o kimse sevilir ve iyi kişi olarak anılır.”

(Müslim, Birr, 157, III, 2030.)

Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; Allah’ın, Cibril’in, göktekilerin ve yerdekilerin sevdiğini bildirdiği bu kimseler, iman edip salih amel işleyen kimselerdir. ALLAHu zü’l- Celâl Kur’ân’da şöyle bildirmektedir:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
Resim---İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti se yec’alu lehumu’r- rahmânu vuddâ (vudden).: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem, 19/96)

Bu âyet ve hadiste zikredilen hüküm, bizim kültürümüze: “Müslümanlar arasında sevimli olan Allah yanında da sevimlidir” şeklinde genel bir kanı olarak girmiştir.

Meryem Sûresinin 96. âyeti, Allah’ın sevdiği insanları özetlemektedir. Bunlar da iman edip salih ameller işleyen kimselerdir. İslam’ı da, “İslam => İman+Salih amel” şeklinde formüle edebiliriz.
Nitekim Kur’ân’da birçok âyette iman edip salih amel işleyenlere cennet va’d edilmiştir.

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmu’t- tegâbun (tegâbuni), ve men yû’min billâhi ve ya’me’l- sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: Sizi toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah'a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş (fevz)' budur.(Tegâbun 64/9)

رَّسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِّيُخْرِجَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا
Resim---Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minez zulumâti ilen nûr (nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'me’l- sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ (rızkan).: İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.” (Talâk 65/11)

Salih amellere, bütün İslamî görevler dâhildir.
Mü’min Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına, helal ve haramlarına ne kadar uyarsa o nispette Allah’ın sevgisini kazanmış olur.

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ALLAHu zü’l- Celâl’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Kulum bana ancak kendisine farz kıldığım şeyleri sevmesiyle yaklaşabilir. Kulum bana daima nafile ibadetlerle yaklaşmak ister. (Farz ve nafile görevleri yapa yapa) nihâyet (benim sevgimi kazanır da) ben onu severim.”
(Buhârî, Rikâk, 38, VII, 190.)

Allah’ın sevgisini kazanmak mü’min için çok önemlidir.
Çünkü;
Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ALLAHu zü’l- Celâl’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Ben kulumu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (mesabesinde) olurum. (Bu azalarıyla olmasını istediği bütün dileklerini veririm), benden bir şey istediği zaman istediğini ona ihsan ederim. Bana sığınırsa onu korurum.”
(Buhârî, Rikak, 38, VII, 190.)

Allah’ın sevdiği kullarına ihsanını Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bildirmiştir:
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah, sevdiklerini ateşe/cehenneme koymaz.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, III, 255)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Allah, dünyayı, sevdiğine de sevmediğine de verir. Âhireti ise sadece sevdiği kimselere verir.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, I, 207)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Allah, bir insanı sevdiği zaman, birinizin hastasını (soğuk) sudan koruduğu gibi onu dünya(nın kötülüklerin)den korur.” buyurdu.
(Tirmizî, Tıb, 1, IV, 381; İ. Ahmed, Müsned, V, 427.)

Allah’ın bir insanı sevmesi o insan için büyük bir nimettir. Bu sebeple insan, Allah’ın sevgisine sebep olacak niteliklere sahip olmaya çalışmalıdır.
ALLAHu zü’l- Celâl, Kur’ân’da hangi niteliğe sahip olan insanları sevdiğini bildirdiği gibi Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Allah’ın sevdiği insanları bize bildirmiştir. Şimdi Kur’ân ve Sünnete göre Allah’ın sevdiği insanları zikredelim.

2. ALLAH’IN SEVDİĞİ İNSANLAR VE AMELLER:

2. 1. ÂYETLERDE BİLDİRİLENLER:


Allah, Kur’ân’da hangi niteliğe sahip olan insanları sevdiğini bildirmiş ve böylece insanların bu niteliklere sahip olmalarını istemiştir. Allah’ın sevdiği insanlar şunlardır:

a) Allah Muhsinleri Sever:

وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.(Bakara, 2/195.)

“İhsan” sözlükte; “bir şeyi iyi ve güzel yapmak, iyi, doğru, güzel ve yararlı fiil işlemek, (ilâ) ve (be) ön-takılarıyla kullanıldığında iyilik etmek, in’am ve ikramda bulunmak” anlamındadır.
(İbn Manzur, XIII, 115; Asım Efendi, IV, 590.)

Kur’ân’da sözlük anlamına paralel olarak “ihsan” kavramı; İyilik etmek ve iyi davranmak anlamında:

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا
Resim---Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ (ihsânen), immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ (kerîmen).: Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.(İsrâ, 17/23)

وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Resim---Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve gallekati’l- ebvâbe ve kâlet heyte leke, kâle maâzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây (mesvâye), innehu lâ yuflihu’z- zâlimûn (zâlimûne).: Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi." (Yûsuf, 12/23)

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا أَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بَي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاء إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Ve rafea ebeveyhi alâ’l- arşı ve harrû lehu succedâ (succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ (hakkan), ve kad ahsene bî iz ahracenî mines sicni ve câe bikum mine’l- bedvi min ba’di en nezega’ş- şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâu, innehu huve’l- alîmu’l- hakîm (hakîmu).: Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yûsuf, 12/100)

İyi, güzel fiil ve salih amel işlemek anlamında:

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
Resim---Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ (hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihi’d- dunyâ haseneh (haseneten), ve le dâru’l- âhıreti hayr (hayrun), ve le ni’me dâru’l- muttekîn (muttekîne).: (Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.(Nahl, 16/30)

لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdetun, ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilletun, ulâike ashâbu’l- cenneti, hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yûnus, 10/26)

وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى
Resim---Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı li yecziyellezîne esâû bimâ amilû ve yeczîyellezîne ahsenû bil husnâ.: Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir.(Necm, 53/31)

Bir ameli, bir fiili ve bir görevi en iyi bir şekilde ve hakkıyla yapmak anlamında kullanılmıştır.:

بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.(Bakara, 2/112)

Kur’ân’da beş yerde “Allah, muhsinleri sever” buyrulmuştur:

وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.(Bakara, 2/195.)

الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ellezîne yunfikûne fî’s- serrâi ved darrâi ve’l- kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs (nâsi), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Onlar bollukta ve darlıkta hayır için harcar, öfkelerini tutar ve insanları bağışlarlar. Allah da iyilikte bulunanları sever.(Âl-i İmrân, 3/134)

فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Fe âtâhumullâhu sevâbe’d- dunyâ ve husne sevâbi’l- âhireh (âhireti), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 3/148)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet (kâsiyeten), yuharrifûne’l- kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî, ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.(Mâide, 5/13)

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Leyse alâllezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mâttekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.(Mâide, 5/93)

Kur’ân’a göre;
Bir insanın muhsin olabilmesi için; mü’min olması gerekir
:


قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Resim---Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: "Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." (Sâffât, 37/105)

كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Resim---Kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.(Sâffât, 37/110)

Bir insanın muhsin olabilmesi için; muttakî olması gerekir:

آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Resim---Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn (muhsinîne).: Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı.(Zariyat, 51/16)

Bir insanın muhsin olabilmesi için; salih olması gerekir:

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi husnâ (husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim.(Ankebut, 29/8)

مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُم مِّنَ الأَعْرَابِ أَن يَتَخَلَّفُواْ عَن رَّسُولِ اللّهِ وَلاَ يَرْغَبُواْ بِأَنفُسِهِمْ عَن نَّفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لاَ يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلاَ نَصَبٌ وَلاَ مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَطَؤُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلاَ يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَّيْلاً إِلاَّ كُتِبَ لَهُم بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Mâ kâne li ehlil medîneti ve men havlehum minel a’râbi en yetehallefû an resûlillâhi ve lâ yergabû bi enfusihim an nefsihî, zâlike bi ennehum lâ yusîbuhum zameun ve lâ nasabun ve lâ mahmesatun fî sebîlillâhi ve lâ yetaûne mevtıan yagîzul kuffâra ve lâ yenâlûne min aduvvin neylen illâ kutibe lehum bihî amelun sâlih (sâlihun), innallâhe lâ yudîu ecre’l- muhsinîn (muhsinîne).: Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah'ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, 'dayanılmaz bir açlık' (çekmeleri), kâfirleri 'kin ve öfkeyle ayaklandıracak' bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.(Tevbe, 9/120)

Bir insanın muhsin olabilmesi için; müstakîm olması gerekir:

وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً وَهَذَا كِتَابٌ مُّصَدِّقٌ لِّسَانًا عَرَبِيًّا لِّيُنذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى لِلْمُحْسِنِينَ
Resim---Ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh (rahmeten) ve hâzâ kitabun musaddikun lisânen arabiyyen li yunzirellezîne zalemû ve buşrâ li’l- muhsinîn (muhsinîne).: Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu da, zulmedenleri uyarmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere (kendinden önceki kitapları) doğrulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir kitaptır.” (Ahkâf, 46/12)

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ
Resim---Ulâikellezîne netekabbelu anhum ahsene mâ amilû ve netecâvezu an seyyiâtihim fî ashâbi’l- cenneh (cenneti), va’de’s- sıdkıllezî kânû yûadûn (yûadûne).: İşte bunlar; yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va'dolunan doğru bir vaaddir.(Ahkâf, 46/16)

Bir insanın muhsin olabilmesi için; sabırlı olması gerekir:

وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Vasbir fe innallâhe lâ yudîu ecre’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve sabret, muhakkak ki Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez.” (Hûd, 11/115)

Bir insanın muhsin olabilmesi için; ihlâslı olması gerekir:

لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِن يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiri’l- muhsinîn (muhsinîne).: Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.(Hac, 22/37)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »


b) Allah Muttakileri Sever:

إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ ثُمَّ لَمْ يَنقُصُوكُمْ شَيْئًا وَلَمْ يُظَاهِرُواْ عَلَيْكُمْ أَحَدًا فَأَتِمُّواْ إِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ إِلَى مُدَّتِهِمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---İllâllezîne âhedtum mine’l- muşrikîne summe lem yankusûkum şey'en ve lem yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innallâhe yuhıbbu’l- muttekîn (muttekîne).: Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.(Tevbe 9/4)

كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكِينَ عَهْدٌ عِندَ اللّهِ وَعِندَ رَسُولِهِ إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَمَا اسْتَقَامُواْ لَكُمْ فَاسْتَقِيمُواْ لَهُمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---Keyfe yekûnu lil muşrikîne ahdun indallâhi ve inde resûlihî illâllezîne âhedtum indel mescidil harâm(harâmi), fe mâstekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbul muttekîn(muttekîne).: Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.” (Tevbe 9/7)

“Zarar verecek şeylerden sakınmak, bir şeyi bir tehlikeye karşı korumaya almak” (İbn Faris, VI, 131.) anlamındaki “vikaye” kökünden gelen “muttakî” kelimesi; kuvvetli bir himayeye girerek korunan, sakınan, kendisini muhafaza altına alan, bunun gereği olarak korkan ve çekinen” kimse demektir. (Râzî, II, 20.)

Kur’ân’a göre bir insanın muttakî olabilmesi için iman edip kendisini şirk, küfür ve nifaktan koruması, Allah ve Peygamberinin emrettiklerini yapması, yasaklarından ve haramlarından sakınması, günahları terk etmesi, dünya ve âhirette kendisine zarar verecek şeyleri yapmaktan çekinmesi gerekir.2727 (Taberî, I, 99-100.)

Kur’ân’da üç âyette Allah’ın muttakîleri sevdiği bildirilmiştir. : Âl-i İmrân 3/76; Tevbe 9/4,7.

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---''Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).: Hayır; kim ahdine vefâ eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.” (Âl-i İmrân 3/76)

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah, muttakî, (mal ve gönül) zengini ve riyâ korkusuyla nâfile ibadetlerini gizli yapan insanı sever” buyurmuştur.
(Müslim, Zühd, 11, III, 2277)

c) Allah Âdil Mü’minleri Sever:

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---Semmâûne li’l- kezibi ekkâlûne li’s- suht (suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â (şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bi’l- kıst (kıstı) innallâhe yuhıbbu’l- muksıtîn (muksıtîne).: Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.(Mâide, 5/42)

ALLAHu zü’l- Celâl, Kur’ân’da üç âyette adil olanları sevdiğini bildirmiştir.: Mâide, 5/42; Hucurat, 49/9; Mümtehıne, 60/8.

وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---Ve in tâifetâni mine’l- mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ ale’l- uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh (emrillâhi), fe in fâet fe aslihû beynehumâ bil adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.(Hucurat, 49/9)

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---''Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbul muksitîn(muksitîne).: Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.(Mümtehıne, 60/8)

“Adalet”, bir insanın insaflı olması, özünde, sözünde, fiil ve hükümlerinde doğru olması, her şeyi yerli yerinde yapması, dengeli davranması, haklıya hakkını, yetkili olması halinde haksıza cezâsını vermesi, iman edip salih ameller işlemesi, haram ve günahlardan sakınması anlamındadır. Adilmuksıt
insan olabilmek için iman edip salih ameller işlemek ve İslamî hükümleri uygulamak gerekir.

Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet gününde insanların Allah’a en sevimli ve meclis bakımından en yakın olanları âdil yöneticilerdir” buyurmuştur.
(Tirmizî, Ahkâm, 4, III, 617.)

Sözü ile adil olmayı teşvik etmiştir. Her konuda adil olmak Allah’ın emridir.:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zî’l- kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi vel munkeri ve’l- bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (Nahl, 16/90)

Mü’min; imanında, söz, fiil ve davranışlarında adil olmalıdır. Hele aile hayatında ve çocuklarına karşı adil olmada daha hassas davranmalıdır.
Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yukarıdaki sözlerinde bu gerçeği dile
getirmektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »


Ç-) ALLAH celle celâlihu Sabreden Mü’minleri Sever:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
Resim---“Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr (kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbu’s- sâbirîn (sâbirîne).: Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.”
(Âl-i İmrân, 3/146)

“Sabır”, sözlükte; hapsetmek, tutmak, birini bir şeyden alıkoymak ve dayanmak, anlamına gelir.”3535
(İbn Manzûr, IV, 438.)

Kur'ÂN-ı Kerîm’e göre insanın SABR etmesi EMRedilenLer ve SEVilen İnsÂN;

ALLAH celle celâlihu, İlâhî musibetlere SABR Edenleri Sever;


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
Resim---“Ve le nebluvennekum bi şey’in mine’l- havfi ve’l- cûi ve naksın mine’l- emvâli vel enfusi ve’s- semerât (semerâti), ve beşşiri’s- sâbirîn (sâbirîne).: Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”
(Bakara, 2/155)

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Resim---“Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).: Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
(Bakara, 2/156)

ALLAH celle celâlihu, kâfirlerin ezâ, cefâ ve alaylarına SABR Edenleri Sever;

لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ
Resim---“Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtû’l- kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ (kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmi’l- umûr (umûri).: Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.”
(Âl-i İmrân, 3/186)

وَمَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---“Ve mâ lenâ ellâ netevekkele alâllâhi ve kad hedânâ subulenâ, ve le nasbirenne alâ mâ âzeytumûnâ, ve alâllâhi felyetevekkeli’l- mutevekkilûn (mutevekkilûne).: "Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler."
(İbrahim,14/12)

ALLAH celle celâlihu, insanların kötülüklerine SABR Edenleri Sever;

وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
Resim---“Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bihî, ve le in sabertum le huve hayrun li’s- sâbirîn (sâbirîne).: Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (ceza verecekseniz), o taktirde onların sizi onunla cezalandırdıklarının misliyle cezalandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o (sabırları), sabredenler için daha hayırlıdır.”
(Nahl 16/126)

ALLAH celle celâlihu, SABR Edip Aff Edenleri Sever;

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).: Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) Allah’a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri sevmez.”
(Şûrâ 42/40)

ALLAH celle celâlihu Ni’metlerin şükrüne SABR Edenleri Sever;

إِلاَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ
Resim---“İllâllezîne saberû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), ûlâike lehum magfiratun ve ecrun kebîr (kebîrun).: Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.”
(Hûd 11/11)

ALLAH celle celâlihu Allah’a ibadet ve itaate SABR Edenleri Sever;

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا
Resim---“Rabbu’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetihî, hel ta’lemu lehu semiyyâ (semiyyen).: Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O’na kul ol! O’nun kulluğunda sabırlı ol! O’nun İsmi’yle isimlendirilen (bir kimse) biliyor musun?.”
(Meryem 19/65)

ALLAH celle celâlihu Harama ve yasaklara uymaya SABR Edenleri Sever;

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Resim---“Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe mea’s- sâbirîn (sâbirîne).: Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat edin, niza etmeyin (anlaşmazlığa düşmeyin), yoksa zayıf düşersiniz ve kuvvetiniz (elinizden) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”
(Enfâl 8/46)

Öfke ve sinirlenmeye karşı durmaya SABR Edip afvedenleri Sever;

وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ
Resim---“Vellezîne yectenibûne kebâire’l- ismi ve’l- fevâhışe ve izâ mâ gadıbûhum yagfirûn (yagfirûne).: Ve onlar, günahların büyüğünden ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Ve öfkelendikleri zaman affederler.”
(Şûrâ 42/37)

الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Ellezîne yunfikûne fî’s- serrâi ve’d- darrâi ve’l- kâzımîne’l- gayza vel âfîne ani’n- nâs (nâsi), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.”
(Âl-i İmrân, 3/134)

İnsanın savaş, cihad ve kötülüklerle mücadeleye karşı sabretmesi gerekir;

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ
Resim---“Em hasibtum en tedhulû’l- cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’leme’s- sâbirîn (sâbirîne).: Yoksa siz, Allah sizden cihad edenleri ve sabredenleri belli etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”
(Âl-i İmrân, 3/142)

الآنَ خَفَّفَ اللّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفًا فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّئَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُواْ مِئَتَيْنِ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌ يَغْلِبُواْ أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
Resim---“El'âne haffefallâhu ankum ve alime enne fîkum da'fâ (da'fen), fe in yekun minkum mietun sâbiratun yaglibû mieteyn (mieteyni), ve in yekun minkum elfun yaglibû elfeyni bi iznillâh (iznillâhi), vallâhu mea’s- sâbirîn(sâbirîne).: Şimdi Allah, içinizde zayıflık olduğunu bildi ve sizden hafifletti. Bundan sonra eğer sabreden 100 kişi olursa, 200 kişiye gâlip gelir ve şâyet sizden 1000 kişi olursa, Allah’ın izniyle 2000 kişiye gâlip gelir. Ve Allah, sabredenlerle beraberdir.”
(Enfâl 8/66)


Bu sayılanlara sabredebilen insan, Allah’ın sevgisine mazhar olmuştur.:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
Resim---“Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr (kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbu’s- sâbirîn (sâbirîne).: Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.”
(Âl-i İmrân, 3/146)

Resim---Peygamberimizin aleyhisselâm beyânı ile: “Sabır, ziyâdır, aydınlıktır.”
(Tirmizî, Deavât, 86, V, 536.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »


d) ALLAH Mütevekkil İnsanları Sever:

“Şüphesiz ALLAH, tevekkül edenleri sever.”


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekke’l- alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: ALLAH'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık ALLAH'a tevekkül et. Şüphesiz ALLAH, tevekkül edenleri sever.”
(Âl-i İmrân, 3/159)

“Bir işi tamamen birine havale etmek, sipariş etmek” anlamındaki “v-k-l” kökünden gelen “tevekkül” kelimesi sözlükte, “ALLAH’a güvenip bağlanmak ve O’na teslim olmak” demektir. (Rağıb, s. 531.)


Tevekkül:
İşi başkasına ısmarlamak. Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.
Mütevekkil: Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek. * Tevekkül eden. * ALLAH'a (celle celâlihu güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden.

“ALLAH’a güven, vekil olarak ALLAH yeter".:

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve tevekkel alâllâh (alâllâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve ALLAH’a tevekkül et. Ve ALLAH, vekil olarak yeter.”
(Ahzâb 33/3)

Buyuran ALLAH celle celâlihu, kendisine güvenenleri sevdiğini bildirdiği âyette şöyle buyurmuştur:
“(İstişare edip) bir işi yapmaya karar verdiğin zaman (bütün gücünle çalış), ALLAH’a (O’nun yardımına, çalışanın emeğini zayi etmeyeceğine) güven. Çünkü ALLAH mütevekkil olan insanları sever.”


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a tevekkül et. Muhakkak ki ALLAH, tevekkül edenleri (ALLAH’a güvenenleri) sever.”
(Âl-i İmrân 3/159)

“ALLAH’a tevekkül”, çalışmadan ve sebeplere sarılmadan işleri ALLAH’a havale etmek değil; insanın üzerine düşen bütün görevleri yaptıktan sonra ALLAH’ın başarılı kılacağına, rızık vereceğine, kendisini koruyacağına ve yardım edeceğine güvenmek, ALLAH’ın va’dinden dönmeyeceğine inanmaktır. Kur’ân’da, “çalışanların ücreti ne güzeldir” denildikten sonra “çalışanlar” (âmilîn) sabreden ve Rablerine tevekkül eden kimseler” olarak tanıtılmıştır.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Resim---“Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti le nubevviennehum mine’l- cenneti gurafan tecrîmin tahtihe’l- enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecru’l- âmilîn (âmilîne).: İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.”
(Ankebût 29/58)

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).: Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.”
(Ankebût, 29/59)

e) ALLAH Temizlenenleri Sever:


“Şüphesiz ALLAH, çok temizlenenleri sever.”


لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ
Resim---“Lâ tekum fîhi ebedâ (ebeden), le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbu’l- muttahhirîn (muttahhirîne).: Ebediyyen orada namaz kılma (ikâme etme). İlk günden takva üzerine tesis edilen (kurulan) mescid, orada namaz kılmak için elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi (kalbini temizlemeyi, arınmayı) seven adamlar vardır. Ve ALLAH, temizlenmiş (arınmış) olanları sever.”
(Tevbe 9/108)

ALLAH, Kur’ân’da iki âyette temizlenenleri sevdiğini bildirmiştir.
Tevbe Sûresinin 108. âyetinde; “Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. ALLAH da temizlenenleri sever” buyurmuştur ki burada söz konusu olan maddî temizliktir. Bedenin, elbiselerin, çevrenin, elle tutulur ve gözle görülür her şeyin temizliği buna dâhildir. ALLAH’ın sevgisine mazhar olabilmek için görsel temizliğe azamî titizliğin gösterilmesi gerekir.

Şu hadisler temizliğin önemini vurgulamaktadır:


Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem: “Temizlik imanın yarısıdır.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, V, 342.)

Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem: “ALLAH; iyidir, güzeldir (tayyib). İyiliği, güzelliği sever. ALLAH temizdir (nazîf), temizliği sever. Çok ikram edicidir (kerîm), ikramı sever. Cömerttir (cevad), cömertliği sever. (Ey ALLAH'ın kulları) Avlularınızı temizleyiniz.” buyurdu.(Tirmizî, Edeb, 41, V, 112.)

Kur’ân’ın “oku” emrinden sonra ikinci sırada inen âyetinde “elbiselerini temizle”emri verilmiş

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
Resim---Ve siyâbeke fe tahhir.: Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.”
(Müddessir 74/4)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
Resim---“Ve yes’elûneke ani’l- mahîd (mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fî’l- mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn (yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh (emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbu’t- tevvâbîne ve yuhibbu’l- mutetahhirîn (mutetahhirîne).: Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, ALLAH'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz ALLAH, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”
(Bakara 2/222)

Bu âyetteki temizlik, haramlardan kaçınmak yani adet halinde cinsel ilişkide bulunmamaktır. Dolayısıyla haramlara ve günahlara dalmak ma’nevi kirliliktir. Bunlardan arınmak ise temizliktir. Günahlar, insanı ma’nen kirlettiği gibi sevap olan fiiller de insanı manevi kirlerden arındırır. Kur’ân’da;
“Nefsini (şirk, küfür, nifak ve isyandan) temizleyen kurtuluşa ermiş, onu (bunlarla) kirleten ise ziyana uğramıştır.”


قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
Resim---“Kad efleha men zekkâhâ.: Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.”
(Şems 19/9)

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
Resim---“Ve kad hâbe men dessâhâ.: Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.”
(Şems 91/10)

“Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları temizleyesin”

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm (alîmun).: Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' ALLAH işitendir, bilendir.”
(Tevbe 9/103) buyrulmuştur.
ALLAH, her türlü pisliklerden ve kirlerden temizlenenleri sevdiği gibi, şirk, küfür, nifak ve isyan gibi günahlardan temizlenenleri de sever.


f) ALLAH Tevbe Edenleri Sever:

“Şüphesiz ALLAH, tövbe edenleri sever.”


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
Resim---“Ve yes’elûneke ani’l- mahîd (mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fî’l- mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn (yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh (emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbu’t- tevvâbîne ve yuhibbu’l- mutetahhirîn (mutetahhirîne).: Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, ALLAH'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz ALLAH, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”
(Bakara 2/222)

Manevî kirlerden temizlenmenin yolu, günahları terk etmek ve ALLAH’a yönelmektir. “Tövbe”, günahlardan dönmek demektir. Şirk, küfür ve nifaktan iman ederek, isyandan itaate dönerek tevbe edilir. Samîmi (nasûh) tevbe edebilmek için; günahın itiraf edilmesi, pişmanlık duyulması ve o günahın tamamen terk edilip bir daha işlenmemesi, kul hakkı varsa hakkın sahibine ödenmesi veya helallaşılması gerekir. ALLAHu zü’l- Celâl, “ALLAH tövbe edenler sever” (Bakara, 2/222)
buyurmuştur..

g) ALLAH Cihad Yapanları Sever:

“ALLAH kendi yolunda (İslam uğrunda) kurşun ile kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak savaşanları sever”

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفًّا كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ
Resim---“İnnallâhe yuhıbbullezîne yukâtilûne fî sebîlihî saffen ke ennehum bunyânun mersûs (mersûsun).: Muhakkak ki ALLAH, kendi yolunda saf bağlayarak savaşanları sever. Onlar sanki birbirine birleştirilerek kuvvetlendirilmiş binalar gibidir.”
(Saff 61/4)

“Cihad”; mü’minin, kötülüklerle mücadele etmesi, İslam’ın tanınması, bilinmesi ve yaşanması için çalışmasıdır. ALLAH cihad edenleri sever. Çünkü cihad, gerçek mü’minlerin özelliklerinden biridir.


Cihad: (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. ALLAH celle celâlihu yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'lâ, küfr-ü mutlakın ve küffarın (süfyan ve deccalın) fitnelerini def ile hâkimiyet-i Hakkı te'min eylemek.

“İman edenler, hicret edenler, ALLAH yolunda cihad edenler, mü’minleri barındıranlar ve onlara yardım edenler var ya işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bağış ve bol rızık vardır.”

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
Resim---“Vellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike humu’l- mu'minûne hakkâ (hakkân), lehum magfiratun ve rızkun kerîm (kerîmun).: İman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.”
(Enfâl 8/74)

ALLAH yolunda cihad edenler sadık mü’minlerdir: “Mü’minler; ALLAH’a ve Peygamberine iman eden, sonra şüphe etmeyen, malları ve canlarıyla ALLAH yolunda cihad eden kimselerdir. İşte ancak onlar sadık kimselerdir”

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Resim---“İnneme’l- mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh (sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn (sâdikûne).: Mü’minler ancak onlardır ki, ALLAH’a ve O’nun Resûlü’ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye düşmediler. Ve malları ve canları ile ALLAH yolunda cihad edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.”
(Hucurât 49/15)
âyeti bu gerçeğin ifadesidir.

ALLAH yolunda çalışanlar kurtuluşa ererler:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Resim---“Ellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a'zamu dereceten indallâh (indallâhi) ve ulâike humu’l- fâizûn (fâizûne).: İman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin ALLAH katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.”
(Tevbe, 9/20)

يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ
Resim---“Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naîmun mukim (mukîmun).: Rab’leri, Kendinden (O’ndan) bir rahmet ile ve bir rıdvan (razı oluş ile) ve cennetler ile onları müjdeler. Onlar için, orada devamlı (daimî) ni’metler vardır.”
(Tevbe, 9/21)

خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), innallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).: (Onlar), orada ebedî (sonsuz) kalıcıdırlar. Muhakkak o ALLAH ki; O’nun katında, ecrul azîm (büyük bir ecir, bedel) vardır.”
(Tevbe, 9/22)

“ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla çalışanlar derece bakımından üstündürler.”.:

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---“Lâ yestevîl kâıdûne mine’l- mu’minîne gayru ulîd darari ve’l- mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhu’l- mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâ’l- kâidîne dereceh (dereceten). Ve kullen vaadallâhul husnâ. Ve faddalallâhul mucâhidîne alâl kâıdîne ecran azîmâ (azîmen).: Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile ALLAH’ın yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. ALLAH, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, oturanların üstünde faziletli kıldı ve ALLAH hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve ALLAH mücahitleri, oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.”
(Nisâ 4/95)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: SEVGİ ve DOSTLUK

Mesaj gönderen nur_umim »

ğ) ALLAH Mü’minlere Karşı Alçak Gönüllü Olanları Sever:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu', Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”
(Mâide 5/54)

Bu âyette ALLAH, mü’minlerin birbirlerine ve mü’min olmayanlara karşı nasıl bir tavır içerisinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Mü’minler birbirlerine karşı kibirli değil, mütevâzî olurlar. Kâfirlere karşı vakur ve onurlu davranırlar, mü’min olmanın şeref ve haysiyetini taşırlar. ALLAH böyle davrananları sevdiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi Kur’ân’da ALLAH’ın; muhsin, muttakî, âdil, sabırlı, mütevekkil, temiz, tövbekâr, ALLAH yolunda çalışan ve mü’minlere karşı alçak gönüllü olan mü’minleri sevdiği bildirilmiştir.

2. 2. HADİSLERDE BİLDİRİLENLER:

Âyetlerde ALLAH’ın sevdiği insanlar bildirildiği gibi, hadislerde de ALLAH’ın hangi davranışı sergileyenleri sevdiği bildirilmiştir.
“ALLAH’ın sevdiği ve çok sevdiği” insanlar hadislerde ayrı ayrı zikredilmiştir. Şimdi bunları görelim.:


a) ALLAH’ın En Çok Sevdiği İnsanlar:

a) İyi Geçimli Mü’minler:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ahlâken, sizin ALLAH’a en sevimli olanınız, halk ile iyi geçinenler ve kendileriyle iyi geçinilen yumuşak huylu olanlardır.” buyurmuştur.

(Beyhakî, Şabü'l-Îmân, VI, 232, 234; No: 7983, 7988; bk. Münzirî, III, 410)

Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle insanlarla iyi geçimli ve yumuşak huylu olmayı teşvik etmektedir.

b) İnsanlara Faydalı Mü’minler:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların ALLAH'a en sevimli olanları insanlara en faydalı olanlarıdır." buyurmuştur.
(İbn Hıbbân, III, 209; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, X, 105; Münzirî, III, 394.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların ALLAH’a en sevimli olanı iyâline (eşine, çocuklarına, yakınlarına ve bütün insanlara) en faydalı olanıdır.” buyurmuştur.
(Ebû Ya'lâ, Müsned, VI, 106; Beyhakî, Şuabü’l-İman, bk. Münâvî, I, 174. No: 217; Aclûnî, I, 34.)

“İyal” kavramına aile fertleri ve bütün insanlar dâhildir. Şu rivâyetlerde bu husus açıkça geçmektedir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Halkın hepsi ALLAH’ın iyâlidir. Onların ALLAH’a en sevimli
olanları iyâline en faydalı olanıdır.”
buyurmuştur.

(İbn Hıbbân, III, 209; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, X, 86; Ebu Ya'la, VI, 106; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâîd, I. 377.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Halk, ALLAH'ın iyâlidir. Halkın ALLAH'a en sevimli olanı ALLAH'ın iyâline iyilik edenidir." buyurmuştur.
(Şâşî, Müsned, I, 419.)

Diğer bir rivâyet şöyledir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların ALLAH’a en sevimli olanları insanlara en faydalı
olanlarıdır.”
buyurmuştur.

(Beyhakî, fiuabü'l-Îmân, No: 1924; İbn Hibban, II, 309; Aclûnî, I, 54; Münzirî, III, 394; Heysemî, I, 377; Münavi, I, 174.)

“Halka faydalı olmak”; onlara maddî ve manevî yardımda bulunmaktır. “Aile fertlerine faydalı olmak” ise onların yeme, içme, giyinme, barınma, sağlık, eğitim, öğretim vb. ihtiyâçlarını karşılamaktır.

c) Bedenen Kuvvetli Mü’minler:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve ALLAH’a daha sevimlidir. (Ancak) her mü’minde hayır vardır.” buyurmuştur.

(İbn Mâce, Mukaddime, 10, Zühd, 14, I, 31; Müslim, Kader, 34.)

Bu sözü ile Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mü’minleri dinç, kuvvetli ve sağlıklı olmaya teşvik etmektedir. Sağlıklı ve kuvvetli mü’min; kendine, ailesine, dinine, vatan ve milletine daha faydalı olur.

ç) Ahlâkı En Güzel Mü’minler:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Güzel ahlâk”; Kur’ân ve Sünnete uygun hareket etmek, güler yüzlü olmak, insanlara iyilik etmek ve onlardan ezâyı, sıkıntı ve kötülükleri önlemektir.” buyurmuştur.
(Tirmizi, Birr, 62. IV, 363.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH'ın kullarının ALLAH'a en sevimli olanları, ahlâkı en güzel olanlarıdır." buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuabü'l-iman, No: 1924; bk. Süyûtî, I, 38, No: 218.)

Resim---“ALLAHu zü’l- Celâl’a kulların en sevimli olanı kimlerdir?” diye sorulan bir soruya Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ahlâken en güzel olanlarıdır” cevabını vermiştir.
(İbn Hıbbân, bk. Münzirî, III, 408.)

Ahlâkı güzel olanlar Peygamberimize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de en sevimli olanlardır. Şu hadis bunun ifadesidir:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet gününde sizin bana en sevimli ve meclis bakımından en yakın olanınız ahlâken en güzel olanınızdır.” buyurmuştur.

(Tirmizî, Birr, 71, IV, 370.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet günü mü’minin mizanında hiçbir şey güzel ahlâktan daha ağır değildir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, 62, IV, 362.)

Kişinin inanç, söz, fiil ve davranışlarında Kur’ân ve Sünnete uygun hareket etmesi ahlâktır.
Resim---Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur.

(Mâlik, Huluk, 8.)

Resim--- “İmanın en fazîletlisi hangisidir?” Sorusuna, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Güzel ahlâktır” cevabını vermiştir.
(İ. Ahmed, Müsned, IV, 385.)

ALLAHu zü’l- Celâl Kur'ÂN-ı Kerîmde:

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).: Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.”
(Kalem 68/4)

Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkı, Kur’ân ahlâkı idi.
(Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 139, I, 512.)

d) Cömert Mü’minler:

Cömert olmak ALLAH celle celâlihu’nun emridir:

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Ve onlardan önce (Medine’yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.”
(Haşr 59/9)

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından korunursa; işte onlar, felah bulanlardır.”
(Teğabün, 64/16)

Nefsin cimriliğinden kurtulmak, önemli bir iştir. Çünkü nefisler, cimriliğe hazırdır, insanın mayasında cimrilik vardır.

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim---Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan). Ves sulhu hayr(hayrun). Ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha). Ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).: Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan veya ondan yüz çevirip uzaklaşmasından korkarsa, barış ile aralarını bulup düzeltmekte ikisi için sakınca yoktur. Barış daha hayırlıdır. Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”
(Nisâ, 4/128)

Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şu sözleriyle cömert olmayı teşvik etmiştir:
Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Cömert, ALLAH’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise; ALLAH’a uzaktır, insanlara uzaktır, cennete uzaktır, cehenneme yakındır. Cömert cahil, cimri âbidden ALLAH’a daha sevimlidir.” buyurmuştur.

(Tirmizî, Birr, 40, IV, 342.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“İki haslet vardır ki mü’minde birleşmez. Cimrilik ve kötü ahlâk.” buyurmuştur.
(Tirmizi, Birr, 41, IV, 343.)

Muhtaç insanlara yardım etmek, müslümanın imanının gereğidir:
Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyâcını karşılarsa ALLAH da onun bir ihtiyâcını karşılar. Kim müslümanın bir sıkıntısını giderirse ALLAH da kıyamet günü onun sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir.”

(Buharî, Mezâlim, 3, III, 98)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Kim zor durumda olanın işini kolaylaştırırsa ALLAH da onun dünya ve âhirette işini kolaylaştırır.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 38, III, 2074; Ebu Dâvud, Edeb, 68, V, 235; Tirmizî, Birr, 19, IV, 326.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Kul, Müslüman kardeşinin yardımında bulundukça ALLAH da onun yardımında bulunur.”
(Müslim, Zikir, 38, III, 2074; Ebu Dâvud, Edeb, 68, V, 235; Tirmizî, Birr, 19, IV, 326)

Bu hadisi şerifler müslümanların birbirleriyle yardımlaşmalarını teşvik etmektedir. İnsanlara yardım edenlere ALLAH’ın yardım edeceğini ve onları seveceğini bildirmektedir. Dolayısıyla ALLAH’tan yardım görmek isteyen ve ALLAH’ın sevgisini kazanmak isteyen kimse insanlara, özellikle darda ve sıkıntıda olanlara yardım etmelidir.
Hadislerde iyi geçimli, insanlara faydalı, güçlü, ahlâklı ve cömert mü’minleri ALLAH'ın çok sevdiği bildirilmektedir. Bu nitelikler, tamamen sosyal ilişkilere yöneliktir. Ferdin huzurlu olması, aile ve toplumun huzurlu olmasına bağlıdır. ALLAH ve peygamberi, İslam toplumunun mutlu ve huzurlu olmasını istemekte, bu nedenle hadislerde sosyal ilişkileri iyiye götürecek davranışları teşvik etmektedir.
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön