simurg SeSi...

Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim

“SAÇMALA”mak! ! ! !...


“Bütün kuralları en doğru şekilde uygulamam gerektiği” ni söyleyen kimdi?
Bâzen yanlışa da pay çıkabilirdi pek âlâa her hayattan.
Oysa tercih hakkı var sanır insan bir de.
“SAÇMALA”mak ihtiyaç mı, lüks mü?
“SAÇMALA”mak deliliğin hakkı mıdır acaba?
Yoksa şartı mı?
Ya da her ikisi de, ve daha fazlası da mı??.

Resim……….

“SAÇMALA”mak hakkımı kullanmak istiyorum!.
Beni seçen bu delilik tercihimden dolayı olsaydı biliyor olmam gerekirdi.
Ama haberim yok. Hayatımı ben mi yaşadım?
İçinde yaşarken bizzât seyir mi ettim?
Ya da sadece seyre iştirak etmesine izin verilmiş olan mıyım?
Bütün sebepler, muhakkak sonuçlar için.
Sebepler sonuçları BAĞlamak için.
Bağsız kalınca insan elsiz ayaksız,
Hareket kabiliyeti kalmıyor.
İnsan ne olduğunu anlamak istiyorsa eğer,
“Neye SEBEB edildim?
Hangi SONUCA şâhid kılındım?” demeli kendisine.
Hani diyoruz ya “Sebebler Dünyası” diye.
Ve “Rabbimiz Müsebbibü’l- Esbâb” dır diyoruz sonra da.
Anlamaya çalışmak deliliğe bilet almak gibi.
Zâten sebeplerden maksat da “olay” var olsun.
İnsan bunun neresinde?
İnsan iştirak eden.
İştiraki ile Seyr-i İlahî’yi “doyumsuz” kılan.
İnsan iştirak etsin de,
Seyir doyumsuzlaşsın.
Gerçi herşeyin doyumu da var.
Sadece, zaman sonsuz diye, doyumda sonsuz olacak zannındayız.
Bu zannımız doyumsuzluklarımızın tek sabit ve mutlak açıklaması ve izahı zâten.
Yoksa her acıkmak- doymak arasındaki yemek yemek işi,
İşin aslı.
Acıkmak olmasa, yemeğe kim dönüp bakardı ki?
Doymak olmasa ve yeniden acıkmak hissi,
Kim açlıktan korkardı ki,
Ve doymak adına ne pahasına katlanabilirdi onca zahmete.
Yenmek için yaratılmış olan onca mevcudât lâyıkı ile takdir edilebilir miydi?
İnsan zevk etme duygularıyla ona yönelmese,
Bağlanmasa, muhtaç kılınmasa.
İftar Sofrasında yeni oruca başlamış küçük çocuklar iftar ederken nasıl iştah içerisinde iseler,
Ve onlara rızık temin etmenin gururu ile bir baba nasıl keyifle seyreder ise onları,
İftar etmenin yanında, çocukların sevinci ile gıdaların daha kuvvetlisi ile beslerse ruhunu.
Rabbimiz her doğan can da bu doyumsuz muhabbeti seyretmekte sanki,
Ve iştirak ettirildiğimiz her olayda anlamak hakkımız da bâki.
Anlamanın ve anlamadan yaşamanın arası 4 parmak bile değil,
Kıl kadar bir SIRAT.
O sıratta “SAÇMALA”mak hak belki,
Çünkü ne anladım doydum,
Ne anlamadığım açlığımla aramalardayım.
Ve her ikisi içinde çabalayan debelenip duranım.
doğum- ölüm arasındaki yaşamımız asl olan,
çünkü doğmaktan maksad yaşamak,
ölüme sebep ise yine yaşamak!.!.

Denklemse çok basit,
Kördüğüm de, gördüğümü BİL,
Kördüğümü, gördüğümde BUL,
Kördüğümle gördüğümde OL,
Kördüğümü gördüğüm olarak YAŞA!
İşte HAYYAT bu.
Kördüğümlerin çözülmesi çözülememesi meselesi
Bir DÜZEN Bıçağının sırtında DENGEde kalma çabalaması.
Bir lokmanın cana ceryan işleminde;
Lokmayı BİLme
Lokmayı arama BULma,
Lokmayla OLma,
Ve can’ında YAŞAma hikayesi.
MaSALL gibi olur anlatsak.
Bitmesine imkan olmaz üstelik bu masalın.
Binlerce binbir gece ve gün söylesek bizden öncede bizden sonrada anlatılacaklar hiç bitmez.
Neden?
Çünkü her acıkmanın her canda yaşayışı farklı,
Ve asla hiçbir doymak biri birisine hiç benzemedi.
Benzemeyecek.
benzeYEmeyecek.
Benzeseydi dert kalmazdı ortada,
Ve “DELİ” lik seçmeli ders olarak okutulmazdı!.?.

“SAÇMALA”mak hakkım olsun istiyorum birazcık olsun.
Ütülenmiş gibi dümdüz ve kurallı yaşamak derdimi derde katlamakta.
Sanmaktayım ki, ağzımdaki gem çıksa ,
Ayağımda bağ kalmasa, artık yaşlanmaya başlamış kaslarımla bir koşacağım bir koşacağım ki,
Koşmak ne demek anlayana kadar koşacağım.
Korkmadan, kaçmadan, saklanmadan,
Yazmaktan başka çârem yok sanki,
Yaşayamayanların kaderi yazmak belki,
Ve “her eksikliği tamam etme duygusu” dur insana şiir yazdıran,
Süslenip endâm edememişse kalbimizde AŞK
Ancak yazarsak bir şiirin kanlı gözyaşlarında giderilmeye çalışılacak bu sancı belki de,
Yazmaktan başka çârem yok.
Yazmak yaşayamamış olanların kaderi ancak.
Ben böyle zamanlarda “SAÇMALA”mak istiyorum.
Ve benden önce hiç kimse bu kadar “SAÇMALA”yamamış olsun istiyorum.
Benzememek duygumu sadece ama sadece bu anlamda ifade etmek,
Yaşamadıklarımdan yazarak öç almak istiyorum.
Ama yazmaktan başka çârem de olsaydı eğer
Kendi boğazımı kendim sıkmaktan vazgeçerdim belki de.
Üşüyorum, “SAÇMALA”mak da ısıtmayacak biliyorum!!!.
….
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen israfil »

Resim

Maalesef beklediğin tepkiyi alamayacaksın simurg kardeşim, "saçmalamak" hakkını ifâde etmenize, bağıra bağıra fâili olacağınızı söylemenize ve çabalamalarınıza rağmen sonUÇ : S A Ç M A L A Y A M A M A K !!!

Belki sizi memnun ederdi, saçmalamış olarak görülmek belki saçmalayamadığınızı söylemem beklenendi???

Ne istenir ne beklenirdi benim derdim değil, dokuz köyün doğrucusu bilmem ki kaçıncı köyünde huylu huyundan vaz geçmez isbatında yine doğruyu söylemek kârım!

Yazınız her zaman olduğu gibi çok ibretli, hikmetli, ferâsetli olmuş.

Yüreğinize selâmet niyaz ederim. Çoklukla her yerden sunulan beden ve nefis rızıklarından gınâ gelmiş
AKILlarımıza, kalbinizin rızıklandıklarından sunmaktasınız. RABBi'l-Âlemîn'in Mûsâ kavmine sunduğu " selvâ ve menne " gibi rızıklarla bir ZURRÂ'A tarafından toprağınız tohumlanmış, gökten inen SUlar ile çatlamış, çimlenmiş ve semirmiş, nasîblerimizi pay etmektesiniz...

Kul İhvâni hocamızın, yanlış demiş olmaz isem eğer, öğrencilerine
" alleme " ettiği ilk şey, mevcut AKILlarca - doğru - lardan istifâ edip, imtina edip, RABBi'l-Âlemîn'in " ehad " ında TEK ve BİR doğru olan Kurân-ı Kerîm'e iltica etmekdi... Cihan Cemaati Cem olsa Cümlesinin doğrusuna muhalif, SENin " doğrun " " iyin " BİZ-BİR-İZ de ise Sırât-ı Mustakîm'dir, mezkur yerde DÜZEN kurulur DENGEde kalınır in şâe ALLAH

Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir

Seğirdüben sesine vurup yetesim gelir.


*

Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir

Varup onun üstünde evler kurasım gelir


*

Altında gayyâ vardır içi nâr ile pürdür

Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir


Yûnus CAN!


Seyran kimin? nereden nereye? Hangi zaman ve mekân ARAlığında OLmakta?
Seyr; ÖZün - gÖZden şâhidliği..

RABB-Abd kurbunun sonUCu, fiş-priz temâsının CeReYan akışı sanki...

Seher yelinin kulağına üfleyerek
SIRRımı, güderken sürümü " deli-deli " , SeBeB'lerin öncesindeki İşâretler'i - Haber'leri düşündüm...

Nebî'ler, Devrân, BİLmenin merkezi,

Sebebler, SEYRân, BULmanın merkezi,

SonUC, Cevlân, OLmanın merkezi

Hakîkat, Hayrân, YAŞAmanın merkezi


Sebebler Sonuca gebe kalmadan önce Haberleri gelmekteydi... İstisnâsız her iş ve oluşta bu böyle!
Âlemler, dediğiniz gibi deliliğe bedâva bilet dağıtmakta, tâliblisi de lâzım ve lâyık olmakta çok şükür!
Bu geleneksel
" iyiliklerin " " doğruların " " onayların " ağında Âyet'siz, Burhan'sız amellerle - var? - olan - kabul? - gören "ben" liklerimiz, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin İZinde ve Kurân-ı Kerîm istikâmetinde OLunca -dış!- lanırken -İÇ!- leniyoruz el-hamdu lillah...

es-SELÂM Selâmeti el-EMÎN MuHABBEti niyâzı ile...






يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى


Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûri'l-eymene ve nezzelnâ aleykumu'l-menne ve's-selvâ.

Ey İsrâiloğulları! Sizi muhakkak ki, düşmanınızdan halâs ettik ve size Tûr'un sağ cânibini vaadettik ve sizin üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.

20 / TÂHÂ – 80


وَإِذِ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ كُلُواْ وَاشْرَبُواْ مِن رِّزْقِ اللَّهِ وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ


Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnâdrib bi asâke'l-hacer(hacere) fenfeceret minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum kulû veşrebû min rızkıllâhi ve lâ ta’sev fî'l-ardı mufsidîn(mufsidîne).

Bir zaman da Mûsâ, kavmi için su arayıp ALLAH’a yalvarmıştı. Biz de: "Âsânı taşa vur!" demiştik. Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti. "ALLAH’ın rızkından yiyin için, fakat sakın yeryüzünde fesad çıkararak taşkınlık yapmayın!" demiştik.

2 / BAKARA – 60


وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُواْ مِصْراً فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ


Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbira alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr(hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve duribet aleyhimu'z-zilletu ve'l-meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh(minallâhi), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûne'n-nebiyyîne bi gayri'l-hak(hakkı), zâlike bi mâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).

Ve bir zamanlar yine size: "Ey Mûsâ, doğrusu biz bir çeşit yiyecekle yetinemeyiz, öyleyse RABBine duâ et de bize topraktan yetişen ürünler, sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan (gibi ürünler) çıkarsın" demiştiniz. (Mûsâ): "Daha hayırlı (ve onurlu) olan durumu daha aşağılık olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? O halde, utanç içinde Mısır'a dönün; orada istediğiniz şeylere kavuşabilirsiniz!" demişti. Böylece, onlara yoksulluk, düşkünlük damgası vuruldu ve ALLAH'ın gazâbına uğradılar. Bütün bunlar, ALLAH'ın mesajının gerçeğini inkâr etmedeki ısrarları ve haksız şekilde Peygamberleri öldürmeleri yüzündendir: Bütün bunlar, (ALLAH'a) isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını ihlal etmedeki ısrarlarından dolayıdır.

2 / BAKARA - 61
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen Gariban »

S-aç-ma-la yın! b-ile b-ile BULa BULa bOL bOL Simurg can, HAKKınızı YAŞAyın in şae ALLAH.
Bir ayna var bilye gibi dönüp duruyor, zahirine Simurg, gariban yansımış, birde bu sûretlere canlar verilmiş, ayna hareket ettikce Simurg can, gariban can hareket ediyorum, gülüyorum, koşuyorum, yürüyorum mu sanıyor ki?

İki tren peronda yanyana gelirmiş birisi hareket edermiş, duran trendeki yolcu DALmış, gidiyoruz ZANNedermiş. Saçmalamak Muhammedî Lütfun Fethine Fettahlığına Allah adına sahip çıkışsa eğer, tüfeği Resulullah Sallallahu aleyhi vessellem'in eline verin, saçmalayın kardeş canım. Bol bol saçılsın inşaallah.
Yükseklisans yaparken endüstriyel ürün tasarımı dersimiz vardı, bir ürün tasarlanıcaksa bunun için önce fikir gerekir, kimi tasarımcı doğayı örnek alır kendine ona göre tasarlar, teknikler vardır bir sürü, bir teknikte vardır ki serbest kürsü, orda ne fikir gelirse beyin firtınası yapılır, ortaya atılır sonra üzerinde çalışılır, bâzen çok uçuk şeylerden mükemmel ürünler çıkardı ortaya.

Bak Rabbimiz bu kusursuz düzen içinde yaratmış âlemi, sebep-sonuç ilişkileri ile her yere saçmış her şeyi hamdolsun ama O'nun için küllî şey bir şey gibi MeKANda. Herkes kendi penceresine sokmaya çalışır küllî şeyi, manzarayı, sonra bu Garibin veryansın ettiği gibi BĞİRleştiremez. Kimi de Ahmedî Pencereden izliyor Ne'Şe'yi.

Seneler evvel İngiltere'ye geldiğimde şaşırdım kaldım, baktım ki bütün evler bütün sokaklar paralel ve birbirinin aynı modelde ve renkteler.
Verdiler elime 1000 broşür, al dediler “dağıt bunu Londra'nın sokaklarında”, gece vakti girdim mi sokağın birine, elimde de harita, yahu dedim ben bu sokaktan geçtim mi ki, burası aynı, burası da aynı, Allah Allah!
Baktım olmuyor, işaretledim yürüdüğüm yolları haritada yoksa her şey karışacak, akıl KAYBolacak. İlle fark arıyor ki kıyaslasın.
Bizim ülkemizde öyle mi? Mehmet efendinin evi yeşil, Ali beyinkisi sarı, ortada tarla var, kasabın önünde tekir kedi yatıyor, köşeden el arabası ile zerzevatçı Hüsamettin abi durmakta, bir bina uzun bir bina kısa, kimi boyalı, kimi yarı tuğla halinde (üst katı kaçak çıkmakta bitirememiş henüz).

Bak konu nerelere kaydı şimdi, ben de saçmalamaya başladım!
Gündüz açan çiçekler vardır, bir de gece açan çiçekler vardır, karanlık basıp gaşyettimi gündüz çiçeğinin gözü kör olacağından ağzını kapatır uykuya çekilir, sistemi karışmasın diye uyur, o yüzden yavaş yavaş aklı "akşam sefası" gibi etmek lâzım belki de.
Gündüz çiçeğinin gözünü gece açsanız der ki: "Anaaa, âlem nere gitti!",
Gece LaMBaSiNi yaksa görecek halbuki!.

İftar Sofrasında yeni oruca başlamış küçük çocuklar iftar ederken nasıl iştah içerisinde iseler,
Ve onlara rızık temin etmenin gururu ile bir baba nasıl keyifle seyreder ise onları,
İftar etmenin yanında, çocukların sevinci ile gıdaların daha kuvvetlisi ile beslerse ruhunu.
Rabbimiz her doğan can da bu doyumsuz muhabbeti seyretmekte sanki,


Bu yukarıdaki sözün bana Sultan Veled (k.s)'in Maarifinde yazıdığı bir kısmı hatırlattı:Meselâ, bir baba çocuğu ile oynarken çocuğun eline bir şey verir ve kendisi o ağır çocuğun elini yukarı kaldırır. Çocuğuna da: "Aferin! sen büyük bir pehlivansın, ne kadar kuvvetlisin" der. Hakikatte onu çocuk değil, baba kaldırmıştır. Fakat, ben ki, Yaratan'ım, acaba, benim merhametim, okşamam ve keremim o yarattığın kinden daha mı az olur? Kendi kullarıma kuvvet bağışlarım, hidayet veririm; benim bağışım ve hidayetimle düşmanı kahrederler ve bunu onların yaptığını kabul ederim; minnettar olurum ve bu işleri onlara sayısız, hesapsız mükâfat ve sevap bağışlarım. Onların hamd-ü senasını yüzdü ile söylerim.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

ResimSU Su su su

"Zaman su gibidir. Kullan ya da kullanma akar!."
Bu sözü zamanın su gibi akıp gittiğinin farkına bile varamadığım bir zamanda,
hayatın zamanla eş anlamlı olduğunu bile hiç düşünmemiş olduğum bir an'ımda,
ve yine kendimi derleyip toparlamaya başladım sandığım, zanlar uykumdayken
Can Hocamız söyleyiverdi.
Kulağıma mı söylendi, kalbime mi çakıldı bu sözler bilemedim.
Suyun akışını düşündüğümüzde,
akan bir su, dere,ırmak vs gelmekte aklımıza,
çoğunlukla da kenarda suyun can vermiş olduğu yeşil bitki örtüsü,
çiçekler, çiçeklerden dolayı, böcekler,
böcekler orada diye kuşlar,
ağaçlar,
insanlar, balıklar.
herşeyin “SU”dan yaratıldığı buradan bile kolayca anlaşılıveriyor.
su nerede, bütün hayat orada,
bütün hayat sahipleride elbette.
Saahiplik bile su'dan halkedildi desek doğru olur belki de,
bütün mana ve duygularımızın,
istek ve taleplerimizi,dua ve niyetlerimizin temelinde, sebebinde, neticesinde hep su vardır belki de.
Eski zamanlarda kavimler hep su kenarlarında şehirler inşa etmeye özen göstermişler,
suyu bir yere devamlı aktarmak zor olacağından,
suyun yanına gitmek kolay ve daha akıllıca olanı çünkü.
O zaman şunu düşünebiliriz sanırım,
Hayatın da, zamanın da,varlığın da bağlı olduğu ilk kaynak su.
“zaman su gibi akar” sözü, sadece söz olmasa gerek.
bu benzetmenin de muhakkak bir mânâsı ve dayanağı olmalı.
su varlığın her zerresine kadar sinmesiyle, aktığı için ve hareket halinde olmasından dolayı
(yeryüzünde yol bulup akması ile baraber, bir de gökyüzüne doğru buharlaşıp, yeniden rahmet olup yağması da hareket etmesi demek)
daima temiz ve temizleyici olması,
daima hayy olması ve hayat veriyor olması,
ele, göze, kulağa, bütün duyularımıza, hücrelerimize ve varlıkların taa özüne kadar her noktaya temas edebiliyor olması,
suyun aziz'liğini anlatmaya yetmez.
su, kullansak da kullanmasak da akmakta,
zaman da boşa harcıyor olsak da, hayr ile meşguliyetlere fırsat bilerek kullansak da geçip gitmekte.
suya değirmen yapmak mümkün,
zamanın değirmeni ise onu en optimal şekilde kullanmak olsa gerek.
zamanı, ancak içindeki vakitlere "Sadakat-Samimiyyet-Sabır-Selâmet" ile riayet ederek en verimli şekilde kullanmamız mümkün.

depolan(a)mayan bir şeyden ancak telef ve ziyan etmeyerek faydalanabiliriz.
aynı zamanda da ancak bu şekilde hakkını vermiş olabiliriz.
Namzlarımızın vakitler ile belirlenmiş ve farz edilmiş olmasının hikmeti de burada sanırım.
Farz, çünkü asla terk etmememiz gerek.
vakitlere bağlı, ancak bu şekilde riayet edilirse geçerli ve kıymetli,

Sinelerimizde mevcut olan duygular ve duyularımız bizim kimlik ve kişiliğimiz.
zamanda zamansızlığı yaşayabilmek hür'lüğü ancak ER kişinin harcı.
Yine de bu potansiyel sinemizde mevcut,
kullanıp kullanmamak seçimi ile karşı karşıyayız işte.
suyun akan seyri gibi, bedelsiz, nisbetsiz, karşılıksız verilmiş birer cevher olmaları ise
bu duygular dünyamızı âetmememiz gerektiğinin açıkça mânâsı gibi.
çünkü bedelini ödeyerek elde ettiğimiz bir eşyaya veya şeye bir ölçüde hükmetmek ve
tasarrufatta bulunmak olabilecek bir davranışımız ise de,
bize Rabbimiz tarafından hibe ve nimet olarak verilmiş olan cevherlere de vermemiz gereken kıymeti
bize herşeyi veren Rabbimize göstereceğimiz, itaat, rıza, tevekkül ve kulluk ile gösterebiliriz.
Yine de asla hiç bir nimetin bedelini ödemiş olamayız.

Şükreden kullar olmamız, Rabbimizden razı olduğumuzu ifade edebilmemizin yegâne yolu zâten.
zaman akıp gitmekte iken, akıp giden seller misali çoğalan ve yol alan şükürlere yönelemeyişimiz büyük bir zafiyet bizim için.
Oysa, su kenarında dinlenen, veya ağaç altında gölgelenen bir yolcudan farkımız yok iken,
kendimizi ev sahibi ve hem de sonsuz sahib görüp aldanmalarımıza yazık doğrusu.

Akıp gidenleri yazmakla bitiremeyiz,
saymakla da bitmezler.
nefeslerimiz hızla tükenmekte,
ne için harcandıkları hakkında üzerimizde hakkları olarak bizden ayrılıp gitmekteler.
Her göz açıp kapayışımız,nelere şahit oldukları ile alakalı hesap sormak üzere vakitlerini beklemekteler.
saçımızdan tırnağımıza su gibi akıp gitmeyen bir şey yok.
biriktirilemeyen onca şeyin arasında, biriktirme sevdamızın hiç bir açıklaması da, izahı da yok zâten.

Birkaç parça giysiyle iktifa edebileceğimiz halde, dolaplara sığmaz olmuşuz,
bir kaç gün, hafta, hatta ay sonra yemeyi planladığımız yiyecekleri biriktirmek alışkanlığımızın anlamı
hiç öleceğimizi düşünmeden yaşamamız olsa gerek.

Paramızı biriktirmekteyiz, gelecek zaman için kullanmak adına,
bir ev yetmiyor, yazlık kışlık, daha büyük, bir ikincisi olan evlerimiz var.
biriktirmek sevdasına yakasını kaptırmış birer esiriz.

Kabrimize ne biriktirdiğimizi düşünüyorum.
Gönlümüzü asıl neyin mesut ve hür kılacağını birde,
Bunları düşünürken içim dışım ağlıyor.
Gözyaşları doğru cevabı getiriyor.
ve cevap her ikisine de yetişiyor.

Sadece ALLAH celle celâluhu'ya kul olmalı, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz neyle iktifa etmişti hiç unutmamalı.

zaman su gibi, kullansak da kullanmasak da akıyorsa,
geri dönüş asla olamayacaksa,
dönmeyi hiç istemeyecek gibi yaşamalı o zaman.

"Beni size peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki bana yarın ne yapacak bilmiyorum.
Umarım ki rahmetine gark eder!".
buyuran Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin izinden ayrılmayalım inşaallah ki,
Rahmet umacak yüzümüz bâri olsun.
Âmin ecmâin!..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim

DÖN-gü…

Şu yaşıma kadar ne çok renkten renge boyandım,
Ne çok şekilden şekile girdim şaşıyorum.
Doğduğumdan bu yana sayısız vücud elbiseleri giyinmiş ve soyunmuşum.
Bunca sayısız elbiseyi bana giydiren ellerin elindeyim.
Kalbimde sayamayacağım kadar çok el, mana kapılarını çalmakta.
Bedenim büyüyüp değiştikçe, kalbimde neler oldu acaba?
Aklım büyürken hangi oyunlarla oyalandı?
Yoksa hiç büyümedi ve bu “aklımı büyüyor sanma”larımın aslıda yine bir oyun mu?
Gölgelerin kendisini asıl zannettiği bir tuhaf oyun bu aklımın oynadığı.
Geçmiş resimlerime bakamıyorum artık.
Tanımadığım bu kimsenin yorgun kronolojisini sahiplenmekten yoruldum.
Kendini reddetmek değil, kaçınılmaz bir yadırgamak duygusuna saplandım bugün.
Kırk yaş bir dönemeç derlerdi,
İnanamaz şaşırırdım.
Döndüğüm bu dönemeçte her AN yeniden, kendime inanmak zorundayım.
Ve kabullenerek kendimi, her gün yaşlanan yeni elbiselerimle barışmalıyım.
Bir önceki gün asla yaşanmayacak.
Şu AN’dan başka da herşey gerçek bir hayal.
Nasıl zanlarıma sözüm geçmiyorsa, zamanın AN be AN hüküm sürdüğü yaşlarıma da hükmüm geçmeyecek.
Bunu ancak bu gün anladım.
Otuzlu yaşlarında insanın kendisini dünyanın merkezi sanması,
Her şeye gücünün yeteceğini sanması geçip gidiyormuş meğer kırkına gelince.
“Bence” diyesim bile yok.
Elmaya bakıp “elmaca”
Sabaha bakıp “sabahça”
Güle bakıp “gülce” olasım geliyor.
Bir de içimdeki suçluluk duygularım terk etse beni.
Hakkını veremediğim bir hayatın mesulü olmak istemiyorum.
Ama biliyorum ki,
“her şey Hakk’ın dilediği ne ise ancak öyle olmakta”
Nefsimize ettiğimiz zulüm müstesna elbette.
Yılan senede bir kere elbise değiştiriyor.
Bu misal bizim sayısız elbiseler giyinme hikayemizi anlaşılır kılmakta.
Her saniye sayısız hücresi havaya savrulanlarız.
Derimiz pulpul değişmekte ve gözle görüp takip edemeyeceğimiz bir hızla sürmekte bu işlem.
Bakışlarımız konduğu her yerde sayısız izler bırakmakta.
Şehâdet Âlemini kuralı böyle,
İZler ve İZ sürmeler ve bunlara şâhid olmalar devam edip gitmekte.
Sesleri kokular ve yığınlarca insanlar.
Herkes, herşey devamlı temas halinde.
Son yok.
Bitmek yok.
İçinde olduğumuzdan fark edemediğimiz,
Dışarıdan bakabilme şansımız olsa akıl sır erdiremeyeceğimizi sandığımız bir garip tekerrür durumu bu.
Küçücük adamlar ve küçücük kadınlarız.
Ancak MuhaMMedî (sallallahu aleyhi ve sellem) olursak bir kıymeti olacak olanlarız üstelik.
Dünya hayatımızda giyinebileceğimiz en kötü elbise,
Aklımızın ikiliği olan İblis Elbisesi olacak ya,
Bu bakımdan bunca yeniden giyinmeler arasında
Hizbu’ş- şeytan’lık elbisesini giyinmemeyi diliyorum.
Bundan Rabbimize sığınıyorum inşaallah.
Çünkü içimdeki suçluluk duygularım terketsin beni ve,
Hakkını veremediğim bir hayatın mesulü olmayayım istiyorum.
Bir de, Rabbimin benim için sevip seçtiğine razı olmayı dua ediyorum inşaallah.
RaBBimiz hakkımızda takdir ettiği kaderimize razı olmamızı nasib etsin hepimize inşaallah. Âmin!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim...in DİRİlişi...


Günler yine devredip dururken,
ya da ben öyle sanmaktayken zaman geçmekte.
zaman meselesini sözler ile AN'dan ibaret kabul etsem de,
yaşarken somut var olan bir nesne gibi algılayıp
sürekli akan bir hal içerisinde düşünmeden edemiyorum.
Neyse, ben nasıl algılarsam algılayayım herşey yerli yerinde ve pek güzel elhamdülillah.
Herşey için şükür ve elhamdülillah demekte bazen riyakârca gelmekte doğrusu.
iyi-kötü, zanlarımdan dolayı herşeyi bu tarz değerlendirdiğim için,
pek de memnuniyet hissedemediğim bir durum olduğunda da, şükür elhamdülillah demek
çok ayıp geliyor insana elinde olmadan.
yine de şükür demeli, şükür duygularını klavuz edinmeli diyerek söylemeye gayret etmekteyiz.
çünkü söyleye söyleye hal olur üzerimize giyinilir,
veya daimi halimiz haline gelir umudunu da kaybetmemekteyiz. şükürler olsun inşaallah.
ben yine bir şeyler yazmaktayım…
kalbimden geleni yazıp, aklım işin içine girince durmaktayım.
tabii bunu ayırt edebildiğim sürece yapmaktayım.
çoğu zaman hepsi konuşmakta ve kim ne diyor bilememekteyim.
öyle zamanlarda kendimi de anlamamaktayım….


* * * *

Toprak beden. Toprak beden. Toprak beden...
Bu sözü sayısız bir şekilde tekrar eder buldum kalbimi.
Bir zikrin âhengine teslim olmuş gibiydi.
Nefes nefese kalmış gibi.
Nefes almayı unutmuş gibi.
Bu ikisi arasında sanki,
Bilincim haberdar oluncaya kadar kimbilir ne kadar bir zaman tekrarlanıp durmuştu bu iki kelime.
Bunlar biribirini tamamlayan iki adet kelime.
Ama sadece bir tek mânâsı olan tek bir ifade.
“toprak beden”
Başka neydim ki zâten?
Daldaki elma, kiraz, erik bundan başka neydi ki?
Gözümün gördüğü görmediği tüm varlık,
dört unsurun (toprak, hava, su, ateş) eseriydi.
Bu dördününde kendimde varlıklarına şehâdet edebilirdim.
Lâkin toprak başka.
Toprak mekân.
Yer, yurt ve ev.
İlahî cevher olan ruhumun evi toprak bedenim.
Ağzımdaki dilim, şimdi yazarken kullandığım ellerim hep toprak bedenime ait, bağlı.
Ama bu toprak beden Ruh cereyanının iletkenliği için mi topraktan yapıldı?
Can’ım ruhumdan ayrı sanamıyorum.
Doğrusu Ruhum ne? Canım ne?
İşte burayı kelimelerle anlatılınca anlıyorum da.
Yaşarken karışıyor biribirine.
Canlılığım ruhumdan.
Ruhum ile hayat buldum.
Ruhsuz can nasıl olurdu ki?
Yeşil dal, kuru taş, koca deniz hepsi de canlı işte gözümün önünde.
Ama ruhu nasıl onların.
“Ruh hakkında sual edilmez” diye bilmekteyim.
Toprak beden sözü bu derece duyulur şekilde kendini ortaya atmış olmasa,sormak aklıma da gelmezdi.
Aslında her şeye rağmen sormamalıyımdır belki de.
Sorsam da sormasam da değişen bir şey yok.
Ben kimyasını bilsem de, bilmesem de her şey aynı nizamında işlemekte.
Bilmek ve bilmemek de bir adab meselesi.
Haddi aşıp bilmektense,
Edeb ile bilmeden iman etmek evlâ.
Zaten iman BİLinmeden, BULunmadan, OLunmadan ve YAŞAnmadan da inanabilmek (inanmak) in adıydı TAKLİDen.
Ancak “BİL-BUL-OL-YAŞA TAHKİKen” sözüne sahip çıktık ya lisânen de olsa.
Hakkını vermek isteği de insanı zorluyor.
Kendimden hiç memnun değilim.
Bir sâliha mü’min insan olmak duam yakmakta kalbimi.
Olamamak korkusuna kapılmaktayım sık sık.
Ve bütün bunlara rağmen ya durmakta, ya da geri gitmekteyim sanki.
Bu bir düzlemde olsa yine iyi de,
Kendimi kuyunun içerisinde ileri veya geri hareket halinde algılamaktayım,
Ve bu şekilde bakınca her şey bir vehâmet arz etmekte.
Kendime rağmen kendimle, kendimi daha fazla
“İlim-İrade-İdrak-İştirak” içerisinde bulundurmaya çabalamalıyım diyorum.
Yine sadece lafta kalıyor üzülüp korkuyorum.
RaBBım hayrlı âkıbetler ihsan eder inşaallah.
Bizim amelimiz ile asla değil,
Kendi lutuf ve keremi ile bizlere muamele etsin.
Af ve mağfiret etsin inşaallah.
Umduklarımıza nâil, korktuklarımızdan emin etsin.
Ve bizi asla bize bırakmasın inşaallah. Âmine Yâ Muîn ALLAH celle celâluhu!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

HERKES VE BİRKAÇ KİŞİ - MURATHAN MUNGAN


Yağmur Herkese Yağar
Güneş Isıtır Herkesi
Mevsimler Herkes İçindir
Yalnız Çığ Altında Kalan
Sele Kapılan Her Zaman Birkaç Kişi

Herkes İçindir Aşk Da Ayrılık Da
Yalnızca Birkaç Kişi Ölür Acıdan
Eskiden Ölümle Tartılırdı Ayrılık
Kiminin Hayatı Yalnızca Unutkanlıktan

Her Şey, Herkes İçin Değildir Oysa
Kimi Hiçbirşey Ögrenmez Karanlıktan
Yalnızlığı Kullanmayı Bilmez Kimi
Kimi Ayrılamaz Karanlıktan

Yağmur Herkese Yağar
Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini
Onca Şarkı Onca Film Onca Roman
Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi

Çığ Altında Kalan Sele Kapılan
Aşktan Ve Acıdan Ölen
Birkaç Kişi Dünyayı Başka Bir Yer Yapmaya Yeter
Aslında Onların Hikayesidir Anlatılan
Diğerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider
Geçer Gider Herkes
Hikayelerdir Geriye Kalan.


....................................

Kaç zamandır,
aslında hiç zamandır.
bazı sözleri söyledikten sonra başa alıp cümleyi, yeniden kurmam gerekiyor.

Kaç tane zaman olabilir ki!
İçinde kaybolup hiç olduğum bir zamandan söz etmeyi istiyorum oysa.
Ama bunu nasıl anlatırım, kendime çözememişken düğümleri.

Kelimeler vazgeçilmez.
Herşey sÖZ'den başka nedir ki?
Oysa sÖZ, dile gelen değil, gelemeyen olmalıydı?
Bu anlatma isteği nerden gelmekte acaba?
Susmak böyle hileli bir tutkuyla sarmışken içimi,
KİME? NEYİ? anlatma çabasıdır bu anlamadığım.

İnsan konuştuğunda dinlenildiğini pek umuramıyormuş aslında.
Asıl sustuğunda, kendisiyle birlikte susan birisini özlüyor belkide.
Susmanında bir anlamı var ise, birlikte susabilmek
Susarken dinlenildiğini, anlaşıldığını hissetmek.
Sözü buraya ben getirmedim.
Nereden çıktı bunca laf-ı güzaf şimdi bilemedim.

Asıl derdim,yukarıdaki şiiri okuduğumda hissettiklerimi anlatmak idi..
Onları saçmalamak istemiştim burada sessizce.
Kimse okumamış kadar rahat hissedecektim kendimi, her zamanki gibi.
Ve en azından bir kişi okumuş ve kalbimin sesine ayna olmuş olacaktı.

Bir şeyin kendimize dönmesini ve bizi zenginleştirmesini istiyorsak şayet,
muhakkak bir aynaya ihtiyacımız var çünkü.
Yansımalar olmadan ne birlik olacak, ne varlık şehadet aleminde şahit olabilecek.
Her şeyin bir mukabili olması lazım ki, kıblenin de bir manası olsun.

Herkesin gittiği bir alem burası.
ve bütün alemler kendi gel-gitleri ile,
biribirinin içinde, salıncaklara binmiş neşe içerisindeki çocuklar gibi.
Hem sallanıyorlar, gel-git uçarcasına bir ahenk içerisindeler.
Hem hepside rüzgar kadar geçirgen bir resim çiziyorlar sanki.

Herkesin gitmesi kader.
Her gelen, nereye gelmiş olursa olsun, o yerin sadece misafiri.
Ama gidenlerin gelmemesi, geridönüş yok demek gibi.
zaman işte bu sebeple ileriye giden bir şey gibi algılanıyor aklımızda.

Zamanın üzerine çıkanlar "aslında gidenler kalanlardır" diyebilmekte.

Çünkü onlar zamansızlık ve mekansızlık Alemlerinde sabit kadem ev ahalisi gibi durduklarından,
hiç gitmiyorlar.
gitmeleri de, gelmeleride zaten BİZ-BİR-İZ ile ve Bile olduğundan her yerdeler.
her zamandalar.
ve belkide hiç zamandalar.

Şahidi olmadığım böylesi durumlardan neden söz ettim ki?
Hayalen yaşamanın adı bu olsa gerek.
Ne kadar tasavvur gücü bulabiliyorsam,
tereddüt etmeden içerisinde merak ve heyecan ile her yere dokunmaya çalışıyorum.

İşte buna saçmalık diyorum.
Çünkü somut alanlara gücü yetmeyenin tek avuntusudur bu.
Dış düzene sözüm geçmez.
İç denge ise zaten yerinde değil.

Bu tuhaflıkların ortasında boğulmamak için, buyuruyorum hayal alemime.
Bu alem de benim değil, misafirim yine.
Ben gitsem, kim hatırlar varlığımı?
Kendimden başka kim duyar gidişimin ayak seslerini?
Gözyaşları gibi usulca akıp gitsem..
Nereye?
Bir yer var,
Bir bilen,
Bir anlayan,
Bir dinleyen..
İnsan, Kalbinde daimi ve ebedi olarak neyi BİL'iyor-BUL'uyor-onunla orada OL'uyor- ve YAŞA'yor ise,
işte sadece O'nun için yaşamalı.
Bütün gölgeleri de sadece O'nun için sevmeli.
Tahtadan kukla gibiyiz.

Her ne var ise sözünü ettiğimiz,
yapmalıyız, etmeliyiz, gerekli ve lazım diyerek bitirdiğimiz,
bütün hepside koca bir hayal.

İpleri elinde tutan ile,
ipin ucundaki tahta adamı ayRı sanmak bile olmamalı konuştuğumuz.
ayNı olmadığını zaten görmemek mümkün değil.

"OL-mamalı"
Bana soruldu ya, yine fikir beyan etme küstahlığı.
saçmalamanın en tadsız tarafı da bu,
kendine devamlı karşıt olmak durumu insanın içindeki "kendisine (nefsine)" hiç hoş gelmemekte.

Oysa şöyle süper ifadeler ile kendimi nazlasam şimdi,
bazen gerçekten böyle yapmalıyım diyorum kendime.
Kendimi (nefsimi) yerlere tozlara savurup duracağıma,
şöyle göklere çıkarsam da, rahat bir nefes aldırsam..

Tabi bu en büyük azabın içerisine atlamaktan farksız bir şey olmazdı.
Denziden doyasıya içip, tuzlu suya gark olan bir insanın suzuzluğunu hangi deniz giderebilir ki?

Mecbur bir tatlı su bulmalı.
Bir damla dahi olsa, yeraltından kaynayıp geldiği için
insanı boğmadan, susuzluğunu çoğaltmadan, afiyet olur AN'ında.

İşte görünürde kendimi (nefsimi) hırpalamak sandığım her sözün,
başımı eğmeme sebep olurken, susuzluğuma derman olduğunu hissetmekteyim.

En azından kendim için böyle demekteyim.
Çünkü kişinin kendisinden başka kimin adına konuşmaya hakkı olabilir ki.

Burası da durup düşünülmesi gereken bir yer sanırım.
Aslında hakkımız dediğimiz bir şeyimiz yok, olamaz.
Neden olsun ki?
Biz protokol imzalamadık var edilirken.
Sadece teklifi hiç düşünmeden kabul edip
başımızı,dilimizi,kalbimizi "bela" da birr eyledik te.
sözümüze şahit olmak imtihanındayız şimdi.

İnsan çok oyunbozan bu kesin.
Haklıyım, haksızım demek, kesinlikle oyun içinde mızıkçılık etmek demek.

Edeb bizi tepeden tırnağa kuşatana kadar,
Ve kalbimiz Huzur'da oluncaya kadar durum böyle galiba.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Eendimizin Tevbesine, Rızasına, Duasına,Şehadetine dahil olanlardan olalım inşaallah. Âmin!.
Elhamdülillahirabbülâlemin.
Allahümme salli alâ seyyidine Muhammedin ve Alâ, Âlihi ve Sahbihi ve bârik ve sellim.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen Gariban »

Sevgili Simurg can, kıymetli yazınızı zevkle okudum, duanıza âmin diyorum, harikulade ifade etmişsiniz duygularınızı, Allah gönlünüze bereket versin can kardeşim.

Şiir bana şu hadisi şerifi hatırlattı:


“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” [Buhari, İlim 20]

Bakınız her şey herkes için değil tabi ki, bu tabirde fayda derecesine göre çeşit çeşit yorumlanır belki.
Allah gökten yağmuru herkes için indirir ama görüyorsunuz ki herkesin suyu kullanışı başka,

Kimi dağlar vardır göğe binlerce metre yükselmiştir ama tepesinde çukur vardır suyu tutar , dağ olmasına karşı başı tevazuyla çukur gibidir tepesine rahmet iner ve rahmete avuç açar,
Kimide vardır tepesi sivridir suyu tutmaz, tutmadığı gibi birde suyu sele dönüştürür çevresini yıkar.
Kimi göl vardır, suyu tertemiz berrak, kimi göl vardir içi dolu çamur ve toprak.

Allah yağmuru her seye indirir ama herkesin faydalanışı ve yönü başka başka! Güneşin batışını herkes farklı seyreder. Ressam ayrı resmeder, sair başka, fizikçi başka, aşık bambaşka. Herkes aklının algıladığı ile imtihan olur, nakillerse ne ala. Soru aynıda olsa çevre ve koşullar çeşit çeşit. Sağırın duymadan gördüğünü, kör duyarda görür bazen. Hakki bilip bulup yaşamak isteyene herşey yardımda seferber olur alemde, lakin herkes kendi kapasitesince yaşar.

Rahme dökülen menideki 180 milyon spermden sade biri yahut bir kaçı yumurtayı döller.
Parklarda, iskele sırtlarında nice banklar vardır ki üzerinde oturacak olanı beklemekte halen.
Ne dar yollar vardır ki üzerinde yürüyen çok az...
Aklın kendi içinde keşfedilecek çok MeCRası vardır elbet, ah bir nakilleyebilse.

Az evvel camiye doğru gidiyordum, yolda bu banklar ile ilgili lafımı düşünüyordum,
sadakayı cariye vardır dinde bilirsiniz, bıraktığınız şeylerden fayda görenler olur bunlar sadaka yerine geçerler siz öldükten sonrada, diyelim bir dikilen bir ağaç (bazen yetiştirilen bir talebe!)in temizlediği havanın diğerlerinin ciğerine çekilmesinden gelen fayda gibi, meyvelerinin kurda kuşa gitmesi gibi.
Ingiltere'de böyle banklar vardır, insanlar hayrat yaptırır gibi yaptırırlar, parklarda v.s üzerinde oturulsun, topluma ölenden bir nebze fayda gelsin. Kim ne için yaptırır bilinmez, Allah ile arasında.
"Kalbini mi yardın" hadisi gelir dikilir karşımıza!..

Içimden geçiriyordum, insanın oturacağıda yoksa o banklara oturmalı, o çeşmelerden içmeli, belki Allah vesile eder birine rahmet eder diye düşündüm. Rabbimiz affi çok sever, vesileyide.

Sonra camiye gittim, çok sevdiğim genç bir Özbek kardeşimiz var Olim con ismi , Özbekler bizdeki can kelimesine con derler konuşurken. Olim con'da bu ülkeye para kazanıp ülkesine dönme umudu ile gelmiş , burada çeşitli cenderelerden geçiyordu. Cuma'da yanına oturdum. Birinci rekatte secdeye gitti ve ikinci rekat için kıyama doğrulduğumuzda yerden kalkmadı, şaşırdım tabi birden, ne oldu ki acaba dedim içimden, abdestimi kaçtı ki diye düşünüyordum , ikinci rekat bitip selam verilince "iyimisin dedim". Baktım ki sersemlemiş bir şekilde cevap vermekte, "iyiyim" demekte. Yanımda iki üç doktor arkadaş vardı, hemen geldiler.

Yan yatırdılar Olim con'u. Bacakları kaskatı kesilmişti. Ellerini tuttum, elim buz gibi diyordu. Kasları katılaştı, dudakları morardı, bacağını düzleştirmek nerdeyse zor idi. Yere uzattılar, bana bir yığın soru sordular, sarası varmı v.s. sağlığıyla ilgili ama benim bildiğim kadarıyla bana hiç bir hastalıktan şikayeti olduğunu söylememişti, onu hiç bu şekilde görmemiştim. Ambulans çağırıldı hemen. 10 dk içinde ambulans geldi. Bir ara gözüm Olim con'un başının altına katlanarak koyulan kilime erişti. Bu benim seneler evvel camiye verdiğim kilim idi. Kızım için almıştım üzerinde çiçekler vardı, üstünde oynasın diye, bir müddet istifade etti, taşınınca camiye vermiştik eşimle fisebilillah, namazlarda zemin sert, kilim yok diye kullanılsın diye, o kilimi 2 senedir değişik yerlerde görmekte idim, bazen imamın altında, bazen seccadelerin altında, bazen teravihte, ve bugün de Olim con'un başının altına yastık olmuştu. Bu da Allah'ın Kereminden di ki bir şeyi bir çok şeye rahmet kılıyordu. Olim canı ambulansa bindirdik ama benim aklımda bunlarda kalı verdi.

Ne çok kapılıyor insan hayata, eşyaya ne çok dalıyor çıkamıyor, eşyalaşıyor yavaş yavaş, halbu ki herşey dediğin gibi hayal gibi geçip gitmekte, bak ne diyor Allah celle celaluhu:

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Rabb'ından naklen anlatıyor: "Allah şöyle buyurdu; 'Ey Ademoğlu, seni kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde kendim için yarattığımı senin için yarattığımın ayarına düşürme."

Sanki in "esfeli safilin"e imtihan için inmesine de, eşyaya abd olma ey Ademoglu, senin için yaratılandan istifade et ama Bana kulluk et, Bana ABD ol diyor Rabbimiz. Zulüm ona derler ki insanın aklını yaradılış amacının dışında kullanması, benliğe ve eşyaya köle etmesi, naklinin kadir kiymetini bilememesi bulamaması olamaması ve yaşayamamasıdır.

Biz Allah'tan razı olalım, Allah ta bizden razı olsun, Alemlere Rahmet olsun diye yaratılan Rahmeten lil Alemiyn olan Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin kıymetini elimizden geldiğince bilelim bulalım olalım ve yaşayalım inşaallah. Ofis kapanacak, sözü kısa kesmek gerek.

Es Selam ve sevgiyle
garibAN
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Allah Celle Celaluhu ebediyyen razı ve hoşnut olsun inşaallah GaribAN Can kardeşim.

Dedikleriniz öyle isabetli olmuş ki,
düşünürken nerelerde eksiklikler ve boşluklar bırakmışım

düşünmelerimin yönü ne olmalı fark etmeme yardımcı oldunuz çok teşekkür ederim.

Yazınızdan sonrada düşündüklerimi gözden geçirdim,
ve zaten bu gözden geçirmeler hiç sona ermemekte,
bunun içinde ne kadar şükür etsem Rabbime azdır. Elhamdülillahirabbülalemin.
...


[thumbnail]http://2.bp.blogspot.com/-NlwI-1WiU5A/T ... lifiz1.jpg[/thumbnail]

Bu "Lamelif seyri süluğu" diye izah edilmiş ifadeler bugünkü düşünme konumu belirledi sanırım.
az evvel beni buldu ve şimdi bu gün birlikte haşr olacağız bu harf ile galiba.

Bakalım günün sonunda neler yazılacak BİZ'den.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

"Eskiden kalma ne varsa hücüm etti.
Korlar savruldu.
Günde evinin önünde yedi kere tavaf ettiğim zamanlara geri döndüm..
Ah neydi Ogünler. R’yı görüyor başka bir şey görmüyordum.
R’daki elif sonra peyda olacaktı.
Her R’da bir elif gizli olduğunu sonra anlayacaktım."

MUSTAFA TATÇI Hocamızın
(Hiç Bitmeyecek Olan Roman) ındaki bi bölümden alıntılanmıştır.


...
Yukarıdaki bilgi tamamen kendisi geldi beni buldu.
Dünden beri bir Lamelif kuyusuna düşmüştüm.
Demek bu mana kendisini açacakmış da,
haberim yokmuş
(zaten hiç bir zaman haberimiz olamıyor, çünkü biz ancak yaşayarak şahit olanlarız)


Lamelif harfinde apaçık ortada olan,
şeklende harfin yazılışında ve okunuşunda Lam ile birlikte temsil edilen Elif,
aslında bütün sessiz harflerin de sesiydi.
onca kullandığımız bu gizli elifi,
nedense böyle anlayıp dile getirememişim,

bunun farkına varılması ile başka bir şeye izah doğdu aklımda ardından.
Şahdamarımızdan daha yakın OL-AN Rabbimizin tüm mevcudatı gizlice (aslında apaşikar)
"Külli şey'in MUHİT" olduğu.

Hocamız "Allah Ez-Zahir'dir" dedikçe bir somut şekil arardı aklım şaşkınlığı ile,
İşte harflerin içinde gizli Elif gibi Ez Zahir esmasının zuhuratı galiba.

Ve kalbimizdeki farkına varamamış olduğumuz,
ancak varlığı ile varlık sahnesinde bulundurulduğumuz Nur-u Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
O da, gizli elif gibi apaçık görülebilmekte işte.

"ALLAH görülmez BİLinir.
RESULULLAH bilinmez, GÖRülür"
sözü de şimdi anlayışıma daha yakınlaştı galiba.

Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »



"Bir defa YAZMAK, Bin defa DÜŞÜNMEK gibidir."

işte bana yazı yazdıran sebep tam da bu.
Yazmak "Yaşanmayan yalandır" kuralı gereği
bütün içsel zenginliklerimi adım adım gerçekleme aracım.

SAÇMALAMAK'tan kastım ise;
Yaşadığım dünyada her ne isem, ve nasıl isem,
öylece kendimi olduğum gibi kabul edişime ŞÜKÜR'üm..
Beni "ben"yapan Rabbimden sonsuz Razı olma FİKİR'im..

Dünyanın bütün insanlarının onayına hiç ihtiyacım olmadığını anlamış olduğumdan,
Sadece Rabbim'ce geçer akçe OL-AN'a, yani,
HAKK'ka HAKK'la, HAKK'ta, HAKK'tan OL-AN tüm güzelliklere yönelmek istikametimde sevinç ile yürüyüşüme ZİKİR'im..

Yürüdüğüm YOL'UN şahidi olarak,
YOL-YOLCU-YOLLUK-YOLDAŞ OL'uş emniyetimi beyan ve ilan edişime SABIR'ım..

Omuzlarına basılacak biri olmak için bütün çabalarım..
patlamadan çatlamadan arabaya TEK-ER OL'abilme gayretim..
İnsanlara faydam olabilmesi için, önce kendimi kuvvetlendirme azmim..

Tanıyıp, sevip, sahiplendiklerimi yarı yolda asla bırakmamak,
tek laf etmeden arkamı dönüp gitmemek için kendimi yetiştirme tutkum..

Dosdoğru ÖZ'lü, Dosdoğru SÖZ'lü OL'abilmek için en evvel kendimi doğrultma iradem..

Hayat seçimler ER-meydanı madem,
Bu meydan da sallanan, tökezleyen,yalanda hayal kalan,
gölgesinin ardından gidenler, asla hiç bir yere varamayacak demektir bu.

O halde, Emredildiğimiz gibi dosdoğru OL'abilmemiz için,
"Emredildiği gibi dosdoğru olmayı HAKK'kı ile yaşamış OL-AN'a,
sevilmiş ve seçilmiş OL-AN'a,
Alemlere Rahmet OL-AN, Hayru'l-Mürselin, Mahbûb-ı Hâk, Mefhar-ı Âlem
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine BAĞ'lanmamız tek seçeneğimiz.

İşte bu sebeple Aklımdan NAKL'ime iltica etmek için,
Kalbimden görüp sezmek için,
Ruhuma hizmet etmek için SAÇMALAMAK zorundayım bence.

İnsanların beşer hizasından ayrılmak için,
İnsanın, SAÇMALAMAK'tan başkada hiç çaresi OL'madığına inandım bir kere.

Şimdi dönemem artık.
Dönmek de istemem.
Çünkü hayatta beş duyu ile yaşadım bunca zaman ve huzur ile yaşayamadım.
İnsanların baktıkları yerde OL'ma çabam bana yol aldırmadı.
İnsanların gözünde bile takdir görmedi.

Doğru olduğunu bilip inandığım ve bu doğrultuda özveri ile yaptığım hiçbir şey kimseyi memnun da etmedi.
İnsanlardan takdir beklemek manasız o yüzden.

Rabbim'den Razı OL-mak Dua'm ise elbet icabet edilecek bir Murad-ı İlahidir.
Çünkü sonsuz Kerim olan Rabbim kabul etmeyeceği duayı ettirmez kuluna.
Gerçek dosdoğru olarak Halkedilmiş OL-an'a tabii olmak tek seçeneğimiz.

Seçimlerimi seçtiren Rabbime sonsuz hamd ve sena ederim.
Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine can-ı gönlümle Es selam ederim.
Gönlümde Muhammedi muhabbeti yaşatma yollarımı açan Sultanım Kulihvani Hocama candan teşekkür ve hürmetler ederim.

Cümle kainatı ayırmadan gayırmadan emrinde,
Hakk ve hayr üzere çalıştırılan ve kullanılan bir kul olmamızı Dua ve niyaz ederim.


Rabbim Muhammedi Melametimiz’le En kutlu AN’da ebedi Hayy ve diri kılsın BİZ’i inşaallah . Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Günlerdir her sabah pencerenin önüne telaş içerisinde bir Yusufçuk kuşu geliyor.
Bas bas bağırıp duruyor.
İki tanecik çırpı koyduğu pencerenin kenarını kendisine yuva edinmeye çabalıyor.
O yeniden getirdikçe, arkasını döndüğünde çırpılar birer ikişer aşağıya uçuyor.
Bu emek verme işi böyle devam edip gidiyor.

Yuva olarak sahiplenmek istediği yer öylesine dar,
Ve eğer yavru yapmaya niyet edecek olsa, yumurtalar için öylesine güvensiz ki.
Değil yavrular çıkana kadar beklesin,
yumurtladığı an yumurtası anında aşağıda alacak soluğu.
Hayy zinciri de yumurtayla birlikte, o içindeki kuş için kırılmış olacak elbette.

Ama her nedense başka yer aramıyor,
Israrla aynı yeri yurt edinmeye çabalıyor.
Şüphesiz bu kuşcağızın yaptığı işte de bizim için bir ibret vardır.
Herkes kendi aklınca en iyi kararı vermekte,

"En doğru budur" diyerek, akılcığının yettiği kadarıyla bir ev yapmaya çalışıyor.
Kendisine en doğru geleni seçip uygulamak insanların da çok yaptığı bir şey.
Akıl ile yaşadığımızda demek istiyorum.
Akıl bizi peşine takıp sürüklerken durup “nereye” ve “neden” diye sormak ise Nakilleşmiş bir aklın tercihi.

Akıllar sayısız, o her bir aklında kendi içindeki düşünceleri de yine çok sayıda.
Aklımızı dünya hevesleri ve sabit fikirler ile bir noktaya kilitlediğimizde,
görüşümüzü daraltarak, huzurumuzu kaçıracak olan bir yola sevkediyoruz kendimizi.
Bunların içerisinde kıvranıp durmaktan kurtulmamızın ise bir TEK yolu var.

Ezeli ve ebedi TEK rehberimiz ,
ümmetine çok düşkün olan,
Alemlerin Rahmet sebebi,
Resulul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine taabi olmamız.

Aklımızın işlerini, her türlü fiiliyatımızı, dünya hayatımızı,
O’nun bize gösterdiği yöne yönelttiğimizde,
her amelimiz, amel-i salih ve her AN’ımız ibadet hükmünde olacağı gibi.

Sonu hüsran olacak olan seçimlerimizin zulmünden de ferec bulacağız inşaallah.
İnsanın sözünü dinleyeceği, ve taabi olacağı kişi kesinlikle muhabbet beslediği kişi olmakta.

Ancak Kalben bağlandığımız takdirde,
o kişinin fiillerini taklid etme isteği duymaktayız.
Sözünü baştacı,gönül ilacı kabul edebilmekteyiz.
Tanımadığımız kimseye de muhabet besleyemediğimizi düşünürsek,
Bütün dünya hayatımızın asıl amacı ve güzergahı,
Resul-i Zişan sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi tanımak,
beraberinde de inşaallah muhabbetine nail olmak olmalı.
Aksi halde her işimiz hüsran, her hayalimiz yanıltıcı,
hatta ibadet ve taatlerimiz de aldatıcı ve boşa çıkmış olacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ
Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum.
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
Muhammed Sauresi-33


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Ya eyyuhellezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bil kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn(teş’urûne).
Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.
Hucurat Suresi-2

Sadece sesimizi,
Yani en küçük bir işimizi dahi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin
hoşnut olmayacağı bir halde yaptığımızda bile
daha biz farkına varamadan amellerimiz ve işlerimiz boşa çıkacak demekki.

Kaldı ki, Efendimizin bildiğimiz halde uymadığımız emir ve fiil-i Resulullah’ları gibi,
Hiç haberimiz olmadığı için uyup taabi olamadığımız nice güzel adet ve emirleri vardır.

Demek ki, bizim ilk işimiz Resulullah’ımızın her hal ve emirlerini öğrenmek.
Aksi takdirde boyalı bir rüya gibi geçip gid,cek ömrümüz.
biz bir çok iyi ve güzel işler ve amelleri işlediğimizi sandığımız halde, ellerimiz bomboş kalmış olacak.

Her geçen gün daha iyi anlamaktayım ki;
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
Miftah-ı Mutlak,
Mürşid-i Mutlak,
İmam-ı Mutlak,
Nuru-l Kulub,
Rahman ve Rahim olan Rabbimizin Habibim dediği,,
Alemlerin sebeb-i hilkatı,
Nurun menbağı.

Sonsuz güzel ahlakınu örnek alarak ahlaklanırsak şeref bulacağımız,
Dosdoğru olan Rabbani bir hayatı yaşamış olan, Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
doğru imanı insanlara öğretmiştir.
Kalblerimizin neşe ile yeşermesinin,
zahiri ve batıni nurlu bir hayat yaşayabilmemizin yolunu açmış ve göstermiştir.
Muhabbetinden can bulmuş cümle varlık.
İnsan, aciz aklının aklının cahilliğini,iki uçluluğunu,zayıflığını
ancak O Şems-i Müberra ile giderebilecek, şifaya kavuşturabilecektir.

Pencerenin önündeki kuşa evini nereye yapacağını söylesem duymaz beni.
Aynı lisan ile konuşamamaktayız çünkü.
demek ki DUYmamızın ve UYmamızın bir çaresi de,
AYNI LİSAN ile konuşmayı öğrenmemiz.
Biz Efendimizi DUYarsak, ve UYarsak,
ancak o vakit zahiri ve batıni evlerimizi nereye inşa edeceğimizi bilebileceğiz.

وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّءَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُواْ بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Ve evhaynâ ilâ mûsâ ve ahîhi en tebevveâ li kavmikumâ bi mısra buyûten vec’alû buyûtekum kıbleten ve akîmus sâlah(sâlate), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. «Kavminiz için Mısır'da bir takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble tarafına yapın ve namaz kılın! Bir de mü'minleri müjdele!»
Yunus Suresi-87. Ayet-i Kerime

Ev deyince illaki,bir damı dört duvarı olan yer değil elbette.
Bunu dahi ayet-i kerimeye uyarak yaparsak kesinlikle huzuru ve saadeti bulacağızdır.
Lakin gönül evimiz var ki, asıl onu nereye kuracağımızı bilmemiz çok önemli.
Her sese kulak veremeyiz.
Ortalıkta davulla zurnayla davet eden bir sürü çağırıcılar var.

Kalb evimizin Kabe kadar kıymetli olduğunu düşünürsek,
O gönül’ün sahibinin, bir Sultan olduğunu bilirsek,
Kalb evimizi de, ne kadar güzel yapmamız, temizlememiz,sağlam ve dayanıklı olması için çabalamamız gerektiğini anlarız.


"..........................................................................................................................
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah'tan başka dostlar edinenlerin örneği, kendisine ev edinen dişi örümceğin örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en çürüğü (en güvensizi) dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi !
Ankebut Suresi 41

"Ayette “ankebut” kelimesi ile dişi örümcek kastedelmektedir.
Ayetteki çekimlerin dişiliğe göre yapılması da bunu gösterir (Arapçada erkek ve dişi çekimleri farklıdır).

Hayvanlar üzerine yapılan araştırmalarda örümcekler ile ilgili çok ilginç saptamalar yapıldı.
Bu saptamalar, Kuran'da en güvenilmez ev olarak neden özellikle dişi örümceğin evinin gösterildiğini ortaya koymaktadır.

Canlı türleri genelde evlerini; sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korumak için inşa ederler.
Oysa örümcek evini; yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder.
Bu yüzden evlerin en güvenilmezi, örümceğin evidir.
Dişi örümcek, çiftleştikten sonra kendi erkeğini de yemektedir.
Bu yüzden dişi örümceğin evi bırakın başkalarını, kendi erkeği için bile güvenilmezdir.
Eğer erkek örümcek çiftleşmeden sonra kaçmayı başarabilen ender şanslı erkeklerden değilse,
dişisinin evi kendi mezarı olacaktır.

İlginçtir ki en sağlam ham maddeden yapılan dişi örümceğin evi, en az güvenilir evdir.
Kendi hemcinsine bile ihanetin gerçekleştiği bu ev, büyük bir tutarsızlığın sergisidir.
Yaratıcısı Allah olan insanın, Allah dışında sığınaklar araması,
bu sığınaklar her kim olursa olsun aklen bir tutarsızlıktır.
Herşey Allah'ın elindedir, fakat Allah'ın yarattığı kul, Allah'ın dışında dostlar arayıp onlardan yardım ummaktadır!
Allah dışındaki dostların (evliyanın), insanların başına getireceği felaket, Ankebut Suresi'nin incelediğimiz ayetinde çok güzel bir benzetmeyle gösterilmiştir.
Allah dışı dostlara karşı bizi uyaran bir başka ayet ise şöyledir:

اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâ(evliyâe), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Araf Suresi -3

Kaynak: http://www.izafet.com/islam-ve-insan/16 ... z1r2dwrsOs
ALINTIDIR.


.......................................................................................................................

Tezekkerune kelimesi bizi, akıllarımızın mütezekka edilmesi manasına taşıyıvermekte burada.
Her ne zaman, amelden, ibadetten, fiiliyattan, bahs edersek karşımıza devamlı akıl meselesi çıkmakta.
Çünkü akıl olmadığında zaten mesul da olmuyoruz hiçbir şeyden.
Kuran-ı Kerim in muhatabı bile olamıyoruz.

Akıl üzerinde çok dikkatle hareket etmemizi gerektiriyor bu sebeple.
Çünkü her şey, zerre/kürre misali muhakka biribirine ayna.
Her mana biribirinden doğmakta, yada biribirini beslemekte.
Ya zıttı olarak bir anlayışa zemin hazırlamakta.
Yada çeşitlenmiş örnekler olarak aklımıza yollar sunmakta anlamak için.
Anlamak lazım, ve anlamak içinde akıl kesinlikle çok gerekli.

Ama burada akıl kendi başına bize doğruyu gösterebilecek bir pusula olamamakta.
N'akil dediğimiz hale gelmesi ile İnsan, İNSAN olma yolunda yürümeye başlayabilmekte.
O ise Resul-i Kibriya sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize muhabbetimiz ile NUR’lanarak Nakil haline geçebilecek.
Buzun SU’ya dönüşmesi gibi.

Bir Nur gerekli ki,
Eğilip bükülebilen, kabdan kaba aktarılabilen, her çeşmeden akacak hale bürünebilen,
içilince can, toprağa düşünce Rahmet olabilen kıvama gelebilsin.

Aklımızın NAKİL’leşmesi için Rahmeten lil alemin’e muhtacız.
Herşeyin ebedi olarak tek muhtac olduğu O çünkü.
Bilsin, bilmesin, Ahlak-ı Resulullah ve Muhammed-i Nur ile cümle varlık gıdalanmakta.
Her şeyde birçok ibretler seyredebilmemizin kapısını bile bu NUR’u Muhammedi açmakta.

Baktığına kör,
Kendisine sağır,
Eli ayağı zahirde bile sakar, yönsüz ve yurtsuz insan nasıl Halife olsun.

AHSEN olmadıktan sonra, Takvim nasıl işlesin.
Adem Aleyhisselam’dan bu yana her doğan insan hep Muhammedi Nur ile,
İslam fıtratı ile doğmakta.
Ve bu sonsuz bir nimet.

Demek ki, her varlığın tohumunun programında O nur var.
Her Can’ın yapması gereken Tek vazife ise aslında, nefsine agah olmak, Rabbine abd olmak.
Rabbimizin Rabb olduğunu bile anlayabilmek için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ihtiyacımız var.
İşte Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu derece sonsuz kıymetli.
Ve ezelden ebede Can bulmanın tek yolu bu.

....
(Yine devam edeceğim inşaallah)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


AN-mak
in-ANmak..

ateş var.. Resim iç-i yanana…
ateş yok! Resim yandım sanana
Resim odun-ateş-duman-ve-küll
Resim inanmayan Resim inanana!..


ZEVK 4883

İki gözü gibi insanın.. yok-varıelem-NeŞesi
Korku-umut:Erimesin!BUZdansaCANın ŞiŞesi
Sekiz KöŞe SIFIRında… Resim TEKe TEK tERas TEKKeSi
Yine ıSSız SeSSiz sehER.. SıRRın SOY-AN,simurgSeSi…


21.03.12 02:12
tktktrstkks-brsbrs…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_unalanur
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 4
Kayıt: 01 Nis 2012, 19:17

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen nur_unalanur »

Canım çok beğendim paylaşımlarını, Allah razı olsun iyi ki önermişsin burayı :wink:
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Rabbimiz cümlemizden razı olsun kardeşim,
her şey BİZ-BİR-İZ bağı ile
EL'den EL'e Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin
Muhammedi Muhabbetlerine nail ve dahil olabilmek için inşaallah.

Karşılıksız,beklentisiz,ve ben'liksiz
yuvarlak bilyeler gibi başsız ve ayaksız
Muhammedi Nur'u bilme-bulma-olma- ve
O'nunla ebediyyen Bir olma (yaşama) gayret ve teslimiyeti için inşaallah.

Bu bereketli ocağa hoş ve safa geldin.
Rabbim Hakk'da ve Hayr'da daimi ve sabit eylesin BİZ'leri. Amin ecmain.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Resim Esmâlar ile yaşamaktayız,
Daha doğrusu her şeyin varlığı ancak esmâlar ile olmakta,
esmâlar olmasa hangi varlıktan söz edebilirdik ve neyi anlamlandırabilirdik ki?
Fiillerin hepsi de isimlendirdiğimizde idrakimize girmekte.
Âdem Aleyhisselam’a isimler ilminin verilmesinin mânâsı bu olsa gerek.
Aklımın yeri vücudumun neresinde,
Ve kalbimin yeri neresi?
Et kalbim göğsümde, zâhirî varlığımın sürmesi için devamlı atıp duruyor .
Görevini eksiksiz sürdürdüğü müddetçe dünya hayatım devam edecek,
Görev bittiği anda ise toprak bedenim toprağa iade olacak.
Kalbim et değil, varlığı somut değil. Ama var.
Hisseden, duyan o.
Algılayan o…

Sıcağı soğuğu, acıkmayı doymayı, unutmayı hatırlamayı kalbimde duyuyorum.
Kalbimin yerini bilmiyorsam da, varlığından öyle eminim ki,
elim kesildiğinde hissettiğim acı kadar gerçek bir varlık bu.
Ağladığımda gözyaşım değil yakan canımı,
Canı yananın bedenimle bağlantısı hiç ama hiç yok.
Aklım da beynimde değil.
Her hücremde, her zerremde aklım.
Ve varlık-yokluk ikiliğinin dâimi varlık olduğunu anlamamın sebebi rüyalarım ve hayallerim.
Cennet ve Cehennem kalbimde.
Yaz, kış tüm mevsimler kalbimde...

Dışarıda seyrettiğim sadece bir sinema.
Benden seyredendeyim.
İşte benim yerim yurdum bu.
Başka bir yerim ve yurdum yok.
Asli vatanım, sıla-i rahmim bu.
Aşkım, deliliğim, çırpınışım sadece bu...
Hiç şikayetim yok aderssizliğim burada bitmiştir.
Kendime seçebileceğim hiçbir ikinci seçeneğim yok.
“Hiç-lik yurduna hoş geldin sevgili gölge varlık” diyor içimin İÇ’i…

Denizde hangi damla adres sevdasında?
Şişeye konulmadıktan sonra,
Bardakta hapsolmadıktan sonra akıl,
Hangi yerden söz edebilir denizin dahilinde.
Hariçlik kendine yer beğenmek.
Hiçlik yeri yurdu ANlamak belki.
Bu ise deniz var olduğu sürece onunla dâim olmak demek.
Bâki kelimesine mânâ bulabilecek mi kalbim buradan acaba?
Herşey ne erken, ne de geç kalmakta.
Vakit dediğimiz “Muradullah” demek...

"Şu paha biçilmez masalın neresinde ucuzlattık varlığımızın anlamını?"
Diye sormak hem ayıp hem zorunlu.
İkİ-lik mevhumu, kendimize değer biçilmesine yol açmakta.
Oysa asla değeri ifade edilemeyecek kadarız.
Aslında ASL’ımıza doğru yolumuz.
Ve ortada hiç karışıklık ta yok, sadece kulağımıza, gözümüze bütün zâhirî duyularımıza karışan zâhirî uyaranlar ile odaklanamıyoruz filime.
Ve her anıçok kıymatli olan bu Halkiyyet Sinemasının karelerini kaçırıyoruz zanlarımızla.
Zanlarımız bizi şişelere hapsetmekte.
“Suyun testisi buzdan” olunca içerisindeki SU’da BUZ...
Önce İÇteki damlamalar erimeye başlamalı,
Dış içi sarmalayıp korumakta.
En son varlık ZaNNnın hapsinden o kurtulacak,
Ve testiden geriye ancak damla kalacak.
Su’yun rengi de yok...

Ve deniz mavi görülmesini kendisini güneşte seyretmesine borçlu galiba.
Kalbimde güneş doğdukça eriyecek içimdeki buzlar.
O güneşin Tek Bir adı var.
O adı bütün muhabbet duygularım ile bir kere daha anmak ve içime seslenmek istiyorum.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri...

Esmâlar ile yaşam varlık durumunda,
Ve tüm fiilleri failden bize uzatan eller onlar.
Zuhuratlar sonsuz aynı esmâlar gibi.
İsimsiz kalmak en büyük kaybımız olurdu.
Kendime isim aramalarımı hiç unutamam.
Yeniden yeniden ve tükenmden varlığımı hissetme çabalarımı.
İsimsiz kimliksiz kalmak korkularımın sızısı hâlâ kalbimde.
Oysa kendimi merkeze aldığım sürece asla bir kimliğim olamayacaktı.
Kendimi güneşimize göre konumlandırırsam ancak NUR SAĞanağının membağına kavuşacaktım...

“Simurg” yeniden yeniden bitmeden yenilenen bir acayip varlıktı ilk öğrendiğimde.
Kül olsada “Küll” den ayrılmıyordu.
Küllî şey’in kadir olan Rabbülaleminimiz ile ve BİLe idi.
Sadece sözler ile de olsa kendimi bu konumlandırmanın dahilinde hissetmek istemiştim hep.
Simurg da Güneş var diye görünmekte.
Aynalar güneş olmaksızın hiçbir şeyi gösteremeyecek.
Ve kalbimiz eriyemeyecek O ve muhabbeti olmadıkça.
“O ve muhaBBeti” demekte ikilikte olmak ve elbetteki zaNN zâfiyeti.
MuhaBBetin kendisi zaten ve sadece O!..
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri!..

MuhaMMedî MuhaBBetlerimle..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »


..
İÇ SES'iM
..
AN!
AN, çook geniş bir “TEK zaman” demekmiş .
Bu öylesine genişletilmiş bir algılamaymış ki,
Sonsuz bir TEK AN’dan söz etmek gibiymiş aynı.
O “AN” herşeyi yutabilecek kadar sonsuz,
Her şeyi içine alabilecek kadar, kuşatıcıymış.
AN'ın da ADI Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ADI'ymış
..
İZ’e düşebilmemizin yolu, İZ üzerinde bulunabilmek.
O İZ ise sadece ve sadece BİR (1) tane.
Bizim BİRTANE'mizin İZ'i..
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin.
Rabbimin sevgilisi,
her zerrenin sevgilisi,
benim yeganem, sevdiğim,
ve ancak kalbim izine düştüğünde,
yolunda bulunduğumda Rabbimi BUL’abileceğim pak İZ’im.

Adını sadece O’nun adı ile anan Rabbim,
Resulüne “RESULULLAH” dedikten sonra
Kelime-i Tevhidine ayna ederek o mukaddes adını,
BİZ’e sevgili etti Muhammed’ini (sallallahu aleyhi ve selem)

Benim, bütün mü’minlerin ve bütün kainatın sevgilisi,
ve her zerrenin RAHMET’i.
İlk yaratılan. Kalbime göre ise TEK varedilen "O"
(sallallahu aleyhi ve selem)
Çünkü “O” yaratıldı diye varlık vücuda geldi.
“O” sevildi diye, sevmek diye bir şey varoldu.
Aşk her zerrede hükmünü "O"nun adıyla ilan etti.
Adı aşk OL-an SULTAN’ım,
hamd ile Rızaullah’ı işaret eden Nur-u Mim’im.

Bütün sesler,SEN’in sesin hürmetine seda etmekte.
Sesini “O”nun sesinden yükseğe çıkarttığında, o sese de, sesin sahibine de VAH..

"O"nun SES’inden olmadıkça Vahiy'den de söz edebilmeye imkan yok.
Ancak,O’nun sesinden İlahi Kelam Kur’an-ı Azimüşşan olmakta.
Mushafımız, “O”nun sesinden dile geldiği için kalbimizde bir karşılık bulabilmekte.
Kalbimiz ancak “O”nu duyduğunda içimizde Rahmet ve Hikmet OL’makta.

Herşey eksik "O"nsuz.
Merhamet ve Rahmet peygamberi Efendimize layık ümmet olmak ise en şerefli duamız.
Her gün etraftaki onca kalabalığa ve gürültüye bakıp düşünüyorum.
Biz KİM'iz?
KİM'in ümmetiyiz.
Kutlu doğumlarda asıl bizim "KUTLU ÜMMET"liğe doğmamız gerekirken
neyin peşindeyiz ve hangi körebe oyunlarında ebe'yiz?
Susmak'dan başka şifa ve derman olacak bir çare bulamıyorum.
Konuşmanın götürmediği engin derinliklere
kalbimi susmak götürecek biliyorum.
İncelmenin ve tortulardan soyunmanın çaresi,
seslerin fazlalarını kulaklarımızdan silmekle başlayacak eminim.
ve evet artık farkındayım,
sükutu konuşmasından fazla olan Efendime tabi olmakla başlamalıyım her şeye.
..

Susmayı sevdim en çok.
Susmayı sevdiğimde,iç sesimi duymaya başladığımı anladım.
Bu sebeple herşey,herkes sus’sun istedim.

Susmadan, bu çoklar aleminin sancılı aldanışları nasıl sona erebilecek ki.
Nasıl dillerimiz hür olacak.
Kalbimizin esareti nasıl son bulacak.
Et dilim susar da, ortalığı karıştıran gürültüsü dinerse,
O zaman,geniş bir AN’da, Kalbimin dili, dile gelmeye başlayacak.

Her şey iki, elim,gözüm,kulağım.
Her şey muhakkak bir şeyin karşıtı durumunda.
Hatta isimler bile iki.
ve insan sormadan edemiyor kendisine
"Ben kimin öteki adı'yım?"
Kim'e göre koordinatım.
İmanımın merkezi,kutbu,Can'ı, Öz'ü ne? kim?
Her sorunun cevabı Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) desek
en doğru konuşmuş olacağız.

Kalbim TEK zan ederdim önceleri.
Lakin o bile, kendisine mukabil bir mana KALBİM ile yine de eş.
O mana kalbimin sahibi sevgili efendim Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem.
Bunu anlamadıktan sonra kalb hep et parçası,
Her ilim laf gürültüsü.
..
Eş zamanda izdüşüm.
Bundan bahsedebilmek için bile zaman algımızı sıfırlamamız gerekmekte.
Çünkü bugünün gölgesi yarın görünmemekte.
Demek ki, her OL-AN, aynı AN’da OL’makta.

Zaman, biribiri ardı sıra yaşandığını algıladığımız olaylar neticesinde,
sır’lı bir düğüm gibi aklımızın iki ucu arasında bize muzipçe gülümsemekte.

“AN bir nokta’dan ibarettir” denilmesinin sebebi,
Nokta kadar bütün ve bölünemeyen demek aslında.
Yoksa küçüklüğünden ötürü değil nokta sembolü burada.
Yani sonsuz bir nokta algısı peşine düşmeliyiz belkide.

Çünkü Sonsuz ve sınırsız bir Küll’li irade ve kudret
Ancak sonsuz ve sınırsız bir izdüşüme sahip olabilir.
Vücuda gelişlerin sonsuz ve sınırsız olması da çokluk algısı ile aklımızı yanıltmakta.

Kendimiz kendimize perde, dış sesler ise iç sesimize pranga .
Bütün, yanılmayı öğrenmiş algılarımızı, aklımıza unutturmaktan başka çare yok.
O ise sadece muhabbet yağmurları altında kalmakla mümkün olabilecek bir şey.
Yağmuru dinlemek, muhabbete bahene arayan kalblerimiz için en iyi araçtı.

Yağmur kainatın iç sesiydi.
Yağmur herşeydi.
Görmeyene hiçbir şeydi.
En çok denize yağdığında dayanılmaz güzeldi,önceleri.
Sonra ise, nereye yağarsa yağsın her zaman güzel olduğunu anladım.

Yağmur her zerreye CAN taşıdıkça, onun sonsuz bir iç ses olduğunu fark ettim.
Yağmur yağmakta,
İçimize yağdığında hikmet olmakta.
Hikmet olmasa “ben”lik yıkanması yaşayamayacağız.
BEN’liklerimiz yıkılmasa iç sesimizi duymayı başaramayacağız.

Hayatlarımıza Resulullah sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz Hazretlerinin muhabbeti yağmayıncada kuraklıktan öleceğiz.
"Ben" dedikçe Resulullah’a AŞK’a kavuşamayacağız.
“Beni kendi nefsinden de fazla sevmedikçe imanın tamam olmaz Ya ömer”.
Hadis-i şerifini,
Muhammed Mustafa’nı, (SEVGİLİM!) diyerek kalbi bağlarının tümüyle severek,
sahiplenip, kendinle bilmedikçe, nefsinden daha fazla sevmedikçe imanın tamam olmayacak Ya Hümeyra

diyerek yineliyorum bütün benliğime.
Bu ikazla ürperiyor her hücrem.
En sadık dualarımla duadayım Ya Rabbim.
Senin Sevgilini, sevgili'M bilmek için bütün gayretim.
..
En büyük ve kırılması en zor olan putumuz, benlik putu.
Yani o putu da yerlere tozlara karıştırmadan nefsimizden daha fazla bir şekilde
asla hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevemeyeceğiz, demek bu.
Onun yıkılması da ancak Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize muhabbetimizle mümkün olabilecek.

Bu daireyi tamamlamak ise,
varlığımızın boyun borcu, ömrü hayatımızın zekatı ve sermayesi, kar’ı olacak inşaallah.
Çünkü kişi ancak en sevdiği için, kendisinden vazgeçebilmekte.

Bu dünyada nelerden vazgeçebilirim!
ve nelerden vaz geçmedim ki!
Aslında hiç düşünmeye gerek yok.
Yaşayageldikçe birer ikişer,topluca,bazen tek tek, öyle çok şeylerden vazgeçmiştim ki,
(vazgeçirilmiştim) bu soruya verilebilecek cevabım çok netti bu sebeple.
Vazgeçilemeyecek hiçbir şey yok gölge alemde.
Ve her şey mümkün imkanlar aleminde.
Şahit olmak zor değil, şehadet aleminde.
Anladım ki, nefse rağmen değil de,
Nefsi de dahil edip bu işe,
ona da sevdirerek olacak bir iş bu.

Hepsi için ise şart olan Muhabbet.
Ama Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize olan hakiki arı,duru,saf muhabbet.
Şükürler olsun Rabbime, Elhamdülillahirabbilalemin.
Salat ve selamın en güzeli ile selam olsun Canlar canı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine.

Kutlu doğum zamanı aslında tek ve bir AN'dan ibaret olan,
her AN'ımız.
Ve o doğum bize en kutlu doğumların kapısını gösteren işaret taşı.

Her birimizin BİZ-BİR-İZ olarak
Habib-i Zişan sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ümmetliğinde doğmamızı dua ederim inşaallah.
Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Meyve UMudu…

Meyve çekirdeklerini her bulduğu saksının dibine gömer Annem.
Balkondaki saksıların hiç birisi tek bir fidana tahsis edilmemiştir bu yüzden.
Çünkü sardunyanın yanında, süs narı vardır.
Karanfilin evini, erik fidanları da yurt edinmiştir.
Limon, kabak çekirdeği ile yan yanadır.
Veya gülün etrafı maydanoz dolu.

Geçen, saksıları seğreltiyordu balkonda,
Yeniden yerleştirme yaparken baktım fazlalık gibi gördüğü
bazı çimlenmiş çekirdekleri ayırmış.
Dedi ki:
Bu şeftali olacak ama yer yok, atayım mı?
Düşünmeden:Hayır!dedim.
Sebebini herkes de biliyordur muhakkak.

Vaktiyle uykudayken atsaydın kimsenin canı acımazdı.
Şimdi uyanmış, Can bulmuş, hayattan haberi olmuş.
Ona nasıl kıyarsın. Hakkını elinden alma, meyve umuduyla çıkmış o filiz çekirdeğinden. Hem de sapasağlammış!.


Meyve umudu…
Bu sözü çok düşündüm sonra.
Hocamızın sohbetlerini dinlememiş olduğum zamanlarda olsaydım.

Sen bilirsin, atmak istiyorsan at ne olacak!derdim sanırım.

Bilmek ve bilmemek işte bu.
Şükür RABBime.
Ve, Meyve umudu.
Bende artık hiç olmayan bir şeydi aslında, bu sözümde can bulan mânâ.
Meyve umudu olan çekirdek soğuğa, kara, kışa dayanıyordu, demek.
Güneşi taa kalbinde hayal edebiliyordu da,
Gözüyle de yaprak yaprak seyredebilmek için onu, direniyordu karanlığa.
Kabuklarından ne sancılar içerisinde çıkmıştır kimbilir.
Onca ızdıraba meyve umudu ile güç bulmuştur belki de.
Hiç görmediği arıların sesini işitmiştir ninni gibi kabuğunda,
Kendisini mahvetmekten çekinmemiş, filizlenmek uğruna.
Ve, İlâhi yaradılış çağrısına karşı koymamış…

Kendimi sağlam hissetmiyorum.
İçinden çürümüş bir çekirdeğimdir belki de.
Hayalimdeki son sahnelerle avunup resimden silinip gidebilir sûretim.
Sonra er ya da geç toprak kesilecek şu bedenim
Hiçbir direnme fayda etmeyecek.
Doğrusunu söylemek gerekirse hiç direnesim de yok zaten.
Bu dermansızlık, bu kolsuz kanatsızlık neden?
Neden soluk almak bile bu kadar yorucu geliyor?
Öyle büyük kara kışlardan çıkıp gelip, tam güneşe kavuşacağım sanmaktayken
Hangi arada tükettim yaşama hevesimi?

İnsanın içi ölmeden dışı ölürse, “ölüm yeniden doğmak” demek.
Ama önce umutları ölenler, hangi yeni doğumda ebedi can bulabilecek?
Tohum kalbinden çürürse filizlenemiyor.
Toprağın en kabiliyetlisi olsa gücü yetmiyor can vermeye.
Demek canı veren toprağın kabiliyeti değil,
Tohumunda muhafaza edilmiş ve olgun olması gerekiyor.
Hırpalanmak, can bulmanın en büyük katili.

Bahar içime yeni neşeler getirmedi bu sene,
Yüzünü kabrine dönmüş bir içi geçmiş gibiyim.

İbret almıyor musun?diyorum kendime.
Bunca sözü eden sensin, hadi özüne de sindir
Ve umut bul yeniden, tohumun meyve umudundan kendine pay çıkar!


Söz ne kadar kolay ise, hale geçirmek o kadar zor.
Bir şeye
zordiyorsa insan,
O şey zaten arkasına bakmadan gidiyor ondan.

Uyusam artık, ama öyle bir uyusam ki, hiç uyanmasam.
Ne mahşer, ne kıyamet, hiç birisinden haberdâr olmasam.
Kabirde sual etmek için bile uyandırmasalar.
Hayal ve rüya görmek de istemem.
Cenneti de cehennemi de yaşayacak gücüm yok.

Bazen fırtınada yıkılmaz da insan,
Küçük bir üfürmede boynunu eğer bütün umutlar.
Bazen de benim gibi durduk yere tükenir cesareti.

Dünya kadar bilgelik sözleri okuyorum her yerde.
Neredeyse herkes âlim ya da filozof olmuş,
Etraf ağır sözler, dolu dolu yüklü mânâ içerikli ifadelerden geçilmiyor.
Eskiden çok aldanırdım bunlara.
Her duyduğumu:
Vay be!der, hayranlıkla ağzım açık dinlerdim.
Sözü üstüne, söz ettirmeyenler vardı bir de etrafta.
Benim de diyeceklerim vardı, ama boğazımda kaldı.

Şimdi ise söyleyecek gücüm kalmadı.
Geçti gitti ömrün bahar mevsimi,
Kaç bahar gelse de açmaz bu bahçenin gülleri.
Güzün açan çiçekler varmış duyduğum kadarıyla.
Kara kışın sefâsı mı olur ki!.

Ne desem boş, bile bile dökülüyorum satırlara.
İnsan ölecekse ölmeli,
Böyle söylene söylene gitmek de, gitmenin adabından değil doğrusu.

İsyan değil, küsmek değil Rabbim.
Ne ettiysem güç bulamadım.
Demek benden değil hiçbir şey anladım.
Sen ne istersen artık onu eyle lütfen.
Ben Senin’im.
Bak bir ben varım, ve birde Sen.
Sana
SENİN’im!diyorum.
Ve tüm bildiğim de işte bu.

Ben
İKİlerde yoruldum.
"TEK" kişilik kabrimde dinlensem olur mu?..
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Düşündükçe anlamaktayım ki,
hiç bir şey üzülmeye sebep değil,
sevinmek içinde bahâne değil.

Her şey, sadece OL-AN şeyler ve her hâlleri ile olağan,
Bizi ne şaşırtabilir, ne üzebilir ki,
ya da çok sevindirip, havalara uçurabilir.

Hiç olmadığım kadar ayaklarım yere basmakta şu an,
sonraki bir zamanda yine farklı algılamalarım olacaktır hiç şüphesiz,
ancak içinde bulunduğum zamanda net olarak anladığım bir şey şu ki;

Hiç bir şeyi olağandışı olarak görmemek gerek sanırım.

Her AN'da bir şey yaşayacağız elbette,
bunları Yaşatan'ı düşündüğümüzde ise olağan karşılayacağız.

Biz ne dersek diyelim, ne düşünürsek düşünelim,
her şey olması gerektiğinin dışına hiç çıkmayacak.

Bu durumda da, bizim kızmaya, gücenmeye, küskünlüğe, öfkeye
ya da sevinmeye, coşmaya, havalara uçmaya hiç hakkımız olamayacak.

Her hâl ve durumlarda, hayatımızın imkanlarını ve şekillerini değiştiremediğimizi düşünürsek,
elimizde bir tek kalbi sükuneti yaşamak için durgun, dingin duygularla, Teslimiyyet içerisinde olmak gayretimiz kalıyor.

İnşaallah bu fâni hayatın elem ve endişelerine kendimizi kaptırmadan,
bir oyalanmadan ibaret olan geçici sevinmelerine de aldanmadan,

Huzur-u kalb ile yaşayabilmemiz nasibimiz olsun.

İnşaallah. Âmin!.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Lâm.. Elif.. Lâmelif

Bir yanım tevazuda
Bir yanım dimdik ayakta
Misal Lâmelif

Elif'i çözdüm, Lam'ı Düğümledim
"Kendi"me bir MİM koydum
"Kendi"m oldum
Dönüp dolaşıp sonunda
Bir noktada son buldum...

***

Lâmelif deyince, bu harfin iki harften oluşan tek bir harf olduğunu düşünürsek.
”Lâm” ve “Elif” tevhid edip “Lâmelif” oluyor.
Ve İKİ-likten kurtuluyor, TEK-lik buluyor..
“Elif mi Lâm’da, Yoks Lâm mı Elifte gaib oldu?” diye düşünmek abes.
Her ikisi de var. Ancak “BİR” leştikten sonra ikisi de “hiç” oluyor.

Lâmelif başlıbaşına yeni bir harf, sesiyle, ismiyle, kıyafetiyle, şahsiyeti ile.
Yani Zât-Sıfat-Esmâ-Eşyâ da diyebiliriz belki buna.
Ve bütün mevcudat içinde aynı formülü sistematize edebiliriz,
Bu sâyede de varlıkların tekâmülünü seyir edebiliriz.

Hatta Hocamızın,
Nokta-Doğru-Düzlem-Hacim olarak eşyanın hakikatini tanımamızı kolaylaştıran sistemi ile Lâmelif’e daha yakından bakarsak eğer,
Belki de şöyle bir görüntü resmedilecek gözümüzde;

Ses, Harfin NOKTA’sı.
Şekli, çizgi.. Bedeni, DOĞRU’su
Sıfatı, Söz halinde kullanılışı DÜZLEM’i
Mânâsı, işaret ettiği anlam ise HACİM’i.

Bu şekilde bakınca, üç boyut haline getirdiğimiz harfleri aklımızın anlamasına imkan vermiş bile olabiliriz belki.
Bir harfin dahi tekâmülü ve sistem içerisinde vazgeçilmez bir yeri olduğu muhakkak.
Her Zerre’ye Kürre nazarıyla bakmamız da bu yüzden kaçınılmaz.
Çünkü varlık âleminde bir varlık’tan söz etmekteyiz.

İllâ kanı, canı ve bilindik hareket kabiliyeti olması gerekmiyor onlara “varlık” dememiz için.
Basbayağı bir atom da, İmkan Âleminde görüp şehâdet edemiyor olsak da vardır ve varlık’tır.

Lambanın içindeki yanan ışık, can ceryanı, sırça fanus geldi bir de aklıma.
İnsan da kalbinin içerisinde böyle bir Nur taşımakta.
Beden Şişesinin içerisinde Ruh ışığı. Yani Lamba.
Lâkin yandığı güne kadar yanma potansiyelinden habersiz sanırım.
Buna, kalbimize güneş doğması desek belki de doğru olur.
Zahirî Güneş ve Batınî Güneş diye düşündüğümüzde
kalbimizdeki güneşe ne zaman yüzümüzü dönüp,
kendi gölgemizin peşinden gitmekten vazgeçtiğimiz
ve içimizin ısındığı çok önemli.
Çünkü Su’yun Buzdan testisi bu Nur ile eriyecek.
Bu aynı zamanda “aklımızın müslüman olması” da demek.
İslam bir güneş ve İslam’ın nurlu dairesine girenlerin
kalblerine, iman güneşi doğması demektir bu aynı zamanda.

Burada aklımız çok önemli,
Aklımız giyindiği elbiseye göre sıfatlanacak.
Her zaman iki yön ve iki yol olması,
Seçenekler ve tercihler aleminde tevhid imtihanında olduğumuzun göstergesi.

Bu ise, aklımız Hizbullah elbisesine bürünüp müslüman olursa,
O bizi bir Burak, ve Refref gibi alıp mi’raca götürecek, derecelere çıkaracak demektir.
Bunu değil de, eğer aklımız İblis libasına bürünürse,
O da bizi negatif mi’raca yani aşağıların aşağısına derekelere indirecek demektir.

Yönümüzü, aklımızın seçtiği istikâmet belirlemekte.
“Kalbimiz, nefsimizin elinde olmasın ve nur ile çalışsın” diye.
Akıl bağ’ımızın Nakil’leşmesi (yani Muhammedî Nur’a bağlanması) demek.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den başka ümidimiz ve çâremiz yok.
Başka “Meded!” dileyecek bir İmdad Kapımız yok!.
Nur’lu El’inden gayri ebedî can bulduracak Nur’umuz da yok.
Rabbim Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin EL’den EL’e EL’ine bağlasın BİZ’İ inşaallah. Âmin.

Burada Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
“Lâmelif bir tek harftir, sakın onları ayırmayınız” dediğini öğrendim bugün.
Bu kaynağı belirtilmemiş bir Hadis-i Şerif.
Okuduğum kaynakta.
Lâmelif harfinin (mürşid-mürid) bağını da temsil ettiği yazılıydı.
Ben bu izahı yapacak bilgim olmadığı için, konu üzerinde düşünemedim.
Ancak öğrendiklerimden hazm edebildiklerimden devam etmem gerekir ise,
Hocamız, nefs ile savaşmayı değil, onu hayr için kullanmayı öğretmekte bize.
Nefsimiz ile savaşmamızı şöyle bir örnekle anlaşılır hale getirebiliriz belki de;
Nefs, bir yel değirmeni diye düşünürsek,
Don Kişot’un sıska ve yaşlı bir atın üzerine binip,
eline de kırık ve bezler ile sarılıp sağlamlaştırılmaya çalışılmış,
işe yaramayacağı kesin olan bir mızrak alıp,
önceden tanımadığı yel değirmenlerini canavar sanıp saldırması,
savaşması ve mücadele etmesine benzetebiliriz.
Ve sonuşta da hiçbir galibiyet elde edememesinden çıkaracağımız sonuç ise,
Nefs ile savaşmamızın yersiz ve çok gereksiz olduğu olmakta.
Oysa karşımızdaki nefs cevherini tanımak ve onu kullanabilme kabiliyetine ulaşmak ile faydalar sağlamamız,
“Nefsin yaradılış amacına uygun kullanılıp fayda elde edilmesi” demek olacak.

Nefsimizi terbiye edebilmek,
Akıl’mızı Nakilleştirmek,
Bunlar ise El’i Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin elinde ve gönlünde bir Kâmil’in bereketi ile olabilecek bir şey.
Çünkü başı boş nefs, muhabbete tâlib olamamakta.
Her şeyin fazlasına hakk gözetmeksizin göz dikmeyi hedeflemekte.
Bu açgözlülüğü ve sınır tanımazlığı tedavi edebilmenin yolu ise,
Nefsine söz geçirmiş, aynı yollardan evvelce yürümüş bir rehberin elinde tedavi olmaya teslim olmakla sağlanabilecektir.

Bizler;
Nefsimiz ergenleştiğinde, Rabbimizin emir ve yasakları doğrultusunda çalışmasına riayet etmekle Hizbullah’lık istikametine dönmüş olacağız.
Tefrit ve İfrat ile imtihan olup Hizbüşşeytanlık istikametinin insanı olmayacağız (inşaallah)
Helal düşüncesi ve emirlere itaat yolunu seçersek de, bu yolda bulundurulacağız .
Yani her iki tarafta da kutup var. Menzil belli. Tercih etmek serbest!.


Toprak bedenlerin ergenleşmesi demek,
Hacim olarak büyümesinden ziyâde,
nefsin algılarının açılması anlamına gelmekte belki de.
Ve tam bu noktada ise algılarımızın körükörüne esiri mi olacağız?
Onları kontrol ile hayr’a mı sevkedeceğiz?
İşte imtihan sahasının tercihlerden oluştuğunu bilmekteyiz ya.
Tercihlerimizin Rabbimizin sevdikleri olabilmesi için,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Sünnet-i Seniyyelerine ve terbiyelerine tam uymak durumunda olduğumuz aşikâr.
Yoksa her birimiz, nefsimize fısıldayana kulak vermemiz durumunda kalırsak, tercihlerinde baştan kaybedenler olacağız şüphesiz.

Rabbim Hakk’ta ve Hayr’da yaşatsın!
Ben’lik başlarımızı Nakil Nuru ile mahvetsin!
Hizbullah olarak selâmete vardırsın yolumuzu inşallah!.
Âmin!.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

İsimsiz,cisimsiz,şekilsiz,renksiz,kokusuz,hacimsiz,tadsız,ağırlıksız,yüksüz OL-abilmek

var olmanın dahilinde ve varlık aleminde OL-mak,
ama yukarıdaki sıfatların hiçbirisini de taşımamak.

Ne demek istediğimi anlatamadım büyük ihtimal ile,
ama çabalayacağım bunun için.
Çünkü izah edebilmeye güç bulabildiğim her algı dimağımda bu şekilde vücud bulabilecek.
Yaşanmamış olabilir, hiç değilse yazılsın ki YALAN OL-masın fikrim.

İnsana işaret edebilmek için kişiye bir isim konulmuş olması şart elbette,
göz ile şahit olabilmek için de cisimini görmemiz lazım,
tarif edilebilirliğini yükseltmek için ise başkaca bir sürü sıfat ve nitelemelere de ihtiyacımız var.

Oysa sadece İNSAN'dan bahsediyoruz.
Milyarlarca OL-AN, uzaktan bakıldığında hiçde biribirinden farkı olmayan insan'lardan bir insan.

hadi diyelim bu BİZ'iz, yani kendimiziz.
BİZ'i 7 milyarda 1 tane yapan,ve ÖZ'de ÖZNE olmamızı sağlayan bir tek ASLİ vasfımız var aslında.
O ise en sevilmiş OL-AN'ın GÖNÜL'ün de yer işgal ediyor yada etmiyor olmamız.

Fahri Kainat, Ziynet'i mutlak,Ekmelü't Ta Ha Ya Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin Muhammedi muhabbetleri dairesinde minicik dahi olsa bir yer işgal edememiş isek,
bizi tarif edebilecek hiç bir sıfat bize üstünlük ve saadet dairesinde mevcudiyet katamayacak.

Ha varız,ha yokuz,
Ha ismimiz var, ha isimsiziz,

Adresimiz ezel ebed Noktası, Nur-u Mim değilse
yansın bitsin sıfatlar ki işte cehennem de olsa olsa budur ancak.

Bütün hallerimize elhamdülillah Ya Rabbelalemin,günahlarımıza değiiil.
Ve bütün "Huzur'u Muhabbet" halleri kendisinden açığa çıkan,
Rahmetenlilalemin sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine sonsuz şükür ve namütenahi teşekkürlerimiz,selamlarımız daim olsun inşaallah.
Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen der-ya »

BİLİR...



Aşk o ki aklını Yâre verdirip
Sevdâ yollarına postu serdirip
Ok kirpiğin keman kaşa gerdirip
Menzile maksadın atanlar bilir...



Gönüldeki bulgur, Dimyat pirinci
Dervişe kendisi perde birinci
Sanma ki sedefte, sahilde inci
Gönül deryasına batanlar bilir...



HAYY hâli hayrettir, tevhid tavafa
Sevilen önünde sevenler safa
Hiç hacet kalmadan boş söze lafa
Çilesin çarmıha çatanlar bilir...



Kaş göz etmiş bir tenhada tavlamış
Avcı âşık, aşkla avın avlamış
Nice ipler kırmış nice havlamış
Kıtmîrin kervana katanlar bilir...



Rahat Sırat’tadır, arzu Cennette
Ricası rıza olan bulur elbette
Dört âlemin dördü bir muhabbette
Aşk alıp, aklını satanlar bilir...



Geylânî’den öğren devran devrini
Çile Çarşısının Cihan cevrini
Sorma, Sofu bilmez seher seyrini
Yâr’e yaslanıp da yatanlar bilir...



Tut ki Kuddûsi’nin Eren elini
Sîrette Sırr etsin Aşk Menzilini
Sûretin kargaşa karga dilini
Seher Bülbülü olup ötenler bilir...



Sevmeyen, sözünü sevdâ sanmıştır
Sevenler sevdiğin aşkla anmıştır
Yâr için yürekler nasıl yanmıştır
Dumanı direksiz tütenler bilir...



Havff ü Recâ, Sıdk ü Muhabbet iman
Mü’minin maksudu aşktır müslüman
Bir demir leblebi gevene güman
Aşk ile bal edip yutanlar bilir...



Şarab-ı şeytandır şehvet İhvâni
Her tevbe tecrübe sabret İhvâni
Soran, sormayana söz et İhvâni
Halka HAKK sözünü tutanlar bilir...

Kulihvani
28.10.1988 14:56 ev.


Menzil : Makam. İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.

Kargaşa : Karışıklık çokluğu.

Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek. * Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)Kudsi Hadis'te Cenab-ı Hak buyuruyor: "Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı gibisin."
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

Estağfirullah der-ya Can'ım,
ne güzel edip de yazıyorsunuz,
yazmanızdan çok memnun olmaktayım,
hiç araya girdiğinizi düşünmeyesiniz sakın
çünkü hem BİZ BİR-İZ
hemde iştirakiniz ile, karşılıklı yazmak ve anlamak hepimiz için daha kolay ve zevkli hale geliyor diye düşünmekteyim.

Sizi hiç bir zaman yok sayamam kardeşim,
ancak varlığınızdan dolayı şükür içerisinde olurum (tüm kardeşlerim ve sitemizdeki herkes içinde aynı duygudayım)

Çok teşekkür ederim,daima Huzur'u muhabbet ile,
yazılarımızda birliktelik ve iştirak dua ederim inşaallah. Amin.
Resim
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen der-ya »

Allah c.c için seni seviyorum Sevgili kardeşim simurg..

~~

Allahım, ben Onu Seviyorum Sende Sev...
Ona, Er- Rahman Er- Rahim esmâsıyla tecelli et
El- Müheymin sıfatınla koru ve gözet...
El- Fettah tecellisiyle her türlü zorlukları aç ve kolaylaştır
El- LÂTÎF sıfatınla Onu iyiliklere ulaştır
Hatası olur ise, El Vasi sıfatınla ona merhamet et...
El- KERÎM sıfatınla lûtfunu ve keremini ver
El Mucîb sıfatınla duâlarını kabul et
ve Ey EL Vedud, sevgini ver, aşkını ver kalbine...

AMİN.
..
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: simurg SeSi...

Mesaj gönderen simurg »

der-ya yazdı:Allahım, ben Onu Seviyorum Sende Sev...
Ona, Er- Rahman Er- Rahim esmâsıyla tecelli et
El- Müheymin sıfatınla koru ve gözet...
El- Fettah tecellisiyle her türlü zorlukları aç ve kolaylaştır
El- LÂTÎF sıfatınla Onu iyiliklere ulaştır
Hatası olur ise, El Vasi sıfatınla ona merhamet et...
El- KERÎM sıfatınla lûtfunu ve keremini ver
El Mucîb sıfatınla duâlarını kabul et
ve Ey EL Vedud, sevgini ver, aşkını ver kalbine...

AMİN...



Kerim kardeşim benim, öyle duygulandım ki anlatamam
karşılıksız ve canı gönlünüzle ettiğiniz tüm dualarınız önce sizde,
(zahiri ve batıni, dünyevi ve uhrevi ,hayatınızda tam tekemmül ile vücud bulsun ve Hayy olsun,inşaallah)

Ve AMİN ECMAİN,cümle Ümmet-i Muhammedi de içine kapsasın Rabbimin izzeti hatrına Lutf-en ve Kerem-en İNŞAALLAH.

Bende sizi sevmekteyim der-ya Can kardeşim.
Tüm sevdiklerimi Allah celle ve ala ve Müteal Hazretleri hatırına sevmenin kıymetini (miktarımca) öğrendiğim zamanlardan beridir de

her sevdiğimi Allah İÇİN sevmekteyim.

Hatta namazı bile "Allah rızası için" değil de "ALLAH İÇİN" eda ve inşaallah İKAME etmekteyim elhamdülillah.

Gerçi namazım hala taklidi namaz ama,
ona İKAME NAMAZ diyorsam tamamen dua kastımla, ve niyetim arzum böyle olduğundan inşaallah.

Sağ olun, var olun, çok sevilen olun önce,ve her zaman "Allah için" sevenlerden olun kardeşim.

Es Selam, Baki Selam, Cümle hayr ve bereketler dua ederim. Amin.
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön