ÖNCE GÖNÜLLERİN FETHİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

ÖNCE GÖNÜLLERİN FETHİ

Mesaj gönderen der-ya »

ÖNCE GÖNÜLLERİN FETHİ


(Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ)


Açmak anlamına gelen fetih/feth (çoğulu: fütûh, futûhat) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde önemli dinî kavramları ifade eden bir terim olup İslam tarihinde, özellikle tasavvufta çok değişik anlamlarda kullanılmıştır.

Allah Teâlâ buyurur:

1- “Allah’ın insanlara açtığı bir rahmeti kimse engelleyemez.” (Fatır, 35/2) “Hak Teâlâ kuluna bir rahmet ve nimet kapısı açarsa kimse o kapıyı kapatamaz. Bu ayette geçen “açmak” (feth) ifadesi tüm maddî ve manevî lütufları ve nimetleri kapsar.

2- “And olsun ki ağacın altında sana biat eden ve bağlılıklarını bildiren mü’minlerden Allah razı olmuştur. Kalblerinde olanı bildiğinden kendilerine güven duygusu vermiş ve pek yakın bir fetihle onları ödüllendirmiştir.” (Fetih, 48/18) Bu ayette güven duygusu anlamına gelen sekinetten söz edildikten sonra yakın bir fetih müjdesi verilmiştir. Bu Mekke’nin fethidir ama aynı zamanda insanların, özellikle de mü’minlerin kalblerinin fethidir.

Kur’an-ı Kerim semalardan bahseder. Semalar meleklerin ve Hakk dostu olan enbiya ve evliyanın ruhlarının vatanıdır. Bunlar yüce Allah’a yakın olma makamında bulunanlar. Allah’a yakın olmak isteyen her mü’min buralara yükselmeyi arzular.

Çünkü iyilerin ve ermişlerin yurdu orasıdır. Oradakiler Allah Teâlâ’nın nimetine ve rahmetine daha yakındırlar. Yeryüzündeki insanlara Hak Teâlâ’nın rahmeti oralardan iner. Bunun için mü’minler dua ederken ellerini semaya açar O’nun rahmet ve lütfunu niyaz ederler. Dua edene semanın kapısı, rahmet kapısı açılır, İlahi lütuflar ve ihsanlar iner. “Eğer o beldelerin halkı inansalar ve saygılı olsalardı elbetteki onlara semadan ve yerden bereket kapıları açardık....” (A’raf, 7/69) Aslında yeryüzündeki bereketlerin ve nimetlerin kaynağı da semadır.

Allah’ın kuluna, özellikle sıkıntıda bulunan bir kuluna, bir imkan kapısı, bir rahmet kapısı açması çok önemlidir.

Allah Teâlâ imkan ve fırsat verenlerin, hayır ve mutluluk kapısı açanların en hayırlısı olduğundan ona: “Hayru’l-fatihin” (A’raf, 7/89), yani kapıyı açanların en hayırlısı, “Fettahu’l-alim” (Sebe, 34/26) yani kapı açan ve bilen denilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri de fettahdır.Gazzâli bu konuda der ki: “Fettah; yani inayetiyle bütün kapalı ve kilitli kapıları açan, hidayetiyle her müşkili halleden O’dur.

Bazan, “Peygamberleri beldeleri fethetmeye muvaffak kılarak buralardaki düşmanlarının egemenliğini sona erdirir” ve “Şüphesiz ki biz sana apaçık bir fetih (zafer) nasib ettik, Allah’ın mağfiretine nail olasın diye”. (Fetih, 48/1). Bazan da velilerinin kalplerinden perdeyi kaldırıp onlara semanın melekûtunu, ululuğun güzelliğine açılan kapıları gösterip: “Allah’ın insanlar için açtığı rahmeti, kimse engelleyemez.” (Fatır, 35/2) der. Gaybı ve rızkın anahtarları (miftah) onun elinde olduğundan O fettahtır, kapı açanların en hayırlısıdır. Kulun fettah ism-i şerifetinden nasip alması için çok hararetli ve pek istekli olması lazımdır ki ilahi sırlar ona açılsın, Fettah isminden esinlenerek halkın anlamakta zorladındıkları dünya ve din işleriyle ilgili hususları anlama imkanına ersin.” (Gazzali, el-Maksadu’l-esnâ, 58)

Darda kalan bir insan için en iyi şey bir imkan ve fırsat kapısının açılması, bir çıkış yolunun bulunmasıdır. Semaların kapısını durmadan çalınız, er geç bu kapı mutlaka açılır. Allah ümitsizliğe düşmeden sürekli kapısının çalınmasını ister.Darda kalana çıkış kapısını gösteren ve bu kapıyı açan Mevla olduğu için bir mü’min: “Ya Müfettihel-ebvab Fettih lenâ hayre’l-bâb’ (Ey kapıları açan! Bize hayırlı bir kapı aç) diye dua eder.

Sıkıntıda kalan bir kimse için en zor ve dayanılmaz şey kapıların yüzüne kapanmasıdır. Bu, ebedî bedbahtlık alametidir. “Ayetlerimize yalan deyip büyüklenenlere semanın kapıları açılmaz, onlar cennete giremez.” (Bk. A’raf, 7/40), “Onlara cehennemin kapıları açılır.” (Zümer, 73/71), (Mü’minun, 33/77) diyor Yüce Mevlâmız. Açmaza girenler bunlardır.

Dua ve kulluk etmek, niyazda bulunmak, rahmet ve nimet kapılarını açan anahtardır. Zâlimin duası, zulme ettiği ve haksızlıkları telafi etmediği sürece semanın kapısını açmaz. Mazlum’un duasına ise semaların kapıları açıktır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 45)
Bir mü’minin yüzüne şu veya bu sebeple bir kapı kapanabilir. Bu durumda onun ümitsizliğe düşmemesi gerekir.

Çünkü Allah bir kapıyı kapatınca diğerini açar. Hatta bir kapı kapatınca on kapı açar.

“Lutf eder bir gün Hüdâ elbette feth-i bâb eder.”
(Nef’î)
Bir kapı bend ederse bin kapı eyler kûşâd
Hazret-i Allah Efendi! Fâtihu’l-ebvâbdır!

Göklerin kapıları her zaman, ama en çok Kadir gecesi açılır. Onun için bu gece ihlasla dua ve ibadet edilir.

Feth açmak demektir. Açmak bir başlangıç anlamına gelir. Bir ev, onun kapısını açmakla bilinmeye başlar. Kapı açılmadan ev ve evde olan şeyler bilinemez. Feth, fâtiha, iftitah, istiftah ve (bunun galatı olan) siftah iyi niyetle bir işe başlamaktır. Kararlı bir şekilde bir işe veya konuşmaya başlayan inayetle başarıya ulaşır.
Fatiha suresi, kur’an’ın başlangıcı olduğu için bu ismi almıştır. Ve çok önemlidir.

Namazda alınan ilk tekbire iftidah (feth) tekbiri denir ve bu farzdır. Böyle bir başlangıç yapmadan kılınan namaz geçersizdir.
Önemli olan her işe ve söze Allah’ın adıyla, besmele ile başlanır. Besmelesiz iş sonuç vermez. (Ahmet b. Hanbel II, 259) Besmele her işin fatihası ve anahtarıdır.

Tevbe kapısı daima açıktır. Allah bu kapıyı hiç kapatmaz.

Feth, fatiha, iftitah, fütûh ve fütûhât kelimeleri önemli tasavvufi terimlerdir. Hak Teala’nın kulunun kalbini yani kalb gözünü açması, kalbi açılan insanın mânâ âlemindeki şeyleri görmesi önemlidir. Feth, Allah Teâlâ’nın kuluna bilgi vermesi, önünü aydınlatması, ruhunu nurlandırması ve yolunu açmasıdır. Bundan dolayı tasavvufa “İlm-i fütûh” (bk. Serrac, Luma 37) denilmiştir.
İbn Arabi feth (ilham) yoluyla aldığı bilgileri topladığı ünlü eserine el-fütûhat adını vermiş, feth kavramını açıklamak için bu eserde ayrı bir bölüm ayırmıştır. (II, 665) İbn Arabi üç çeşit fetihten söz eder:

a) İfadenin fethi: Allah bir kuluna özlü ve anlam yüklü söz söyleme gücünü verirse buna ifadenin fethi denir. Nitekim Hz. Peygamber: “Bana veciz söz söyleme yeteneği verildi.” buyurmuştur. Buna “Dilin açılması” denir. Dili açılan veli nazım ve nesir halinde özlü, anlamlı, etkili, duygulu ve içli sözler söyler. Buna: “kudret dili”, “kuş dili” de denir. Bu mertebeye ermek için kalbin temiz, niyetin hâlis, maksadın meşru olması şarttır. Güzel hitabet ve üslûb Allah’ın en büyük lütfudur.

b) Allah Teâlâ kulunun içine manevî bir haz ve lezzet verir. Bunun sebebi Hak Teâlâ’nın o kulunu lütuflarıyla kendine cezb ve celb etmesidir. Bu cezbenin bâtında meydana getirdiği manevî hazza ve ruhî zevke “Bâtında halavetin fethi” denir.

c) Allah Teâla kuluna: “Temaş halini” bahşederse buna mükaşefe fethi adı verilir. Bunun şartı da Hakla (Hakkı) tanımaktır.
Abdurrezzak Kaşani futuhu şöyle tarif eder: Allah Teâlâ’nın kuluna kapalı ve kilitli olan kapıları açıp ona rızk, ibadet, ilim, marifet ve keşif gibi maddî ve manevî nimetler ihsan etmesidir.
Feth-i karib: Nefs duraklarını aşan kula kalb makamını, ilahi sıfat ve kemal hallerini tecellisinin feth edilmesidir. “Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih” mealindeki ayetle bu hususa işaret edilmiştir. (Saf, 13)

Feth-i mübin: Velîlik makamının, ilahî isimlerin nurlarından gelen apaçık tecellilerin kula açılmasıdır. Çünkü kulun kalbi saf ve kemâldir. Fetih suresinin ilk ayetiyle buna işaret edilmiştir. Ayette geçen “günah”ile nefsin ve kalbin sıfatları kastedilmiştir.

Feth-i mutlak: Futuhatın en mükemmeli olup Zat-ı ahadiyetin kula tecelli etmesi, maddî varlığından arınan insanın ayn-ı cem’de istiğrak halinde olması vaziyetinin ona açılmasıdır. Nasr suresinde geçen feth ile buna işaret edilmiştir. (Istılahatu’s-Sufiyye, s. 135)
Görülüyor ki; madde âleminde bulunan insan mânâ âlemine açılma özlemi içindedir, suflî âlemden ulvî âleme yükselme arzusundadır. Yeni ufuklara açılmanın ve ulaşmanın belli yollları ve yöntemleri vardır.

Bu yükseliş ve açılım aşama aşama gerçekleşir. Önce beden, sona kalp, sonra ruh, sonra sır menzillerini aşmak gerekir. Yeni bir menzile yeni bir açılımla ulaşılır.

Bir ufka ulaşan sâlik buradan daha ileride yeni bir ufuk görür ve oraya kanat açar. O ufkun kapıları kendisine açılırsa oradan yeni bir ufka açılır. Böylece ermeye ve olmaya çalışır. Hz. Peygamber Miraç gecesi böyle bir açılım gerçekleştirmişti. Birinci semadan Zat-ı izzet’e varıncaya kadar bütün semaların kapıları kendisine açılmış, kapısı açılan her semada sevinçle karşılanmıştı.

Irdi evvelki göğe bunlar tamam
Kapı açıldı ve girdi ol Hümâm
(S. Çelebi)
Mü’minin miracı namazdır. Secde eden kul Allah’a yaklaşır. Kulun Allah’a en yakın olduğu an secdede olduğu zamandır. Onun için Hz. Peygamber’in Miraç’ta gerçekleştirdiği açılımı kul namazda gerçekleştirir.

Bir mü’min yeni ufuklara açılmak zorundadır. Yeni ufuklara açılmanın önündeki en büyük engel kişinin kendisi ve benliğidir. En zor şey mü’minin kendisini (nefsini) aşmasıdır. Nefsini aşan kişi yeni ufuklara kolay açılır.

İnsanın mevcut bilgilerini, düşüncelerini, algılarını, duygularını ve bilinç hallerini tedrici bir şekilde aşması adım adım yeni ufuklara açılması, yeni bir varlığa ulaşmak için varlığından geçmesidir. İnsana özgü esas varlık o zaman kazanılır, olgun ergin ve erdemli insan olmanın hazzı o zaman tadılır.

Evrensel kural içine kapanma, kabuğuna çekilme değil, dışa açılma ve kabuğu çatlatıp gelişmedir. Toprağa atılan bir tohum, bir çekirdek kabuğunu çatlattığı zaman gelişme ve ilerleme sürecine girer. Tomurcuk açılıp çiçek olduğu zaman, doğal yönde gelişmeye başlar. Civcivin yumurtadan çıkması da böyledir.
İnsanın kalbi, zihni ve ruhu da öyledir. Meyve vermesi ve kemale ulaşması, sonuç olarak da mutlu olması için mutlaka kabuğunu kırması ve dışa açılması, kendini aşarak mutlak varlığa erme istikametinde bir açılım yapması şarttır. Büyük insanlar ve Hakk erenler bunu başarabilenlerdir. Başaramayanlar cılk olurlar.
Hz.Peygamber (s.a.v)’in, daha sonra halifelerinin ve müslüman hükümdarlarının yeryüzünde gerçekleştirdikleri futuhât iç âlemdeki fetihlerin dışa yansımasıdır. Onun içindir ki gittikleri yere adalet ve nasafat götürmüşler, insanlara merhamet ve şefkatle muamele yapmışlar, her çeşit cemaate ve kavme geniş bir hürriyet tanımışlar, hoşgörü göstermişlerdir. Başka türlü ilây-ı kelimetullah’ın ne yolu ne de anlamı vardır.

Fâtih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethini bu bağlamda düşünmek gerekir. Fatih’in babası Sultan Murad Han âdil, dürüst, merhametli, dindar ve bilge bir kişi idi. Oğlu şehzade Mehmet’i özenle yetiştirdi. Şehzade daha çocukken Hacı Bayram-ı Velî’nin duasını aldı, Sultan olunca Akşemseddin’in himmetini yüreğinde hissetti.

Molla Güranî, Molla Hüsrev, Hızır bey, Hocazâde, Molla Yegan ve Ali Kuşçu gibi ilim ve fikir adamlarını çevresine topladı. Hattâ Avrupalı bilginlere ve sanatkârlara bile ilgi duydu. Böylesi geniş bir fikir dünyasına ve engin bir gönül âlemine sahipti. Velîler tarafından gönlü feth edilen ve kalbine sevgi doldurulan Fatih’in İstanbul’u feth etmesi bu sebeple yeni bir çağın başlangıcı olmuştu.
Toplumu oluşturan fertlerin huzur ve güven içinde hürriyetlerini en geniş şekilde kullanarak yaşamaları, yükselmeleri ilerlemeleri, güçlenmeleri ve ergin hale gelebilmeleri önce gönüllerin fethiyle başlayan manevî hakimiyeti dışa vurmasıyla mümkün olur. Bugün bile imrenilen ve özlemi çekilen Osmanlı hoşgörüsü söz konusu gönül fethinin ürünüdür.

Yönetici sınıfın ve aydın kesimin kendi halkını baskı altında tutarak ve ezerek ulaşabileceği yegâne sonuç hüsrandır, ızdıraptır, göz yaşıdır, ictimâî buhrandır. Buna karşı olanların ellerindeki silah ise adalet, eşitlik, sevgi, bilgi, merhamet ve hoşgörüdür. Hasımlarına karşı Fatih’in elindeki en etkili silah bu idi ve bu silah bugün de etkilidir.

Kaynak: Yeni Dünya Dergisi 1999 -




Resim
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Cevapla

“Tarih” sayfasına dön