ŞUUNAT-ZUHURAT

Cevapla
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

ŞUUNAT-ZUHURAT

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Yazarım dedi, RABBimin verdiğini... merdânım, hakktan şaşmam!

Kalem gelir elime, rızkımı, nasîbimi ağzıma götüren çatal - kaşık gibi, kalem de rızkımı sayfaya götürür, kaleme yaz gönüle söyle denir... Mehdiyyen sabiyyaya konuş! dendiği gibi...

Kelimeler bir EL arar,
ELe kalem verilir,
Kaleme hareket...
Akmaya başlar duyulması istenenler.
Kalem yazmaya başlar..
Benden yazılır ve lâkin bende duyarım ben de okurum...

Yazılanlar aslında beni okur, bana sarılır, konuşulanlar bana ses olur, dilime kelime olur, savrulur beni kullanır harfler sesler kelimeler... Bedenimi kullanır. AKLımı kullanır. kendilerine isim olarak benim adımı isterler...

AKLım EVVELdeyken mekânsızlıktan mekânı zamansızlıktan zamânı seyrederken nûr parçacıkları, ışık hüzmeleri gibi serhûş seyyâreler, kesifleştikçe harfleşen sesler, İÇimin dilinden=> aracı olan kulağıma oradan da => DIŞımın aracı olan ELimdeki kaleme hücûm ederler. Yazılırlar..
görünür olurlar..
zâhire çıkarlar.


AKILlarda ANlaşılırlar ve BİLinirler tasavvurla SÛRETlenirler... Bütün bunlar EVVEL AKLımın ŞU'ÂN ŞE'Ninde cevlân eder...

Sûretler öyle zâhire çıkıyor... Kesret oluyor... KÜLLİ AKIL İRÂDEsindeki nur zerrelerinin
(NÛR-u MÎM) AKLı EVVELdeki BENe ŞUÂNda "ben" "sen" ve "o" olarak seyrettirişi bu âlem... Âlemler ise bu tezârühün değişen, hareketli, harekeli, mühürlü, cüz'î irâdeli CERRoluşları... Zâhirdeki mevtâlar AKLımın alıcılarının denizin köpüğünü görmesi gibi... bâtında nûr râyihalarının med cezirleri ile ısınan havanın yukarı çıkması gibi soğuk havanın aşağı inmesi gibi yer değiştirmesi... Ses nereden neş'et ediyorsa, sûret de oradan neş'et ediyor... Burada kesifleşiyor ve zâhir diyoruz bu duruma... Tînselleştiği, inceldiği, uçuştuğu hâle de Bâtın diyoruz...

Nûr-u Mîm'in sebbahasında AKLım EVVELde,
"ben" ŞU'ÂNda beş duyu ile algıladığım âleme kör-sağır-dilsiz-temassız-kokusuz SALLınsam ASIL mebdeimi BİLmeye yaklaşırım sanırım... Damla'nın DERYÂ'ya temas ettiği AN gibi artık damlanın varlığından söz edilemez bir var-yokluğu başlardı... kendi gibi o deryâyı oluşturan sayısız damlaları duyabilen, hissedebilen BİZ-BİRliğinde ancak kendisini isbat edecek varlığı kalmamış kendi deryâ olmuş kendini sınırsızlık çokluğunda kaybetmiş kendinden haberi olduğu kadar her damladan da haberdar olan her damla aynı "ben"likte hepsi okyanus hepsi herbirini bilmekte duymakta anlamakta ancak damla değil bütünlükte.. artık DERYÂ...

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: ŞUUNAT-ZUHURAT

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

gullale yazdı:
Resim
Yazarım dedi, RABBimin verdiğini... merdânım, hakktan şaşmam!

Kalem gelir elime, rızkımı, nasîbimi ağzıma götüren çatal - kaşık gibi, kalem de rızkımı sayfaya götürür, kaleme yaz gönüle söyle denir... Mehdiyyen sabiyyaya konuş! dendiği gibi...

Kelimeler bir EL arar,
ELe kalem verilir,
Kaleme hareket...
Akmaya başlar duyulması istenenler.
Kalem yazmaya başlar..
Benden yazılır ve lâkin bende duyarım ben de okurum...

Yazılanlar aslında beni okur, bana sarılır, konuşulanlar bana ses olur, dilime kelime olur, savrulur beni kullanır harfler sesler kelimeler... Bedenimi kullanır. AKLımı kullanır. kendilerine isim olarak benim adımı isterler...

AKLım EVVELdeyken mekânsızlıktan mekânı zamansızlıktan zamânı seyrederken nûr parçacıkları, ışık hüzmeleri gibi serhûş seyyâreler, kesifleştikçe harfleşen sesler, İÇimin dilinden=> aracı olan kulağıma oradan da => DIŞımın aracı olan ELimdeki kaleme hücûm ederler. Yazılırlar..
görünür olurlar..
zâhire çıkarlar.


AKILlarda ANlaşılırlar ve BİLinirler tasavvurla SÛRETlenirler... Bütün bunlar EVVEL AKLımın ŞU'ÂN ŞE'Ninde cevlân eder...

Sûretler öyle zâhire çıkıyor... Kesret oluyor... KÜLLİ AKIL İRÂDEsindeki nur zerrelerinin
(NÛR-u MÎM) AKLı EVVELdeki BENe ŞUÂNda "ben" "sen" ve "o" olarak seyrettirişi bu âlem... Âlemler ise bu tezârühün değişen, hareketli, harekeli, mühürlü, cüz'î irâdeli CERRoluşları... Zâhirdeki mevtâlar AKLımın alıcılarının denizin köpüğünü görmesi gibi... bâtında nûr râyihalarının med cezirleri ile ısınan havanın yukarı çıkması gibi soğuk havanın aşağı inmesi gibi yer değiştirmesi... Ses nereden neş'et ediyorsa, sûret de oradan neş'et ediyor... Burada kesifleşiyor ve zâhir diyoruz bu duruma... Tînselleştiği, inceldiği, uçuştuğu hâle de Bâtın diyoruz...

Nûr-u Mîm'in sebbahasında AKLım EVVELde,
"ben" ŞU'ÂNda beş duyu ile algıladığım âleme kör-sağır-dilsiz-temassız-kokusuz SALLınsam ASIL mebdeimi BİLmeye yaklaşırım sanırım... Damla'nın DERYÂ'ya temas ettiği AN gibi artık damlanın varlığından söz edilemez bir var-yokluğu başlardı... kendi gibi o deryâyı oluşturan sayısız damlaları duyabilen, hissedebilen BİZ-BİRliğinde ancak kendisini isbat edecek varlığı kalmamış kendi deryâ olmuş kendini sınırsızlık çokluğunda kaybetmiş kendinden haberi olduğu kadar her damladan da haberdar olan her damla aynı "ben"likte hepsi okyanus hepsi herbirini bilmekte duymakta anlamakta ancak damla değil bütünlükte.. artık DERYÂ...

Resim
DAMLASI OLDUĞUM UMMANIN, EN NADİDE İNCİSİ,
EY ÖMRÜMÜN SON DURAĞININ, İLK UĞRAĞI BİRİNCİSİ,
EY ANKA KUŞU, KAF DAĞININ, MUTLULUĞUN HABERCİSİ,
YİNE YÜKSEKTE UÇMADASIN, SEYRİNE DOYULMAZ YILDIZLAR GİBİ.....
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: ŞUUNAT-ZUHURAT

Mesaj gönderen gullale »

Resim


Altın ne oluyor, can ne oluyor, İnci, Mercan'da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye fedâ edilmedikten sonra.

Mevlânâ


HAYYdan Dostum, GÜL-i ZÂRım,

Âcizâne ömrümce derdim RABBimin sevgisi ve rızâsı oldu... Nefes nefes dokunan bir hayatın ÖZü ÖZETi bu... İsâbet bulmuş mudur bilmem. AKLımca hâl-i perîşânım böyle... Senin gibi... HAKK AŞKının düştüğü, yaktığı yandığı her CAN gibi... CANın da sÖZün de İNCİliği SEVGİLİ YOLundadır. Ona adanmamış, Ona yanmamış hiçbir cevher toz kadar bile bahalı değildir...


Denizin dibinde İnci'lerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar.

Mevlânâ


Eğri, çirkin hâlimiz-kâlimiz, bize bu İNCİdir diyerek uzanan EL ile temizlenir, doğrulur, aklanır... İNCİ OKUyan DUYan DOKUyan gönlüne, güzel gören gÖZüne, başımız okşayan sÖZüne RABBim mukâbele buyura....

Eşeğe, katır boncuğuyla İnci birdir. Zâten o eşek, İnci'yle denizin varlığından da şüphe eder.

Mevlânâ


İNCİnin İNCİliğinden SARRÂF anlar... Bu İNCİdir ya da değildir der. Bu sÖZ o sedefe değer katar. Sedef gibi görünen her SIRR İNCİ hükmü taşımıyor demek ki... İNCİ olana da her sedef gibi görünen ERemiyor demek ki...


Bilgenin yüreğinde her dilek,

Anka kuşu gibi gizli gerek.

Damla nasıl İnci olur denizde:

Sedefler içinde gizlenerek..


Ömer HAYYAM


Yazdıklarımda OKUnanlar İÇimin İÇinden... benden değil BİZden, DAMLAsı olduğun/m DERYÂdan... DERYÂya SALLınan her DAMLA bir DERYA ve DERYÂ her DAMLA!

Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;

Erdiğim sırları söylemek elimde değil;

Aklım düşüncenin derin denizlerinden

Bir İnci çıkardı ki delmek elimde değil!


Ömer HAYYAM


MUHÎT "ben"im DIŞım,
MERKEZ "ben"im İÇim
ARA KESİTte "ben"!

BİLir-BULur-OLur-YAŞArım "ben"liğimi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimİZde ERitirsem...

ve's-SELÂM!

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: ŞUUNAT-ZUHURAT

Mesaj gönderen gullale »

Ka-LeM hiç bu kadar bâhâlı olmadı... Sadr hiç bu kadar giz olmadı... nere gitti CÂNım nerede kaldı kağıdım, yangınım, feryâdım? nere saklandı niye sustu kelime, nerede cem oldu cümle?

Ahhh Yâ RABB ahhh şükürlere sığmaz sızımın odağı, yarası, eşki...

Göz deymen yarama el sürmen amannn...

SEN RABBim bir SEN bilensin ğayboldu 'ben'im...

aldım elime kalemi niyyet ettim dirilmeye yâ B'ismi'llâh ...


Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön