MAKAM-ı İBRAHÎM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

MAKAM-ı İBRAHÎM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

MAKAM-ı İBRAHÎM

Dr. Selman Kuzu

Makam-ı İbrahim, Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın Kâbe’yi inşa ederken, örülen duvarın boyunu aşması üzerine, üstüne çıkıp inşaatı devam ettirdiği taş olarak bilinmektedir. Bu taş, Kâbe’nin inşası esnasında iskele olarak kullanıldığı için üzerinde zaman içinde Hz. İbrahim’in ayak izleri oluşmuştur. Bir görüşe göre de bu taş, Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın insanları hacca çağırmak için üzerine çıktığı taştır. Aslında Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın, her iki durumda aynı taşın üzerine çıkmış olması da muhtemeldir. Hatta bu konudaki başka rivâyetlerin varlığı da gösteriyor ki Hz. İbrahim, başka zamanlarda da bu taşı kullanmış, onu bir kenara kaldırmamıştır. Bu mübarek taş, Hz. İbrahim’e bazen bir iskele bazen bir kürsü bazen bir minber olmuştur. Zirâ bu taş her ne kadar görünürde bir taş olsa da hakikatiyle Cennet’tendir. Peygamber Efendimiz aleyhisselâm bir hadislerinde şöyle ifâde etmektedir:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Rükn (Haceru’l- Es’ad) ve Makam-ı İbrahim Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” buyurdu.
(Tirmizî, Hac 49)

Bütün bu ve benzer rivâyetler, o günden bugüne bölgede yaşayan halk tarafından buranın Hz. İbrahim’in makamı olarak tanındığını da göstermektedir. Bugün bu taş ve üzerindeki mübarek izler bir camekân içinde muhafaza edilmektedir. Kâbe’nin kapısının olduğu tarafta Kâbe’ye 15.40 metre uzaklıktadır. Hafif sarı ve kırmızı karışımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 santimetredir. Kenar uzunluklarından biri 38, diğerleri 36’şar santimdir. Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın ayak izlerinin bu taş üzerinde dünden bugüne devam ettiğini bir kasidede Ebu Talib şöyle dile getirmiştir:

İbrahim’in taş üzerindeki ayak izleri hâlâ yeni,
Ayakları yalınayak, giymemişti hiçbir şeyi…

(İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Bakara, 2/125. âyetin tefsirinde)

Hz. İbrahim’in bu taş üzerindeki ayak ve parmak izleri daha net ve belliydi. Fakat insanların ona teberrüken dokunup ellerini sürmelerinden dolayıdır ki zamanla bu izler silinmeye yüz tutmuştur. Hâlbuki Hacer-i Esved’e dokunup öpmek tavsiye edildiği hâlde bu makama dokunmak veya el sürüp-öpmek tavsiye edilmemiştir. Dolayısıyla bugün Hz. İbrahim’in ayak izlerini taşıyan bu taşın muhafazası için yapılmış camekâna dokunmak veya onu öpmek doğru değildir. Bu kutlu makam da Hz. İbrahim’e karşı sevgi ve saygımızı, Efendimiz’le beraber ona da salât u selam getirerek ifâde etmeliyiz.

Genel olarak bu bilgileri verdikten sonra şimdi şu hususları açıklamaya çalışalım. Makam-ı İbrahim, Kur’ân-ı Kerim’de nasıl geçmektedir ve Makam-ı İbrahim neresidir?
“İbrahim’in makamını namazgâh edinin.” âyetinde geçen “Musalla” yani namazgâh kelimesiyle ne kastedilmektedir?
Makam-ı İbrahim’de bulunmanın anlamı nedir ve bugün bizim için taşıdığı manalar nelerdir?.


Kur’ân-ı Kerim’de Makam-ı İbrahim:


Makam-ı İbrahim ifâdesi Kur’ân-ı Kerim’de 2 defa geçmektedir. Âyet-i kerimede Kâbe’nin yeryüzünde Allah adına inşa edilen ilk ev olduğu, insanlar adına bir hidâyet, feyiz ve bereket kaynağı olduğu belirtilirken aynı zamanda orada Makam-ı İbrahim’in de bulunduğu özellikle nazara verilmektedir:
“İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekke’deki Kâbe olup pek feyizlidir, insanlar için hidâyet rehberidir. Orada apaçık alâmetler, deliller ve ayrıca İbrahim’in makamı vardır…”

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
"İnne evvele beytin vudia li’n- nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden li’l- âlemin (âlemîne).: Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke'de (Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir.” (Âl-i İmrân 3/96)

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
"Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm (ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ (âminen), ve lillâhi ale’n- nâsi hiccu’l- beyti menistetâa ileyhi sebîlâ (sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani’l- âlemin (âlemîne).: Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).” (Âl-i İmrân 3/97)

Burada, açıkça anlaşıldığı gibi Kâbe ve çevresinde Allah’ın varlığına, birliğine ve ibadetin sadece O’na yapılacağına ait pek çok deliller, apaçık alâmetler vardır. Aynı zamanda o deliller kadar önemli bir şey daha vardır. O da Makam-ı İbrahim’dir. Bir yönüyle Kâbe, tevhidin sembolü, Makam-ı İbrahim de kulluğun remzidir. Kâbe imanın, tevhidin, Makam-ı İbrahim de amelin sembolüdür. Ayağa kalkıp Allah huzurunda Hz. İbrahim gibi el pençe divan durmanın sembolüdür. Kıyamın en güzel örneklerine sahip Hz. İbrahim’in yanı başında ve onun iniltilerine şahit bu özel mekânda, İbrahim’ce bir duruş ortaya koyabilmenin pratiğinin yapılacağı hususi bir alandır.

Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer radiyallahu anhu, bir gün Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamla birlikte bu makamı ziyaretlerinde şöyle bir istekte bulunmuştur: “Ey Allah’ın Resûlü, bu atamız İbrahim’in makamı değil midir? Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ‘Evet’ cevabını verdi. Hz. Ömer de: ‘Biz orayı Namazgâh edinemez miyiz?’ diye sorunca da Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): ‘Bununla emrolunmadım.’ dedi. O gün henüz sona ermemişti ki bu konuda şu âyet-i kerime nazil oluverdi: İbrahim’in makamını Namazgâh edinin.” (Bakara Sûresi, 2/125)
(Buharî, Salat 32; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 24)

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
"Ve iz cealnâ’l- beyte mesâbeten li’n- nâsi ve emnâ (emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye li’t- tâifîne ve’l- âkifîne ve’r- rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Ve Biz beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm’in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)’a ve İsmail (a.s)’a: “Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim’i temiz tutsunlar.” diye ahdettik.” (Bakara 2/125)

Bu âyet de Makam-ı İbrahim’le ilgili Kur’ân’da geçen ikinci âyettir.
Şimdi ilk âyetimizde geçen “…Orada apaçık alâmetler ve deliller, İbrahim’in makamı vardır…” âyetini anlamaya çalışalım.


Kâbe’de Bulunan Aşikâr Deliller ve Makam-ı İbrahim:

Kâbe’de bulunan apaçık deliller nelerdir ve bunların Makam-ı İbrahim’le bir ilişkisi var mıdır? Bu münasebetin tespiti için âyette geçen “ فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ - Orada apaçık alâmetler vardır…..” ifâdesini tahlil etmek faydalı olacaktır. Âyetteki “apaçık alâmetler”, müfessirler tarafından iki şekilde anlaşılmıştır:

1-) Alâmetlerden kastedilen; korkan kimsenin kendisini Kâbe’de emniyette hissetmesi, bazı hastaların Kâbe’de şifâ bulması, ona saygısızlık edenin peşinen cezalandırılması ve orayı harap etmeye niyet eden fil ordusunun helak edilmesi vb. gibi hususlardır. Yoksa âyet-i kerimede, “âyât” kelimesinin izahı açıkça yer almamıştır. Buna göre âyetteki, “…Orada İbrahim’in makamı vardır…” tabirinin, “Âyatun beyyinat” ile yani “apaçık alâmetler” tabiriyle bir ilgisi yoktur. Bu taktirde âyetin manası şöyledir: “Orada apaçık âyetler vardır. Bununla beraber orası, Hz. İbrahim’in makamı, mekânı, seçtiği yer ve Allah’a ibâdet ettiği yerdir.” Çünkü bütün bunlar, kendisi ile şeref, saygı ve değer kazanılan özelliklerdendir.

2-) İkinci görüş ise, ilk kanaatin tam aksine; “âyât” lafzının açıklaması bizatihi âyetin içinde yer almaktadır. Bu da “Makam-ı İbrahim” tabiridir. Yani, “O âyetler, Makam-ı İbrahim’dir.”

Evet, Makam-ı İbrahim, birçok âyeti ihtiva eder. Çünkü sert bir kayada ayağının iz bırakması bir âyet, ayağının bir taşa topuğuna kadar gömülmesi bir başka âyet, o kayanın bir kısmı yumuşarken diğer kısımlarının sertliğini muhafaza etmesi de diğer bir âyettir. Çünkü o taşın, sadece Hz. İbrahim’in ayaklarını koyduğu kısmı yumuşamıştır. Hem diğer peygamberlerin mucizelerinin değil de, müşrik ve mülhitlerin onca düşmanlığına ve tabii âfetlere rağmen binlerce yıl Makam-ı İbrahim’in Hz. İbrahim’e has bir yer olarak muhafaza edilmiş olması da bir başka âyettir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki bu iki “âyet”in zikredilip âyetlerin daha çok olduğuna delâlet etmesi için diğer âyetlerin zikredilmemiş olması da düşünülebilir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: “Onda apaçık birçok âyet vardır: Makam-ı İbrahim, ona girenin emin oluşu ve bunların dışında daha birçok âyet.”
(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Fahreddin Razî, et-Tefsiru’l-Kebir, (Bakara, 2/125. âyetin tefsirinde)
Kullanıcı avatarı
çilekeş
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 154
Kayıt: 04 Ağu 2011, 18:34

Re: MAKAM-ı İBRAHÎM

Mesaj gönderen çilekeş »

Resim

Makam-ı İbrahim Nerededir?.:


Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin hemen yanı başındaki kubbemsi bir mahfaza içinde muhafaza edilen taş ve onun bulunduğu yer mi yoksa farklı bir alan mıdır? Bu konuyu araştıran âlimlerimiz, Makam-ı İbrahim’in neresi olduğu hususunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.

1-) Hz. İbrahim’in aleyhisselâm üzerine çıktığı taşın yeridir. ALLAH celle celâlihu, taşın üzerine bu izleri bırakmayı, onun mu’cizelerinden biri olarak yaratmıştır.
2-) Hz. İbrahim’in makamı, Harem bölgesinin tamamıdır.
3-) Makam-ı İbrahim, Arafat, Müzdelife ve şeytan taşlama yerleridir.
4-) Hac ibadetinin yapıldığı mekânların tamamı Hz. İbrahim’in makamıdır. Ancak bu konuda âlimlerin genel kanaati ise birinci görüşün daha isabetli olduğudur.
(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Fahreddin Razî, et-Tefsiru’l-Kebir, (Bakara, 2/125. âyetin tefsirinde)
Zirâ kelime manası itibariyle de düşündüğümüzde “makam”, ayağa kalkılan, ayakta durulan yer manasına gelmektedir. (Fîruzabadî, Besâir, 4/310)

Kaldı ki bu isim örfte de bu belli yere hastır. Dünden bugüne bir insan, Mekke’de her hangi bir Mekkeliye Makam-ı İbrahim’i sorsa, o kimse ona, bu yerden başka bir yer göstermez ve başka bir şey de anlamaz. Uygulama olarak da Peygamber Efendimiz’in, tavafı bitirdikten sonra tam bu mekâna geldiğinde “وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى ” âyetini okuması, harem içinde özellikle bu mekânın âyette geçen “makam” olduğunu açıkça gösterir. Bundan dolayıdır ki Allah Resulü iki rek’atlık tavaf namazını da bu makamın arkasında kılmıştır. Hz. Ömer’in (radiyallahu anhu) de Makam-ı İbrahim’in yanında, Peygamberimize: “burayı Namazgâh edinsek nasıl olur” demesi bu kanaati teyit etmektedir. Son olarak burada şu noktayı da belirtmek gerekir ki zaten bütün Mescid-i Haram, Namazgâh’dır. Her yerinde namaz kılınabilir. Dolayısıyla âyette geçen Makam-ı İbrahim’den maksat belli özel bir mekân olmasaydı, “Mescidi, mescid edinin.” denilmesinin bir anlamı olmazdı.


Musallâ (Namazgâh)’dan Maksat Nedir?.:

وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى âyet-i celîlesinde gecen “مُصَلًّى” yani “Namazgâh” ifâdesiyle neyin kastedildiği hususunda âlimlerimiz farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Razî bu görüşleri şöyle özetlemektedir:

a-) Musallâ, dua edilecek yer demektir. Bunu söyleyenler bu kelimenin “dua etmek” anlamında, “صَلَّى” lafzından geldiğini söylemektedirler. Nitekim Cenâb-ı Hak, bu manada,

“ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا - Ey iman edenler! Siz de ona dua edin ve tam bir içtenlikle selam verin.” (Ahzâb Sûresi, 33/56) buyurmuştur. “Musallâ”yı bu manada aldığımızda, o zaman mana “Makam-ı İbrahim’i dua yeri edinin.” demek olur.

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
"İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alân nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzâb 33/56)

b-) Bir diğer tefsire göre “Allah Teâlâ bu ifâde ile kıble manasını kastetmiştir.” Bu, Allah tarafından ümmet-i Muhammed’e, Hz. İbrahim (aleyhisselâm)’in makamını Namazgâh edinmeleri için verilen bir emirdir. O zaman mana itibarıyla âyetin takdiri de şöyle olur: “Biz o Beyt’i şereflendirip insanların sevap kazanacağı ve emniyette olacağı bir yer olarak vasıflandırdığımız için ey ümmet-i Muhammed! Orayı kendinize kıble edininiz.”
(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Fahreddin Razî, et-Tefsiru’l-Kebir, (Bakara, 2/125. âyetin tefsirinde)

c-) Bu konuda bir başka yorum da şöyledir: Allah, o mekânda insanların namaz kılmalarını emretmesi “musallâ”dan kastedilen anlamın, namazın eda edildiği yer olduğunu göstermektedir. Bu görüş âlimlerimiz tarafından daha isabetli kabul edilmektedir. 62.
(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Fahreddin Razî, et-Tefsiru’l-Kebir, (Bakara, 2/125. âyetin tefsirinde)

Zirâ Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm), bayram namazlarını musallâda kılardı.
(Bkz. İbn Mace, İkametu’s-Salat 164; Buharî, Salat 90, 92; Müslim, Salat 245; Ebu Davud, Salat 102)

Yine Hz. Peygamberimiz (sallâllahu aleyhi vesellem), Üsâme b. Zeyd’e (radiyallahu anhu) “Musallâ, senin önündedir.” buyurmuş, bu ifâdeyle namaz kılınacak yeri kastetmiştir. Dolayısıyla bir şehrin musallâsı, içinde dua edilen yer değil namaz kılınan yerdir. Zaten “salât” lâfzı mutlak olarak zikredildiği zaman dua değil, rükû ve secdesiyle eda edilen namaz akla gelir. Bu hususa, Hz. Peygamber’in (aleyhisselâm.), Makam-ı İbrahim’i Namazgâh edinmeyle ilgili âyeti okuduktan sonra burada namaz kılmış olması da delâlet eder. Elhasıl, Makam-ı İbrahim’in musallâ olması, duaya, namaza ve Allah’a yaklaşmaya mahal kılınması manasına gelmektedir.


Makam-ı İbrahim’de Namaz Kılmak.:

Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm), veda haccında Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Makam-ı İbrahim’in arkasında iki rekat namaz kılmış ve ilk rekatında “Makam-ı İbrahim’i Namazgâh edininiz.” âyetini okumuştur. (Buharî, Salat 30)
Dolayısıyla gerek farz, gerek vacip, gerekse nafile tavaf olsun her tavaftan sonra iki rekat tavaf namazı kılmak vacip, Şafiî ve Hanbelilere göre de sünnettir. Kerahet vakti değilse tavafın hemen peşinden hiç ara vermeden bu namazı kılmak müstehabdır. Daha sonra kılınsa da eda edilmiş olur. Fakat arada tavaf namazını kılmadan peş peşe tavaf yapmak ise mekruhtur. Bu namazı Peygamberimizin yaptığı gibi Makam-ı İbrahim’in arkasında kılmak sünnettir. Ancak orada kalabalıktan veya sıkışıklıktan dolayı yer bulunmazsa mescidin içinde herhangi bir yerde kılınabilir. Zirâ bir görüşe göre Mescid-i Haram’ın her tarafı Makam-ı İbrahim’dir. Özellikle Makam-ı İbrahim’de kılmak isteyenler ise tavafı aksatmama ve insanlara eziyet vermeme adına Makam-ı İbrahim hizasında ona en yakın olabilecekleri bir yerde namazlarını eda edebilirler.

Makam-ı İbrahim’in namaz kılmak için özel bir mekân olarak seçilmesinin pek çok hikmetleri olabilir. Bu paye, Allah’ın Hz. İbrahim’e bir ikramı, bizden de onun emrine bir itaat ve şeâire saygı duymanın gereğidir. İbnu’l-Cevzî, Hz. Ömer’in, Hz. İbrahim’in makamının Namazgâh olmasını arzu etmesini şöyle açıklamaktadır: “Hz. Ömer, “ اِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماً– Seni insanlara imam yapacağım.” (Bakara Sûresi, 2/124) ve yine “ ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ - Sonra da sana vahyettik ki: Doğru yola yönelerek İbrâhim’in dinine tâbi ol; zirâ o müşriklerden değildi.” (Nahl Sûresi, 16/123) âyetlerini işitince, diğer dinler hariç, sadece onun dinine uymanın da meşru olacağını düşündü. Bunun üzerine buranın Namazgâh edinilmesini, onun sünnetine tâbi olmanın bir vesilesi olarak gördü. Dolayısıyla Allah Resûlü’ne böyle bir teklif getirdi.” (Aynî, Umdetu’l-Karî, 4/145)

وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ
"Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun (etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ (imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve İbrâhîm’i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet (imtihan) tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm a.s): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zâlimler nail olamaz.” buyurdu.” (Bakara 2/124)

ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfen, ve mâ kâne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: Sonra da Sana “hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (a.s)'ın dînine tâbî olmayı” vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.” (Nahl 16/123)

İbnu’l-Cevzî bu açıklamasına ilave olarak, Hz. Ömer’in şöyle düşünmüş olabileceğini de belirtiyor: “Hz. Ömer, Kâbe’nin Hz. İbrahim’e izafe edildiğini görünce, Makam’daki ayak izlerini, tıpkı bir binanın mimarının ölümünden sonra hatırlanması için inşa ettiği yapının üzerine kendi ismini yazması gibi olduğunu düşündü.
Ve burada namaz kılmayı, tavaf eden kimsenin tavaf esnasında bu evi inşa edenin ismini okuması gibi bir manaya geldiği kanaatine vardı.” (Aynî, Umdetu’l-Karî, 4/145)

Gerçekten Kâbe’yi tavaf eden herkesin Makam-ı İbrahim’in yanından geçerken Hz. İbrahim’i hatırlamaması, onu da duaları arasında anmaması mümkün değildir. Onu hatırlar, ona da selam verir ve onunla irtibata geçeriz. Zaten Hz. İbrahim aleyhisselâm milletinden olan bizler için hacca gitme, Kâbe’yi tavaf etme, menasik-i haccı yerine getirme, bir yönüyle de Hz. İbrahim aleyhisselâm ile irtibat kurmamıza vesile olacaktır. Zirâ ‘Biz Allah’ın kuluyuz. Hz. Muhammed aleyhissalâtü vessalâmın ümmetiyiz. Hz. İbrahim aleyhisselamın milletindeniz.’ Bunu demekle putperestliğe girmemek suretiyle temiz kaldığımızı, yani hanîf olduğumuzu ifâde ederiz. Bu yol bize Kur’ân’ın gösterdiği bir yoldur: “Hep iyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip bir de İbrahim’in tevhid dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisâ Sûresi, 4/125)

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
"Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ (halîlen).: Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.” (Nisâ 4/125)

Evet, hullet kahramanı sayılan Hazreti Halîl, kendinden sonra gelenlere pek çok yönüyle hem bir örnek, hem rehber, hem de gönülleri belli noktada toplayabilen câmi bir zattır. Dinin özünde ve ruhunda bütün haleflerine de imamdır. O, ilâhî ahlâkla tam ahlâklanmış, geçmiş bütün enbiyânın medâr-ı fahrı olabilecek bir ufka ulaşmıştır. Dolayısıyla O, “وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي اْلآخِرِينَ - Gelecek nesiller arasında hayırla anılmayı nasip eyle bana.” (Şuarâ Sûresi, 26/84) âyetinin mazmununca, Müslümanlar nezdinde hep bir yâd-ı cemîl olarak anılmaya ve arkadan gelenler arasında da dualarla yâd edilmeye layık hullet’in en parlak simasıdır. Aslında o, seçkinlerden bir seçkin hüviyetiyle seleflerinin bir semere-i nuraniyesi ve haleflerinin de -hususiyle de Sultanu’r-Rusül’ün- münevver bir çekirdeği olması açısından farklı bir konuma hâizdi ve ona göre de mükemmel bir duruşa sahipti.

İşte âdeta Makam-ı İbrahim, bütün bir insanlığa örnek bu mükemmel ve sağlam duruşun, kıyamete kadar bir alâmet ve nişanesi olarak Metaf (Kâbe’nin etrafında tavaf edilen yer)’a vurulmuş bir mühür gibidir. Manası ne olursa olsun biz, ister Makam-ı İbrahim’de, isterse “Hac ibadetinin eda edildiği bütün mekânlar Makam-ı İbrahim’dir” anlayışı çerçevesinde, hac ve umre vazifesini yerine getirirken Hz. İbrahim’le bir irtibat kurar; imkân varsa namazımızı hemen onun yanı başında kılar ve âdeta İbrahimleşiriz. Varlığa Hazreti İbrahim ufkundan bakar, onun vilâyet yörüngesinde seyahat eder. Her şeyi âli bir manzaradan mahrûtî temâşâya alıyormuşçasına iç içe intizamlı ve birbiriyle sımsıkı irtibatlı olarak her şeyin aynı mânâyı seslendirdiğini, aynı hakikate göndermede bulunduğunu, nizam, intizam ve ahenk diliyle bütün bir kâinatın “Allahu Ehad” dediğini duyar ve küllî bir şehadete muvaffak oluruz. Bedenimizle Makam-ı İbrahim’de olsak bile, kalb ve ruh ufku itibarıyla yaşayacağımız bu miraçla, yedinci kat semada âdeta O hullet kahramanının huzurunda bir ziyaret gerçekleştiririz. Hayatımızda bize verilen görünen ve görünmeyen sonsuz nimetler yanında bu özel lütfu da minnetle karşılar ve en külli şükür, namazla taçlandırırız.

وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
"Vec’al lî lisâne sıdkın fî’l- âhırîn (âhırîne).: Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).” (Şuarâ 26/84)

Elhasıl, Makam-ı İbrahim, Mescid-i Haram’ın en şerefli en değerli yerlerinden biridir. Ulu’l-Azm bir peygamberin ayaklarını bastığı taş, bir makama dönüşmüştür. Kur’ân’da, bu makamın Allah’ın âyetlerinden bir âyet olduğu belirtilmiş ve Namazgâh edinilmesi açıkça ifâde edilerek, inananlar için bir feyiz ve bereket kaynağı olarak gösterilmiştir.
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön