SABIR TEVEKKUL VE AFFIN HAKIKATI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

SABIR TEVEKKUL VE AFFIN HAKIKATI

Mesaj gönderen Gariban »

Kitabın orijinal adı:SOHBETLER(Ken'an Rifai Hz.den)
Alıntı: Sayfa 22-23

Bugün Avukat Mustafa Rıza Efendi (eski istanbul kadılarından bir zat) geldi. Söz arasında bir arkadaşının, kelam ilmine göre Cenab-i Hakk'ın ancak sıfatını bilebileceğimizi zâtını ise bilemeyeceğimizi söylediğinden bahsetti. Kendisinin ise bu arkadaşa; Cenab- Hakk'ın sıfatını dahil bilemediğimiz, cevabını verdiğini ilave etti ve mesela şu asırda Hakk'ın sıfatından olan sabır kemaliyle tecelli ettiği halde aklımız bunu bile kavrayamıyor. Allah'ın halifesi olan ehlullah kendilerine reva görülen her türlü muameleye sabrediyor. Amma benim havsalam bu işi almıyor, dedi.

Riza efendiye cevap verdim, dedim ki:
ALLAH'ın sıfatları ile bu oluş, bu dünya alemindeki sıfat bir değildir. Kendisine, hali üzerindeki günesi gösterdim ve: Bu nedir, güneşin kendisi mi? Hayır şuaı. Fakat buna rağmen yine de güneş diyoruz. Halbuki güneşin aslına gözün bile tahammül etmez. Şuaının içinde ise yüzüyorsun. Işte hakikat ve oluş. Işte ALLAH'ın sıfatı ile ondan bir şule olan insandaki sıfat arasındaki fark!

Rivayet olunur ki Muhiddin -i Arabi Hazretleri zindanda iken hayranlarından biri sürüne sürüne gelerek hazrete , tevekkül, kanaat, sabır ve affın hakikatlerini sorar.

Hazret-i Muhiddin: Yarın gel de birincisine cevap vereyim! buyurur ve o zat, birinci müşkülune cevap almak üzere zindana geldiği zaman Muhiddin Hazretleri'nin bir kuru ekmeği yemekte olduğunu görür. Çok üzülerek bu derede sabrının sebebini sorar. İşte o esnada hazretin bir işaretiyle bir alem açılır ve mükellef sofraların kendisi için hazırlanmış olduğunu görür. O zaman hazret; o zata hitap ederek: Elimizin altında neler olduğunu gördün mü? Amma bizi buraya gönderen Hak'tır. Zindanda da yenen gıda ise bu kuru ekmektir. Onun için halimizin ve mevkimizin icapları hilafına hareket etmeyiz. Hak'tan gelene tevekkül eder ve sabreyleriz, buyurur.

İkinci gün o zat yine zindana gelir. Bu defa da hazreti zincirler içinde görür ve teessür ile düşünürken Muhiddin Hazretleri'nin zincirlerini silkeleyip parçaladığını ve önlerinde güzel bir sahil belirdiğini bir kayığın ise kendisini kaçırmak üzere hazir beklediğini görür. Hazret bu tekliği de reddeder.

Üçüncü gün o zat tekrar zindana geldiğinde Hazret-i Muhiddin'in vefat etmiş olduğu haberini alarak ağlaya ağlaya evine döner.

O gece rüyasında, alem-i haşri görür. Hazret-i Muhiddin 'i zindana koymaya sebep olan kimselerin zincirlere bağlı olarak cehenneme sevkedildikleri hazretin ise bunların arkasından koşarak:


Ya Rabbı, bunlar benden evvel cennete girmedikçe, ben senin cennetine girmem!

diye yalvararak onları şefaat ve affına mazhar ettiğini görür. Işte o zaman kendisini zindanda ziyaret edip sual şormuş olan zata dönerek:

Gördün mü oğlum, bu da affın hakıkatıdır! der...

HALİM CAN'a armağanımdır

Selam Sevgi ve Muhabbetle
Cumamız mübarek olsun
Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Sevgili Barbaros Kardeşim, bu değerli armağanın için canı gönülden teşekkür ederim.

Yazının içeriği ayrı güzel... ancak daha güzel olanı, senin gönlünün güzel gördüğünü bana sunmuş olman.

Düşünmek lâzım, bilmediğimizi düşündüğümüz nice şeyleri anlamak için kafa yorarken, anlamaya çalışırken... aslında anladığını, bildiğini sandığı için veya hiç dikkatini çekmediği için nice şahaserleri de es geçtiğinin farkında mıdır insan.

Bizim gönülden yaptığımız her işin asıl kaynağı Allah'ın Sıfatları'dır.
VEDUD sıfatının sendeki yansımasının neticesinde bu armağan bana sunulur. Allah cc'un bize şahdamarımızdan yakın oluşunun farkına ancak böyle varabiliriz. Duygularımız, hislerimiz ne büyük nimettir.

Açlığı nasıl hissederiz meselâ? İnsan bu hissi duymasa belki acından ölür farkına varamaz nedenin. Önünde bir işaretiyle mükellef sofralar hazırlanan Arabi Hz. nin açlık hissi olmasa o SABIR esmasının ne anlamı kalır o durumda. Acı ve üzüntü hissi de öyledir diğer bütün hislerimiz gibi.
Korku, kaygı, umut... vs.

Yaratılışın özü zıtlıklar halindedir. Zıttını bilmeden diğerini bilmek zordur.
İnsanın şu alemde anladığı şeyler ancak kendindeki hislerin karşılığı kadardır. Allah'ın ZAT'ını bilemeyiz ama Esmaları'nı ne kadar bilebiliyoruz... SABIR'ı bilmek ancak sabır gerektiren bir zorluğu yaşamakla, hissetmekle mümkündür. İnsan sabrı bilmese de en azından sabrı gerektiren hali yaşıyorsa işin yüzde ellisini biliyordur ama farkında değildir.

İşte bu farkındalık ta ancak böyle BİZ-lik içinde oluşuyor... sen bana armağan sunarken Allah'ın VEDUD ESMASI gereği SEVEN-SEVİLEN'in kim olduğunun farkına varıyor insan.

Şu an konu üstünde çok odaklanmış ta düşündüklerimi aktarıyor değilim.
Çünkü çoğu zaman bunu yapmaya çalıştığımda düşündüklerim içinde boğuluyorum. O kadar çok yayılıyor genişliyor ki hepsini yazsan yazamazsın, belli yerlere vurgu yapsan o zaman da tam anlatmak istediğini anlatamazsın. Bu halet-i ruhiye ile bunlar döküldü elimizden gönlümüzden... Ne söylesek yaşanılan gözelliği gönüldeki haliyle anlatmak zor... iş ki aynı güzellik karşılıklı olunca buna gerek te yoktur.

Selamlar sevgiler gönlü güzel kardeşime... Ben senin gönlünü bilirsem,
senin ne yapıp ne yapmayacağını da bilirim, tıpkı kendimi bildiğim gibi.
O zaman birisi gelip te bana derse ki; Ya arkadaş ben BARBAROS SERT diye birini tanıdım İngiltere'de... adam bana oradaki yaşantısını bir anlattı ki şöyle böyle vs.

İsterse yeminler etsin, şahitler göstersin... Ben derim ki ; Hayır... Barbaros o saydıklarınızın hiç birini yapmaz... Öyle birisi değildir O.
Siz ya yalan söylüyorsunuz ya da başka bir Barbaros'tan bahsediyorsunuz. Benim bildiğim Barbaros gönül sahibi bir insandır.
O gönül ki acıları, çaresizliği yaşarken kendisi ve ailesi için bir şey yapamamanın üzüntüsü ile gözyaşları dökerken gizlice... diğer yandan insanlara faydalı olabilmek için GÖNÜLLÜ ÖĞRETMENLİK yaptırır Barbaros'a...

Muhyiddin Arabi bir eserinde der ki ; Bu kitabın yazarı siz okuyucusunu kendisinin Allah'a şu şekilde iman ettiğine ŞAHİT TUTAR...

Aynı şekilde mesela müezzin ezan okurken buna şahit tutulacağını bilen şeytan dönüp kaçarmış ki müezzin lehine böyle hayırlı bir şahitlik yapmak zorunda kalmasın.

Bizim; Konuş kardeşim iki kelime et ki gönlünü tanıyalım deyişimizdeki maksat ta budur. Yoksa kimsenin özel sırlarını ifşa ettirmek merakı içinde değiliz güzel kardeşim... umarım meramımı anlatabilmişimdir.

Yüreğimiz inanmalı ki kardeşlerimize HAYIRLARINA ŞAHİT OLALIM ve ola ki işledikleri günahları içinde gönlündeki güzellikler hatırına Mevlamızdan af ve mağfiret dileyelim... HAKK ve HAYIR dileyelim... BİZ-ler ŞAHİT'leriz.
Bu da Allah'ın Esmalarının bir gereğidir.

Sürçü lisan ettimse affola... gayemiz kırmak incitmek değildir.
Niyetimiz halisanedir bu gözle bakılması temennimizdir.

Selamlar, sevgiler
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: SABIR TEVEKKUL VE AFFIN HAKIKATI

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


SABIR

Sabır bahsine gelince, bunda da bir nükte vardır. Bu nükte (herkesin'anlıyamadığı kapalı güzel manâlı söz) şudur: Sabır, acı bir ilaçtır. Fakat faydalı bir şerbettir. Kullanışı mübarektir. Nice zararları yok eder. Nice menfaatler sağlar. Sabrın bu derece faydalı bir ilaç olduğunu bilenler onun bir anlık acısına dayanırlar. Çünkü bir saatlik acılığı nice yılların rahat ve huzurunu sağlar. Sabrın faydası dört şeyde toplanır.

1 - Allah'a itaatle sabru sebat etmek.

2 - Günah işlememekte sabretmek, dayanmak,

3 - Dünyanın lüzumsuz zevk-u safasından çekinmede sabırlı olmak.

4 - Çeşitli belâ ve musibetlere karşı sabırlı ve metin olmak.

Bu dört şeyde sabırlı olan kimse Rabbına tâat' ve ibadetini huzur içinde yapar. Güzel sevaba, büyük manevî mükâfata nail olur. Günâh işlemekten ve bu sayede Âhiret azabından kurtulur. Dünyaya bağlanma ve ona tapma belâsını başariyle atlatır. Zühed ve takva rütbesini almaya, ilahi ihsan ve ikramlara nail olmayan hak kazanır.

Sabırsızlığın insana getirdiği zararlara gelince: Sabırsız adam, daimî üzüntü ve huzursuzluk içindedir. Bu hali, kendisini âhiret azabına da müstahak kılar. Sabırsızlık, insanı bir çok menfaatlerden mahrum eder. Çünkü tâat, Allah'ın emirlerine uymayı zarurî kılar. Bu ise insana zor gelir. Güç ve zahmetli bir iş görünür. Bu hal, ya onu ibadet etme faziletinden mahrum eder veya ibadet etse de kendini kötülüklerden koruyamaz.

Bu da amellerinin boşa gitmesine sebep olur. Yahut, ibadete içten kendini veremediği için bu yolda yüksek derecelere çıkamaz. Çünkü dünya ile meşguldür. Nefsinin isteklerini susturmamıştır. Musibetlere sabredemediğinden huzursuzdur. Sabırsız insan ya günah işler veya lüzumsuz şeylerle vaktini boşa geçirir.

Maruz kaldığı felâketlere ya hiç dayanamaz fazla sızlanır, bağırır çağırır. Bu yüzden hem dilediği olmaz, hem de sabretme sevabından mahrum kalır. Böylece iki musibete uğramış olur. Biri felâketin kendisi, diğeri sabretme sevabından mahrumiyet. Musibetin oluşu anındaki ağlama ve sızlanma onu yok etmez. Kendisine bir şey kazandırmaz. Kaybolan olmuş bir daha geri gelmez. Halbuki sabreden, felâketin zararına karşılık sabretmenin sevabını görür. Nitekim Hz. Ali. (R. A.) bu hususta şöyle buyuruyor: Mukadder olan işler meydana gelir. Sabredersen ecrini görürsün. Sabretmezsen mukadder olan yine olur fakat sen günah kazanırsın.

Sözün kısası, kalbindeki lüzumsuz fikir ve hatıraları söküp atsan, nefsinin kötü alışkanlarından ilişkini kessen ve bütün işlerinde Allah'a tevekkül edip ona güvensen, sonunun ne olacağını bilemediğin işlerini ona havale etsen, nefsini, kazaya razı olmaya âlıştırsan, tevekkülsüzlükten, öfkelenmeden vaz geçirsen ve sabır şerbetini içip acısına dayansan muhakkak ki işlerinde daha dikkatli hareket etmiş olursun. Doğru yolu tutmuş dursun. Bu halin sırf hayırdır. Senden men edilen şey, bil ki senin için serdir, zarardır.

Çocuğunu zararlı yemeklerden, zararlı şeylerden. men'eden şefkatli anneleri görmüyor musun? Dahası var: îyi yetiştirsin diye icabında onu döğen, hapseden bilgili ve sert bir öğretmene verir.

Hastalığında, gerekirse kan aldırır, iğne yaptırır. Bütün bunları yapan ve yaptıran annenin çocuğunu bazı yemeklerden ve zararlı şeylerden men'etmesi, cimriliğinden veya esirgediğinden mi? Sert bir öğretmene vermesi ona kızdığından veya azap vermek isteyişinden mi? Kan aldırıp iğne yaptırması işkence
ve acı vermek için mi? Şüphesiz ki Hayır. Hepsi de çocuğun sıhhati, iyiliği, ve istikbâli içindir. îlerde daha mutlu ve emin bir hayata kavuşturmak gayes iledir. Çünkü O, annesinin göz nuru, Ciğer paresi ve gönlünün sevincidir. O halde acı tatlı Ona ne yapılmışsa iyiliği düşünülerek yapılmıştır.

Başka bir misal: Tanınmış, mütehassıs bir doktorun hastasına olan muamelesini düşün. Gerektiğinde hastasına, susuzluktan ciğeri yanda, dudakları çatlasa bir damla su verdirmez. Fakat en acı ilaçlan zorla içirir, iğne yapar. Doktorun bu hareketi, her halde hastasına zulüm ve işkence yapmak değildir. Doktor bilir ki: su içtiği takdirde hastanın hayatına mal olabilir. Fakat içmezse iyileşme ihtimali daha kuvvetlidir. İlâçlar acı, iğneler ızdırap vericidir. Fakat mikrop kinci, şifâ ve sıhhat getiricidir. İşte şefkatli doktor, bütün bunlan, hastasını sıhhata kavuşturmak için yapmıştır.

Ey aziz sen de düşün ve dikkatli bir gözle bak ve gör ki: Cenab-ı Hak, bir parça ekmeği, bir yudum suyu, yahut her hangi başka bir şey'i senden esirgiyorsa, hâşâ, acizliğinden, fakirliğinden, cimriliğinden veya zâlim oluşundan değil, sırf senin için hayırlı ve faydalı oluşundandır. Çünkü her şey'i bilen Cenab-ı Hak, senin için faydalı veya zararlı olanı bilir ve ona göre seçer. Cömertliği ve merhameti sonsuz olan Rabbın, seni bir şeyden men'etmiş ise muhakkak o senin iyiliğin içindir. Fakat sen, yukarıda verdiğimiz çocuk ve hasta gibisin. Bunları anlıyamazsın. Bütün bu nimetleri senin İçin yaradan' Allah, bir sebep olmadan her hangi bir şey'i senden esirger mi? Bu hususu belirten Cenab-ı Hakkın şu buyruğuna bak"Yerde ne varsa hepsini sizin (faydanız) için yaradan sonra (irâdesi) göğe yönelip de onları yedi gök hâlinde düzene koyan (sap sağlam yapan) odur. O her şeyi hakkıyle bilir." (2/BAKARA-29)

Peygamber (S.A.V.) haber veriyor. Cenab-ı Hak buyurur ki: "Şefkatli devecinin devesini, uyuz devenin çöktüğü yere çökmekten men ettiği gibi ben de veli kullanım dünya nimetlerinden men'ederim."

Eğer bir belâ, bir sıkıntıyla karşılaşırsan bil ki bu, seni denemek, imtihan etmek için değildir. Belki her halini bilen Allah'ın sana olan merhametinden dolayı
derdine ilâç olsun diye o beiâyı vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor:"Allah'ın kullarına merhameti, şefkatli annenin çocuğuna olan merhametinden çok daha fazladır."

Bu geniş açıklamadan, kulların maruz kaldıkları felâketlerin iç yüzünü, gerçek sebebini öğrendik. O halde elan her işte bir hayır, her felâkette kulun bilemediği bir men'faatı vardır. Çünkü Allah, onun için faydalı veya zararlı olanları bilir ve verir. Hatta sevdiği kullarını daha büyük sıkıntı ve zorluklarla karşılaştırır. Nitekim bu hususta Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Cenabı Hak, sevdiği kullarım, bir belâya maruz bırakır."

Cenab-ı Haklan kullarından en çok musibete maruz kalanlar sırasıyle Peygamberler, şehidler, velilerdir...

Ey aziz, eğer sen Hak yolundan yürüdüğün, emirlerini yapar, yasaklarından çekindiğin halde dünyalık elde edemiyor; dilediğin refaha kavuşamıyorsan veya bir takım sıkıntılara, musibetlere maruz kalıyorsan bil ki bunda senin için bir hayır vardır. Allah'ın yanında şerefin artmış, derecen yükselmiştir. Sen, veliler zümresine katılma yoluna girmişsin. Yoksa bunlar sana eziyet ve işkence vermek için değildir.

Nitekim Cenab-ı Hak: "Sen Rabbının hükmüne (rıza ile) sabret. Çünkü muhakkak sen, bizim gözlerimiz (önün) desin," (52/TÛR-48) buyuruyor.

Ey aziz Allah'ın sana olan lütuf ve ihsanın bilip nimetlerine şükret ki, O sana en hayırlı ve en faydalı olanı seçer ve verir. Çektiğin sıkıntı ve zahmetlere karşı ecirle mükâfatlandırır. Seni, erenler mertebesine yükseltir, sonunu hayırlı kılar. Bol nimetler ihsan eder.


Alıntı:Abidler yolu (İmam Gazali k.s)
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön