ŞAM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
canan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 145
Kayıt: 28 Eki 2008, 02:00

ŞAM

Mesaj gönderen canan »

Resim

Şam’da Muhyiddin İbn Arabî (ks) Camii ve Türbesi

Sîn ü Şın

ŞAM: Arapçada kelime anlamı olarak 'sol' anlamına gelir ve eskidenberi Hicaz bölgesinin (Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu bölge ) sol tarafında kalan ülkeleri ifade eder.
Arapça yanaktaki ben e 'Şame' denir bu bir güzellik simgesidir.
Şam Farsça "akşam" demektir.
Gün doğumunu karşına alırsan sağ güney sol kuzey olur.
O yüzden öz Arabîstanın güneyindeki ülkenin adı Yemen, kuzeyindeki ülkenin adı Şam olmuştur.
Arapçanın İslam öncesi döneminde bu kelimeler coğrafî yön anlamında kullanılmıştır.
Bu bilgiler ışığında hemen aklıma gelen İbni Arabî nin sözü oluyor:

“Sin, Şına girince sırrım zâhir olur!”

On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Endülüs'te ve Şam taraflarında yaşamış büyük velîlerden ve "Şeyh–i Ekber" diye meşhûr olan Muhyiddin İbn Arabî bir tepeye çıkar ve ayağını yere vurarak:
"Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır!." diye bağırmaya başlar.
Tabiî orada bulunanlar bu sözün ne mânâya geldiğini anlayamazlar.
Kelâmın zâhirine bakarak bu sözün küfrü gerektiren bir söz olduğunu zannederler.

"Sizin Taptığınız Benim Ayağımın Altında!"
Zamanın ulemâsı da: "Nahnu nahkumu bi'z–zâhir : Biz zâhire göre hükmederiz!"
Kaidesince bu sözün zâhirine bakarlar ve Muhyiddin İbn Arabî'nin küfrüne hükmedeler.
Yani:
"Bizim taptığımız Allah'tır. Muhyiddin Arabî ise: "Sizin taptığınız ayağımın altındadır." dediğine göre hâşâ: "İlâhınız ayağımın altındadır" demiştir." diye değerlendirirler.
İ’dam edilmesine karar verilir.
Şam Halkı onun hakkında verilen bu hükmün etkisinde kaldıklarından ve onun mânevî büyüklüğünü anlayamadıklarından dolayı kabrinin bile yerinin belli olmaması için kimsenin bilmediği bir yere defnederler.
(Burasının Şehrin çöplüğü olduğu rivayet edilmiştir.)
Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri daha sağlığındayken Şam Halkının kendisini anlayamadığını ve ziyaret edilmemesi için kabrini gizleyeceklerini anlar.
Kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan pek çok şeyi keşif ve keramet yoluyla haber verdiği gibi her ne kadar gizleseler de bir gün kabrinin meydana çıkarılacağını "Şeceret–ün–Nu'mâniyye fî Devleti'l–Usmâniyye" isimli eserinde şu meşhur sözleriyle haber verir:
"İzâ dahale's–sîn ile'ş–şın zahara kabr-u Muhyiddîn : “Sin" "Şın"a girince Muhyiddin'in kabri meydana çıkar!"
Gerçekten de onun kabrini herkesten gizlerler.
Kabrini pek bilen olmadığından dolayı ziyaret etmek isteyenler de maalesef ziyaret edemezler.


Resim

Şam’da Muhyiddin İbn Arabî (ks) Türbesi

Osmanlı sultanlarından evliyâullahı çok seven:
"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş!"
Buyurarak bir mürşide uymanın ehemmiyetini ve Allah Dostlarının kıymetini en güzel biçimde ifade eden Yavuz Sultan Selim Han Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri'nden takriben üç asır sonra Şam'ı fethederek Osmanlı topraklarına dâhil etti.
Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri'nin kabr–i şerifinin nerede olduğunu sorar.
Evvelce bazı bilenler varsa da onlar da çoktan vefat etmişlerdir.
Yaşayanlardan hiç kimse kabrinin yerini bilmemektedir.
Sultan Selim Han Muhyiddin İbn Arabî'nin "Şeceret–ün–Nu'mâniyye fî Devleti'l–Usmâniyye" isimli eserinde geçen:
"Sin" "Şın"a girince Muhyiddin'in kabri meydana çıkar."
Sözüne binaen ısrarla Onun kabrini sorup soruşturur.
Kabrin bulunması için araştırılmasını emir buyurur.
En ufak bir ize veya bir işaret rastlansa hemen bakılıp araştırılacaktır. Nihayet dağda koyun sürülerini otlatmakta olan bir çoban şöyle bir haber getirir:

"Onun kabrinin nerede olduğunu bilmiyorum; lâkin dikkatimi çeken bir hususu sizlere haber vermek istedim. Devamlı koyunlarımı otlattığım mer’ada bir yer var ki sürüde bulunan o kadar hayvandan hiçbirisi ne oradan ot yiyor ne de oraya ayak basıyorlar. Oranın otları her sene baharda kendi hâlinde büyüyor ve zamanı gelince de kuruyup gidiyor."
Çobanın verdiği bu haber üzerine Sultan Selim Han derhal orayı kazdırır. Bir de bakarlar ki Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri'nin mübarek nâşı sanki daha yeni defnedilmiş gibi taptaze pırıl pırıl hiç çürümeden olduğu gibi duruyor.
Sultan Selim Han hemen o büyük velinin nâşını çıkarttırıp orayı temizlettirir kabrin üzerine de güzel bir türbe yaptırır.
O mübareği tekrar oraya defnettirir.
Bu türbenin yanına da bir cami ve imâret yaptırır orayı herkesin ziyaretine açar.
Böylece Muhyiddin İbn Arabî'nin asırlar öncesinden verdiği haber gerçekleşmiş "Sin" "Şın"a girince Kabri meydana çıkmıştır.
Böylece "Sin" den maksadın Sultan Selim Han, "Şın"dan maksadın da Şam olduğu anlaşılır.

Tabiî asırlar önce vefat etmiş bir zâtın cesedinin çürümemesi olduğu gibi taptaze kalması hiç şüphesiz onun büyük bir velî ve Allah Dostlarından olduğuna delâlet etmektedir.
Peki böylesine büyük bir Allah dostunun:

"Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır!.." diyerek bu sözüyle (hâşâ) Allah'ı kastetmesi mümkün müdür?
Bu imkânsız olduğundan elbette onun bu sözünü tevil etmek ve bu sözde bir hikmet aramak gerekirdi.
Sultan Selim işte bu meseleyi de açığa çıkarmak için Muhyiddin İbn Arabî'nin bu sözü nerede söylediğini araştırır.
Nihayet orayı da buldurur ve kazmalarını emreder.
İbn Arabî'nin ayağını vurduğu yeri kazmaya başlarlar…
Bütün şehir halkı toplanmış merakla ne olacağına ve oradan ne çıkacağına bakmaktadır.
Kazı çalışması tamamlanınca bir de baktılar ki kazılan yerden içi çil çil altın dolu bir küp bulunuyor.
Böylece bu meselede anlaşılmış olur.

Demek ki Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri Şam'da kalbi para sevgisiyle dolu yaptıkları her işi ve ameli Allah için değil sırf menfaat ve çıkar için yapanlara:

"Siz Allah'a tapıyoruz diyorsunuz; ama yaptığınızı Allah için değil para için altın için yapıyorsunuz. Öyleyse siz paraya tapıyorsunuz. Sizin taptığınız da benim ayağımın altındadır!.." buyurarak hem onlara vaaz etmiş hem de hazinenin yerini işaret etmiş olmaktadır.
Fakat o gün maalesef onu anlayamamışlardır.

"Şeyh–i Ekber" Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri'nin kabri Şam'da olup sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

“Sin, Şına girince sırrım zâhir olur!”
Sözünün zâhir de görünen şeklini naklettim peki bu sözün bir de bâtınî mânâsı olamaz mı???

Şam’ı düşünmemize çağran sitemizdeki 31. Hadis:


31. HADİS-İ ŞERİF: Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur:
"Şam, Yüce Allah'ın yer hazinelerinden bir hazinesidir. Kullarını orada saklar."

(Sadreddin-i Konevî, Hadis-i Erbain-40 Hadis)

Bilesin ki, burada Şam, zât-i İlahî şehadetinin kemal derecesidir. Yer ise şehadetin zarfıdır. Gizli hazine ise bu yer kabında saklıdır ve o Hak Teâlâ'nın yüce varlığıdır.

Bu mânâ icabıdır ki "Şam öyle bir şeydir ki, zât şehadetinin kemal derecesi sayılır. Gizli hazine ise bu yerde saklı durur."
Tam bir şehâdet halinde zuhur edince, ona "vâcib yüz" adı verilir.
Allahü Teâlâ esma ve ahlâkı ile gizlediği âbid kullarını ise bu yüzde saklar. Cümle esma ise neticede Hakk’ a dönecektir.
Bu mânâ şu âyeti kerimedeki mânânın hakikatlerini anlatır:

“Onun vechinden -yüzünden- başka herşey helak olacaktır. Hüküm O'nundur. O' na döneceksiniz." (Kasas 28/88)

Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: "Şam da sakin olun, o mubarek beldedendir." (Hadis)
(Bu hadisi internetten buldum hadisi nakleden belli olmadığı için güvenilirliği nasıl olur bilmiyorum)

Kureyş Sûresinin tefsirlerinde geçmekte Şam;

KUREYŞ SÛRESİNİN TEFSİRİ

Kureyş Suresi Mekke'de nazil olmuştur. Dört ayettir. Kureyş kabilesinin eriştiği nimetleri bildirdiği İçin bu isim verilmiştir.

Kureyş kabilesine ticaret etmek için başka beldelere seyahat etmek kolaylaştırıldığı, tam bir emniyetle buna muvaffak oldukları için Allah–ü Teâlâ Celle Celaluhu'na şükür ve ibadette bulunmalıdırlar.
Evet, onların kışın, Yemen'e ve yazın, Şam'a ve diledikleri beldeye seyahat etmeleri kendilerine kolaylaştırıldığı için şükür ve kulluk vazifesini yerine getirmeye devam etmelidirler.
İşte onlar, Kureyş, böyle bir korunmaya nail bulunmaktadırlar.

Artık bu nimetlerden dolayı bu beytin sahibi olan Allah–ü Teala Celle Celaluhu'na ibadette bulunsunlar. Allah–ü Teala'nın birliğini tasdik ederek şükür vazifesini yerine getirmeye çalışsınlar. Ve birde şunu düşünsünler ki:
O kerem sahibi olan Allah–ü Teala onları açlıktan kurtarıp nice nimetlere kavuşturmakla kendilerini doyurdu ve ihtiyaçtan kurtardı. Ve onları korkularından da emin kıldı. O beldeyi onlara bir güven yurdu kılarak onlara saldırıda bulunan Ebrehe ve benzeri düşmanlarını kahretti. Artık bu kadar ilahi korumaya ve lütuflara nail olan bir topluluğa gerekir ki: Putlara, Allah–ü Teala'dan başka ilahlara kulluk etmeyi bırakarak, bütün bu nimetleri kendilerine ihsan eden Allah–ü Teala'ya kulluk ve şükürde bulunsunlar.

Kureyş kabilesi, kış vakti Yemen'e gider, oradan koku, elbise gibi şeyler satın alırlardı. Yazın da Şam beldelerine gider, oradan da zirai ürünler alarak kendi beldelerine getirirlerdi.

Kureyş kabilesi, Harem–i Şerifin sakinleri oldukları için diğer Araplar bunlara hürmet eder, saldırıda bulunmazlardı.
Şam, Yüce Allah'ın yer hazinelerinden bir hazinesidir. Kullarını orada saklar."


Allah C.C. Bizleri bu kullarının arasında saklasın İnşâallah.
Yazıda ki tüm dağınıklıklardan dolayı özür dilerim düşünceler nedenli dağınık ise aktarım da o kadar dağınık olmakta hoşgörünüze sığınarak yinede yazmak istedim.
Câhilliklerimden Allah a sığınırım!.
Doğruyu Allah C.C bilir!.


Muhammedi Muhabbetle...

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sg_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

CAN kardeşim, CANAN CAN'ım, gönlünün derinliklerinden gelen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şefaat kokusu ile yazdığın bu bilgiler ŞAM diyârına yolumuzu uğrata, kâim ve sâkini kıla inşallah...

Yazında, Kurayş Suresi'nin açıklamasında
Kurayş 'lıların kışın Yemen diyârına koku ve elbise almaya gitmelerinden, yazın ise Şam diyârına uğrayıp zirâi ürünler almalarından bahsedilen yolculukları bana, Hacer anamızın Safa Merve arasındaki gidiş gelişini hatırlatmakta...

Ve AKLım sormakta;
Kış ve Yaz yolculuklarından ne anlamalıyım?

Kışın Yemen diyârına yazın Şam diyârına gitmeleri "kış "ve "yaz" dan murâd edilenin ne olması gerektiğini sormakta...

Yemen diyârı ile Şam diyârı nere ola demekte...

Yemen 'den "koku" ve "elbise" Şam 'dan "zirâi ürünler" almalarından ne anlatılmak istenmekte diye sormakta...

Bu ibâreler bana, bâzı âyetleri hatırlattı.

Elbise denince "takvâ libası" ayetini hatırladım...

Takvâ libası denince Fetih Sûresinden
RABBİ'L-'ÂLEMÎN 'in müminlere verdiği takvâ sözcüklerini ve hikmet verişini hatırladım.

"zirâi ürünler" denince İsrâiloğullarının kendilerini Mısır'dan Firavun zulmünden denizi ikiye ayırarak çıkaran Musâ Aleyhi's-selâm'a " RABBİ 'ne söyle bize "yer'in bitirdiklerinden" de versin" demelerini hatırladım.

Yâni,
Kurayş Kabîlesi kış denilen hangi hâlde Yemen denilen o yer nere ise oraya gidip "koku"? ve "elbise" alıyorlar, donanıyorlar da yazın ne hâl demek ise Şam nere ise oradan da zirâi ürünler, yerin bitirdiklerinden rızıklanmak için almaktalar?

Bütün bu soru ve düşünce fırtınaları senin yazının sonunda belirttiğin, karmaşıklığın, beyin fırtınasının okuyanlarda daha bir şiddetli olduğunu göstermiyor mu?

Öyle konulara deyinmişsin ki dolandığımız
BAŞ-UÇ SON-UÇ arasında Kâbe Tavafı eder gibi "Lebbeyk! ALLAHUMME Lebbeyk!.." dedirtmektesin...

Gönlünün Bâtın nefesinden üfürdüğü Zâhir kulağının tercümânı olan ELlerin bunları duyurmakta.
HAYYat bulması niyâzı ile ANlamamız ikrâm ola inşallah...
Resim
Cevapla

“Tarih” sayfasına dön