Kalb askerinin bilinmesi

Cevapla
Kullanıcı avatarı
canan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 145
Kayıt: 28 Eki 2008, 02:00

Kalb askerinin bilinmesi

Mesaj gönderen canan »

KALB ASKERİNİN BİLİNMESİ
Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim: Beden bir şehre benzer. El, ayak ve azalar şehrin san'at erbabı gibidir. Şehvet, maliye müdürü gibidir. Gazab, şehrin emniyet âmiri gibidir. Kalb, bu şehrin padişahıdır. Akıl ise padişahın veziridir. Padişahın bunların hepsine ihtiyacı vardır. Memleketin idaresi ancak bunlarla yürür.

Fakat maliye müdürü olan şehvet, yalancıdır, sebepsiz yere başkalarının işine karışır ve saçma sapan konuşur. Vezir olan aklın söylediklerine muhalefet eder. Şehvet daima, memlekette olan bütün malları toplamak, almak ister. Emniyet müdürü mesabesinde olan gazab, şerir, şiddetli, azgın ve serttir. Herkesi öldürmek, her şeyi kırmak, dökmek ister.

Bunun gibi, şehrin padişahı daima veziri ile meşveret ederse [danışırsa], yalancı ve tama’kâr maliye müdürünü hırpalarsa, onun vezire uymayan sözlerini dinlemez, emniyet müdürünü onun peşine takıp sebepsiz ve lüzumsuz iş görmekten onu meneder, emniyet müdürünü, yapmak istediği haksızlıklardan dolayı döver ve incitirse, memlekette asayiş ve nizam olur.

Bunun gibi, kalb padişahı, veziri olan aklın işareti ile iş yaparsa, şehvet ve gazabı zabt u rabt altına alıp (yani sıkıca tutup, idaresi altına alıp) akla uymalarını emrederse, aklı onlara tâbi eylemezse, beden memleketinin işleri düzgün olur. Saadet yolu ve Allahü Teâlâ'ya kavuşma yolu kapanmamış olur. Eğer aklı, şehvet ve gazaba esir ederse memleket harap olur. Padişah, bedbaht olup helak olur.
(İMAM-I GAZALİ K.S)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sg_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
canan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 145
Kayıt: 28 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen canan »

Zikrin Faydaları

Zikir, sahibine mehâbet, hâlâvet ve güzellik verir. Allah Teâlâ, zâkire kendi sevgisini ihsân eder. O muhabbet ki, saadet ve necattır. Her şeyin bir sebebi vardır. Muhabbet-i ilâhîyyeye sebep de zikrullâhın dil ve kalb ile devâmıdır. Zikrullah muhabetullâhın kapısıdır. Muhabbetullâha nâil olmak iseteyen kimse, zikrullâha devam etmelidir.

Zikir, murâkabeyi, tefekkürü getirir ve ihsan kapısından girmeyi sağlar. İhsan ise en yüksek makamdır. Sanki Allâh'ı (c.c) görüyormuş gibi ibâdet eder sâlik. Zikrullahtan gâfil kalanların ihsan makâmına yükselmelerine yol yoktur, nasib yoktur.

Zikrullah sebebiyle kalbinde büyük bir mârifet-i ilâhiyye kapısı açılır. Sâlik zikrini artırdıkça, mârifetullah da o nisbette artar.

Zikir, zâkirin kalbinde Allah Teâlâ'nın heybet, azamet, iclâl ve tâzimini artırır. Bu hâl, zikrin kalbi ve bütün vücûdu istilası, hücrelere yayılması sebebiyle hâsıl olur. Zâkir, zikri kadar Allah Teâlâ'ya kurbiyyet elde eder.

Zikir, kul ile Hâlık arasındaki haşyeti ve korkuyu giderir. Cenâb-ı Hak ile ünsiyyet kazandırır. Bunlar şu âyetlerle sâbittir:

"Gerçekten Allah, takvâ sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir."

"Allah sabredenlerle beraberdir."

"Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir."1

Allah Teâlâ Hazretlerinin zâkir kulu ile beraber oluşu, başka hiç bir mâiyyet ve beraberliğe teşbih olunamaz. Meselâ, yukarıda verdiğimiz ve benzeri âyetlerde Allah Teâlâ'nın bu vasıfta olanlarla beraber olduğu bildiriliyor. Lâkin, zâkir ile beraberliği bunların hiç birine benzemez, târif ve tavsife imkan yoktur. Bu, ancak zevkan bilinir. Şeriatın emrettiği ne kadar ibâdet varsa hepsi, zikrullâhın ikâmesi ve icrâsı için emrolunmuştur. Kezâ, namazın kılınması da, zikrullâhın ikâmesi içindir. Tâhâ 14.âyetinde:"Ve beni anmak için namaz kıl" buyruğu da bunu nâtıktır.1

En fazîletli amel hangisidir? sorusuna, (a.s.v) Efendimiz, "Allâh'ı andığı için, henüz ıslak duran bir dil ile ölmektir" şeklinde cevap vermiştir.108 Bu menfaatten dah güzeli de tasavvur olunamaz.

Âyette "Ey mü'minler Allâh'ı çokça zikredin" buyruluyor. Yâni, Allâh'ı her durumda zikredin. Her durumda Allâh'ı zikretmeyi şöyle açıklayabiliriz. İnsan şu dört durumdan birinde bulunabilir: İbâdet durumunda, günah işleme durumunda, nîmet durumunda, sıkıntı durumunda.

Eğer insan ibâdet durumunda ise kendisini ibâdet yapmaya muvaffak buyurduğu için Allâh'ı zikretmeli ve O'ndan ibâdetlerini kabul etmesini dilemelidir. Günah durumunda ise, Allâh'ı zikrederek işlediği günahtan vazgeçmeli ve O'ndan işlediği günahı affetmesini dilemelidir. Nîmet içinde ise Allâh'a şükrederek O'nu zikretmelidir. Sıkıntıda ise sabrederek O'nu zikretmelidir. Ayrıca, Allâh'ı zikretmenin beş iyi özelliği vardır. Bu özellikler şunlardır: Allâh'ın rızasını kazandırır. İnsandaki ibâdet arzusunu artırır. İnsanı şeytandan korur. Kalbi yumuşatır. Günah işlemeyi önler, irfan yollarını açar.

İnsan ne ile meşgul olursa, bütün düşünce ve dikkatini ona teksif eder.

İbn kayyum el Cevzî (k.s) bir eserinde zikrin yüz faydasından bahsediyor ki, en önemlileri şunlardır:

Zikir, şeytanı yanından uzaklaştırır ve Allah Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazandırır.

Kalbden gelen gam ve tasayı giderir. Kalbe ferah ve sevinç bahşeder. Kalbi ve yüzü nurlandırır. Bedeni ve kalbi güçlendirir.

Zikir, İslâmın rûhu olan sevgi ve muhabbeti temin eder. O, kurtuluş ve saadetin kaynağıdır. Allah Teâlâ her şey için bir sebep yaratmıştır. Sevginin husûlüne sebep de zikirdir. Her kim Allah Teâlâ'nın sevgisine nâil olmak isterse zikre devam etmelidir.

Zikir, murâkabeyi temin eder ve ihsan kapısının açılmasına vesîle olur. Allah Teâlâ'ya kurbiyeti sağlar; mağfiret kapılarından en büyüğü o sâyede açılır.

Zikir, kalbin hayâtiyyeti için, balığın suya duyduğu ihtiyaç gibidir. Kalbi cilâlandırır. Her şey paslanabilir. Kalbin pası gaflet ve hevâdır. Cilâsı ise zikir, tevbe ve istiğfardır. Hatâları önler, hatta giderir, yok eder. Çünkü zikir, iyiliklerin en büyüğüdür; iyilikler ise kötülükleri ortadan kaldırır.

Zikreden kimse, zikrettiği varlığa yaklaşır, hatta onunla beraber olur. Bu özel bir beraberliktir. Velâyet, muhabbet, nusret ve tevfîk bu sûretle gerçekleşir. "Gerçekten Allah, takvâ sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir."

Zikir, kalbin şifâ ve ilacı, gaflet ise marazıdır. Kalpler genellikle hastadır. Onun devâsı ve şifâ bulması Allah Teâlâ'yı zikirdir. Zikir, cehennem ile kul arasında bir duvardır, dilin gıybet, yalan gibi bâtıl ve haram şeylerle meşguliyyetini önler.

Hayatı çekilmez hâle getiren en büyük âmil, insanların mâsivâya karşı olan meyilleridir. Zikre mülâzemet sâyesinde sâlikin kalbinde yer alan bir takım dünyevî ihtiraslar kaybolur ve yerini Allah (c.c) sevgisine terkeder. Samimiyyetten uzak, çeşitli menfaatler hayâl edip yapılan veya otomatik bir alışkanlık hâline getirilen zikrin, kişiye hiç bir fayda sağlamayacağı da muhakkaktır. Zikrullah mevzûunda her kelime bizim için son derece değerlidir, önemlidir. Önemine binâen, Aziz Mahmud Hüdâi (k.s) Hazretleri ile mürşîdi Üftâde (k.s) Hazretlerinin sohbetlerinden bir bölümünü buraya aynen dercetmeği uygun görüyorum. Şöyle buyuruyor Üftâde (k.s) Hazretleri:

Her ne zaman ki, gözüne-gönlüne tevhîd müyesser olsa, sakın onu mertebe-i lîsâna indirme ve kimseye açma. Sonra büyük zahmete düşersin. Hâllâc-ı Mansûr (k.s) o sırrı keşfettiği için başına gelenler geldi. Zîrâ keşf-i rubûbiyyet haramdır, meğer ki, irşad için izin verilmiş olsun. Onu dahi ehline tekellüm eyle. En iyisi orada müzmahîl ve fenâ olmaktır. Orada bâki kalan ancak, Hayy-u Kayyum olan Allah Teâlâ'dır.

Dil ile tevhîd güzeldir. Fakat daha güzel olanı tevhîd-i ef'aldir. Tevhîdi, zâtında, sıfatında ve işlerinde kalbinden çıkarmamalıdır sâlik. Ona mâni olan hatıraları önce terk, sonra nefy etmeli, tabi ferâiz ve sünnetten gayrisini. Ne zaman ki, bir emir veya bir iş işleyip işlememekte şüphe olsa, hemen tevhîde başvurup iştigal eylemeyince o işi yapmamalıdır. Tevhîdle iştigal eylemeli ki, hakîkat âşikâr olsun ve müşkîlât da hâllolsun. Zîrâ tevhîd zorlukların anahtarıdır. Lâyık olan mâsivadan da sıyrılıp Hakk'a kul olmaktır.

Bayezid-i Bistâmi (k.s) buyurur ki: "Her gün zikrederdim, amma huzur bulamazdım. Kulağıma bir ses: Kul ol, huzur bulursun. Kalbin hâli semânın ki gibidir, semâ bazen açılır, bazen de kapanır. Kalp de böyledir, dedi. Fakat düşündüm ki, Arabistan gibi sıcak ülkelerde hava pek az kapalı olur, ekseriyetle açıktır. Şimâlde ise ekseriyetle kapalı, hatta çoğu zaman güneş, aylarca kendini göstermez, gündüzler gece gibi karanlık olur. Böyle olunca, her kalp bir olmasa gerektir. Bâzısının zulmeti çok, bazısının da nûru çoktur. Sâlike lâyık olan safâya şükür, kedere de sabır etmektir.

Yâkub (a.s)'ın ağlaması, Yûsuf (a.s) için değildi. Yûsuf'a (a.s) kavuştuktan sonra yine ağladı. Hakîkaten terakki lütuf ile değil, kahr iledir. Hûd sûresinin 112. âyetinden murâd "Emrolunduğun gibi hareket et" (Fenâ fir-Resûl)

İmân mertebesinde olan cehennemden hâlâs olur. A'yan mertebesinde olan cehennemi görmez. Şuhûd mertebesinde olan cenneti görmez. O, cennet içinde cennette olur. (Fenâ fillah- Bekâ billah)

Bir kimse hâliyle "Yâ hû ve yâ men hû, lâ ilâhe illâ hû" dese ve bu tesbih ile meşgul olsa, tasarrufa kâdir olur. Kul ne zaman acze düşerse, hakîkatin te'yidi zuhûr eder. Kemâl kudreti ile bütün belâları def eder. Enbiyânın (a.s) ümmetler üzerine zuhûru ve kudreti, acz-i küllî izhâr için olmuştur.

Hüdâî (k.s) Hazretleri diyor ki: Nâsın ayıplarını görmekten şikâyet ettim. Cevâben buyurdular ki: "Her şeyin bir kemâl tarafı vardır, sen onu bilmezsin, kemâline nazar eyle." Ondan sonra bütün hâlkı kutub gibi görür oldum. Sen de hâlâsını istersen hakîr gördüğün kimsenin elini öp, hâlâs olursun. Her şeye hakîkat yönünden bakmak lâzımdır.

Derler ki; irfan yolcularının menzilleri üçtür. Biri âlem-i fenâ diğeri âlem-i cezbe üçüncüsü de âlem-i kabzadır. Âlem-i fenâda oldukça "Lâ ilâhe illallah"demek ve devam etmek lazımdır.Âlem-i cezbede olanlara, "Allah, Allah, Allah" zikrine devam gerekir. Âlem-i kabzada ise zâkirin zikri "Hû, Hû, Hû" olmalıdır.

"Lâ ilâhe illallah" kalplere, "Allah, Allah, Allah" lafz-ı celîli, ruhlara "Hû, Hû, Hû" kelimesi de sırlara gıdâdır. "Lâ ilâhe illallah" kalplerin, "Allah" lafz-ı celîli ruhların "Hû" kelimesi de sırların mıknatısıdır, buyrulmuştur.

ALINTI
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sg_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

canan yazdı:

İnsan şu dört durumdan birinde bulunabilir: İbâdet durumunda, günah işleme durumunda, nîmet durumunda, sıkıntı durumunda.

Eğer insan ibâdet durumunda ise kendisini ibâdet yapmaya muvaffak buyurduğu için Allâh'ı zikretmeli ve O'ndan ibâdetlerini kabul etmesini dilemelidir. Günah durumunda ise, Allâh'ı zikrederek işlediği günahtan vazgeçmeli ve O'ndan işlediği günahı affetmesini dilemelidir. Nîmet içinde ise Allâh'a şükrederek O'nu zikretmelidir. Sıkıntıda ise sabrederek O'nu zikretmelidir. Ayrıca, Allâh'ı zikretmenin beş iyi özelliği vardır. Bu özellikler şunlardır: Allâh'ın rızasını kazandırır. İnsandaki ibâdet arzusunu artırır. İnsanı şeytandan korur. Kalbi yumuşatır. Günah işlemeyi önler, irfan yollarını açar.


ALINTI
Sevgili canan kardeşim güzel paylaşımların için çok teşekkür ediyorum. İstedim ki bu dört durumdaki zikrimi paylaşayım sizlerle...Belki paylaştıkça çoğalır umuduyla...

Eğer Rabbim ibadete eriştirdiyse, ibadet halindeyken (namazdan oruca, yürümekten uyumaya, nefesimi verdikten sonra tekrar almaya hatta nefesimi daha verirken tekrar alabilme ümidi içerisinde olma halime kadar aklıma gelen her şey) hemen İhlas Suresi düşer yüreğime...Yüreğimin zikri o an İHLAS olmuştur. Verdiğim nefesi, o an çevremde kim var, ne var ise o şeyin aldığını hissederim. Onlardan gelen nefesi de alma mücadelem başlar. Bu bazen kuru bir saman çöpü olur bazen de tomur tomur olmuş bir gül olur. Bazen bir dede olur bazen de bir bebe olur. Bazen alnımı koyduğum seccadem olur. İşte o zaman kalbim saman çöpünden çiçeğe, bebekten dedeye “Kul hüvallahü ehad. Allahüs samed” diye atıverirde o an uzaklık biter Rabbim’in “EL LÂTÎFÜ'L-HABÎRU” zikri dolar yürek denizime. Dinlerken kendi kendimi “Lem yelid ve lem yuled” ile gözüm ne saman çöpü, ne gül tomuru, ne bebe ne dede görür de bir tek “Ve lem yekün lehu küfüven ehad” diye bir dalga çarpar yürek sahilime.

Eğer günah durumundaysam ki bu benim cayır cayır yandığım yangınımdır. Bilirim ki tevbesini yapmadığım günahlarım bir de üstüne yenileri eklenip gelip Rabbim’e aktığım kapıya dayanıp tıkamışlarıdır yolumu. İşte o an her andır bana. Şu an da o andandır...Bu an her zerremin vebali boynumadır. Her an günahkarım ben. Her an bir zikr dökülür yüreğimden Rabbim’e; “eûzu bike minke”.”Sen'den Sana Sığınırım..."

Nimet durumunda ise sormayın dostlar yaşama sevincimi...O an her yer her şey yüreğime toplanırda yüreğim El Hamid(c.c) , Eş Şekür (c.c) diye coşar coşar coşar taa ki kelimeler uçup yerine yerleşinceye kadar devam eder bu...

Darlıktayken ise, dört gözle beklerim.... Neyi beklerim biliyor musunuz? Rabbimin, gökyüzünü baştan başa maviye boyamış 99 güzel isminin yüreğime inmesini beklerim...Yüreğime insinde
Allaahhh Celle Celâlihu diyivereyim de ızdırabım son bulsun diye.


Bu an "El Latîfü'l- Vedûd Celle Celâlihu" hayat verir de hocamın bu şiiri dolar yürek denizime


Ben ALLAH (cc)’ ın NEY’ iyim,
“OL” dediği ŞEY’ iyim.
İstediğimi söyleyemem
NEFES’ im YOK üfleyeyim.

HAYY OL-AN ile DİRİ’ yim,
ZEYTİN’ iyle İNCİR’ iyim.
BEDEN’ le bakana BATIN,
GÖNÜL’ lere ZAHİR’ iyim.

YER’ deki HÂLİFE’ siyim,
SER’ de SIRR’ ının SESİ’ yim,
NURULLAH’tan NUR-u MÎM’e,
NUR’larının GÖLGE’ siyim.

Hem GÜNDÜZ hem GECE’ siyim,
“KÛN” SÖZܒ nün HE-cesiyim,
VAR’ lık ALLAH (cc)’ ın KELÂM’ ı
Ne KİM’ i ne KİMSE’ siyim,

O GÜZEL BEN çirkiniyim,
O SEVgi BENse KİNiyim,
O her AN BİR ŞE’EN-de OL-AN,
BEN de AN’daki ŞE’EN’ iyim.


22.04.2009 – 21:35 (yts’da…Kulihvanice…)
Resim
Cevapla

“Tarih” sayfasına dön